14 Nisan 2015 Salı

MÜSLÜMANLARIN GENELİNDE İSLÂMÎ ÖLÇÜNÜN HAKİM OLMAYIŞI.İSLÂM DEVLETİ HİLAFET'E GİDERKEN MESELELERİMİZ ;

Yaratılışımızın gayesi olan sadece Alemlerin Rabbı Allahu Teâlâ'ya kulluk yapmak, ancak İslâmî hayatı yaşamakla mümkün olur. Yani hayatın her sahasında Allah(C.C)'ın Resulü Hz.Muhammed(S.A.V) vasıtasıyla bize göndermiş olduğu emir, nehiy ve nizamlara göre yaşamak... İslâmî hayatı bir bütün olarak yaşamak ise, ancak İslâm Cemiyetinin olmasıyla mümkündür. Çünkü Allah(C.C) insanı İçtimaî (sosyal) bir varlık olarak yaratmıştır. Yani insan tek başına diğer insanlardan tamamen soyutlanarak ferdî, bir yaşam değil de içtimai bir yaşam sürmektedir. Bu fıtrî özelliği gereği insan, içinde'bulunduğu cemiyetin hayatını yaşamak zorunda kalır. Yani cemiyet hayatı insana tesir eder ve ona yön verir. Bundan dolayı müslümanların Islâm Cemiyetinde yaşamaları gerekir. İslâm Cemiyeti ise İslâmî fikir, mefhum, duygu, kanun ve nizamların insanların hayatına hakim olmasıyla oluşur. İslâmî fikir, mefhum, kanun ve nizamları_hayata hakim kılacak olan İslam Devleti yani Hilâfet Devleti olmadan da İslâm Cemiyeti olmaz. 0 halde, Hilâfet Devleti'nin kurulması, "olmazsa olmaz" cinsinden bir zaruret ve aynı zamanda tüm müslümanlar üzerine farzdır.

Ümmet içerisinde bu farz ve zarureti idrak edip de gerekli çalışmayı yapmakta olan müslümanlar yok değil, elbette ki vardır. Fakat bu çalışmanın önüne binbir güçlük, zorluk, engel, sıkıntı çıkmaktadır. İşte bu güçlük, zorluk ve sıkıntılardan birisi de günümüzde müslümanların genelinde İslâmî, ölçünün hakim olmayışıdır. Dahası da var. Müslümanların ekserisi'İslâmî ölçünüzü ne demek olduğundan habersiz dürümdalar. İşte bu durum onları gayrı İslâmı ölçülere tabî kılmıştır. Farklı farklı ölçülere tabî olan insanların sürekli ortak tavırlar ortaya koyması beklenemez... Hatta çoğu kişi ve çevrelerde İslâmî olmayan ölçüler İslâmî ölçüymüş gibi kabul görmüştür. Bu da müslümanların günümüzde genelinin İslâmî 'ölçüyü anlamadıklarının açık bir göstergesidir.. İslâma inandığını ve onun mensubu olduğunu söyleyen bir ümmet için İslâmî olmayan ölçülere tabî olması ve İslâmî ölçüden uzak kalması kadar acı ve vahim bir durum olamaz. Zira siz, onlara meselâ İslâmî ölçüyle Hilâfet Devleti'nin kurulması için çalışmanın farziyetini anlatırsınız ve o kişilerden gösetirlen Şerî hükümlere hemen teslim olmalarını beklerken bir de görürsünüz ki onlar meseleye başka ölçülerle bakmaktalar ve size karşı çıkmaktalar... İşte bu durum Hilâfet Devleti'ne giderken yapılan çalışmanın önündeki aşılması'gereken en çetin kayadır... Bu yazımızda ; İslâmî Ölçünün Anlaşılmasına Doğru faydalı olacağını düşünerek aşağıdaki izahları yapmaya çalıştık...

ÖLÇÜNÜN GEREKLİLİĞİ.

Muhakkak ki , insan hayatında; hakkın batılın, iyinin kötünün doğrunun eğrinin, güzelin çirkinin, hayrın şeyrin kendisi ile belirlendiği bir ölçünün olması kaçınılmazdır... Bu ölçü tüm hayatta lâzımdır. . .

İncelendiğinde görülür ki, insanın hayatı ; insanın Rabbısıyla, insanın kendi nefsiyle ve insanın diğer insanlarla alakasından ibarettir. İşte insanın tüm ömrü bu sahada cereyan etmektedir, yani ömür denilen o belirli hayat süresi işte bu sahalarda tükenmektedir..

Biz müslümanlar inanıyor ve mutlaka inanmalıyız ki, Allahu Teâlâ bizi yalnızca kendisine kulluk yapmamız ve bu kulluktan imtihan olmamız için yaratmıştır. .. "Ben ins ve cinni yalnız bana kulluk etsinler diye yarattım". Yani hayatın gayesi yalnızca Allah’a kulluk yapmaktır. Şu halde hayatın sahası olarak gördüğümüz yukarıda zikredilen sahanın tamamında bu temel ilke geçerli olmalıdır. Bunun tahakkuku için de Allahu Teâlâ, o sahalar için gerekli ve geçerli belirli ölçüler göndermiştir ki insan bu ölçülere riayetle yaratılışın gayesi doğrultusunda yaşamış yani sadece Allahu Tealâ'ya kulluk yapmış olsun...

İşte Allahu Teâlâ'nın hayatın o zikredilen her sahası için geçerli olarak gönderdiği belirli ölçülerin tamamı İslâm'ı oluşturur. Yani İslâm, Allah'tan gelen hayat için bir ölçü, başka bir deyimle hayat için bir nizamdır. İşte özellikle müslümanlar hayatın her sahasında; hayata bakarken, hayatı değerlendirirken ve yaşamlarını sürdürürken hep İslâmi ölçüye tabi olmaları gerekir.. Aksi halde onların hayatına İslâmdan başka ölçüler hakim olur ki, bu onların yaratılışlarının gayesi dışında bir. yaşam sürmelerine başka deyimle, imtihanı kaybedip dünya ve ahirette hüsrana uğramalarına neden olur. Nitekim Allahu Teâlâ; İslâmî ölçünün dışındaki ölçülere tabi olmayı batıla tabi olmak, delâlete sapmak, şeytana ve tağuta uymak, haddi aşmak vb, tabirlerle zikretmiştir. . .

"Şu emrettiğim yol, benim dosdoğru yolumdur. Hep ona uyun, başka yollara ve dinlere uyup gitmeyin ki sizi onun yolundan saptırıp parçalamasınlar. İşte Allah kötülükten sakınasınız diye bunları emretti."
(En'am  153)

Islâmın hayatın her sahasında müslümanların uymaları gerektiği tek ölçü oluşunun izahına gelince  Yukarıda demiştik ki ; incelendiğinde görülür ki insan hayatı ; insanın Rabbıyla olan münasebeti, nefsiyle olan münasebeti ve diğer insanlarla olan münasebetinden müteşekkildir. 

İNSANIN RABBISIYLA OLAN MÜNASEBETİNDEKİ ÖLÇÜ..
.
İnsanın Rabbısıyla münasebeti; itikat ve belirli ibadetlerden
müteşekkildir... 0 halde insan yaratıcısı olan Rabbına nasıl inanmalı ve O'nu nasıl takdis etmeli ya da O'na nasıl ibadet etmelidir?... İşte bunu belirleyici bir ölçünün olması, onun da yaratıcıdan olması kaçınılmazdır. Aksi halde insan yaratıcının zatına uygun düşmeyen inanç ve ibadet şekillerinnin içine düşmüş olur..

Nitekim Allahu Teâlâ  insanlara bu sahada gerekli ölçüyü bildirmiştir... Allah'ın varlığına iman ederken aklın hakemliğini esas kılmıştır. Kur'anı Kerim 'de yüzlerce ayeti kerimenin bu sahada insan aklına hitap ettiğini görüyoruz. İnsanın kâinatı inceleyip oradan da Allah'ın varlığı ile ilgili delilleri bulabileceğine işaret edilmesinden; Allah'ın varlığına iman ederken, ittihaz edilecek ölçünün, aklın, hakemliğini esas almak olduğu: ortaya çıkar. Fakat Allah'ın zatı ve aklın sahası dışında kalan diğer inanılması gerekli konularda ölçünün sadece delâleti ve subutu kat'î olarak mevcud vahyî delile dayanmak olduğunu da yine Allahu Teâlâ'-nın Kitabı Keriminin bütünlüğü içinde görürüz.

İncelediğimizde Kitabı Kerim'de Allahu Teâlâ'nın iman edilmesini taleb ettiği konularda kat'î delile dayanmanın esas alındığını görürüz. Ve zannî delile (delâleti ve subutu kat'î olmayan delile) tabî olmayı da kesinlikle yasakladığını görürüz. Buradan inanılması gereken konularda ölçünün, o konulardaki delilin kat'î olmasının gerektiği alarak ortaya çıkıtığını görürüz...


AKAİDE ( inanılması gereken temel konulara) ait delil, muayyen bir meseleye delâlet eden delildir ki, akâîdi ispat için burhandır. Burhan, kat'î ve kesin olan şeye denir Zannî delil, ne burhan olur ne de delil olur.. Kur'an-ı Kerim, burhan ve sultan kelimelirini kullanmıştır, bu kelimelerin bulunduğu bütün Kur'an ayetlerini inceleyen kimse her bir kelimenin Kur'an'daki kullanış biçimini araştırırsa her birinin manasının  kesinleşmiş delil olduğu ortaya çıkar. Şu halde kat'î delilin de subutu ve delâleti katî yani varlığı ve manası kesin delil olduğu açığa çıkar. Şöyle ki 

"Allah'tan başka İlâha ibadet eden kimsenin buradan dolayı bir burhanı yoktur. Onun hesabı Rabbinin katındadır. Şüphesiz zalimler kurtuluşa eremezler."
(Mu'mînûn  117_)_

"Yoksa onlar 0'dan başka İlâhlar mı edindiler? De ki  burhanınızı getirin."(Enbiya:24)

"Allah ile başka bir İlâh mı? De ki  doğru iseniz burhanınızı getirin." (Nemi  64)

"Cennete yahudi ve hristiyanlardan başkası giremez dediler. Bu onların kuruntularıdır.De ki ) doğru iseniz burhanınızı getiriniz." (Bakara  111)

"Siz ve babalarınızın isimlendirdiği isimler hakkında Benimle münakaşa mı ediyorsunuz? Allah onlar hakkında bir sultan indirmiş değildir." (A'raf  71)

"Allah çocuk edindi, dediler. 0 münezzehdir,
0 zengindir. Gökte ve yerdekiler o'na aittir.
bu iddianızı ispatlıyacak yanınızda bir sultan da yoktur."(Hud 96)

"Allah'ın ayetleri üzerinde kendi katlarında bir sultan gelmeksizin cedelleşenler göğüslerinde (içlerinde) ulaşamayacakları kibirlik vardır'.'(Gafir  56)

Ve buna benzer bir çok ayetler/ "sultan" ve "burhan" kelimelerinin, kesin delil anlamında geçtiğini gösteriyor. Ayrıca Allahu Teâlâ akâid konusunda zanna yani kat’î olmayan delile uymayı bir çok ayeti kerimeleriyle yasaklamıştır. Şöyle ki 

"Bunlar ancak,siz ve babalarınız tarafından adlandırılan isimler (şeyler) dir. Bunlar hakkında Allah bir sultan indirmedi. İşte onlar zanna ve heveslerine bağlanırlar. Halbuki onlara Rablerinden hidayet gelmişti." (Necm 23)

"Ahirete inanmayanlar meleklere dişi ismini verirler. Halbuki onların herhangi bir ilmi yoktur. Onlar zandan başka şeye uymazlar. Halbuki zan, Hak'tan bir şey ifade etmez."
(Necm : 27-28)

"Onların çoğu zandan başka şeye uymaz. Halbuki zan, Hak'tan başka bir şey ifade etmez." (Yunus  36)

" O'nun hakkında ihtilâfa düşenler şüphe içerisindedirler. Onlarda O'nunla ilgili bir ilim yoktur. Ancak zanna bağlanırlar."
(Nisa  157)

"Eğer yeryüzündeki çoğunluğa uyarsan seni Allah yolundan sapıtırlar. Onlar zandan başka bir şeye uymuyorlar\, Onlar ancak yalan söylüyorlar." (En'am  116)
"Kendilerine herhangi bir sultan gelmediği halde Allah'ın ayetleri hakkında münakaşa ederler. Böyle şey, Allah indinde ve mü'minler indinde büyük fena sayılır." (Yusuf  40)

Bu ve benzeri diğer ayetlerden de anlaşılacağı gibi akâid konusunda zanna yada zannî delillere tabî olunması caiz değildir

Burada akâid konusunda İslâmın ölçüsünün şu tanım olduğu ortaya çıkar. İtikat  Allahu Teâlâ'nın açık, kesin talebi üzerine kat' î delile dayalı kesin tasdiktir... Evet bu şekilde kesin tasdikle elde edilen şeylere akâid denir...

Şimdi eğer müslümanlar bu ölçüye tabi olmakta kararlı olsalardı onlar şu anda çeşitli çeşitli itikâdı mezheb ve fırkaların içinde bulunmazlardı... Ne zaman ki bu ölçü unutuldu, işte o zaman müslümanlar arasında hiç olmaması gereken, çeşitli çeşitli yalnış ve yersiz itikatlar doğmaya başladı. Doğunca da müslümanlar arasında haram olan tefrika da doğdu.. Hatta müslümanlar arasında hurafeler ve batıl inançlar yerleşmeye başladı... İşte bütün bunlar İslâmın bu konudaki yukarıda zikredilen ölçüsüne tabî olmamaktan kaynaklandı.. Eğer müslümanlar bu ölçüye tekrar sımsıkı tabi olurlarsa ; şu anda içinde bulundukları bir çok lüzumsuz ihtilâfın asıl nedenlerinden birisi ortadan- kalkmış olacaktır. . ,

İbadetlerle ilgili hususlarda da ölçü, yine sadece vahiyle gelenle yetinmektir. İnsanın o sahada da ifrat veya tefrite kaçması kesinlikle yasaktır.. Allah ve Resulü'nün belirlemiş olduğu ibadetleri terketmek nasıl yasak, ölçüye riayetsizlik ise. "ben fazla ibadet yapacağım" diye kendi kafasından ibadet şekilleri ve miktarları uydurmak da o derece ölçüsüzlüktür...- Zira Allah ve Resulü bizim için farzları, mendupları ve nafileleri belirtmiştir. Bu ölçünün dışına çıkmak ölçüsüzlük demektir.... Meselâ şu hadisî şerife dikkat edelim 

Buharî ve Müslimde yer alan bir rivayete göre Aişe(r.a) şöyle anlatır  "Peygamber(S. A.V)'in ashabından bir gurup onun hanımlarına gizli hallerindeki ibadetlerini sordu. Aldıkları cevaba bakıp onun amelini azımsamış gibi idiler. Bunun üzerine bazıları 'ben et yemiceğim' dedi. Bazıları da 'yatak üzerinde uyumıyacağım' dedi. Bazıları da 'gece gündüs oruç tutacağım' dedi... 'Durumdan haberder olan peygamber(S.A.V) şöyle buyurdu  "Ne oluyor ki bazılarınız aralarında şöyle şöyle konuşuyorlar. Ben ki bazen oruç tutarım, bazen tutmam.. Hem uyurum hem de gece namazı kılarım. Et yerim. Kadınlarla evlenirim. Benim sünnetimden yüz çeviren benden değildir. ""

Muhakkak ki Peygamberin sünneti demek ; onun din anlayışı ve uygulaması ile ilgili metodu demektir. Rabbi ile muamelesi nasıl olmalıdır? Kendi kendine, ailesi ve çevresindeki insanlara nasıl davranmalıdır? Bütün bu ilişkiler zinciridir Peygam berin sünneti...

İNSANIN KENDİ NEFSİYLE OLAN MÜNASEBETİNDEKİ ÖL ÇÜ
İnsanın kendi nefsiyle olan münasebeti; yiyecekler, giyecekler, ve ahlâk ile ilgili konuları içerir... İncelendiğinde görülür ki ; insanın nefsi insanın kendisidir. Yani,ona Yaratıcısının vermiş olduğu fıtrî özellikleridir. Ki bunlar, uzvî ihtiyaçlar ve içgüdülerinin tamamıdır. Şu halde insan bu uzvî ihtiyaçları (acıkması, susaması, beslenmesi vb.) ve içgüdülerini (bekâ içgüdüsü, nevî içgüdüsü, dindarlık içgüdüsü) tatmin için gerekli ihtiyaçlarını nasıl, hangi ölçüye göre tesbit edecektir?. Bu sahada uyması gereken ölçü nedir?..

İşte bu ölçü de Allah'tandır. Yani İslâmın bu sahada ortaya koyduğu ölçüdür. İnsanın yapısı gereği öyle olmalıdır. Nitekim Allahu Teâlâ, helâlları belirlemiş, haramları belirlemiştir. İman edenlerin ancak bu ölçü ile kayıtlı olmalarını emretmiştir. İnsanların haram işlemeleri nasıl yasak kılınmış sa helâl olanı haram kılmaları da o derece yasak kılınmıştır. Her iki halde, "haddi aşmak" yani ölçüsüzlük olarak nitelendirilmiştir...

"Ey Ademoğulları.'Her mescidde giderken zinetinizi yanınıza alın. Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah, israf edenleri sevmez. De ki;Allah'ın kulları için verdiği zinet ve temiz rızıkları haram kılan kimdir?..."
(A'raf : 31)

"Ey iman edenler.' Allah'ın size helâl ettiği temiz şeyleri haram kılmayın ve haddi aşmayın. Çünkü Allah, haddi aşanları sevmez. Allah'ın size verdiği fizikten temiz ve helâl olarak yiyin. İnandığınız Allah'tan korkun."
(Maide  87-88)

Bu ayetin iniş sebebi olarak rivayet edilen bir iki rivayete de dikkat edelim  Şöyle ki;  Bir gurub sahabi aralarında önceden alınmış bir karar gereği;
' tenasül organlarımızı keseceğiz, dünya şehvetlerini tamamen terkedeceğiz' derler. Başka bir rivayete göre ise, bir gurub 'dünyadan kesilme, kendilerini kısırlaştırma ve rahib elbiselerini giyme' isteğine kapılırlar. Bunun üzerine ayet iner... İb-ni Abbas'tan rivayetle, Bir adam Peygamber(S.A. V)'e geldi ve "Ey Allahın Resulü, 'şu etten yediğim zaman kadınlara istek duyuyorum içimde.
0 nedenle eti kendime haram kıldım." dedi... Bunun üzerine "Ey iman edenler.' Allah'ın size helâl ettiği temiz şeyleri haram kılmayın." ayeti indi.. (Bu rivayetleri İbni Kesir Tefsirinde kayd etmiştir.)

Bu ve benzeri bir çok şerî delillerden anlaşılacağı gibi, yiyecekler ve giyeceklerde, eşyada helal ve haramları Allah ve Resülü belirlemiştir. İnsanları da bu ölçü ile mukayyet kılmıştır... Aynı şekilde insanların sahip olmaları gereken ahlâkı ve bu  ahlâka sahip olmanın '..yolunu da Allah ve Resulü göstermiştir. Ahlâk, Allahu Tealinin emir ve nâhiylerindendir. Yani diğer şerî hükümlerden kopuk değildir. Şerî hükümlere riayetle insanın nefsinde Allahu Teâlâ'nın beyendiği ahlâkî kıymetler ve sıfatlar hasıl olur. İşte bu kıymet ve sıfatları _ belirleyen ölçü ancak İslâmdır. . . Nitekim Şeriat, iyi ve kötü sayılan sıfatları beyan ,etmiştir. İyiye teşvik etmiş ve kötüden nehyetmiştir... Doğruluğa, emanete, güler yüzlü olmaya , hayaya, anne ve babaya ihsana, sılayı rahme, sıkıntıları gidermeye, kişinin nefsi için sevdiğini kardeşi için de sevmeye vb. teşvik etmiştir.. Bunların zıddı olan sıfatları ; yalanı, sahtekârlığı,hıyaneti, haseti, fıskı fucur v.b de yasak etmiştir.. Yani ahlâkın ölçüsü de ancak İslâm'dır yoksa, ahlâkçılar ya da toplum değil.'....

Şu halde müslümanlar nefisleriyle alâkalarında da sadece İslâmî ölçüye tabî olmalıdırlar. 'Nefsimizi terbiye edeceğiz' diye bu sahada Allah ve Resulünden gelen ölçünün dışındaki ölçülere tabî olmaya kalkışmakla; bazı kişiler muhakkak ki, Allah indinde nefislerini terbiyesizleştiriyorlardır. Nitekim yukarıda zikredilen ayet ve hadisler buna açıkça delâlet etmektedir.

İslâmî anlamda nefis terbiyesi demek) Allah'ın insana yaratırken vermiş olduğu uzvî ihtiyaç ve içgüdülerini sadece Allah'tan gelen ölçü ile tadmin etmektir Bu ölçünün dışına çıkmak, ifrad ve tefride kaçmak, ya da bu fıtrî özellikleri öldürmeye, yok etmeye çalışmak kişinin kendisine zulm etmesinden başka bir şey değildir. Bundan da Allahu Teâlâ'nın razı olmadığını Kitabı Keriminde ve Resulünün hadislerinde görmemiz mümkündür. . .

Müslümanlar eğer sadece Allah'tan gelen ölçüye tabi olsalardı) günümüzde gördüğümüz çeşitli gayri İslâmî terbiye modellerine (ki bunların başında tasav-vufî ölçüler gelmektedir) tabi olmazlar, ne kendilerine zulmedenlerden ne haddi aşanlardan olurlardı... Bu başı boşluluk ve ölçüsüzlüğün içine düşmezlerdi.. Böylece hayatın bu sahasında da Allahu Teâlâ'yı razı eden ve yaratılışın gayesi doğrultusunda istikrarlı bir hayat sürenlerden olurlardı. . .

INSANIN DİĞER İNSANLARLA OLAN ALAKALARINDAKİ
ÖLÇÜ

İnsanın diğer insanlarla alakâsı; muamelâtlar ve ukubatlarla (cezalarla) ilgili şerî hükümlerdir. Bilindiği gibi insanın en büyük fıtrî özelliklerinden birisi de onun İçtimaî bir varlık olarak yaratılmış olmasıdır. Yani insan diğer insanlardan tamamen kopuk bir şekilde hayatını sürdüremez.
O diğer insanlarla beraber yaşamak zorun dadır. Bu yaşam,onu diğer insanlarla belirle alâkalar kurmayı zorunlu kılar. Bu alâkaların kurulması insanı sürekli İçtimaî bir yaşam içine iter... Şimdi insanların İçtimaî yaşantılarının üzerine kurulduğu o alâkaların nasıl, hangi esaslar üzerine kurulması ve nasıl tanzim edil" mesi gerektiğini, bu alâkalarda hak ve hukukun ne olduğunu,haklıyı haksızı ve haksıza verilecek cezaları belirleyen ölçü nedir ve nereden alınmalıdır?...

İşte bu sahada da gerekli olan o ölçü, sadece Allahu Teâlâ'dan alınmalıdır. Ki o, Allahu Teâlâ'nın gönderdiği Dini İşlâmdır... Özellikle İslâma inananlar için bu sahada da sadece İslâmî ölçüye uymaları zorunludur. Çünkü bu saha hayatın hem de en geniş sahasıdır.. Şu halde kulluğun sahası içindedir. Yani bu sahada da Allah'ın gönderdiği ölçüye uymak, hayatın gayesi olan Allah'a kulluğun gereğidir. Aslında insanlar, burada da başı boş bırakılmamışlardır. 0 halde, özellikle müslümanlar hayatın diğer sahalarında olduğu gibi bu sahada da sadece İslâmî ölçüyle mukayyettirler. İslâmî ölçü ise, şerî hükümlerdir. . .

Şerî hüküm  Şarî'in  (Allahu Teâlâ'nın) kulların filleriyle ilgili hitabıdır.... Yani farz, mendup, mübah, haram, helâl,' mekruh olarak ifade edilen hükümlerdir. Şarî'in bu hükümleri vakıasına mutabık şerî delillerden (Kur'an, Sünnet, Sahabelerin İcmaı ve Fakihlerin Kıyasından) çıkar. Müslümanların Şerı hükümlerin dışında hükümlerle amel etmesi asla caiz değildir... Zira müslüman, Allah'ın şeriatına teslim olandır. Bundan dolayı müslümanlar şerî hükümlerin dışına çıkmaya muhayyer değillerdir. Zira Rabbımız Allahu Teâlâ buyuru yor ki ;

"Allah ve Resulü bir şeye hüküm verdiği zaman mü'min bir erkek ve mü'mine bir kadın için kendi işlerinden dolayı Allah'ın ve Peygamberin hükmüne aykırı olanı seçme hakkı yoktur. Kim Allah ve Resulüne isyan ederse muhakkak ki,açık bir sapıklık etmiş olur" (Ahzap  36)

"Sana indirilene ve senden evel indirilmiş . olanlara(Kitablara)iman ettiklerini iddia edenlere bakmadın mı? Onlar tağutla şerî hükümlerin dışındaki hükümlerle) muhakkeme olmayı istemektedirler. Oysa onu inkâr etmekle (tanımamakla) emr olunmuşlardır.. Şeytan onları uzak bir sapıklığa sapıtmak ister. . Onlara; Allah'ın indirdiğine ve Resulüne gelin denilince,o münafıkların senden yüz çevirip büsbütün uzaklaştıklarını görürsün."
(Nisa  60-61)

"Hayır! Rabbine and olsun ki ; onlar aralarında çıkan ihtilâflarda seni hakem kılıp sonra senin  verdiğin hükme(şeriata) içlerinde hiç bir sıkıntı olmaksızın tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar." (Nisa  65)

"Resul size neyi getirdiyse onu alın. Size neyi yasakladıysa onu bırakın. Allah'tan korkun, Allah şiddetli azab verendir." (Haşr 7)

"Artık onun(Resulullahın yani şeriatın) emrine aykırı hareket edenler kendilerine(dünyada ) bir fitne (başlarına bir belâ) gelmesinden yahut(Ahirette) pek acıklı bir azaba çarpılmasından sakınsınlar." (Nur : 62)

Bu ayeti kerimelerden de açıkça anlaşılacağı gibi Allahu Tealâ müslümanların amellerinde şerî hükümlere
uymayı tek ölçü kılmıştır. Bunun dışındaki ölçülere baş vurmayı da kat'î ifadelerle kesinlikle yasaklamıştır. 0nuun için müslümanlara bütün amellerinde şerî hükümlerin dışındaki hükümleri kendilerine ölçü alması kesinlikle haram kılınmıştır. Hatta, bu durumun imanı bir mesele olduğu da vurgulanmıştır.,,

Müslümanlar için mesele bu kadar önemli olduğu halde bilhassa günümüzde müslümanların genelinde bu meselenin önemi hemen hiç idrak edilmemiş gibidir.. Zira, müşâhade edilen genel durum bunu göstermektedir. .. Bilindiği gibi insanların ekserisi fasıktır. Yani Allahtan gelen ölçünün dışına çıkmıştır. Allah'tan gelen ölçüyü hayatın tüm sahasında hiç itibara almamışlardır. . . Allahu Teâla bu insanlara uymayı Resulünün şahsında tüm müslümanlara kesinlikle yasaklamış olmasına rağmen,bugün müslümanların halinin insanların o genel halinden (ölçüsüzlük açısından) farkı yok gibidir..

İşte bu durum, İslâm Devleti Hilâfet'e giderken yapılan çalışmada en büyük bir engel olarak karşımıza çıkmaktadır. .. Zira müslümanlara İslâmî hayata dönmelerinin gerektiğini, onun için çalışmanın gerektiğini şeri ölçüleri sunarak anlattığımız zaman; onlardan hemen o anlatılanlara teslim olmaları beklenirken bir de bakıyoruz ki, onların İslâmî ölçüden haberi yok.!.,Dolayısıyla başka başka ölçülere sahipler. .. Ve o ölçülerle size karşı çıkıyorlar.'./

İslâma inandığını, onun mensubu olduğunu söyleyen bir ümmetin"İslâmî ölçünün" ne olduğunu idraktan yoksun oluşu kadar vahim,, acı ve zor bir durum olur mu?.. İslâmî ölçüye sahip olmayan insanlara siz İslâmî mükellefiyetleri nasıl anlatırsınız ki?. Hatta işin daha acı ve zor olan yönü İslâm için çalıştığını söyleyen Islamı ağzından düşürmeyen kişi ve çevrelerin dahi İslâmî ölçüden uzak oluşları, onun mudriki olmayışlarıdır....

MÜSLÜMANLARIN GENELİNDE YERLEŞİK İSLAM DIŞI ÖLÇÜLER
Günümüzde müslüman fert ve toplulukların genelde tabî oldukları ölçülerin şunlar olduğunu görüyoruz,(ne yazık ki)

- Beşerî kanunlar, örfler ve değer hükümleri  Müslüman için asla ölçü olmaması, gerekirken; kendilerinin müslüman olduğunu söyleyen bir çok kişi ve çevrelerin bu ölçülerle amel eder olduklarını görmekteyiz. Onların,bu ölçüleri terk etmedikçe İslâmî ve İslâmî hayatı ve onun için çalışmanın gereğini anlamaları da kesinlikle mümkün değil dir! . .

- Şahsî liderlikler; Evet bilhassa günümüzde müslümânların ekserisi ne yazık ki bu ölçüye tabi olmaktalar. Kendilerini belirli şahısların görüş ve davranış biçimlerine teslim etmiş durumdalar. Bu durum onların akıllarını dondurmakta, gözlerini kör etmektedir. Siz onlara şerî hükümlerle gidersiniz; onlar, o kendisine tabi oldukları şahısların fikir ve görüşleriyle karşınıza çıkarlar. Serî hükümlere rağmen o şahıslara tabî olurlar, hem de bu durumun İslâmî olduğunu zannederek! .. . Halbuki kendisine teslim oldukları şahıslar(şeyhler, mürşitler, Ustadlar, ağabeyler, başkanlar v.b) en nihayet beşerdirler. Şaşarlar. Bu halleriyle de hiç bir zaman başkalarına ölçü olamazlar.. Nitekim Allah(c.c) Resulünün dışında bize hiç bir şahsı ölçü kılmamıştır... Hakikat bu iken;o belirli şahışları ölçü almak, onlarda vukuu bulacak hata ve sapıklıklara da tabî olmayı zorunlu kılmaktadır. Zira o tabi olan şahısların akılları donmuş, gözleri kör olmuş, hidayeti göremez olmuşlardır. Nitekim, şerî hükümlerle içinde bulundukları yanlışları ve yerine getirmeleri gereken sorumlulukları, sizin onlara göstermenize rağmen onlar göremiyor ve anlayamıyorlar..
Bu karşımızda aşılması gereken bir engel değil de nedir?...

- Menfaatlar(kârlar ve zararlar) : Aslında müslüman olmayanların özellikle kapitalist ideolojinin mensuplarının ölçüsü olmasına rağmen ne yazık ki bugün bu ölçü genelde müslümanların tâ iliklerine kadar işlemiş gibidir.. Her şeye menfaat açısından bakmaktalar. Menfaatlerin olduğu yerde şerî hükümleri çiğneme pahasına da olsa ameller işleyebilmekteler.. Hatta bu ölçünün boyutları öyle genişlemiş ki müslümanlar arasında... İslâm için çalıştığını söyleyen bir çok kişi ve çevrelerde bile bu
sahada çalışırken dahi ■'menfaat ölçüsünün" hakim olduğunu müşühade etmekteyiz... Nitekim, "teşkilâtın menfaati", "müslümanların menfaati" ■'İslâm davasının menfaati" vb. tabirlerle menfaatin onların her haline hakim olduğunu görürsünüz... Halbuki müslüman, bu isimler altında dahi olsa menfaata göre amel edemez... 0 ancak şerî hükümlerle amel etmelidir, velevki çeşitli açılârdan menfaata ters düştüğünü görse de...

- Aklî hükümler  Bu da çok yaygın bir ölçü durumuna geldi müslümanlar arasında... Bir konuda Allah'ın hükmü var iken, o konuda 'bana göre aslında şu şöyle olmalıdır', 'akla mantığa terstir' diyenler çok ortalıkta... Bunlara 'şeytanın dostları' desek yanlış olmaz. Çünkü Allah'ın "Adem'e secde edin" diye bir emri varken, şeytan ona teslim olma yerine "0 topraktan ben ise ateşten yaratıldım. Ateş topraktan üstündür" diyerek-kendisinden bir hükümle yani bir nevî aklî hükümle amel etti de "tağut",- "azgın isyancı", "mel'un" oldu... Allah'ın hükümleri yani şerî hükümleri ölçü almayıp da aklî hükümlerle amel etmek şeytanın ameli ile amel etmektir...

Bu durumda o kadar yaygınlaşmıştır ki; İslâm adına faaliyet yaptığını söyleyen bir çok kişi ve çevreler de kendisini göstermektedir..
0 kişileri, adetâ aklı şeriata hakim kılma uğraşısı içinde görürsünüz! . . Şerî hükümleri, akla uygun düşüyorsa alıyorlar, akla uygun görmüyorlarsa terkadiyorlar.' ..
Bazen bu durum pragmatizm olarak tezahür ediyor. Yani, amellerin hükümlerini neticesinden alıyorlar... Neticesini aklen zararlı görüyorlarsa; işlemeyi, şerî hüküm emretse dahi o ameli terk ediyorlar.... Böylece aklî hükmü şerî hükmün üstüne çıkarıyorlar. . .

Ne yazık ki aklın çeşitli şekillerde ölçü alınışı İslâmî bildiğini söyleyen ya da kendilerine halk’ tarafından ulema denilen kesimde de yaygın bir şekilde görülüyor. . -. Meselâ siz; İslâmî hayatın tekrar başlaması için gerekli olan Hilâfet Devleti'nin kurulması yolunda çalışmanın farz oluşunu ve bu çalışmanın keyfiyetini şerî delilleriyle gösterdiğiniz halde; o kişilerin bu işin neticesinin rizikolu, tehlikeli oluşundan dolayı bu şerî hükümlerle amel etmekten kaçındıklarını görürsünüz...

Islâmın dışındaki her türlü ölçü aslında şer' an 'ölçüsüzlük" demektir. Çünkü -Allahu Teâlâ, kendi gönderdiği Dinin dışında tabî olunan yani ölçü olarak alınan her şeyi red etmiştir..

"Muhakkak ki Allah indinde Din ancak İslâm dır..." (Ali İmran 19)

"Şu emrettiğim yol Benim dosdoğru yolumdur. Hep ona uyun başka yollara ve Dinlere uyup gitmeyin ki sizi onun yolundan saptırıp parçalamasınlar. İşte Allah, kötülükten sakınasınız diye bunları emretti." (En'am  153)



O halde müslümanlara hayatlarının her sahasında sadece İslâmî ölçüyü almalarının ve tüm yaşamlarında_sadece ona uymalarının İslâm akidesinin gereği olduğunu. . . İslâmî ölçünün dışındaki ölçülerin kendilerini dünyada zelil Ahirette de hüsrana uğrayanlardan kıldığını hatırlatıyoruz. Bu iki kayıptan kurtulmaları için gayri İslâmî ölçüleri  tamamen terk edip İslâmî ölçüyü almaya ve ona bağımlı olarak da İslâmî hayatan gereği olan ve de farz olan Hilâfet Devleti "'nin kurulması için ihlâsla çalışmaya çağırıyoruz... Zira İslâmî ölçüye tabî olmak, dünya ve Ahirette saadetin kaynağıdır...

"Ey iman edenler.' Allah ve Resulü sizi size hayat verene davet edince onlara icabet ediniz" (Enfal ı 24)

ÖLÇÜ- - .
Şahıslar ölçü olmaz,
Ey Muhammed ümmeti. Ölçü : Hak'kın Kitabı Ve Resulünün Sünneti.
EBU AHMED










İslâmi hareketin evrensel olması, uluslararası siyasî olayları ve haberleri daha dakik bir şekilde takip etmesini kolay kılar. Ayrıca, diğer yerel İslâmi hareketleri, liderlerini ve fikirlerini daha yakından izleme fırsatına sahip olur. Bu nedenle herhangi bir kişi hakkında bir değerlendirme yaptığında bu değerlendirme yüzeysel olmaz, derin ve kapsamlı olur. Yani aydın olur. Halbuki diğer yerel İslâmi hareketler başka bölgelerdeki hareketler ve liderler hakkında ancak medyadaki ve kendi toplumlarında buldukları bilgilerle değerlendirme yapmaya mahkumdurlar. Bu ise sağlıklı değerlendirme olamaz. Çünkü, o bilgileri o topluma taşıyan medya genelde kâfir ve fasıkların elindedir. Onların taşıdıkları bilgiler ile zalimler adil, adiller zalim, yanlışlar doğru, doğrular da yanlış olarak değerlendirilebiliyor, böylece de büyük zulümler işlenmiş oluyor.
“Ey İnananlar! Eğer yoldan çıkmışın biri size bir haber getirirse, onun içyüzünü araştırın, yoksa bilmeden bir millete fenalık edersiniz de sonra ettiğinize pişman olursunuz.” (Hucurat:6)
*****************************************
Evet bilhassa günümüzde müslümânların ekserisi ne yazık ki bu ölçüye tabi olmaktalar. Kendilerini belirli şahısların görüş ve davranış biçimlerine teslim etmişdurumdalar. Bu durum onların akıllarını dondurmakta, gözlerini kör etmektedir. Siz onlara şerî hükümlerle gidersiniz; onlar, o kendisine tabi oldukları şahısların fikir ve görüşleriyle karşınıza çıkarlar. Serî hükümlere rağmen o şahıslara tabî olurlar, hem de bu durumun İslâmî olduğunu zannederek! .. . Halbuki kendisine teslim oldukları şahıslar(şeyhler, mürşitler, Ustadlar, ağabeyler, başkanlar v.b) en nihayet beşerdirler. Şaşarlar. Bu halleriyle de hiç bir zaman başkalarına ölçü olamazlar.. Nitekim Allah(c.c) Resulünün dışında bize hiç bir şahsı ölçü kılmamıştır... Hakikat bu iken;o belirli şahışları ölçü almak, onlarda vukuu bulacak hata ve sapıklıklara da tabî olmayı zorunlu kılmaktadır. Zira o tabi olan şahısların akılları donmuş, gözleri kör olmuş, hidayeti göremez olmuşlardır. Nitekim, şerî hükümlerle içinde bulundukları yanlışları ve yerine getirmeleri gereken sorumlulukları, sizin onlara göstermenize rağmen onlar göremiyor ve anlayamıyorlar..
Bu karşımızda aşılması gereken bir engel değil de nedir?..

4 yorum:

  1. Nitekim Allahu Teâlâ insanlara bu sahada gerekli ölçüyü bildirmiştir... Allah'ın varlığına iman ederken aklın hakemliğini esas kılmıştır. Kur'anı Kerim 'de yüzlerce ayeti kerimenin bu sahada insan aklına hitap ettiğini görüyoruz. İnsanın kâinatı inceleyip oradan da Allah'ın varlığı ile ilgili delilleri bulabileceğine işaret edilmesinden; Allah'ın varlığına iman ederken, ittihaz edilecek ölçünün, aklın, hakemliğini esas almak olduğu: ortaya çıkar. Fakat Allah'ın zatı ve aklın sahası dışında kalan diğer inanılması gerekli konularda ölçünün sadece delâleti ve subutu kat'î olarak mevcud vahyî delile dayanmak olduğunu da yine Allahu Teâlâ'-nın Kitabı Keriminin bütünlüğü içinde görürüz.

    İncelediğimizde Kitabı Kerim'de Allahu Teâlâ'nın iman edilmesini taleb ettiği konularda kat'î delile dayanmanın esas alındığını görürüz. Ve zannî delile (delâleti ve subutu kat'î olmayan delile) tabî olmayı da kesinlikle yasakladığını görürüz. Buradan inanılması gereken konularda ölçünün, o konulardaki delilin kat'î olmasının gerektiği alarak ortaya çıkıtığını görürüz...

    YanıtlaSil
  2. "Muhakkak ki Allah indinde Din ancak İslâm dır..." (Ali İmran 19)

    "Şu emrettiğim yol Benim dosdoğru yolumdur. Hep ona uyun başka yollara ve Dinlere uyup gitmeyin ki sizi onun yolundan saptırıp parçalamasınlar. İşte Allah, kötülükten sakınasınız diye bunları emretti." (En'am 153)



    O halde müslümanlara hayatlarının her sahasında sadece İslâmî ölçüyü almalarının ve tüm yaşamlarında_sadece ona uymalarının İslâm akidesinin gereği olduğunu. . . İslâmî ölçünün dışındaki ölçülerin kendilerini dünyada zelil Ahirette de hüsrana uğrayanlardan kıldığını hatırlatıyoruz. Bu iki kayıptan kurtulmaları için gayri İslâmî ölçüleri tamamen terk edip İslâmî ölçüyü almaya ve ona bağımlı olarak da İslâmî hayatan gereği olan ve de farz olan Hilâfet Devleti "'nin kurulması için ihlâsla çalışmaya çağırıyoruz... Zira İslâmî ölçüye tabî olmak, dünya ve Ahirette saadetin kaynağıdır...

    "Ey iman edenler.' Allah ve Resulü sizi size hayat verene davet edince onlara icabet ediniz" (Enfal ı 24)

    ÖLÇÜ- - .
    Şahıslar ölçü olmaz,
    Ey Muhammed ümmeti. Ölçü : Hak'kın Kitabı Ve Resulünün Sünneti.
    EBU AHMED

    YanıtlaSil
  3. Evet bilhassa günümüzde müslümânların ekserisi ne yazık ki bu ölçüye tabi olmaktalar. Kendilerini belirli şahısların görüş ve davranış biçimlerine teslim etmiş durumdalar. Bu durum onların akıllarını dondurmakta, gözlerini kör etmektedir. Siz onlara şerî hükümlerle gidersiniz; onlar, o kendisine tabi oldukları şahısların fikir ve görüşleriyle karşınıza çıkarlar. Serî hükümlere rağmen o şahıslara tabî olurlar, hem de bu durumun İslâmî olduğunu zannederek! .. . Halbuki kendisine teslim oldukları şahıslar(şeyhler, mürşitler, Ustadlar, ağabeyler, başkanlar v.b) en nihayet beşerdirler. Şaşarlar. Bu halleriyle de hiç bir zaman başkalarına ölçü olamazlar.. Nitekim Allah(c.c) Resulünün dışında bize hiç bir şahsı ölçü kılmamıştır... Hakikat bu iken;o belirli şahışları ölçü almak, onlarda vukuu bulacak hata ve sapıklıklara da tabî olmayı zorunlu kılmaktadır. Zira o tabi olan şahısların akılları donmuş, gözleri kör olmuş, hidayeti göremez olmuşlardır. Nitekim, şerî hükümlerle içinde bulundukları yanlışları ve yerine getirmeleri gereken sorumlulukları, sizin onlara göstermenize rağmen onlar göremiyor ve anlayamıyorlar..
    Bu karşımızda aşılması gereken bir engel değil de nedir?...

    YanıtlaSil
  4. 0 halde insan yaratıcısı olan Rabbına nasıl inanmalı ve O'nu nasıl takdis etmeli ya da O'na nasıl ibadet etmelidir?... İşte bunu belirleyici bir ölçünün olması, onun da yaratıcıdan olması kaçınılmazdır. Aksi halde insan yaratıcının zatına uygun düşmeyen inanç ve ibadet şekillerinnin içine düşmüş olur..

    Nitekim Allahu Teâlâ insanlara bu sahada gerekli ölçüyü bildirmiştir... Allah'ın varlığına iman ederken aklın hakemliğini esas kılmıştır. Kur'anı Kerim 'de yüzlerce ayeti kerimenin bu sahada insan aklına hitap ettiğini görüyoruz. İnsanın kâinatı inceleyip oradan da Allah'ın varlığı ile ilgili delilleri bulabileceğine işaret edilmesinden; Allah'ın varlığına iman ederken, ittihaz edilecek ölçünün, aklın, hakemliğini esas almak olduğu: ortaya çıkar. Fakat Allah'ın zatı ve aklın sahası dışında kalan diğer inanılması gerekli konularda ölçünün sadece delâleti ve subutu kat'î olarak mevcud vahyî delile dayanmak olduğunu da yine Allahu Teâlâ'-nın Kitabı Keriminin bütünlüğü içinde görürüz.

    İncelediğimizde Kitabı Kerim'de Allahu Teâlâ'nın iman edilmesini taleb ettiği konularda kat'î delile dayanmanın esas alındığını görürüz. Ve zannî delile (delâleti ve subutu kat'î olmayan delile) tabî olmayı da kesinlikle yasakladığını görürüz. Buradan inanılması gereken konularda ölçünün, o konulardaki delilin kat'î olmasının gerektiği alarak ortaya çıkıtığını görürüz...

    YanıtlaSil