6 Mayıs 2015 Çarşamba

AKIL VE HEVA

Kur’an’ı inceleme neticesinde, akıl ile heva arasında fark bulunduğu idrak edilmiş olur. Çok insan heva ve heves yerine akıl sözcüğünü kullanır. Ribayı (faizi) mübah kılanlara “Sizin deliliniz şerî değil aklîdir" denilir. Aslında onların delilleri ne şerî ne de aklîdir, yalnız heva ve hevestir. “Demokrasi İslâm’dandır’ diyenlerin delili, “Yahudilerle barış yapılır” diyenlerin delili, “İslâm ümmeti bir çok devletlere bölünebilir ve federasyon kurulabilir” diyenlerin delili, “İslâm ceza kanunları bu asırda uygulanmayabilir” diyenlerin delilleri ne şerî ne de aklîdir, sırf heva ve hevese dayalıdır.

Heva; insanın arzusu, isteği, zevki, sevgisi ve nefretidir. Kur’an-ı Kerim, hevaya uyanları kötüledi. Nisa Suresi’nde 135 ’de hevaya uymamayı, Sa‘d Suresi 26’da insanlar arasında hakla hükmetmeyi ve hevaya uymamayı, aksi takdirde Allah'ın yolundan sapılacağı, Necm Suresi 3’te Nebi (SAV)’in hevasından konuşmadığı, Naziat Suresi 40’ta kim Rabbısının makamından korkup ve nefsini hevadan nehyederse onun geleceği yerin cennet olduğu, A’raf Suresi 176 da Allah isteseydi onu ayetleriyle yükseltebileceği fakat o adamın yere yapıştığını, dünyaya bağlandığını ve heva ve hevesine uyduğunu, Kehf Suresi 28’de kalplerini Allah’ın zikrinden, Kitabından uzaklaştırıp Allah'ın gaflete düşürdüğü ve hevesine tabi olana itaat edilmemesi, uyulmaması, Ta Ha Suresi 16’da Kur'an’a inanmayıp hevesine uyup ta Kitaptan vazgeçirmemesiyle ilgili, Furkan Suresi 43de hevasını ilah edinenin vekil kılınmasını men etmesi, Kasas Suresi 43’de Allah'ın hidayetini bırakıp da hevasına uyan kimseden daha sapık kimsenin
olmadığı, Casiye Suresi 23’de hevasını ilâh edinip ilim üzerine Allah’ın dalâlete düşürdüğü kimse ile ilgili, Maide Suresi 77’de daha önce sapıp çok insanı da saptıran topluluğun hevalarına uyulmaması, En’am Suresi 56’da onların hevalarına uyulduğu zaman sapıldığı ve hidayetlilerden olunamadığı, Maide Suresi 48 ve 49’da aralarında Allah’ın indirdiği ile bükmediImesi ve hakkı bırakıp da hevalarına uyulmaması, Mü’minun Suresi 71’de halkın onların hevalarına tabi olması neticesinde göklerin ve yeryüzünün ve içinde bulunanların bozulduğu ile ilgili, Kasas Suresi 50’deRasule icabet etmedikleri takdirde onların hevalarına uyduktan, Rum Suresi 39’da zalimlerin ilimsiz (kesin delil olmadan) hevalarına uydukları, Muhammed Suresi 14’de Rab tarafından gelen delil üzerine bulunanlar ile kötü amel görüp hevalarına uyanların bir olmadıkları, Şura Suresi 15’de davetin yüklenilmek ve emredildiği gibi dosdoğru olunması ve onların hevalarına uyulmaması gibi mealinde bulunan ayetler ve buna benzerleri ve bunların toplamının 36 ayet olup bunların hepsi hevayı zikretmektedir. Ve neticede hevanın kötü olduğu, hakikata aykırı olduğu ve Allah’ın dinine aykırı olduğu gösterilmektedir.

Aklı hevaya uydurmadan kullanmak, hidayete ve doğruluğa götürür. Neticede aklı sapıklığa ve küfre kullanmaz.

Aklın tarifi ise; vakıa, madde veya izleri beyne duyu organları vasıtasıyla nakletmekle beraber önbilginin var olmasıyla meydana gelen zihinsel harekettir. Buna göre akıl şu dört unsurdan oluşmaktadır: 1-Beyin, 2-Vakıa, madde ve izleri, 3-Duyu organları, 4-Ön bilgi. Vakıa, olay, madde ve izleri duyu organları (ki bunlar görme, işitme, koklama, tatma ve dokunmadır) yoluyla beyine götürülür. Duyu organları sağlam olunca insan bu duyularında yanılmaz. Eğer insan bir ses duyarsa veya bir şey görürse veya bir koku koklarsa veya bir şeyi tadarsa veya bir şeye dokunursa yanılmış olmaz. Bundan dolayı duyu organları sinir sistemine bağlı olur ve aynı zamanda da sinir sistemi beyne bağlıdır. Böylelikle bunlar beyne ulaşır. Fakat beyin bunları algılayabilmek için ön bilgiye muhtaçtır. İnsanın gördüğü, işittiği v.s. hakkında eğer bilgisi yoksa onu anlayamaz. Meselâ; uzay mekiğine girerse onu
kullanamaz, önce önbilgi edinir ve ondan sonra düşünmeye başlar. Yine, Çince bir yazı görürse onu anlayamaz, neticede harfler hakkında bilgi edinecek ve sonra onu düşünüp okumaya başlar, v.s.

İnsanoğlu; insanı, kâinatı ve hayatı, hevasına uymadan düşünürse; bunların yaratılmış olduklarını idrak eder. Eğer hevasına uyarsa yani arzularına tabi olursa bunu idrak edemez. Hatta insan hevasına uyarsa tatlı olana acı bile der. Fakat hevasına uymazsa, aklıyla hakikati idrak eder. Bundan dolayı hevasına uyan kimse şartlı olur, insafsız olur ve inatçı olur.

Kur’an-ı Kerim; aklı ve akıllarını kullananları hep övdü.

 “Akletmezler mi?” (yani akıllarını kullanmazlar mı?) diye 13 defa, “Umulur ki akıl ederler (düşünürler) ” diye 8 defa, “Akıl edenler (düşünenler için) ” diye 8 defa, “Tefekkür edenler (düşünenler için ” diye 7 defa mealindeki ayetleri kullandı. Kâfirlere ve Allah’ın emirlerine uymayanlara çatarken, onları "akletmeyenler (düşünmeyenler)" diye niteledi. Bu ifadeyi 11 defa kullandı. Bir ayette “Kâfirlerin çoğunun işittiklerini ve düşündüklerini mi zannediyorsun” demektedir. Bir çok ayette de “Fıkıh etmezler mi” diye geçmektedir. Bunun manası ise, düşünmek, anlamaktır. Bir çok ayette de “Hatırlamazlar mı” diye geçmektedir ki bunun manası da düşünmezler mi demektir.

Bu şekilde aklını hevaya uydurmadan düşünürse doğruya varılır. Fakat akıl ne kadar güzel olursa olsun ve Kur’an’da ne kadar övülürse övülsün yanılabilir. Çünkü insan, kâmil değildir. Vakıa ile bilgiyi birbirine tam bağlayamayabilir veya bağlama gücü zayıf olabilir veya yeteri kadar bilgi edinmiş olmayabilir veya kâfi derecede düşünmemiş olabilir. Bu sebeple Allah Kur’an’ı ve Sünnet’i vahyetti. Allah (c.c); kendi dininin hidayet ve doğru ölçü olduğunu gösterdi. Akıl ise belli bir yere kadar düşünür sonra tıkanır. Bilgi eksikliği veya gücü kalmadığı veya kapasitesinin üstünde olduğu veya gelecekle ilgili olmasından dolayıdır. Bu nedenle Kur’an ’a ihtiyaç vardır ve onu açıklayan sünnete ihtiyaç vardır. Allah (c.c) yalnız bunların doğru olduklarını beyan etmiştir.

Bunun için müçtehit, pratik meseleler için şerî hükmü Kur’an ve Sünnet’ten çıkartmak uğrunda son
zihinsel çaba kullanırsa dahi hata edebileceğine dair sahih hadisler vardır. Fakat bunun da sevap olduğu gösterilmiştir. Fakat isabet eden kişinin ise iki kat sevabının var olduğu da belirtilmiştir.

Akıl böylece içtihat olayında kullanılır. Yine bir hükmü olaya indirmek için aklı kullanmak gerekir. Ki maddeyi, onun mahiyetini, konumlarını ve olayları anlamak için kullanılır. Bu ise İlmî ve teknolojik ilerlemeyi sağlar. Ayrıca doğru akideyi bulmak için de kullanılır. Vakıayı hissettiği için sahih akideye varır.

Bu nedenle akıl vahye uymalıdır ki hep doğruluğu bulsun. Ayrıca aklını kullanan insan, diğer akıllarını kullanan insanlarla şura yapmalıdır. Çünkü bulamadığını diğer akıllılar da bulabilir ve yanıldığı şeylerde diğer akıllılar da doğruyu bulabilir.

Her insanda heva var olduğu için, hevasını aklına uyduracaktır. Tersini yapmayacak, yani aklını hevasına uydurmayacak. Hevasına uyanlar insaflı olmadığı gibi hatta ahmak ve sinirli olduğu ve inatçı veya taassubçu olduğunu görürsünüz. Aklını cidden kullananlar sakin, insaflı, hikmetli olduğunu bilâkis inatçı, taassubçu olmadığını ve herkesle rahatça konuşabileceğini görürsünüz.

Buna rağmen, hevayı şeriata uydurmak gerekir ki insan sapmasın. Bu nedenle Rasulullah (SAV) şöyle buyurmuştur: “Birinizin hevası benim getirdiğime göre olmazsa mü’min olmaz.”

Bazı yerlerde heva, nefis yerine kullanıldı. Bir ayetin mealinde, nefsin kötülüğe davet ettiği geçmektedir. Bunun manası da; hevanın kötülüğe çağırdığıdır. Kâbil, kardeşi Habil’i öldürünce, Kur’an’da Kabil’in nefsi yani hevası kardeşini öldürmeyi kolay gösterdiği ve ona uyduğu belirtilmektedir.

Bu asırda çok alim lakabı veya profesör, doçent ve doktor ünvanı taşıyan kimse hevalarına uyarlar. Zannediyorlar ki hevalarına uymadan düşünüyorlar. Hayır, bilâkis çoğu hevalarına uyarak düşünmektedirler. Bu nedenle İslâm’ın kesin nasslarına bile aykırı fetvalar veriyorlar. Kâfirler, hevalarına uydukları için İslâm’ı kabul etmiyorlar. İnsanların çoğu hevalarına uydukları için demokrasiye dayalı partilere tabi oluyorlar. Bu nedenle insanları bu durumdan kurtarıp hevaya uymadan düşünmelerini sağlamak gerekir. □


3 yorum:

  1. Bu asırda çok alim lakabı veya profesör, doçent ve doktor ünvanı taşıyan kimse hevalarına uyarlar. Zannediyorlar ki hevalarına uymadan düşünüyorlar. Hayır, bilâkis çoğu hevalarına uyarak düşünmektedirler. Bu nedenle İslâm’ın kesin nasslarına bile aykırı fetvalar veriyorlar. Kâfirler, hevalarına uydukları için İslâm’ı kabul etmiyorlar. İnsanların çoğu hevalarına uydukları için demokrasiye dayalı partilere tabi oluyorlar. Bu nedenle insanları bu durumdan kurtarıp hevaya uymadan düşünmelerini sağlamak gerekir. □

    YanıtlaSil
  2. Kur’an’ı inceleme neticesinde, akıl ile heva arasında fark bulunduğu idrak edilmiş olur. Çok insan heva ve heves yerine akıl sözcüğünü kullanır. Ribayı (faizi) mübah kılanlara “Sizin deliliniz şerî değil aklîdir" denilir. Aslında onların delilleri ne şerî ne de aklîdir, yalnız heva ve hevestir. “Demokrasi İslâm’dandır’ diyenlerin delili, “Yahudilerle barış yapılır” diyenlerin delili, “İslâm ümmeti bir çok devletlere bölünebilir ve federasyon kurulabilir” diyenlerin delili, “İslâm ceza kanunları bu asırda uygulanmayabilir” diyenlerin delilleri ne şerî ne de aklîdir, sırf heva ve hevese dayalıdır.

    Heva; insanın arzusu, isteği, zevki, sevgisi ve nefretidir. Kur’an-ı Kerim, hevaya uyanları kötüledi. Nisa Suresi’nde 135 ’de hevaya uymamayı, Sa‘d Suresi 26’da insanlar arasında hakla hükmetmeyi ve hevaya uymamayı, aksi takdirde Allah'ın yolundan sapılacağı, Necm Suresi 3’te Nebi (SAV)’in hevasından konuşmadığı, Naziat Suresi 40’ta kim Rabbısının makamından korkup ve nefsini hevadan nehyederse onun geleceği yerin cennet olduğu, A’raf Suresi 176 da Allah isteseydi onu ayetleriyle yükseltebileceği fakat o adamın yere yapıştığını, dünyaya bağlandığını ve heva ve hevesine uyduğunu, Kehf Suresi 28’de kalplerini Allah’ın zikrinden, Kitabından uzaklaştırıp Allah'ın gaflete düşürdüğü ve hevesine tabi olana itaat edilmemesi, uyulmaması, Ta Ha Suresi 16’da Kur'an’a inanmayıp hevesine uyup ta Kitaptan vazgeçirmemesiyle ilgili, Furkan Suresi 43de hevasını ilah edinenin vekil kılınmasını men etmesi, Kasas Suresi 43’de Allah'ın hidayetini bırakıp da hevasına uyan kimseden daha sapık kimsenin
    olmadığı, Casiye Suresi 23’de hevasını ilâh edinip ilim üzerine Allah’ın dalâlete düşürdüğü kimse ile ilgili, Maide Suresi 77’de daha önce sapıp çok insanı da saptıran topluluğun hevalarına uyulmaması, En’am Suresi 56’da onların hevalarına uyulduğu zaman sapıldığı ve hidayetlilerden olunamadığı, Maide Suresi 48 ve 49’da aralarında Allah’ın indirdiği ile bükmediImesi ve hakkı bırakıp da hevalarına uyulmaması, Mü’minun Suresi 71’de halkın onların hevalarına tabi olması neticesinde göklerin ve yeryüzünün ve içinde bulunanların bozulduğu ile ilgili, Kasas Suresi 50’deRasule icabet etmedikleri takdirde onların hevalarına uyduktan, Rum Suresi 39’da zalimlerin ilimsiz (kesin delil olmadan) hevalarına uydukları, Muhammed Suresi 14’de Rab tarafından gelen delil üzerine bulunanlar ile kötü amel görüp hevalarına uyanların bir olmadıkları, Şura Suresi 15’de davetin yüklenilmek ve emredildiği gibi dosdoğru olunması ve onların hevalarına uyulmaması gibi mealinde bulunan ayetler ve buna benzerleri ve bunların toplamının 36 ayet olup bunların hepsi hevayı zikretmektedir. Ve neticede hevanın kötü olduğu, hakikata aykırı olduğu ve Allah’ın dinine aykırı olduğu gösterilmektedir.

    YanıtlaSil
  3. Aklın tarifi ise; vakıa, madde veya izleri beyne duyu organları vasıtasıyla nakletmekle beraber önbilginin var olmasıyla meydana gelen zihinsel harekettir. Buna göre akıl şu dört unsurdan oluşmaktadır: 1-Beyin, 2-Vakıa, madde ve izleri, 3-Duyu organları, 4-Ön bilgi. Vakıa, olay, madde ve izleri duyu organları (ki bunlar görme, işitme, koklama, tatma ve dokunmadır) yoluyla beyine götürülür. Duyu organları sağlam olunca insan bu duyularında yanılmaz. Eğer insan bir ses duyarsa veya bir şey görürse veya bir koku koklarsa veya bir şeyi tadarsa veya bir şeye dokunursa yanılmış olmaz. Bundan dolayı duyu organları sinir sistemine bağlı olur ve aynı zamanda da sinir sistemi beyne bağlıdır. Böylelikle bunlar beyne ulaşır. Fakat beyin bunları algılayabilmek için ön bilgiye muhtaçtır. İnsanın gördüğü, işittiği v.s. hakkında eğer bilgisi yoksa onu anlayamaz. Meselâ; uzay mekiğine girerse onu
    kullanamaz, önce önbilgi edinir ve ondan sonra düşünmeye başlar. Yine, Çince bir yazı görürse onu anlayamaz, neticede harfler hakkında bilgi edinecek ve sonra onu düşünüp okumaya başlar, v.s.
    http://namenstr8.blogspot.nl/search?q=Ak%C4%B1l
    http://huseyinsas.blogspot.nl/2015/11/mefhumlar-zihinde-vakas-idrak_12.html?spref=fb
    http://blog.milliyet.com.tr/duyular--hisler-ve-duygular/Blog/?BlogNo=28211

    YanıtlaSil