29 Ağustos 2016 Pazartesi

ARŞİVLEDİKLERİM.7


SÜNNET; KUR’AN GİBİ TEFEKKÜR, SİYASET VE TEŞRİ İÇİN KAYNAKTIR
SÜNNET; KUR’AN GİBİ TEFEKKÜR, SİYASET VE TEŞRİ İÇİN KAYNAKTIR http://islamdevleti.info/kitaplar/Sunnet/index.htm ******1921'de ölen, Avusturyalı Yahudi Müsteşrik (oryantalist) Agnas Goldziher "İslâmi Araştırmalar" kitabında şunu yazdı: "Kültür tarihi açısından Muhammed'i kendi halkı nazarında bir Peygamber olarak yapan öğretilerinde icad ediciliğin ve dâhilîliğin var olması bizi ilgilendirmez. Bizi ilgilendiren husus; Muhammed'in kendi öğretilerinin tümünü Yahudilikten ve Hıristiyanlıktan almasıdır." Müsteşrik Maksim Rodenson şöyle yazdı: "Bir grup insanların Rasûl'deki durumu vahy olarak saymaları idraksizlikten ileri gelir." Volteir’ de Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'e çattı. Ayrıca birçok müsteşrik, Hz. Muhammed'in peygamber olmadığını, kendisine gelenin vahy olmadığını ve kendisine vahyedilmediğini göstermeye çalışıp Ona karşı saldırıya geçtiler. Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’in Peygamberliği veya ondan gelenlerin (Sünnetin) vahy olup-olmaması hakkında şüphe ve kuşku meydana getirmek için çok uğraştılar. Müsteşrikler, Sünnet konusu ile uğraşırken yaptıkları işi ilmi araştırma olarak niteleyip meseleye objektif bir şekilde baktıklarını iddia ediyorlardı. Halbuki, yaklaşımları ilmi araştırmalardan ve objektiflikten çok çok uzaktı. Onları bu işi iten asıl neden İslâm'a karşı besledikleri kin ve nefretten başka bir şey değildi. Çünkü, onların hedeflerinde İslâm'ı tamamen yok etmek vardı. Bu nedenle, İslâm'ın temel mihengi olan Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’e taarruz ediyorlardı. İddia ettikleri ilmi araştırma ve objektiflik, İslam konu olunca tamamen ortadan kalkmaktadır. Kendisine Muhammed Esed adı veren Leopolde Weiss, "Yolların Ayrılış Noktasında İslâm" adlı kitabında şöyle diyor: "Müsteşriklerin İslam aleyhine haksızca yazmaları ırsi bir içgüdü olduğu gibi haçlı seferlerinin meydana getirdiği etkiler üzerine kurulu doğal bir özelliktir." Aynı kitapta müsteşriklerin birer misyoner oldukları belirtiliyor ve şöyle deniliyor: "Gerçek olan, çağdaş asırlardaki müsteşrikler Hıristiyanlık için birer misyonerlerdir." Ve şöyle devam ediyor: "İslâm Dünyası, kendisinden Avrupa'nın istifade ettiği kadar ondan (Avrupa'dan) istifade etmedi. Fakat, Avrupa bu iyiliği tanımadığı gibi nankörlük yaptı. Şöyle ki; İslâm'a karşı besledikleri kin ve nefreti azaltmadılar, tersini yaptılar. Kinlerini, nefretlerini ve buğzlarını artırdılar. Ve bu, bir huy oldu. Avrupa'da Müslüman kelimesinden söz edilince kin ve nefret Avrupa halklarının duygularına hakim olur." Müsteşrikler, Hıristiyan misyoner olmakla birlikte, aynı anda sömürgeci Batı'nın resmi misyonerleri olup birer askerleri konumundadırlar. Birbirlerine karşı şiddetli düşman olan Hıristiyanları, İslâm'a ve Müslümanlara karşı ittifak ettikleri kadar başka hiç bir şeyde ittifak ettiklerini göremezsiniz. Halbuki; onlar, kendi inançlarıyla ilgili birçok hususta birbirlerine karşı köklü düşmandırlar. Birbirlerine karşı sürekli buğzettikleri bir gerçektir. 27.01.1990 tarihinde Rumlar'ın hakimiyeti altında bulunan Lefkoşe'de (Kıbrıs’ta), Orta Doğudaki bütün kiliselerin temsilcilerinin katıldığı on yedi günlük toplantıları bir toplantı düzenlendi. Bu toplantıdan çıkan ortak bildiride; İslâm Dünyası'nda –burada yaşayan insanların çoğunun Müslüman olmasına rağmen burada- misyonerlik için işbirliği yapma noktasında anlaştıklarını deklare ettiler. Bunun büyük bir başarı olduğunu şöyle bildirdiler: "On beş y.y.’dan beri bu toplantıya benzer bir toplantı yapılmadı. Diğer kiliseleri tanımayan Katolik Kilisesi Rum Ortodoks kilisesi ile buluştu." Bu olay, gerçekte (Kapitalist) sömürgeci olan Hıristiyan Dünyası'nın İslâm'a ve Müslümanlara karşı ne kadar kin ve buğz besleyip düşman olduklarını göstermeye yeter. Yine bütün bunlar gösteriyor ki, onlar İslâm'a ve Müslümanlara karşı savaşlarını sürdürmekte ısrarlıdırlar. Sömürgeci Batı, İslâm’la savaşında sadece kendi çocuklarıyla yetinmedi. Söylediklerini papağan gibi tekrarlayacak ve Batı iddialarını İslam beldelerinde yayacak kişilere elini uzattı. Bu noktada yolunu şaşırmış Müslümanların evlatlarından bazılarını kendi tarafına çekmeye çalıştı ve başarılı da oldu. Bunların bir kısmını İslam beldelerinde kurdukları karton devletçiklerin başına dikti. Libya’da Albay Kaddafi gibi. Kaddafi, yıllardır Sünnete karşı düzenli kampanya yaparak saldırıyor. Kendisine karşı çıkanları şiddetli bir şekilde cezalandırıyor. Hala Libya hapsanelerinde Hilâfet Devleti kurmak için çalışan İslâmi bir Hizb'e/kitleye mensup kişiler bulunmaktadır. Yine bu Hizb’in mensubu olan on üç kişi, Sünneti inkâr eden Kaddafi’ye onu ikna etmek için gönderildi. Bu heyet, Sünnetin doğru bir kaynak olduğunu ispatladığı gibi tefekkür, siyaset ve teşri/yasama için bir kaynak olduğunu ispatladı. Neticede Kaddfi onlardan on üçünü idam ettirdi. Peki; Sünnetle savaşmanın, onun hakkında şüphe ve kuşkunun meydana getirebilmesinin sebebi ve sırrı nedir? Allah’ın Râsul'ü Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'in vahy alması ve kendisine vahy edilmesi hususunda şüpheleri ortaya atmanın sebebi nedir? Günümüzde de müşahade ettiğimiz gibi bu denli, aşırı derecede saldırılar ve kampanyalar niçin? Bazıları; Sünneti neden bir içtihad olarak göstermeye çalışıyor? Kur'an'ı ortadan kaldırmak için sünneti inkar ettiği bilindiği halde Kaddafi'nin Kur'an'ı korumak için Sünneti reddettiğine dair bahaneleri niçin? Günümüzde buna benzer birçok sorular ve çalışmalarla karşı karşıya bulunmaktayız. Konumuzun akışında bu saldırıların nedenini ve Sünnetin İslam’daki konumunu irdelemeye çalışacağız. Bu çalışmamızda Allahu Teala bizleri yanlışlardan korusun, doğruyu ve hakikati göstermekte başarılı kılsın. Esad Mansur ****************************************** SÜNNET - VAHY İLİŞKİSİ VE PEYGAMBERLİĞİN VAKIASI http://islamdevleti.info/kitaplar/Sunnet_Vahy_iliskisi/index.htm ******************************************************* ************************************************ Bütün hamd ve şükür Allah’a (cc) mahsustur. Sâlât ve selam insanlığın efendisi Muhammed’e (sav), onun âli ve ashabına olsun. Sünnetin vahiy ve teşrî kaynağı olduğu hakkında İslam alimleri arasında bir ihtilaf olmamıştır. Ne yazık ki bazı kimseler, yukarıdaki sözümüze karşılık farklı görüşler öne sürerken yanıldıklarını ve İmam Şafii’nin sözünde hataya düştüklerini belirtmeliyiz. “Müslümanlar arasında geçmiş herhangi bir zamanda, sünnetin hüccet ve hüccetinin bedahetinde hiç bir ihtilaf olmamıştır. İmam Şafii’nin Cimaul İlim veya başka yerlerde naklettiği hususunda yanılgıya düşenler aslında İmam Şafii’nin sözünü gerekli şekilde anlayamamışlardır. Sünnetin, sünnet olması açısından hüciyyetiyle, bu sünnetin nakil yolu olan hüciyyetindeki farkı idrak edememişlerdir. Sünnetin, sünnet olması açısından olan hüciyyetinde, Müslümanlar herhangi bir zaman diliminde ihtilaf etmiş ve herhangi bir fırka tartışma yapmış değildir. Fakat sünnetin, bir ümmetten diğerine nakil vasıtası olan rivayetlere gelince bazı kısımlarında bazı Mutezile ve yine bir kısmında Havariç ve onun hucciyetinde bazı Şia ihtilaf etmiştir.” (Hücciyetüs Sünne, Abdulgani Abdulhalık s. 15) Sünnet gayet güzel muhafaza edilmiştir. Tarih, hiç bir dönemi Resulün (sav) dönemi kadar aydınlık ve dupduru anlatmamıştır. Accac’ın es-Sünnetu Kabled Tedvin vb. eserler, bu husus için güzel örneklerdir. Savaş meydanlarında Müslüman kılıcını düşüreyemeyeceğini anlayan küffar, kesin zafer için Müslümanların bu inancını gönüllerinden alınması gereğini hissetmiş, fakat bunda başarılı olamayacağını anlamıştı. Ama şeytanca kararını çok geçmeden de bulmuştu. Mademki Müslümanların gönüllerinden İslam’ı alamıyordu, o halde, o gönüllerde yatan İslam’ın vakıasını ve anlamını değiştirecek böylece batılın savunucusu bir nesil ortaya çıkacak ve hem düşüncede hem de hayatta sefil bir toplum olacaktı. Bundan sonrada hakim-mahkum yer değiştirecek ve Müslümanların yönetimi, küfrün iki dudağı arasından çıkan sözlerle olacaktı. İşte bu başarının yapılabilmesi için, Kur’an’ı tahrif etmek gerekliydi. Kur’an’ın da ortadan kalkması mümkün değildi. Fakat mânasını tahrif etmek mümkündü. Bunun gerçekleşmesi için sünnetin ortadan kalkması gerekiyordu. Zira sünnet, Kur’an’ın mânasını açıklıyor, onun mânalarının çok dışarılara çıkarılmasını engelliyordu. Eğer sünnet ortadan kaldırabilirlerse Kur’an’ın mânaları lastik gibi her yöne çekilebilecek ve böylece bir filozofun “bazı insanlar, bazı kavramlara o kadar çok mânalar yüklerler ki o kavram her şeyi ifade eder hale gelir. Oysa artık o kavram hiç bir şeyi ifade etmez hale gelmiştir. Çünkü her şeyi ifade eden bir kavram aynı zamanda hiç bir şeyi ifade etmez.” dediği gibi Kur’an’da bundan sonra ittifak kitabı değil, tefrikalar kitabı olacaktı. Bu hedefin bir an önce gerçekleşmesi için batı, müsteşrikleri yetiştirmeye başladı. Bunlar bir Müslüman’dan daha çok İslam’ı tanır vazıyette idiler. Mustafa Sibai Avrupa’daki bir anısını şöyle anlatıyor: “İngiltere’nin Manchester kentinde Prof. Robson’la görüştük. Bu sıralarda Ebu Davud’un Süneni’ni bir el yazmasıyla karşılaştırıyordu.” (İslam Hukukunda Sünnet, Mustafa Sibai s.23) Bu gün bir Müslüman dinini öğrenmek için Arapçasından Ebu Davud’u incelemezken küffar, o dini bozmak için daha derin inceleme zahmetine katlanıyor. Goldziher İslam’ı bulandırmak için altı ayda Arapça öğreniyor ve yine müsteşrikler, gönüllerdeki İslam’ı bozmak için büyük bir çaba ile concordance’yi hazırlamışlardır. Bu büyük hadis sözlüğü, Müslümanların dinini öğrenmek için nadir araştırmalarında dayanakları olmuş ve bir yazarın dediği gibi; “Ne zaman bu kitaba baksak utanıyoruz.” Bir çok İslam düşünürünün kitaplarını da onlar tahric ediyorlar. Küfrün İslam dinini bozmak ve bâtılı hakim kılmak için verdiği çabayı biz Müslümanlar onu öğrenmek, yaşamak ve yaşatmak için göstermiyoruz. İslam’ın insanlığa geldiği günden beri hiç bir dönemde Müslümanlar bu kadar zelil ve hakir olmamışlardır. Nihayet müsteşriklerin iddiaları Müslüman yazarların da ağızlarından duyulur oldu. Resulün (sav) sünnetinde şüpheler Müslümanların kafalarına girdi. Kur’an ve sünnetten besleneceği yerde müsteşriklerin rahlelerine oturup onların kitaplarını tedris ediyor ve bu zehirleri, İslam adına insanlara dağıtıyorlar. Radyo, dergi, televizyon, gazete ve kitaplara da akseden bu cürüm maalesef Müslüman evlatlarının ülkelerinde bir çok taraftar bulmuş durumdadır.BağlantıSÜNNET; KUR’AN GİBİ TEFEKKÜR, SİYASET VE TEŞRİ İÇİN KAYNAKTIR
SÜNNET - VAHY İLİŞKİSİ VE PEYGAMBERLİĞİN VAKIASI - Bahaddin Yüksel
SÜNNET - VAHY İLİŞKİSİ VE PEYGAMBERLİĞİN VAKIASI http://islamdevleti.info/kitaplar/Sunnet_Vahy_iliskisi/index.htm ******************************************************* SÜNNET; KUR’AN GİBİ TEFEKKÜR, SİYASET VE TEŞRİ İÇİN KAYNAKTIR http://islamdevleti.info/kitaplar/Sunnet/index.htm ******1921'de ölen, Avusturyalı Yahudi Müsteşrik (oryantalist) Agnas Goldziher "İslâmi Araştırmalar" kitabında şunu yazdı: "Kültür tarihi açısından Muhammed'i kendi halkı nazarında bir Peygamber olarak yapan öğretilerinde icad ediciliğin ve dâhilîliğin var olması bizi ilgilendirmez. Bizi ilgilendiren husus; Muhammed'in kendi öğretilerinin tümünü Yahudilikten ve Hıristiyanlıktan almasıdır." Müsteşrik Maksim Rodenson şöyle yazdı: "Bir grup insanların Rasûl'deki durumu vahy olarak saymaları idraksizlikten ileri gelir." Volteir’ de Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'e çattı. Ayrıca birçok müsteşrik, Hz. Muhammed'in peygamber olmadığını, kendisine gelenin vahy olmadığını ve kendisine vahyedilmediğini göstermeye çalışıp Ona karşı saldırıya geçtiler. Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’in Peygamberliği veya ondan gelenlerin (Sünnetin) vahy olup-olmaması hakkında şüphe ve kuşku meydana getirmek için çok uğraştılar. Müsteşrikler, Sünnet konusu ile uğraşırken yaptıkları işi ilmi araştırma olarak niteleyip meseleye objektif bir şekilde baktıklarını iddia ediyorlardı. Halbuki, yaklaşımları ilmi araştırmalardan ve objektiflikten çok çok uzaktı. Onları bu işi iten asıl neden İslâm'a karşı besledikleri kin ve nefretten başka bir şey değildi. Çünkü, onların hedeflerinde İslâm'ı tamamen yok etmek vardı. Bu nedenle, İslâm'ın temel mihengi olan Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’e taarruz ediyorlardı. İddia ettikleri ilmi araştırma ve objektiflik, İslam konu olunca tamamen ortadan kalkmaktadır. Kendisine Muhammed Esed adı veren Leopolde Weiss, "Yolların Ayrılış Noktasında İslâm" adlı kitabında şöyle diyor: "Müsteşriklerin İslam aleyhine haksızca yazmaları ırsi bir içgüdü olduğu gibi haçlı seferlerinin meydana getirdiği etkiler üzerine kurulu doğal bir özelliktir." Aynı kitapta müsteşriklerin birer misyoner oldukları belirtiliyor ve şöyle deniliyor: "Gerçek olan, çağdaş asırlardaki müsteşrikler Hıristiyanlık için birer misyonerlerdir." Ve şöyle devam ediyor: "İslâm Dünyası, kendisinden Avrupa'nın istifade ettiği kadar ondan (Avrupa'dan) istifade etmedi. Fakat, Avrupa bu iyiliği tanımadığı gibi nankörlük yaptı. Şöyle ki; İslâm'a karşı besledikleri kin ve nefreti azaltmadılar, tersini yaptılar. Kinlerini, nefretlerini ve buğzlarını artırdılar. Ve bu, bir huy oldu. Avrupa'da Müslüman kelimesinden söz edilince kin ve nefret Avrupa halklarının duygularına hakim olur." Müsteşrikler, Hıristiyan misyoner olmakla birlikte, aynı anda sömürgeci Batı'nın resmi misyonerleri olup birer askerleri konumundadırlar. Birbirlerine karşı şiddetli düşman olan Hıristiyanları, İslâm'a ve Müslümanlara karşı ittifak ettikleri kadar başka hiç bir şeyde ittifak ettiklerini göremezsiniz. Halbuki; onlar, kendi inançlarıyla ilgili birçok hususta birbirlerine karşı köklü düşmandırlar. Birbirlerine karşı sürekli buğzettikleri bir gerçektir. 27.01.1990 tarihinde Rumlar'ın hakimiyeti altında bulunan Lefkoşe'de (Kıbrıs’ta), Orta Doğudaki bütün kiliselerin temsilcilerinin katıldığı on yedi günlük toplantıları bir toplantı düzenlendi. Bu toplantıdan çıkan ortak bildiride; İslâm Dünyası'nda –burada yaşayan insanların çoğunun Müslüman olmasına rağmen burada- misyonerlik için işbirliği yapma noktasında anlaştıklarını deklare ettiler. Bunun büyük bir başarı olduğunu şöyle bildirdiler: "On beş y.y.’dan beri bu toplantıya benzer bir toplantı yapılmadı. Diğer kiliseleri tanımayan Katolik Kilisesi Rum Ortodoks kilisesi ile buluştu." Bu olay, gerçekte (Kapitalist) sömürgeci olan Hıristiyan Dünyası'nın İslâm'a ve Müslümanlara karşı ne kadar kin ve buğz besleyip düşman olduklarını göstermeye yeter. Yine bütün bunlar gösteriyor ki, onlar İslâm'a ve Müslümanlara karşı savaşlarını sürdürmekte ısrarlıdırlar. Sömürgeci Batı, İslâm’la savaşında sadece kendi çocuklarıyla yetinmedi. Söylediklerini papağan gibi tekrarlayacak ve Batı iddialarını İslam beldelerinde yayacak kişilere elini uzattı. Bu noktada yolunu şaşırmış Müslümanların evlatlarından bazılarını kendi tarafına çekmeye çalıştı ve başarılı da oldu. Bunların bir kısmını İslam beldelerinde kurdukları karton devletçiklerin başına dikti. Libya’da Albay Kaddafi gibi. Kaddafi, yıllardır Sünnete karşı düzenli kampanya yaparak saldırıyor. Kendisine karşı çıkanları şiddetli bir şekilde cezalandırıyor. Hala Libya hapsanelerinde Hilâfet Devleti kurmak için çalışan İslâmi bir Hizb'e/kitleye mensup kişiler bulunmaktadır. Yine bu Hizb’in mensubu olan on üç kişi, Sünneti inkâr eden Kaddafi’ye onu ikna etmek için gönderildi. Bu heyet, Sünnetin doğru bir kaynak olduğunu ispatladığı gibi tefekkür, siyaset ve teşri/yasama için bir kaynak olduğunu ispatladı. Neticede Kaddfi onlardan on üçünü idam ettirdi. Peki; Sünnetle savaşmanın, onun hakkında şüphe ve kuşkunun meydana getirebilmesinin sebebi ve sırrı nedir? Allah’ın Râsul'ü Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'in vahy alması ve kendisine vahy edilmesi hususunda şüpheleri ortaya atmanın sebebi nedir? Günümüzde de müşahade ettiğimiz gibi bu denli, aşırı derecede saldırılar ve kampanyalar niçin? Bazıları; Sünneti neden bir içtihad olarak göstermeye çalışıyor? Kur'an'ı ortadan kaldırmak için sünneti inkar ettiği bilindiği halde Kaddafi'nin Kur'an'ı korumak için Sünneti reddettiğine dair bahaneleri niçin? Günümüzde buna benzer birçok sorular ve çalışmalarla karşı karşıya bulunmaktayız. Konumuzun akışında bu saldırıların nedenini ve Sünnetin İslam’daki konumunu irdelemeye çalışacağız. Bu çalışmamızda Allahu Teala bizleri yanlışlardan korusun, doğruyu ve hakikati göstermekte başarılı kılsın. Esad Mansur ****************************************** ************************************************ Bütün hamd ve şükür Allah’a (cc) mahsustur. Sâlât ve selam insanlığın efendisi Muhammed’e (sav), onun âli ve ashabına olsun. Sünnetin vahiy ve teşrî kaynağı olduğu hakkında İslam alimleri arasında bir ihtilaf olmamıştır. Ne yazık ki bazı kimseler, yukarıdaki sözümüze karşılık farklı görüşler öne sürerken yanıldıklarını ve İmam Şafii’nin sözünde hataya düştüklerini belirtmeliyiz. “Müslümanlar arasında geçmiş herhangi bir zamanda, sünnetin hüccet ve hüccetinin bedahetinde hiç bir ihtilaf olmamıştır. İmam Şafii’nin Cimaul İlim veya başka yerlerde naklettiği hususunda yanılgıya düşenler aslında İmam Şafii’nin sözünü gerekli şekilde anlayamamışlardır. Sünnetin, sünnet olması açısından hüciyyetiyle, bu sünnetin nakil yolu olan hüciyyetindeki farkı idrak edememişlerdir. Sünnetin, sünnet olması açısından olan hüciyyetinde, Müslümanlar herhangi bir zaman diliminde ihtilaf etmiş ve herhangi bir fırka tartışma yapmış değildir. Fakat sünnetin, bir ümmetten diğerine nakil vasıtası olan rivayetlere gelince bazı kısımlarında bazı Mutezile ve yine bir kısmında Havariç ve onun hucciyetinde bazı Şia ihtilaf etmiştir.” (Hücciyetüs Sünne, Abdulgani Abdulhalık s. 15) Sünnet gayet güzel muhafaza edilmiştir. Tarih, hiç bir dönemi Resulün (sav) dönemi kadar aydınlık ve dupduru anlatmamıştır. Accac’ın es-Sünnetu Kabled Tedvin vb. eserler, bu husus için güzel örneklerdir. Savaş meydanlarında Müslüman kılıcını düşüreyemeyeceğini anlayan küffar, kesin zafer için Müslümanların bu inancını gönüllerinden alınması gereğini hissetmiş, fakat bunda başarılı olamayacağını anlamıştı. Ama şeytanca kararını çok geçmeden de bulmuştu. Mademki Müslümanların gönüllerinden İslam’ı alamıyordu, o halde, o gönüllerde yatan İslam’ın vakıasını ve anlamını değiştirecek böylece batılın savunucusu bir nesil ortaya çıkacak ve hem düşüncede hem de hayatta sefil bir toplum olacaktı. Bundan sonrada hakim-mahkum yer değiştirecek ve Müslümanların yönetimi, küfrün iki dudağı arasından çıkan sözlerle olacaktı. İşte bu başarının yapılabilmesi için, Kur’an’ı tahrif etmek gerekliydi. Kur’an’ın da ortadan kalkması mümkün değildi. Fakat mânasını tahrif etmek mümkündü. Bunun gerçekleşmesi için sünnetin ortadan kalkması gerekiyordu. Zira sünnet, Kur’an’ın mânasını açıklıyor, onun mânalarının çok dışarılara çıkarılmasını engelliyordu. Eğer sünnet ortadan kaldırabilirlerse Kur’an’ın mânaları lastik gibi her yöne çekilebilecek ve böylece bir filozofun “bazı insanlar, bazı kavramlara o kadar çok mânalar yüklerler ki o kavram her şeyi ifade eder hale gelir. Oysa artık o kavram hiç bir şeyi ifade etmez hale gelmiştir. Çünkü her şeyi ifade eden bir kavram aynı zamanda hiç bir şeyi ifade etmez.” dediği gibi Kur’an’da bundan sonra ittifak kitabı değil, tefrikalar kitabı olacaktı. Bu hedefin bir an önce gerçekleşmesi için batı, müsteşrikleri yetiştirmeye başladı. Bunlar bir Müslüman’dan daha çok İslam’ı tanır vazıyette idiler. Mustafa Sibai Avrupa’daki bir anısını şöyle anlatıyor: “İngiltere’nin Manchester kentinde Prof. Robson’la görüştük. Bu sıralarda Ebu Davud’un Süneni’ni bir el yazmasıyla karşılaştırıyordu.” (İslam Hukukunda Sünnet, Mustafa Sibai s.23) Bu gün bir Müslüman dinini öğrenmek için Arapçasından Ebu Davud’u incelemezken küffar, o dini bozmak için daha derin inceleme zahmetine katlanıyor. Goldziher İslam’ı bulandırmak için altı ayda Arapça öğreniyor ve yine müsteşrikler, gönüllerdeki İslam’ı bozmak için büyük bir çaba ile concordance’yi hazırlamışlardır. Bu büyük hadis sözlüğü, Müslümanların dinini öğrenmek için nadir araştırmalarında dayanakları olmuş ve bir yazarın dediği gibi; “Ne zaman bu kitaba baksak utanıyoruz.” Bir çok İslam düşünürünün kitaplarını da onlar tahric ediyorlar. Küfrün İslam dinini bozmak ve bâtılı hakim kılmak için verdiği çabayı biz Müslümanlar onu öğrenmek, yaşamak ve yaşatmak için göstermiyoruz. İslam’ın insanlığa geldiği günden beri hiç bir dönemde Müslümanlar bu kadar zelil ve hakir olmamışlardır. Nihayet müsteşriklerin iddiaları Müslüman yazarların da ağızlarından duyulur oldu. Resulün (sav) sünnetinde şüpheler Müslümanların kafalarına girdi. Kur’an ve sünnetten besleneceği yerde müsteşriklerin rahlelerine oturup onların kitaplarını tedris ediyor ve bu zehirleri, İslam adına insanlara dağıtıyorlar. Radyo, dergi, televizyon, gazete ve kitaplara da akseden bu cürüm maalesef Müslüman evlatlarının ülkelerinde bir çok taraftar bulmuş durumdadır.BağlantıSÜNNET - VAHY İLİŞKİSİ VE PEYGAMBERLİĞİN VAKIASI
UYDURMA/MEVZU HADİSLERİ TANIMA YOLLARI
SÜNNET – VAHY İLİŞKİSİ VE PEYGAMBERLİĞİN VAKIASI http://islamdevleti.info/kitaplar/Sunnet_Vahy_iliskisi/index.htm ******************************************************* SÜNNET; KUR’AN GİBİ TEFEKKÜR, SİYASET VE TEŞRİ İÇİN KAYNAKTIR http://islamdevleti.info/kitaplar/Sunnet/index.htm ******1921’de ölen, Avusturyalı Yahudi Müsteşrik (oryantalist) Agnas Goldziher “İslâmi Araştırmalar” kitabında şunu yazdı: “Kültür tarihi açısından Muhammed’i kendi halkı nazarında bir Peygamber olarak yapan öğretilerinde icad ediciliğin ve dâhilîliğin var olması bizi ilgilendirmez. Bizi ilgilendiren husus; Muhammed’in kendi öğretilerinin tümünü Yahudilikten ve Hıristiyanlıktan almasıdır.” Müsteşrik Maksim Rodenson şöyle yazdı: “Bir grup insanların Rasûl’deki durumu vahy olarak saymaları idraksizlikten ileri gelir.” Volteir’ de Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’e çattı. Ayrıca birçok müsteşrik, Hz. Muhammed’in peygamber olmadığını, kendisine gelenin vahy olmadığını ve kendisine vahyedilmediğini göstermeye çalışıp Ona karşı saldırıya geçtiler. Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’in Peygamberliği veya ondan gelenlerin (Sünnetin) vahy olup-olmaması hakkında şüphe ve kuşku meydana getirmek için çok uğraştılar. Müsteşrikler, Sünnet konusu ile uğraşırken yaptıkları işi ilmi araştırma olarak niteleyip meseleye objektif bir şekilde baktıklarını iddia ediyorlardı. Halbuki, yaklaşımları ilmi araştırmalardan ve objektiflikten çok çok uzaktı. Onları bu işi iten asıl neden İslâm’a karşı besledikleri kin ve nefretten başka bir şey değildi. Çünkü, onların hedeflerinde İslâm’ı tamamen yok etmek vardı. Bu nedenle, İslâm’ın temel mihengi olan Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’e taarruz ediyorlardı. İddia ettikleri ilmi araştırma ve objektiflik, İslam konu olunca tamamen ortadan kalkmaktadır. Kendisine Muhammed Esed adı veren Leopolde Weiss, “Yolların Ayrılış Noktasında İslâm” adlı kitabında şöyle diyor: “Müsteşriklerin İslam aleyhine haksızca yazmaları ırsi bir içgüdü olduğu gibi haçlı seferlerinin meydana getirdiği etkiler üzerine kurulu doğal bir özelliktir.” Aynı kitapta müsteşriklerin birer misyoner oldukları belirtiliyor ve şöyle deniliyor: “Gerçek olan, çağdaş asırlardaki müsteşrikler Hıristiyanlık için birer misyonerlerdir.” Ve şöyle devam ediyor: “İslâm Dünyası, kendisinden Avrupa’nın istifade ettiği kadar ondan (Avrupa’dan) istifade etmedi. Fakat, Avrupa bu iyiliği tanımadığı gibi nankörlük yaptı. Şöyle ki; İslâm’a karşı besledikleri kin ve nefreti azaltmadılar, tersini yaptılar. Kinlerini, nefretlerini ve buğzlarını artırdılar. Ve bu, bir huy oldu. Avrupa’da Müslüman kelimesinden söz edilince kin ve nefret Avrupa halklarının duygularına hakim olur.” Müsteşrikler, Hıristiyan misyoner olmakla birlikte, aynı anda sömürgeci Batı’nın resmi misyonerleri olup birer askerleri konumundadırlar. Birbirlerine karşı şiddetli düşman olan Hıristiyanları, İslâm’a ve Müslümanlara karşı ittifak ettikleri kadar başka hiç bir şeyde ittifak ettiklerini göremezsiniz. Halbuki; onlar, kendi inançlarıyla ilgili birçok hususta birbirlerine karşı köklü düşmandırlar. Birbirlerine karşı sürekli buğzettikleri bir gerçektir. 27.01.1990 tarihinde Rumlar’ın hakimiyeti altında bulunan Lefkoşe’de (Kıbrıs’ta), Orta Doğudaki bütün kiliselerin temsilcilerinin katıldığı on yedi günlük toplantıları bir toplantı düzenlendi. Bu toplantıdan çıkan ortak bildiride; İslâm Dünyası’nda –burada yaşayan insanların çoğunun Müslüman olmasına rağmen burada- misyonerlik için işbirliği yapma noktasında anlaştıklarını deklare ettiler. Bunun büyük bir başarı olduğunu şöyle bildirdiler: “On beş y.y.’dan beri bu toplantıya benzer bir toplantı yapılmadı. Diğer kiliseleri tanımayan Katolik Kilisesi Rum Ortodoks kilisesi ile buluştu.” Bu olay, gerçekte (Kapitalist) sömürgeci olan Hıristiyan Dünyası’nın İslâm’a ve Müslümanlara karşı ne kadar kin ve buğz besleyip düşman olduklarını göstermeye yeter. Yine bütün bunlar gösteriyor ki, onlar İslâm’a ve Müslümanlara karşı savaşlarını sürdürmekte ısrarlıdırlar. Sömürgeci Batı, İslâm’la savaşında sadece kendi çocuklarıyla yetinmedi. Söylediklerini papağan gibi tekrarlayacak ve Batı iddialarını İslam beldelerinde yayacak kişilere elini uzattı. Bu noktada yolunu şaşırmış Müslümanların evlatlarından bazılarını kendi tarafına çekmeye çalıştı ve başarılı da oldu. Bunların bir kısmını İslam beldelerinde kurdukları karton devletçiklerin başına dikti. Libya’da Albay Kaddafi gibi. Kaddafi, yıllardır Sünnete karşı düzenli kampanya yaparak saldırıyor. Kendisine karşı çıkanları şiddetli bir şekilde cezalandırıyor. Hala Libya hapsanelerinde Hilâfet Devleti kurmak için çalışan İslâmi bir Hizb’e/kitleye mensup kişiler bulunmaktadır. Yine bu Hizb’in mensubu olan on üç kişi, Sünneti inkâr eden Kaddafi’ye onu ikna etmek için gönderildi. Bu heyet, Sünnetin doğru bir kaynak olduğunu ispatladığı gibi tefekkür, siyaset ve teşri/yasama için bir kaynak olduğunu ispatladı. Neticede Kaddfi onlardan on üçünü idam ettirdi. Peki; Sünnetle savaşmanın, onun hakkında şüphe ve kuşkunun meydana getirebilmesinin sebebi ve sırrı nedir? Allah’ın Râsul’ü Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’in vahy alması ve kendisine vahy edilmesi hususunda şüpheleri ortaya atmanın sebebi nedir? Günümüzde de müşahade ettiğimiz gibi bu denli, aşırı derecede saldırılar ve kampanyalar niçin? Bazıları; Sünneti neden bir içtihad olarak göstermeye çalışıyor? Kur’an’ı ortadan kaldırmak için sünneti inkar ettiği bilindiği halde Kaddafi’nin Kur’an’ı korumak için Sünneti reddettiğine dair bahaneleri niçin? Günümüzde buna benzer birçok sorular ve çalışmalarla karşı karşıya bulunmaktayız. Konumuzun akışında bu saldırıların nedenini ve Sünnetin İslam’daki konumunu irdelemeye çalışacağız. Bu çalışmamızda Allahu Teala bizleri yanlışlardan korusun, doğruyu ve hakikati göstermekte başarılı kılsın. Esad Mansur ****************************************** ************************************************ Bütün hamd ve şükür Allah’a (cc) mahsustur. Sâlât ve selam insanlığın efendisi Muhammed’e (sav), onun âli ve ashabına olsun. Sünnetin vahiy ve teşrî kaynağı olduğu hakkında İslam alimleri arasında bir ihtilaf olmamıştır. Ne yazık ki bazı kimseler, yukarıdaki sözümüze karşılık farklı görüşler öne sürerken yanıldıklarını ve İmam Şafii’nin sözünde hataya düştüklerini belirtmeliyiz. “Müslümanlar arasında geçmiş herhangi bir zamanda, sünnetin hüccet ve hüccetinin bedahetinde hiç bir ihtilaf olmamıştır. İmam Şafii’nin Cimaul İlim veya başka yerlerde naklettiği hususunda yanılgıya düşenler aslında İmam Şafii’nin sözünü gerekli şekilde anlayamamışlardır. Sünnetin, sünnet olması açısından hüciyyetiyle, bu sünnetin nakil yolu olan hüciyyetindeki farkı idrak edememişlerdir. Sünnetin, sünnet olması açısından olan hüciyyetinde, Müslümanlar herhangi bir zaman diliminde ihtilaf etmiş ve herhangi bir fırka tartışma yapmış değildir. Fakat sünnetin, bir ümmetten diğerine nakil vasıtası olan rivayetlere gelince bazı kısımlarında bazı Mutezile ve yine bir kısmında Havariç ve onun hucciyetinde bazı Şia ihtilaf etmiştir.” (Hücciyetüs Sünne, Abdulgani Abdulhalık s. 15) Sünnet gayet güzel muhafaza edilmiştir. Tarih, hiç bir dönemi Resulün (sav) dönemi kadar aydınlık ve dupduru anlatmamıştır. Accac’ın es-Sünnetu Kabled Tedvin vb. eserler, bu husus için güzel örneklerdir. Savaş meydanlarında Müslüman kılıcını düşüreyemeyeceğini anlayan küffar, kesin zafer için Müslümanların bu inancını gönüllerinden alınması gereğini hissetmiş, fakat bunda başarılı olamayacağını anlamıştı. Ama şeytanca kararını çok geçmeden de bulmuştu. Mademki Müslümanların gönüllerinden İslam’ı alamıyordu, o halde, o gönüllerde yatan İslam’ın vakıasını ve anlamını değiştirecek böylece batılın savunucusu bir nesil ortaya çıkacak ve hem düşüncede hem de hayatta sefil bir toplum olacaktı. Bundan sonrada hakim-mahkum yer değiştirecek ve Müslümanların yönetimi, küfrün iki dudağı arasından çıkan sözlerle olacaktı. İşte bu başarının yapılabilmesi için, Kur’an’ı tahrif etmek gerekliydi. Kur’an’ın da ortadan kalkması mümkün değildi. Fakat mânasını tahrif etmek mümkündü. Bunun gerçekleşmesi için sünnetin ortadan kalkması gerekiyordu. Zira sünnet, Kur’an’ın mânasını açıklıyor, onun mânalarının çok dışarılara çıkarılmasını engelliyordu. Eğer sünnet ortadan kaldırabilirlerse Kur’an’ın mânaları lastik gibi her yöne çekilebilecek ve böylece bir filozofun “bazı insanlar, bazı kavramlara o kadar çok mânalar yüklerler ki o kavram her şeyi ifade eder hale gelir. Oysa artık o kavram hiç bir şeyi ifade etmez hale gelmiştir. Çünkü her şeyi ifade eden bir kavram aynı zamanda hiç bir şeyi ifade etmez.” dediği gibi Kur’an’da bundan sonra ittifak kitabı değil, tefrikalar kitabı olacaktı. Bu hedefin bir an önce gerçekleşmesi için batı, müsteşrikleri yetiştirmeye başladı. Bunlar bir Müslüman’dan daha çok İslam’ı tanır vazıyette idiler. Mustafa Sibai Avrupa’daki bir anısını şöyle anlatıyor: “İngiltere’nin Manchester kentinde Prof. Robson’la görüştük. Bu sıralarda Ebu Davud’un Süneni’ni bir el yazmasıyla karşılaştırıyordu.” (İslam Hukukunda Sünnet, Mustafa Sibai s.23) Bu gün bir Müslüman dinini öğrenmek için Arapçasından Ebu Davud’u incelemezken küffar, o dini bozmak için daha derin inceleme zahmetine katlanıyor. Goldziher İslam’ı bulandırmak için altı ayda Arapça öğreniyor ve yine müsteşrikler, gönüllerdeki İslam’ı bozmak için büyük bir çaba ile concordance’yi hazırlamışlardır. Bu büyük hadis sözlüğü, Müslümanların dinini öğrenmek için nadir araştırmalarında dayanakları olmuş ve bir yazarın dediği gibi; “Ne zaman bu kitaba baksak utanıyoruz.” Bir çok İslam düşünürünün kitaplarını da onlar tahric ediyorlar. Küfrün İslam dinini bozmak ve bâtılı hakim kılmak için verdiği çabayı biz Müslümanlar onu öğrenmek, yaşamak ve yaşatmak için göstermiyoruz. İslam’ın insanlığa geldiği günden beri hiç bir dönemde Müslümanlar bu kadar zelil ve hakir olmamışlardır. Nihayet müsteşriklerin iddiaları Müslüman yazarların da ağızlarından duyulur oldu. Resulün (sav) sünnetinde şüpheler Müslümanların kafalarına girdi. Kur’an ve sünnetten besleneceği yerde müsteşriklerin rahlelerine oturup onların kitaplarını tedris ediyor ve bu zehirleri, İslam adına insanlara dağıtıyorlar. Radyo, dergi, televizyon, gazete ve kitaplara da akseden bu cürüm maalesef Müslüman evlatlarının ülkelerinde bir çok taraftar bulmuş durumdadır.BağlantıKarşımıza bir vesile ile çıkan ve Peygamberimize atfen hadis olarak bizlere sunulan rivayetlerin hangilerinin sahih/doğru, hangilerinin mevzu/uydurma olduklarını ayırt etmek için faydalanacağımız b…
Bugün
İSLAMİ BÜTÜNÜ TEMSİL LİYAKATINA SAHİP OLMAK
Tek akla, tek yoruma kendisini kapatan topluluklar/bünyeler, hiç bir şekilde eleştirel bir tavra, tarza, konuma sahip olamaz; tarihsel sorular etrafında kapsamlı çözümlemeler yapamaz; zamanın ve tarihin bilincinde olamaz; entelektüel bir misyon yüklenemezler. Tek akla, tek yoruma körü körüne bağlanan toplumlarda hiç bir düşünsel, kültürel, felsefi gelişme/zenginlik yaşanamaz. Üstelik toplumlarımız, kültürel hayatımız, dini hayatımız Batıyla özdeşleşmek istedikçe aynı Batı tarafından sürekli istiskal edilerek dışlanmaktadır – bunun sebeplerini sorgulamamız gerekir. Düşünce hayatımızın, kültür hayatımızın, siyasal hayatımızın, içerisinde yaşamakta bulunduğumuz gerçekliği İslami doğrultuda değiştirmek/dönüştürmek yönünde yapısal nitelikli çalışmaları hiç bir zaman olmamıştır. Batı siyasal düzeninin kopyası olan bir düzende, ödünç alınan bir sistem içerisinde yaşamaya devam ederken, bir diğer yanda İslami tasavvurlardan söz etmek kadar çelişkili bir durum olamaz. Bu açıdan bakmak bütün proplemleri çözecektir. Son asra,teknolojiye,ilime ve her şeyin sonuncusunun geçerlilik kaidesine göre hazırlanmış kati delil. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbBağlantıHangi toplum olursa olsun, bir toplumun kimliğinin, kişiliğinin, dünya görüşünün, eğitim tarzının, kültürünün, siyasal-kültürel kavram ve kurumlarının, yabancılar, sömürgeciler, kolonyalistler tara…
KUR`AN`A GÖRE MÜSLÜMAN KİMDİR ?(3)
“Onlar alim ve rahiplerini Allah’a ortak koştular ve Meryem oğlu Mesih’i de ilahlaştırdılar.Oysa,onlara kendisinden başka ilah olmayan tek bir ilaha ibadet etmeleri buyurulmuştu.” (Tevbe, 31) Tirmizi kaydediyor : adiy b. Hatem den : Adiy Allah elçisinin İslam’a davet mesajı kendisine ulaşınca kurtulurum ümidi ile Şam’a kaçmıştı. Zira o cahiliye döneminde Hıristiyan olmuş birisi idi. Adiy Şam da bulunduğu sıralarda kız kardeşi ve bazı yakınları Müslümanlarca esir alınmıştı. Rasulullah kız kardeşini bağışlayarak Adiy’e azad etmişti. Serbest kalan kadın kardeşinin yanına döner. Ve Adiy’in İslam’a ısınmasına çalışır. Bunun üzerine Adiy Rasulullah’ın yanına gelirken onu gören insanlar onun huzura gelişi hakkında konuşuyordu. Nihayet Adiy boynunda gümüş bir haç ile birlikte Allah huzurunun yanına geldi. O sırada Raslullah şu ayeti okuyordu : “” Onlar hahamlarını ve rahiplerini Allah tan başka Rab edindiler…”” tevbe 31 Adiy diyordu ki : Ben bu ayeti duyunca Yahudi ve Hıristiyanların onlara bilfiil tapmadığını söyledim. Bunun üzerine Rasululah : “Hayır öyle değil. Onlar insanlara Allah’ın helal kıldığını haram, haram kıldığını helal kıldılar (değil mi?) bu onlara kulluk etmeleri anlamına gelir” Alah elçisi’nin söz konusu ayetle ilgili bu ilginç yorumu yasama ve yürütmede Allah’ın şeriatından başka bir yasal sisteme uymanın insanı Hak din’den çıkaran bir nevi ibadet , böyle yapmanın , insanların birbirini rab edindikleri anlamına geldiğinin kesin kanıtıdır. https://vimeo.com/177089376BağlantıTevhid; peygamberlerin mesajının kaynağıdır, özüdür. Daha açık bir ifadeyle rabbani davanın değişmeyen esasıdır. Allah-ü Teâla hayat rehberimiz Kur’an-ı Kerimde şöyle buyuruyor: “Andolsun kî, biz h…
SEYYİD KUTUB *16-CİLT*M.Emin SARAÇ*İ.Hakkı ŞENGÜLER*Bekir KARLIĞA*Hepsinden Allah Razı Olsun: SEYYİD KUTUB TEFSİRİ\7-inci cilt-cihadla alakalı
7 — Mescidi Harâm’ın yanında andlaştıklamızın dışında, müşriklerin Allah katında ve peygamberi önünde nasıl bir andlaşmaları olur? Size karşı doğrulukla hareket ederlerse siz de kendilerine doğrulukla muamele edin. Allah, sözleşmelerini bozmaktan sakınanları sever. 8 — Nasıl ahidleri olabilir ki, fırsat bulup galip gelselerdi size karşı ne akrabalık bağlarına, ne de muahede hükümlerine aldırmazlardı. Kalbleriyle istemezlerken sizi ağızlarıyla hoşnud etmeye uğraşırlar, onların pek çoğu fâşıktırlar. 9 — Allah’ın âyetlerini az bir değere değişip, insanları O’nun yolundan alıkodular. Onların işledikleri gerçekten ne kötüdür!.. 10 — Onlar bir mümin hakkında ne akrabalık bağlarına, ne de anlaşma hükümlerine riayet ederler. Onlar taşkınların ta kendileridir. 11 — Eğer tevbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse sizin din kardeşiniz olurlar. Biz âyetleri bilecek insanlar için açıklarız. 12 — Şayet ahidlerinden sonra yeminlerini bozar da dininize dil uzatırlarsa siz de küfrün elebaşılarıyla vuruşun, belki vazgeçerler. Çünkü onların andları, ahidleri yoktur. 13 — Yeminlerini bozup peygamberi yurdundan çıkarmağa teşebbüs eden, düşmanlık göstermekte ilk olan kavm ile harbetmez misiniz? Onlardan korkuyor musunuz? Eğer müminseniz bilin ki asıl korkmanız gereken Allah’dır. 14, 15 — Onlarla savaşın ki Allah sizin elinizle onları azâblandırsın, rezil etsin ve sizi üstün getirsin de müminlerin gönüllerini ferahlandırsın, kalblerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah Alim ’dir, Hakim ’dir. — 16 — Allah, içinizden cihad edenleri Allah’dan, peygamberinden ve müminlerden başka sırdaş edinmeyenleri belirtmeden sizi kendi halinize bırakacak mı zannediyorsunuz? Allah işlediklerinizden haberdardır. 17 — Müşriklerin, Allah Mescidini ziyarete ve mescidi mamur etmeğe hakları yoktur. Onlar kendi küfürlerine kendileri şahiddirler. Onların bütün yaptıkları beyhudedir ve onlar ateşte ebedi kalıcıdırlar. 18 — Allah’ın mescidlerini ancak Allah’a ve Ahiret gününe iman eden, namazı kılan, zekâtı veren ve Allah’dan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yola erişmişlerden olmaları umulanlar bunlardır. 19 — Hacca gelenlere su vermeği, Mescid-i Harâm-ı imar etmeyi, Allah’a ve âhiret gününe inanmak, Allah yolunda cihad etmekle bir mi tuttunuz? Bunlar Allah yanında bir olmazlar. Allah zulmedenleri doğru yola eriştirmez. 20 — İman edip hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşan kimselerin Allah yanındaki mertebeleri pek büyüktür. İşte kurtulanlar onlardır. 21 — Rableri onlara rahmetini, rızasını ve içinde tükenmez nimetler bulunan ebedi cennetleri müjdeler. 22 — Orada ebedi kalırlar. Doğrusu büyük mükâfat Allah katandadır. *- 23 — Ey iman edenler, babalarınızı, kardeşlerinizi eğer küfrü sevip onu imana tercih ediyorlarsa dost edinmeyin. İçinizden kim onları dost edinirse, doğrusu kendine yazık etmiş olur. 24 — De ki: “Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, durgunluğa uğramasından korktuğunuz alış verişler, hoşlandığınız yurtlar sizin için Allah ve peygamberinden, Allah yolunda savaşmaktan daha değerli, daha sevgili ise, o halde Allah, emrini gönderinceye kadar bekleyin! Allah fâsıklar güruhunu hidayete erdirmez.” 25 — And olsun ki Allah size bir çok savaş yarlerinde, sayınızın çokluğundan hoşlanıp övündüğünüz, fakat çokluğunuz size bir fayda vermediği, yeryüzü bütün genişliği ile size dar geldiği, nihayet arka çevirerek dönüp gittiğiniz Huneyn gününde de size yardım etti. 26 — Bozgundan sonra Allah, peygamberine, müminlere güvenlik verdi ve görmedikleri ordular indirdi, kâfirleri azâba uğrattı. Kâfirlerin cezası budur. 27 — Bundan sonra da Allah dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah G a f û r ’dur, R a h İ m ’dir. 28 — Ey iman edenler, müşrikler murdar insanlardır. Artık bu yıldan sonra Mesdd-i Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer fakirlikten korkarsanız bilin ki Allah dilerse sizi bol nimetiyle zenginleştirecektir. Allah şüphesiz Alîm ’dir, Rahim ’dir. KESİN ADIMLAR Sûre-i celîle içinde yer alan bu bölüm her ne kadar diğer kısımlardan daha sonra nazil olmuşsa da sûrenin düzeni itibariyle baş tarafta yer almıştır. Daha öncede söylediğimiz gibi sûreler içerisindeki âyetlerin sırası tamamen Resulullah’ın emrine göre yapılıyordu. Binaenaleyh Resulullah’a bağlı bir emirdi bu. Bu bölümde o zamana kadar müslümanlarla müşrikler arasında mevcud olan bütün anlaşmaların nihayete erdiği belirtiliyor. Gerek bu anlaşma müddetinin sona erdirilmesi genel mahiyetteki anlaşmaları bulunanların dört aylık müddetlerinin sona ermesinden sonra olsun. gerekse ahidlerini bozmuş olanlara verilen mehilden sonra gelmiş olsun netice değişmemektedir. Ayrıca şartlı anlaşmaları olup ta o müddet esnasında anlaşmaların hükümlerinden birine riayet etmedikleri görülmeyen ve müslümanların aleyhinde hiç kimseyle birleşmeyen müşriklere tanınan müddetin hitamını müteakib olsun netice değişmez... Netice itibariyle en son olarak Arap Yarımadasındaki müşriklerle yapılan anlaşmaların hepsi son bulmuş oluyordu. Ve bundan sonra da prensip olarak müşriklerle anlaşma yapma kaidesi ortadan kaldırılmış oluyordu. Allah’ın ve Resulullah’ın nezdinde müşriklerin anlaşmalarının olabileceği ihtimalini kesinlikle reddediyordu. Bir de bu bölümde yer alan âyeti kerimeler içinde bundan sonra her ne sûretle olursa olsun müşriklerin mescidi harâmı tavaf etmeleri veya bu mübarek yapıyı tamir etmeleri kesinlikle yasaklanıyor ve asla bu konuda müsamaha edilmemesi belirtiliyordu. Tabii bu şart müşriklerle Resulullah arasında mevcud olan ve genel manada Beytülharamda ve haram aylarda müşrik olmakla beraber emin olacakları hususundaki anlaşmaya aykırı idi. Hazreti peygamberin hayat hikâyesini ve sireti nebeviyyede cereyan eden hadiseleri dikkatlice izleyenler bunların gerisinde îslâmın hareket metodunu kavrar ve anlarlar... Ayrıca bu hareket metodunun kendisini, merhalelerini ve hedeflerini inceleyenler aynı şekilde apaçık olarak görürler ki yarımadadaki müslümanlarla müşrikler arasında atılan bu adımlar ve Ehli Kitaba karşı takınılan tavırlar — ki bu sûrede kesinlik kazanmıştır bunlar— tarihi bir gelişimin neticesiydi. Artık müslüman karargâhlarla müslüman olmayan karargâhlar arasında kesin bir tavır takınmanın zamanı gelmişti, şartlar hazırdı... Ve burada atılan adım, hem tabii, hemde tam zamanında atılmış zaruri bir adımdı. Daha önce pratik tatbikattan ve merhale merhale gelişen tecrübe ameliyelerinden de anlaşılmıştı ki, birbirine zıt iki hayat görüşü arasında bunca temelli, kökü derinlere inen, düşünce, inanç, hareket ve nizam intizam anlayışındaki ayrılıklara, siyasi, sosyal, iktisadi ve insanı görüş farklılıklarına — ki bununda temeli itikadî anlayıştaki farklılıktır — rağmen birlikte yaşamaları ve sulh içinde geçinmeleri imkânsızdı... İki hayat nizamı düşünün... Biri eşsiz olarak kulların yalnız Allah’a kulluğu esasına dayanıyor... Diğeri de bunun tam tersine kulların kullara kulluğu, değişik değişik tanrılar ve sahte ilâhlar esasına istinad ediyor... Sonunda elbette aralarında bir çatışma olacaktı... Hem de her adım başı oldu. Zira her iki hayat görüşünün bir adım atarken bile birleşmeleri mümkün değildi. Birisi için doğru olan öbürü için ters oluyordu... Bu durum da her iki nizam da atacakları adımda birbirinin zıddına hareket edecek ve çatışacaktı... Şurası muhakkak ki Kureyş’lilerin ( Afbeeldingsresultaat voor la ilahe illallah muhamedun resullah gift) davetine karşı çıkmaları ve bu konuda son derece inatkâr tavır takınmaları tesadüfi veya alâlade bir olay değildi... Medine döneminde bu derece kindar hücumlara geçmeleri de basit bir olay değildi. Ayrıca yâhudilerin M e d i n e ’de bu davet hareketine karşı durmaları Ehli Kitab oldukları halde putperestlerle aynı karargâh altında toplanarak hücuma geçmeleri tesadüfen vuku bulmuş değildi... Diğer taraftan gerek yahudilerin gerekse putperest Mekkelilerin civar Arap kabilelerini kışkırtarak Medine sınırları içinde kurulacak İslâm devletinin hepsini birden tebdid eden tehlikesini bertaraf etmek üzere Hendek gazvesine sebeb olmaları... Burada kurulacak bir devletin bu inanç esası üzerine istinad etmesi ve bu İlâhî nizamın bir devlet müessesesi olarak ortaya çıkması onları toptan tehdid ediyordu. Tıpkı bunlar gibi biraz sonrada göreceğiz ki hıristiyânlardâ her ne kadar kitab ehlî idiyseler de Şam 'da, Y e m e n ’de veya bu diyarların ötesinde sonsuza kadar geçecek zaman içerisinde İslâm dâvasına ve İslâmî harekata karşı çıkmaları tesadüfen vuku bulan alâlade birer olay değildi... Eşyanın tabiatı gerektiriyordu bunları... Hepsinden önce de diğer nizamların bağlılarının görüp anladığı kadarıyla İslâm nizamının tabiatı icabıydı bu karşı dikilmeler... Yeryüzünde Allah’ın ülkesini inşa etmek, kulları kullara kulluktan kurtarıp kulları yaradan Allah’a kul etmek, bütünüyle insanların karşısına dikilen ve diledikleri inancı diledikleri şekilde tam manasıyla bir hürriyet havası içinde seçmelerini engelleyen putları yıkmak konusunda sonuna kadar direten İslâm nizamının tabiatı gereğiydi bu çatışmalar...BağlantıŞİRK'İN DEVLET ELİYLE RESMİLEŞTİRİLMESİ.!https://www.dailymotion.com/video/x3qegyd_sirk-in-devlet-eliyle-resmilestirilmesi_lifestyle
Vallahi dogru söylüyor :)
Vallahi dogru söylüyor :)VideoVallahi dogru söylüyor :)
Geçen Hafta
VESVESE
“İblis, dostlarını toplayarak onlara, ‘Âdem’in çocuklarına hangi yönden yaklaşıyorsunuz?’ diye sordu. Onlar da: ‘Her yönden’ dediler. İblîs de, ‘Ben onların arasına öyle bir şey yayacağım ki, ondan dolayı Allah’a istiğfar etmeyecekler’ dedi. Ve insanların arasında hevâları (nefsin arzularını) yaygınlaştırdı.” 2837 DEMOKRASİ... http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/05/demokrasi-seytann-diniislam-allahn-dini.htmlBağlantıVESVESE- 503 -Kavram no 188İmtihan 17Bk. Şirk; İbâdet; Zikir; MurâbataVESVESE• Vesvese; Anlam ve Mâhiyeti• Kur’ân-ı Kerim’de Vesvese Kavramı• Hadis-i...
Mısır'ın Müslüman Gençleri Sisi'nin Zindanlarında Hapsedilip İşkence Ediliyor. Bu zulme sessiz kalma...!
Dünyada bu zulümler sürerken,Kendini Müslüman addeden kişi Neden bir kitle ile çalışıp Raşidi Hilafet devletini ikame için çalışmaz. ?VideoMısır'ın Müslüman Gençleri Sisi'nin Zindanlarında Hapsedilip İşkence Ediliyor. Bu zulme sessiz kalma...!
GERÇEK İSTİLAYI FARKETMEK-TARİHSEL HESAPLAŞMALAR YAPMAK
Günümüzde İslam dünyası toplumları çok derin yapısal hasarlar, bilinç hasarları içerisinde yaşıyor. Bilinç hasarlarını giderebilmek için, İslam toplumlarının nasıl tarihin dışında kaldıklarını, tarihin taşrasında yaşamayı nasıl içlerine sindirebildiklerini, sömürgeci sistemle nasıl uzlaşabildiklerini, tarihsel bir hesaplaşma konusu yapmaları gerekir. İslam dünyası toplumları, sayısal/fiziksel/biyolojik/niceliksel varoluş biçimiyle bütünleştikleri için, kolonyalist dünya görüşü ve hayat tarzını, Batı siyasal düşüncesini taklit ve kopya etmekle ilgili ciddi bir sorun yaşamıyor. Sayısal var oluşlarımız sebebiyle, ırkçı ideolojiler tarafından oluşturulan sömürgeci bir tarihin tahakkümüne, fikirlerle oluşturulabilecek bir tarihle cevap veremiyoruz. Toplumlarımızda bugün, bu amaca yönelik olarak, bu zeminde hiçbir çalışma yapılmıyor. ******************************** Bütün olayların çözüm noktası bu bakış açısından geçer.. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbBağlantıBugün, Ortadoğu bölgesinde yaşanan her şey, bölgenin jeopolitik yapısının; Amerika, Avrupa ve İsrail hegomonyasını tehdit etmeyecek bir doğrultuda düzenliyor. Amerikanın, Avrupanın ve Siyonizmin or…
AHZAP SURESİNİN 56. AYETİ BAĞLAMINDA “SALAVAT” GETİRMENİN ANLAMI
Peygamberimizin arkadaşlarından ve mü’minlerden istenen; Peygamberimize mücadelesinde yardımcı olmaktır. O’na fiili olarak destek vermek, O’nun güvenliğini sağlamak ve bu uğurda çaba göstermektir. Nitekim ayeti bu şekilde anlayan Hz Peygamberin arkadaşlarının en güzel şekilde bu sorumluluklarını yerine getirdiklerine de tarih şahidlik etmektedir. [1] ********************* Bugünkü salâtü-selam geleneği, Müslümanların sonradan ürettiği bir kültür olduğu için, doğal olarak salâvat getirmek ile ilgili hadislerin de tamamı mevzudur/uydurulmuştur. “Hadis diye dillere pelesenk olan şu söze bakar mısınız? “Hangi iş ki Allah’a hamd ve bana salât ve selâm ile başlamaz hayırsızlıkla bitmeye, yarım kalmaya mahkûmdur, bereketten kesiktir.” [bk. Elbânî; ez-Zaîfa, 2/303] Böyle bir sözün, “Allah ve sen istersen olur” diyen sahabîsini azarlayıp “Böyle söylemeni engelliyorum, sen beni Allah’a ortak mı ediyorsun? Sadece, ‘Allah dilerse’ deyiver.” diyen bir peygamberin ağzından çıkmasını düşünmek kabul edilemez. Bu iki sözden biri uydurmadır. Hadis kritiği ve Kur’an’ın verileri, bunların salât ve selâmla ilgili olanının uydurma olduğuna hükmetmemizi gerektirmektedir.[5] Hz. Peygamber’i Allah ile bir tür ortak konumuna getiren bu tür sözlerin Peygamberimiz tarafından söylenmesi mümkün değildir. Böyle bir şey, “Peygamber’e saygı” bahanesiyle dinleştirilemez ve asla kabul edilemez. Söz konusu hadislerin Buhari, Müslim gibi I. derece hadis kitaplarında yer almayıp, 2. hatta 3. derece kaynaklarda yer bulması da bu rivayetlerin sonradan üretilmiş olduğu fikrini teyit etmektedir. Hz. Peygamber’in kendisini yüceltmeye müsaade etmeyen net tavrı ve bu meyanda ki sözleri/ikazları ve Kur’an’ın bizde inşa etmek istediği Peygamber algısı da dikkate alındığında, bu rivayetlerin Peygamberin sözü olacağı hem aklen, hem de naklen mümkün görülemez. ******************************* İslamın tekrar recovery olması yani formatlanması lazım... Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbBağlantıSallâ fiilinin anlamı; genellikle namaz kılmak ve dua etmek olarak bilinir ve tefsirciler de bu manada yorumlamışlardır. Ancak son dönemde bazı yorumcular, kelimenin baldır ve sırt anlamından harek…
SÜNNET; KUR’AN GİBİ TEFEKKÜR, SİYASET VE TEŞRİ İÇİN KAYNAKTIR
SÜNNET; KUR’AN GİBİ TEFEKKÜR, SİYASET VE TEŞRİ İÇİN KAYNAKTIR http://islamdevleti.info/kitaplar/Sunnet/index.htm ******1921'de ölen, Avusturyalı Yahudi Müsteşrik (oryantalist) Agnas Goldziher "İslâmi Araştırmalar" kitabında şunu yazdı: "Kültür tarihi açısından Muhammed'i kendi halkı nazarında bir Peygamber olarak yapan öğretilerinde icad ediciliğin ve dâhilîliğin var olması bizi ilgilendirmez. Bizi ilgilendiren husus; Muhammed'in kendi öğretilerinin tümünü Yahudilikten ve Hıristiyanlıktan almasıdır." Müsteşrik Maksim Rodenson şöyle yazdı: "Bir grup insanların Rasûl'deki durumu vahy olarak saymaları idraksizlikten ileri gelir." Volteir’ de Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'e çattı. Ayrıca birçok müsteşrik, Hz. Muhammed'in peygamber olmadığını, kendisine gelenin vahy olmadığını ve kendisine vahyedilmediğini göstermeye çalışıp Ona karşı saldırıya geçtiler. Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’in Peygamberliği veya ondan gelenlerin (Sünnetin) vahy olup-olmaması hakkında şüphe ve kuşku meydana getirmek için çok uğraştılar. Müsteşrikler, Sünnet konusu ile uğraşırken yaptıkları işi ilmi araştırma olarak niteleyip meseleye objektif bir şekilde baktıklarını iddia ediyorlardı. Halbuki, yaklaşımları ilmi araştırmalardan ve objektiflikten çok çok uzaktı. Onları bu işi iten asıl neden İslâm'a karşı besledikleri kin ve nefretten başka bir şey değildi. Çünkü, onların hedeflerinde İslâm'ı tamamen yok etmek vardı. Bu nedenle, İslâm'ın temel mihengi olan Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’e taarruz ediyorlardı. İddia ettikleri ilmi araştırma ve objektiflik, İslam konu olunca tamamen ortadan kalkmaktadır. Kendisine Muhammed Esed adı veren Leopolde Weiss, "Yolların Ayrılış Noktasında İslâm" adlı kitabında şöyle diyor: "Müsteşriklerin İslam aleyhine haksızca yazmaları ırsi bir içgüdü olduğu gibi haçlı seferlerinin meydana getirdiği etkiler üzerine kurulu doğal bir özelliktir." Aynı kitapta müsteşriklerin birer misyoner oldukları belirtiliyor ve şöyle deniliyor: "Gerçek olan, çağdaş asırlardaki müsteşrikler Hıristiyanlık için birer misyonerlerdir." Ve şöyle devam ediyor: "İslâm Dünyası, kendisinden Avrupa'nın istifade ettiği kadar ondan (Avrupa'dan) istifade etmedi. Fakat, Avrupa bu iyiliği tanımadığı gibi nankörlük yaptı. Şöyle ki; İslâm'a karşı besledikleri kin ve nefreti azaltmadılar, tersini yaptılar. Kinlerini, nefretlerini ve buğzlarını artırdılar. Ve bu, bir huy oldu. Avrupa'da Müslüman kelimesinden söz edilince kin ve nefret Avrupa halklarının duygularına hakim olur." Müsteşrikler, Hıristiyan misyoner olmakla birlikte, aynı anda sömürgeci Batı'nın resmi misyonerleri olup birer askerleri konumundadırlar. Birbirlerine karşı şiddetli düşman olan Hıristiyanları, İslâm'a ve Müslümanlara karşı ittifak ettikleri kadar başka hiç bir şeyde ittifak ettiklerini göremezsiniz. Halbuki; onlar, kendi inançlarıyla ilgili birçok hususta birbirlerine karşı köklü düşmandırlar. Birbirlerine karşı sürekli buğzettikleri bir gerçektir. 27.01.1990 tarihinde Rumlar'ın hakimiyeti altında bulunan Lefkoşe'de (Kıbrıs’ta), Orta Doğudaki bütün kiliselerin temsilcilerinin katıldığı on yedi günlük toplantıları bir toplantı düzenlendi. Bu toplantıdan çıkan ortak bildiride; İslâm Dünyası'nda –burada yaşayan insanların çoğunun Müslüman olmasına rağmen burada- misyonerlik için işbirliği yapma noktasında anlaştıklarını deklare ettiler. Bunun büyük bir başarı olduğunu şöyle bildirdiler: "On beş y.y.’dan beri bu toplantıya benzer bir toplantı yapılmadı. Diğer kiliseleri tanımayan Katolik Kilisesi Rum Ortodoks kilisesi ile buluştu." Bu olay, gerçekte (Kapitalist) sömürgeci olan Hıristiyan Dünyası'nın İslâm'a ve Müslümanlara karşı ne kadar kin ve buğz besleyip düşman olduklarını göstermeye yeter. Yine bütün bunlar gösteriyor ki, onlar İslâm'a ve Müslümanlara karşı savaşlarını sürdürmekte ısrarlıdırlar. Sömürgeci Batı, İslâm’la savaşında sadece kendi çocuklarıyla yetinmedi. Söylediklerini papağan gibi tekrarlayacak ve Batı iddialarını İslam beldelerinde yayacak kişilere elini uzattı. Bu noktada yolunu şaşırmış Müslümanların evlatlarından bazılarını kendi tarafına çekmeye çalıştı ve başarılı da oldu. Bunların bir kısmını İslam beldelerinde kurdukları karton devletçiklerin başına dikti. Libya’da Albay Kaddafi gibi. Kaddafi, yıllardır Sünnete karşı düzenli kampanya yaparak saldırıyor. Kendisine karşı çıkanları şiddetli bir şekilde cezalandırıyor. Hala Libya hapsanelerinde Hilâfet Devleti kurmak için çalışan İslâmi bir Hizb'e/kitleye mensup kişiler bulunmaktadır. Yine bu Hizb’in mensubu olan on üç kişi, Sünneti inkâr eden Kaddafi’ye onu ikna etmek için gönderildi. Bu heyet, Sünnetin doğru bir kaynak olduğunu ispatladığı gibi tefekkür, siyaset ve teşri/yasama için bir kaynak olduğunu ispatladı. Neticede Kaddfi onlardan on üçünü idam ettirdi. Peki; Sünnetle savaşmanın, onun hakkında şüphe ve kuşkunun meydana getirebilmesinin sebebi ve sırrı nedir? Allah’ın Râsul'ü Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'in vahy alması ve kendisine vahy edilmesi hususunda şüpheleri ortaya atmanın sebebi nedir? Günümüzde de müşahade ettiğimiz gibi bu denli, aşırı derecede saldırılar ve kampanyalar niçin? Bazıları; Sünneti neden bir içtihad olarak göstermeye çalışıyor? Kur'an'ı ortadan kaldırmak için sünneti inkar ettiği bilindiği halde Kaddafi'nin Kur'an'ı korumak için Sünneti reddettiğine dair bahaneleri niçin? Günümüzde buna benzer birçok sorular ve çalışmalarla karşı karşıya bulunmaktayız. Konumuzun akışında bu saldırıların nedenini ve Sünnetin İslam’daki konumunu irdelemeye çalışacağız. Bu çalışmamızda Allahu Teala bizleri yanlışlardan korusun, doğruyu ve hakikati göstermekte başarılı kılsın. Esad Mansur ****************************************** SÜNNET - VAHY İLİŞKİSİ VE PEYGAMBERLİĞİN VAKIASI http://islamdevleti.info/kitaplar/Sunnet_Vahy_iliskisi/index.htm ******************************************************* ************************************************ Bütün hamd ve şükür Allah’a (cc) mahsustur. Sâlât ve selam insanlığın efendisi Muhammed’e (sav), onun âli ve ashabına olsun. Sünnetin vahiy ve teşrî kaynağı olduğu hakkında İslam alimleri arasında bir ihtilaf olmamıştır. Ne yazık ki bazı kimseler, yukarıdaki sözümüze karşılık farklı görüşler öne sürerken yanıldıklarını ve İmam Şafii’nin sözünde hataya düştüklerini belirtmeliyiz. “Müslümanlar arasında geçmiş herhangi bir zamanda, sünnetin hüccet ve hüccetinin bedahetinde hiç bir ihtilaf olmamıştır. İmam Şafii’nin Cimaul İlim veya başka yerlerde naklettiği hususunda yanılgıya düşenler aslında İmam Şafii’nin sözünü gerekli şekilde anlayamamışlardır. Sünnetin, sünnet olması açısından hüciyyetiyle, bu sünnetin nakil yolu olan hüciyyetindeki farkı idrak edememişlerdir. Sünnetin, sünnet olması açısından olan hüciyyetinde, Müslümanlar herhangi bir zaman diliminde ihtilaf etmiş ve herhangi bir fırka tartışma yapmış değildir. Fakat sünnetin, bir ümmetten diğerine nakil vasıtası olan rivayetlere gelince bazı kısımlarında bazı Mutezile ve yine bir kısmında Havariç ve onun hucciyetinde bazı Şia ihtilaf etmiştir.” (Hücciyetüs Sünne, Abdulgani Abdulhalık s. 15) Sünnet gayet güzel muhafaza edilmiştir. Tarih, hiç bir dönemi Resulün (sav) dönemi kadar aydınlık ve dupduru anlatmamıştır. Accac’ın es-Sünnetu Kabled Tedvin vb. eserler, bu husus için güzel örneklerdir. Savaş meydanlarında Müslüman kılıcını düşüreyemeyeceğini anlayan küffar, kesin zafer için Müslümanların bu inancını gönüllerinden alınması gereğini hissetmiş, fakat bunda başarılı olamayacağını anlamıştı. Ama şeytanca kararını çok geçmeden de bulmuştu. Mademki Müslümanların gönüllerinden İslam’ı alamıyordu, o halde, o gönüllerde yatan İslam’ın vakıasını ve anlamını değiştirecek böylece batılın savunucusu bir nesil ortaya çıkacak ve hem düşüncede hem de hayatta sefil bir toplum olacaktı. Bundan sonrada hakim-mahkum yer değiştirecek ve Müslümanların yönetimi, küfrün iki dudağı arasından çıkan sözlerle olacaktı. İşte bu başarının yapılabilmesi için, Kur’an’ı tahrif etmek gerekliydi. Kur’an’ın da ortadan kalkması mümkün değildi. Fakat mânasını tahrif etmek mümkündü. Bunun gerçekleşmesi için sünnetin ortadan kalkması gerekiyordu. Zira sünnet, Kur’an’ın mânasını açıklıyor, onun mânalarının çok dışarılara çıkarılmasını engelliyordu. Eğer sünnet ortadan kaldırabilirlerse Kur’an’ın mânaları lastik gibi her yöne çekilebilecek ve böylece bir filozofun “bazı insanlar, bazı kavramlara o kadar çok mânalar yüklerler ki o kavram her şeyi ifade eder hale gelir. Oysa artık o kavram hiç bir şeyi ifade etmez hale gelmiştir. Çünkü her şeyi ifade eden bir kavram aynı zamanda hiç bir şeyi ifade etmez.” dediği gibi Kur’an’da bundan sonra ittifak kitabı değil, tefrikalar kitabı olacaktı. Bu hedefin bir an önce gerçekleşmesi için batı, müsteşrikleri yetiştirmeye başladı. Bunlar bir Müslüman’dan daha çok İslam’ı tanır vazıyette idiler. Mustafa Sibai Avrupa’daki bir anısını şöyle anlatıyor: “İngiltere’nin Manchester kentinde Prof. Robson’la görüştük. Bu sıralarda Ebu Davud’un Süneni’ni bir el yazmasıyla karşılaştırıyordu.” (İslam Hukukunda Sünnet, Mustafa Sibai s.23) Bu gün bir Müslüman dinini öğrenmek için Arapçasından Ebu Davud’u incelemezken küffar, o dini bozmak için daha derin inceleme zahmetine katlanıyor. Goldziher İslam’ı bulandırmak için altı ayda Arapça öğreniyor ve yine müsteşrikler, gönüllerdeki İslam’ı bozmak için büyük bir çaba ile concordance’yi hazırlamışlardır. Bu büyük hadis sözlüğü, Müslümanların dinini öğrenmek için nadir araştırmalarında dayanakları olmuş ve bir yazarın dediği gibi; “Ne zaman bu kitaba baksak utanıyoruz.” Bir çok İslam düşünürünün kitaplarını da onlar tahric ediyorlar. Küfrün İslam dinini bozmak ve bâtılı hakim kılmak için verdiği çabayı biz Müslümanlar onu öğrenmek, yaşamak ve yaşatmak için göstermiyoruz. İslam’ın insanlığa geldiği günden beri hiç bir dönemde Müslümanlar bu kadar zelil ve hakir olmamışlardır. Nihayet müsteşriklerin iddiaları Müslüman yazarların da ağızlarından duyulur oldu. Resulün (sav) sünnetinde şüpheler Müslümanların kafalarına girdi. Kur’an ve sünnetten besleneceği yerde müsteşriklerin rahlelerine oturup onların kitaplarını tedris ediyor ve bu zehirleri, İslam adına insanlara dağıtıyorlar. Radyo, dergi, televizyon, gazete ve kitaplara da akseden bu cürüm maalesef Müslüman evlatlarının ülkelerinde bir çok taraftar bulmuş durumdadır.BağlantıSÜNNET; KUR’AN GİBİ TEFEKKÜR, SİYASET VE TEŞRİ İÇİN KAYNAKTIR
SÜNNET - VAHY İLİŞKİSİ VE PEYGAMBERLİĞİN VAKIASI - Bahaddin Yüksel
SÜNNET - VAHY İLİŞKİSİ VE PEYGAMBERLİĞİN VAKIASI http://islamdevleti.info/kitaplar/Sunnet_Vahy_iliskisi/index.htm ******************************************************* SÜNNET; KUR’AN GİBİ TEFEKKÜR, SİYASET VE TEŞRİ İÇİN KAYNAKTIR http://islamdevleti.info/kitaplar/Sunnet/index.htm ******1921'de ölen, Avusturyalı Yahudi Müsteşrik (oryantalist) Agnas Goldziher "İslâmi Araştırmalar" kitabında şunu yazdı: "Kültür tarihi açısından Muhammed'i kendi halkı nazarında bir Peygamber olarak yapan öğretilerinde icad ediciliğin ve dâhilîliğin var olması bizi ilgilendirmez. Bizi ilgilendiren husus; Muhammed'in kendi öğretilerinin tümünü Yahudilikten ve Hıristiyanlıktan almasıdır." Müsteşrik Maksim Rodenson şöyle yazdı: "Bir grup insanların Rasûl'deki durumu vahy olarak saymaları idraksizlikten ileri gelir." Volteir’ de Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'e çattı. Ayrıca birçok müsteşrik, Hz. Muhammed'in peygamber olmadığını, kendisine gelenin vahy olmadığını ve kendisine vahyedilmediğini göstermeye çalışıp Ona karşı saldırıya geçtiler. Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’in Peygamberliği veya ondan gelenlerin (Sünnetin) vahy olup-olmaması hakkında şüphe ve kuşku meydana getirmek için çok uğraştılar. Müsteşrikler, Sünnet konusu ile uğraşırken yaptıkları işi ilmi araştırma olarak niteleyip meseleye objektif bir şekilde baktıklarını iddia ediyorlardı. Halbuki, yaklaşımları ilmi araştırmalardan ve objektiflikten çok çok uzaktı. Onları bu işi iten asıl neden İslâm'a karşı besledikleri kin ve nefretten başka bir şey değildi. Çünkü, onların hedeflerinde İslâm'ı tamamen yok etmek vardı. Bu nedenle, İslâm'ın temel mihengi olan Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’e taarruz ediyorlardı. İddia ettikleri ilmi araştırma ve objektiflik, İslam konu olunca tamamen ortadan kalkmaktadır. Kendisine Muhammed Esed adı veren Leopolde Weiss, "Yolların Ayrılış Noktasında İslâm" adlı kitabında şöyle diyor: "Müsteşriklerin İslam aleyhine haksızca yazmaları ırsi bir içgüdü olduğu gibi haçlı seferlerinin meydana getirdiği etkiler üzerine kurulu doğal bir özelliktir." Aynı kitapta müsteşriklerin birer misyoner oldukları belirtiliyor ve şöyle deniliyor: "Gerçek olan, çağdaş asırlardaki müsteşrikler Hıristiyanlık için birer misyonerlerdir." Ve şöyle devam ediyor: "İslâm Dünyası, kendisinden Avrupa'nın istifade ettiği kadar ondan (Avrupa'dan) istifade etmedi. Fakat, Avrupa bu iyiliği tanımadığı gibi nankörlük yaptı. Şöyle ki; İslâm'a karşı besledikleri kin ve nefreti azaltmadılar, tersini yaptılar. Kinlerini, nefretlerini ve buğzlarını artırdılar. Ve bu, bir huy oldu. Avrupa'da Müslüman kelimesinden söz edilince kin ve nefret Avrupa halklarının duygularına hakim olur." Müsteşrikler, Hıristiyan misyoner olmakla birlikte, aynı anda sömürgeci Batı'nın resmi misyonerleri olup birer askerleri konumundadırlar. Birbirlerine karşı şiddetli düşman olan Hıristiyanları, İslâm'a ve Müslümanlara karşı ittifak ettikleri kadar başka hiç bir şeyde ittifak ettiklerini göremezsiniz. Halbuki; onlar, kendi inançlarıyla ilgili birçok hususta birbirlerine karşı köklü düşmandırlar. Birbirlerine karşı sürekli buğzettikleri bir gerçektir. 27.01.1990 tarihinde Rumlar'ın hakimiyeti altında bulunan Lefkoşe'de (Kıbrıs’ta), Orta Doğudaki bütün kiliselerin temsilcilerinin katıldığı on yedi günlük toplantıları bir toplantı düzenlendi. Bu toplantıdan çıkan ortak bildiride; İslâm Dünyası'nda –burada yaşayan insanların çoğunun Müslüman olmasına rağmen burada- misyonerlik için işbirliği yapma noktasında anlaştıklarını deklare ettiler. Bunun büyük bir başarı olduğunu şöyle bildirdiler: "On beş y.y.’dan beri bu toplantıya benzer bir toplantı yapılmadı. Diğer kiliseleri tanımayan Katolik Kilisesi Rum Ortodoks kilisesi ile buluştu." Bu olay, gerçekte (Kapitalist) sömürgeci olan Hıristiyan Dünyası'nın İslâm'a ve Müslümanlara karşı ne kadar kin ve buğz besleyip düşman olduklarını göstermeye yeter. Yine bütün bunlar gösteriyor ki, onlar İslâm'a ve Müslümanlara karşı savaşlarını sürdürmekte ısrarlıdırlar. Sömürgeci Batı, İslâm’la savaşında sadece kendi çocuklarıyla yetinmedi. Söylediklerini papağan gibi tekrarlayacak ve Batı iddialarını İslam beldelerinde yayacak kişilere elini uzattı. Bu noktada yolunu şaşırmış Müslümanların evlatlarından bazılarını kendi tarafına çekmeye çalıştı ve başarılı da oldu. Bunların bir kısmını İslam beldelerinde kurdukları karton devletçiklerin başına dikti. Libya’da Albay Kaddafi gibi. Kaddafi, yıllardır Sünnete karşı düzenli kampanya yaparak saldırıyor. Kendisine karşı çıkanları şiddetli bir şekilde cezalandırıyor. Hala Libya hapsanelerinde Hilâfet Devleti kurmak için çalışan İslâmi bir Hizb'e/kitleye mensup kişiler bulunmaktadır. Yine bu Hizb’in mensubu olan on üç kişi, Sünneti inkâr eden Kaddafi’ye onu ikna etmek için gönderildi. Bu heyet, Sünnetin doğru bir kaynak olduğunu ispatladığı gibi tefekkür, siyaset ve teşri/yasama için bir kaynak olduğunu ispatladı. Neticede Kaddfi onlardan on üçünü idam ettirdi. Peki; Sünnetle savaşmanın, onun hakkında şüphe ve kuşkunun meydana getirebilmesinin sebebi ve sırrı nedir? Allah’ın Râsul'ü Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'in vahy alması ve kendisine vahy edilmesi hususunda şüpheleri ortaya atmanın sebebi nedir? Günümüzde de müşahade ettiğimiz gibi bu denli, aşırı derecede saldırılar ve kampanyalar niçin? Bazıları; Sünneti neden bir içtihad olarak göstermeye çalışıyor? Kur'an'ı ortadan kaldırmak için sünneti inkar ettiği bilindiği halde Kaddafi'nin Kur'an'ı korumak için Sünneti reddettiğine dair bahaneleri niçin? Günümüzde buna benzer birçok sorular ve çalışmalarla karşı karşıya bulunmaktayız. Konumuzun akışında bu saldırıların nedenini ve Sünnetin İslam’daki konumunu irdelemeye çalışacağız. Bu çalışmamızda Allahu Teala bizleri yanlışlardan korusun, doğruyu ve hakikati göstermekte başarılı kılsın. Esad Mansur ****************************************** ************************************************ Bütün hamd ve şükür Allah’a (cc) mahsustur. Sâlât ve selam insanlığın efendisi Muhammed’e (sav), onun âli ve ashabına olsun. Sünnetin vahiy ve teşrî kaynağı olduğu hakkında İslam alimleri arasında bir ihtilaf olmamıştır. Ne yazık ki bazı kimseler, yukarıdaki sözümüze karşılık farklı görüşler öne sürerken yanıldıklarını ve İmam Şafii’nin sözünde hataya düştüklerini belirtmeliyiz. “Müslümanlar arasında geçmiş herhangi bir zamanda, sünnetin hüccet ve hüccetinin bedahetinde hiç bir ihtilaf olmamıştır. İmam Şafii’nin Cimaul İlim veya başka yerlerde naklettiği hususunda yanılgıya düşenler aslında İmam Şafii’nin sözünü gerekli şekilde anlayamamışlardır. Sünnetin, sünnet olması açısından hüciyyetiyle, bu sünnetin nakil yolu olan hüciyyetindeki farkı idrak edememişlerdir. Sünnetin, sünnet olması açısından olan hüciyyetinde, Müslümanlar herhangi bir zaman diliminde ihtilaf etmiş ve herhangi bir fırka tartışma yapmış değildir. Fakat sünnetin, bir ümmetten diğerine nakil vasıtası olan rivayetlere gelince bazı kısımlarında bazı Mutezile ve yine bir kısmında Havariç ve onun hucciyetinde bazı Şia ihtilaf etmiştir.” (Hücciyetüs Sünne, Abdulgani Abdulhalık s. 15) Sünnet gayet güzel muhafaza edilmiştir. Tarih, hiç bir dönemi Resulün (sav) dönemi kadar aydınlık ve dupduru anlatmamıştır. Accac’ın es-Sünnetu Kabled Tedvin vb. eserler, bu husus için güzel örneklerdir. Savaş meydanlarında Müslüman kılıcını düşüreyemeyeceğini anlayan küffar, kesin zafer için Müslümanların bu inancını gönüllerinden alınması gereğini hissetmiş, fakat bunda başarılı olamayacağını anlamıştı. Ama şeytanca kararını çok geçmeden de bulmuştu. Mademki Müslümanların gönüllerinden İslam’ı alamıyordu, o halde, o gönüllerde yatan İslam’ın vakıasını ve anlamını değiştirecek böylece batılın savunucusu bir nesil ortaya çıkacak ve hem düşüncede hem de hayatta sefil bir toplum olacaktı. Bundan sonrada hakim-mahkum yer değiştirecek ve Müslümanların yönetimi, küfrün iki dudağı arasından çıkan sözlerle olacaktı. İşte bu başarının yapılabilmesi için, Kur’an’ı tahrif etmek gerekliydi. Kur’an’ın da ortadan kalkması mümkün değildi. Fakat mânasını tahrif etmek mümkündü. Bunun gerçekleşmesi için sünnetin ortadan kalkması gerekiyordu. Zira sünnet, Kur’an’ın mânasını açıklıyor, onun mânalarının çok dışarılara çıkarılmasını engelliyordu. Eğer sünnet ortadan kaldırabilirlerse Kur’an’ın mânaları lastik gibi her yöne çekilebilecek ve böylece bir filozofun “bazı insanlar, bazı kavramlara o kadar çok mânalar yüklerler ki o kavram her şeyi ifade eder hale gelir. Oysa artık o kavram hiç bir şeyi ifade etmez hale gelmiştir. Çünkü her şeyi ifade eden bir kavram aynı zamanda hiç bir şeyi ifade etmez.” dediği gibi Kur’an’da bundan sonra ittifak kitabı değil, tefrikalar kitabı olacaktı. Bu hedefin bir an önce gerçekleşmesi için batı, müsteşrikleri yetiştirmeye başladı. Bunlar bir Müslüman’dan daha çok İslam’ı tanır vazıyette idiler. Mustafa Sibai Avrupa’daki bir anısını şöyle anlatıyor: “İngiltere’nin Manchester kentinde Prof. Robson’la görüştük. Bu sıralarda Ebu Davud’un Süneni’ni bir el yazmasıyla karşılaştırıyordu.” (İslam Hukukunda Sünnet, Mustafa Sibai s.23) Bu gün bir Müslüman dinini öğrenmek için Arapçasından Ebu Davud’u incelemezken küffar, o dini bozmak için daha derin inceleme zahmetine katlanıyor. Goldziher İslam’ı bulandırmak için altı ayda Arapça öğreniyor ve yine müsteşrikler, gönüllerdeki İslam’ı bozmak için büyük bir çaba ile concordance’yi hazırlamışlardır. Bu büyük hadis sözlüğü, Müslümanların dinini öğrenmek için nadir araştırmalarında dayanakları olmuş ve bir yazarın dediği gibi; “Ne zaman bu kitaba baksak utanıyoruz.” Bir çok İslam düşünürünün kitaplarını da onlar tahric ediyorlar. Küfrün İslam dinini bozmak ve bâtılı hakim kılmak için verdiği çabayı biz Müslümanlar onu öğrenmek, yaşamak ve yaşatmak için göstermiyoruz. İslam’ın insanlığa geldiği günden beri hiç bir dönemde Müslümanlar bu kadar zelil ve hakir olmamışlardır. Nihayet müsteşriklerin iddiaları Müslüman yazarların da ağızlarından duyulur oldu. Resulün (sav) sünnetinde şüpheler Müslümanların kafalarına girdi. Kur’an ve sünnetten besleneceği yerde müsteşriklerin rahlelerine oturup onların kitaplarını tedris ediyor ve bu zehirleri, İslam adına insanlara dağıtıyorlar. Radyo, dergi, televizyon, gazete ve kitaplara da akseden bu cürüm maalesef Müslüman evlatlarının ülkelerinde bir çok taraftar bulmuş durumdadır.BağlantıSÜNNET - VAHY İLİŞKİSİ VE PEYGAMBERLİĞİN VAKIASI
UYDURMA/MEVZU HADİSLERİ TANIMA YOLLARI
SÜNNET – VAHY İLİŞKİSİ VE PEYGAMBERLİĞİN VAKIASI http://islamdevleti.info/kitaplar/Sunnet_Vahy_iliskisi/index.htm ******************************************************* SÜNNET; KUR’AN GİBİ TEFEKKÜR, SİYASET VE TEŞRİ İÇİN KAYNAKTIR http://islamdevleti.info/kitaplar/Sunnet/index.htm ******1921’de ölen, Avusturyalı Yahudi Müsteşrik (oryantalist) Agnas Goldziher “İslâmi Araştırmalar” kitabında şunu yazdı: “Kültür tarihi açısından Muhammed’i kendi halkı nazarında bir Peygamber olarak yapan öğretilerinde icad ediciliğin ve dâhilîliğin var olması bizi ilgilendirmez. Bizi ilgilendiren husus; Muhammed’in kendi öğretilerinin tümünü Yahudilikten ve Hıristiyanlıktan almasıdır.” Müsteşrik Maksim Rodenson şöyle yazdı: “Bir grup insanların Rasûl’deki durumu vahy olarak saymaları idraksizlikten ileri gelir.” Volteir’ de Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’e çattı. Ayrıca birçok müsteşrik, Hz. Muhammed’in peygamber olmadığını, kendisine gelenin vahy olmadığını ve kendisine vahyedilmediğini göstermeye çalışıp Ona karşı saldırıya geçtiler. Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’in Peygamberliği veya ondan gelenlerin (Sünnetin) vahy olup-olmaması hakkında şüphe ve kuşku meydana getirmek için çok uğraştılar. Müsteşrikler, Sünnet konusu ile uğraşırken yaptıkları işi ilmi araştırma olarak niteleyip meseleye objektif bir şekilde baktıklarını iddia ediyorlardı. Halbuki, yaklaşımları ilmi araştırmalardan ve objektiflikten çok çok uzaktı. Onları bu işi iten asıl neden İslâm’a karşı besledikleri kin ve nefretten başka bir şey değildi. Çünkü, onların hedeflerinde İslâm’ı tamamen yok etmek vardı. Bu nedenle, İslâm’ın temel mihengi olan Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’e taarruz ediyorlardı. İddia ettikleri ilmi araştırma ve objektiflik, İslam konu olunca tamamen ortadan kalkmaktadır. Kendisine Muhammed Esed adı veren Leopolde Weiss, “Yolların Ayrılış Noktasında İslâm” adlı kitabında şöyle diyor: “Müsteşriklerin İslam aleyhine haksızca yazmaları ırsi bir içgüdü olduğu gibi haçlı seferlerinin meydana getirdiği etkiler üzerine kurulu doğal bir özelliktir.” Aynı kitapta müsteşriklerin birer misyoner oldukları belirtiliyor ve şöyle deniliyor: “Gerçek olan, çağdaş asırlardaki müsteşrikler Hıristiyanlık için birer misyonerlerdir.” Ve şöyle devam ediyor: “İslâm Dünyası, kendisinden Avrupa’nın istifade ettiği kadar ondan (Avrupa’dan) istifade etmedi. Fakat, Avrupa bu iyiliği tanımadığı gibi nankörlük yaptı. Şöyle ki; İslâm’a karşı besledikleri kin ve nefreti azaltmadılar, tersini yaptılar. Kinlerini, nefretlerini ve buğzlarını artırdılar. Ve bu, bir huy oldu. Avrupa’da Müslüman kelimesinden söz edilince kin ve nefret Avrupa halklarının duygularına hakim olur.” Müsteşrikler, Hıristiyan misyoner olmakla birlikte, aynı anda sömürgeci Batı’nın resmi misyonerleri olup birer askerleri konumundadırlar. Birbirlerine karşı şiddetli düşman olan Hıristiyanları, İslâm’a ve Müslümanlara karşı ittifak ettikleri kadar başka hiç bir şeyde ittifak ettiklerini göremezsiniz. Halbuki; onlar, kendi inançlarıyla ilgili birçok hususta birbirlerine karşı köklü düşmandırlar. Birbirlerine karşı sürekli buğzettikleri bir gerçektir. 27.01.1990 tarihinde Rumlar’ın hakimiyeti altında bulunan Lefkoşe’de (Kıbrıs’ta), Orta Doğudaki bütün kiliselerin temsilcilerinin katıldığı on yedi günlük toplantıları bir toplantı düzenlendi. Bu toplantıdan çıkan ortak bildiride; İslâm Dünyası’nda –burada yaşayan insanların çoğunun Müslüman olmasına rağmen burada- misyonerlik için işbirliği yapma noktasında anlaştıklarını deklare ettiler. Bunun büyük bir başarı olduğunu şöyle bildirdiler: “On beş y.y.’dan beri bu toplantıya benzer bir toplantı yapılmadı. Diğer kiliseleri tanımayan Katolik Kilisesi Rum Ortodoks kilisesi ile buluştu.” Bu olay, gerçekte (Kapitalist) sömürgeci olan Hıristiyan Dünyası’nın İslâm’a ve Müslümanlara karşı ne kadar kin ve buğz besleyip düşman olduklarını göstermeye yeter. Yine bütün bunlar gösteriyor ki, onlar İslâm’a ve Müslümanlara karşı savaşlarını sürdürmekte ısrarlıdırlar. Sömürgeci Batı, İslâm’la savaşında sadece kendi çocuklarıyla yetinmedi. Söylediklerini papağan gibi tekrarlayacak ve Batı iddialarını İslam beldelerinde yayacak kişilere elini uzattı. Bu noktada yolunu şaşırmış Müslümanların evlatlarından bazılarını kendi tarafına çekmeye çalıştı ve başarılı da oldu. Bunların bir kısmını İslam beldelerinde kurdukları karton devletçiklerin başına dikti. Libya’da Albay Kaddafi gibi. Kaddafi, yıllardır Sünnete karşı düzenli kampanya yaparak saldırıyor. Kendisine karşı çıkanları şiddetli bir şekilde cezalandırıyor. Hala Libya hapsanelerinde Hilâfet Devleti kurmak için çalışan İslâmi bir Hizb’e/kitleye mensup kişiler bulunmaktadır. Yine bu Hizb’in mensubu olan on üç kişi, Sünneti inkâr eden Kaddafi’ye onu ikna etmek için gönderildi. Bu heyet, Sünnetin doğru bir kaynak olduğunu ispatladığı gibi tefekkür, siyaset ve teşri/yasama için bir kaynak olduğunu ispatladı. Neticede Kaddfi onlardan on üçünü idam ettirdi. Peki; Sünnetle savaşmanın, onun hakkında şüphe ve kuşkunun meydana getirebilmesinin sebebi ve sırrı nedir? Allah’ın Râsul’ü Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’in vahy alması ve kendisine vahy edilmesi hususunda şüpheleri ortaya atmanın sebebi nedir? Günümüzde de müşahade ettiğimiz gibi bu denli, aşırı derecede saldırılar ve kampanyalar niçin? Bazıları; Sünneti neden bir içtihad olarak göstermeye çalışıyor? Kur’an’ı ortadan kaldırmak için sünneti inkar ettiği bilindiği halde Kaddafi’nin Kur’an’ı korumak için Sünneti reddettiğine dair bahaneleri niçin? Günümüzde buna benzer birçok sorular ve çalışmalarla karşı karşıya bulunmaktayız. Konumuzun akışında bu saldırıların nedenini ve Sünnetin İslam’daki konumunu irdelemeye çalışacağız. Bu çalışmamızda Allahu Teala bizleri yanlışlardan korusun, doğruyu ve hakikati göstermekte başarılı kılsın. Esad Mansur ****************************************** ************************************************ Bütün hamd ve şükür Allah’a (cc) mahsustur. Sâlât ve selam insanlığın efendisi Muhammed’e (sav), onun âli ve ashabına olsun. Sünnetin vahiy ve teşrî kaynağı olduğu hakkında İslam alimleri arasında bir ihtilaf olmamıştır. Ne yazık ki bazı kimseler, yukarıdaki sözümüze karşılık farklı görüşler öne sürerken yanıldıklarını ve İmam Şafii’nin sözünde hataya düştüklerini belirtmeliyiz. “Müslümanlar arasında geçmiş herhangi bir zamanda, sünnetin hüccet ve hüccetinin bedahetinde hiç bir ihtilaf olmamıştır. İmam Şafii’nin Cimaul İlim veya başka yerlerde naklettiği hususunda yanılgıya düşenler aslında İmam Şafii’nin sözünü gerekli şekilde anlayamamışlardır. Sünnetin, sünnet olması açısından hüciyyetiyle, bu sünnetin nakil yolu olan hüciyyetindeki farkı idrak edememişlerdir. Sünnetin, sünnet olması açısından olan hüciyyetinde, Müslümanlar herhangi bir zaman diliminde ihtilaf etmiş ve herhangi bir fırka tartışma yapmış değildir. Fakat sünnetin, bir ümmetten diğerine nakil vasıtası olan rivayetlere gelince bazı kısımlarında bazı Mutezile ve yine bir kısmında Havariç ve onun hucciyetinde bazı Şia ihtilaf etmiştir.” (Hücciyetüs Sünne, Abdulgani Abdulhalık s. 15) Sünnet gayet güzel muhafaza edilmiştir. Tarih, hiç bir dönemi Resulün (sav) dönemi kadar aydınlık ve dupduru anlatmamıştır. Accac’ın es-Sünnetu Kabled Tedvin vb. eserler, bu husus için güzel örneklerdir. Savaş meydanlarında Müslüman kılıcını düşüreyemeyeceğini anlayan küffar, kesin zafer için Müslümanların bu inancını gönüllerinden alınması gereğini hissetmiş, fakat bunda başarılı olamayacağını anlamıştı. Ama şeytanca kararını çok geçmeden de bulmuştu. Mademki Müslümanların gönüllerinden İslam’ı alamıyordu, o halde, o gönüllerde yatan İslam’ın vakıasını ve anlamını değiştirecek böylece batılın savunucusu bir nesil ortaya çıkacak ve hem düşüncede hem de hayatta sefil bir toplum olacaktı. Bundan sonrada hakim-mahkum yer değiştirecek ve Müslümanların yönetimi, küfrün iki dudağı arasından çıkan sözlerle olacaktı. İşte bu başarının yapılabilmesi için, Kur’an’ı tahrif etmek gerekliydi. Kur’an’ın da ortadan kalkması mümkün değildi. Fakat mânasını tahrif etmek mümkündü. Bunun gerçekleşmesi için sünnetin ortadan kalkması gerekiyordu. Zira sünnet, Kur’an’ın mânasını açıklıyor, onun mânalarının çok dışarılara çıkarılmasını engelliyordu. Eğer sünnet ortadan kaldırabilirlerse Kur’an’ın mânaları lastik gibi her yöne çekilebilecek ve böylece bir filozofun “bazı insanlar, bazı kavramlara o kadar çok mânalar yüklerler ki o kavram her şeyi ifade eder hale gelir. Oysa artık o kavram hiç bir şeyi ifade etmez hale gelmiştir. Çünkü her şeyi ifade eden bir kavram aynı zamanda hiç bir şeyi ifade etmez.” dediği gibi Kur’an’da bundan sonra ittifak kitabı değil, tefrikalar kitabı olacaktı. Bu hedefin bir an önce gerçekleşmesi için batı, müsteşrikleri yetiştirmeye başladı. Bunlar bir Müslüman’dan daha çok İslam’ı tanır vazıyette idiler. Mustafa Sibai Avrupa’daki bir anısını şöyle anlatıyor: “İngiltere’nin Manchester kentinde Prof. Robson’la görüştük. Bu sıralarda Ebu Davud’un Süneni’ni bir el yazmasıyla karşılaştırıyordu.” (İslam Hukukunda Sünnet, Mustafa Sibai s.23) Bu gün bir Müslüman dinini öğrenmek için Arapçasından Ebu Davud’u incelemezken küffar, o dini bozmak için daha derin inceleme zahmetine katlanıyor. Goldziher İslam’ı bulandırmak için altı ayda Arapça öğreniyor ve yine müsteşrikler, gönüllerdeki İslam’ı bozmak için büyük bir çaba ile concordance’yi hazırlamışlardır. Bu büyük hadis sözlüğü, Müslümanların dinini öğrenmek için nadir araştırmalarında dayanakları olmuş ve bir yazarın dediği gibi; “Ne zaman bu kitaba baksak utanıyoruz.” Bir çok İslam düşünürünün kitaplarını da onlar tahric ediyorlar. Küfrün İslam dinini bozmak ve bâtılı hakim kılmak için verdiği çabayı biz Müslümanlar onu öğrenmek, yaşamak ve yaşatmak için göstermiyoruz. İslam’ın insanlığa geldiği günden beri hiç bir dönemde Müslümanlar bu kadar zelil ve hakir olmamışlardır. Nihayet müsteşriklerin iddiaları Müslüman yazarların da ağızlarından duyulur oldu. Resulün (sav) sünnetinde şüpheler Müslümanların kafalarına girdi. Kur’an ve sünnetten besleneceği yerde müsteşriklerin rahlelerine oturup onların kitaplarını tedris ediyor ve bu zehirleri, İslam adına insanlara dağıtıyorlar. Radyo, dergi, televizyon, gazete ve kitaplara da akseden bu cürüm maalesef Müslüman evlatlarının ülkelerinde bir çok taraftar bulmuş durumdadır.BağlantıKarşımıza bir vesile ile çıkan ve Peygamberimize atfen hadis olarak bizlere sunulan rivayetlerin hangilerinin sahih/doğru, hangilerinin mevzu/uydurma olduklarını ayırt etmek için faydalanacağımız b…