29 Nisan 2015 Çarşamba

AKİDE'DE METOD

İslâm ümmeti arasında vahiy kaynaklı olmayan bir takım hurafe ve bidatların yaygın akide haline geldiği bir dönemde yaşıyoruz. Hiç şüphesiz ki bu hurafe ve bidatlar bazı eklemelerle ve çıkartmalarla geçmişten günümüze miras olarak kalan konulardır. İslâm ümmetinin temeli, müslümanların sahip olmuş olduğu tevhid akidesine ve bu akideden kaynaklanan, hayat nizamını anlamada felsefe, mantık, tasavvuf gibi yabancı akide ve metodların girdiği andan itibaren çatlamaya başlamış ve nihayet Osmanlı Devleti ile yıkılmıştır. 

Bu Allah'ın;  
"Bir toplum, kendi bünyesindekini değiştirmediği müddetçe Allah o toplumun (kavmin) halini değiştirmez."
(Ra'd : 11) 

ayetin doğal sonucu olmuştur. Bu ayete göre Allah (c.c) fert ve toplumlar hakkındaki hükmünü kendi tercihlerine göre vermektedir. Dünyayı tekrar Allah'ın hükümlerine göre yönetmek ve yönlendirmek tekrar Islâm akidesine ve bu akideden kaynaklanan hayat nizamına dönmekle mümkün olacaktır. Zillete düşme, sömürülme, ahirette azaba çarptırılma ise yine o akideden uzaklaşmakla gerçekleşecektir.

Resul (S.A.S) risaletle görevlendirildiğinde hiç bir silahı ve yardımcısı yoktu. Buna rağmen bütün dünyaya meydan okuyordu. Yaşamış olduğu cahiliyye şirk toplumuna ait, atalardan kalma bütün şirk ve hurafe inançlarına savaş açmıştı. O, bu uğurda her türlü fikrî ve fiilî işkencelere maruz kalmıştı. Davetin yayılması ile birlikte Resul (S.A.S)'in davetine icabet eden müslümanlarda aynı şekilde önderleri olan Nebî (S.A.S)'in karşılaştığı zulüm ve baskılara maruz kalıyorlardı. Fakat bütün baskılar onları imanlarından vazgeçiremediği gibi davalarına daha fazla sarılmalarına neden oluyordu.

Peki neydi onların bunca fikrî ve fiilî baskılara, işkencelere dayanmasını sağlayan kuvvet? Neydi Allah (c.c)'ın 13 sene ağırlıklı olarak akide üzerinde durup şirki reddetmesindeki hikmeti? Tabiiki bu ve buna benzer soruların tek cevabı akide olacaktır. Tekrar İslâmi bir devleti kurma, herşeyden önce onların sahip olduğu akideyi ve bu akideden kaynaklanan hayat nizamını onlar gibi sağlam şekilde anlayıp yaşanır hale getirmekle mümkün olacaktır.

Madem ki bu akide bu kadar önemlidir, dünyada ve ahirette izzet ve şerefin, huzur ve kurtuluşun tek kaynağıdır, öyleyse bu konunun çok açık ve çok net şekilde hiç bir yabancı kültür ve felsefenin, yönteminin tesiri altında kalmadan anlaşılması gerekir. Allah (c.c) Kur anı Kerim'de bir çok konuyla ilgili metod gösterdiği gibi akideyi anlama hususunda da yöntem göstermiştir. Bu ise Kur an ile Resulden bize tevatür yolu ile gelen hadislerdir. Şu bir gerçektir ki; Allah'a ve O'nun bildirdiği herşeye inandım diyen bir müslümanın akidesini vahy oluşturduğu gibi, akidesini anlamadaki yöntemi de vahyin oluşturması gerekir

Bu iki mesele yani akide ve metod birbirinden ayrılmayan, ayrıldığı zaman canlılığını kaybeden vazgeçilmez iki önemli unsurdur. Nitekim müslümanların çoğunun belirle bir dönemden sonra hayatta canlılığını kaybetmesine sebeb, inancını anlamasındaki yönteme (metoda) vahiy kaynaklı olmayan yabancı felsefî metodların karışması değil midir? İşte biz bu yazımızda meselenin ehemmiyetine binaen akidedeki metodu izah etmeye çalışacağız.

AKİDEDE AKLIN ÖNEMİ

Akide; "düğümlenip kalma, bilerek inanma, aklen ve kalben tasdik etmek anlamına" gelir. İman ile akide aynı manaları ifade eder.

İnsanı diğer canlılardan ayıran en büyük özellik hiç şüphesiz sahip olduğu akıldır. İnsan aklını doğru şekilde kullanıp, hayatı ve kainatı (ayetleri) doğru şekilde anladığı müddetçe gerçek insan olma vasfını kazanacaktır. Aklını kainattaki gerçeklerin (ayetlerin) ve vahyin ışığında kullanmadığı müddetçe hayvanlardan daha aşağı bir konuma düşecektir.

İnsan, aklî muhakemesi sonucu hayatın ve kainatın kendi başına var olamıyacağını var olan bu muhteşem eserin, bir yarıtıcısının olması sonucuna varacaktır. Çünkü sonradan var olan sınırlı, her şey kendisinden önce sınırsız bir yaratıcıya muhtaçtır. Bu evren ile birlikte içindeki her şey yaratılmış ve sınırlıdır.

Aklî metod yaratıcının varlığını ve birliğini göstermektedir. Yine insan aklî muhakemesi sonucu Peygamberlik iddiasında bulunanların gerçekten Peygamber olup olmadığını insanlara sundukları mesajın vahiy kaynaklı olup olmadığını anlayacaktır.

Bütün bunlardan yani duyu organları ile görülüp hissedilen konularda Allah'a iman, Resul'e iman, Kitap'a iman gibi hususlarda aklını hakem kılacaktır. Aklî metodu takip edecektir.

Allah insanları devamlı hayatı ve kainatı içinde olup bitenleri düşünmeye davet etmektedir. Ve böylece akla dayalı bir Allah inancını isterken atalardan kalma, taklidi, hissî ve vicdanî imana çatmaktadır. Sık sık düşünmüyor musunuz? akletmiyor musunuz? düşünenler için ibretler vardır, gibi sözleri tekrarlamaktadır. Gaybî konularda kitabı olan Kur'an'a bakılmasını isterken, müşahade alanına giren hususlarda da kainat kitabına bakılmasını istemektedir. Allah'ın bize gösterdiği akidedeki yöntem aklın ve kalbin tasdik edip, mütmain olduğu yöntemdir. Aklı kalbe hapsetmek suretiyle devre dışı bırakan taklidi bir yönteme karşı olduğu kadar, aklın hakem kılındığı (gaybi konularda dahil) rasyonalist akılcılığa da karşıdır. İslâm, ne akılsızların dini, ne de akılcıların dinidir. Bundan ziyade aklını akıllıca kullanan akıllıların dinidir.

Rabbımız, doğru şekilde bir Allah inancını doğru şekilde hayatı ve kainatı bunların öncesini ve sonrasını düşünmenin yolu olan, aklî metoda bağlamıştır. Bundan dolayı müslüman hayatında atalarından almak taklidi imana yer yoktur. O; akıldan neşet etmeyen Allah inancı, Kitap inancı ve Resul inancını her zor şartlar altında sönmeye mahkum olduğunu bilir. Hayatta canlı olmayı, hayatı ve eşyayı düşünmeye bağlar. Rabbımız bir çok ayette insanın dikkatini eşya üzerine çekmektedir. Daha indirdiği ilk ayetlerde insanın dikkatini kendi yaratılışının başlangıcı olan biyolojik yapısına çekmektedir. 

Rabbımız şöyle der : 

"O, insanı bir kan pıhtısında yarattı." (Alak: 2)

"Gökleri ve yeri hak ile yaratmıştır. Size suret verip, suretinizi güzel şekilde yapmıştır. Dönüş O'nadır." (Tegabun : 3)

Yine Rabbımız Kitabında insanın dikkatini bazan aya, güneşe, bazen gökten indirdiği yağmura, dağlara, denizlere, bazen de şirk koşanların taptıkları putların aslında hiç bir şeye gücü yetmediğini asıl güç ve kudretin Kendisinde olduğunu anlatır. 

 "Şüphesiz yerin ve göğün yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri arkasına gelişinde akıl sahipleri için deliller vardır."
(Ali İmran : 190)

"İnsan neden yaratıldığına bir baksın." (Tank : 5)


"Devlerin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yerin nasıl serildiğine bakmıyorlar mı?" (Gaşiye : 17-20)

 "De ki; Allah'ı bırakıp da size ne bir fayda
ne de zarar veremeyecek birine mi ibadet ediyorsunuz?" (Maide : 76)

Burada zikretmediğimiz diğer bir çok ayette Rabbımız aklımızı kullanmayı emretmiştir. Ve netice olarak insanın hissettiği ya da duyu organları ile algıladığı akidevî konularda Allah (c.cl'a. Kitab'a, Resul'e iman konusunda aklımızı kullanmayı emretmiştir, Müşahade alanı dışında kalan aklın idrak etmeyip duyu organlarının hissedip göremediği konularda, cenneti, cehennemi, melek, cin v.b. konularda nakli olmasını istemiştir. Gaybi bilen sadece Allah olduğundan sadece onun bildirdiği kadarı ile biliriz. Bunun dışında zanna dayalı herhangi bir fikir yürütemeyiz.

AKİDEDE DELİLİN KESİN OLMASI

Akide, ister duyu organları ile hissedilip idrak edilen hususlarda olsun, isterse aklın üstünde duyu organları ile algılanması imkansız olan gaybî konularda olsun mutlaka kesin delile dayanmalıdır. Çünkü akidede zan, ihtimal ve şüpheye yer yoktur. Bu manada akidenin tarifi şöyledir: "Vakıaya uygun kesin delile dayalı kesin tasdiktir." Bir şeyin iman konusu olabilmesi için delilin ve tasdikin kesin olması gerekir. Delil kesin olmazsa tasdikte kesin olmaz. Akideyi ancak subuti (haberin gelişi) ve delâleti (verdiği manada) katı naslar oluşturur. Bu ise ya Kur'an'da tek mana veren muhkem bir ayet -cennet, melek, cin, namazı kılın ayetleri gibi- ya da Resul (S.A.S)'-den tevatür yolu ile bize aktarılan Sünnettir -namazın rekatları gibi-..

Bu naslarda ise içtihada, tartışmaya ve tevile yer yoktur. Müslümanım diyen herkesin inanıp, teslim olması gereklidir. Tarihte müslümanların itikadı mezhepler adı altındaki ihtilafları incelendiğinde ayrılıklarına sebeb olan konuların çoğunun Allah'ın hakkında kesin bilgi indirmediği konular olduğu görülür.

Yine incelendiğinde onların akidevî konuları değerlendirilmesindeki metodlarına felsefî ve tasavvufî İslâm kaynaklı olmayan metodları kullandıkları görülür. Kur'an'a göre onların müteşabih ayetler hakkında hiç bir tartışmaya ve yoruma gitmeden o ayetlere teslim olmaları gerekirken, yersiz, Kur'an dışı tartışmaların sonucu gaybî konularda karanlığa taş atarcasına delilsiz hükme varmışlardır.

Oraya atmış oldukları Kur'an dışı Allah'ın hakkında hüccet indirmediği tartışma konularını desteklemek için bazen ayetlere tekilci olarak yaklaşmışlar, bazen de tevil ve yorumlara gitmişilerdir. Hatta bazıları akide alanına girmeyen zannî görüşlerini kesin itikad haline getirmişler, kabul etmeyenleri de tekfir etmişlerdir.

Bilindiği gibi Kur'an ayetleri iki kısma ayrılır. Bunlar; muhkem (tek mana veren), diğeri ise müteşabih (birden fazla anlama gelen) ayetlerdir.

Resul (S.A.S)'in hakkında hayır konuştuğu ve övdüğü sahabe, tabiin, tebeuttabin, muhkem ayetlere inanıp teslim olurken, müteşabih ayetler hakkında herhangi bir yoruma ve tartışmaya girmezlerdi. 

Onlar Allah’ın; "Arşı istiva etmesi." (Ra'd : 2)  "Allah'ın eli onların elinin üstündedir."(Fetih: 10) v.b. ayetleri olduğu gibi kabul edip inanır. Kur'an'ın tabiri ile;
 "Biz ona inandık, hepsi Rabbimizin katindadır derler" (Ali İmran : 7)

Fakat daha sonra gelenler, Allah'ın teslim olunmasını isteyip herhangi bir yorum ve tevilden nehyettiği yukarıdaki gibi müteşabih ayetler hakkında tevil ve yorumlarda bulundular. Kendi zanlarını akide haline getirdiler. Böylece gereksiz grublaşmalara sebeb oldular. Oysa ki Allah, akidede kesin delil istemekle birlikte zanna uymayı nehyetmiştir. Kuran ı inceleyen kimse zan ve kesin delilin geçtiği ayetlerin inanç konuları hakkında olduğunu görür. Allah (c.c) akide ile ilgili hususlarda burhan ve sultan kelimelerini kullanmıştır. Bu kelimelerin geçtiği her ayet akide ile ilgili olmakla birlikte o konuda kesin delil istemektedir. 

Rabbımız şöyle der :

"Yoksa onlar O'ndan başka ilahlar mı edindiler. De ki; burhanınızı (kesin delilinizi) getirin." (Enbiya : 24)


"Burhansız (kesin delil olmaksızın) kim Allah'la beraber bir ilah edinirse, Rabbı katında hesabını bulsun." (Mü'minun : 117)

Biz Musa'yı ayetlerimizle ve apaçık bir sultan ile gönderdik." (Hud : 96)

"Allah'ın ayetleri üzerinde kendi katlarında bir sultan (kesin delil) gelmeksizin cedelleşenler, göğüslerinde ulaşamıyacakları kibirlik vardır." (Gafir : 56)

 "Cennete Hristiyan ve Yahudilerden başkası giremez dediler. Bu, onların kuruntularıdır. De ki; Eğer doğru iseniz burhanınızı getiriniz." (Bakara : 111) 

Burada yazdığımız ayetlerin dışında daha bir çok ayette Rabbımız akide hususunda kesin delil istemektedir. Yukarıda izah ettiğimiz gibi burhan ve sultan (kesin delil) kelimelerinin geçtiği ayetler akide ile ilgilidir. Allah (c.c) akidede kesin delil isterken, delile dayalı olmayan zannî akidelere şu ayetlerle çatmaktadır :

 "Ahirete inanmayanlar. meleklere dişi ismini verirler. Halbuki onların herhangi bir ilmi yoktur. Onlar zandan başka bir şeye uymazlar. Halbuki zan haktan bir şey değildir."(Necm : 27-28)

 "Yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan, Allah yolundan seni saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar." (En'am: 116)

 "De ki; Bize göstereceğiniz bir ilim var mı? Siz zandan başkasına uymuyorsunuz. Halbuki siz yalan söylüyorsunuz."
(En'am: 148)

"Onun hakkında ihtilafa düşenler şüphe içindedirler. Onlarla ilgili bir ilim yoktur. Onlar ancak zanna bağlanırlar."(Nisa: 157)

Yukarıdaki ayetlerden anlaşıldığı gibi Allah'ın akidede nehyettiği ayetler zanna dayalı, ilimsiz, itikatlardır. Ve zannın geçtiği ayetler akide ile ilgilidir.

Resulden gelene mutevatir hadislerin dışındaki ahad haberlere gelince; onların Resul (S.A.S)'den geldiği kesin olmadığından dolayı inanç haline dönüştürülmez. Fakat haberi ahad amelde delil olmakla birlikte akidede yakın bilgi ifade etmez. Haberi ahad, zannî haberdir. Yukarıdaki nasların ışığında görüldüğü gibi akidede zanna ve şüpheye yer yoktur. Bir insan "%99 ahirete inanıyorum, bir ihtimal da inanmıyorum" derse, onun akidesi sahih değildir. Allah'a ve onun bildirdiklerine inandığını söyleyen her müslüman, akidesini Kuran ve Sünnet'ten delâleti ve subuti katı naslara dayandırmalıdır. Kur'an'da geçen akide ile ilgili müteşabih ayetlere inanmalı, herhangi bir yoruma gitmeden hakiki anlamını Allah'a bırakmalıdır.

Yine müslüman İslâm ümmeti arasında vahiy kaynaklı olmayan vahdeti vucud, hulûl v.b. tasavvufa ait hurafelere karşı mücadele vermeli, onlara hayatında yer vermemelidir. Şu unutulmamalıdır ki, müslümanın akidesini vahiy oluşturduğu gibi akidesindeki metodu da vahiy oluşturur. Çünkü metod, akidenin cinsindendir. Şu da bir gerçektir ki; Resul'ün Kur'an'ı uygulamasının metodu olan Sünneti de vahiyden bir parçadır. Çünkü o (S.A.S)'in Allah adına konuştuğu her şey vahiyden bir parçadır. Çünkü o (S.A.S) ın Allah adına konuştuğu her şey vahiy kaynaklıdır. "O heva ve hevesinden konuşmaz, ancak vahiydir." (Necm: 35) 








3 yorum:

  1. İnsanı diğer canlılardan ayıran en büyük özellik hiç şüphesiz sahip olduğu akıldır. İnsan aklını doğru şekilde kullanıp, hayatı ve kainatı (ayetleri) doğru şekilde anladığı müddetçe gerçek insan olma vasfını kazanacaktır. Aklını kainattaki gerçeklerin (ayetlerin) ve vahyin ışığında kullanmadığı müddetçe hayvanlardan daha aşağı bir konuma düşecektir.

    İnsan, aklî muhakemesi sonucu hayatın ve kainatın kendi başına var olamıyacağını var olan bu muhteşem eserin, bir yarıtıcısının olması sonucuna varacaktır. Çünkü sonradan var olan sınırlı, her şey kendisinden önce sınırsız bir yaratıcıya muhtaçtır. Bu evren ile birlikte içindeki her şey yaratılmış ve sınırlıdır.

    Aklî metod yaratıcının varlığını ve birliğini göstermektedir. Yine insan aklî muhakemesi sonucu Peygamberlik iddiasında bulunanların gerçekten Peygamber olup olmadığını insanlara sundukları mesajın vahiy kaynaklı olup olmadığını anlayacaktır.

    Bütün bunlardan yani duyu organları ile görülüp hissedilen konularda Allah'a iman, Resul'e iman, Kitap'a iman gibi hususlarda aklını hakem kılacaktır. Aklî metodu takip edecektir.

    YanıtlaSil
  2. Madem ki bu akide bu kadar önemlidir, dünyada ve ahirette izzet ve şerefin, huzur ve kurtuluşun tek kaynağıdır, öyleyse bu konunun çok açık ve çok net şekilde hiç bir yabancı kültür ve felsefenin, yönteminin tesiri altında kalmadan anlaşılması gerekir. Allah (c.c) Kur anı Kerim'de bir çok konuyla ilgili metod gösterdiği gibi akideyi anlama hususunda da yöntem göstermiştir. Bu ise Kur an ile Resulden bize tevatür yolu ile gelen hadislerdir. Şu bir gerçektir ki; Allah'a ve O'nun bildirdiği herşeye inandım diyen bir müslümanın akidesini vahy oluşturduğu gibi, akidesini anlamadaki yöntemi de vahyin oluşturması gerekir

    Bu iki mesele yani akide ve metod birbirinden ayrılmayan, ayrıldığı zaman canlılığını kaybeden vazgeçilmez iki önemli unsurdur. Nitekim müslümanların çoğunun belirle bir dönemden sonra hayatta canlılığını kaybetmesine sebeb, inancını anlamasındaki yönteme (metoda) vahiy kaynaklı olmayan yabancı felsefî metodların karışması değil midir? İşte biz bu yazımızda meselenin ehemmiyetine binaen akidedeki metodu izah etmeye çalışacağız.

    YanıtlaSil
  3. İslam: Bir Din ve İdeolojidir
    İdeoloji,İçinden nizamların fışkırdığı akli akidedir.
    http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/islam-bir-din-ve-ideolojidir.html
    http://www.hilafet.com/html/bynlr/2010/0207.html
    http://www.agemder.org/2035/Dindarlar-icin-%E2%80%9Cdevletin-dogrulari%E2%80%9D-once-geliyor
    ***
    Allah Subhenehû veTeala’nın varlığını idrak eden akıldır ve iman da akıl yoluyla olur. Onun için İslâm, iman konusunda aklı kullanmayı farz kıldı ve onu Allah Sübhanehu ve Teâla’nın varlığına imanda hakem kıldı. Bu nedenle AllahSubhenehû ve Teala’nın varlığına delil, akli delildir.
    http://islamdevleti.info/kitaplar/Islam_Sahsiyeti_Cilt_1/05.htm
    ***
    İdeolojinin manası, hayat nizamının fışkırdığı akli akidedir. Bu tarife intibak eden üç fikir vardır. Bunlar İslâm , Kapitalizm ve Komünizmdir. Çünkü bunlardan her fikrin aklî akidesi ve ondan fışkıran hayat nizamı vardır.
    http://namenstr8.blogspot.nl/2015/05/ideolojilerin-catismalari-bitti-mi.html
    ***
    AKİDEDE AKLIN ÖNEMİ***METOD.
    Akide; "düğümlenip kalma, bilerek inanma, aklen ve kalben tasdik etmek anlamına" gelir. İman ile akide aynı manaları ifade eder.
    http://namenstr8.blogspot.nl/2015/04/akidede-metod.html

    YanıtlaSil