30 Nisan 2015 Perşembe

MÜSLÜMANLARI DOLANDIRANLAR KİTLESİ..TASAVVUF VE MAHİYETİ

İslâm ümmeti arasında, vahiy kaynaklı olmayan bir takım hurafe bitadatların yaygın akide haline getirildiği bir ortamda yaşıyoruz. Bu vahiy kaynaklı olmayan akideler geçmişten günümüze, günümüzden de yarınlara miras olarak kalacak konulardır. Kimi müslümanlar arasında inanç haline getirilen meselelerin temeli incelendiğinde bazen uydurma hadislere, bazen nassların manasından uzak batını yorumlara, bazen de başta Yunan felsefesi olmak üzere diğer felsefe ve kültürlere dayandığı görülür.

Bundan dolayı tasavvuf hakkında yazılan kitaplardan herhangi birini okuyan birisi, kendisini sanki bilmeceler yığınının içinde hisseder. Kur'an ve Sünnet süzgecinden geçirilmeden okunan hikayeler, evliya menkibeleri müridi, karanlıklar içinde bırakılır. Zaten hidayet ve nur olan Kur'an ve Sünnet'e muhalefet eden her türlü inanç ve yaşayış zulum ve karanlık değil midir?

Tasavvuf ile uğraşan sofilerin ezici çoğunluğunun çıkışı olan H. 2.nci asrın ortalarından günümüze kadar devamlı şekilde baştaki yöneticiler, velev ki zalim de olsa onlarla uzlaşmacı ve itaatkâr bir hayat sürdürdükleri görülür. Yine bu ilimle yani tasavvufla uğraşanların çoğunun İlmî anlayışları kıt, siyasî tasavvurları donuktur. Sofiler mevcut sistemi yıkıp yerine İslâm akidesine dayalı Hilâfet Devleti'ni kurmak için çalışmaları gerekirken, tam tersi olan Allah'ın dinine ve müslümanlara savaş açmış olan şirk düzenine koltuk deyneği olur hale gelmişlerdir. Amerika'nın Türkiye valisi Turgut Özal gibi birisini destekleyip oyları ile başa getiren bu sofiler olmuştur. Kenan Evren'in yaptırdığı 82 Anayasasına oy veren
yine bu sofiler olmuştur. Muridlerin masumluğu şeyhlerine vermeleri, onların her emrine kayıtsız ve şartsız teslimiyeti birlikte getirmiştir.

Burada tasavvuf hakkında kaynakları ile birlikte yazacağımız hususlar aynı zamanda 5 senelik tarikat hayatımda bizatihi görüp duyduğum farklı şeyh ve muridlerden dinlediğim hususlardır.

Tasavvuf erbabı, İslâm'ın emrettiği ve müslümanın hayatından bir parça olan nefsin terbiyesi ve tezkiyesinin ifadesi olan zühd-takva-huşu-ihsan gibi konular, Kur'an ve Sünnet prensipleri dahilinde anlayıp yaşanır hale getirmesi gerekirken, tam tersi kendi kafalarından çıkardıkları prensipler ile nefislerini terbiye etmeye çalışmaktadırlar.

Tasavvuf; ehli sofilere göre, nefsi kâmil manada terbiye etmenin tek yolu, bir şeyhin eteğine yapışıp ondan ders almaktır. Bunlardan bazılarına göre şeyhden ders almak Cennetten bir yer almak mesabesindedir. Şeyh, murid üzerinde öyle tasarruflara sahiptir ki, onun ölüm anında imanla ölmesini sağlar. Kabirde sorguda yardımcı olur. Ahirette ise mutlak şefaatçi olur. Muridlerin kendilerini şeyhin önünde ölü gibi kabul etmelerinin diğer bir ifadesi olan her sözüne "evet" demeleridir. Bu velev ki İslâm'a ters olsa dahi düşüncesi onları "Şeyhimiz bize putun önünde eğilmemizi emretse yine de itiraz etmeyip itaat ederiz" düşüncesine götürmektedir.

Bütün bu yanlış anlayışlar; müridin tasavvuf kitaplarında okuduğu kayıtsız, sorgusuz teslimiyeti ifade eden yazılar ile birlikte dinlediği sohbetler neticesi olmaktadır. Misal; Şeyh Nazım Kıbrısî gibileri.. Müridin kendisine secde etmesini dahi doğal karşılar ve karşı çıkmaz..


Bunların ne olduğunu bizim bizatihi görüp dinlediklerimiz konular ile birlikte, tasavvuf kitaplarından yapacağımız nakiller ile izah etmeye çalışacağız. Bizim bu yazıda kabul etmeyip red ettiğimiz sofiler, yazıda geçen anlayışlara sahiplenen onları yaşanır hale getiren sofilerdir.

Kur'an ve Sünnet'i inanç ve amelde ölçü almış, hayata ve olaylara bu iki doğru kaynaktan bakan insanlara sözümüz yoktur. Olamaz da zaten.. Ruhî ve nefsî eğitimini, terbiyesini Kur'an ve Sünnet'te belirlenen kurallar dahilinde yapan, o sınırları aşmayan insanlar doğru yolda olanlardır.

TASAVVUFUN ANLAMI

"Tasavvuf, kelime olarak yün kelimesinden gelmektedir. Tasavvuf; günlenme, yün elbise giyme anlamına gelmektedir. Sufi ise, tasavvuf ile uğraşan kişiye denir." (I)

"Tasavvuf, dünya ile ilgi olmanın ifadesi olarak giyilen kaba kumaş anlamındaki "suf un bu düşünce yaşam biçimini benimseyenlere isim olduğunu söyleyenler olduğu gibi, kelimenin bilgelik anlamına gelen Yunanca "sop-hos"tan veya temiz olmak anlamına gelen "saftan türediğini söyleyenler de vardır." (2)

"Arapça olan bu kelimenin kaynağında ihtilaf vardır. Doğru olarak kabul edilen fikre göre, suf Arapçada yün anlamına gelen "suf'tan türemişrir.(3)

"Tasavvuf, suf kelimesinden doğmuştur. Mastarı tasavvuf ismi, faili ise mutasavvıftır." (4)

Her ne kadar tasavvufun Arapçada yün anlamına gelen "suf kelimesinden türediğini söyleyenler ağırlıklı olsa da, bu kelimenin H. 2.nci asır ortasında kullanılması ve yine bu asrın ortalarında tasavvufa Yunan ve Hint felsefesinin girmesi, kelimenin Yunanca "sophos"tan ya da "saftan geldiğini destekler mahiyettedir. Aşağıda
tasavvuf kitaplarından vereceğimiz nakiller okunduğunda bu görüş daha da kuvvet kazanacaktır. Tasavvufun ne olduğunu tarif eden tasavvuf erbabı zatlar, bir tarafta dünyayı terk, az ile yetinme, nefsin terbiyesi ve bunların sonucu devamlı Allah ile birlikte olmak olarak tarif edilirken, diğer taraftan tasavvufun temeli olarak kabul edilen ve H. 3.ncu asırdan itibaren sistemleşen İslâm dışı Hulul (Allah'ın insanda yerleşmesi), vahdet-i vücud (her şeyin Allah'tan bir parça olması), fena fiş-şeyh (şeyte fani olma, şeyhin her emrine haram dahi olsa teslim olma) gibi inançlara değinmekten özenle kaçınırlar. Bu inançları ortaya atan kişilere sahiplenip onları, Allah'ın (c.c) veli kulları olduğu, düşüncelerinin de Kur'an'ın batıni yorumunu ifade etiğini, müridlerine anlatmaktan geri durmazlar.
   
Tarikatta şeyhul-ekber olarak kabul edilen, marifetin zirvesinde diye anılan 

Muhiddin Arabî şöyle der : 

"O bana hamleder, ben ona hamlederim. O bana ibadet eder, ben ona ibadet ederim." (5)

"Gören de görünen de O'dur (Allah'tır). Alem O'nun suretindendir. Alemin yönü ve ruhu da O'dur. O büyük insandır." (6)

Vahdet-i vücud felsefesini benimseyen Muhiddin Arabî, her şeyin aslında bir olan Allah'tan bir parça olduğu inancı; bazen Allah'ın (haşa) kendisine ibadet ettiğini, bazen Allah'ın kendisi olduğu düşüncesine götürmüştür. Hiç bir şeye benzemeyen Allah'ı yaratıklara benzetmiştir. İslâm Hükümeti kitabında; "Bizim öyle imamlarımız vardır ki, onların makamlarına ne mukerreb melekler ne de resuller ulaşır. Kainatın zerreleri onların tasarrufu altındadır." (7) diyen, yine 1987'de Gorbaçov’a yazmış olduğu tebliğ içerikli mektubunda Muhiddin Arabi'nin ve Farabî'nin kitaplarını okumayı tavsiye eden İmam Humeyni'nin şiası ile günümüzün sunnîleştirilen tasavvufu tarihin belirli noktasında birleşirler.
Aslında temel itibarı ile sunnî tasavvufuyla şia akidesinde pek farklılık yoktur. Az da olsa aklını çalıştıran, kör taklit ve taassubtan kurtulan herkes bu akidelerin Allah'ın Kitabı ile ne kadar ters düştüğünü anlamakta zorluk çekmez. Kendilerine hikaye ve masallar içinde kaybetmiş sofiller tarafından ne yazık ki bu akidelerin İslâmî olduğu, anlatanların ise Allah'ın hakiki veli kulları olduğu ısrarla savunulmaktadır. Bu sözler Allah'tan fani olan şeyler.. Allah'a yapmış oldukları ibadetlerin sonucu aşk ve vecd içinde söylendiği, diğer insanların ise bunu anlayamayacağı yanlış lığına gitmektedirler.

Bu konuda Said Havva (r.a) şöyle der : "İslâm ve müslümanların tarihinde sapmaların en çirkininden ve faciaların en büyüklerinden biri, insanların 'sufılerin şefaati' lisanı ünvanı ile müslümanlar arasına soktukları şeylerdir. Sahih rivayette Hz. Aişe'den; "Muhammed (S.A.S) Rabbını gördü mü?" diye sorulduğunda; "Subhanallah. Bu soru karşısında tüylerim diken diken oldu" demiştir. Şimdi Allah için söyleyin, Hz. Aişe, haşa, ’Muhammed Allah'tır' diyen birisini görseydi tavrı ne olurdu? Allah'a yemin ederim ki, sahabeden birisi bir insanın kendisi hakkında Ben Allahım' dediğini duysaydı, bu diyen insana karşı takınacağı tavır, kılıcı ile kafasını vurmaktan başka bir şey olmazdı.

Kendilerine hayırla şahadet olunan sahabe asrı, tabiin, tabeittabiin asrı hatta onlardan sonraki Hallacı'nın öldürülümesine kadar olan asırların hepsinde müslümanların bu inanç ve tutumlarına karşı tavrı böyle idi. Kendisine ilahlık taslıyan Hallacı Mansuru'n öldürülmesine ümmet icma etmiştir. Bu da İslâm ümmetinin ilk dönemlerde Allah'a karşı ilahlık iddia edenlerin ümmet tarafından lânetleneceğine dair bir delil sayılmaz mı? Ama ne üzücüdür ki, Hallacı'nın ümmetin icmaı ile öldürülmesine sebeb olan sözleri İslâm'dan gibi gösterip ilim diye öğrettiler. Bunlar 'Ben Allah'ım' diyen kimsenin bu halini kabul etmemizi istiyorlar. Bu ne cehalettir. Allah'a yemin ederim ki, bu şeytanın vesvesesi, aldatmacısıdır. Allah (c.c) şöyle buyurmuştur :

 "Allah Meryem oğlu İsa' diyenler kâfir olmuştur." (Maide ; 1 7)" (8)

Tasavvuf erbabı sofilere göre tasavvuf şöyle tarif edilmektedir : "Tasavvuf, halk içinde hak ile birlikte olmaktır. " [9[

"Tasavvuf odur ki, Hak Teâlâ seni öldürür ve yine kendi elleri ile diriltir. Tasavvuf iç alem yolu ile imanın hakikatına ulaşmaktır." (10)

"Tasavvuf, hiç bir şeye malik olmamak ve bir malın da esiri bulunmamaktır. Tasavvuf, sevgilinin canı olmak sevgiliye ulaşabilmektir (buna fena fillah denir). Tasavvuf, bu dünyayı tamamen yok farzedip, her zerrede Cenabı Hak'kın kudretinin tecellisini temaşa etmektir." (11)

Burada zikrettiğimiz tariflerin dışında esas itibarı ile aynı fakat değişik ifadeler ile yapılan tanımlar, tasavvuf kitaplarında oldukça fazladır.

TASAVVUFUN ÇIKIŞI

"İlmî kelâmda olduğu gibi tasavvufun da ayrı bir disiplin olarak oluşmasını sağlayan bölge, farklı inanç mensupları kişilerin toplandığı Irak bölgesidir. Sofi ismini ilk defa kendine veren zat, Ebu Haşim el-Kujfî'dir." (12)

Hicrî 2.nci asrın ortalarında kullanılmaya başlayan tasavvuf, her ne kadar başlangıçta İslâm'ın emrettiği zühd ve takva hareketi olarak çıkıp Kur'an ve Sünnetle belirlenen sınırları aşmasa da, Yunan ve Hint felsefesinin kısmî olarak da İslâmlaştırılması ile kendine has bir inanç ve yöntemi olan ayrı, karma bir ekol haline gelmiştir. Raşidî Halifeler döneminden sonraki asırlarda müslümanların başındaki yanlış uygulamalara karşı tepki olarak çıkan, nassları zorlamayan zühd ve
takva hareketi daha sonraki dönemlerde yabancı felsefe ve kültürlerin girmesi ile kendine has apayrı bir yol çizmiştir. Tasavvuf erbabı İslâmî olmayan bu görüşleri destekleyip İslâmî bir görünüm vermek için bazen ayet ve hadisleri anlamlarından uzak batmî yorum yapmışlar, bazen de bolca hadis ve hikayeler uydurmuşlar. "Muhiddin Arabi'nin Fravn'ı şehit olarak görmesi." (13) "Fravn’dan kast olunan mananın aslında kalp olduğunu söylemeleri. " (14)

Yine Kur'an'da geçen zikir ve vesile kavramlarını bir şeyhe bağlanıp ondan tesbihat olarak anlamaları bu yanlış yorumların sadece bir kaçıdır. Ali el-Karin'in ve İbni Kayyım'ın uydurma hadisleri anlatan kitaplarında Peygambere (S.A.S) nisbet edilen bir çok yalan sözlere rastlamak mümkündür. Misal olarak; "Hz. Ali ikindiyi kaçırınca, Resul (S.A.S) ona ayakta ikindiyi kılması için Allah'tan güneşin sana geri gelmesini iste. Bunun üzerine o dua edince güneş geri geldi. Ali de ayağa kalkarak namazı kıldı." "Şam halkına sövmeyin. Çünkü onlarda abtallar vardır. Ne zaman onlardan biri ölse Allah yerine diğer bir adamı geçirir." (15) sözleri sadece bu uydurmalardan bir kaçıdır.

"Hicrî birinci asırda 'sufi ismi daha mevcut değildi. Nasslarda belirlenen sınırlar hiçbir zaman aşılmaz veya onu aşmaya yönelik farklı yorumlar oluşturulmazdı. Yine bu asırda zahir, batın ayırımı birbrine zıt boyutta değildi. Fena, beka, şeyh, marifet, keşif, murid, tarikat qibi kavramlar kullanılmazdı." (16)

"Hicrî 250.nci tarihî camilerinde tasavvufa dair ilk umumî dersler ile birlikte, dinî meseleler hakıkında münazara yapıldığı toplantılar ve zikir halakalarının (halka) açıldığı tarihtir." (17)

Tasavvuf, H. 2.nci asrın sonu 3.ncü asrın başlangıçlarında karma akidesi ile kaide ve temellerini oluşturur. Yukarıda sıraladığımız tasavvufa ait kavramlar bu dönemlerde belirlenir. Yine
bu dönemde, daha sonraki asırlarda Muhiddin Arabi'nin ortaya attığı vah-det-i vücud felsefesini doğuracak Hulul inancı ortaya atılır. Hulul deyince hiç şüphesiz ki akla ilk gelen, "Kendisine enel'hak diyen, cübbesinin altında Allah'tan başkasının olmadığını söyleyen" (18) Hallacı Mansur ile, "Kendimi teşbih ederim, şanım ne büyüktür. Öyle bir deniz geçtim ki, peygamberler onun kıyısında kaldı. Onun lutfunun dili ile (Allah ile) konuştum. Senin ile benim halim nasıldır dedim. Bana 'Ben seninle seninim, senden başka ilah yoktur' dedi." (19) sözlerini ağzında akıtan Beyazidî Bestamî akla gelir.

"Allah (c.c) bir çok ayette, Kendisinin acizlikten, eksiklikten uzak olduğunu ve yaratmış olduğu hiç bir şeye benzemediğini" (20) açıkça ifade ederken, Hallacı Mansur, Beyazidî Bestamî, Muhiddin Arabî ve aynı düşünceye sahip sofiler ilahlık sıfatını kendilerine vermişlerdir. Onların kendilerinin Allah'ta fani olduğu (fena fillah) düşüncesi, Allah'tan bir parça olduğu inancına götürmüştür.

Meselenin ilginç ve üzücü olduğu kadar açık çelişkili tarafı tanınmış sofilerin ağızlarından dökülen bunca sözlerin keramet ile birlikte Allah (c.c)'a yaptıkları ibadet sonucu aşk ve vecd anında söylenmiş sözler kabul edilmesidir.

Tasavvuf erbabı sofilerin bunca sözleri ehli sünnete yamanmaya çalışılmıştır. Bu görüşlere İslâmî kılıf bürümek için ise, ayetler yanlış yorumlandığı gibi bolca da hadis uydurulmuştu. Tasavvuf kitaplarındaki uydurma hikayeleri okuyan muridler kendilerini karanlıklarda kaybederler. Konu ile ilgili bir kaç misal verecek olursak; "Sabit el-Benani'nin kabri açıldığında namaz kılar vaziyette görülmüştür. Yine onun kabri başından geçen açık kalpli kimseler, içinde Kur'an sesi duyarlardı." "Muhammed Mağribî, insan eli değen ve el emeği geçen şeyleri yemezdi. Dağlara ve ovalara gider ot kökleri çıkarırdı." (21)

Yukarıda yazdığımız hikayeleri, evliya menkibelerini Başta İmam Şe-rani'nin, Tabakatil Kibrası olmak üzere diğer kitaplarda bolca bulmak mümkündür.

TASAVVUFTA ŞEY MURİD İLİŞKİSİ

Bazı müslümanlar arasında yanlışı doğrudan seçebilecek Kur'an'a ve Sünnet'e dayalı bilginin yetersiz oluşu, çoğu zaman onların hayata ve olaylara bu iki kaynaktan bakmasını engellemektedir. Yine bu bilginin eksikliği Peygambere ait masumluğu tasavvuf kitaplarındaki menkibe ve hikayelere vermelerine yol açmıştır. Kitap ve Sünnet'e dayalı İslâmî ilimlerden yoksun olan bazı müslümanlar, geçmişten miras olarak aldıkları tarikat ile ilgili konuları sofilerce hadis diye kabul edilen Beyazidî Bestamî’nin "Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır" sözü ile birleştirince, şeyhlerin şeytan olmaması için kendilerini Allah (c.c)'a götürecek bir şey aramaya koyulurlar.

Bu insanlara göre nefsin terbiye edilip Allah (c.c)'ın rızasına ulaşmanın ve hakikate ermenin tek yolu, bir şeyhden ders alıp onun vereceği talimatlara itirazsız harfiyyen uymaktır. Tarikat şeyhlerine göre nefsin mertebesi 7'dir. Bir insan murşid olmadan sadece nefsin 3 mertebesi olan mülhimeye kadar gelebilir. Bundan sonraki mutmeinne, raziye, mardiye v.b. makamlara geçmek ancak bir mürşidin kontrolünde, onun verdiği derslere bağlı kalıp, hizmet etmekle gerçekleşir.

Murşid; sırası ile fena fiş-şeyh, fena fir-resul, fene fillah makamlarını geçteğinden dolayı artık Allah (c.c) tarafından görevlendirilmiştir. Onun dünyadaki görevi muridleri sırası ile bu makamdan geçirip Allah'a götürmektir. Müridin bu makamlara ulaşması ise ancak şeyhe kayıtsız-şartsız teslim olmakla gerçekleşecektir. Şeyh, muridliğe talip olan kimseye bunları telkin etmekle birlikte muridken şeyhin önünde hareketsiz olarak kabul eder. Öyle ki, her türlü emre hazırdır o..

Şeyhlere göre Allah'ın öyle kulları vardır ki bunlar kutuplardır. Sayısı ise; hepsi de ayrı mezheplerden (hanifi, şafı, maliki, hanbeli) olmak üzere 4'tür. Bunların başında ise bir tane kutub-ul Aktab vardır. Allah, bunları velilerin en üstünü kılmıştır. Bunlar el ile rızık verir, kar yağdırır, tabiattaki olayları idare ederler. Hatta bunlardan öyleleri vardır ki, Allah'la dahi konuşur.

Bütün bunları dinleyen murid artık ders almıştır. Kendisine verilen derslerin her gün için çekilmesi istenmekle birlikte emirlere itaat edilmesi anlatılır müride.. Murid, bu dersleri çekerken artık devamlı şeyhini rabıta edecektir. Yani onun suretini her yerde düşünecektir. Artık şeyhin ruhaniyeti her tarafta muridle beraberdir. Bu beraberliğin, müridi bir takım musibetlerden koruyacağı inancı vardır. Hatta öyle ki, bu beraberlik ölüm anında şeytanı yaklaştırmaz, imanlı gitmesini sağlar. Devamlı rabıta halinde olan murid, şeyhini sıkça rüyasında görür. Öyle ya, kim ne ile meşgul ise onu görecektir rüyasında.. Rüyasında müride bir takım şeyler telkin edilir. Sabah kalkan murid, artık rüyada telkin edilen hususları tatbikat sahasına koymaya çalışacaktır.

En fazla okuduğu kitap ise, rüyaları tabir eden rüya kitaplarıdır. Sofilere göre mürşidi rüyada görmek, nefsin mertebe kat etmesinin işaretlerindendir. Tasavvuf kitaplarında geçen şeyh ve murid ilişkisi ise şöyle izah edilmektedir :

"Murid; şeyhin bütün tasarruflarına razı olması, ona itaat etmesi, boyun eğmesi gerekir. Mal ve beden ile ona hizmet etmelidir. İşlediği zahir olarak haramda olsa, şeyhin yaptığına itiraz etmemelidir. Ona niçin böyle yaptın dememelidir. Çünkü, şeyhine niçin böyle yaptın diyen kişi asla felah bulmaz. Gerçek müridin alâmetlerinden birisi de, şeyhi kendisine fırına gir' dese girmelidir. Bereketini kazanması için ikâmette ve yolculukta şeyhini kalbinden çıkartamamlıdır." (22)

Muhiddin İbni Arabî şöyle der: "Murid; tevilsiz, özürsüz şeyhin emirlerine harfiyyen bağlı kalır. Şeyhin emirleri akıl dışında da olsa.. Hatta haram da olsa bu emirlere harfiyyen itaat etmesi gerekir. Şeriata muhalefet ettiğini görse dahi ona itiraz etmeyi aklından dahi geçirmemelidir." (23)

Şerani ise şöyle der : "Şeyhin tarikatından çıkıp başka tarikata girmek veya onun gösterdiği yoldan başka yoldan gitmek, dinden çıkmak gibidir."
(24) ~

Bütün bu tehditler ve korkutmaları dinleyip okuyan murid, dinden çıkmamak için tarikattan ve şeyhin emirlerinden çıkmamayı kendisine hedef edinir. Resul (S.A.S); "Allah'a isyanda mahlukata itaat yoktur" (Buhari, Müslim) emrini, Allah (c.c)'ın;

"Kim ki kendisine hakikat belli olduktan sonra Resul'e muhalefet eder ve mü’minlerin yolundan ayrılırsa, Biz de onu döndüğü yolda bırakırız ve cehenneme atarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir." (Nisa : 115) ayetini ve yine;

"Resul’e muhalefet edenler, kendilerine elem verici azap dokunmasından sakınsınlar" (Nur: 63} ayetini hiç okuyup düşünmez. Çünkü ona sıkça ve ısrarla, Kur'an ve Sünneti anlayamıyacağı telkin edilir..

İmam Şeranî; "Şeyhin, açıkça Resul (S.A.S)’in Sünnetine muhalefet etse dahi ona karşı çıkmamalıdır" (25) der.

Muhammed Zaid Kotku şöyle der : "Şeyhin emirlerinden hiç bir emire velev ki hatalı dahi olsa itiraz etmeyip, red etmeyip sözünü tutması gerekir. Müridin şeyh ile sohbet adabı şöyle olmalıdır : Sohbetten önce mümkünse gusul abdesti almalı, içeri girmek için
izin istemeli, izin verilirse oturmalı, sohbet esnasında şeyhin yüzüne bakmamak, sohbetten sonra şeyhin ellerini ve dizlerini öpüp geri geri çıkmalıdır." (26)

Muhammed b. Abdullah Han şöyle der : "Kalbinde şeyhin fiilene itiraz olmamalı. Aklına yatmayacak bir şey olursa, ne kadar tevil etmesi gerekiyorsa o kadar tevil etmelidir. İtiraz her kaba hatadan daha büyük bir kabahattir. Murid, hiç kimseye hakaret nazarı ile bakmamak ve gördüğü herkesi Hz. olarak kabul etmelidir. Muhiddin Arabî şöyle der 'Ben, nebilerin ve resullerin sonuncusuyum." (27)

Peygamber (S.A.S)'in hayatını az da olsa bilen herkes, sahabelerin bazı konularda Resul (S.A.S)'e "Bu vahiyden mi, değilse senin göstermiş olduğun şu konuyu şöyle yapalım" dediğini ve sahabe bir kadının, Ömer (r.a) hutbede mehirleri sınırlandırınca, "Ey Ömer, sen Allah'ın serbest bıraktığı bir hususu nasıl sınırlandırıyorsun?" itirazına karşı Halife Ömer'in, "Kadın doğru söyledi, Ömer yanıldı" demesini; Hz. Ömer'in zekatı vermeyen topluluğa Ebu Bekir'in savaş açmasma itiraz etmesini ve diğer bir çok misali görmekte zorluk çekmez. (28)

Nakşi tarikatının Halidî kolunun kurucularından olan Halidî Bağdadî şöyle der : "Ve denilmiştir ki; mürşidin gözünden düşmek, yedi kat gökten düşmekten daha beterdir. Ve şeyhini emsalsiz bilip 'Şeyhim olmazsa beni Rabbıma götürecek kimse bulunmaz' demelidir. Ehlullah'a itiraz eden kimselerin muhakkak küfür üzere olacağı bazı kitaplarda yazılmıştır. İsmet ancak peygamberler ile büyük velilere mahsustur. Şeyh de sudur eden her şeyi tasdiklemek vacibtir." (29)

Kasaca özetleyebileceğimiz; Allah'ın Kitabında, Resul'ün Sünnetinde, sahabelerin, tabiin ve tabeittabiin hayatlarında bulunmayan, İslâm dışı yabancı felsefe ve kültürlere ait vahdet-i vücud, Hulul, üstün velilerin peygamberler gibi ismet sıfatına sahip olması, şeyhlerin haramı emretse dahi teslimiyetin vacib olduğu gibi inançlar müslümanların belirli dönemden sonra gerilemelirine sebeb, en başlı nedenlerden biridir. Ve üç neslin icmaen batıl gördüğü bu inançları kabul etmek, kişiyi sapıklığa götürecektir. Yazımıza şu ayet ve hadislerle son veriyoruz :


"Şüphesiz ki (emrettiğim) bu (yol) benim dost doğru yolumdur. O halde ona uyun başka ayrı yollara tabi olmayın. Allah size bunları sakınasızın diye buyurmaktadır" (En'am : 153)

"Kim bu (din) işimizde ondan olmayan bir şeyi ihdas ederse merduddur." (Buhari, Müslim)

Evet Kur'an ve Sünnet'in dışında sapıklıktan başka ne vardır?Allah (c.c) müslümanları; Resul'ün (S.A.S) övdüğü, Allah (c.c)'ın "Mü’minlerin yolu" dediği, sahabe ve ondan sonraki gelen iki neslin yolundan ayırmasın. □
Kaynaklar :
(I-Eşrefoğlu Rumi, Müzekkin Nufus, sf.479

(2[-İbni Haldun, Mukaddimeden Naklen, Celaleddin Vatandaş, Vahiyde Kültür, sf. 144

(3) -Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler ve Kavramlar, sf. 137

(42-Ali Değirmenci, Hakka Yolculuk, sf.37

(5) -İmam Şerani, Tabakatül Kübra, M.

Arabi bölümü

(6) -Muhiddin Arabi- Fususu'l Hikem,

Haksöz Dergisi, Ocak'93

(7J-Ayetullah Humeyni, İslâm Hükümeti, (Arapça) sf.52

(8)-Said Havva, Ruh Terbiyemiz, sf.313-314
(9) -Haydar Baş, Makalat

(10) -Ali Değirmenci, Hakka Yolculuk, sf.37-39

(11) -Eşrefoğlu Rumi, Müzekkin Nufus, sf.483, 489-491

(12) -Celaleddin Vatandaş, Vahiyden Kültüre, sf. 148

(13) -Ali Aslan, Soruşturma Tevhidi, Sor Yayın. -Haksöz Dergisi, sayı 22

(14) -Said Havva, Ruh Terbiyemiz

(75)-İbni Kayım el-Cevzî, El-Menazil Münif, sf. 123-147, ayrıca, Ali El-Kari, Mevzuat

(16)-Celaleddin Vatandaş, Vahiyden Kültüre, sf. 148

(772-Ercüment Özkan, Tasavvuf ve İslâm, sf.9

(78) -İmam Rabbani, sf.445, Said Havva, Mektubat, sf.313

(79) -Celaleddin Vatandaş, Vahiyden Kültüre, sf. 156, ayrıca, Said Havva, Ruh Terbiyemiz

(20) -İhlas Suresi, Bakara Suresi : 255

(21) -İmam Şerani, Tabakatül Kübra, sf. 127-371

(22) -M. Emin El-Kurdî, Tenvirul Gulup'tan Naklen, Haksöz Dergisi'93, sayı,24

(23) -Muhiddin Arabi, Tedribat'tan Naklen, Haksöz Dergisi'93, sayı,24

(24) -İmam Şerani, Kavaid us-Sufiyye, Naklen, Haksöz Dergisi'93, sayı,24

(25) -İmam Şerani, Kavaid us-Sufiyye, Naklen, Haksöz Dergisi'93, sayı,24

(26) -Mehmet Zaid Kotlu, Tasavvufî Ahlâk, sf.89-90

(27) -Muhammed b. Abdullah Han, Âdab'tan Naklen, Ercüment Özkan, Tasavvuf ve İslâm, sf.89-90

(28) -Buhari

(29) -Risayet-i Halidiye, sadeleştiren, M. Zahid Kotlu, sf. 13-14-16








3 yorum:

  1. Tasavvuf, H. 2.nci asrın sonu 3.ncü asrın başlangıçlarında karma akidesi ile kaide ve temellerini oluşturur. Yukarıda sıraladığımız tasavvufa ait kavramlar bu dönemlerde belirlenir. Yine
    bu dönemde, daha sonraki asırlarda Muhiddin Arabi'nin ortaya attığı vah-det-i vücud felsefesini doğuracak Hulul inancı ortaya atılır. Hulul deyince hiç şüphesiz ki akla ilk gelen, "Kendisine enel'hak diyen, cübbesinin altında Allah'tan başkasının olmadığını söyleyen" (18) Hallacı Mansur ile, "Kendimi teşbih ederim, şanım ne büyüktür. Öyle bir deniz geçtim ki, peygamberler onun kıyısında kaldı. Onun lutfunun dili ile (Allah ile) konuştum. Senin ile benim halim nasıldır dedim. Bana 'Ben seninle seninim, senden başka ilah yoktur' dedi." (19) sözlerini ağzında akıtan Beyazidî Bestamî akla gelir.

    "Allah (c.c) bir çok ayette, Kendisinin acizlikten, eksiklikten uzak olduğunu ve yaratmış olduğu hiç bir şeye benzemediğini" (20) açıkça ifade ederken, Hallacı Mansur, Beyazidî Bestamî, Muhiddin Arabî ve aynı düşünceye sahip sofiler ilahlık sıfatını kendilerine vermişlerdir. Onların kendilerinin Allah'ta fani olduğu (fena fillah) düşüncesi, Allah'tan bir parça olduğu inancına götürmüştür.

    YanıtlaSil
  2. "İslâm ve müslümanların tarihinde sapmaların en çirkininden ve faciaların en büyüklerinden biri, insanların 'sufılerin şefaati' lisanı ünvanı ile müslümanlar arasına soktukları şeylerdir. Sahih rivayette Hz. Aişe'den; "Muhammed (S.A.S) Rabbını gördü mü?" diye sorulduğunda; "Subhanallah. Bu soru karşısında tüylerim diken diken oldu" demiştir. Şimdi Allah için söyleyin, Hz. Aişe, haşa, ’Muhammed Allah'tır' diyen birisini görseydi tavrı ne olurdu? Allah'a yemin ederim ki, sahabeden birisi bir insanın kendisi hakkında Ben Allahım' dediğini duysaydı, bu diyen insana karşı takınacağı tavır, kılıcı ile kafasını vurmaktan başka bir şey olmazdı.

    Kendilerine hayırla şahadet olunan sahabe asrı, tabiin, tabeittabiin asrı hatta onlardan sonraki Hallacı'nın öldürülümesine kadar olan asırların hepsinde müslümanların bu inanç ve tutumlarına karşı tavrı böyle idi. Kendisine ilahlık taslıyan Hallacı Mansuru'n öldürülmesine ümmet icma etmiştir. Bu da İslâm ümmetinin ilk dönemlerde Allah'a karşı ilahlık iddia edenlerin ümmet tarafından lânetleneceğine dair bir delil sayılmaz mı? Ama ne üzücüdür ki, Hallacı'nın ümmetin icmaı ile öldürülmesine sebeb olan sözleri İslâm'dan gibi gösterip ilim diye öğrettiler. Bunlar 'Ben Allah'ım' diyen kimsenin bu halini kabul etmemizi istiyorlar. Bu ne cehalettir. Allah'a yemin ederim ki, bu şeytanın vesvesesi, aldatmacısıdır. Allah (c.c) şöyle buyurmuştur :

    "Allah Meryem oğlu İsa' diyenler kâfir olmuştur." (Maide ; 1 7)" (8)

    Tasavvuf erbabı sofilere göre tasavvuf şöyle tarif edilmektedir : "Tasavvuf, halk içinde hak ile birlikte olmaktır. " [9[

    YanıtlaSil
  3. RAŞİDİ HİLAFET VE CİHAD ***DEVLET (OTARİTE) OLMADAN CİHAD OLMAZ.
    https://www.youtube.com/watch?v=lRGAxG5nkU0
    CENNET GARANTİ BELGESİ...KATİ DELİLLERİYLE.
    http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2017/01/cennet-garanti-belgesi.html
    MÜSLÜMANLARI DOLANDIRANLAR KİTLESİ..TASAVVUF VE MAHİYETİ
    http://namenstr8.blogspot.nl/2015/04/tasavvuf-ve-mahiyeti.html
    Bugün "New Age Dini(Yeni Çağ Dini)'', dünyada gittikçe yaygınlaştırılan bir "lego dini"dir.
    http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/04/vahdeti-vucut-felsefesi-new-age.html
    MEVLANA
    https://www.youtube.com/watch?v=PrPdUjdnYMM&list=PLr342JFErS74wTAKOa6WqzcN2SMX7Hgu4&index=48
    BEN MÜSLÜMAN MIYIM ? DEĞİL MİYİM ? BİR SAĞLAMASINI YAPALIM.
    http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2017/01/ben-musluman-miyim-degil-miyim-bir.html
    Bu gün 2017 bilim ve teknolojinin açığa vurduğu şeyleri 1400 sene evvel Muhammed sas vahiy alarak bir çok şeyi ayet olarak açıklamıştır.
    http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2017/03/bu-gun-2017-bilim-ve-teknolojinin-acga.html

    Not.Kişinin kendisinde bulunan eski fakat yanlış olan bilginin,Yeni duyduğu doğru bilgiyi HAZMETME si zordur.Süt içen bebeğe yemek sunulması gibi.
    https://www.youtube.com/watch?v=HOzOroMeRjs

    YanıtlaSil