16 Nisan 2015 Perşembe

İSLAM'DA DÜŞÜNCE METODU VE İSLAMİ ZİHNİYETİN TEMEL ÖĞELERİ

"Fakat Allah size imanı sevdirmiş ve onu kalblerinize zinet yapmıştır. Küftü, fıskı ve isyanı da size kerih göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır." (Hucurat: 7)

Allah böyle buyurduğu halde günümüzde müslümanlar ne kadar küfür, isyan, fısk varsa modernlik, çağdaşlık adlandırmaları ile onlara hayran kalıyor ve onlardan kaçınmıyorlar, onlara koşuyorlar. Onlardan nefret etmiyorlar, onlardan hoşlanıyorlar. Maalesef İslâm'a ters düşen aşağıdaki sözleri bilerek veya bilmiyerek kullanıyorlar.

- "Domuz haramdır" diyorlar ve ondan tiksiniyorlar fakat faiz de haramdır, ama ona koşuyorlar. Halbuki faizin en hafifi, kişinin annesi ile Kabe’de zina etmesi olarak vasf edildiği halde... Onunla amil olanlar Allah ve Resulü ile savaşan olarak vasf edildiği halde...

* Demokrasi küfürdür, şirktir. Fakat "Söz artık halkındır, bir gün değil her gün demekrosi olsun" diye övgüler düzen müslümanlar var.

- Cumhuriyet küfürdür. Ona "Fazilettir” diyen müslümanlar var.

- Laiklik küfürdür. Allah'a kafa tutmaktır. Fakat "Bu işe dini karıştırma" diyen müslümanlar var.

- Münkeri gördüğünde değiştirmek gerekir. Fakat "Zaman sana uymazsa, sen zamana uy"diyen müslümanlar var.

- Haramla Allah razı edilmediği halde "Gaye, vasıtayı meşru kılar" diye makyavelist düşünen müslüman tipi var.

- Amellerin ölçüsü, sevap ve günah olması gerekirkin "fayda ve zararı"ölçü alan pragmatik zihniyete sahip müslüman var.

- Kadın, korunması gereken bir ırzdır. Fakat "karısının, bacısının açık saçık dolaşmasını" savunan ve bundan zevk alanlar var.

- Allah rızası için malından infakla mutlu olunması gerekirken, bundan dolayı "sıkıntı" çekenler var.

- Allah; küfrü ve kâfiri pislik, murdar olarak vasf ederken "küfre ve kâfire hoşgörülü sevgi ile muamele etmeli" diyen müslümanlar var.

- Allah, kâfir ve müşriklerden yüz çevirmeyi emrettiği halde "onlarla uzlaşmayı, katılımcılığı"savunan müslümanlar var.

Evet, böylesi tenakuzlara örnekleri çoğaltmak mümkündür. Bir müslüman böylesi tenakuza nasıl düşer? Elbette ki İslâmî zihniyetten uzak oluşundan dolayı düşer.

İşte bu yazımızda İslâmî zihniyetin oluşumunu sağlıyan İslâmî düşünce metodunu ve İslâmî zihniyetin temel öğelerini izah etmeye çalışacağız. Müslüman kardeşlerimize faydalı olmasını Rabbimizden niyaz ederiz.

Düşüncenin insan yaşamındaki yeri malumdur. Kişi ancak sağlıklı düşündüğü sürece insandır. Zira insanın hayvanlardan en bariz farkı, düşünebilmesidir. Düşünmek yani akletmek ise, eşya ve olaylar hakkında zihinle hüküm vermektir. İşte kişi bu hükümlerine göre hareket ettiği sürece hayvanlardan farklı olmaktadır. Aksi halde o hayvanlar gibi sadece duygularının, arzularının tatmini peşinde koşar. İnsanların ekserisi de bu duruma düşmektedir. Yani genelde aklederek değil de arzu ve duygularının tatmini peşinde koşarak yaşamaktadırlar. Nitekim Allahu Teâlâ bunu şu şekilde bildirmektedir :

"Hevasını (arzu ve duygularını) kendisine ilâh edineni gördün mü? Şimdi ona sen mi vekil olacaksın? Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten söz dinleyeceğini yahut akledeceğini mi sanıyorsun? Gerçekte onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar daha şaşkın haldedirler." (Furkan: 43-44)

Bu, genel olarak insan için düşüncenin önemini göstermektedir. Özel olarak müslüman için önemine gelince; Müslüman herhangi bir insan değildir. O düşüncesinde arzu ve duygularında ve davranışlarında Rabbisinin terbiye disiplinine teslim olan kişidir. İşte onun bu kişiliğine İslâmî şahsiyet denir. Müslüman bu şahsiyette sebat etmelidir.

Bir kişide herhangi bir şahsiyet, zihniyetin ve nefsiyetin belli bir düşünce sistemi ile şekillenmesi ile oluşur. Zihniyet düşünce yapısıdır. Nefsiyet ise,
yaratılırken kendisine verilen yapısal özelliklerinin dışa yansıması olan duygu ve arzularına bağlı olan eylemleridir. İşte belirli bir şahsiyet; insanın düşünce yapısının belirli bir düşünce sistemine göre şekillenerek iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin değerlendirmelerini yapabilmesi, bu değerlendirmelerde kendisinde bir tutarlılığın olması ile zihniyetin teşekküllü neticesinde buna ilâveten de duygu ve arzularının yani sevgi ve buğzunun, hoşnut ve hoşnutsuzluğunun zihniyeti doğrultusunda şekillenerek belirli davranış biçimlerine dönüşmesi ile olur.

Buna göre bir müslümanda İslâmî şahsiyetin oluşması, onun zihniyetinin akidesi ile şekillenmesi yani İslâm akidesinin gereği şerî hükümlerle şekillenmesi ile oluşur. Buna göre bir müslüman için geçerli olan hayr-şer, güzel-çirkin, doğru-yanlış ölçüsü şerî hükümlerle belirlenir. Şeriatın hayr dediği hayrdır, şer dediği şerdir, güzel dediği güzeldir, çirkin dediği çirkindir. Doğru dediği doğrudur, yanlış dediği yanlıştır. Müslümanın İslâm şahsiyetine sahip olmasının bir başka gereği de meyillerini oluşturan duygularının ve arzularının da şerî hükümlerle şekillenerek Allah'ın kerih gördüğünü kerih görmesi, hoşnut gördüğünü hoşnut görmesi ile olur. Allah'ın sevdiğini sevmesi, buğuz ettiğine buğz etmesi ile olur. Bu şekle girmiş duygularla ve arzularla zihniyeti doğrultusunda belirli davranış biçimlerine yani salih amellere sahip olarak İslâmî şahsiyete haiz olur.

Nitekim Resulullah (S.A.S), İslâm şahsiyetinin bu zihniyet ve nefsiyet yönünün nasıl olması gerektiğini şöyle izah etmiştir:


"Sizden biriniz iman etmiş olmaz. Ta ki akıl etmekte olduğu aklı ben olasiya kadar."


"Sizden biriniz iman etmiş olmaz. Ta ki onun hevası benim getirdiğime tabî olasıya kadar."

Allahu Teâlâ şöyle buyurdu :

"Hoşunuza gitmediği halde savaş size yazıldı (farz kılındı). Siz bir şeyden hoşlanmayabilirsiniz, halbuki o hakkınızda hayırlı olabilir. Bir şeyden de hoşlanabilirsiniz, halbuki o hakkınızda şer olabilir. Siz bilmezsiniz Allah bilir.” (Bakara: 216)

 Fakat Allah size imanı sevdirmiş ve onu kelblerinize zinet yapmıştır. Küfrü, fıskı ve isyanı size kerih göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır." (Hucurat: 7)

Görüldüğü gibi Allah ve Resulü, mü'minin düşüncesini ve duygularını dahi terbiye edip İslâm akidesine bağlıyor. Böylelikle mü'minde belirli bir şahsiyetin yerleşmesini taleb ediyorlar, mü'minlerin bu şahsiyetlerini söz ve fiillerinde tutarlı bir şekilde temsil etmelerini taleb ediyor. Meselâ şöyle ikaz ediyor :

 'Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz Allah katında şiddetli bir buğza sebeb olur.” (Saf: 2-3)


"Sizler Kitabı okuyup gerçekleri bildiğiniz halde, insanlara iyiliği emrediyor kendinizi unutuyor musunuz?" (Bakara: 44)

Görüldüğü gibi mü'min kimsede
zihniyet ve nefsiyet birbiri ile çelişkili olmamasına ikaz var. Şu ayeti kerimelerde de Allah mü'minlerin diğer insanlar gibi olmamaları, belirli bir şahsiyete yani İslâmî şahsiyete sahip olmaları gerektiğini gösteriyor.

"Ey iman edenler! Küfredenler gibi olmayın."(Ali tmran: 156)

"Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için pek büyük bir azab vardır.” (Ali İmran: 105)

Ey iman edenler! Allah'a ve Resulüne itaat edin. İşittiğiniz halde ondan yüz çevirmeyin. İşitmediğiniz halde işittik diyenler gibi olmayın." (Enfal: 20-21)



"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve herkes yarına ne hazırladığına baksın. Allah'tan korkun. Çünkü Allah yaptıklarınızdan haberi olandır. Allah'ı unutup da Allah'ın da kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar fasıklardır." (Haşr: 18-19)

Evet Allahu Teâlâ müslümanda İslâmî şahsiyetin sabit olmasını böylesi ikaz ve tenbihlerle bildiriyor. O halde müslümanda bu şahsiyet nasıl sabit olur?

Yukarıda genelde insan için özelde müslüman için düşüncenin önemine değindik. Düşünce sisteminin yani zihniyetin İslâmî olmasının İslâmî şahsiyetin oluşumundaki önemine değindik. O halde İslâm'da düşünce metodunu ve İslâm zihniyetinin temel öğelerini bilirsek, yukarıdaki sorunun cevabına ulaşabiliriz, inşaallah.

Öncelikle belirtelim ki İslâm, farazi bir din değildir. Her hususta olduğu gibi düşüncede de bir metod getirmiştir. Zira metod hedefe götüren değişmeyen sabit yola denir. Düşünce de bir metod olmamış olsaydı ya da o metod insanlara terk edilmiş olsaydı zihniyette istikrar oluşmazdı. Müslümanlar İslâm adına yola çıkıp çok farklı ve çelişkili düşüncelere, değerlendirmelere ulaşırdı. Ölçü ve tartılarda yani değerlendirmelerde istikrarsızlık, karışıklık, tenakuz yaygınlaşır, müslümanlar arasında İslâmî şahsiyet zail olurdu. Ne yazık ki günümüzde olduğu, görüldüğü gibi müslümanlarda İslâm adına konuşurken bile sabit bir şerî ölçü yok. İslâm adına konuşurken bile gayri İslâmî normlarla, ölçülerle ve zihniyetlerle konuştukları müşahade edilmekte.. Her yeni olay ya da fikrî akımın tesirinde kalınmakta. Hak ile batıl bazen farkında olunmadan bile sürekli karıştırılmaktadır. Berrak İslâmî düşünce ve zihniyetten uzaklaşılmakta, beraberinde de temiz İslâmî şahsiyetten yoksun kalınmaktadır. İşte bu vahim duruma, öncelikle İslâm'da düşünce metodundan sapılmış olması getirmiştir. Bu sapma, İslâm akidesini fikrî kaide yani düşüncenin esası olmaktan çıkartıp müslümanda herhangi bir fikir konumuna getirmiştir. İşte İslâm akidesini, müslümanın İslâmî şahsiyetinin esası ve bu şahsiyetin temel öğelerinin yani zihniyet ve nefsiyetinin esası kılan düşünce metodu nedir? İslâm'ın düşünce için getirdiği o metod; Kur'an, Sünnet ve sahabelerin icmasına toplu bakıştan çıkartılır. Baktığımız zaman görürüz ki, o metod şudur :

Karşılaşılan olay ve husus hakkındaki hükmü vermeden ve ona karşı tavrı belirlemeden önce;

1- O olay ve hususun hakikatini iyice anlamalı ne olduğunu bilmeli,
2- Akidesinin gereği olarak o olay ve hükümle ilgili şerî nassları bulmak,

3- O şerî nassları Ku'an ve Sünnet bütünlüğü içinde anlamalı,

4- Bu nasslardan çıkan şerî hükmü, teslimiyetle benimseyip gerektirdiği tavrı ortaya koymalı.

İslâm'da düşünce metodunun bu olduğunu yukarıdada değindiğimiz gibi Kitap, Sünnet ve sahabenin icmaından alınır. Oraya bakıldığında görüldüğü gibi ahkâm ayetleri hep olaylar vukuubulup müslümanlar için tavırlarını belirleyecekleri birer problem haline geldiğinde, mü'minler için şifa, rahmet, hidayet ve nur olarak iniyorlardı. Yine biliyoruz ki sahabeler, karşılaştıkları olaylar hakkında eğer şerî hükmü bilmiyorlar ise hemen Resulullah (S.A.S)'e koşup Allah ve Resulünün hükmünün ne olduğunu soruyorlardı. Resulullah'tan sonra da o konuda Kur'an'a ve Resulullah'ın Sünnetine başvuruyorlardı. İşte burada çıkartılan İslâm'daki düşünce metodu ile bir İslâmî zihniyet oluşur. Bu zihniyetin temel öğeleri ve hususiyetleri ise şudur

1- Ubudiyet -Allah'a kulluk- bilincinin yerleşmiş olması.
Yani Allah'ın kulu olduğunu hiç aklından çıkarmaması. Bu ise şu şekilde davranışa dönüşür. Sevgi ve itaat-Herhangi bir itaat değil, içinde bir sıkıntı duymadan hoşnutlukla itaattir. Zira Allah bunu şöyle bildirmektedir :


"Rabbine yemin olsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni (şerî hükmü) hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden (şerî hükümden) dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın ona tam teslimiyetle teslim olmazsa iman etmiş olmazlar."(Nisa : 65)

- Teslimiyet. Serbestiyetin olmaması.

Yukarıdaki ayet bunu gerektirdiği gibi şu ayet de bunu açıkça ortaya koyuyor:

"Allah ve Resulü bir hususta hüküm verdiği zaman mü'min bir erkek ve kadına o işte serbestiyet (o işi kendi istekleri ile yapma) hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne isyan ederse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab: 36)

2- Bir hususta bir karar vermeden ve iş yapmadan önce onun şerî hükmünü araştırmak.

Bunu da şu ayeti kerimede gayet açıkça görürüz :

"Hakkında ilim sahibi olmadığın şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül bunların hepsi yaptığından sorumludur."(İsra : 36)

Onun için fakihler "Yapacağı iş hakkındaki şerî hükmü bilmesi müslümana farz ı ayındır" demişler.

Şu halde bir müslüman duygularından hareketle ya da kendisindeki beşerî bilgilerinden yanı aklından hareketle bir iş yapmaz. Önce şerî hükmü öğrenir sonra o hükmün gereğince amel eder. Tersi değil. Yani önce amel edip sonra hüküm araştırmaya kalkmaz.

3- İşin neticesine daime ahiret boyutundan bakmalı.

Yani o işin sonunda sevap mı günah mı kazanacak, cennet mi cehennem mi? Ve onu gözeterek amel etmeli. Nitekim Allahu Teâlâ şöyle diyor :

 "Ey iman edenler! Allah'tan korkun (hükümlerine bağlanın), herkes yarın için ne yapacağına baksın. Allah’tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.” (Haşr: 18)

| Şimdi bu zihniyete sahip  olan kimse artık Allah'ın!
hükmü karşısında, öyle  ama, zor. Zararlı oluruz. | İnsanların hoşuna  gitmez, nefsine ağır  geliyor, gibi sıkıntılara |
düşerek o hükmün gereği tavrı ortaya  koymaktan kaçınmaz.  Allah'ın hükümlerini yerine getirmekle Allah'ı razı etmiş olmanın !
bilinciyle huzur içinde olur. İşte o kimse artık  olgun bir İslâmî şahsiyete sahip olur. Bu  şahsiyet, içindeki takvası ile de Rabbinin katında kerim olur.

Dünya ve ahirette kurtuluşa ve selâmete  erişir. İşte ne mutlu o insana.!.

"Ey iman edenler! Allah'tan korkun (hükümülerine bağlanın) ve doğru söz söyleyin. Böyle davranırsanız Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar. Kim Allah ve Resulüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur.” (Ahzab: 70-71) □







1 yorum:

  1. Allah böyle buyurduğu halde günümüzde müslümanlar ne kadar küfür, isyan, fısk varsa modernlik, çağdaşlık adlandırmaları ile onlara hayran kalıyor ve onlardan kaçınmıyorlar, onlara koşuyorlar. Onlardan nefret etmiyorlar, onlardan hoşlanıyorlar. Maalesef İslâm'a ters düşen aşağıdaki sözleri bilerek veya bilmiyerek kullanıyorlar.

    YanıtlaSil