26 Nisan 2015 Pazar

MİLLİYETÇİLİK: KAFİR VE MÜNAFIKLARIN MÜSLÜMANLAR ALEYHİNE KULLANIP DURDUKLARI BİR CAHİLİYYE NARASIDIR.


"EY İNSANLAR! GERÇEKTEN BİZ SIZI BİR ERKEK VE BÎR DİŞİDEN YARATTIK VE BİRBİRİNİZİ TANIMANIZ İÇİN SIZI HALKLAR VE KABİLELER HALİNE GETİRDİK.
şüphesiz ki: allah katinda sizin en ustun (kerîm)
OLANINIZ EN TAK VALİ OLANINIZDIR. MUHAKKAKTIR Kİ ALLAH, ALIMDIR (HER ŞEYİ BİLENDİR), HABIRDIR (HER ŞEYDEN HABERDAR OLANDIR)." (El-Hucurat: 13)

Allahu Teâlâ, yukarıdaki ayette insanlara insanları tek bir nefisten yaratıp bundan da Adem ve Havva'yı meydana getirdiğini ve onları birer halklar ve kabileler haline getirdiğini bildiriyor. Allahu Teâlâ, insanları birer halklar ve kabileler haline getirmekten maksadını da bu ayette bildiriyor. Bu maksat ise birbirlerini tanımaktır. Başka şey değildir. Bu maksadın; övünmek veya birbirlerini buğz etmek veya kendilerini bir birinden üstün görmek veya birbirlerinden bağımsız olmak veya ayrılmak veyahut ayrı ayrı varlıkları tesis etmek olduğunu söylemedi. Öyle hiç bir şey demedi. Bilakis bu maksadı sadece tanışmakla sınırlandırdı. Bir kişiyi tanımak için ona filanın oğlu filan dediğimiz gibi filan kişi filan aileden veya filan kabileden deriz. Böyle söylerken ancak onu tanımak için söyleriz. Onu horlamak veya ona karşı üstünlük göstermek için değil. İnsanlar birbirleriyle muamela yapabilmeleri için böyle tanışmak zorundadırlar. Bununla da
neseplerini ve akrabalarını tanırlar ki onlarla alaka ve sılat-ı rahm kursunlar. Nitekim Ebu Hureyre, Resulullah (S.A.V)'in şöyle dediğini rivayet etti :


‘Neseplerinizi tanıyın ki, sılyı rahmi yapabilesiniz Çünkü sılat-ı rahm, akrabalar arasında sevgiyi meydana getirir, malı artırır ve eseri devam ettirir.' (Tlrmizl)

Allahu Teâlâ, insanları halklar ve kabileler haline getirişinin maksadını belirttikten sonra şöyle buyurdu ;

‘Allah katında en üstün olanınız en takvalı olanınızdır.“ Yani insanlara bildiriyor ki; soyla ve neseple birbirlerinden üstün olunmaz, ancak takvayla birbirlerinden üstün olurlar. Resulullah (S.A.V), ünlü veda hutbesinde şöyle buyurdu :

‘Hepiniz Adem’densiniz, Adem ise topraktandır. Ne bir Arabın acemden (Arab olmayandan) ne de bir beyazın siyahtan takva dışında bir üstünlüğü yoktur.'

Başka Hadis-i Şerifte Resulul-lah'ın şu sözü geçiyor ;

‘Allahu Teala, Kıyamet Günü'nde soylarınız ve nesepleriniz (sülaleleriniz) hakkında sormayacaktır. Şüphesiz kİ Allah yanında en üstün olanınız, en takvalı olanınızdır.'
(Ibnl Cerir)

Bu nedenle, cahiliyye hamiyet ve izzetleriyle izzetlenmek hiç caiz değildir. Bundan, milliyetçi ve kabilevî taassub doğar ki, Islâm'da bu haram kılınmıştır. Bunun hakkında Hadis-i Şeriflerde sarih nehyler geçti. Resullah (S.A.V) şöyle buyurdu :

'Bir asabiyet (milliyet) İçin kızarak veya davet ederek veya ona yardım ederek insanı kör eden bir sancak altında kim savaşırsa ve öldürülürse onun ölümü cahiliyye ölümüdür.' (Müslim) Yine Müslim, Ebu Hureyre'den Resulullah (S.A.V)'in şöyle dediğini rivayet etti :

'Kim itaattan çıkıp cemaattan ayrılırsa ve ondan sonra ölürse cahiliyye ölümüyle ölür. İnsanı kör eden sancak altında bir milliyet İçin kızp savaşırsa ondan sonra öldürülürse benim ümmetimden değildir. Kim ümmetimden çıkp ta ümmetimin eman verdiğini tanımadan ve ümmetle ahdi olanın ahdine vefakarlık göstermeden, ümmetimin takvalısı ve facirini vurarak hareket ederse, benden değildir.' (Müslim)

Halbuki, övünmek ve izzetlenmek ancak Islâm'la olur. Allahu Teâlâ şöyle buyurdu :

'Allah’a davet edip salih amel işleyerek 'ben müslümanlardanım' diyenden daha güzel söz söyleyen yoktur.' (Fussilet : 33) ve şöyle buyurdu :

'İzzet (üstünlük) ancak Allah'ın. Resulü’nün ve mü'minlerindir.'
(Münafikun : 8)
İşte; bu, Allah'tan bir açıklamadır ki izzet (üstünlük) herhangi bir kabileye veya bir millete ait değildir. Ancak Allah'a, Resulü'ne ve müminlere aittir. Münafıkların; Resullah'ı ve muhacirleri (Mekke'den göç eden sahabeleri Medine'den çıkarmak için zorlamayı istemeleri üzerine bu ayet nazil oldu. Münafık olan Abdullah b. Ubey şöyle demişti : ‘Medine'de en aziz olan (kendisi) en zelili (Muhammed (S.A.V)'I kasdederek) çıkartacaktır.* Bunun üzerine Allahu Teâlâ şu ayeti indirdi :

'Diyorlar ki; and olsun ki eğer Medine'ye dönersek en izzetli olan o zelil olanı oradan mutlaka çıkartacaktır. Halbuki izzet ancak Allah'ın. Resulü'nün ve mü'minlerindir. Fakat münafıklar bilmezler.* (Münafikun : 8)

Bu olay Ben-i Mustalak Gazvesi'nde vukuu buldu. Abdullah b. Obey; müslümanları bölüp oradan kovmak, krallığını ve otoritesini tekrar kurmak için milliyetçi narayı çıkartmak istedi. Çünkü, ensarlar müslüman olup Resullah'a iktidar konusu için biat ettikten sonra ondan (Obeyden) krallığı ve otoriteyi çekmişlerdi. Münafıkların lideri aynı anda asabiyet, milliyetçilik ve kabilevî rabıtanın lideri olan Abdullah b. Obey, Uhud Gazvesi'nde müslümanları rezil etmek istedi. Bu gazvede kabilevî narayla bazı müslümanları kandırarak kendisiyle beraber ordunun üçte birisini savaştan
çekebildi. Bunu Ibni Ishak, Ibni Şihab'tan rivayet etmiştir. Keza cahiliyye döneminde kabilevî taassubdan dolayı aralarında sık sık savaş çıkan^Evs ve Hazrec kabilelerini Islâm birleştirip kardeş yaptıktan sonra bir Yahudi, kabilevî (milliyetçi) naralarla tahrik ederek onların arasını tekrar açmak estedi.

Buradan açık şekilde görülüyor ki; kabilevî ve milliyetçi taassub ve naralar, vatancılık, ülkecilik ve bölgecilik ve etnik mezhepçilik -Bir mezhebe taassub edip diğer mezhepleri red ederek ve hiçe sayarak onlarla savaşmak- bunların hepsi cahilî nara ve ananelerdir ki Islâm'da red edilir. Bunlara ancak münafık veya cahiller davet eder. Nitekim münafık Abdullah b. Obey, bir savaşta kardeşlerini rezil etsinler ve savaşı terk etsinler diye bir kısım müslümanları bununla aldatabildi. Yine, milliyetçi ve millî (vatancı) naralar sayesinde Ben-i Mustalak Gazvesinde bazı müslümanları aldatarak tahrik etti. Yine, tarih boyunca kâfirler ve münafıklar kaç defa bunu kışkırttılar. Çağdaş tarihe dönüp bakalım; münafıklar, Yahudiler ve Hristiyanlar çağdaş asabiyetleri nasıl tahrik ettiler.

Lübnanlı Hristiyan Botrus Bos-tanî, Osmanlıların son döneminde bir okul açtı ve ona millî (vatana) okul adı verdi. Müslüman-lara ve Hristiyanlara seslenip vatancılık esası üzerine birleşmeye ve yardımlaşmaya ve Osmanlı Devletin'nden ayrılmaya çağrıda bulundu. Ve 1870'de iki haftada bir çıkan "El-Cinan" dergisini yayınlattı. Ve üzerine Resullah'a yalanca nisbet edilmiş şu sözü (uydurma hadisi) yazdı ; “Vatan sevgisi imandandır.”


Mısır'da 1870‘de gazeteci ve şair olup Hristiyan Selim Nakkaş ve onunla beraber Yahudi olan Ebu Naddare, "Mısır Mısırlıların" diye bir davet çıkarttı. Yine müslümanlardan sayılıp da cahil veya münafık olan ürabî Paşa ve Fransa'da Fransız kültürünü gören ve Mısır da Fransız sömürgeciliğine bağlı Hidivî Said'in hükümetinin resmî teşvikiyle vatana şiir yazan Şeyh Rifa Tahtavî, o "Mısır Mısırlıların" sloganını yaymaya çalıştılar. Yine Türkiye'de gazeteci ve şair olan Şinazî 1851 'de buna benzer vatana fikirler çıkarttı. Islâm Devletine ve Islâm anlayışına vatan ve milliyet mefhumlarını kattı. Şiirlerinde Dini, devleti, vatanı ve milleti uğrunda fedakârlık göstermek istediğini belirtti. Keza Türkiye'de gazeteci ve şair Namık Kemal, Islâm Devletinin sürgüne gönderdiği kişilerle beraber “Hürriyet" gazetisini çıkarttı ve onda “Vatan sevgisi imandandır" başlığıyla ilk makale yazdı ve "Vatan ve Silistre" adı altında bir roman yazdı. Bu sürgüne gönderilen kişiler 1868'de Londra'da buluşmuşlardır. Yine Polonyalı Konnt Kostantin Borziski, Islâm'a girdiğini ilân edip kendisine Mustafa Celaleddin ismini verdi ve 1869 da İstanbul'da "Dünkü Türkler ve Bügünkü Türkler" adı altında Fransızca bir kitap yayınladı. Bu kurnaz adam, Türkler arasında milliyetçi naraları çıkartmak istedi. Şöyle ki; Türklerin Avrupa halkları gibi beyaz ırka mensup olduklarını vurgulayarak, Ârî-Turanî soyundan geldiklerini ve onların daha kıdemli ve yaratıcı bir halk olduklarını ispatlamaya ve buna berzer Türler arasında babalarla atalarla, Türk ırkıyla
övünmeyi tahrik etmeye çalıştı. Onun amacı, Türkler İslâmî bağı bıraksınlar ve milliyetçi bağa bağlansınlar idi. Polonya milliyetçiliğini Tür kalıbına sokarak aynen tercüme etti. Halbuki Türkler, cahiliyye tarihlerini unutmuşlar Araplarla, Kürtlerle ve diğer müslüman halklarla beraber Islâm potasında eriyip tek bir ümmeti oluşturmuşlardı. Çünkü bütün bu müslüman kavimler cahilî tarihlerini unutup ancak Islâm'la övünmeye başlamışlardı.

Yine Ziya Gölkalp, Türk milliyetçiliğini yücelten kitaplar çıkarttı. Halbuki bu yazarın aslının Kürt olduğu söyleniyor. Onun maksadı, Türklerde asabiyet (milliyetçilik) naralarını kışkırtmak idi. Böylece Türkler, milliyetçiliğe bağlanmaya ve bu cahiliyye fikri ile övünmeye başlayacaklar, onların arasında yaşayan kürtler de etkilenip milliyetçiliğe bağlanmaya başlayacaklardı. Halbuki; Kürtler, Islâm halkları arasında en fazla milliyetçiliği unutanlardandı. Onlar, Islâm potasında erimişlerdi. Onlar, Islâm sancağını taşıdılar ve ona hizmet ettiler. Hatta o zamanlar, Kürtler kendilerine Türk veya Arap denilmesinden etkilenmezlerdi. Zira böyle şey kendileri için önemli değildi.

Masonların ve Yahudierin tesis ettikleri Ittihad ve Terakki Cemiyeti de bu doğrultuda çalışıp, Türkçülük naraları çıkarttı. Kendisine mensup olan Arapları içinden çıkartıp attı ve onlara sövdü. Bundan maksatları da, Araplar etkilencekler ve tepki göstereceklerdi. Nitekim bilfiil öyle oldu. Etkilenen Araplar, İttihatçıların tesis ettikleri "Türk Gençliği Partisi'ne" veya "Jon
Türkler Cemiyetine" tepki olarak "Arap Gençliği Cemiyeti'ni" tesis ettiler.

Nitekim bu İttihatçılar 1908'de Halife II. Abdulhamid'i devirdiler. Onun yerine kardeşi olan Muhammed Reşad'ı tayin ettiler. Muhammed Reşad'ı güçsüz bir Halife haline getirdiler. Islâm Devleti'ni Türklerin, Türk milliyetçiliği ile idare edecekleri bir Türk Devleti haline getirmeye çalıştılar. Islâm Devleti'nin tebasından olan diğer müslüman halklarını Türkleştirmeye çalışmaya başladılar.

Jon Türklerin bir bildirisinde şöyle geçti : 'Genel olarak İlerleme önünde ve özel olarak Turan birliği gerçekleşmesi karşısında uzun zaman İçin bir seti oluşturan Islam ümmeti olarak adlandırdıktan bu korkulu ve hayalî bidat çözülme ve yok olma yoluna girdi.'

Islâm Devleti'ne karşı Arap devriminde Mekke Şerifi olan Hüseyin b. Ali'yi yürüten Ingiliz casusu olan Lavvrens şöyle dedi : 'Arap düşüncesine derin şekilde inanıyordum. Hicaz'a gelmeden önce bu düşüncenin Türkiye'yi, yani İslâm Devleti ni en kötü şekilde parçalayacağından emin idim.' Böylece, Ingilizler Hüseyin b. Ali'yi aldatıp Islâm Devleti'ne ve birliğine karşı tahrik ettiler. Onu kendisinin kralı olacağı bir Arap Devletiyle kandırdılar. Ingilizler, böylece aldattıktan ve kandırdıktan ve onunla hedeflerini gerçekleştirdikten sonra onu Kıbrıs'a sürgün ettiler. Ve o (Hüseyin b. Ali), orada ölünceye kadar kahredilmiş şekilde sürgünde olarak yaşadı. Hüseyin b. Ali ve benzeri kişiler, Osmanlı Devleti'nin Araplara zulm ettiğini iddia ederek ondan ayrılmak gerektiği propagandasını yapıyordu.


Belki, Osmanlı Devletinde bu olmuştu. Çünkü, İttihat ve Terakki Cemiyeti ve adamları (Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa gibi adamlar) Halife Abdül-hamid'i devirdikten sonra devlete hakim oldular. Müslümanlara zulmetmeye başlayıp milliyetçi naraları kışkırtmaya başladılar. Fakat böyle şey, İslâm Devleti'nden ayrılmaya bahane veya sebeb olamaz. Çünkü vacib olan, Islâm Devleti'ndeki yönetimi İslah etmek ve o milliyetçi İttihatçılardan kurtulmak için çalışma yapmaktı. Fakat Mekke Şerifi Hüseyin b. Ali, Ingilizlere sadık idi. 9-9-1915'de Mısır'daki Ingiltere resmî temsilcisi olan Henry Macmahon'a şunu yazmıştı : ‘Büyük Britanya'ya samimî olduğumuzu ve herhangi bir seklide ve hangi bir şartta bütün hususlarda onu (Britanya'yı) herkese tercih etmemizin zarurî olduğuna İnandığımızı sizin sayın hazretlerinize pekiştirmenin geneldi olduğunu görüyorum.' Buna rağmen Ingilizler, ona rüyasını gerçekleştirmediler. Tersine onu sürgüne göndermekle cezalandırdılar ve Arap memleketlerini de parçaladılar. Onun oğlu Prens Faysal b. Hüseyin bundan etkilenerek 21-9-1919 da Britanya Başbakanı Louid George'a gönderdiği mektupda şöyle buyurdu : "Bu son anlaşma Arapların haklarını tamamen çiğniyor ve özellikle iki saygılı hükümetten (Britanya ve Fransa hükümetlerinden) ve genel olarak medenî dünyadan beklediklerine ters düşüyor. Halbuki Araplar, müttefiklerin resmen localarından ve ünlü yazılarında açıkladıktan doktorine yardım ederek Hilafet'le savaştılar ve kutsal memleketleri savas İçin meydan yaptılar.'

İşte Amerika Başkanı George Bush da Kürtlere karşı bunu
yaptı. Amerika, Saddam'ın taviz göstermesi üzerine Birleşmiş Milletlerin kararını kabul etmesine boyun eğdirmek için Kürtleri Saddam'a karşı tahrik etti. İran vasıtasıyla da şiilerde etnik mezhepçiliği tahrik etti. Milliyetçi Kürt örgütlerinden birisinin bir lideri olan Celal Talabanî şöyle açıklamıştı : 'George Bush bizi aldattı. Saddama karsı bizim harekat etmemizi istedi ve bize yardım edeceğine söz verdi. Fakat bizi rezil etti (yardım etmedi).' Yine Kürdistan Millî Cephesi Başkanı, Amerikan sesi Radyosuna bir ropertajda aynı sözü söyledi.

Halbuki; Amerika'ya veya diğer sömürgeci devletlere hizmet ederek Irak'ı parçalamaya Saddam'ın zulmü, hiç bir kimse için bir bahane olmaması gerekir. Müslümanlar; Şiî olsunlar Kürt olsunlar, Arap olsunlar, Türk olsunlar ancak Allah'ın ipine sarılmalılar. Allah için kardeş olup Saddam'ın ve Baas Partisi'nin rejimini devirip yerine Islâm Hilâfet Devleti'ni kurmak yoluyla Allah'ın hükmünü ikâme etmek için çalışmalılar. Herkes için bundan başka çözüm yoktur. Öyle olmazsa, Osmanlı Devleti döneminde sömürgecilerin kandırmasıyla nasıl kendi kendimizi parçalamışsak yine daha fazla kendi kendimizi parçalamış olacağız.

Şu çok iyi hatırlanmalıdır ki ; Kürdistan için ilk özerklik isteyenler Ingilizler, Fransızlar ve Italyanlardır. Yani sömürgeci kâfirlerdir. Onlar bu özerklik fikrini Sevr Andlaşması'nda resmen ortaya attılar ve Sevr Andlaşması'nda aynı lafızla geçtiği gibi onu, Kürtler bağımsızlığı istemeye başlayarak bağımsızlığa ehil olasıya kadar
bağımsız Kürt Devleti'nin kurulması için ilk adım kabul ettiler. Sevr Andlaşması, Osmanlı Devleti Birinci Cihad Savaşı'nda yenildikten sonra^yapıldı. Fakat, sömürgeciler bu andlaşmayı yürürlüğe koymak istemediler. Bu andlaşmayı içerisindeki bentler ve bunlardan da Kürtlerle ilgili bendi Hilâfet'i düşürebilmek için Halifeye karşı Mustafa Kemal lehine bir koz olarak kullanmak istediler. Sömürgeciler hâlâ bu bendi hedeflerini gerçekleştirmek için kullanıyorlar. Ve bunu, Kürtleri istedikleri zaman ve istedikleri kişiye karşı tehrik ederek yapıyorlar.

Baas Partisi'nin kurucusu Hristiyan Mişel Aflak, Kürtler meselesine İslâmî çözümden başka çözüm bulunmadığını kabul ediyor. 1976'da Baas Partisi'nin kurulmasının Otuzuncu Yılı Kutlamasında verdiği hitapta şöyle dedi : 'Biz bir meseleye deyiniyoruz, bu İse Kürt meselesidir. Bunu İdeolojik bir esas üzerine ve sanki Raşidî Halifelik döneminde yaşıyoruz diye çözmezsek bu mesele tekrar ortaya çıkacaktır.' İşte, bu adam idrak ediyor ki çözüm ancak İslâm ideoloji esası üzerine ve Raşidî Halifelik yönetimi gölgesinde gerçekleşecektir. Fakat, Islâm'a inanmıyor. Ancak iddia ettiği gibi Islâm'a, üstün dahî Muhammed'in icad ettiği bir Arap felsefesi olarak inanıyor. Baas Partisi'nin anayasasının dokuzuncu maddesinde şunu yazdı : 'Arap ümmetini kurtarmak için 1916 senesinde patlayan Arap devriminin sancağı (Mekke Şerifi Hüseyin b. Ali'nin sancağı) Arap Devleti'nin sancağıdır.’

Yeryüzündeki bütün müslümanlar Irak'ın müslümanları ve ordusu yanında durdu. Fakat,
Saddam'ı severek veya milliyetçi laik Baas Partisini veya laik rejimi severek böyle davranmadılar. Amerika'ya ve müttefiklerine karşı çıkmak istedikleri gibi müslüman memleketlerini bu sömürgecilerden korumak da istediler. Fakat, müslümanların asıl hedefi; yeryüzünde Allah'ın hükmünü ve Islâm Hilâfetini tesis etmek ve Islâm vahdetini sağlamaktır. Nitekim, Saddam hâlâ Baascılığı üzerine devam etmektedir. Zira Saddam, Birleşmiş Milletlerin ve Amerika'nın zelil kararını kabul ettikten sonra 7-4-1991 tarihinde verdiği hitapta şöyle dedi : ‘Büyük sebatlık, Baas'ın mücadelesini belirleyen üstün ideolojik sıfatının sayesinde mümkün idi." Fedakârlık ne kadar olursa olsun Baas Partisinin ilkelerine bağlanmaya ısrarla davet etti. ‘Arap milleti, ancak vahdet, hürriyet, millî servetinin adaletçe dağıtılması, Arap milliyetçiliği, demokratik uygulamanın derinleştirilmesi ve insan haklarına saygı gösterme gölgesinde değerli hayatı yaşabilir.’ diye açıkladı, işte Saddam budur; dün nasıl idi ise bugün de öyledir. O, ancak Allah'ı ve mü'minleri aldatmak maksadıyla İslâmî kılıfı giydi. Ancak kendisinden ve partisinden başka kimseyi aldatamaz. Fakat kendisi bunu hissetmez. .

"Allah'ı ve mü'minleri aldatmaya çalışırlar. Halbuki yalnız kendilerini aldatırlar da farkında olmazlar. Onların kalblerinde hastalık var. Allah, onların hastalıklarını artırmıştır. Yalan söylemelerinden dolayı onlara acı azab var. Onlara, yeryüzünde fesad ve bozgunculuk yapmayın denilirse; biz sadece İslah ediciyiz derler. İyi bilin ki onlar bozguncu ve fesatçıların ta kendileridir. Fakat onlar hissetmezler (farkında değildirler)."
(Bakara : 9-12)

Baas Partisi ve adamları. Irakta ve Suriye'de yeryüzünde bozgunculuk ve fesat yaparlar. Fakat kendileri İslahatçı olduklarını iddia ediyorlar. Baas Partisi'nin fasit ve bozguncu milliyetçi ilkeleriyle insanları İslah etmek istiyorlar! Bu ilkelerle yeryüzünü fesada boğduklarını hissetmiyorlar...

Buna rağmen herhangi bir kimsenin Irak’ı parçalamak için bahanesi yoktur. Parçalamak değil, bilâkis İslâmî vahdetini gerçekleştirmek, kâfir Baas rejimi yerine Allah'ın hükmünü ikâme etmek için çalışmak gerekir. Amerika veya Ingiltere veya diğer kâfir ve sömürgeci devletler, Saddam'ın rejimini ve Baas Partisinin zulmü bahanesiyle bir müslümanı aldatmasın. Daha önce milliyetçi Türklerin ve onların milliyetçi cemiyeti olan İttihat ve Terakkî Cemiyeti'nin zulmü bahanesiyle, Arapları ve Türkleri aldatarak Islâm Devleti'ni nasıl parçalamışlarsa şu anda buna benzer bahanelerle Irak müslümanlarından Şiîleri veya Kürtleri ve Türkleri aldatmaya çalışıp içinde yaşadıkları bu müslüman memleketlerini
farkında olmadan kâfir sömürgecilere hizmet ettirerek parçalamak istiyorlar.

Aslında Arapların, Kürtlerin, Türklerin, Farislerin ve diğer müslümanların meselesi Islâm meselesidir. Yani onu hakim kılmak ve onu cihad ile dünyaya yaymaktır.

Biz müslüman olarak; Arap olsun, Türk olsun, Kürt olsun, Fars (Iran) olsun ve diğer müslümanlardan olsun hepimiz diğer insanlar dışında tek bir ümmetiz Islâm ümmetiyiz. Resulullah (S.A.V) Medine belgesinde şöyle yazdırdı ; 'Bismillahi Rahmani Rahim. Bu Kureyşlen ve Yesrip (Medine'den olan müminler ve müslümanlar ve onlara yetişip onlarla beraber cihad edenlere Peygamber Muhammed (S.A.V)'den bir yazıdır. Bunların hepsi diğer insanlar dışında tek bir Ümmettir. Takvalı müminler, kendilerinden kim zulum yaparsa veya tecavüz ederse hepsi onun aleyhine tek olurlar. Bu kişi kendilerinden birisinin oğlu olsa dahi. Müminler diğer İnsanlar dışında birbirlerine yardıma ve dostturlar. Müminlerin barışı da birdir. Allah'ın uğrundaki savaştan da birdir. Bir mümin diğer mümini bırakarak barış yapmaz.' Resullah (S.A.V) şöyle buyurdu :

‘Müslümanlar birbirlerine kardeştirler, birisi diğeri üzerine ancak takvayla üstün olur.' (Taberanl)

Ve en sadık olan Allahu Teâlâ şöyle buyurdu :

"Mü'minler ancak birbirlerine kardeştir."
(Hücurat ; 10)

Bundan dolayı bu kardeşliğe davet etmeliyiz. Milliyetçi, vatana, bölgeci ve etnik mezhepçi naraları ve taassupları kınayıp red etmeliyiz. Hepimiz tek bir el olalım ve tek bir vücud olalım. Irak'taki, Türkiye'deki, Cezayir'deki, Mısırda'ki ve diğer Islâm memleketlerindeki kâfir rejimlerin tümünü düşürmek için hepimiz beraber çalışmalıyız ve bunların yerine Allah'ın hükmünü tesis etmeye çalışalım. Yine Arap olsun, Kürt olsun, Türk olsun; Filistin'deki, Lübnan'daki,
Afganistan'daki ve dünyanın tümündeki diğer müslüman kardeşlerimize yardım etmemiz gerekli olduğu gibi, Iraktaki zarar gören tüm müslümanlara yardım etmeliyiz. Resullah (S.A.V)'in şu dediği gibi olalım :


‘Müslüman müslümanın kardeşidir ki ona zulm atmaz, nazil atmaz (yardımsız bırakmaz) ve horlamaz.'

Hiç bir müslümanı horlamamalıyız, ister Kürtlerden olsun ister diğerlerinden olsun. Hiç bir müslümana zulm etmemeliyiz. Islâm Devleti'nde fırsat ve imkân vermede bütün müslümanlar arasında eşitlik yapmalıyız. Kürt olsun Arap olsun veya diğer müslümanlardan olsun Hilâfete ehil olduktan sonra Halife olmasına herhangi bir engel yoktur. Yine hiç bir müsiümana, yardım etmekten vazgeçmemeliyiz. Hiç bir müslümanı yardımsız bırakmamalıyız. Alemlerin Rabbi olan Allahu Teâlâ'nın şu sözüne kulak verelim :

"İyilik ve takvada bir-birinizle yardımlaşın. günah işlemek ve tecavüz etmek üzerinde yardımlaşmayın. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çok şiddetlidir.* (Maide : 2) .

<>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>







1 yorum:

  1. ‘Müslümanlar birbirlerine kardeştirler, birisi diğeri üzerine ancak takvayla üstün olur.' (Taberanl)

    Ve en sadık olan Allahu Teâlâ şöyle buyurdu :

    "Mü'minler ancak birbirlerine kardeştir."
    (Hücurat ; 10)

    Bundan dolayı bu kardeşliğe davet etmeliyiz. Milliyetçi, vatana, bölgeci ve etnik mezhepçi naraları ve taassupları kınayıp red etmeliyiz. Hepimiz tek bir el olalım ve tek bir vücud olalım. Irak'taki, Türkiye'deki, Cezayir'deki, Mısırda'ki ve diğer Islâm memleketlerindeki kâfir rejimlerin tümünü düşürmek için hepimiz beraber çalışmalıyız ve bunların yerine Allah'ın hükmünü tesis etmeye çalışalım. Yine Arap olsun, Kürt olsun, Türk olsun; Filistin'deki, Lübnan'daki,
    Afganistan'daki ve dünyanın tümündeki diğer müslüman kardeşlerimize yardım etmemiz gerekli olduğu gibi, Iraktaki zarar gören tüm müslümanlara yardım etmeliyiz. Resullah (S.A.V)'in şu dediği gibi olalım :


    ‘Müslüman müslümanın kardeşidir ki ona zulm atmaz, nazil atmaz (yardımsız bırakmaz) ve horlamaz.'

    Hiç bir müslümanı horlamamalıyız, ister Kürtlerden olsun ister diğerlerinden olsun. Hiç bir müslümana zulm etmemeliyiz. Islâm Devleti'nde fırsat ve imkân vermede bütün müslümanlar arasında eşitlik yapmalıyız. Kürt olsun Arap olsun veya diğer müslümanlardan olsun Hilâfete ehil olduktan sonra Halife olmasına herhangi bir engel yoktur. Yine hiç bir müsiümana, yardım etmekten vazgeçmemeliyiz. Hiç bir müslümanı yardımsız bırakmamalıyız. Alemlerin Rabbi olan Allahu Teâlâ'nın şu sözüne kulak verelim :

    "İyilik ve takvada bir-birinizle yardımlaşın. günah işlemek ve tecavüz etmek üzerinde yardımlaşmayın. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çok şiddetlidir.* (Maide : 2) .

    YanıtlaSil