9 Mayıs 2015 Cumartesi

GÜNÜMÜZDEKİ MÜSLÜMANLARIN EN BÜYÜK PROPLEMİ İSLAM DEVLETİ,HİLAFET DEVLETİ'NİN OLMAYIŞIDIR.

Bu yazımızda aşağıdaki iki konudan bahsetmek istiyoruz:

1- Müslüman ümmetin kendi devleti olan Hilafet Devletinin kurulması için çalışmalarını engelleyen nelerdir.

2- Hilafet Devletinin yokluğundan asıl sorumlular kimlerdir.

Müslüman ümmetin Hilafet Devletinin kurulması için çalışmalarını engelleyen en büyük faktörler şunlardır:

A-İslam ülkelerindeki yöneticilerin kendilerini gerçek müslüman olarak tanıtmaları.

B-İslam ülkelerindeki idare ve yönetimde bulunanlar yaptıkları işlerin yürüttükleri siyasetin İslam şeriatına uygun olduğunu Müslüman halka tanıtmalarıdır. (Kendilerinin Müslüman olduklarını işlerinin de islami olduğunu ileri sürmeleridir).

Halkı Müslüman olan ülkelerdeki yöneticiler bir çok hile desiselerle kendilerinin de gerçek Müslüman olduklarını tanıtmaya çalışıyorlar. Çünkü biliyorlar ki Müslüman halk Müslüman olmayanları yönetime getirmez. Ayrıca şunu da biliyorlar ki İslam Devleti, Hilafet Devleti kurulduğu günden yıkıldığı güne kadar idareye Müslüman olmayan hiç bir kimse getirilmemiştir Yönetime gelen kişilerde İslam şeriatının dışında yönetim yapmamış ve hükmetmemişlerdir. Günümüzdeki idareciler ise şöyle bir yönetim takip ediyorlar.

Müslümanlarla, Kapitalist kafirler arasında çifte standart uygulayarak gerçek Müslüman olduklarını kanıtlamaya çahşıyorlar. Müslümanların yanında İslam Şeriatını, İslam Devletini istediklerini söylüyorlar, öbür taraftan Müslümanların ,İslam şeriatının, İslam Devletinin düşmanları yanında da kendileriyle beraber olduklarını, İslam Şeriatını ve İslam Devletini istemediklerini ve bunlara karşı duracaklarını söylüyorlar. Bu idareciler sadece dilde söylemelerinde, Müslüman olduklarını, Müslümanlarla beraber olduklarını belirtiyorlar. İş ve fiiliyatlarında Müslüman olmayanlarla beraber olduklarını sergiliyorlar. Bunlar sözde görünüşte Müslüman fakat icraatta, tatbikatta, yönetimde, hükmetmekte Müslüman değillerdir. Çünkü bu yöneticiler yönetimlerini İslam yönetimiyle değil küfür yönetimiyle yapıyorlar. Hükmetmelerini de İslam Şeriatından alarak değil Avrupa ve Amerika’dan aldıkları ile hükmediyorlar. Gerçekten bu yöneticiler böyle yapmıyorlar mı? Böyle de demiyorlar mı? Yani Müslümanların yanında, Müslüman, Avrupalı Kafirlerin yanında onlarla beraber olduklarını, onlardan aldıkları kanunları uygulayıp tatbik edeceklerini söylemiyorlar mı? Bunların böyle iki yüzlülük yapmaları münafıkların yaptıklarına benzemiyor mu Allah bu ikiyüzlülük yapan münafıkların durumlarını şöyle açıklıyor :

Müminlere rastlayınca Müminlerin yanında bizde inandık, bizde Müminiz derler. Şeytanlarıyla asıl sevdikleri kafirlerle başbaşa kalınca biz sizinle beraberiz, onlarla Gerçek Müminlerle sadece alay ediyoruz eğleniyoruz onları aldatıyoruz derler. ”<Bakara: 14>

Resülüllahın zamanında da çifte standart uygulayıp ikiyüzlülük yapanlar kendilerinin de gerçekten Müslüman olduklarını ispatlamak için yapıyorlardı. Oysa ki çifte standart uygulamak, ikiyüzlülük yapmak insanın Müslüman olduğunun ispatı değil, aksine Münafik olduğunun ispatıdır. Zira gerçek Müslümanın böyle bir şey yapmaya ihtiyacı yoktur. Gerçek Müslüman, Mü’minlerin yanında da Kafirlerin yanında da Mü’min ve Müslüman olduğunu söyler. Ölümle tehdit edilmediği müddetçe şer i hükümleri tatbik etmekten ve İslami yönetimden vazgeçmez. Çifte standart uygulayanlar, ikiyüzlülük yapanlar insanların en şerlisi ve yalancı olanlarıdırlar. İkiyüzlülük yapanlar hakkında Resülullah şöyle buyuruyor: “Muhakkak ki insanların en şerlisi ikiyüzlü olanıdır. Bunlara bir yüzle, onlara başka bir yüzle gelirler. ”<Müslim> Bu ikiyüzlü insanlar Müslümanlara bir yüzle gelirler, İslamiyeti, İslam şeriatını istediklerini söylerler, Kapitalist Kafirlere diğer bir yüzleriyle “Hakiki yüzleriyle ” gelirler. Gerçekten de laikliği, demokrasiyi, cumhuriyeti, Avrupa’dan, Amerika dan alınan kanun ve nizamları istediklerini söylerler. Bu ikiyüzlülük yapanlar dilleriyle söylediklerini iş ve hareketleriyle yalanlıyorlar. Böylece yalancılardan olduklarını kendileri ispatlamış oluyorlar.
Çifte standart uygulayanlar ikiyüzlü ve yalancı olduklarını kanıtlamış oluyorlar. Allah (c.c.) Resülüllahın şahsında Mü’minlere o yalancıların emirlerine itaat etmemelerini emrederek şöyle buyuruyor:

 “Kafirlere ve Münafıklara boyun eğme, onların eziyetlerine aldırma, Allah a güvenip dayan, vekil ve destek olarak Allah yeter. ”(Ahzap: 48)

Bu ayeti Kerimede yalancıların, Kafirlerin, Münafıkların emirlerine Müslümanların itaat edip boyun eğmeyeceklerine dair açık ve net olarak beyan vardır. Şöyle ki Kafirlere, Münafıklara, Kafirlerin ve Münafıkların getirip koydukları İslam dışı uyguladıkları kanun ve nizamlara itaat etme, boyun eğme, bu hususta onların eziyetlerine aldırma, Allah (c.c.) sana yeter buyuruyor. Bu hitaplar bizlere değil midir? Biz bunları alıp kabul etmeli değil miyiz? Bu konularda nazarı dikkate alınması gereken Müslümanları derinden ilgilendiren konular şunlardır:

1- ) Allah c.c. in koyduğu İslam Şeriatının dışındaki kanunları uygulayanlar bu uygulamaları ile Allahın rızasına erişebilirler mi?

2- ) İslam Şeriatı dışı uygulamalara boyun eğenler ve bu uygulamaları gönül rızası ile kabul edenler de Allah rızasına erişebilirler mi?

Şu herkesin bildiği bir hakikattir ki yönetimde ve hükümleri tatbikatta İslam Şeriatının dışındakileri uygulamak, hükmetmek her ne sebeple olursa olsun Allah (c.c.) ın rızasını kazandırmaz. Gayri İslami yönetime ve bu yönetimin tatbikatına boyun eğenler ve bu icraatı istekleriyle kabul edenlerde Allah c.c. rızasına erişemezler. Çünkü İslam’ın dışı yönetim ve tatbikatın Allah c.c. ın rızası ile hiç bir alakası yoktur.

Müslüman bu dünya hayatında, (yaşamasında) asıl gayesi Allah (c.c.) rızasını kazanmasıdır. Allah’ın (c.c.) rızasını kazandıran ondan gelen buyruklara uygun olarak yapılan tavır ve hareketlerdir. Bunun için Müslümanlar her konuda Allah ‘ın (c.c.) rızasını kazandıran işleri yaparlar. Allah (c.c).ın rızasını kazandıran işler, İslam Şeriatına uygun olarak yapılan işlerdir. İslam Şeriatın dışında yapılan işler, yönetim ve hükümler haramdır. Allah (c.c.) Resülullah’a (s.a.v.) inzal ettiği İslam Şeriatına uygun olarak hükmetmeyi emrediyor. Kafirlerin heva ve heveslerine uymayı haram kılıyor. 

Allah(c.c.) şöyle buyuruyor:


Sana Kitabı (Kuranı, İslam Şeriatını) hak ile indirdik . (Bu Kur’an) eski kitapları tasdik ediyor ve o kitaplara hakimdir. (O kitapların hükümlerini kaldırıyor, bunun için) (insanların) aralarında Allah (c.c.)’in indirdikleri ile hükmet, sana gelen haktan (İslam Şeriatından) vazgeçip onların heveslerine (hissi arzularına) uyma. ” (Maide: 48)

İnsanların kafalarından icad edip koydukları kanun ve kaidelere uyma. Bu hitap peygamber efendimizin şahsında bizleredir. Bu konuda diğer bir ayeti kerime de şöyle buyuruyor:

 “Sonradan seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy, bilmeyenlerin isteklerine uyma. ”
(Casiye: 18)

İslam ülkelerindeki, Müslümanların idare ve yönetiminde bulunanların hepsinin, Yahudi ve Hıristiyanları veli ve dost edinmeleri, İslam dışı yönetim yapmaları, İslam Şeriatının dışındaki hükümlerle hükmetmeleri tamamen İslam akidesine terstir. İslam akidesinden değildir. Şöyle ki Yahudi ve Hıristiyanları dost edinenler hakkında Allah c.c. şöyle buyuruyor:

 “Ey iman edenler. Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar. (Birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar onlardandırlar. Şüphesiz ki Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. ”<Maide-51)

Şu ayeti kerimede Müslümanların dışındakileri dost edinenleri tanıtma bakımından Müslümanlara çok güzel bir açıklama getiriyor. 

Allah c.c. şöyle buyuruyor:

“Eğer onlar Allah ’a peygambere ve ona indirilene iman etmiş olsalardı onları (Kafirleri) dost edinmezlerdi; fakat onların çoğu yoldan çıkmış fasıklardır. ”
(Maide: 81)

Şu ayeti kerimede de Müslümanların
Allah (c.c)’ın inzal ettiği ile hükmetmeleri, kafilerin heva ve heveslerine uymamaları, bazı konularda da olsa kafirlerin şaşırtmalarından sakınmaları emrediliyor ve Allah (c.c) şöyle buyuruyor:


“Sana şu talimatı verdik, Aralarında Allah ’ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma Allah ’ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmalarına dikkat et ”Maide: 49)

Diğer bir ayeti kerimede de bir Müslüman hükmetme mevkiinde yani zorlanmadan “Ölümle tehdit edilmeden” Allah c.c. ın inzal ettiği ile hükmetmez ise o kimsenin Kafir olduğu bildiriliyor. 

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

“Kim Allah c.c. ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir. ”<Maide: 44)

Şu üç sebepten herhangi birinden dolayı Allah’ın (c.c.) indirdiği İslam şeriatının hükümleriyle hükmetmeyenler kafir olur. O üç sebep şunlardır:

1-Allah (c.c.) dan gelen hükmü inkar ettiğinden.

2-Allah (c.c.) dan gelen hükümlere insanların koyduğu hükümleri tercih ettiğinden.

3-Allah (c.c.)dan gelen hükümleri hafife alıp değer ve kıymet vermediğinden dolayı Allah (c.c.) dan gelen hükümlerle hükmetmeyenler kafir olurlar.

Bir devletin idaresinde, yönetiminde bulunanlar Müslüman olduklarını söyledikleri halde İslam Şeriatının dışında hükmediyorlarsa mutlaka bu üç sebepten
birindendir. Çünkü idareye, yönetime kendi irade ve istekleriyle gelmişlerdir.

Kapitalist siyaseti gütmeleri, yönetim yapmaları ve hükmetmeleri tamamen serbest iradeleriyledir. İdareye gelmelerine kimse onları zorlamıyor. Aynı zamanda yöneticiliğe gelirken Kapitalist kanunlarla idare edeceklerine halkın huzurunda yemin ederek ve söz vererek gelmişlerdir. İnsanlar iradeleri ile yaptıkları şeylerden sorumludurlar. Devlet yönetiminde bulunanlar kendi serbest iradeleriyle yönetimdedirler. İdareciler yönetimde bulundukları bütün yaptıklarını İslam Şeriatına göre yapıp yapmadıklarından sorumludurlar. Yukarıda açıkladığımız gibi bazı haller vardır ki kendilerini dinden çıkarabilir Maide: 44 ayetinde belirtildiği gibi.

İslam ülkelerindeki Müslümanlar başlarındaki yöneticilerin ne olduklarını kitap ve sünnet ışığı altında iyice inceleyip ona göre onlara destek vermelidirler. Aksi halde onların suçlarına ortak olurlar. Yukarıdan buraya kadar yaptığımız açıklamalar, yazdığımız ayetler ve hadisi şeriflerden Müslümanların başındaki idarecilerin ne oldukları iyice anlaşılmıştır. Müslümanlar onların bizde Müslümanlarız demelerine aldanmamalıdırlar.

Müslümanların kendi devletleri olan Hilafet Devletini yeniden kurulmasına çalışmalarını engelleyen en büyük faktörler şunlardır demiştik.

a-Müslümanların başmda yöneticilik yapanların kendilerinin de gerçek Müslüman olduklarını Müslüman halka tanıtmalarıdır. Çünkü Müslümanlar onların gerçek Müslüman olmadıklarını bilseler onları başlarına idareci ve yönetici olarak getirmezler. Çalışmaya engel yöneticilerin bizde gerçek Müslüman’ız demeleri ve kendilerini Müslüman olarak tanıtmalarıdır.

b-Çok çeşitli bahanelerle yürüttükleri siyasetin, yaptıkları yönetimin, verdikleri hükümlerin İslam Şeriatına uygundur diye Müslüman halka tanıtmalarıdır. Müslüman halk yürütülen siyasetin,yönetimin ve hükümlerin İslam’a uygun olmadığını bilseler kabul etmezler.

Bu tanıtma konusunda; bir takım makam, mevki hırsına kapılmış menfaatperest, gerçek ilim, irfandan yoksun iman nedir usûl nedir, usul’ul fikıh nedir. Akide nedir, İslami akide nedir, Kapitalist akidesi nedir, Sosyalizm “kominizin” akidesi nedir? İmanın, akidenin delili nasıl bir delildir, delil diye neye denir? Şer’i hüküm neye denir, delilsiz hüküm olur mu? Zanni delil ile olan bir şeye inanmak caizmidir?; harammıdır? Bunların ne olduğunu bilmeyen ya bir imam-hatip okulu mezunu, ya ilahiyat mezunu ya da birkaç ay “nasara yensuru” demiş ve halka kendilerini hoca, alim , bilgin olarak tanıtmış olan kimseleri bir maşa olarak kullanıp , yürüttükleri siyasetin, yaptıkları işlerin, uyguladıkları yönetimin, verdikleri hükümlerin doğru olduğunu Islama uygun olduğunu kanıtlamaya çalışıyorlar.

Müslüman ümmet, kendilerine uygulanan yönetim, güdülen siyaset ve verilen hükümlerin İslam’a aykırı olduğunu, gayri İslami olduğunu bilseler bu yöneticileri atar, İslami yönetimi uygulayan İslam siyasetini güden ve Şer’i hükümlerle hükmeden İslam Devleti, Hilafet Devletini getirmeye çalışır ve kendi devletlerini kurarlar.

Müslümanların başlarındaki yöneticiler, bir aracı olarak kullandıkları hocaları şahsi çıkarlarını, maddi menfâatlerini elde etmek için yapıyorlar yani Şer’i hükümleri uygulamalarına yardımcı olarak yapmıyorlar.

Bu yöneticiler uyguladıkları yanlışları doğru olarak göstermelerine şahit tuttukları hocalara birçok vaatlerde bulunuyorlar hatta bunlara diyorlar ki: ‘‘Bizim yolumuza uyun, bizim yaptıklarımızı halka doğru olarak tanıtın bu konuda sizin vebal ve günahlarınızı biz taşırız. “ Oysa ki böyle bir şey vaat etmek Müslümanların işi değildir. Kafirlerin Mü’minlere böyle bir vaat’de bulunduğunu 

Allah (c.c.) şöyle beyan ediyor:


“Kafirler, İman edenlere: Bizim yolumuza uyun. Sizin günahlarınızı biz yüklenelim derler. Halbuki onların hiç bir günahını yüklenecek değillerdir. Gerçekte onlar, kesinlikle yalan söylemektedirler” <Ankebut: 12>

İslam Şeriatının dışında uygulama yapan yöneticilerin uygulamalarını Müslüman halka doğru olarak tanıtan hocalar yalan söylemiş oluyorlar. Yalancılar hakkındaki bütün hükümler bunların üzerine terettüp edip gelmiş oluyor. Bunlar hakkında Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:


“Kahrolsun o koyu yalancılara ki onlar koyu bir cehalet içerisinde kalmış gafillerdirler. ”(zariyat; l0.11)

Gerçekten bu hocalar cehalet içinde olmasa idiler yöneticilerin yanlış uygulamalarını Müslüman halka doğru imiş gibi gösterip Müslümanları yanlışlara inandırmaya çalışmazlardı. İslam'ın dışı yönetim yapan lider ve yöneticilerin emirlerine boyun eğmeyip yalancıya itaat edenler hakkında Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

“Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: Eyvah! bize keşke Allah (c.c.)’a itaat etseydik, peygambere de itaat etseydik, derler. Ey rabbimiz; biz reislerimize ve büyüklerimize (liderlerimize) uydukta onlar bizi yoldan saptırdılar derler. Rabbimiz onlara (liderlere) iki kat azap ver ve onları büyük bir lanet ile rahmetinden kov. ”
(Ahzap 66-68)

Görülüyor ki İslam Şeriatının dışındaki kanun ve kaidelerle liderlik yapanlar ve bunların uygulamalarına boyun eğenler öbür dünyada evrile çevrile cehennemde yanacaklardır.

İslam Şeriatının dışında yönetim yapanların İslam Şeriatının dışında siyaset güdenlerin, İslam Şeriatının dışında hüküm verenlerin uygulamalarına cevaz verenler ve bugün bu şartlar altında, bu ortamda, İslam dışı uygulamalar yapılabilir diyen hoca süsünde olan kimselerin hiç bir delilleri yoktur. Bunların söyledikleri yalandan başka bir şey değildir. Bunların bu tutumlarım Allah (c.c.) şöyle açıklıyor:
 “Onlar zandan başka bir şeye tabi olmazlar, yalandan başka sözde söylemezler. ”
(En’am: 116)
İslam Şeriatının dışındaki uygulamalara doğru demek, yalanın en büyüğüdür. Bunları yanlışlara doğru dedirten ancak şeytanlarıdır. Yani bunların böyle demeleri şer’i hükümlerden değildir.

Müslümanların kendi öz devletleri olan (İslam devleti Hilafet devletinin yeniden kurulmasına, Müslümanların çalışmalarına mania ve en büyük engel, az bir para karşılığında, İslam şeriatının belirlediği hakikatların üzerlerini örten, gizleyen, İslam dininin dışında olan laikliğin, kapitalizmin yönetimini, siyasetini ve hükümlerini uygulamanın caiz olduğuna , kendilerini bilgin olarak gösterip, saf Müslümanları kandıran sahte hocalardır. 

Yenilmez İslam varsa gerçek İslam devleti, Çünkü devletle yaşar İslam’ın tek hayatı.
Toplum kabullendikleri yasaya mahkumdur, Yasa haktansa hakka. Kuldansa kula kuldur.







GÜNÜMÜZDEKİ MÜSLÜMANLARIN EN BÜYÜK PROBLEMİ
İSLAM DEVLETİ HİLÂFET DEVLETİ’NİN OLMAYIŞIDIR

Adem Beşer
98. sayıdan devam

Dünya Müslümanları farz olan bu büyük problemleri çözüme kavuşturmadan Allah (c.c.)’nün koyduğu şer’i nizamların hayatta geçerliliğini sağlamaları imkânsızdır.

Yetmiş üç yıldır İslâm şeriatı Müslümanların hayatlarında uygulanmamakta ve tatbik edilmemektedir. Dünyadaki İslâm ülkelerinin hiç birinde devlet bazında şer’i nizamlar uygulanıp tatbik edilmemektedir. İşte Müslümanların çözüme kavuşturmaları gereken (Farz) olan en büyük problemleri budur.

Allah (c.c.)’nün koyduğu şer’i nizamların tatbik edilmeyişinin zararları yıkıntıları ve günahları, saklanması mümkün olmayacak kadar meydandadır. Bunları sayıp dökmeye gerek yoktur. Ancak bu yıkıntılar hem bu dünya ve hem de ahirete ait olduğu aşikârdır.

Konumuz bu problemlerin çözümüdür. Bu problemi çözecek Allah (c.c.)’a ve ahirete inanan Müslümanlardır.

Bu problemi çözüme kavuşturmak Müslümanların üzerine farzı ayın olduğu Edille’i Erba’a ile tespit edilmiştir. Bunları da tek tek sayıp dökmeye hacet yoktur. Çünkü Vahiy ve Resul bunun için gelmiştir.
Şu bir gerçektir ki, bu problemin ne olduğunu, çözümünün ne olduğunu ve çözülünce ne getireceğini anlayan her Müslüman bu problemin çözümüne girişir. Bu da şu demektir ki; bu çözüme girişmeyenler bu sayılanları anlamayanlardır.

Müslümanlardan bazıları üzerlerindeki Farzı ayın olan bu görevlerini ifa etmediklerinin ve ifa etme yolunda olanlara engel olduklarının nedeni, bu konuda yanlış mefhumlara sahip olmalarıdır. O yanlış mefhumların bazıları şunlardır:

A-Bugün, bu ortamda bu şartlar altında bu durum karşısında, dünyadaki İslâm ülkelerinin hepsinde yürürlükte ve tatbikatta olan rejim ve sistemleri kaldırıp onların yerine Allah (c.c.)’nün koyduğu ve tatbikini emrettiği ilahi nizamların tekrar, yeniden hayatta geçerli kılınması imkânsızdır, mefhum ve anlayışına sahip olanlardır. Bu yanlış mefhuma sahip olan Müslümanlar bahis konusu olan bu büyük problemin çözümüne girmedikleri gibi, çözüme gidenlere de çeşitli bahanelerle engel olmaktadırlar.

Bu durumda; “İslâm Şeriatı gelemez” demeleri hissi bir şey iken kendilerinde mefhum haline gelmiş bir bahanedir. Yani bu ileri sürdükleri bir hakikat değil hissi bir bahanedir. Bununla beraber böyle bir bahane ileri sürenler bu konuda yalancıdırlar.

Kapitalist sistemin ve rejimin yaşaması, İslâm şeriatının gelmemesi için öne sürülen bahanelerin en çirkin, en kötü ve en zararlı olanıdır. Çünkü bu günkü şartlardan daha ağır, daha baskıcı bir ortamda İslâm şeriatı
hayata gelmiş, Islâm şeriat Devleti kurulmuş ve 1400 küsür sene hayatta geçerli olarak yaşamıştır.
“İslâm şeriatı yeniden, hayata gelemez” inancında olmak Islâm siyasetini, İslâm yönetimini, İslâm idaresini inkâr etmek demektir. Oysa ki kesin delillerle belirlenmiştir ki, İslâm’ın belli bir yönetim şekli vardır. Bu yönetim şeklini Allah (c.c.) beyan etmiştir. Bu şekil Müslümanların takıp ettikleri ve takıp etmeleri gerekli olan bir yoldur. İslâm’da bu yola tariki müstakim denir. Bu yol hakkında Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:

“Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah’ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti.” (En’am:153)

Bu ayeti kerime açık ve net bir şekilde, takip edilmesi gereken ve doğru olan yol Allah (c.c.)’ün koyduğu İslâm Şeriatı yoludur. Bu yoldan başka yolların takip edilmesi haram ve yasak olduğu ve bundan başka yolların takıp edilmesi, takıp edenleri parçalayıp yanlışa götüreceği belirtilmektedir. Diğer bir ayeti kerimede Allah (c.c.) Resul’ü Ekrem (S.A.V.)’e kendisinin koyduğu, belirlediği yolun takıp edilmesi ve o yola davet edilmesi hususunda şöyle buyurmuştur:

“(Resulüm) de ki: İşte bu benim yolumdur. Ben Allah’a çağırıyorum, ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah’ı ortaklardan tenzih ederim. Ve ben ortak koşanlardan değilim.” (Yusuf:ıo8) gu ayeti Kerimede de

Müslümanların uymaları ve takip etmeleri gerekli olan bir yolun var olduğu bu yol İslâm Şeriatı yolu ve Allah (c.c.)’nün koymuş olduğu yol olduğunu, bu yola çağırmak Allah (c.c.)’ya çağırmak olduğunu ortaya koymuştur.

Şurası şayanı dikkattir ki “Bugün, bu ortamda, bu şartlar altında lâik, demokrasi, Cumhuriyet sisteminden başka Müslümanların takıp edecekleri bir yol yoktur.” diyen Müslümanlar; Diğer taraftan kıldıkları namazın, her rekâtında okudukları fatihayı şerifte de:
“Ya Rabbi bizi dosdoğru olan yola (Tariki Mustakîm’e) ilet, kendilerine nimetini verdiğin kimselerin yoluna ilet.” Diye dua ediyorlar. Böylece Müslümanların takıp edecekleri “Tarikî Müstakim” doğru bir yolun var olduğunu kendi dilleriyle söylüyorlar.

Evet Müslümanların takip edecekleri dosdoğru, Allah (c.c.)’nün koyduğu bir yol vardır. Bu yolu takip etmek Müslümanlar üzerine farzdır. Bundan başka yolları, hangi isim altında olursa olsun takip etmek Müslümanlara haramdır. Şu da önemlidir. Allah (c.c.)’nün koyduğu, razı olduğu, takip etmeleri için Müslümanlara emrettiği bu yolu takip etmek hangi devirde, hangi dönemde, hangi ortamda , hangi şartlar altında olursa olsun takip etmek uygulama sahasına koymak mümkündür. Şayet mümkün olmasa idi bu yolu takip etmek farz olmazdı. Mümkün olduğunun delili de Müslümanlar 1400 küsür sene bu yolu takip etmişlerdir. Şimdi isteyen Müslümanlar bu yolu takip eder,üzerlerindeki farzı yerine getirirler.

Şu ayeti kerimede de Allah (c.c.) peygamber efendimize, insanları hikmetle, güzel öğütle (mevizei haseneyle) hatta güzel bir mücadeleyle Rabbının yoluna (İslâm Şeriatına) davet et, çağır diye emrediyor ve şöyle buyuruyor:

“(Resulüm) sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Rabbin kendi yolundan sapanları en iyi bilendir. Ve o, hidayete erenleri de çok iyi bilir.” <Nah,:125>

Bu ayeti kerimelerden ve açıklamalardan pekâla anlaşılıyor ki, Müslümanların hayatlarını düzenleyen ve takip etmeleri gerekli olan bir hak yol vardır. Bu inkâr edilemez.

Müslümanlardan, İslâm Şeriatı tekrar yeniden hayatta geçerli duruma getirilemez inanç ve düşüncesinde olanlar, bütün varlıklarıyla, lâik demokrasi, kapitalist sistemlerinin yaşanmasına yardım edenlerdir. Öbür taraftan “Islâm tekrar yeniden hayata gelemez” mefhumuna sahip olanlar, İslâm Devleti Hilâfet devletinin gelmesi ve kurulması için çalışan Müslümanlara engel ve mani olanlardır. Çünkü bunlar yeise düşmüş, başkalarını da yeise düşürmek isteyen kimselerdir.

B-İleri sürdükleri hissi bahanelerden birisi de şudur:

“Zamanın icabatına ve yerine göre Kapitalist siyaseti gütmek, yönetimi yapmak ve hükümleriyle hükmetmek caizdir” diyorlar. Oysa ki vahyi ilahi ile belirlenmiş olan şer’i hükümler, zaman ve mekânın değişmesiyle
değişmez. Çünkü, şer’i hükümler, insanlara insan olmaları hasebiyle, uzvi ihtiyaçlarını, içgüdülerini, adilane, muntazam ve düzgün bir şekilde doyurmak ve tatmin etmek için gelmiştir. Bunun için 1500 sene önceki, insanlarla, şimdiki insanlar, şarktaki insanlarla garptaki insanlar da uzvi ihtiyaçları ve içgüdüleri arasında hiçbir değişiklik yoktur. Bunlarda değişiklik olmadığına göre bunlara hitap eden şer’i hükümlerde de değişiklik yoktur. Değişik zaman ve mekânlarda değişik hükümler kullanmak haramdır.

Şer’i hüküm; insanların işleriyle ilgili olarak şarinin (şeriat koyucunun) buyruğudur.

Bu buyruklar bütün zaman ve mekânlarda değişik insanlaradır. Belli zaman ve mekânlardaki insanlara değildir. Bunun böyle olduğunun delili: İslâm hayata gelip devlet olduğu günden İslâm Devleti yıkıldığı güne kadar, İslâm aleminde değişik zaman ve mekânlarda hep aynı şer’i hükümlerle siyaset güdülmüş, yönetim yapılmış ve hükmedilmiştir.

Şu da bir gerçektir ki Islâm akidesine göre hayat öncesinden gelen nizamlar değişmez. Onu ancak gönderen değiştirebilir. Fakat kapitalist akidesine göre, zamanlara ve mekânlara, hatta birinci ve ikinci sınıf insanlara göre nizamlar değişir.

Kapitalistlerde aynı konu hakkında bir kaç sene önceki nizamlar, bir kaç sene sonra değişebilir. Aynı konu hakkında şarktaki insanlarda olan nizamlar garptaki insanlarda aynı
değildir. Aynı konuda bir reisi cumhur hakkındaki nizamla bir köylü hakkındaki nizam aynı değildir. Hatta bir devlet memuruyla, bir memur olmayan hakkında kanun aynı değildir. Böyle bir uygulama zulümden başka bir şey değildir. Anlaşıldığına göre “zamanın icabatına göre kanunlar değişir” diyenler, İslâm akidesini ve İslâm akidesinden fışkıran ve kaynaklanan şer’i nizamları bilmeyenlerdir.

İşte bu hissi bahaneler kendilerinde mefhumlaşmış olanlar kapitalist hayatının yaşamasına yardımcı olanlar, İslâm hayatının gelmesine engel olanlardır.

Allah (c.c.)insanların hayat müşküllerine çareler getiren kanunlarda değişiklik olmadığına hatta önceki peygamberlerde de aynı olduğunu bildirerek şöyle bildiriyor:


“Senden önce gönderdiğimiz peygamberler hakkmdaki kanun (da budur) bizim kanunumuzda hiçbir değişiklik bulamazsın.”
(Isra:77)

C-Kapitalist hayatının yaşamasına yardımcı, İslâm hayatının gelmesine engel olan şu çok yanlış fakat, öne sürdükleri ve çok sözü edilenlerden biri de şudur.

“İslâm siyasetini, yönetimi ve hükümleriyle, kapitalist siyaseti, yönetimi ve hükümleri arasında bir fark yoktur. İkisi de aynıdır. Hatta bu asrımızda kapitalist siyaseti, yönetimi ve hükümleri tercih edilmelidir.” diyorlar.

Böyle bir mefhuma sahip olanlar ve
böyle bir bahane ileri sürenlerde islamı tanımayanlar, Islâmi akideyi bilmeyenlerdir. Bu anlayışta olan Müslümanlar,kapitalist hayatının yaşanmasında bir sakınca görmüyorlar ve yeniden İslâmın hayata gelmesine de gerek duymuyorlar. Bundan dolayı İslâmî hayata hakim kılma yolunda olanlara engel oluyorlar. Böylelikle dünyalarını da ahiretlerini de hüsrana uğratıyorlar.

İslâmiyet’le, kapitalist, diğer bir deyişle İslâmî nizamlarla, lâik demokrasi kapitalist nizamların bir olup olmama konusu, insanlığa getirdiği huzur ve saadette aranır. Konuya bu açıdan bakınca görürüz ki insanlığa dünya ve ahiret saadeti ve iyiliği getiren İslâm’dan, İslâmî nizamlardan başkası yoktur.

İslâm Nizamı, bu varlığı yoktan var eden ebedi, ezeli olan ilmiyle her şeyi kuşatan kadiri mutlak olan Allah (c.c.)’dan gelmiştir. Allah (c.c.) nizamını insanların dünya ve ahirette iyilik ve saadetlerini temin etmeleri için göndermiştir. İnsanı, insanın beyin sistemini, uzvî ihtiyaçlarını, his ve içgüdülerini yaratan Allah (c.c.)’nün bunların ne olduğunu, nasıl doyurulup tatmin olacaklarını bilerek, bunların ihtiyaçlarını giderecek bir şekilde nizamlar göndermiştir. Bu nizamları kabul edip, tatbik ve uygulama yolunda olanlar dünya ve ahiret saadetine ereceklerini de bildirmiştir.

Bu konuda şu husus çok iyi belirlenip, bilinmelidir. O husus ta şudur:

insanoğlu Allah (c.c.)’nün koyduğu kanun ve nizamlara bağlı kaldığı nispette dünya ve ahiret iyiliklerini elde eder. Diğer bir deyişle, şer’i nizamlara bağlılığı nispetinde cehennemden uzaklaşır, cennete yaklaşır. İnsan icadı kanun ve nizamlara bağlı kalındığı nispette insan dünya ve ahiretini harap eder. Ve cennetten uzaklaşır, cehenneme yaklaşır.

Hiçbir zaman insan, Allah (c.c.)’nün yasakladığı beşerî kanun ve kaideleri kabullenip uygulamakla dünyasını mamur ahiretini mesrur edemez. İnsan icadı kanun ve kaideleri uygulayıp, refah, huzur, saadet ve emniyette olan insan yoktur. Çünkü, bu insan icadı kanunlar, insanların saadeti için Allah (c.c.)’nün koyduğu kanunlara uygun değildir. Hem de hiç bir konuda uygun değildir. Siyasette, yönetimde ve hükümlerde uygun değildir. Kapitalist nizamlar, İslâmî nizamlara uygun olsaydı 1400 yıl uygulanan İslâm nizamı kaldırılıp, kapitalist nizamlar getirilmezdi. Şu anda İslâm aleminde siyasette, yönetimde (devlet bazında) resmen yürürlükte olan kapitalist nizamlardır. Ne yazık ki, “beşeri nizamların İslâmî nizamlarla aynı olduğunu”müslümanım diyenler söylüyorlar. Hakikî müslümanları üzen de budur.

İster komünist, isterse kapitalist olsun, insanlar tarafından koyulan kanunların batıl ve değersiz oldukları uygulanınca insanlığa getirdikleri zarar ve ziyanlarından anlaşılmaktadır. İslâmiyet gelmeden önce, insanların kendilerinin koydukları, icat ettikleri kanunları yürürlükte idi. Kendi kanunlarının kendilerine getirdiği facialar bilinmektedir.
Kendi öz kız çocuklarını diri, diri toprağa gömmelerini serbest kılan kanunlarının bir örneğidir. İnsan icadı kanunların verdiği hürriyetle bunları yapıyorlardı. İlahî nizamlar böyle çirkin şeylere müsaade etmez ve İlahî nizamları kabul edenler de böyle çirkin şeyleri yapmazlar. Şimdi de bu gibi çirkin ve adî şeyleri yapanlar İlahî nizamları kabul etmeyenlerdir. Hakikî Müslümanlar yaptıkları işlerin mesuliyetine müdriktirler.

İslâm ideolojisinde olan (İslâmî inanç ve şer’i metodu kabul eden) Müslümanlar, dünya hayatının sonunda bu dünyada yaptıklarından sorumlu tutulacaklarını düşünürler ve Allah (c.c.)’in buyruğuna uygun hareket ederler. Müslümanlar şu İlahî buyruğu okur ve dinlerler:


Diri diri toprağa gömülen kıza, hangi günah sebebiyle öldürüldüğü sorulduğunda.” <Tekvir:8-9>

İnsanlığa her türlü nizam, intizam islamiyetin gelmesiyle gelmiştir.

Tarihlerin kayıt ettiği, hafızalardan silinmeyen, hatırlanınca da tüyleri ürperten, insanlık dışı vahşice işlenen yüz binlerce cinayetlerden sadece biri olan şu korkunç cinayette insan icadı beşer kanunlarının bir mahsulüdür. Kapitalist ideolojisinde olanların akidelerinden fışkıran kanunlarına göre insanlar sınıflara ayrılıyor. İnsanların bazıları, bazılarından üstün tutulur, takdis edilir, kendilerine hürmet ve rağbet edilir, karşılarında el pençe durulur, baş eğilir, kendilerinden himmet ve şefaat talep edilir (tıpkı günümüzdeki tasavvuf ehli gibi ) insanların bazıları
aşağılanır her türlü haklardan mahrum bırakılır. Bazıları da (kadınlar gibi) şeytan ruhlu sayılır. Kadınlara şeytan ruhlu nazarıyla bakan hıristiyanların, kendisine yüksek bir paye verdikleri (Aziz)’in emriyle; meşhur İskenderiye’de dershanesi bulunan, güzel, hakim ve fazilet kâr bir kadın dershanesinden çıkarken kilise namına Aziz’in adamları tarafından tarif edilemeyecek bir derecede tecavüze uğrar. Sokak ortasında, halkın gözleri önünde kadını çırılçıplak soyarlar, yakında bulunan bir kiliseye götürürler, orada Aziz’in eliyle parçalara ayrılarak öldürülür. Etleri kemiklerinden ayrılır ateşe atılır. Böylece bu şeytanî cinayet işlenir. İşte bu Kapitalist kanunlarının insanlığa getirdiklerinin milyonlarcasından birisidir.

İnsanları diri, diri toprağa gömmek, insanları kitleler halinde topluca öldürmek,insanları yerlerinden, topraklarından, arazilerinden, vatanından, ırkından, milliyetinden, hürriyetinden ve şahsî menfaatından dolayı öldürmek, insanları, insanların gözleri önünde diri, diri ateşe atmak, insanların ırzına, namusuna tecavüz etmek, nikâhsız kadınlarla ilişkiler kurmak, kadınlar elleri ve yüzleri, erkekler ise göbekle diz kapakları arasından başka yerlerini halka göstermek. Birbirlerinin mahremleri olmayanların birbirleriyle halvette bulunmak hep Islâm ideolojisinin dışında bulunanların yaptıkları şeylerdir. İslâm ideolojisi bunların hiçbirisinin yapılmasına müsaade etmez, çünkü İslâm Akidesinden
fışkıran nizamlar bunları yasaklamıştır.

Yemende (Hendek) ashabı diye bilinen müminleri içerisi ateşle dolu hendeklere diri, diri atarak yakanlar, kendileri de hendek başında oturup güle, güle seyredenler, bu yaptıklarını sadece müminlerden intikam almak için yapanlarda İslâm ideolojisinin dışında olanlardı. Bu konuyu Kuranı Kerim şöyle bildiriyor:
“Onlardan (diri, diri hendeğe atılarak yakılan müminlerden), sırf göklerin ve yerin mülkü kendisine ait olan, Aziz ve Hamid olan Allaha iman ettikleri için intikam aldılar. Oysa ki Allah her şeyi görür.” <Buruc:8-9> İslâm şeriatı, kâfir dahi olsa insanı diri, ateşte yakmayı yasaklamıştır. Hakîki Müslümanlar böyle şeyleri yapmazlar. Mukaddes yerlere, mekânlara saldırıp yakanlar, yıkanlar, tahrip edenler, hep İslâm ideolojisinin dışındaki nizamlara sahip olanlardır. Beytullahı yıkmaya gelen Ebrehe gibi. Filistin’de, Kudüs’te, Cezayir’de, Bosna-Hersek’te, Hindistan’da, Pakistan’da, Afganistan’da, İran’da, Irak’ta, Türkiye’de ve daha bir çok yerlerde, devlet tarafından, devlet gücüyle tahrip edilen, yakılan, yıkılan mukaddes yerler, mescitler, mabedler hep İslâm akidesinin dışında olanlar tarafından yapılmaktadır. Bu gibi şeyler bazı Müslüman(cahiller topluluğu) fertler eliyle yapılsa da kesinlikle İslâm ideolojisinin dışındakiler tarafından yaptırılmıştır. Çünkü, şu anda dünyada
Islâm ideolojisi yaşamamaktadır. Zira ideoloji: inanç ve metoddan ibarettir. Şu anda dünyada İslâmın metodu, şer’i metod yoktur. Metod, akidesine göre işlerin yapılma yönü ve şeklidir. İslâm akidesinden alınan şer’i nizamlara göre işler yapılmamaktadır. Çünkü metod devlet tarafından uygulanandır. Yani, İslâmın Devleti varsa şer’i metodu da vardır. Yapılan işler de ya İslâm şeriatına uygundur, ya da değildir. Uygunsa İslâm ideolojisindendir. Hangi ideolojiye uygunsa o, ideolojidendir.

Bir şeyin ideolojik olması için:

a-Maddî olması,

b-Amelî olması,

c-Hissedilir neticeler meydana getirmesi gerekir.

Bunlardan her hangi biri olmazsa o, metod olmaz. Maddî, amelî, hissedilir neticeler verir olurda, o işin öyle yapılması emri, İslâm şeriatından gelmezse o da şer’i metod olmaz. Islâmda namazın varlığı İslâm düşüncesindendir. Namazın tenfiz metodu devlettir. Devlet olmazsa namaz konusundaki şer’i hüküm infaz edilemez (günümüzde olduğu gibi). Devlet namaz kılmayana tâlim, teşvik, tarif yapmasıyla infaz metodunu yapmış olmaz. Zira, bunlar maddî değillerdir ve hissedilir neticeler vermezler. Bunların metod edinilmesi caiz değildir. Devlet namaz kılmayana, infaz neticesinde hissedilir durum meydana getiren, hapsetme gibi maddî ceza vermesiyle infaz metodunu kullanmış olur. O halde şer’i metod olması için maddî, ameli, hissedilir netice verir olması ve öyle yapılması emri İslâm şeriatından
gelir olmalıdır. Bu tarife, bu izaha göre dünyada işlenen pislik ve cinayetlerin hiç birisi İslâm ideolojisinde olanlar tarafından yapılmış ve yapılmakta değildir. Meselâ: Müslümanlar için en büyük felaket, en büyük cinayet ve en büyük rezalet, Resulullah (S.A.V.)’in Ashabı Kiram’la kurdukları o mübarek İslâm Devletinin yıkılmasıdır. İşte bu İslâm Devletinin yıkılmasıyla, dünyada her türlü cinayet, fuhşiyat, rezalet ve dehşet başlamıştır ve el’an sürüp gitmektedir. Kesin ve katiyyet ile ifade edelim ki, Müslümanların Devleti Raşîdi Hilâfet Devleti gelmediği sürece bu vahşet, daha da fazla artarak sürüp gidecektir. Bütün dünya insanları bilir ve kabul ederler ki, İslâm Devleti Hilâfet devletini yıkanlar, İslâm ideolojisinin dışında olanlardı. Çünkü, gerçek inanan Müslümanlar mensubu oldukları dinlerini yıkmazlar. Bu anlaşılan ve bilinen bir gerçektir.

Şu anda günümüzde, Islâm akidesini koruyacak, şer’i hükümleri tatbik edecek ve İslâmın davetini dünyaya taşıyacak olan Raşidî Hilâfet Devletinin gelmesini istemeyenler ve gelmesi için çalışmayanlar ve çalışanlara engel olanlar elbette ki İslâm ideolojisinin dışında olanlardır.

İnsanlık koyu bir cehalet, akıl almayacak bir vahşet içerisinde yüzerken, Allah (c.c.)’un Rahman sıfatının tecelli edip, içlerinden bir Resul, ve o Resul’e insanlığın kurtuluş reçetesini (İslâm dinini) gönderdi. İnsanlığı hem dünya hem de ahiret korku ve endişesinden
kurtaracak, her türlü problemlerine çare ve çözüm getirecek kitap gönderdi. O, kitabın bir ayetinde şöyle buyurdu:

 “Elif,Lam, Ra (Bu) bir kitaptır ki Rabbinin izni ile insanları karanlıklardan (her türlü zulümden) aydınlığa o güçlü ve övgüye layık (Allah’ın) (Hak ve selamet) yoluna çıkarman için o’nu (Kitabı, Kur’an nizamını) sana indirdik.” (ibrahim-1)

Diğer bir ayette :
 Allah (c.c.) inananların velisi (dostudur). Onları (inananları) karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kafirlerin dostları da tağuttur. (O da) onları aydınlıktan karanlığa çıkarır. Onlar ateş halkıdır, orada ebedi kalacaklardır.” (Bakara;257> buyurmuştur.

Allah’u teâla inananların gerçek kurtuluşa kavuşmaları için gönderdiği nizamlara tabi olmalarını emretmiştir. Ve şöyle buyurmuştur:

“O’nu biz indirdik. Ona uyun ve (Allah’tan) korkun ki size rahmet edilsin.” (Enam-155) Görüldüğü gibi bu ayeti kerimede; Mucizul beyan olan Kur’an’ı Kerim insanın saadeti için gelmiş mübarek bir kitap olduğu, bu kitap Allah (c.c.) tarafından gelmiş olduğu, o’na o kitaba uyulması gerekli
olduğu, O’na uyanların kurtuluşa, felâha erenler olduğu bildirilmektedir. Ne yazık ki insanlar, Allah (c.c.) nun emrettiği şekilde O’na uymuyorlar. insanlar ona, vahyi ilahiye uysalardı bu günkü bu duruma düşmezlerdi.

Bu yazıların özeti şöyledir.

Günümüz müslümanlarının acilen çözüme kavuşturmaları gereken en büyük problemleri, kendilerinin öz Devleti olan HİLAFET DEVLETİ’nin olmayışıdır.

Bu büyük problemi çözüme kavuşturacak inanan müslümanlardır. Bu problemin çözümü olan Hilâfet Devleti’ni yeniden kurmak Müslümanların üzerlerine farzdır.

Allaha, Allah (c.c.)’tan gelen Kur’an’a inanan Müslümanlar getirilmesi üzerlerine farz olan kendi devletlerini kurmaya çalışırlar, üzerlerine farz olan görevlerini yerine getirirler.

Müslüman olduklarını söyledikleri halde kendi devletleri olan Hilâfet devletinin kurulmasına çalışmayanlar ve çalışanlara engel olanlar, yersiz ve geçersiz bir takım bahaneler öne sürüyorlar.

a-“Bu gün bu şartlar altında şer’i nizamla çalışılmaz ve bu ortamda Hilâfet Devleti getirilemez. Bunun için gayri İslâmi kanunlarla, gayri İslâmî devletlerin bulunması zaruridir” diyorlar.

b-“Müslümanlar da gayri İslâmî kanunlarla gayri İslâmî devletlerin bulunması caizdir. Bunun için şer’i nizamların ve Hilâfet devletinin bulunmasına lüzum yoktur, "diyorlar.

c-“Şer’i nizamlarla, lâik demokrasi kapitalist nizamlar arasında ve Hilâfet devletiyle, lâik Cumhuriyet Devleti arasında bir fark yoktur. Bunun için lâik demokrasiyle de çalışılmasında bir beis yoktur” diyorlar.

Hilâfet devletinin gelmesini engelleyen, kapitalist yönetimlerin yaşamasını sağlayan her türlü tutum ve davranış, akıl, fikir ve İslâm akidesinden fışkıran nizamlardan değildir. Bununla beraber her hangi bir delile müstenitte değildir. Oysa ki İslâmda yapılan ve yapılması istenen her şey İslâm akidesine ve İslâm akidesinden fışkıran nizamlara uygun olması şarttır.

İslâmiyette, müslümanlarda bellenmesi ve zihinlere yerleşmesi gereken temel esas, yapılan tavrı harekât vahyi ilahiye uygun olmalıdır. Hakkında vahyi ilahiden bildiri bulunan işlerin yapılma neticesinde fayda mı zarar mı getirdiğine bakılmaz. Vahyi ilahiye uygun olup olmadığına bakılır. İslâmiyeti tanıyan Müslümanlar hayata bu açıdan bakarlar. İslâmm Devleti olmadığından hayata bu bakış tahakkuk etmiyor. Hayata kapitalist nazarıyla bakıldığından yapılan işlerin İslâma uygun olup olmadığına bakılmıyor, maddî lezzet ve menfaat getirdiğine bakılıyor. Bu da insanları zulmete, vahşete ve bedbahtlığa sürükleyip götürüyor.

Cahiliye döneminde olduğu gibi içinde bulunduğumuz şu yirminci asrın insanları da koyu bir zulmette, akıl almaz vahşette ve kurtulması güç olan dehşette bocalayıp durmaktalar.
İnsanlığı bu durumdan kurtaracak Raşidî Hilâfet Devletidir.

Bütün dünyanın insanları buna muhtaçtırlar. Günümüz insanları için en önemli ve elzem olan şey de budur. Bunun için bütün Müslümanlar seferber olup Hilâfet devletini ikâme etmelidirler. Zira bu olmayınca hiç bir iş İslâma uygun yapılamıyor. Günümüzdeki insanlığın durumunun böyle olduğu vakalarla teberrüz etmiştir.

İnsanlığın muhtaç olduğu Hilâfet devletinin yeniden kurulmasının ve hayata getirilmesinin gerekliliği aklî ve nakli delillerle tespit edilmiştir. Şöyle ki yeryüzünde işlenen suç ve cinayetlerin hepsi kapitalist veya köminist devletler tarafından yaptırılmaktadır. Zaten dünyada, günümüzde İslâm Devleti yoktur ki, işlenen suçların onun tarafından işlenmiş olsun.

Hemen şunu peşinen kayd edelim ki, günümüzde halkı Müslüman olan bazı ülkelerde; Cumhuriyet ismiyle, Cumhuriyet şekliyle, Cumhuriyet esaslarına uygun devlet kuruluyor, kapitalist yönetimiyle yönetiliyor ve Islâm cumhuriyeti ismiyle adlandırılıyor. Bütün Müslümanların belli bir mezhepte toplanmaları şart koşuluyor, devletin benimsediği mezhebin dışında olanlar ve o mezhebi benimseyenlerin soyundan olmayanlar idareye, yönetime alınmıyor. Islamın esası ve Islâm akidesinden olan (Hilâfet Devleti ve yönetimini) reddediyor, halifelik devrinin tarihe karışıp gittiğini söylüyor, Hilâfet devletinin beşerî ve siyasî bir devlet olduğunu kabul etmiyor, kendilerinin benimsedikleri mezhep dışında
kalanları destekleyip koruma yoluna gitmiyor, hatta belli bir mezhebin dışında kalanların Müslüman olduklarını bile kabul etmiyor, onlara karşı savaş açıyor ve savaşıyor. Bu tutum ve davranışıyla dünya efkârı umumisinde kendisinin Islâm Devleti olduğunu tanıtıyorlar. Oysa ki bütün Müslümanlara reis (Halife) olmadan olamaz.

Halkı Müslüman olan ülkelerden bazılarında da her topluluk kendi dinlerine göre yönetim yapar, hükmeder, dışa karşı bir olurlar. Bunlar da kendilerinin İslâm Devleti olduğunu ilan ediyorlar.

Bazıları da bilindiği gibi kraliyetle, teokratla yönetim yapar, hükmeder, sonra da döner kendilerini İslâm Devleti diye ilan eder. Bazıları da yeri, yuvası, gücü, kuvveti, koruma emniyeti olmadan, kapitalist kâfirlerin ülkesinde bile mecburi küfür yönetimini, küfür idaresini, küfür korumasını ve emniyetini kabul ederek, ister istemez bu şartlara boyun eğerek, bu şartlar altında Zümrüt’i Anka kuşu gibi ismi olup cismi olmayan devlet ve cismi olmayan devlete reis (Halife) ilan ediyorlar.

İşte bunların yaptığı her şey yanlış yönetim, yanlış uygulama, yanlış teşekkülât, bunların hepsi İslâma mal ediliyor. Bunların en kötü olanı; bunlar bu halleriyle, şekilleriyle, yönetimleriyle, hükümleriyle, otorite ve sultalarıyla gerçek Raşidî Hilâfet Devletinin gelmesine en büyük engel oluyor. Bunlar İslâm devletinin çok kötü bir şey olduğunu ve İslâm devletinin gelmesine gerek olmadığını ortaya koymuş oluyorlar.

Başından buraya kadar sıralamaya çalıştığımız vakıalar gerçek İslâm Devleti-Hilâfet devletinin kurulmasının ve bulunmasının gerekli olduğunun delilidir.

Günümüz insanlarının muhtaç olduğu Raşidî Hilâfet devletinin bulunması farz olduğunun sahih ve nakli delilleri de vardır. Bu hususta Ashab’ı Kiramın icmaları çok sağlam ve kuvvetli delildir. Resulü Ekremin Hilâfet ve Halifelik hakkındaki hadisi şerifleri de birer nakli delildir, şu şer’i kaide de bu meseleyi aydınlığa kavuşturan bir şer’i delildir.

“Farzın ancak kendisiyle tamamlandığı her şey de farzdır.” (Şer’i kaide)

Hilâfet devletinin ikame edilip yerine getirilmesi farzının eda edilmesinde çeşitli bahaneler ileri sürerek kendilerini sorumluluktan kurtaramaz. Müslümanlar, bu konuda çeşitli bahaneler ileri sürenlere aldanmamalıdırlar.

Ey İnananlar! Allah'a itaat edin, Peygambere ve sizden buyruk sahibi olanlara itaat edin. Eğer bir şeyde çekişirseniz, Allah'a ve ahiret gününe inanmışsanız onun hallini Allah'a ve peygambere bırakın. Bu, hayırlı ve netice itibariyle en güzeldir.
(Nisa: 59)
*










1 yorum:

  1. “Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: Eyvah! bize keşke Allah (c.c.)’a itaat etseydik, peygambere de itaat etseydik, derler. Ey rabbimiz; biz reislerimize ve büyüklerimize (liderlerimize) uydukta onlar bizi yoldan saptırdılar derler. Rabbimiz onlara (liderlere) iki kat azap ver ve onları büyük bir lanet ile rahmetinden kov. ”
    (Ahzap 66-68)

    Görülüyor ki İslam Şeriatının dışındaki kanun ve kaidelerle liderlik yapanlar ve bunların uygulamalarına boyun eğenler öbür dünyada evrile çevrile cehennemde yanacaklardır.

    İslam Şeriatının dışında yönetim yapanların İslam Şeriatının dışında siyaset güdenlerin, İslam Şeriatının dışında hüküm verenlerin uygulamalarına cevaz verenler ve bugün bu şartlar altında, bu ortamda, İslam dışı uygulamalar yapılabilir diyen hoca süsünde olan kimselerin hiç bir delilleri yoktur. Bunların söyledikleri yalandan başka bir şey değildir. Bunların bu tutumlarım Allah (c.c.) şöyle açıklıyor:
    “Onlar zandan başka bir şeye tabi olmazlar, yalandan başka sözde söylemezler. ”
    (En’am: 116)
    İslam Şeriatının dışındaki uygulamalara doğru demek, yalanın en büyüğüdür. Bunları yanlışlara doğru dedirten ancak şeytanlarıdır. Yani bunların böyle demeleri şer’i hükümlerden değildir.

    Müslümanların kendi öz devletleri olan (İslam devleti Hilafet devletinin yeniden kurulmasına, Müslümanların çalışmalarına mania ve en büyük engel, az bir para karşılığında, İslam şeriatının belirlediği hakikatların üzerlerini örten, gizleyen, İslam dininin dışında olan laikliğin, kapitalizmin yönetimini, siyasetini ve hükümlerini uygulamanın caiz olduğuna , kendilerini bilgin olarak gösterip, saf Müslümanları kandıran sahte hocalardır.

    Yenilmez İslam varsa gerçek İslam devleti, Çünkü devletle yaşar İslam’ın tek hayatı.
    Toplum kabullendikleri yasaya mahkumdur, Yasa haktansa hakka. Kuldansa kula kuldur.

    YanıtlaSil