25 Mayıs 2015 Pazartesi

DİNİ DOSDOĞRU TUTUN, DİNDE AYRILIĞA DÜŞMEYİN

Allah’ın rahmeti ve bereketi sizlerin ve inanan bütün Müslümanların üzerlerine olsun.

Kovulmuş ve recmedilmiş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım.

Rahman ve Rahim olan Allah’ın (c.c.) ismi isteanesiyle konuşmaya başlıyorum.

Her türlü hamdü senalar, var olan, bir olan, ezelî, ebedî olan, yaratıklardan hiç bir şeye benzemeyen ve varlığı zatından olan, bütün varlığı yoktan var eden, varlık içinde insanı Eşrefi Mahlûk kılan, insanın hayatını tanzîm eden, din gönderen Allah (c.c.)’ya olsun.

Allah’ın rahmeti, meleklerin istiğfarı, müminlerin duaları, iki dünyanın iyilik ve selametliği, alemlere rahmet olarak gönderilen, insanların ve cinlerin peygamberi olan, İslâm dinini Rabbülaleminden alıp, olduğu gibi insanlığa tebliğ eden, Resulü Ekremin, o, Resulün sevgili Ali’nin, Ashabının ve inanan bütün Müslümanların üzerlerine olsun.

Allah (c.c.)’in gönderdiği İslâm dinini, İslâm nizamını hayata hâkim kılma yolunda olan sizlerin ve diğer bütün mü’minlerin sayılarını meşkûr, dualarını kabul, amellerini makbul ve ticaretlerini lentebur eyleye.

İslâma gönül vermiş değerli dinleyenlerim,

Her Müslümanın mensubu olduğu İslâm dinini ikâme etmesi, dini vecibelerini gerektiği gibi yerine getirmesi farzı ayndır. Bunun için bu konuşmamızda:
Dinin ikâme edilmesinden (dosdoğru tutulmasından) ve dini ikâme ederken onda ayrılığa düşülmemesinden bahsetmeye çalışacağız. İnşallah.

Dinin ikâme edilmesinin farz olduğu, dinde ayrılığa düşülmesinin haram olduğu kesinlik ifade eden naslarla sabittir.

Tedricilik göstermeden, görüş beyan etmeden, ayrılığa düşülmeden dini ikâme etmek, gerektiği gibi dosdoğru tutmak, kitap (Kur ’ anı Kerim), sünnet (fiili, kavlî ve takriri hadisi şerif), icmaı sahabe ve kıyas’ı fukaha ile tespit edilmiştir.

Dinin ikâme edilmesinin farz olduğunu bildiren naslardan birisi de Şura suresinin 13. Ayeti kerimesidir.

Rabbul Alemin bu ayeti Kerimede iktizai bir hitap ile biz Ümmeti Muhammet’e hitap ederek şöyle buyuruyor:

“Allah Nuh’a buyurduğu şeyleri size de din olarak buyurmuştu. Ey Muhammed Sana vahyettik; İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya da buyurduk ki: “Dine bağlı kaim, onda ayrılığa düşmeyin. “Putperestleri çağırdığın şey onların gözünde büyümektedir. Allah dilediğini kendine seçer, kendisine yöneleni de doğru yola eriştirir.”

Değerli dinleyenlerim:

Mealini dinlediğiniz bu ayeti kerimede, Allah (c.c.) dinden, (İslam dininden) şeriattan bahsederek, dinin ikâme edilmesini dinde tefrikaya düşülmemesini, kesin bir ifade ile emrediyor.

Biz de konuşmamızda: dinden (İslâm dininden), şeriattan dinin ikâme edilip dosdoğru tutulmasından ve dinde ayrılığa düşülmemesinden bahsetmeye çalışacağız inşallah.
Dinin ikâme edilip dosdoğru tutulması için dinin ne olduğunu bilmek ve dini iyi tanımak gerekir.

Bu dinin koyucusu, vaadi hakikisi Allah (c.c.) olduğu için, dinin en iyi ve en doğru tanımlanmasını yapan da Allah (c.c.)’dir. Bunun için dinin tanımını ve tarifini insanlardan değil, dinin koyucusu olan Allah (c.c.)’dan almak lâzımdır. Çünkü bir şeyi koyan, o şeyin ne olduğunu daha iyi bilendir.

Mensubu olduğumuz İslâm’ın, İslâm dinin ne olduğunu, nasıl bir din olduğunu, kitap (Kur’an’ı Kerim), sünnet (hadisi şerifler), icma (eshabın icmaları) ve müctehitlerin tanıtmalarından, bildirmelerinden alırsak din konusunda yanılgıdan ve sapıklıktan kurtulmuş oluruz. Yani dini vahyin bildirmesiyle bilirsek doğru bir şekilde tanımış oluruz.

Dini vahyin bildirmesinden ve tanıtmasından değil de, günümüzde olduğu gibi, insanların tarif ve tanıtmalarından alırsak, hakikî dini değil insanların uydurdukları ve din olmadığı halde din diye adlandırdıkları, din olmayanı almış oluruz. Bu da bizi sürekli ihtilâflaşmaya ve hatta bütün insanları birbirlerine düşmanlaşmaya götürür. Günümüzde olduğu gibi. Bunların da ahiretten hiç bir nasibi yoktur.

Aklı olan ve azıcık düşünme kabiliyeti olan herkes bilir ki, din insanların kendi arzu ve isteklerine göre koyulur ve tarif edilirse sayılamayacak kadar çok din ve dinin tarifleri olur. Günümüzde olduğu gibi.

Mesela: Yahudilik dini kendi arasında bir kaç dine ayrılır.

Hıristiyanlık, da Katolik, Protestan, Ortodoks ve Evangelis dinlerine ayrılır. Ve yine Budist, Buda, Sih, Bahai, Yehova dinleri gibi. Bunlar da kendi aralarında bir çok kollara ayrılır. Bunlardan başka Hind dinleri, Fars dinleri, Roma dinleri, Çin dinleri, Japon dinleri, Amerikan dinleri, Afrika dinleri ve Avrupa, Asya, Arap, Türkistan ve Yunan dinleri gibi dinler. Sizler daha da sayıp
çoğaltabilirsiniz.

Bu sayılan dinler biri diğerinden değildir. Her biri birinden ayrrıdır. Ayn oldukları için ayrı ayrı isim almışlardır. Ancak bunların ortak yanları da vardır. O da şudur; bunların hepsini insanlar ortaya koymuştur, insanlar kendi arzularına göre tarif edip tanımını yapmıştır. Yani yaratanın koyduğu ve tarif ettiği değildir. İnsanlar istediklerinde bunları kaldırırlar, değiştirirler ve istedikleri şekilde tarif eder tanıtırlar. Tıpkı günümüzde olduğu gibi ... Şer’i hükümlerin hayata hakim olmasını istemeyenler, Allah (c.c.)’ın koyduğu İslâm dinini beğenmiyorlar ve Allah (c.c.)’in tarif ettiği ve tanıttığı şekli kabul etmiyorlar. Bunun için İslâm dininin kendi beğenilerine göre tarif ediyorlar. İşte bunun için, kendi arzu ve isteklerine uydurmak için Allah (c.c.)’ın beğenip, razı olup koyduğu İslâm dininde reform yapıyorlar, Avrupalı, Amerikalı kâfirlerin dinleri gibi, “İslâm dini de modern ve muasır bir din olmalıdır” diyorlar.

Bu maddeperest beyinsizler, anlamıyorlar ve anlamak istemiyorlar ki, İslâm dininde “reform yapılmaz”, İslâm dini “modernleştirilemez ”, İslâm dini “çağdaşlaştırılamaz ”, İslâm dini insanların koydukları dinlerden her hangi birine uydurulamaz, İslâm dininin isminde de hükümlerinde de hiç bir değişiklik yapılamaz. Şayet İslâm dininin isminde veya hükümlerinde her hangi bir değişiklik yapılırsa o İslâm dini olmaktan çıkar.

Değerli dinleyenler, bildiğiniz gibi Allah (c.c.) bizlere iktiza’i bir hitapla dini ikâme etmemizi istiyor, emrediyor.

Din’i ikâme etmek için iyice bilmek ve tanımak gerekli olduğunu, dinin en doğru tarifini yapanın, dinin hakikî koyucusu Allah (c.c.) olduğunu ve dinin tarifini onun buyruğundan öğrenmemiz gerektiğini olduğunu söylemiştik.

Genelde şu üç çeşit insanların, dini tarif etmekte olduklarını görüyoruz ki onlar da şunlardır:
1- İslâm akidesinde olanların tarifleri,

2- İslâm akidesinin dışında olanların tarifleri,

3- Kapitalist akidesinde oldukları halde, kendilerinin Müslüman olduğunu söyleyenlerin tarifleri.

Bunlardan sadece İslâm akidesinde olanların tarifleri doğrudur. Diğerlerinin tarifleri yanlıştır.

İslâm akidesinde olanlar hangi asırda olursa olsunlar, dini Allah (c.c.)’in beğenip ve koyduğu şekilde tarif ederler. Bunların tariflerinde değişiklik olmaz. Zira, bunlar doğru akidededirler. Doğru akidede olanlar dini de doğru tarif ederler.

Dinin tarifi akidedendir. Dini tarif eden akidesini tarif ediyor demektir. Akidesi neyse Din tarifi de odur. Dini tarif edenlerin tariflerinden hangi akidede oldukları anlaşılır.

İslâm akidesi= Allah (c.c.)’a, meleklere, kitaplara, resullere, ahiret gününe, kaza ve kaderin, hayrın ve şerrinin de Allah’tan olduğuna inanmaktır.

İmanın manası şudur; iman edilmesi istenilenin, iman edilmesi istenildiği gibi olduğunu kanıtlayan, sağlam kesinlik ifade eden ve vakıaya uygun deliline dayalı, kalbin kesin tasdik etmesidir. Bu da şu demektir: Akide veya iman olması için şunların bulunması gerekir.

a-Vakaya uygun kesinlik ifade eden delil.

b-Kalbin kesin tasdiki

Akidenin delili; Ya zandan uzak, kesinlik ifade eden Aklî delil, ya da subutî ve delâleti kat’i olan naklî delil olmalıdır.

Dini tarif edenlerin, tarif ettikleri gibi olduğunu gösteren, subut’i ve delâlet’i kat’i olan naslardan delilleri olmalıdır.

İslâm akidesinde olanlar, dini tarif ederken istenilen bu delilleri getirirler. İslâm akidesinde olmayanlar zaten bu delilleri kabul etmiyorlar. Onların dini tariflerinde hiçbir delilleri yoktur. Bunun için İslâm akidesinde olmayanların dini tarifleri kesinlikle yanlıştır.
Elbette ki İmamı Azamlar, İmamı Şafiler gibi dini tarif edenler doğrudur. Mustafa Kemal ve İsmet İnönü gibi tarif edenler de elbette ki yanlıştır.

Allah (c.c.) dini şöyle bildiriyor ve tanıtıyor.

 “Muhakkak ki Allah katında hak din yalnızca İslâmdır.” (Ali lmran:19)

İnsanlar hayat problemlerini çözmeleri için Allah (c.c.)’in beğenip koyduğu din, hak din İslâmdır. Hayat işlerini düzene koyan hükümler topluluğuna razı olduğu din İslâm olduğunu şöyle bildiriyor.

“..ve sizin için din olarak İslâmî beğendim.”
(Maide:3) 
Şu ayeti kerimede de İslâmdan başka din edinen, din arayandan, o din asla kabul edilmeyecek ve onlar ahirette hüsranda kurtuluşu olmayan bir halde olacaklardır. Allah (c.c.) şöyle buyurdu:

Kim İslâmdan başka bir din ararsa, bilsin ki (o aradığı din) ondan asla kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsranda olacaktır. (Kurtulamayacaktır.) (Ali İmran:85)

Şu ayeti kerimede de kendilerinin Müslüman olduklarını söyledikleri halde Allah (c.c.)’in dinini (îslâm dinini) beğenmeyip, çağdaş, yeni, modern bir din kurmak isteyen beyinsizlere hitap ederek kendilerini uyarıyor, ikaz ediyor, göklerde ve yerde olan her şey ister istemez ona Allah (c.c.)’a teslim olduğu halde siz o’na onun dinine teslim olmuyor musunuz? Eninde sonunda her şey ona döndürülecektir, onun huzuruna çıkmaktan korkmuyor musunuz da onun koyduğu, beğendiği, razı olduğu dinden başka bir din mi arıyorsunuz? Diyor ve şöyle buyuruyor:

 “Allah’ın dininden başka bir din mi arzu ediyorlar? Oysa göklerde ve yerde kim varsa, ister istemez O'na teslim olmuştur, O'na döneceklerdir.” (Ali imran:83)

Bu ayeti kerime ve daha birçok başka ayeti kerime ve hadisi şeriflerin bildirmelerinden açıkça anlaşılıyor ki Allah (c.c.)’in beğenip, razı olup, insanların hayatlarını tanzim etmek için koyduğu din İslâm’dır. Yani insanların hayat müşküllerinin, problemlerinin çözümünü sağlayan, Allah (c.c.)’in koyduğu hükümler topluluğu İslâm’dır.

Din insanların hayatlarını düzenleyen nizamlardır. İslâm, nizam hüküm koyan Allah’tan gelmiş olan dindir.

İslâm dindir. Öyleyse hükümleri Allah’tan gelmemiş olan şeyler, hakîkatta din değildir. Yani İslâm dininin dışında kalanlara, insanlar din adı vermişlerdir. Allah (c.c.) onlara din dememiştir. Şimdiki Hıristiyan ve Yahudi dinleri gibi bunlara bu taşıdıkları adları Allah (c.c.) vermemiştir. Bunlar tahrife uğramadan önce, ilk koyuldukları zaman bunların adı da İslâm’dı. Hz. Adem’den beri, Allah’u teâla tarafından gelen, koyulan dindir. Ve o din İslâm dinidir.

İslâm Allah (c.c.)’in beğenip koyduğu dindir. Herkesin bilmesi, tanıması ve bellemesi gereken İslâm şu tarif edeceğimiz şekilde olandır.

İslâm: Allah (c.c.)’in Muhammed Mustafa (S.A. V.) ’e indirdiği ve insanın yaratıcıyla olan itikat ve ibadetlerindeki alâkalarını, insanın kendi nefsiyle olan yiyeecek, giyecek ve ahlâk’a dair alâkalarını, insanın diğer insanlarla olan muamelât ve cezalara ait alâkalarını tanzim eden, düzenleyen dindir.

Bu sayıp yazdığımız 7 türlü alakaları düzenleyen hükümler dindir. İşte bu İslâm’dır.

Dünyadaki Müslümanlar arasında
dinin şu tarifi şöhret bulmuştur. Kendileri için hayırlı olan işlere sevk eden bir kanuni ilahidir.!!

Halk arasında, halk dilinde kullanılan en çok kullanılan şekil de şudur:

Din bir kanuni ilahidir. Yani hükümlerini Allah (c.c.)’nun koyduğu kanundur. Dinin hükümlerini Allah (c.c.) koyduğu için o hükümleri Allahtan başkası değiştiremez. Ve de Allah (c.c.)’in koyduğu hükümler kıyamete kadar değişmeyecektir. Hükümleri hiçbir zaman, hiç bir kimse tarafından değiştirilemeyen kanunlar dindir. Evet hükümleri değişmeyen din İslâm dinidir. Bunun için diyoruz ki, İslâm dininin isminde de hükümlerinde de değişiklik yapılamaz. İsminde veya hükümlerinde değişiklik yapılırsa, o İslâm dini olmaktan çıkar.

İslâm Dini insanların dünya ve ahiret hayatlarını tanzim etmek için Allah (c.c.)’in koyduğu nizamlar mecmuasıdır.

İslâm akidesinde olan insanlar İslâm dinini böyle tarif ediyorlar. Dinin doğru tarifi de budur, zira Allah (c.c.)’da böyle bildirmiştir.

Vahyi ilahi din konusunda sırasıyla şunları bildirmiştir.

1- Dinin ne olduğunu ve dinin koyucusunun sadece kendisi olduğunu,

2- Dini sadece Allah (c.c.)’a mahsus kılmamızı, dinin sadece kendisine ait olduğunu,

3- İnsanların bu dine, (kendisinin koyduğu) İslâm dinine gelmelerinin gerekli olduğunu,

4- İnsanların din koyma yetkisinde olmadıklarını ve onların din diye koydukları şeylerin asla kabul olunmayacağını bildirmiştir.

Kur’an’ı Kerimin birçok yerinde ve hadisi şeriflerde “dini yalnız Allah ’a halis kılarak ona ibadet edin, dini yalnız Allah ’a halis kılın, din yalnız Allah’a mahsustur’’ anlamında emirler vardır.

Şu ayeti kerimede dini yalnız kendisine halis kılarak ona yalvarmayı, ibadet etmeyi emrediyor. Ve şöyle buyuruyor:

“O diridir, O’ndan başka yoktur. Dini yalnız O’na has kılarak O’na yalvarın. Övgü alemlerin Rabbi Allah içindir.” (Mü’min: 65)

Bu ayeti kerimede de peygamber efendimizin şahsında bizlere emrederek, dini yalnız Allah’a halis kılarak ibadet etmemizi emrediyor ve şöyle buyuruyor:

“Ey Muhammed ! Biz sana Kitab’ı gerçekle indirdik. Öyle ise dini Allah için halis kılarak O’na kulluk et. Dikkat edin, halis din Allah’ındır;..” (Zümer:2-)

Şu ayeti kerimede de şöyle buyuruyor:

 “De ki: “Ben, dinimi Allah’a ihlas kılarak O’na kulluk ederim. “ (Zümer: 14»

Bu ayeti kerimeler ve daha birçok bunlara benzer ayeti kerimelerde ve hadisi şeriflerde, Allah (c.c.) insanları kendi koyduğu dine, dinin hükümlerine uymalarını, din diye kendilerinden hüküm koymamalarını emrediyor ve şöyle buyuruyor:

 “Rabbinizden size indirilen Kitab’a (ve o kitabın buyruklarına) uyun, O’ndan başka dostlar edinerek onlara uymayın. Pek az öğüt dinliyorsunuz.” (A’raf: 3)

Görülüyor ki bu ayeti kerimede Kur’an’ın, dinin buyruklarına uyulmasının gerekliliği, kuranın dışında kalanların buyruklarına uyulmanın yasak olduğu belirtiliyor.

Şu ayeti kerimede de zaman kaybetmeden hemen Kur’an’ı Kerimin buyruklarına uyulmasının gerekliliği emrediliyor.

 “Size ansızın,farkına varmadan azab gelmeden önce Rabbinizden size indirilen en güzel söze, Kur’an’a uyun. “ (Zümer: 55)

Anlaşıldığı üzere, çok açık ve net ifadelerle Kur’an, İslâm dininin buyruklarına uyulmasının farz olduğu bildiriyor. Çeşitli bahaneler ileri sürülerek zaman kaybedilmemesi için ihtar ediliyor.

Kur’an’ı Kerimin hükümleri İslâm dininin hükümleridir.Yani Kur’an’ın hükümlerini inkâr eden İslâm dininin hükümlerini de inkâr etmiş oluyor. Bunun terside böyledir.

Bu ayeti kerimeler gibi daha bir çok ayeti kerime ve hadisi şeriflerde “İslâm dininin İslâm şeriatının buyruklarına tabi olun onlara uyun. Kendi kafanızdan hükümler koyarak, uydurma din icad etmeyin. ” buyurulduğu halde, özellikle günümüzdeki yöneticiler dinin tarifini yaparak, arzu ve isteklerine uyan din icad ediyorlar.

Yukarıda da değindiğimiz gibi, İslâm dinini, İslâm hükümlerini yürürlükten kaldırmak, bunların yerine koyulan insan icadı hükümleri uygulayan, yürürlükte tutan Cumhuriyet hükümeti kurmak için Resulullah ve ashabı kiramın kurdukları İslâmın Devleti Hilâfet Devletini yıkan, kendısine yaratıcılık payesi verilen, hakikî İslâm dininin İslâm şeriatının düşmanı olan kimselerin, batı ve batıl dinlere tıpatıp uygun olarak getirdikleri lâik, demokrasi, kapitalist dinini, izinde gittikleri atalarından, babadan oğula intikal eden bir miras olarak alan, idareciler, yöneticiler ve liderler; dini atalarından aldıkları gibi kabul edip Müslüman halka da onu kabul ettirmeye çalışıyorlar.

Mesela demokraside baş lider, kainat kitabı ve hayat nizamı olan Kur’an kerimi ceketinin sol alt cebinde, lâik demokrasi anayasasını da üst cebinde taşıyan, Kur’an’ı kerimi sadece göstermelik olarak, fakat
demokrasi anayasasını tatbik ve uygulamak için taşıyan lâiklikte baş lider, dini şöyle tarif ediyor. “Benim ülkemde herkes istediği dinde olduğunu seve, seve söyleyebilmelidir. Din siyasete, devlete ve insanların hayat işlerine karıştırılmamalıdır. İslâm dinide çağdaş dinler gibi modern olmalıdır. Din Mustafa Kemal Atatürk’ün getirdiği lâik,demokrasi ve Cumhuriyet ilkelerine uygun olmalıdır. Din,kul ile tanrısı arasında olmalıdır. İnsanlar arasına sokulmamalıdır. Dini siyasete devlete karıştırmadan istediği şekilde ayinler yapmakta serbest olmalıdır. ” Nitekim Kırşehir’in Hacıbektaş Veli ilçesinde yapılan çok muhteşem, çok cazip, cazlı,müzikli, genç, ihtiyar, kadın-erkek elele vermiş bir araya toplanmış olarak yaptıkları ayinlerine katılarak, dini merasimlerini tebrik ederek böyle ayinleri sadece yılda bir kere değil yılın 365 gününde yapılmasını temenni ettiklerini söylediler. İslam’da olmayan o ayini yapan müslümanlarda, tebriklere mukabil tebrik edenlerin boyunlarına, zincirlerle bağlı çok değerli, kıymetli birer Zülfikar taktılar. Ve bunu istediğiniz zaman kullanabilirsiniz iznini verdiler. Alameti farika olan ödülleri alan demokrasi liderleri atalarından aldıkları demokrasi dininde, imanında hiçbir fark olmadığını söylediler.

Dünyada ve Türkiye’de lâik demokrasi ve cumhuriyetçiler temelde aynıdır. Lâik, demokrasi ve cumhuriyetçilerin en sağda olanların dini tarifleriyle, en solda olanların dini tarifleri arasında fark yoktur. Mesela; lâik, demokrasi, Cumhuriyet idaresinde, yönetiminde ve bu idareyi ve yönetimi kabul eden sağcı Erbakan’ın dini tarifi ile, aynı idare ve yönetminde bulunan solcu Ecevit’in dini tarifi arasında fark yoktur. Bunların ikisi de şu ortak tarifi yapıyorlar.


Din= Lâik, demokrasi ve Cumhuriyet ilkelerine uygun olmalıdır.
Bu da şu demekhr: lâik, demokrasi ve Cumhuriyet idaresinde, yönetiminde bulunanlar elbette ki dini yaptıkları ve yürüttükleri yönetime uyar şekilde tarif edeceklerdir. Yani yönetimleri İslâm ise dini tarifleri de İslâm olur. Dikkat çeken bir konu da; böyle bir yönetimde bulunan bulundukları yönetim şeklini eğer kı kabullenip benimsemeselerdi, o yönetime bir sürü masraf yapıp, caba sarfedip gelmezlerdi. Bunlar bulundukları demokrasi, kapitalist yönetimini kabullendiklerini, beğendiklerini her fırsatta söylüyorlar, ortaya koyuyorlar. Böyle yapmalarıyla insanları ikiye bölüyorlar. Ve Müslümanlara “aşırı dinci ” diyorlar. Müslüman olduklarını söyledikleri halde lâik demokrasi ile yönetim yapanların durumu mecruh bir aslan, kurnaz bir tilki ve beyinsiz bir merkebin hikayesine benzer, o hikaye de şöyledir:

Hayvanların kralı olan arslan avlamaya koşamayacak kadar yaralıdır. Otlu, çimenli, sulu bir yerde yatıp kalır bunun bu halini gören kurnaz bir tilki “ne oluyor” diye aslanla dalga geçer. Aslan “halimi görüyorsun koşamıyorum, kurnazlıkta kandırmakta mahirsin git bir hayvan kandır buraya getir ben parçalayayım beraber yiyelim. ” Tilki akılsız bir merkebi bulur “ne burada yük altında ezilip duruyorsun gel şurada otlu sulu bir yer var orada yi, iç, keyfine bak” der ve merkebi aslanın yanına kadar götürür. Arslan merkebi parçalar doyasıya kadar yedikten sonra bir kenara çekilerek tilkinin yemesine izin verir fakat tilkiye şöyle der: “Bunun ciğerini sakın yeme onu bana bırak” der. Tilki hemen cevabını vererek der ki: “bunun ciğeri yoktur eğer ciğeri olsa idi aldanıp buraya gelmezdi ” der. Demokrasi ile yönetim yapanlarda İslâm dininin mukaddes, İslâm dininin üstün, İslâm dininin doğru bir din olduğunu söyleyenler kendilerinin de Müslüman olduğunu, kendilerinin de İslâm dininde olduklarını söyleyenler, kendilerinde azıcık akıl olsaydı, kendileri azıcık düşünselerdi ve bu söylediklerinde samimi olsalardı, hakikaten gerçekten İslâm dinini, İslâm dininin hükümlerini, yaratanın koyduğu, Resulullah’ın tebliğ edip bildirdiği, Ashabı Kiramın kabullenip yasakladıkları şekilde kabullenmiş olsalardı, o muazzam, o doğru olan ve Allah (c.c.)’in koyduğu, resulullahın alıp tatbikata geçirdiği, ashabı kiramın kabullenip, hayatlarında hiç bir değişiklik yapmadan yaşadıkları ve yine tabiinlerin, ettaüttabiinlerin ve bunlardan sonra 1924’e kadar bütün Müslümanların yürüttükleri, yaşadıkları o adil yönetim şeklini bırakıp, şu Müslüman olmayan, şu pis, kâfir Avrupaların icadı olan zalim, zorbacı, baskıcı, işkenceci, fuhşiyatcı, cinayetçi ve ahiretten hiç nasibi olmayan şu adî yönetim şeklini alıp kabul edip yürütür müydüler? 

Şu aşağılık yönetimi isteyenlere, yürütenlere ve bu yönetimi kabullenenlere şu sorular soruluyor.

1- Şu andaki bu yönetim şekli, İslâm devletinin yönetim şekli midir?

2- Bu yönetime gelenler kendi öz iradeleriyle mi yoksa başkaları tarafından zorlanarak mı geliyorlar? İslâmdan olmayan yönetime kendi istek ve çabalarıyla geldiklerine göre kendilerinin Müslüman olduklarını niçin söylüyorlar?

3- Müslüman olanlar kendi irade ve istekleriyle İslâmdan olmayan bir yönetimle yönetim yapabilirler mi? İslâm’dan olmayan, insanların koyduğu hükümlerle hükmedebilirler mi? Müslüman küfür hükümleriyle hükmetmeyeceklerine göre bunlar niçin öyle hükmediyorlar?

4- Müslüman olanların, İslâm dininde olduğunu söyleyenler, kendi irade ve isteğiyle yönetim ve hükmetme makamına gelip İslâmın dışı yönetim yapıp ve hükmedince İslâm’dan çıkmış olmazlar mı? Böyle hükmedenler halâ Müslüman olduklarını iddia edebilirler mi?

5- Peygamber efendimiz ve Ashabı Kiram tarafından Medine’de İslâm Devleti kurulduğu günden, İstanbul’da yıkıldığı güne
kadar, müslümanlarda, İslâm hükümlerinin dışında, lâik, demokrasi ve Cumhuriyet idaresi ve yönetimi yapılmış mıdır? Ve kapitalist hükümleriyle hükmedilmiş midir? Bunlar Müslüman olduklarını söyledikleri halde niçin küfür hükümleriyle hükmediyorlar?

İslâm Akidesinin Dışında Olanların Dini tarifleri Ve Yaşantıları

-İsim olarak çeşitli dinlere mensup olmalarına rağmen dini tarif ve yaşantılarında aynıdırlar. Bunlar Allah (c.c.)’in beğenip koyduğu İslâm dininin dışında olanlardır. Kur ’an’ı Kerim’in ifadesine göre bunlar Allah (c.c.)’in, Resul (S.A.V.)’in ve İslâm akidesinde olan Müslümanların düşmanıdırlar. Bunlara göre insan beğenmediği dinden beğendiği dine serbestçe geçebilmelidir. Din siyasetten, devletten ve hayattan ayrı olmalıdır. Bunlar bir yaratıcının varlığını kabul ederler fakat, siyaset, devlet ve hayat hakkındaki yaratıcının koyduğu nizamları kabul etmezler. Bunlar, hayata bakışlarını insanlara kabul ettirebilmek için sömürüyü bir alet olarak kullanırlar. Bunların dini tarifleri de dini yaşayışları da yanlıştır.

Siyasette, devlette ve hayatta İslâm Şeriatının geçerli olmasını kabul etmedikleri halde kendilerinin Müslüman olduklarını söyleyenlerin dini tarif ve yaşantıları:

Bunların büyük çoğunluğu dinin sadece isimden ibaret olduğunu kabul ederler. Hangi dinde olduğu kendisine sorulduğunda dil ile şu dindeyim demeleri yeterlidir. Dinin gereklerini yapıp yapmaması önemli değildir. Türk Cumhuriyetlerinde, Azerbaycan, Bosna-Hersek ve Türkiye’de İslâm şeriatını kabul etmeyen Müslümanlar gibi. Bunlar dini aynen kapitalistler gibi tarif eder ve tanıtmaya çalışırlar.

Siyasette, devlette ve hayatta İslâmın şeriatım kabul etmeyip Müslüman olduğunu söyleyenler, açıktan Müslüman olmadığını
söyleyen komünist ve kapitalistlerden, İslâma ve Müslümanlara daha fazla zararlıdırlar. Çünkü bunlar Müslüman olduklarını söylüyorlar, Müslümanların içinde bulunuyorlar. Gerçek Müslümanların sahip oldukları meşru haklara sahip oluyorlar. îslâmın Şeriatını, İslâmın yönetimini, İslâmın hükümlerini kabul etmedikleri halde Müslümanlara yönetici, hükmedici oluyorlar. İdareyi ele geçiriyor, müslümanları küfür yönetimine, küfür hükümlerine mahkum ediyorlar. Böylelikle kendilerini de müslümanları da dünya ve ahiretin hüsranına uğratıyorlar.

Bunları da şöyle tanıyalım:

Tam serbest irade ve istekleriyle vahyi ilahi ile koyulan İslâm şeriat kanunlarırıın dışında küfür yönetim ve idaresini isteyip, kanun ve hükümlerini alıp o kanunlarla yönetim yapıp hükmedip ve o yönetimi, hükümleri kabullenip benimsedikleri halde Müslüman olduklarım söyleyenlerdir.

Onlar o istek ve iradeleriyle o yönetimle yönetim yapmakla o hükümlerle hükmetmekte ve o yönetim ve hükümleri kabullenip benimsemekle ve o yönetim ve hükümlerden tamamen vazgeçmedikçe, şer’i hükümlerin bazısı ile veya tümüyle amel etselerde ve amel edilmesini isteseler de yine de onlar yukarıdaki tarife dahildirler.

Bu tarifte olanlar yönetenlerden ve yönetilenlerden, hükmedenlerden veya hükmolunanlardan da olurlar.

Dünyanın en şerli insanları bunlardır. İslâma ve müslümanlara en büyük darbeyi vuran bunlardır. İslâmın amansız düşmanı Avrupalı kâfirlerin kendilerine maddî menfaat ve liderlikleri elde etmek için, o kâfirlerle anlaşıp İslâm askerlerini Çanakkale’de özellikle tam düşmanın hedefinde, açık alanlarda pırasa doğratırcasına doğratan bunların kendileri idi.

Resulullahın Ashabı Kiramla kurdukları 14 asırlık İslâm Devletini yıkanlarda bunlardı. Evet İslâm Devleti Hilâfet’i
yıkan, kesinlikle yıkan bunlardı. İslâmın yönetimini, İslâmın şeriatını kabul etmeyen fakat İslâm dininde olduklarını söyleyen de o dinsizlerdi

Birinci dünya savaşına İslâm ordularını sokan ve İslâm ordularını yenilmeden yenildi diye gösteren, kâfir müttefiklerinin komutanı İngiliz kâfiriyle sıkı, sıkıya anlaşıp, küfür yönetiminde liderliği almak için İslâm beldelerini o, pis kâfirlere peşkeş çeken, işgal ettiren de şer’i hükümleri kabul etmedikleri halde müslümanım diyenlerdi. Zaten şer’i yönetimi, şer’i hükümleri kaldırmak için bunları yaptılar.

Şimdi de şer’i yönetimin, şer’i hükümlerin yeniden hayata gelmesini engelleyen, karşı çıkan ve durduran, İslâm şeriatını kabul etmeyen müslümanım diyen şu dinsizlerdir. Müslümanlar bunları çok iyi tanımalı ve bunların hiç bir şeylerine inanmamalı ve güvenmelidirler.










1 yorum:

  1. Bu dinin koyucusu, vaadi hakikisi Allah (c.c.) olduğu için, dinin en iyi ve en doğru tanımlanmasını yapan da Allah (c.c.)’dir. Bunun için dinin tanımını ve tarifini insanlardan değil, dinin koyucusu olan Allah (c.c.)’dan almak lâzımdır. Çünkü bir şeyi koyan, o şeyin ne olduğunu daha iyi bilendir.

    Mensubu olduğumuz İslâm’ın, İslâm dinin ne olduğunu, nasıl bir din olduğunu, kitap (Kur’an’ı Kerim), sünnet (hadisi şerifler), icma (eshabın icmaları) ve müctehitlerin tanıtmalarından, bildirmelerinden alırsak din konusunda yanılgıdan ve sapıklıktan kurtulmuş oluruz. Yani dini vahyin bildirmesiyle bilirsek doğru bir şekilde tanımış oluruz.

    Dini vahyin bildirmesinden ve tanıtmasından değil de, günümüzde olduğu gibi, insanların tarif ve tanıtmalarından alırsak, hakikî dini değil insanların uydurdukları ve din olmadığı halde din diye adlandırdıkları, din olmayanı almış oluruz. Bu da bizi sürekli ihtilâflaşmaya ve hatta bütün insanları birbirlerine düşmanlaşmaya götürür. Günümüzde olduğu gibi. Bunların da ahiretten hiç bir nasibi yoktur.

    YanıtlaSil