8 Nisan 2015 Çarşamba

MÜSLÜMANLARIN GENELİNDE İSLÂMÎ ŞAHSİYETİN YOZLAŞMIŞ OLMASI....İSLAM DEVLETİ HİLAFETE GİDERKEN MESELELERİMİZ

Yaratılışımızın gayesi olan sadece Alemlerin Rabbı Allahu Teala’ya kulluk yapmak, ancak İslâmî hayatı yaşamakla mümkün olur. Yani hayatın her sahasında Allah (c.c)’ın Resulü Hz.Muhammed ' (S.A.V) yasıtasıyla bize göndermiş olduğu emir,nehiy ve nizamlara göre yaşamak...İslâmî hayatı bir bütün olarak yaşamak ise, ancak İslâm Cemiyetinin olmasıyla mümkündür.Çünkü Allah (c.c) insanı İçtimaî (sosyal) bir varlık olarak yaratmıştır. Yani insan tek başına diğer insanlardan tamamen soyutlanarak ferdî bir yaşam değil de ictimai bir yaşam sürmektedir. Bu fıtrî özelliği gereği insan içinde bulunduğu cemiyetin hayatını yaşamak zorunda kalır.Yani cemiyet hayatı insana tesir eder ve ona yön verir. Bundan dolayı müslümanların İslâm Cemiyetinde yaşamaları gerekir. İslâm Cemiyeti ise; İslâmî fikir,mefhum,duygu,kanun ve nizamların insanların hayatına hakim olmasıyla oluşur. İslâmî fikir,mefhum,kanun ve nizamları hayata hakim kılacak olan İslâm Devleti yani Hilafet Devleti olmadan da İslâm Cemiyeti olmaz. 0 halde, Hilafet Devletinin kurulması "olmazsa olmaz" cinsinden bir zaruret ve aynı zamanda tüm müslümanlar üzerine farzdır...

Ümmet içerisinde bu farz ve zarureti idrak edip de gerekli çalışmayı yapmakta olan müslümanlar yok değil, elbetteki vardır. Fakat bu çalışmanın önüne bin bir güçlük,zorluk,engel,sıkıntı çıkmaktadır. İşte bu güçlük,zorluk ve sıkıntılardan birisi de günümüzde müslümanların genelinde İslâmî şahsiyetin yozlaşmış olmasıdır...

Evet genelde müslümanların bugün sahip oldukları şahsiyetin İslam’ın ilk devrindeki İslâmî Şahsiyetten büyük.ölçüde farklı olduğunu söylerken mübalağa ettiğimizi sanmıyoruz. Zira bu yaşanılan acı bir gerçektir.

Allahu Teala Kur’anı Kerimde buyuruyor ki:

"(Ey Müslümanlar) , siz insanlık için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz.İyiliği emreder, kötülüğü nehyedersiniz.Çünkü Allah’a inanıyorsunuz ."(Ali İmran:
110).

"Böylece (Ey müslümanlar) sizi vasat bir ümmet yapmışızdır.İnsanlığa karşı (hakikatin) şahidleri olasınız, bu Peygamber de sizin üzerinize tam bir şahid olsun diye."(Bakara:143)

Müslümanların bugün Kur’anı Kerim’de vasfedildikleri şekilde bir "İslâm Ümmeti" olarak İslâmî Şahsiyeti ortaya koyamayışlarının sebebi, onları tek bir vücud gibi organik olarak cem edecek Hilafet Devletinin olmayışında aranmalıdır. Bu durum dahi yani müslümanların,Allahu Teala’nm Kitabı Keriminde vasıflandırdığı şekilde bir İslâm Ümmetti,Islâm Cemiyeti olarak İslâmi Şahsiyeti güsteremeyiş olmaları dahi, Hilafet Devletinin kurulmasının zaruretini bir kez daha ortaya koymaktadır...

Fakat müslümanlar, özellikle Allah’ın Davetini, İslâm Davasını yüklendiğini söyleyen yada yüklenmeye tâlib olan kişiler, hangi şartlar altında olursa olsunlar
İslâmî Şahsiyeti göstermekle yükümlüdürler.

İslâmî hayatın bir bütün halinde yaşanabilecek bir ortamın yani İslâm cemiyetinin olmayışından dolayı; cahiliye (gayri İslâmî) cemiyetler içinde o cemiyetlerle uyum halinde,o cemiyetlerin hayatını bütünüyle yaşıyan ve müslüman olduğunu söyleyen fertlerin şahsiyetleri yozlaşmıştır.Yani onlar İslâmî şahsiyetlerini kaybetmiş ya da kaybetmeye mahkûm olmuş bir duruma gelmişlerdir.

İslâmî Şahsiyete sahip kişi ve kişiler,gayrî İslâmî cemiyet içinde o cemiyetle uyum halinde kalamazlar.Bilâkis o cemiyetin yapısını ismini ve şeklini kendi şahsiyetine uydurmaya yani kendi şahsiyeti doğrultusunda değiştirmeye çalışırlar...

İslâmi Şahsiyet demek; kişinin İslâm Akidesinden çıkan fikirler, mefhumlar ve bu fikir ve mefhumların gerektirdiği tavırlara sahip olması demektir. İşte müslüman olduğu söylenilen bir milyardan fazla insan olmasına rağmen; içinde yaşadığı cemiyete vakıaya uyan değil de o cemiyeti,.vakıayı şahsiyetine uydurmaya çalışan gerçek İslâm Şahsiyetine sahip kişilerin sayısının çok az oluşu yani müslümanların genelinde İslâmî şahsiyetin yozlaşmış olması günümüzün acı bir vakıasıdır. Aynı zamanda bu durum İslam Devleti Hilâfete giderken yapılan çalışmalarda bir sıkıntı unsurudur...

Bilindiği gibi Aziz İslâm Davası, İslâmî şahsiyetlerin omuzlarında yükselmiştir ve günümüze kadar gelmiştir.Bundan sonra da yine onların omuzlarında ileriye doğru taşınacaktır.Yoksa şahsiyetsizlerin ya da İslâmî şahsiyetleri dejenere olmuş,yozlaşmış zayıf şahsiyetli kişilerin omuzlarında degil • •

Evet müslümanlar,her türlü şart altında İslâmî şahsiyeti ortaya koymak zorundadırlar.Çünkü bu bir kimlik meselesidir.İslâm Akidesinin gereği , Allahu Teala' nın kendisine inananlardan beklediği bir iştir.Nitekim Allahu Teala Resulünün şahsında müslümanlara hitap ediyor ki:

"De ki; Şüphesiz benim namazım,ibadetlerim hayatım ve ölümüm Alemlerin Rabbı olan Allah içindir."(En'am:l62)

"De ki; Benim yolum budur.Ben ve bana uyanlar bilerek insanları Allah'a çağırırız.Allah'ı her türlü ortaklıktan tenzih ederim.Ben Allah'a eş koşanlardan değilim. "( Yusuf : 108 )

Allah’ın Resulü Hz. Muhammed,Rabbisinin kendisinden beklediği o tavizsiz hakiki İslâmî şahsiyeti her zaman ve şart altında ortaya koymuştur. Aynı şekilde ilk müslümânlar da İslâmî şahsiyeti daima üzerlerinde taşımışlardır.

Ve Aziz İslâm Davası işte o şerefli İslâm şahsiyetlerinin omuzlarında yücelmiştir. Şimdi burada onlardan birkaç örnek vermek istiyoruz.

Öncelikle Şanlı Resul Hz.Muhammed (S.A.V) Davası için çalışırken her şart altında İslâmî şahsiyetten taviz vermemiştir. Meselâ :

Amcası Ebu Talib'in Resulullah (S.A.V)’den
"Bana ve kendine acı,takat getiremiyeceğim bir şeyi bana yükleme" diyerek davasından vazgeçme talebinde bulununca;Resulullah (S.A.V) amcası na şu şahsiyetli cevabı vermiştir: "Ey Amca! Allah'a yemin ederim ki, güneşi sağ elime ayı da sol elime koysalar yine vallahi vazgeçmem.Allah ya bu Dini muzaffer kılacak yahutta ben bu uğurda öleceğim."

İbn-i As rivayet ediyor ki; Bir gün Kureyşin liderleri (eşrafı) Hicr'de toplanmışlar Resulullah hakkında "Bu adam çok ileri gitti. Akıllarımızı sefihlikle itham ediyor.Atalarımıza , ilahlarımıza hakaret ediyor.Dinimizi ayıplıyor. Cemaatımızı dağıtıyor v.b) şekilde konuşuyorlarmış.O anda Resulullah oraya gelmiş Ka'beyi tavaf yapmış.Tavaf esnasında onlarla karşılaşınca, onlar O'na bazı laflar atmışlar.Resulullah aldırmadan tavafına devam ederken onlar sataşmaya devam edince,Resulullah (S.A. V. ) onlara 'şu kararlı cevabı vermiştir: "Ey Kureyş Topluluğu! İşitiyor musunuz? Nefsim yedi elinde olan Zât'a yemin ederim ki, feda olmak için geldim!.."

Aynı şekilde Resulullah (S.A.V)'in ashabının hepsi de İslâmî Şahsiyetten taviz vermemişlerdir. Bunlara örnek olarak; Yâsir Ailesini, Bilali Habeşi (r.a. huni) zikredebiliriz. Onların hepsinin de çektikleri .. ve katlandıkları zulümler ,musibetler ancak onların imanlarını artırdı. İslâmî şahsiyetlerini gevşetmeyip pekiştirdi...
- İşte o iman ve şahsiyettir ki mü'minlerin başını yüceltmiş ve onları Allah'tan başka hiç bir varlığa boyun eğmeyecek kadar vakar sahibi yapmıştır.Bu yönden gerçek İslâm Şahsiyetine sahip bir mü'min ne zorba bir hükümdarın ne bir bilginin,herhangi bir liderin önünde boyun eğmiyordu.0 imanları sayesinde.müslümanların gözleri ve gönülleri Allah'ın azamet ve yüceliğiyle dolmuştu.Bu sebeple dış güzellikle dünyanın yaldızlı ve parlak şeyleri azamet ve ihtişam manzaraları, her çeşit tantana onların nazarında son derece değersiz şeyler olmuştu. Hükümdarlara, onların ihtişamına,görkemine, içinde yaşadıkları lüks debdebe ve konfora, sahip oldukları mücevher ve süs eşyalarına, maddî zenginliklerine ve askerî güçlerine; insan elbisesi giydirilmiş bir taş bebeğe ve oyuncaklara bakar gibi bakıyorlardı.Onlara asla değer vermiyorlardı.

Nitekim Habeşistan hicretinde müslümanlar Habeşistan Kıralı Necaşi'nin huzuruna vardıklarında; Necaşi tahtında oturuyordu.Müslümanları Necaşi'den kendilerine teslim etmesini istemeleri için Kureyş'in gönderdiği kişiler de oradaydı. Kureyş'in gönderdiği adamlar müslümanlar hakkında Necaşiye "onlar size secde etmezler" diyorlardı.Nitekim müslümanlar gelince Necaşi’nin etrafındaki papazlar "hükümdara secde ediniz" dediler.Bunun üzerine Ca'fer (r.a) müslümanlar adına konuşarak şu şahsiyetli tavrı ortaya koydu; "Biz Allah'tan başkasına secde etmeyiz." Evet böylesi nazik şartlar altında dahi İslâmî şahsiyetten taviz yoktu...

Bu örneklerden de anlaşılıyor ki; ilk müslümanların hangi şart zaman ve mekanda olursa olsun, İslâmî Şahsiyetlerini bozmamışlar ve bu şahsiyetin gereği olan İslâmî vakarı ortaya koyabilmişlerdir... Evet müslümanlar ferdî olarak madden zayıf olmalarına rağmen,İslâm Devleti olmadığı lıalde dahi İslâmî Şahsiyete sahip olabilir ve olmalıdırlar. . .

İşte bir İslâmî Şahsiyet örneği daha,Hudeyb (r.a).O belli bir süre kâfirlerin mahpushanesinde kaldıktan sonra idam sehbasma çıkarılıyor.Müslüman olduğu için idamedilecek.Ölümle yüzyüze gelmiş.Fakat o İslâmî Şahsiyetin'den asla gevşeklik göstermiyor.Son anında dahi İslâmî şahsiyetin en bariz özelliği olan sadece Allah'a secde etmek ve sadece Allah'a yönelmenin ifadesi olarak iki rekât namaz kılıyor Ve ondan sonra kâfirlerin darbeleri altında ruhunu teslim ediyor,şehid oluyor...

İlk müslümanların her halükârda İslâmî şahsiyeti ortaya koyup koruduklarına dair binlerce örnek verilebilir Fakat biz burada şu örneği de vererek yetineceğiz. İslâmî Şahsiyeti ortaya koymaya açık bir misal de Reb'i b.Âmir'in İran orduları başkumandanı Rüstem'e karşı takındığı tavırdır.Şöyle ki ;

Reb’i, Rüstem'in ipek yastık,minder ve halılarla süslenmiş çok değerli yakut ve inciden donatılmış otağına girdi.Rüstem'in başında tacı,üstünde çok değerli elbiseleri vardı.Altın bir taht üzerinde oturuyordu. Reb'i ise, kaba dokunmuş elbisesi, kalkanı ve gösterişsiz atıyla Rüstemin huzuruna girdi.Halıları çiğneyerek ilerledi.Sonra atından inip oradaki yastıklardan birine bağladı . Silahı , zırhı ve miğferi ile Rüztem'in yanına girmek istedi. Muhafızlar "silahını bırak öyle gir" dediler. Fakat Reb'i ısrar etti. "Ben sizin davetiniz üzere geldim.Eğer bu vaziyette bırakırsanız girerim değilse çeker giderim" dedi.Bunun üzerine Rüstem "bırakın gelsin" diye seslendi.Rabi mızrağına dayana dayana halılar üzerinde, yürüdü halıları deldi.Otağı da bulunanlar Reb’i'ye "sizi buralara kadar getiren nedir?" diye sorunca o şu şahsiyetli cevabı verdi: "Allah bizi, yeryüzündeki insanları kula kul olmaktan kurtarıp sadece Allah'a kul etmek için.gönderdi.Allah bizi, insanları batıl dinlerin zulmünden kurtarıp İslâm’ın adaletine ulaştırmak için gönderdi.Allah insanlara en son elçisini ve en son Dinini gönderdi. Kim O'nun Dinini kabul ederse ona dokunmadan döner gideriz.Kim karşı çıkarsa onunla şehid olunçaya kadar yahud galip gelip gazi oluncaya kadar cihad ederiz.."

İnsanlığa bu şerefli kurtuluş reçetesini sunarak onları layık oldukları izzet ve şerefe ulaştırmakla yükümlü müslümanların; gerçek şahsiyetlerinden yoksun olarak kendilerinin bizzat zillet.perişanlık içinde olmaları günümüzün acı vakıalarındandır.Şu halde özellikle müslüman olarak isimlendirilen toplumların bu vakıadan kurtulmaları gerekir.

İlk müslümanları sahip oldukları izzete ulaştıran şüphesiz ki,onların Allah'a ve Resulüne olan samimi bağlılıkları ve oradan kaynaklanan İslâmî Şahsiyete sahip olmaları idi.Zira izzet ancak gerçek anlamda berrak olarak İslâm'ı idrak edip ona teslim olmak ve onun şahsiyetini kazanmakla elde edilir.Bunun aksi ise ancak zillettir.Nitekim Allahu Teala Kitabı Kerimin'de müslümanların sahip olması gerektiği İslâmî şahsiyetin vasıflarını belirtmektedir.Bunlardan bir kaçını burada zikredebiliriz. Şöyleki:

"Ey mü'minler,gevşemeyin ve üzülmeyin.Gerçekten inanıyorsanız sizler üstünsünüz."(Ali İmran:139)

"(Onlar) mü'minlere karşı yumuşak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve başları yukardadır. Allah yolunda mücadele ederler.Hiçbir kınayanın kınamasından çekinmezler. ."(Maide:54)

Evet bugün müslümanlar, ister ümmet olarak isterse ferd olarak yukarıda izah etmeye çalıştığımız İslâmî Şahsiyeti gereği gibi ortaya koyamıyorlar...Müslümanların ümmet olarak İslamî şahsiyeti ortaya koyamayışlarının nedenlerine yukarıda değinmiştik. 

Peki ya fertler niçin İslâmî Şahsiyeti ortaya koyamıyorlar?..

İşte bu sorunun cevabı da fertlerin İslâmın akidesini ve ondan kaynaklanan fikir ve mefhumlarını idrak edememiş olmaları ya da bu sahalara cahiliyye tortularının bulaşması,bulanıklığın olmasında aranmalıdır. İşte bu bulanıklılık müslümanların şahsiyetlerini dejenere etmekte yozlaştırmaktadır.

İslâm Devleti Hilâfete giderken yapılan çalışmada mesainin büyük bir kısmını bu mesele almaktadır. Çünkü İslâm Davasını yüklenecek elemanları yani İslâmî şahsiyetleri bulmak büyük bir sıkıntı olmakta dır.Onun için,daha kâfirlerle,tağutlarla ve' onların Davanın önüne koyduğu engellerle mücadeleye geçmeden önce; müslümanlar içinden Islâm davasını yüklenmeye ehil İslâmî Şahsiyetler yetiştirmek için çok büyük bir mesai sarfetmek zorunda kalmıyor. .Bu da kolay olmuyor tabii. Müslüman olduğunu söyleyen fertlerin zihinlerinde öylesine bulanıklılık mevcud ki, onu gidermek adeta bir kâfiri müslüman yapmaktan daha zor bir durum arzediyor.

Bu da müslümanların içinde bulundukları kendi durumlarından habersiz oluşlarından kaynaklanıyor. Çünkü "Allah'a, meleklere,kitablara,Resullere ,Ahiret gününe, kadere,hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna,öldükten sonra dirilmeye" iman ettiğini söyleyen her ferd' ,-bu imanın gereği olan İslâmî Şahsiyeti her an ve her şart altında gösteremiyorsa, onda bir maraz,bir illet,bir hastalık var demektir.

İşte bu hastalık da;
onun İslâm Akidesinden, imanından fışkıran hayatla ilgili fikirleri, mefhumları idrak etmemiş olması ya da o mefhumların o kişinin zihnine bulanık bir şekilde yerleşmiş olmasıdır. Evet müslümanlar genelde işte böylesi bir hastalık içindedirler.İşin garip ve acı olan yönü, müslümanların içinde bulundukları vakıayı idrak etmeyişleri yani hasta olduklarını bilmeyişleri hatta_kâbullenmeyişleridir! İşte bu durum çok zor ve vahim bir durumdur.Çünkü hasta olduğu halde hastalığının farkında olmayan ve tedaviye yanaşmayan bir ferdin tedavisi nasıl zor ise; içinde bulundukları şu durumda müslümanların arasından İslâmî şahsiyetleri bulmak ya da yetiştirmek de işte o derece zordur.

Onun için biz buradan tüm müslümanlara; gaflet uykusundan 'uyanarak içinde bulundukları vahim durumu idrak etmeleri,berrak İslâmî fikir ve mefhumlarla zihinlerini cahiliyye tortularından temizleyip İslâmî şahsiyete sahip olarak İslâm Davasını yüklenmeleri,İslâmî hayatın bir bütün halinde tekrar gerçekleşmesinin tek yolu olan İslâm Devleti Hilâfete giden kervana katılmaları ve o kervan içinde gerekli çalışmayı azim ve sebatla yapmaları için kardeşce çağrıda bulunuyoruz.. Zira dünya ve Ahirette kurtuluş ancak bundadır...

"Ey İman edenleri Allah ve Resulü sizi size hayat verene davet edince onlara icabet ediniz
(Enfal:24)







2 yorum:

  1. İşte bu sorunun cevabı da fertlerin İslâmın akidesini ve ondan kaynaklanan fikir ve mefhumlarını idrak edememiş olmaları ya da bu sahalara cahiliyye tortularının bulaşması,bulanıklığın olmasında aranmalıdır. İşte bu bulanıklılık müslümanların şahsiyetlerini dejenere etmekte yozlaştırmaktadır.

    İslâm Devleti Hilâfete giderken yapılan çalışmada mesainin büyük bir kısmını bu mesele almaktadır. Çünkü İslâm Davasını yüklenecek elemanları yani İslâmî şahsiyetleri bulmak büyük bir sıkıntı olmakta dır.Onun için,daha kâfirlerle,tağutlarla ve' onların Davanın önüne koyduğu engellerle mücadeleye geçmeden önce; müslümanlar içinden Islâm davasını yüklenmeye ehil İslâmî Şahsiyetler yetiştirmek için çok büyük bir mesai sarfetmek zorunda kalmıyor. .Bu da kolay olmuyor tabii. Müslüman olduğunu söyleyen fertlerin zihinlerinde öylesine bulanıklılık mevcud ki, onu gidermek adeta bir kâfiri müslüman yapmaktan daha zor bir durum arzediyor.

    Bu da müslümanların içinde bulundukları kendi durumlarından habersiz oluşlarından kaynaklanıyor. Çünkü "Allah'a, meleklere,kitablara,Resullere ,Ahiret gününe, kadere,hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna,öldükten sonra dirilmeye" iman ettiğini söyleyen her ferd' ,-bu imanın gereği olan İslâmî Şahsiyeti her an ve her şart altında gösteremiyorsa, onda bir maraz,bir illet,bir hastalık var demektir.

    İşte bu hastalık da;
    onun İslâm Akidesinden, imanından fışkıran hayatla ilgili fikirleri, mefhumları idrak etmemiş olması ya da o mefhumların o kişinin zihnine bulanık bir şekilde yerleşmiş olmasıdır. Evet müslümanlar genelde işte böylesi bir hastalık içindedirler.İşin garip ve acı olan yönü, müslümanların içinde bulundukları vakıayı idrak etmeyişleri yani hasta olduklarını bilmeyişleri hatta_kâbullenmeyişleridir! İşte bu durum çok zor ve vahim bir durumdur.Çünkü hasta olduğu halde hastalığının farkında olmayan ve tedaviye yanaşmayan bir ferdin tedavisi nasıl zor ise; içinde bulundukları şu durumda müslümanların arasından İslâmî şahsiyetleri bulmak ya da yetiştirmek de işte o derece zordur.

    Onun için biz buradan tüm müslümanlara; gaflet uykusundan 'uyanarak içinde bulundukları vahim durumu idrak etmeleri,berrak İslâmî fikir ve mefhumlarla zihinlerini cahiliyye tortularından temizleyip İslâmî şahsiyete sahip olarak İslâm Davasını yüklenmeleri,İslâmî hayatın bir bütün halinde tekrar gerçekleşmesinin tek yolu olan İslâm Devleti Hilâfete giden kervana katılmaları ve o kervan içinde gerekli çalışmayı azim ve sebatla yapmaları için kardeşce çağrıda bulunuyoruz.. Zira dünya ve Ahirette kurtuluş ancak bundadır...

    "Ey İman edenleri Allah ve Resulü sizi size hayat verene davet edince onlara icabet ediniz
    (Enfal:24)

    YanıtlaSil
  2. Peki ya fertler niçin İslâmî Şahsiyeti ortaya koyamıyorlar?..

    İşte bu sorunun cevabı da fertlerin İslâmın akidesini ve ondan kaynaklanan fikir ve mefhumlarını idrak edememiş olmaları ya da bu sahalara cahiliyye tortularının bulaşması,bulanıklığın olmasında aranmalıdır. İşte bu bulanıklılık müslümanların şahsiyetlerini dejenere etmekte yozlaştırmaktadır.

    İslâm Devleti Hilâfete giderken yapılan çalışmada mesainin büyük bir kısmını bu mesele almaktadır. Çünkü İslâm Davasını yüklenecek elemanları yani İslâmî şahsiyetleri bulmak büyük bir sıkıntı olmakta dır.Onun için,daha kâfirlerle,tağutlarla ve' onların Davanın önüne koyduğu engellerle mücadeleye geçmeden önce; müslümanlar içinden Islâm davasını yüklenmeye ehil İslâmî Şahsiyetler yetiştirmek için çok büyük bir mesai sarfetmek zorunda kalmıyor. .Bu da kolay olmuyor tabii. Müslüman olduğunu söyleyen fertlerin zihinlerinde öylesine bulanıklılık mevcud ki, onu gidermek adeta bir kâfiri müslüman yapmaktan daha zor bir durum arzediyor.

    Bu da müslümanların içinde bulundukları kendi durumlarından habersiz oluşlarından kaynaklanıyor. Çünkü "Allah'a, meleklere,kitablara,Resullere ,Ahiret gününe, kadere,hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna,öldükten sonra dirilmeye" iman ettiğini söyleyen her ferd' ,-bu imanın gereği olan İslâmî Şahsiyeti her an ve her şart altında gösteremiyorsa, onda bir maraz,bir illet,bir hastalık var demektir.

    İşte bu hastalık da;
    onun İslâm Akidesinden, imanından fışkıran hayatla ilgili fikirleri, mefhumları idrak etmemiş olması ya da o mefhumların o kişinin zihnine bulanık bir şekilde yerleşmiş olmasıdır. Evet müslümanlar genelde işte böylesi bir hastalık içindedirler.İşin garip ve acı olan yönü, müslümanların içinde bulundukları vakıayı idrak etmeyişleri yani hasta olduklarını bilmeyişleri hatta_kâbullenmeyişleridir! İşte bu durum çok zor ve vahim bir durumdur.Çünkü hasta olduğu halde hastalığının farkında olmayan ve tedaviye yanaşmayan bir ferdin tedavisi nasıl zor ise; içinde bulundukları şu durumda müslümanların arasından İslâmî şahsiyetleri bulmak ya da yetiştirmek de işte o derece zordur.

    YanıtlaSil