18 Mayıs 2015 Pazartesi

ŞERİATIN METODUNA AYKIRI ÇIKIŞLAR.

İslam’ma davet ederken; Rasulullah (s.a.s)’in metoduna bağlanmamızın ve onun dışına çıkılmamasının gerektiğini söylediğimiz zaman, bazı İslami bilinen şahıs ve cemaatlardan tepkiler alıyoruz.

Biz bu tepkiyi gösterenlere değilde, onların tepki olarak ortaya koydukları düşüncelere bakıp, bu düşünceleri incelemek istiyoruz. Ki böylece Müslümanlar şaşkınlık içerisinde kalması, bu tepkiler içerisinde boğulup kaybolmasın veya davayı yüklenmekle ilgili şüphelere sahip olmasın.İşte bu husustaki örtüleri kaldırıp gerçekleri göstermek istiyoruz. Bunların en önemlisi:

1. Bir kısım Müslümanlar şöyle diyorlar:”Hilâfeti kurmaya yönelik çalışmanın farzı, yalnız yöneticileri ve onların çevrelerini buna çağırmaya dayalıdır.”

“Yöneticilerin çevresinden” ise toplumun ileri gelenler, efendileri ve söz sahipleri kastediliyor.eğer bunlar davete icabet ederlerse, toplum İslâm lehine çevrilir ve böylece değişir. Bu kişileri böyle bir anlayışa iten sebep ise, onlarca şöyle ifade ediliyor: “Sıradan Müslümanları çağırmak davetcileri, yöneticilerin zelilleştirme operasyonuna maruz bırakır. Bu ise kişinin sabrı ve takati dışında bir işi üstlenmesi demektir. Böyle bir davranış ise Şeriatça nehyedilmiştir. Çünkü Rasulullah (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Müslüman'ın kendi kendini zillete uğratması doğru değildir.” Soruldu ki: “İnsan nasıl kendi kendini zillete uğratır? “Dedi ki: “Dayanamayacağı belaya maruz kalmasıdır.( ibni hanbel.Tirmizi.ibn Mace)

Toplumlardaki davet hareketlerini inceleyen kimse, bunların toplumdaki bunların bir toplumda zulüm, fısk, şaşkınlık,sıkıntı ve meşakkatlerin çoğalıp arttığı zaman ortaya çıktıklarını görür. Şöyle ki; Yalnız Allah’ a kulluk etmek ve hakimiyet yalnız O’na ait olduğu düşünce ve inancı toplum hayatında zaafa uğrayıp, unutulmaya, terkedilmeye başlayınca yukarıdaki saydığımız vakıalar ortaya çıkar. Bu sebeblerdir ki bütün Peygamberler (Hz. Muhammed (S.A.S)’de getirdiği İslam diniyle) insanları ilk önce yalnız Allah’ a iman etmeye ve yalnız O’na kulluk etmeye davet etmiştir.

Geçmişteki veya günümüzdeki toplumlar genel olarak yöneticiler ve onların çevreleri tarafından yönetilmiştir. Batıl inançlar, tasavvurlar ve bunlardan fışkıran kanunlar hep bunların çıkarları doğrultusunda ortaya konmuştur. O yüzden makam ve çıkarlarını korumak için bunları himayeleri altına alırlar ve onları savunma işini üstlenirler. Bundan dolayı uyanık bir bedevi Arap Rasulullah (s.a.s)’in davetini ilk defa için duyunca şu derin ve isabetli sözü söyledi. “Bu dava krallar tarafından kerih görülür. ” Toplumlardaki insanlar, yöneticiler ve bunların çevrelerine boyun eğerler. Etkileyen değil etkilenen olurlar. Onları sevmeseler bile onların kendileri üzerine uyguladıkları hükümlere boyun eğerler. Yöneticilere, onların çevrelerine ve uyguladıkları düzene karşı çıkıp değiştirmek istediklerinde karşılşacakları tepkiyi bilirler.

Allah’u Teala tarafından, hakla aydınlatmak ve sahih yola ulaştırmak için gönderilen Peygamberler, ilk önce kavimlerindeki yöneticiler ve onların çevreleri tarafından reddedilmişler ve karşı çıkışlara maruz kalmışlardır.

Yöneticilerin çevreleri şunları kapsar; Yöneticilerin yardımcıları, çıkarcılar ve iş adamları, sefahatcı zenginler. Bunlar insanların liderleri ve önderleri olurlar. Yöneticilerin çıkarlarına uyan siyasi ve fikri ortamın adamı olurlar. Yöneticiler bunlara dayanırlar ve onların desteğini alırlar. Allah’u Teâla, bunlarm Peygamberler ve davetlerine karşı gelme hususunda öncülük yapanların ta kendileri olduklarını belirtmiştir. Çünkü mal, para ve makam sahibi olma sevgisi ve isteği kalplerini doldurmuştur. Onların çıkarları merkezlerine ve yönetime bağlı olmuştur. Bundan dolayı, Allahu Teâla’ya davet edilince, bu kesim davanın çıkarlarıyla ve merkezleriyle çeliştiğini zannına kapılıp davaya karşı cephe oluştururlar. Yöneticilerinin kalplerini davaya karşı kinle doldururlar. Bununla savaşma işini ve yok etme hareketini onlara süslü gösterirler. Böylece yöneticiler kesimide kendi göğüslerinde sakladıları şer ve günahla o çevrenin çağrışma ve nasihatına uyarlar.

Böylece Allah’ın Peygamberleri ile bu yöneticiler ve çevreleri arasında mücadele başlar. Aralarında fikri kavga ve siyasi mücadele kızışır. Her iki taraf, halkı kendi yanına çekmeye çalışır. Nebiler silahsız, güçsüz ve doğru sözün gücü dışında başka güce malik olmadıkları halde hak silahıyla hakka davet etmekle kaim olurlar.

Yöneticiler ve çevreleri peygamberlerin davetlerini batıl iddialarla çürütmeye gayret sarf ederler. Şöyle derler ve iddia ederler: “Bu davetçilerin sözleri bir büyüdür, eskilerin masallarıdır, bunlar yalancıdırlar. Buna inanan kimseler beyinsiz, ve insanların en alçağı ve düşüğüdür.”

Bu batıl propaganda işe yaramayınca
işkence çektirmeye, kavuşturmaya, hapse atmaya, sıkıştırmaya, eziyete uğratmaya ve öldürme yollarına başvururlar. Böylece Peygamberler ve tabileri ile yöneticiler, çevreleri ve kralların dinleri üzerine devam eden insanlar arasında savaşın bütün kapıları en geniş şekilde açılır. Kur’an’ı Kerim, bu mücadelenin her zaman birçok yerde anlatır.

Misal olarak, Nuh (a.s) kavmini davet etmeye başlar başlamaz kavminin ileri gelenleri veya yöneticilerinin çevresi onlara karşı çıkıyor ve onlarm yolunu kesiyorlar. Allahu Teâla şöyle buyurdu:


“And olsun ki Nuh ’u kavmine gönderdi ki ; “Ey kavmim” dedi, Allah ’a kulluk edin sizin ondan başka ilahınız yoktur. Doğrusu ben size büyük bir günün azabının inmesinden koruyorum. Kavminden ileri gelenler dediler ki; “Biz seni açık bir sapıklık içinde görüyoruz. ” Nuh dedi ki: “ Ey kavmim ben de bir sapıklık yok, yalnız ben alemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir Resul’um. ” (Araf 59'61) 
Hud (a.s) Ad kavmini Allah’a kulluğa davet ediyor. Fakat bu kavmin ileri gelenleri veya yöneticilerinin çevresi O’na karşı çıkıyorlar. Allah Teâla Şöyle buyurdu:

“Ad kavmine de kardeşleri Hud’u gönderdik: ”Ey kavmim, Allah ’a kulluk edin, sizin ondan başka ilahınız yoktur. Ondan korkmaz mısınız?” dedi. Kavminden ileri gelenlerinden olanlar şöyle dediler: “Biz seni bir beyinsiz olduğunu görüyoruz ve seni yalancılardan sanıyoruz” dediler. (Araf-65-66)

Başka misal da, Salih (a.s) Semud adlı kavmini davetine çağırınca buna ilk itiraz eden yine yöneticilerin çevresidir. Allah’u Teala şöyle buyurdu:

“Semud kavmine de kardeşleri Salih’i gönderdik.”Ey kavmim” dedi. Allah’a kulluk edin. O’ndan başka ilahınız yoktur.” <Araf 73)

“Kavminden büyüklük taslıyan ileri gelenler, içlerinden zayıf görülen inananlara: “Siz Salih’in gerçekten Rabbı tarafından gönderildiğini biliyor musunuz? “ dediler. Onlar da: “Evet doğrusu biz onunla gönderilene inananlarız” dediler. Büyüklük taslıyanlar: “Biz sizin inandığınızı inkar edenleriz “ dediler. ”
(Araf 75-76)

Şuayb (a.s) ise Medyen adlı kavmini çağırınca yöneticilerin müstekbir çevresi yüzüne karşı çıktılar. Allahu Teâla buyurdu:

“Medyen’e de kardeşleri Şuayb’i gönderdik: Ey kavmim dedi, Allah ’a kulluk edin. Sizin ondan başka ilahınız yoktur. ” <Araf-85>


“Kavmimden büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki: “Ey Şuayb ya mutlaka seni ve seninle beraber inananları kentimizden çıkarırız, yada milletimize dönersiniz.” <Araf-88)

Musa (a.s)’in davetindende örnek gösterelim. Allahu Teâla onu Firavuna ve çevresindekilere gönderince bunlar O’nu yalanladılar, diğerlerini Musa’dan korkuttular onun aleyhine değişik şaibeler yaydılar. Onu öldürmek için Firavunu teşvik ettiler. Allah’u Teala şöyle buyurdu:

“Onlardan sonra, Musa’yı mucizelerimizle Firavun’a ve onun ileri gelen adamlarına gönderdik. Ayetlerimize haksızlık ettiler. Fakat bak fesatçıların (bozguncuların) sonu nasıl oldu. ”<Araf-l03)

“Firavun kavminin ileri gelenleri dediler ki: “Bu çok bilgili bir sihirbazdır” <Araf-l09>

“Firavun kavminin ileri gelenleri dediler ki: “Musa yı ve kavmini bırakıyorsun ki seni ve tanrılarını terk edip yeryüzünde fesat mı çıkarsınlar?” <araf -127>

 “Firavun ’nun ileri gelen adamlarının kendilerine kötülük yapmasından korktukları için kavminin içinde Musa’ya yalnız (genç) bir takımdan başkası inanmadı. Çünkü Firavun yeryüzünde çok ululanan ve israf edenlerden (aşırı gidenlerden) idi”. <Yunus83)

Rasulullah (s.a.s) ‘in siyeri de geçmiş Peygamberlerin siyerlerinden pek farkı yoktur.

Bütün bunlardan anlaşılan; Davayı donduran, ona imanı engelleyen ve onu dinlemeyi önleyen hususlar ile, müminleri sıkıştırmak, kovuşturmak ve onlara işkence çektirmektir.

Böylece müminler imanları için korkarak kavimlerinin ve ailelerinin, kendilerini, fitneye uğratmalarından sakınıyorlardı. Yeni inanacak kimseler, daha önce iman etmiş olan kimselerin akıbetlerine uğrayacaklarından çekiniyorlar.

Bundan dolayı, müminler ile kendilerine muhalif olanlar (bunların başında toplumun ileri gelenleri) arasında çatışma devam eder. Sonunda tağutların üzerine bastıkları dayanak ayakları altından çekilir ve hakkıyla davayı omuzlayanlar, işin başını tutup yürütmeye başlarlar.

Buhari İbni Mesud(r.a)’ın yoluyla şunu rivayet etti: “Peygamber (s.a.s) secde ederken Kureyş’ten bazı insanlar onu çevirdiler. Utebe bin Abi Mayıt adlı bir kişi gelip deve yavrusu doğunca onunla sarılıp silindiği deriyi Resulullah’ın sırtı üzerine attı. Resulullah (s.a.s) başını kaldırmadı. Onu kızı Fatıma (r.a) gelip onun üzerine atılanı kaldırıp attı ve bunu yapana beddua etti. Rasulullah (s.a.s) Kureyş’in ileri gelenlerinden Haşim oğlu Abu Cehil, Rabia oğlu Utbe, Halef oğlu Ummeyye ve diğerlerine beddua etti. İbni Mesut (r.a) şöyle devam ediyor: “Rasulullah (s. a. s) ’ın kendilerine beddua ettiği kişileri, Bedir savaşında öldürüldüklerini gördüm, onlar bir kuyuya da atıldılar"

Şu var ki, Rasulullah(s.a.s)’i, döneminde Mekke’de tek bir yönetici ve çevresini oluşturan ileri gelenler grubu tanımadı. Bunların haricinde bir çok ileri gelenlerin gurupları tanımadı. Bütün bunlar Rasulullah (s.a.s) davetine karşı çıktılar ve insanları bundan uzaklaştırmak için çalıştılar.

Ayrıca, diğer Peygamberler yalnız kendi kavimlerine gönderildiler. Fakat Rasulullah (s.a.s) davetiyle birlikte bütün insanlara gönderildi. Bu nedenle; Kureyş’in ileri gelenleri O’nun davetini geri çevirdiklerinde ve O’na karşı geldiklerinde Rasulullah (s.a.s) başka yere gitmiyor yalnız bunlar arasında kalıyordu denmez. Aksine diğer yerlere gidiyordu. Davet ederken insanlar arasında ayırım yapmıyordu. Zengin olsun, fakir olsun, efendi olsun, köle olsun herkesi İslama davet etti.

Rasulullah(s.as.)İbniÜmmü Mektum’a (kör bir mü’min idi) yüzünü asınca Allah’u Teala bu hareketin uygun olmadığını gösterdi.Nitekim, Rasulullah (s.a.s) o esnada liderlerle konuşuyor ve onları İslama davet ediyordu. Umuyordu ki; bunlar iman ederlerse, kendilerine tabi olan İnsanlar daha çabuk iman edebilirlerdi.

Siyer kitaplarında gördüğümüz gibi Rasulullah liderleri, efendileri davet ederken onlara tabi olanlarında iman etmelerini İşte şiddetle arzu ediyordu. İşte bu yüzden davet herkesi kapsamalıdır. Ayrıca Bilal, Ammar ve babası Yasir, annesi Sümeyye, Suhayb ve Selman gibi insanlar davaya inandılar. Halbuki bunlar kavimlerinde efendi veya lider konumunda değillerdi. Yine Fahiyfe oğlu Amir, Ümmü Abis, Zenire, Nehdiye, onun kızı ve Mümel oğullarının cariyesi, bunların hepsi Ebu Bekr (r.a) tarafından azad edilmiş ilk Müslümanlardandırlar.

Rasulullah (S.A.S) öncelikli olarak,
hayırlı olabilecek insanları davet ediyordu.

Sonra herkesi davet etti. Kendisine icab edenler ise yaşlı ve genç kavminde itibar sahibi olanlar ve olmayanlardı.

Buna göre davet etmek hususunda ayırım yapılamaz. Yani davet herkese yönelik olmalıdır. Bu hususta Rasulullah’ın (S.A.S) takip ettiği yol izlenir. Ki böylece DARUL ÎSLAM kurulsun.

Allahu Teâla kendi Rasülunun uygun olmayan bu hareketini ona gösterince liderleri davet etmeye önem vermeyi yasaklıyor veya doğru bulmuyor diye mana taşımaz. Ancak, liderler ile sıradan insanlar arasında davet açısından bir ayrım bulunmadığı ve yalnızca liderlere yönelik ihtimam göstermesinin uygun olmadığını gösteriyor.

Siyer kitapları, Rasülulah (S.A.S) liderleri ve efendileri davet edince onlara uyan sıradan insanların iman etmelerini temas ediyordu. Bu nedenle davet herkesi kapsamalıdır. Ayrıca, Bilal,Ammar, babası Yasir ve annesi Sümeyye, Suhayb,ve Salman gibi insanlar davaya inandılar. Halbuki bunlar kavimlerinde efendi veya lider sayılmıyorlardı. Yinede Fahiyfe oğlu Amir, Ümmü Abis, Zenire, Nehdiye onun kızı ve Mümel oğullarının cariyesi, bunlarm tümü Ebu Bekir (r.a) tarafından azad edilmiş insanlardır.

Bunlar ilk müminler idi. Rasülullah (s.a.s) başta hayırlı olabilir niteliği taşıyan insanları davet ediyordu. Ondan sonra herkesi davet etti. Kendisine icabet edenler ise yaşlı ve genç kavminde sayılı olanlar ve sayılı olmayanlara yönelik olmalıdır. Tamamen Rasulullah (s.a.s)’in izlediği yol izlenir. Ta ki Darul İslam kuruluncaya kadar. *

2. Bazı Müslümanlar, “Allah ’u tealâ bizden İslam Devleti’ni kurmak için çalışmayı değil, kendisine ibadet yapmamızı istiyor. Resul (s. a.s) İslam Devletini kurmaya davet etmedi. Ancak Allah ’a kulluk etmeye davet etti. Başka ifadeyle, merkezi mesele İslam devletini kurmak değil, Allah ’a ibadet etmektir. ” Veyahut; “Önemli olan İslam devletini kurmamız değil, Allah’a kulluk etmemizdir” ve buna benzer sözler sarf ediyorlar.

Bu itiraza cevap verebilmek için ibadetin gerçeğini ve nasıl gerçekleşeceğini belirginleştirmek gerekir. Allah Teala insanı kendisine kulluk etsin diye yaratmıştır. Öyleyse ibadet; İnsanın yaratılış gayesidir. “La ilahe illallah” sözünün manası ise; “Allah’tan başka tapınılacak ilah yoktur. ” demektir. Allah dışında her şey batıldır ve ret edilmelidir. Bunun manası: İbadet ve itaat yalnız Allah’ın elçisi olan Muhammed (s.a.s)’in getirdiğine göre olmalıdır. İnsan bu şahadet kelimesinin gereklerini yerine getirmelidir.

İbadet, yalnız Allah için olur ve ancak Allah’ın Resulüne vahyedip gösterdiği şekilde gerçekleşir. Bu ise temeldir ki hayatımızda her amelde ve her sözde etkisini göstermelidir.
Müslüman hayatında bir ihtiyacı sağlamaya veya bir değeri yerine getirmeye kalkışınca değişik şekillerle doyurabileceği uzvi ihtiyaçlarını ve içgüdülerini tatmin etmek için şeri hükümlerin gösterdiği şekli benimser. Amellerini şeriat ahkamına göre tatmin etmek, yalnız bu ahkamla yetinmek ve bunu Allah’a imana dayandırmak, ameli bir ibadet haline getirir.

Her işi gerçekleştirmek ötesinde bir arzu veya ihtiyaç bulunuyor, öyleyse insanın işleri hayatın tüm yönleri kapsıyor. İbadet ise; İnsanın bütün işlerini Allah’ ın emir ve nehylerine göre yürütmekle beraber bunu yalnız Allah’a imana dayandırmaktır. Bu ise, ibadetin insanın her işini kapsadığını gösterir. Bir müslümana Allah’a ibadet yap veya tap veya kulluk et dersen yalnız ibadet konusu altında fakihlerin indeksledikleri namaz kılmak veya zekat vermek veya hac yapmak veya oruç tutmak değil, Allah’ın her emrine itaat etmek ve her nehyinden vaz geçmektir.

Allah’a iman ise amellerin dayandığı temeldir. İbadet ise, bütün işleri yalnız Allah’a imana dayanarak gütmektir. Buna binaen de dinin tümü ibadettir. İbadetin başka manası ise zillet göstermektir. Böylece, Allah’a ibadet
ettiğimiz zaman; O, ilim sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah’a zillet göstererek emrine uyarız. Bu ise, gönüllü ve tam teslimiyet göstererek ona boyun eğmektir.

Bundan dolayı, Marufu emretmek ve münkeri nehy etmek, kafirlerle ve münafıklarla Allah için cihad etmek, müslümanların yaşayış ve ilişkilerinde Allah’ın dinini hakim kılmak, bütün insanlar arasında İslam davetini yaymak, müslümanların varlığını korumak, namaz kılmak, oruç tutmak vs, bütün bunlar Allah’a itaat ve ibadetten birer parçalarlar.

İnsanın bütün işlerini kapsayan Allah’a kulluk etmek müslümanın bulunduğu duruma göre olur; şöyle ki; Bir Müslüman namaz kılmıyorsa; onu namaz kılmaya davet edilir, bu ise Allah’a kulluk etmeye çağırmaktır. Oruç tutmuyorsa oruç tutmaya davet edilir, bu da Allah’ a kulluk etmeye çağırmaktır. Şeriata uygun şekilde alış veriş yapmaya birisini çağırınca Allah’a ibadet etmeye çağırmış olursun. Her husus böyledir. Her ibadetin temeli Allah’a imana dayalı olunca namaz, oruç ve diğer ibadetlere davet etmeden önce imana da çağırmak gerekir. Nitekim, davet edilen kişinin imanını canlandırmak gerekir. İşleri yürüten yalnız bu iman olmalıdır.

Buna benzer, Allah’ın dinini hakim kılmak ve indirdikleriyle hüküm etmeye davet etmek ise; itaat edilmesi farz kılınan Allah’ın bir emrini yerine getirmektir. Ancak Allah’a inanan kimse bunu yapar. Buna davet etmeden önce imana çağırmak gerekir ki bu işte Allah’a ibadet gerçekleşmiş olsun.

Bu günkü müslümanlar Allah’ın dinine dayanmayıp, küfür nizamları, uygulanan rejimlerin gölgesinde yaşadıklarına ve islami hayatı yaşamadıklarına göre Allah’ın dinini uygulamaya davet etmek, Allah’a kulluk etmeye davet etmek demektir. Zira çabalar, himmet ve azametler buna yönlendirilmelidir.

Binaenaleyh, Allah’a tapmaya davet etmemiz çağın problemlerini kapsamlı kılmalıyız. Nitekim İslam hayatını yeniden başlatmaya davet etmek bunu temsil eder. Böylece, Allah’a ibadet etme konusu en mükemmel şekilde gerçekleşir. Bu nedenle; İslam devletini kurmaya davet etmek, Allah’ın dinini hakim kılmaya davet etmenin ta kendisidir. Bu da bir ibadettir. Bu davet, Allah’a ibadet etmeye bir davettir. Çünkü, bu davet inandığımız Allah’ın bir emridir. Müslüman bunu yerine getirmeye kalkışmazsa Allah’a kulluk etme görevinde ifrat etmiş olup günah işlemiş olur.

Bu sebeple başta bahsettiğimiz bazı müslümanların öneri veya anlayışlar yalnıştır. Çünkü, onlar Hilafet devletini kurmak için yapılan mücadelenin ibadetle çeliştiğini zannederler veya öyle gösterirler. Bu ise Kuranın bir kısmıyla amel etmek ve bir kısmını terk etmektir. Halbuki; Müslümanlar bundan nehy edildiler. *

Bu arada Resulüllah (S A.V.)’in siyeri hedefe ulaştırmaz diyenler var:

Bunların sözünün manası, bu siyerin nasları güvenilir değil ve ona bağlanılmamalıdır. Buna dayalı olarak, onunla çalışmaya emredilmedik, demektir. Bunu kendileri aleyhine değil, lehlerine bir hüccet sayarlar ki Hilâfet’i kurmak için Mekke’de iken Resulüllah (S.A.V.)’in amelini örnek almaktan geri kalırlar.

Buna cevap şöyledir; Siyer haberler ve olaylardan ibarettir. Bunlar araştırılmaya ve rivayetlerinden emin olunmaya muhtaçtır. Siyer, Resulüllah (S.A.V.)’in amelleriyle ilgili olduğu için Vahy’den bir parça sayılır. Buna göre, müslümanlar kitaba ve sünnete ihtimam gösterdikleri kadar Resulüllah (S.A.V.)’in siyerine o kadar ihtimam vermeliler. Mekke’deki Onun siyeri: orada yaptığı amelleri ve bu amellerin sayesinde Medine’de Dar’ul İslâm’ın kuruluşuna yol açması keyfiyetidir.

Onu araştırabilen kimseler, onun araştırılmasını ihmal edince
günahkâr olurlar. Ayrıca, diğer müslümanları onu araştırmaya teşvik etmedikleri için günahkâr olur.

İlginç şeydir ki, siyerin hedefe ulaştırmadığını söyleyenler, hadislerin araştırılmasıyla ve tahriciyle ilgilenen kimselerden sayılırlar. Onlar o sözleri ortaya atarken sanki kendileri bu dini yükseltmek için çalışmaktan muaf tutulmuşlar. Onlar böyle sözleri söyledikten sonra sanki önemli bir işe son verdiler ve onların işi bitti.

Bunlar herhangi bir müslüman gibi İslâm Devleti kurmak için çalışmakla emredildiklerini unuttular mı? Bu da, onların bu konuyu araştırmaları ve incelemelerini gerektirir. Şartlar onların kısmî şer’i meseleler için hadisleri tahric etmeye sevk etmişse bunun için onlara teşekkür edilir. Çünkü bunu araştırabilmek için çok çaba harcadılar ve zaman geçirdiler. Konunun dinin hakimiyetini kılmakla ilgili olduğunu öğrenirlerse bunun için daha çok çaba sarf edecekler ve vakit geçireceklerdir.


Siyer kitapları ihmal edilecek dereceye düşmediği gibi içinde
geçen rivayetler hemen alınabilecek halde değildirler.

Siyer alanında tarihi yazılar yazan yazarlar, rivayet edenler, onların güvenirliliği rivayetlerini ve bunların sağlamlılığını incelerken hadis araştırıcıları kadar dakik değillerdi. Bu nedenle, hadis alimleri ve hadis araştıranlar, siyer yazarlarının yazılarında sanki müsamahakârlık yaptıklarını görürler.

Hadis alimleri ve muhaddislerin davrandıkları gibi hadisler araştırılmalıdır. Buna eşit olarak, Resulüllah (S.A.V.)’in ve sahabelerin (R.A.) siyerleri de araştırılmalıdır. Diğerlerinin siyerleriyle ilgilenenler müsamahakârlık göstermişse siyer ilmi ihmal edilemez, kötülenemez. Olaylar çoktur, günler sürâtle geçmektedir, öyleyse siyer veya tarih yazarları muhaddislerin yollarını izleyeceklerse bütün olayları kuşatamazlar.

Bundan dolayı Resulullah (S.A.V.)’in siyeriyle Müslümanların çokça ilgilenmeleri gerekir. Çünkü, Resulüllah (S.A.V.)’in sözleri, fiilleri, takriri ve sıfatlarını içerir. Bunun tümü, Kuran’ı Kerim gibi teşri bir yasadır. Nebevi siyer, hadislerden bir parça olup yasa yapmanın, bir konudaki hükmü ortaya koymanın kaynaklarından birisidir. Nebi (S.A.V.)’le ilgili ne kadar sahih rivayet bulunursa sünnetten bir parça olup şer’i delil
sayılır. Buna ek olarak, Resulullah (S.A.V.) ‘ı örnek edinmek Kuran’dan bir parça sayılır. Allah’u te âla şöyle buyurdu: “Muhakkak ki Resulullah sizin için güzel bir örnektir(Ahzab:21)Böylece , siyerle ilgilenmek te şeriatın bir emri olmuş oluyor.

İlk müslümünlar siyeri naklederken rivayetlere dayanıyorlardı. Önce tarihçiler selevi olarak rivayetleri aktarıyorlardı. İlk nesil, Resûlullah (S.A.V.)’in amellerini gördü veya sözlerini işitti, diğerlerine aktardılar. İkinci nesil bunları taşıdı. Bazıları bunların bir kısmını yazdılar. Bunlar halen hadis kitaplarında mevcuttur.

Hicri ikinci asırda, alimler siyerin haberleriyle ve onları bir araya getirmeye uğraştılar. Hadislerde olduğu gibi rivayet edenlerin isimlerini de zikrederek rivayetlerini aktarmaya başladılar. Bu nedenle, hadis alimleri ve araştırıcıları, rivayetleri, rivayet edenleri inceleyerek reddedilen zayıf rivayetler ile sahih rivayetleri birbirinden ayırabilirler ve sahih siyeri tespit edebilirler, siyerden delil getirilince bu yola itimat edilir. Buradaki mesele, yeni bir ilmi tespit etmek değil, ancak Resûlullah (S.A.V.)’in sözü ve fiili bu inceleme ile belli olur. Şu da var ki bazı insanlar, cemaatlar ve hizipler (partiler) bunu incelediler.

Ayrıca, dini yaşatmak ve hakim kılmak isteyen cemaat ve hizip delil olarak itimat ettiği naslardan emin olmalıdır ki Resûlullah (S.A.V.)’i tam olarak örnek edinebilsin.

Üstelik siyer kitapları çeşitli olmasına rağmen, Hadisi Şerif kitapları ve Resûlullah (S.A.V.)’in siyerinin ve hareketinin merhalelerinin varlığı üzerinde birleştiği gibi Kuran’ı Kerimin bu merhalelerin varlığını gösteriyor. Kuran’ı Kerim bu merhalelerin bir çok detayını beyan etmiştir ki siyer ve Hadisi Şerif kitaplarında geçen rivayetlerin doğruluğunu pekiştirir. Böylece, Kuran’ı Kerim istenilen konular ve aşamaları ince bir şekilde belirginleştirmiştir.

Misal olarak, Resûlullah (S.A.V.) bozuk ve batıl inançlara değinmiştir. Böylece putperestlik, Dahriye (zamanın ezeli olmasına), Mecusi, Sabia, Yahudilik ve Hıristiyanlığa dokunup çatmıştır. Birçok ayette Kur’an bunları sergilemiştir. Resûlullah (S.A.V.) adetler ve geleneklere çatmıştır. Kız evlatlarını diri diri toprağa gömme konusuna, bazı hayvanlara dokunulmazlık getirilmesine ve falcılığa çatmıştır. Yöneticileri ele alıp onlara bazen isimleriyle, bazen de vasıflarıyla çatıp onları teşhir etmiştir. İslâm daveti aleyhine entrikalarını keşfetmiştir. Cemaat ve hizip bu metoda bağlanır. Bağlantısı da bu metodun aslına ve
genel manasına yöneliktir. Üslûp, vesile ve şekillere bağlanmaz. Yanlış fikirler, yanıltıcı mefhumlara ve İslâma aykırı olan sapık örf ve adetlere dokunup çatar. Yöneticilere dokunup çatar. Onların entrikalarını keşfeder. İslâm fikirlerini ve hükümlerini belirgin bir şekilde izah eder. Ümmetin bunları benimsemesine ve hayat sahasında tatbik etmeye, kendisiyle beraber çalışmaya davet eder.

Resulüllah (S.A.V.) silahsız kimseye yağ çekmeksizin, dalkavukluk ve uzlaşma yapmaksızın ve orta yol kabul etmeksizin İslâm fikrine karşı gelen herkesin yüzüne karşı çıkmıştır. Korkutmalar ve tehditlere aldırmayıp onlardan hiç korkmamıştır. Sabrederek dayanıp Rabbının emrinden hiç sapmamıştır. Kur’an, bunu bize anlatırken kuracağımız cemaate yol göstermiştir.

Allah’u teâlanın kendi Resûlune 

“Em ro l u nduğun konuları açıkça duyur” (Hicr:94) diye indirdiği ayet, bundan önceki durumda bir gizliliğin varlığını gösterir. Bu gizlilik merhalesinin var olduğuna dair bir işarettir.

Allahu teâlanın "Başköy (başkent) ve etrafındakileri uyarasın" mealindeki ayet, Mekke dışına davetin götürülmesine delildir.

Kuran’ın muhacirler ve ensardan söz etmesi, hicretin ve nusretin (yardım alma konusunun) var olduğuna delildir.

Böylece, Kuran’m birinci mürşit olduğu görülür. Hadisi şerif kitapları Mekke dönemindeki yaşayan müslümanların haberleriyle doludur.

Misal olarak, Buhari “Mekke’deki Peygamber (SA.V.) ve Sahabelerinin Müşriklerden Çektikleri” adında bir eser yazmıştır. Burada Habib Bin Elert’in Resûlullah (S.A.V.)’e gelişi ve müslümanlar için zafer ve yardım etmesi talep etmesiyle ilgili hadisi aktarmıştır. Resûlullah (S.A.V.)’in Kureyş’in ileri gelenlerine beddua etmesine dair hadis rivayet etmiştir. Resulüllah (S.A.V.)’in kavminden gördüğü eziyet ve bu nedenle Taife çıkıp orada görmesiyle ilgili hadisi göstermiştir. Keza, sair hadislerdir.

Şunu da söylemek gerekir; Siyer kitaplarını yazanlar güvenilir ve herkesin güvenini kazanmış imamlardır.

Bunlardan:

-İbni İshak: (H:85-152), onun siyer kitabı “El-Magazi”’dir. Bunun manası “Gazveler” dir. mam Zuheri onunla ilgili şöyle demiştir: “Kim magazi’yi öğrenmek istiyorsa Ibni Ishak’a başvursun” Şafi ise şöyle demiştir: “Magazi, konusunda dalmak isteyen kimse Ibni Ishak’a muhtaç olur."Buhari de zamanında ondan söz etmiştir.
-İbni Saad: (H168-230) onun kitabı “Et Tabakat” dır. Onunla ilgili El Hatib El Bağdadi şöyle demiştir: “Muhammmed Ibni Saad bizim nezdimizde güvenilir ve udul ehlidir. Onun sözleri onun doğruluğuna delalet eder. Rivayetlerinin çoğunda emin olmak için derin inceleme yapmıştır.” İbni Hilkân şöyle demiştir: “Ibni Saad sadık ve güvenilir biridir.”İbni Hacer şöyle demiştir: “Ibni Saad büyük hafız, güvenilir ve tarafsız biridir. ” -Tabari (H:224-310). Onun kitabı “Elçiler ve Krallar”dır. Tabari rivayetler ve rivayet edenlere dayandırarak kitabını yazmıştır. Onun hakkında El-Hatib El-Bağdadi şöyle demiştir: “Sünnetleri, onların yollarını ve sıhhatli olup olmayanını bilir, insanların günlerini ve haberlerini de bilir. ” Hadis konusu kendisine galip geldiği için muhaddislerin metoduna göre tarih kitabını yazmıştır. Hadisle ilgili bir kitabı vardır. “Resulüllah (S.A.V.)’den sabit olan haberleri tafsil etmek ve eserleri incelemek”tir. İbni Asakir onunla ilgili şöyle demiştir: ”Bu kitap Tabari’nin ilginç kitapların-dandır. Resulüllah (S.A.V.)’in sahih hadislerini içermiştir.”

Yine de İbni Kesir ve Ez Zehebi de vardır. Bunlar hadis konusunda tam uzmandır...


Bazı Müslümanlar şöyle görürler; Bu gün izlenmesi vacip olan değiştirme metodu olan yöneticilerin yüzüne silah çekmektir.

Bu anlayışın sahiplerine saygı gösterdiğimiz halde onların görüşlerine muhalefet ediyoruz. Bunun nedeni şöyledir: Bu konuyla ilgili hadisin üzerine indirileceği ve onunla tedavi edildiği vakıayı bilmek lazım. Buna menatı araştırmak denilir. Bu araştırma yapılınca hadise ait sahih kavrayış ortaya çıkar. Nitekim, bu hadis şeri biat la biat edilip Darul İslam daki var olan yönetici olan imamı ele almaktadır. Zira bu biat’la bu imam Müslümanlarm halifesi olmuştur.

Bu imanın yönettiği ülke Dar'ul İslam olur. Çünkü, onu İslam 'la yönetir. Emniyeti de Müslümanların elinde olur. Bu durumda müslümanların bu imama itaat etmeleriyle memur edilmiş olurlar. Eğer bu yönetici Allah’ın indirdiğinden bir hükümden dahi ayrılıp delilin şüphesi bulunmadan, onun yerine küfür hükmünü uygulamaya başlarsa müslümanların onunla kılıçla çekişmeleri emir olundu. Konumuz olan bu hadis derince düşünülürse bu neticeye varılır.

Auf bin Malik El-Eş Ce’i şöyle demiştir. Resulullah (s. a. s)' in şöyle dediğini işittim. “Sizin hayırlı imamlarınız onlar ki, kendilerini seversiniz onlarda sizi severler. Onlar için (Allah’a) dua edersiniz, onlarda sizin için dua ederler. Şerli imamlarınız onlar ki, kendilerine buğuz edersiniz, onlarda size buğuz ederler. Onları lanetlersiniz, onlarda sizi lanetlerler ’’ Denildi ki; “Ey Resulullah onlarla kılıçla mı çekişelim? Dedi ki aranızda salatı (namazı) ikame ettikçe hayır. Eğer yöneticilerinizden hoşlanmadığınız bir şey görürseniz onların hu amellerinden nefret edin. Fakat itaatten elinizi çekmeyin’’. <Müslim)

Salatı veya namazı ikame etmekten maksat, şeriat ahkamını uygulamaktır. Bu bir kinayedir. Ayrıca bir şeyi kendisinin en bariz kısmıyla adlandırmaktır.

Dar 'ül Küfür yöneticisinin vakıası tamamen farklıdır. Bu yönetici müslümanları yönetiyorsa da onların imamı değildir. Şeriatın talep ettiği gibi şeri yolla üzerlerine yönetici olarak tensip edilmemiştir. Onlar İslam'ı uygulamak için taahhüt etmemiştir. Oysa İslam hükümlerini kendileri üzerlerine uygulaması farzdır.

Üstelik, bizim vakıalarımıza ve durumlarımıza baksak değiştirme operasyonu yapmak için silahı çekme işi gerekeni gerçekleştirmez Çünkü, mesele sadece yöneticiyi değiştirme konusunu aşar. Mesele insanları İslam'la yönetmektir. Bu yönetim işlerini üstlenecek devlet adamları ve İslami siyasi ortama ihtiyaç vardır. İslam’la yönetmek o kadar kolay değildir ki, bir asker veya bir komutan ne kadar samimi olsa ve ne kadar askeri yeteneği varsa da onu uygulasın. İslam’la yönetmek işi uzmanlığa dirayete, olayları izlemeye ve belirgin şeri kavrayışa muhtaçtır. Şöyle ki; Resulullah (s.a.s)’in şu metodu bütün gerekenleri temin eder!!.

Bu davet metodu;

1- İslam devleti kurulmadan önce uzun yıllarca İslam davetini yüklenip dirayeti ve uzmanlığa sahip olan mümtaz siyasi müslüman lideri hazırlar. Bu dava adamı: davayı yüklenirken kafir devletlerin hilelerini, aldatmalarını, dehalarını ve bütün kurnaz entrikalarını öğrenir. Onlar artık onu aldatamaz. Devleti bunlardan koruyabilir ve dünya devletleri arasında kendisine layık olan makama oturtabilir. Böylece, bu devlet, peygamberlik yolu üzerine giden hidayetti ve hidayeti taşıyan Raşidi Hilafet olur.

2- Devletin kuruluşundan önce dava yüklerini üstlenen mümin olan gençlerin varlığını sağlar. Bunlar ile dava işleriyle ilgilenen müslümanlarla beraber İslami siyasi ortamı oluştururlar. Bunlardan Valiler, Cihad emiri. Elçiler ve diğer devletlere gönderilecek davayı taşıyanlar olacaktır.

3- İslam’ı kucaklayan ve devletini himaye edecek halkçı tabanı tesis eder.

4- Eğitilmiş kuvvet ehlini sağlar. İnsanlar bunların karşısında değil onlarla beraber olunca güçleri daha fazla artacaktır. Özellikle yöneticiler ve yönetim onlarla beraber olup yöneticiler onların kuvvetlerine dayandıklarında kuvvetleri daha fazla artar. Nitekim, onlar Allah'ın kendilerine kıldığı farzı yerine getiriyorlar. Bu farz ise İslam ’ı uygulamak ve dini yükseltmektir.

Öte yandan, silahlı mücadele mala, silaha ve eğitime muhtaçtır. Bu ise silahlı teşkilatın gücünü yıpratır. Bu nedenle, böyle teşkilatlar başkalarına dayanmak zorunda kalabilirler. Bu ise onların
düşüşlerinin başlangıcı demektir. Üstelik Müslümanlar bu yolu denediler kendilerine vebal oldu.

Silahlı mücadeleyle değiştirmenin şeri metod olmadığını söylediğimiz zaman, ahdi ve akrabayı tanımayıp müslümanlara her eziyeti indiren zalim yöneticiler lehine veya onları korumak için söylemiyoruz. Tersine dinde kardeşlerimiz olup silahı çekenler lehine söylüyoruz. Onlara samimi olarak nasihat gösterip onların ve bizim çabalarımızı şeri metotta birleştirmek istiyoruz.

Onlara şunu da hatırlatıyoruz; Mekke’deyken sahabeler (r.a) Resulullah (s.a.s)’ den silah çekmek için izin istediler. Resulullah (s.a.s) onları engelleyerek onlara şöyle dedi; “Af etmeyle emredildim kavim ile kıtal yapmayın (savaşmayın) ” (ibni hişam siyeri)

Böylece Resulullah (s.a.s)’in davet metodunu izleyenlerin davranışlarını destekleyen deliller ard arda gelir. Bu metoda herhangi bir ekleme yapılmaz. Ondan herhangi bir şey eksiltmez. Onda herhangi bir değişiklik yapılmaz. Böyle şey olursa davaya, cemaata ve İslam ümmetine kötü iz bırakacaktır.

Buradan hareket ederek şeriatı ve Resulullah (s.a.s),in metodunu güzel şekilde okumak ve incelemeye özen gösteriyoruz ki, Resulullah (s.a.s)’i güzelce örnek edinme işi gerçekleşsin. Ve Tevfik ve muvaffakiyet Allah ’a dayalıdır.

“Ey inananlar! Yakınınızda bulunan inkarcılarla savaşın; sizi kendilerine karşı sert bulsunlar. Bilin ki Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir.”(Tevbe:l23)


Recep 1418 - 1997 Kasım
31













1 yorum:

  1. Silahlı mücadeleyle değiştirmenin şeri metod olmadığını söylediğimiz zaman, ahdi ve akrabayı tanımayıp müslümanlara her eziyeti indiren zalim yöneticiler lehine veya onları korumak için söylemiyoruz. Tersine dinde kardeşlerimiz olup silahı çekenler lehine söylüyoruz. Onlara samimi olarak nasihat gösterip onların ve bizim çabalarımızı şeri metotta birleştirmek istiyoruz.

    Onlara şunu da hatırlatıyoruz; Mekke’deyken sahabeler (r.a) Resulullah (s.a.s)’ den silah çekmek için izin istediler. Resulullah (s.a.s) onları engelleyerek onlara şöyle dedi; “Af etmeyle emredildim kavim ile kıtal yapmayın (savaşmayın) ” (ibni hişam siyeri)

    Böylece Resulullah (s.a.s)’in davet metodunu izleyenlerin davranışlarını destekleyen deliller ard arda gelir. Bu metoda herhangi bir ekleme yapılmaz. Ondan herhangi bir şey eksiltmez. Onda herhangi bir değişiklik yapılmaz. Böyle şey olursa davaya, cemaata ve İslam ümmetine kötü iz bırakacaktır.

    Buradan hareket ederek şeriatı ve Resulullah (s.a.s),in metodunu güzel şekilde okumak ve incelemeye özen gösteriyoruz ki, Resulullah (s.a.s)’i güzelce örnek edinme işi gerçekleşsin. Ve Tevfik ve muvaffakiyet Allah ’a dayalıdır.

    “Ey inananlar! Yakınınızda bulunan inkarcılarla savaşın; sizi kendilerine karşı sert bulsunlar. Bilin ki Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir.”(Tevbe:l23)

    YanıtlaSil