27 Mayıs 2015 Çarşamba

ZALİMLERİN SALDIRILARINA KARŞI İSLAMİ TAVIR

•Kâfir ve zalim yönetimin müslümanlar üzerine uyguladıkları baskı ve zulüm her geçen gün artarak devam etmektedir...

•Üniversitelerde okul birincisi olan tesettürlü bacılarımızın diplomalarının verilmesinde ve özellikle son sınıf öğrencileri olan kızlarımız imtihanlara sokulmayarak mezuniyetlerinin engellenmesinde yaşanan olaylar...

•Namaz kıldığı, hanımının başı örtülü olduğu için ordudan atılan ve işine son verilen müslüman memurlar...

Ülke ekonomisinde söz sahibi olmaya başlayan Islâmcı sermayenin önünün kesilmesine ilişkin olaylar...

Allah (c.c)’ye çağırdığı, Allah (c.c)’nin adım andığı için hapishanelere konulan müslümanlar...

Bu manzaraların kalbinde zerre miktarı kadar iman taşıyan müslümanları gözyaşlarına boğmaması mümkündür? Yüreğinin yanmaması, tüylerinin diken diken olmaması mümkün müdür?

Değildir. Amma bu tablo karşısında derdine derman olacak, kendilerine sahip çıkacak kimselerinin olmaması mü’minlerin kimini tepkiselliğe, kimini zalimlerle uzlaşmaya, kimini de ümitsizliğe itmektedir.

Baskılara karşı tepkisel bir tavır ortaya koyan müslümanlar silahlıo mücadeleden başka çözüm olmadığını bunun ancak kanla çözüleceğini söylüyorlar. Bu tutumlarıyla müslümanları yeni bir yanlışlığa doğru sürüklediklerinin farkında bile değiller.

•Silahı kimden alıp kime kullanacaklarının bile bilincinde değildirler. Müslümanlar kâfirlerin hazırladıkları çetin bir tuzağın içine düşebilirler. Müslüman halkın fitne ortamında birbirlerini öldürmelerini seyretmek elbette kâfirlerin arzusudur.

•Bir kısım insanlar cihat çığırtkanlığı yaparak müslümanları dibi görünmeyen bir kuyuya atmak istemektedirler. Ders olarak Hama, Afganistan ve Cezayir bize yetmiyor mu?

•Yine bir takım müslümanlar bu baskı ve sıkıntılardan kurtulmanın yolunu kâfirlerle uzlaşmakta görüyorlar. Zalim, idarecileri ve onların avanelerini kızdırmamak için onlar gibi görünmeye, onlar gibi konuşmaya çalışıyorlar. Demokrasinin, insan haklarının, Cumhuriyetin ve Kemalizmin savunuculuğunu yaparak kâfirlerin yanında izzet anyorlar. Bu tavırlarıyla kendi kimliklerini kaybettikleri gibi peşlerinden sürükledikleri fitne ile ümmetin de kimliğinin kaybolması hususunda kâfirlerin ekmeğine adeta yağ sürmekte olduklarının farkında değiller mi?

• Böylesine fitnelerin birbirini kovaladığı bir ortamda yine bir kısım müslümanlar güvendikleri liderlerinin kendilerini bırakmasından, peşinde koştukları fikirlerin kitleleri tarafından terk edilmesinden dolayı, aynı zamanda ümmetin içerisinde var olan sahih kitleyi göremeyişinden dolayı ümitsizliğe kapılmış durumdadırlar. Bu durum müslümanları duyarsızlığa birbirlerine karşı güvensizliğe itmektedir.

Oysa müslümanların başlarına gelenler yalnız bu asrın insanlarına değil; bütün asırlar boyu hakkı yaşayan ve yaşatmak isteyenlerin başına gelen haldir. Çünkü bu hak-batıl mücadelesinin fıtratında vardır.



“Yoksa siz; sizden öncekilerin başına gelen haller sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluk ve sıkıntı dokunmuştu da peygamber ve beraberinde olanlar «Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?»
diyorlardı, Dikkat edin! Allah’ın yardımı yakındır. (Bakara-214)


De ki: “ Hak geldi, batıl ortadan kalktı. Zaten batıl ortadan kalkmaya mahkumdur. (İsra-81)

Bakınız Allah’ın peygamberlerinin ve onlara iman edenlerin başlarına gelenlere. Şuayb (a.s) memleketinden uzaklaştırılmakla tehdit ediliyordu.


“Medyen kavminde de kardeşleri Şuayb’i peygamber (olarak ) gönderdik. O şöyle dedi: Ey kavmim! Allah’a ibadet edin, sizin ondan başka ilahınız yoktur.” (Araf-85)


“Onun kavminden büyüklerinden ileri gelenleri; «Ya Şuayb! Seni ve beraberindeki iman edenleri ya memleketimizden çıkaracağız, yahut dinimize döneceksiniz» dediler.
(Araf-88)

Nuh (a.s)’ı yalancılıkla ve sapıklıkla itham ediliyor alaya alınıyordu.


“(Nuh) kavminden ileri gelen inkârcı gurup dedi ki; biz seni de bizim gibi insan görmüyoruz ve sana bizim basit görüşlü ayak takımlarımızdan başkasının uyduğunu görmüyoruz. Sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz, tersine sizi yalancılardan sayıyoruz.” (Hud-27)


“Andolsun ki; biz seni cidden açık bir sapıklık içerisinde görüyoruz dediler.” (Araf-60)



“Nuh gemiyi yapıyor, kavminden ileri gelenler yanından geçtikçe onunla alay ediyorlardı. (Hud-38)

İbrahim (a.s); Nemrut’a hakkı söylemesinden dolayı ateşe atılıyordu.


Kimini yalanladınız, kimini de Öldürüyordunuz” (Bakara-87)

Yusuf (a.s); efendisinin karısının zina teklifini Allah’tan korkarak reddettiğinde zindana atılıyordu.


“İbrahim de kavmine dedi ki; Allah’a kulluk edin, ondan korkun, bilesiniz bu sizin için daha hayırlıdır.
(Ankebut-16)


“Kavminin İbrahim (a.s.)’e cevabı; Onu öldürün, yahut yakın demeleri Oİdu.(Ankebut-24)

Musa (a.s) ve onunla birlikte olanlara Firavun ve kavmi tarafından her türlü zulümler yapılıyordu.


“Firavun; ben size izin vermeden ona inandınız mı? Dedi bu bir tuzaktır. Şehirde bu tuzağı kurdunuz ki, halkını oradan çıkardınız. Ama yakında bileceksiniz. Elbette ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra hepinizi asacağım
dedi. (Araf-123/124)


“(Firavun) biz onların oğullarını öldüreceğiz, kadınlarına (tecavüz edip) bırakacağız. Biz daima onların üstünde eziciler olacağız, dedi.” (Araf-127)

İsa (a.s.) gibi kendilerine gelen peygamberleri yahudiler yalanlayıp öldürüyorlardı.

“Andolsun ki; Musa’ya kitabı verdik, arkasından peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa’ya açık deliller verdik ve onu Ruhul Küdüs ile destekledik. Ne zaman ki; peygamberler size canınızın istemediği bir şey getirdiyse büyüklük taslamadınız


“(Kadın) dedik ki;...amma kendisine emrettiğimi yapmasa da, elbette zindana atılacak ve alçaklardan olacaktır.”

Ashab-ı Uhdud (Rah. A) Allah (c.c)’ye inandıklarından dolayı zalimlerin zulmüne uğrayıp ateşe atılıyordu. “Hazırladıkları hendekleri tutuşturulmuş ateşle doldurarak çevresinde oturup, inanmış kimselere, dinlerinden dönmeleri için yaptıkları işkenceleri seyredenlerin canı çıksın. Bu inkârcıların inananlara kızmaları onların sadece göklerin ve yerin hükümrankğı kendisinde bulunan övülmeye layık ve güçlü olan Allah’a inanmış olmalarındandır. (Buruç-4/9)

Muhammet (s.a.v) ve ashabı da her türlü işkencelere maruz bırakılıyordu. Safa tepesinde insanları İslâm’a davet ettiğinde taşlanmayla karşılaşan Hz. Muhammet (s.a.v) kaç defa namaz kılarken sırtına pislik dolu işkembe atılmış, evinin yoluna pislikler dökülmüş, Taifliler tarafından çocuklara taşlattırılmıştır. Bununla birlikte psikolojik baskıya da maruz bırakılarak deli, sapık, büyücü, fitneci ve sihirbaz gibi iftiralara maruz kalıyordu. Ebter diyerek de onu zedelemek istiyorlardı.

Öldürmek için tuzaklar kuruyorlar, planlar yapılıyordu. Mekke müşrikleri İslâmın hakimiyetini önlemek için hayatı çekilmez hale getiriyorlardı. Kureyşliler müslümanları eski din ve inançlarına döndürmek için başvurmadıkları baskı ve zulüm metodu bırakmadılar. Yapmadıkları tehdit yoktu. Başvurmadıkları insanlık dışı işkence ve eziyet yoktu.

İlk önce, İslâmiyeti kabul edenler şeref ve haysiyet sahibi kimseler oldukları için namus ve haysiyetle oynamak istediler. Onlara derlerdi ki; “bakın iyi bir aileye mensupsunuz. Paranız pulunuz var. Halk arasında itibarınız var. Menfaatleriniz bizimle iyi geçinmenize bağlıdır. İslamiyet! terk etmezseniz sizi mahvederiz. Millet de bize inanır. Orta sınıfa mensup olan esnaf, tüccar ve diğer meslek sahipleri de en zayıf noktalarından vurulmak isteniyordu. Kureyşliler onlara ekonomik ve sosyal boykot uygulanacağını belirtiyor ve gerçekten de bunu yapmaktan geri kalmıyorlardı. Geriye fakir-fukara ve köleler kalıyordu. Bunlara serbestçe işkence yapılıyordu. Daha sonra bu baskı ve tehditlere karşı yılmayan soylu, zengin ve varlıklı müslümanlara da sövülmeye, dövülmeye, hapsedilmeye ve diğer şekilde cezalandırılmaya başlandı. İbn-i İshak ile Taberi, Hz. Urve bin Zubeyr (r.a)’a atfen Kureyş’H kabile reislerinin bir kararını nakletmişlerdir. Kabile reisleri bir araya gelerek Hz. Muhammed (s.a.v)’e tabi olan oğullarını, kardeşlerini tehdit, baskı ve işkence ile eski dinlerine döndürmeye karar vermişlerdir. Bu karar alınır alınmaz, Mekke’de soylu ve varlıklı müslümanlara karşı bir terör havası estirilmeye başlandı.
Nitekim, Hz. Ebubekir (r.a) gibi Mekke’nin en tanınmış ve soylu kişisi Hz Talha (r.a) ile beraber bir yere bağlandılar. Hz. Zubeyr bin El Avvani, amcasını bir hasıra sararak tavana asıyor ve altından duman veriyordu. Aynı zamanda da sürekli olarak İslâm’dan dönmesini istiyordu. Hz Zubeyr ise her defasında tekrar küfre dönmeyeceğini haykırıyordu. Hz Osman (r.a)’ı amcası Hakem bir yere bağlayıp bıraktı ve kendisine dedi ki; “sen atalarının dinini bırakıp Muhammed (s.a.v)’in dinini mi kabul ediyorsun? Sen bu yeni dini terk edinceye kadar seni bırakmayacağım.” Hz Osman (r.a) da “ne olursa olsun, dinimi terk etmeyeceğim” dedi. Hz. Mus’ab bin Umeyr (r.a) amcazadesi Osman bin Talha tarafından çok ağır bir şekilde işkenceye tabi tutuldu, kendi ailesi tarafından zindana atıldı. Hz Mus’ab hapsedildiği yerden kaçarak Habeşistan’a ilk hicret edenlere katıldı. Hz. Sa’d bin Ebi Vakkas (r.a) ve kardeşi Amr bin Vakkas (r.a), anneleri tarafından çok rahatsız edildiler, amma dinlerinden asla dönmediler. Hz. Sa’d’ın annesi Hamime binti süfyan bin Ümeyye (Ebu Süiyan’m yeğeni) kendisine şöyle dedi: “Sen Muhammed’in dinini terk edinceye kadar ne yiyeceğim, ne içeceğim, ne de gölgede kalacağım. Annenin hakkına saygı göstermek Allah’ın emridir. Benim dediklerime uymazsan Allah’a itaat etmemiş olursun. ” Hz Sa’ad bu tehdidi duyunca rahatsız oldu ve gidip Resulullah (S.a.v)’e durumu anlattı. Buna cevap olarak Cenab-ı Allah tarafından şu ayet indi:


“Biz insana ebeveynine iyi muamele etmesini tavsiye ettik. Eğer onlar bilmediğin bir şeyi bana şirk koşman için uğraşırlarsa onlara itaat etme...” (Ankebut-8)

Bir gün Resulullah (S.a.v) ile Ebu Bekir (r.a) Dar-ül Erkam’dan çıkıp Mesdd-i Harama geldiler. Harem’de Hz. Ebu Bekir (r.a) birden ayağa kalkarak insanları Allah’a ve Resulüne davet etmeye başladı. Müşrikler Hz. Ebu Bekir’in konuşmasını dinler dinlemez kendisine her taraftan hücum ettiler, onu dövdüler ve ayaklarıyla ezdiler. Utbe bin Rebia ise Hz. Ebu Bekir’in yüzüne o kadar tekme atti ki yüzü kanlar içinde kaldı ve şişti.

Hz. Bilâl (r.a.)’m müslüman olduğu duyulunca Ümeyye bin Halef kendisine çeşitli işkenceler yaptı. Bilal’i öğle vakti evden çıkarıyor ve sıcak kum üzerine yatırıp göğsüne büyük bir taş koyuyor ve şöyle diyordu: ‘Yemin ederim ki; sen Muhanımed’i reddedirıceye ve Lat ile Uzza’ya ibadet edinceye kadar seni böyle bırakacağı,m” diyordu. Hz. Bilâl sadece “Ahad, ahad” diye karşılık veriyordu. (Mevdudi)

Baskı ve zulümler o kadar artmıştı ki; artık müslümanlar şehit dahi vermeye başlamışlardı. Hz. Yasir (r.a.) ve Sümeyye (r.anh) Ebu Cehil tarafından öldürülüyorlardı. Bu da yetmiyormuş gibi onlara hem ticari hem de insani ilişkileri durduran ambargo uyguladılar.

işte! Allah’ın peygamberlerine ve onların getirdiklerine iman eden müminlerin başına gelenler. Daha bunlar birkaç örnek ya anlatamadıklarımız,ya yazamadıklarımız.

Allah’ın Resullerini ve onlara iman edenlerin halleri bu iken zulüm ve işkence doruk noktasına ulaşmışken onların bu durum karşısındaki tavırları nasıl olmuştur?

Şüphesiz bu tavrın ortaya konması, içinde bulunduğumuz şaşkınlığı ortadan kaldıracak, müminlere nasıl bir tavır takınacaklarını öğretecektir. Çünkü onlar tavırlarını kendilerine inen vahye göre belirliyorlar, bunu bir imtihan olarak görüp mallarının ve canlarının yok olma pahasma Allah’ın emrine itaat ediyorlardı. Allah'ın Resulüne gönderdiği risaletin muhatabı olarak bizlerin de davranışlarını vahye uydurmamız gerekmektedir.


“Allah ve Resulü, bir hüküm verdiği zaman, mü’min erkek ve kadın, o işi kendi arzularına göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab-36) Allah’ın Resullerinin ve onlarla beraber olan müminlerin, müşriklerin baskı ve zulümleri karşısında güç sahibi olmadan silahlı bir saldırıya giriştiklerini göremiyoruz. Onların bu tavırları şüphesiz müşriklerden korktuklarından değil kendilerine Allah’tan böyle bir talep gelmesinden dolayıdır.

Dikkat edilirse kıtal emri gelmeden önce sahabe Resulullah (S.a.v)’e “ne zaman savaşacağız” diye sıkıştırıyorlardı.***


İnananlar: “ Keşke bir sure indirilse de cihada çıksak” derlerdi.
(Muhammed-20)***

Haksızlığa uğratılarak kendilerine savaş açılan kimselerin karşı koyup savaşmalarına izin verilmiştir. (Hac-39)***

İbn-i Kesir bu ayetin tefsirinde bakın ne diyor. “Allah (c.c) cihadı, cihat için en uygun vakitte meşru kılmıştır. Zira onlar Mekke’de iken müşrikler sayı bakımından çoğunlukta idiler. Şayet müslümanlara sayıları henüz on bile olmamışken cihadı diğerleri ile savaşı emretmiş olsaydı elbette bu onlara ağır gelirdi. Bu sebepledir ki; Yesrib ahalisi Akabe gecesi Allah Resulü (S.a.v)’e biat ettiklerinde -ki onlar seksen küsür kişi idiler- onlar (Mina halkını kastederek): Ey Allahın elçisi Mina gecelerinde şu vaadi üzerine yürüyüp onları öldürmeyelim mi? Demişler; Allah’ın Resulü (S.a.v) ise ben bununla emrolunmadım, buyurmuştu. Müşrikler azgınlaşıp Hz. Peygamber (S.a.v)’i aralarından çıkarıp Öldürmeye kastettiklerinde Allah’ın Resulü (S.a.v)’in ashabını sağa sola bölük pörçük dağıttıklarında; onlardan bir gurup Medine’ye gitmişti. Müslümanlar Medine’de karar kılıp Allah’ın Resulü (S.a.v)’e gelerek onun etrafında toplandıklarında, ona yardıma koştuklarında, Medine onlar için bir işlem yurt ve sığınacakları sağlam bir yer, bir kale olunca Allahu teâla düşmanlarla cihadı meşru kılmış ve bu ayet bu konuda nazil olan ilk ayet olmuştur. ”

Bu ayetten sonra cihadın farziyetini hatırlatıcı ve muminleri cihadı teşvik edici ayetler Medine’de güç sahibi olunduktan sonra geldiğini görüyoruz. Bu gün müslümanlar sayı bakımından çok olmalarına rağmen bu çokluk sayıdan öteye geçemiyor. Ellerinde kendi emniyetlerini sağlayacak ve aralarında ilişkilerinde Allah'ın indirdikleriyle yönetecek sultaları maalesef yok. Bu oluşmadan girişilecek, silahlı bir mücadele müslümanların kanının dökülmesinden başka bir sonuca da götürmez. Bunu Cezayir’de, Mısır’da, Suriye’de (Hama)’de ve Afganistan’da gördük. Samimi duygularla cihad ahkamının vakasını kavramadan yola çıkan müslümanlar müşriklerin oyunlarına, tuzaklarına düşmekten kendilerini kurtaramamıştır. Ey müslümanlar! Resulullah (S.a.v)’ın hareket metoduna ve toplumsal değişimin vakasına aykırı olan böylesi bir tavırdan uzak kalıp, bu şer tuzağa düşmeyeceksiniz değil mi?

Tarih boyunca İslâm peygamberleri ve onlara tabi olanlar müşriklerin baskı ve zulümlerine karşı asla korkuya kapılmamışlar, taviz vermemişler ve uzlaşma tekliflerini de reddedmişlerdir. Hakkı ketmetmemişler ve gizlememişlerdır.

Musa (a.s.); Firavunun beşikteki çocukları kesebilecek bir zalim olduğunu bile bile kardeşiyle beraber hakkı açıkça söylemek için saraya gidiyordu. İbrahim (a.s.); Nemrut’un putlarını kırıyor. Ateşe atılma tehdidine karşı asla taviz vermiyordu.

Bir defasında Kureyşin bazı kabile reisleri Mesced’i Haram’da bağdaş kurup oturmuşlardı. Mescid’in bir köşesinde de Resulullah (S.a.v) tek başına oturuyordu. O sırada Hz. Hamza (r.a) müslüman olmuştu ve Kureyş’liler müslümanların sayılarının gittikçe artmasından hayli telaşlı idiler. Derken Utbe bin Rebia (Ebu Sufyan’ın kayınpederi) Kureyşli kabile reislerine şöyle seslendi: “Arkadaşlar isterseniz muhammed’e gidip konuşayım ve ona bazı tekliflerde bulunayım. Kimbilir belki bunlardan bazısını da biz. Böylece bize muhalefet etmekten vazgeçecektir.” Herkes onun tekliflerim beğendi
ve Ebul Velid. "Biz sana güveniyoruz. Gidip onunla elbette konuş” dedi. Utbe oradan kalkıp Nebiyi (a.s)ın yanına gitti ve kendisine şöyle hitap etti: ‘Bak yeğenim, bizim seni ne kadar sevdiğimizi saydığımızı bilirsin. Senin ailende en temiz en soylulardan biridir. Fakat sen, milletimize ne biçim felaket getirdin. Sen cemiyetimizi böldün, bütün milleti aptal yerine koydun. Halkın dinini ve tanrılarını kötüledin. Öbür dünyaya intikal etmiş olan atalarımızın kâfir ve sapık olduğunu söyledin. Şimdi beni dinle ben sana bazı tekliflerde bulunacağını. Onları iyice düşün taşın . belki de bazılarını kabul edersin” Resulullah (S.a.v) buyurdular: “Ebul Velid, devam et seni dinliyorum Utbe bin Rebia dedi ki; ‘Yeğenim, şu başlattığın işin maksadı mal ve mülk toplamaksa biz sana o kadar mal ve mülk vereceğiz ki, sen aramızda en zengin ve en varlıklı kişi olacaksın. Eğer büyük olmak ve iktidar elde etmek istiyorsan biz seni reisimiz yaparız. Hiçbir işimizi sana danışmadan yapmayız. Hiçbir sözünden çıkmayız. Yok eğer kral olmak istiyorsan ona da razıyız. Biz seni kralımız olarak seçeriz. Yok eğer sana cinler giriyorsa ve sen de onları kovacak güce sahip değilsen, sen uyurken en iyi tabip ve hekimleri çağırırız, onlar seni tedavi ederler.” Utbe bin Rebia bunları söylüyor ve Hz. Peygamber (S.a.v) kendisini sessizce dinliyordu. Sonra şöyle konuştu. ‘Ebul Velid söyleyeceklerinizi söyledinmi? Yoksa söyleyeceğiniz başka bir şey var mı?” Utbe “yok söylemek istediklerim bundan ibarettir” dedi ve besmele çekerek Fussilet suresini okumaya başladı. Utbe ellerini arkaya koyarak bunları dikkatle dinliyordu. Resulullah (S.a.v) 38. ayete gelince secde etti, daha sonra başını
kaldırarak şöyle dedi: “Ebul Velid, cevabımın ne olduğunu duydunuz. Bundan sonrasını siz bilirsiniz.” Utbe, oradan kalkıp Kureyş’li kabile reislerine doğru yönelince arkadaşları aralarında “Vallahi Utbe’nin yüzü değişmiştir. Utbe bizden gittiği yüzle gelmiyor.” Dediler. (İbn-i İshak ve Beyhaki)

Yine Hz Abdullah bin Abbas (r.a)’ın bir rivayetinde; Kureyş’liler Hz. Peygamber (S.a.v)’e dediler ki; “biz sana o kadar mal-mülk vereceğiz ki, sen Mekke’nin en zengin kişisi olacaksın. Sen hangi kadını beğenirsen seni onunla evlendiririz. Biz senin peşinden gelmeğe razıyız. Yeter ki tanrılarımızı kötülemekten vazgeç. Eğer bu teklifi kabul etmezsen sana başka bir şey teklif edeceğiz ki buna göre sen de rahat edersin, biz de. Hz. Peygamber bu teklifin ne olduğunu sordu. Onlar dedi ki; “bir sene sen bizim mabudlarımız Lat ve Uzza’ya ibadet et, bir sene de biz senin mabudunuza ibadet edelim.” Hz. Peygamber (S.a.v,) ‘bir bakayım rabbimden ne emir geliyor. ” dedi. Bundan sonra vahiy geldi:


“De ki; ey kâfirler sizin için ibadet ettiklerinize ibadet etmem Ne de siz benim ibadet ettiğime ibadet edersiniz. Ne ibadet ettiklerinize ibadet edeceğim, ne de benim ibadet ettiğimize siz ibadet edeceksiniz. Sizin dininiz size, benim dinim banadır.” (Kafirun-ı/6)

Ayrıca şunları da buyurdu:

“De ki bana Allah’tan başkasına ibadet etmemi mi emrediyorsunuz ey Cahiller. (Zümer-64) (İbn-i Cerir-Taberi)

Hz Akil bin Ebi Talibin bir rivayetinde; “bir heyet Ebu Talibin yanında bulunurken babam bana dedi ki; git Muhammed (S.a.v)’i çağır. hava çok sıcaktı. Ben gidip hz. Muhammet (S.a.v)’i buldum ve getirdim. Hz Muhammed (s.a.v) gelince amcası dedi ki; “bak yeğenim, senin akrabaların senin hakkında şikayette bulunuyorlar. Sen onların toplantılarına ve mescidlerine gidip onları rahatsız ediyormuşsun. Lütfen onları fazla rahatsız etme." Bunun üzerine Resulullah (S.a.v) göğe doğru baktı ve Kureyş’lilere dedi ki; “siz bu güneşi görüyor musunuz?” Onlar “evet” dediler. Resulullah (S.a.v) buyurdu ki; “nasıl ki bu güneş size göndermekte olduğunu durdurmaya kadir değildir, ben de kendi işimi bırakmaya kadir değilim.” Resulullah (s.a.v) bu cevabı verdikten sonra oradan ayrıldı. Hz. Muhammed (S.a.v)’ın gitmesinden sonra Ebu Talib dedi ki; “yeğenim hiç bir zaman yalan söylememiştir. Onun için, siz artık gidebilirsiniz.” Ebu Talib Resulullah (S.a.v)’i yanına çağırarak kendisine dedi ki; “yeğenim milletimizin bu adamları bize gelip bunları söylemişlerdir. Onun için sen kendinin ve benim yaşayabilmem için biraz imkân bırak bana altından kalkamayacağım bir yük yükleme ve kendin de taşıma. Onun için kavminin hoşuna gitmeyen şeyleri söyleme.” Hz peygamber (S.a.v) Ebu Talibin bu sözlerini dinledikten sonra amcasına şöyle dedi: “amcacığım, sağ elime güneşi ve sol elime ay bile verilse ben bu işi bırakmayacağım. Tâ ki Allah (c.c) beni muvaffak kılsın, ya da ben bu yolda öleyim.” (İmam buhari tarih kitabında, Hafız Ebu Ya’lâ Müsned’inde aynı zamanda Ibn-i Hişam, Taberi, Beyhaki ve Belaturi nakletmişlerdir)

Allah (c.c) Resulü (S.a.v) onların kendisini haktan saptırma için hazırladıkları tuzaklara düşmüyordu. Asla taviz vermiyordu. Onlardan korkmuyor onlara itaat etmiyor hatta onları dost dahi tutmuyordu. Bütün bunlara karşı Rabbinden kendisi için gelen vahye uyuyordu.

“Öyleyse emrolunduğun gibi dosdoğru ol (sende ve seninle beraber tevbe edenler de hep doğru olun). Aşırı gitmeyin. Zira o yaptıklarınızı görmektedir. Sakın zulmedenlere en ufak bir meyil duymayın, sonra size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size (Allah tarafından da) size yardım da edilmez. (Hud-112/113)

“Sabret çünkü Allah güzel davrananların ecrini zayi etmeyecektir. (Hud 115)

“Nice peygamber var ki; kendileriyle beraber bir çok erenler çarpıştılar. Allah yolunda başlarına gelenden yılmadılar. Zayıflık göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever. (Ali imran-146)


"Rabbinden sana vahy olunana uy. O'ndan başka ilah yoktur. Ortak koşan müşriklerden de yüz çevir."
(En'am-106)

Ey Muhammed! Artık sana buyrulanı açıkça ortaya koy, puta tapanlara aldırış etme. Allah'la beraber başka bir tanrının bulunduğunu kabul eden alaycılara karşı şüphesiz Biz sana kafiyiz. (Hicr-94/95)
'Öyleyse yalanlayanlara itaat etme. Onlar istediler ki; sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar." (Kalem-89)


"...Onların keyiflerine uyma ve onların, Allah'ın indirdiği şeylerin bir kısmından seni şaşırtmalarından sakın." (Maide49)


"Kâfirlere boyun eğme ve bu Kur'an ile onlara karşı büyük cihat et" (Furkan*52)


'Onların söylediklerine sabret ve güzelce yanlarından ayrıL" (Mümezzil-ıo)

"Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır. Şüphesiz Allah zalim toplumu hidayete iletmez. Kalplerinde hastalık bulunanların (bize bir felaket gelmesinden korkuyoruz) diyerek onların aralarında koştuklarını görürsün." (Maide-51/52)


"Onlar mü'minleri bırakıp kâfirleri mi dost tutuyorlar? Onların yanında şeref mi arıyorlar? Bütün şeref tamamen Allah'a aittir. (Nisa-i39) Allah'u Teala; müminlerin böylesi bir tavır benimsemeleri halinde dünyada ve ahirette başlarına gelebilecek felaketleri de göstererek bizleri uyarmaktadır.



"Ey iman edenler! Eğer siz ehli kitaptan bir fırkaya uyarsanız; sizi imanınızdan sonra çevirip kâfir yaparlar." (Ali imran-1oo)


"...ki onlar Allah'ın yolundan men edip, onu eğriltmek isterler." (A'raf-45)

"...onlar yapabilseler sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam ederler. Sizden kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse, işte onların bütün yaptıkları dünyada da, ahirette de boşa çıkmıştır ve onlar, ateş halkıdır. Orada sürekli
kalacaklardır. (Bakara-217)

Ey İnananlar! Sizden olmayanı sırdaş edinmeyin, onlar sizi şaşırtmaktan geri durmazlar, sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların öfkesi ağızlarından taşmaktadır, kalblerinin gizlediği ise daha büyüktür. Eğer aklediyorsanız, şüphesiz size ayetleri açıkladık. İşte siz, onlar sizi sevmezken onları seven ve Kitabların bütününe inanan kimselersiniz. Size rastladıkları zaman: 'İnandık" derler, yalnız kaldıklarında da, size öfkelerinden parmaklarını ısırırlar. Deki: 'Öfkenizden çatlayın" Allah kalblerde olanı bilir. Size bir iyilik gelse, onların fenasına gider; başınıza bir kötülük gelse buna sevinirler. Sabreder ve sakınırsanız, onların hilesi size hiçbir zarar vermez. Allah işlediklerinin hepsini ilmiyle kuşatmıştır. (Ali imran-118/120)

"Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. (Bunlar) aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar." (En’am-112) Bu gün müslümanların içine düştükleri fitnelerden birisi de ümitsizliktir. Ümitsizlik ümmetin canlılığını ve direnişini ortadan kaldıran kaldıran bir hastalıktır. Müslümanları ümitsizliğe iten iki temel unsur vardır.

1-Islâm akidesine bağlılıklarındaki zafiyetten dolayı kâfirlerin gücünü gözlerinde büyütmeleri ve müslümanları maddi imkânsızlıklarından dolayı zayıf görmeleridir.

Allah-u Teala, kâfirlerin gücünnün öyle göründüğü gibi büyük olmadığını aksine kendi içlerinde zafiyet içerisinde olduklarını söylüyor.

"Onlar sizinle toplu olarak, ancak surla çevrilmiş kasabalar içinde veya duvarlar arkasından savaşı kabul edebilirler. Kendi aralarındaki çekişmeleri ise serttir; onları birlik sanırsın, oysa kalbleri birbirinden ayrıdır. Bu, akletmeyen bir topluluk olmalarındandır. (Haşr-14)

Hz. Musa (a.s) Firavunun saltanatını yıkarken gücü ne idi? Hz. İbrahim (a.s) Nemrut'a teknolojik üstünlükle mi galibiyet sağladı? Hz. Muhammet (S.a.v) bir avuç insanla müşrikleri dize getirmedi mi?
                                      
Bizler de onlar gibi gevşeklik göstermeden salih amel işler, hak yolda yürür ve Allah (c.c)'in dinini hakim kılmak için çalışırsak şüphesiz biz de başarırız.


"Gevşemeyin, üzülmeyin,inanmışsanız, mutlaka siz en üstünsünüzdür." (Ali İmran-139)

Ey inananlar! Siz Allah'ın dinine yardım ederseniz, O da size yardım eder, ayaklarınızı savaşta sabit kılar." (Muhammmed-7)
 









5 yorum:

  1. "Gevşemeyin, üzülmeyin,inanmışsanız, mutlaka siz en üstünsünüzdür." (Ali İmran-139)

    Ey inananlar! Siz Allah'ın dinine yardım ederseniz, O da size yardım eder, ayaklarınızı savaşta sabit kılar." (Muhammmed-7)

    YanıtlaSil
  2. Ey İnananlar! Sizden olmayanı sırdaş edinmeyin, onlar sizi şaşırtmaktan geri durmazlar, sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların öfkesi ağızlarından taşmaktadır, kalblerinin gizlediği ise daha büyüktür. Eğer aklediyorsanız, şüphesiz size ayetleri açıkladık. İşte siz, onlar sizi sevmezken onları seven ve Kitabların bütününe inanan kimselersiniz. Size rastladıkları zaman: 'İnandık" derler, yalnız kaldıklarında da, size öfkelerinden parmaklarını ısırırlar. Deki: 'Öfkenizden çatlayın" Allah kalblerde olanı bilir. Size bir iyilik gelse, onların fenasına gider; başınıza bir kötülük gelse buna sevinirler. Sabreder ve sakınırsanız, onların hilesi size hiçbir zarar vermez. Allah işlediklerinin hepsini ilmiyle kuşatmıştır. (Ali imran-118/120)

    "Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. (Bunlar) aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar." (En’am-112) Bu gün müslümanların içine düştükleri fitnelerden birisi de ümitsizliktir. Ümitsizlik ümmetin canlılığını ve direnişini ortadan kaldıran kaldıran bir hastalıktır. Müslümanları ümitsizliğe iten iki temel unsur vardır.

    1-Islâm akidesine bağlılıklarındaki zafiyetten dolayı kâfirlerin gücünü gözlerinde büyütmeleri ve müslümanları maddi imkânsızlıklarından dolayı zayıf görmeleridir.

    Allah-u Teala, kâfirlerin gücünnün öyle göründüğü gibi büyük olmadığını aksine kendi içlerinde zafiyet içerisinde olduklarını söylüyor.

    "Onlar sizinle toplu olarak, ancak surla çevrilmiş kasabalar içinde veya duvarlar arkasından savaşı kabul edebilirler. Kendi aralarındaki çekişmeleri ise serttir; onları birlik sanırsın, oysa kalbleri birbirinden ayrıdır. Bu, akletmeyen bir topluluk olmalarındandır. (Haşr-14)

    Hz. Musa (a.s) Firavunun saltanatını yıkarken gücü ne idi? Hz. İbrahim (a.s) Nemrut'a teknolojik üstünlükle mi galibiyet sağladı? Hz. Muhammet (S.a.v) bir avuç insanla müşrikleri dize getirmedi mi?

    Bizler de onlar gibi gevşeklik göstermeden salih amel işler, hak yolda yürür ve Allah (c.c)'in dinini hakim kılmak için çalışırsak şüphesiz biz de başarırız.


    "Gevşemeyin, üzülmeyin,inanmışsanız, mutlaka siz en üstünsünüzdür." (Ali İmran-139)

    Ey inananlar! Siz Allah'ın dinine yardım ederseniz, O da size yardım eder, ayaklarınızı savaşta sabit kılar." (Muhammmed-7)

    YanıtlaSil
  3. “Allah ve Resulü, bir hüküm verdiği zaman, mü’min erkek ve kadın, o işi kendi arzularına göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab-36) Allah’ın Resullerinin ve onlarla beraber olan müminlerin, müşriklerin baskı ve zulümleri karşısında güç sahibi olmadan silahlı bir saldırıya giriştiklerini göremiyoruz. Onların bu tavırları şüphesiz müşriklerden korktuklarından değil kendilerine Allah’tan böyle bir talep gelmesinden dolayıdır.

    Dikkat edilirse kıtal emri gelmeden önce sahabe Resulullah (S.a.v)’e “ne zaman savaşacağız” diye sıkıştırıyorlardı.***


    İnananlar: “ Keşke bir sure indirilse de cihada çıksak” derlerdi.
    (Muhammed-20)***

    Haksızlığa uğratılarak kendilerine savaş açılan kimselerin karşı koyup savaşmalarına izin verilmiştir. (Hac-39)***

    İbn-i Kesir bu ayetin tefsirinde bakın ne diyor. “Allah (c.c) cihadı, cihat için en uygun vakitte meşru kılmıştır. Zira onlar Mekke’de iken müşrikler sayı bakımından çoğunlukta idiler. Şayet müslümanlara sayıları henüz on bile olmamışken cihadı diğerleri ile savaşı emretmiş olsaydı elbette bu onlara ağır gelirdi. Bu sebepledir ki; Yesrib ahalisi Akabe gecesi Allah Resulü (S.a.v)’e biat ettiklerinde -ki onlar seksen küsür kişi idiler- onlar (Mina halkını kastederek): Ey Allahın elçisi Mina gecelerinde şu vaadi üzerine yürüyüp onları öldürmeyelim mi? Demişler; Allah’ın Resulü (S.a.v) ise ben bununla emrolunmadım, buyurmuştu. Müşrikler azgınlaşıp Hz. Peygamber (S.a.v)’i aralarından çıkarıp Öldürmeye kastettiklerinde Allah’ın Resulü (S.a.v)’in ashabını sağa sola bölük pörçük dağıttıklarında; onlardan bir gurup Medine’ye gitmişti. Müslümanlar Medine’de karar kılıp Allah’ın Resulü (S.a.v)’e gelerek onun etrafında toplandıklarında, ona yardıma koştuklarında, Medine onlar için bir işlem yurt ve sığınacakları sağlam bir yer, bir kale olunca Allahu teâla düşmanlarla cihadı meşru kılmış ve bu ayet bu konuda nazil olan ilk ayet olmuştur. ”

    Bu ayetten sonra cihadın farziyetini hatırlatıcı ve muminleri cihadı teşvik edici ayetler Medine’de güç sahibi olunduktan sonra geldiğini görüyoruz. Bu gün müslümanlar sayı bakımından çok olmalarına rağmen bu çokluk sayıdan öteye geçemiyor. Ellerinde kendi emniyetlerini sağlayacak ve aralarında ilişkilerinde Allah'ın indirdikleriyle yönetecek sultaları maalesef yok. Bu oluşmadan girişilecek, silahlı bir mücadele müslümanların kanının dökülmesinden başka bir sonuca da götürmez. Bunu Cezayir’de, Mısır’da, Suriye’de (Hama)’de ve Afganistan’da gördük. Samimi duygularla cihad ahkamının vakasını kavramadan yola çıkan müslümanlar müşriklerin oyunlarına, tuzaklarına düşmekten kendilerini kurtaramamıştır. Ey müslümanlar! Resulullah (S.a.v)’ın hareket metoduna ve toplumsal değişimin vakasına aykırı olan böylesi bir tavırdan uzak kalıp, bu şer tuzağa düşmeyeceksiniz değil mi?

    YanıtlaSil
  4. Müslümanları ümitsizliğe iten iki temel unsur vardır.

    1-Islâm akidesine bağlılıklarındaki zafiyetten dolayı kâfirlerin gücünü gözlerinde büyütmeleri ve müslümanları maddi imkânsızlıklarından dolayı zayıf görmeleridir.

    Allah-u Teala, kâfirlerin gücünnün öyle göründüğü gibi büyük olmadığını aksine kendi içlerinde zafiyet içerisinde olduklarını söylüyor.

    "Onlar sizinle toplu olarak, ancak surla çevrilmiş kasabalar içinde veya duvarlar arkasından savaşı kabul edebilirler. Kendi aralarındaki çekişmeleri ise serttir; onları birlik sanırsın, oysa kalbleri birbirinden ayrıdır. Bu, akletmeyen bir topluluk olmalarındandır. (Haşr-14)

    Hz. Musa (a.s) Firavunun saltanatını yıkarken gücü ne idi? Hz. İbrahim (a.s) Nemrut'a teknolojik üstünlükle mi galibiyet sağladı? Hz. Muhammet (S.a.v) bir avuç insanla müşrikleri dize getirmedi mi?

    YanıtlaSil
  5. •Bir kısım insanlar cihat çığırtkanlığı yaparak müslümanları dibi görünmeyen bir kuyuya atmak istemektedirler. Ders olarak Hama, Afganistan ve Cezayir bize yetmiyor mu?

    •Yine bir takım müslümanlar bu baskı ve sıkıntılardan kurtulmanın yolunu kâfirlerle uzlaşmakta görüyorlar. Zalim, idarecileri ve onların avanelerini kızdırmamak için onlar gibi görünmeye, onlar gibi konuşmaya çalışıyorlar. Demokrasinin, insan haklarının, Cumhuriyetin ve Kemalizmin savunuculuğunu yaparak kâfirlerin yanında izzet anyorlar. Bu tavırlarıyla kendi kimliklerini kaybettikleri gibi peşlerinden sürükledikleri fitne ile ümmetin de kimliğinin kaybolması hususunda kâfirlerin ekmeğine adeta yağ sürmekte olduklarının farkında değiller mi?

    • Böylesine fitnelerin birbirini kovaladığı bir ortamda yine bir kısım müslümanlar güvendikleri liderlerinin kendilerini bırakmasından, peşinde koştukları fikirlerin kitleleri tarafından terk edilmesinden dolayı, aynı zamanda ümmetin içerisinde var olan sahih kitleyi göremeyişinden dolayı ümitsizliğe kapılmış durumdadırlar. Bu durum müslümanları duyarsızlığa birbirlerine karşı güvensizliğe itmektedir.

    Oysa müslümanların başlarına gelenler yalnız bu asrın insanlarına değil; bütün asırlar boyu hakkı yaşayan ve yaşatmak isteyenlerin başına gelen haldir. Çünkü bu hak-batıl mücadelesinin fıtratında vardır.

    YanıtlaSil