23 Nisan 2015 Perşembe

DİNLER ARASI DİALOĞU YAPMAK,YANLIŞ VE TEHLİKELİ BİR İŞTİR.

Altmışlı yıllarda ortaya atılan dinler arası diyalogu yapma düşüncesi, semavi dinler arasındaki farkları kaldırıp birbirlerine yaklaştırmaya yöneliktir. Bu düşünce çok yabancı, tehlikeli ve sinsidir. Bunun gereğince müslümanlar, dinlerinden ve dinlerinin bir çok hususlarından vazgeçecekler. Ayrıca cihattan ve İslâm davetini yüklenme işinden vazgeçecekler.

Bu düşüncedeki zahirî maksat. Sovyetler Birliği’ne ve komünizme karşı güçleri bir arada birleştirmek idi. Fakat asıl maksatları, İslâm’ı vurmak, Allah’ın istediği ve eskiden olduğu gibi İslâm’ın dünyada tek etkili ve sahih ideoloji olarak hayata tekrar dönmesini engellemektir. Yapılan plan şöyledir: Önce onu tek sahih din olma makamından düşürmektir. Çünkü İslâm, Rasulullah (SAV) yoluyla geldiği günden itibaren yeryüzüne ve üzerinde yaşayanlara varis oluncaya kadar tek sahih ideoloji olarak kalacaktır. Ve Allah, insanlar için başka bir din kabul etmeyecektir. Diğer dinlerin tümü batıl ve küfürdür. İnsanların, bu diğer dinlerden vazgeçip tek hak dini olan İslâm’a girmelerini istemektedir. 

Şöyle ki: 
 “Şüphesiz ki Allah katında tek geçerli din İslâm ’dtr. ” (Ali îmran-19)»

“Kim İslâm’dan başka bir din edinirse o, ondan kabul edilmeyecektir. O kişi ahirette hüsrandadır. ” (Ali imran: 85)

Böylece dinlerin sahipleri şüphesiz kâfirdirler. Allah onlardan hiç bir şey kabul etmeyecektir.
Kim, bu neshedilmiş dinler üzerine devam ederse cehennemde ebediyen kalacaktır.

“Kâfir olan ehli kitap ve müşrikler cehennemde ebediyen kalacaklar. Onlar insanlann en şerlilerinin ta kendileridir. ” (Beyanat. 6)

İslâm’ı, yahudi ve hıristiyaniıkla eşit tutmak, Kur’an’ın net ve açık ayetleriyle tam çelişkili bir husus olduğu gibi, İslâm davetini yüklenme işini ve cihadı durdurmaya yöneliktir. Bu planı çizenler ise kâfirlerdir ki İslâm’ın diğer dinlere egemen olmasını engellemek istediler. Ayrıca İslâm ümmetinin tekrar tek bir varlık olmasını ve dün olduğu gibi davetin ışığını beşeriyete götürmesini engellemeyi hedef edindiler. Fakat kâfirlerin hesabı ve tuzağı varsa. Allah'ın hesabı ve tuzağı da vardır. Nitekim Allah’ın hesabı ve tuzağı daha sağlam ve kuvvetlidir.

Bu diyalog düşüncesi nasıl başladı?

1960’lılarda Cenevre’de Ürdün Kültür Ateşesi, dinler arası diyalog düşüncesine çağırmaya başladı. Bir dergi çıkarttı ve bu dergide hep bu düşünceye davet etti. Eskiden Ürdün, İslâm'a karşı haçlılar tarafından bir kale olarak kullanıldı. Bugün ise haçlılar Ürdün’ü İslâm’a karşı bir üss olarak kullanmaktadırlar. Bu düşünceyi ortaya attıktan ve propagandasını yaptıktan sonra Vatikan’da İslâmî. hıristiyan ve yahudi heyetler arasında görüşmeler ve temaslar başladı. Mısır'ın eski başkanı Enver Sedat, Sina’da Tur Dağı üzerine hocaları, papazları ve hahamları toplamaya başladı.

Avrupa’da bu düşünce yayılmaya başladı. Bazı müslümanlar bu düşünceye uydular, bu düşünceyi başarıya götürmek için İslâm’ı ve fikirlerini, ayetin taşıdığı manaya tam ters (muhalif) şekilde tefsir etmeye başladılar. Öyle bir noktaya vardılar ki; müslümanları, hıristiyanları ve yahudileri eşit tuttular. Hatta müslümanların yaptıkları cihadı,yahudilerin işledikleri cinayetlere ve hıristiyanların haçlı seferler ve İspanya’da işledikleri cinayetlere müsavi tuttular. Bütün din mensupları, aynı vahşî savaşlar yapıyorlar diye iddia ettiler. Üstelik cihadı, savunma savaşı olarak tefsir ettiler. Hatta bazıları daha da ileri giderek, İslâm fetihlerinin hatalı ve İslâm’a aykırı olduğunu iddia ettiler.

Oysa bütün bu hususlar düpedüz yalan ve iftiradır. Kim tarihi bilirse ve cereyan eden olayları izlerse, müslümanlar ile diğer dinlerin mensuplarının arasındaki farkı idrak eder. Nitekim İslâm fetihleri, insanlık için hayırlı bir iş idi. Çünkü nuru, hidayeti ve saadeti insanlara getirdi. Hıristiyan ve yahudilerin yaptıkları ve yapmakta oldukları zulüm, kati (cinayet), istibdat ve göçe zorlamaya yönelik yaptıkları hareketleri gayet açıktır. Fakat İslâm bundan çok uzaktır ve müslümanlar bunu hiç yapmadılar.

Haçlı seferlerine birgöz atarsak, hıristiyanların müslümanlara karşı yaptıkları muamele ile müslümanların hıristiyanlarla yaptıkları muamele arasındaki fark idrak edilir. Hıristiyanların işi sırf müslümanları öldürmek veya kovmak idi. Kudüs’e girince müslümanları Mescid-i Aksa avlusunda toplayıp kellelerini vurdular. Bu vakıada öldürülen müslümanların sayısı yetmiş bin idi. Övünerek ve gurur duyarak Roma papazına bu olayı aktardılar. Atlarının müslümanların kanları içerisinde yüzdüğünü bildirdiler. Fakat müslümanlar Kudüs’ü bu vahşî hıristiyanlardan geri alınca, bu vahşîlere karşı nasıl bir muamele gösterdiler biliyor musunuz? Müslümanlar. hıristiyanları affettiler ve onlara iyilik yaptılar. Tarih, böyle bir muamele görmüş değildir.

Endülüs’te müslümanlara karşı hıristiyanların yaptıklan katliam ve kovma operasyonu çok utanç vericidir. Hıristiyanların çizdikleri korkunç manzaraları, hiç bir insan tarafından tasavvur edilemez. Halbuki müslümanlar Endülüs’ü fethedince, hıristiyanlara ve yahudilere güzel muamele, iyilik ve müsamaha gösterdikleri,
tarihte hiç görülmüş bir şey değildir. Çeçenistan ve Bosna’da hıristiyanların ve Filistin’de yahudilerin işledikleri katliamlar ve cinayetler, bütün insanlar tarafından görülmektedir. Öyleyse akıl sahibi olan kimse eskiden olsun günümüzde olsun kesinlikle müslümanları yahudilere ve hıristiyanlara eşit tutamaz.

İslâm’ın manası

“Dinler arası diyalogu" savunanlar, İslâm’ın manasının barış olduğunu açıklarlar. Bu ise kasıtlı yapılan bir saptırmadır. Barış şarkısını çalmak ve barışı kutsallaştırmak, büyük hatadır. Oysa ne savaş ne barış kutsal değildir. Ancak devletin davasının siyaseti, ne zaman savaş veya barış olduğunu tesbit eder. Bu şekilde Rasulullah (SAV) hayatı boyunca böyle hareket etti, bazen savaştı bazen barıştı. Böylece İslâm davetinin yüklenmenin farziyeti neyi gerektirirse o olur.

İslâm’ın manası, Allahu Tealâ’ya teslim olmaktır. Yalan ve iftira yaparak onun manasının barış olduğu doğru değildir. Kurtubi şöyle diyor: “Arap dilinde İslâm'ın manası, boyun eğmek ve teslim olmaktır. ”Dr. Savi şöyle diyor: “İslâm’ın gerçeği, yalnız Allah’a teslim olmaktır. ” Kim Allah'dan gayrisine teslim olursa müşrik olur. Kim Allah’a teslim olmazsa, O’na kulluk etmeye karşı kibirlilik göstermiş olur. Şirk ve Allah’a kulluk etmeye karşı kibirlilik göstermek küfürdür. Yalnız O’na teslim olmak, yalnız O’na kulluk etmek ve ibadet etmektir. İşte İslâm Dini budur. Allah bunun dışında bir şey kabul etmez. Bu nedenle diğer dinler, İslâm’la kesinlikle eşit kılınamaz. /Allah’ın razı olduğu din olan İslâm’dan başka dini kabul edemeyiz. Şüphesiz ki İslâm’a inanmayan kâfirdir. Bütün müslümanlar bu husus üzerine birleştiler.

Rasulullah (SAV), Cebrail (as) kendisine şöyle sorunca İslâm’ın ne olduğunu açıklamıştır: “Ey Muhammed, İslâm’ın ne olduğunu bana
açıklarmısın?” Hz. Muhammed (SAV) şöyle cevap vermiştir: “İslâm; La ilahe illallah Muhammed Rasulullah diye şahitlik edeceksin, namazı kılacaksın, zekâtı vereceksin, Ramazanı tutacaksın, gücün yetiyorsa hac yapacaksın. ”

İşte Rasulullah (SAV), bu şekilde İslâm’ı tanıtmıştır. Onun manasının barış olduğunu söylememiştir. Peki ehli kitap bu hususa inanıyorlar mı?!

İmam Kurtubi, Allahu Tealâ’nın şu sözünü 
“Şüphesiz ki Allah katında tek geçerli din İslâm ’dır. ” (ALi imran: 19) şöyle açıklıyor: 
“Bu ayetteki din, itaat ve millettir. İslâm, itaat ve iman manasınadır. Allahu Tealâ şöyle buyurmuştur.

"Ehli kitaba ve ummilere de ki ya Muhammed; Müslüman oldunuz mu? Eğer müslüman olursanız hidayetli olmuş olursunuz. Eğer yüz çevirirlerse sana düşen görev ancak tebliğ etmektir. Allah kullarından haberdardır." (Ali imran: 20)

Ehli kitap, yahudi ve hıristiyanlardır. Ummilerise (okuma yazma bilmeyip) kitapları olmayan müşrik Araplardır. “Müslüman oldunuz mu?" sorusunun içeriği müslüman olun, demektir. Taberi, aynı fikre sahiptir. Zecac adlı alim şöyle diyor. "Müslüman oldunuz mu?" diye sorulan soru, tehdit içermektedir. Çünkü, yoksa müslüman olmadınız mı? diye sormaktadır. ”

Safvetu Tefasir kitabında Muhammed Ali Sabuni şöyle diyor: “Lügatta İslâm’ın manası teslim olmak ve tam şekilde boyun eğmektir. Onu manası da, dinde ve akidede ihlas göstermektir. ”Ve, “Şüphesiz ki Allah katında tek geçerli din İslâm ’dır. ” (Ali imran: 19) ayeti şöyle tefsir ediyor: “Allah indinde kabul edilen yasa, sadece İslâm şeriatıdır ve İslâm dışında Allah bir din kabul
etmez. ” ı
“Ehli kitap, kendilerine ilim geldikten sonra ihtilafa düştüler. ” (Ali imran. 19) ayeti kerimeyi şöyle açıklıyor: “Yahudiler ve Hıristiyanlar Muhammed (SAV)’in peygamberliği hakkında kesin ve apaçık deliller gördükten sonra ihtilafa düştüler. Kendilerine hakikat gizlendiği ve onun hakkında şüphelendikleri için değil de kibirlilik ve inat gösterdikleri için kâfir oldular. Böylece ilim (kesin delil) gördükten sonra sapmış oldular. ” Ve,
 “Eğer seninle tartışırlarsa de ki; Ben ve bana tabi olanlar, hepimiz yüzlerimizi Allah’a teslim ettik ” (Ali imran: 20) ayeti şöyle izah ediyor: “Eğer Ya Muhammed, bu din hakkında seninle tartışırlarsa onlara de ki; Ben Allah’ın kuluyum bütün varlığımla Allah’a teslim oldum. Yalnız O’na ibadetimi halis kıldım. O'nun ortağı veya eşi veya zevcesi veya çocuğu yoktur. Bana tabi olanlar, İslâm milletine (dinine) teslim olup Allah'ın emrine boyun eğdiler"ve,
"Ehli kitaba ve ummilere de ki ya Muhammed; Müslüman oldunuz mu? Eğer müslüman olursanız hidayetli olmuş olursunuz. Eğer yüz çevirirlerse sana düşen görev ancak tebliğ etmektir. Allah kullarından haberdardır." (Ah imran: 20) ayetini şöyle anlatıyor:"Ehli kitap; yahudiler ve hristiyanlardır. Emmiler ise, Araplardan putperesttirler. Onlara diyor ki; müslüman oldunuz mu? Yoksa hâlâ küfrünüz üzerine devam mı ediyorsunuz? Oysa sizi İslâm’a sokabilecek apaçık deliller geldi. Eğer müslüman olurlarsa hidayetl,i olurlar. Yâni sizin gibi müslüman olurlarsa, kendilerine fayda sağlarlar. Çünkü müslümanlıkla kendilerini sapıklıktan kurtarıp, hidayete getirirler ve karanlıktan çıkartıp aydınlığa kavuştururlar." □ 

İSLAM RİSALETİNİN GENELLİĞİ

Allahu Tealâ şöyle buyurdu: 
“Sana bu Kitabi hak ile indirdik ki eski bitapları tasdik etsin ve onlara egemen olsun.” (Maide: 48)

Bu şekilde İslâm risaleti, diğer risaletlere üstün olup o risaletleri nesih eden olmuştur. Allah, Muhammed (SAV)’i gönderdikten sonra bir kimseden İslâm’dan başka hiç bir din kabul etmez.

Rasulullah (SAV) şöyle buyurmuştur;"Benden önce hiç bir peygambere verilmeyen beş husus bana verilmiştir..... Bunlardan şu husus da var: Her Rasul yalnız kendi kavmine gönderiliyordu. Fakat ben, bütün insanlara gönderildim. ”

Üstelik Rasulullah (SAV) Ömer (r.a)’ın, Tevrat’ın bir sayfasını okuduğunu görünce ona kızıp şöyle dedi: “Ben onu (İslâm risaletini) bembeyaz ve tertemiz olarak getirmedim mi? Benim kardeşim Musa, zamanıma yetişseydi, ancak bana tabi olurdu, ” Allahu Tealâ şöyle buyurdu.-
“De kİ; Ey insanlar, ben hepinize Allah’ın elçisiyim.” (A'raf: 158)

İslâm, Hıristiyanlık ve yahudilikle eşit olsaydı ve onlar İslâm gibi Allah’ın nezdinde kabul edilen dinler olsaydı, Allah hıristiyan ve yahudilerin Muhammed (SAV)’e inanıp İslâm’a girmelerini ve kendi dinlerini terk etmelerini emretmezdi. Ve onları kâfir saymazdı. Nitekim yahudilerin ve hıristiyanların kâfir olmalarına
ve cehennemde ebedî olarak kalacaklarına dair ayetler pek çoktur. Hatta bu konu hakkında müslümanlar arasında hiç ihtilaf yoktur ve hepsi hem fikirdirler.

Ehli kitabın kâfir oluşları, Kur’an-ı Kerim’de kesin bir şekilde belirtilmiştir:

Allahu Tealâ şöyle buyurmuştur:

“Kâfir olan ehli kitap ve müşrikler, kendilerine açık delil gelmedikçe bulundukları halden ayrılmazlar. İşte o delil, Allah tarafından gönderilmiş tertemiz sahifeleri okuyan bir elçidir. O sahifelerde (Kur’an’ın sahifelerinde) doğru ve değerli hükümler vardır. ” (Beyyine. ı-3)

Müfessir Kurtubî, ehli kitap olan yahudi ve hıristiyanların bulundukları halin küfür olduklarını açıkladı. Açık delil olan Muhammed (SAV) kendilerine gelinceye kadar küfürleri üzerinde devam ederler. Bazı alimler de; müşriklerin ehli kitap olduklarını izah ettiler. Çünkü bir takım yahudiler Uzeyr’in Allah’ın oğlu olduğunu söylediler. Bir takım hıristiyanlar da İsa’nın Allah’ın kendisi olduğunu, başkaları da Allah ’ın oğlu olduğunu ve bir başka kısmı da Allah’ın birleşik üç kişinin olduğunu söylediler. Şöyle denildi: “Ehli kitap mü'min idiler, peygamberlerinden sonra kâfir oldular. Müşrikler ise fıtrat üzerine doğdular ve baliğ olunca kâfir oldular. "Yine şöyle denildi: “Müşriklik, ehli kitabın sıfatıdır. Çünkü kitaplarından faydalanmayıp tevhidi terk ettiler. Böylece hıristiyanlar teslise (Allah, İsa ve Ruhul Kudüs, üç şey oldukları halde tek bir şey olduğuna) inanırlar. Yahudilerin geneli teşbih edicidir. (Allah’ı insanlara ve eşyaya benzetirler). Demek ki hepsi müşriktirler” Yine şöyle denildi: “Buradaki kâfir olma hali ise, Peygamber (S.as) ’in peygamberliğini red etmeleridir. Değerli sahifeler ise, Kur’anı Kerim’dir. 

Nitekim Allahu Tealâ bu ayetlerden sonra şöyle buyurmaktadır.”
“Halbuki onlar (ehli kitap ve müşrikler) şirksiz ve yalnız Allah’a dini halis kılarak Allah’a kulluk etmeleri emredilmişdi.” (Beyyine: 5)

“Dinde zorlama yoktur”un manası:

 “Dinde zorlama yoktur’’ ayeti kerimesi, ancak İslâm hükmü çerçevesinde uygulanır. Şöyle ki: Hiç bir kimse kendi dinini terk edip İslâm’a inanmaya zorlanmaz. Fakat kâfir olarak kaldığı için İslâm Devleti’ne cizye verir. Başka ifadeyle kâfirler, savaşla veya savaşsız İslâm hükmüne boyun eğince, kendi dinlerini terk etmeye ve İslâm’a girmeye zorlanmazlar. Ancak, İslâm otoritesine ve Allah’ın şeriat hükmüne boyun eğerler. Ancak onlarla ilgili özel hükümler vardır, onlar için gözetilir. İşte Rasulullah’tan sonra sahabeler (r.a) ve onlardan sonra gelenler, diğer memleketleri fethedince, orada hidayeti yayınca ve insanlar üzerine İslâm hükümleri uygulanınca; bir kimseyi kendi dinini terk etmeye ve İslâm’a inanmaya zorlamadılar. Fakat insanların çoğu, İslâm adaletini ve doğruluğunu gördükten sonra İslâm’a kendi istekleriyle girdiler.

Ehli kitaba daveti taşımak, müslümanlara farzdır:

Allahu Tealâ şöyle buyurmuştur:

“Allah’a ve kıyamet gününe inanmayanlarla, Allah ve Rasulünün haram kıldığını haram olarak kabul etmeyenlerle ve hak dinine inanmayan ehli kitapla cizye verinceye kadar ve (hak dine) boyun eğinceye kadar savaşın.” (Tevbe: 29)

İşte bazılarının iddia ettiklerine göre ehli kitap mü’min olsaydı ve İslâm dini gibi bir dine sahip olsaydılar, Allah onların dinlerini hak olmayan batıl olarak saymazdı. Çünkü Allah “Hak dine inanmayan ehli kitap" diyor. Hak din ise İslâm’dır. Böylece ehli kitap dinleri olan yahudi ve hıristiyanlığın hak olmadığını saymıştır. Bu nedenle ehli kitaba, dinlerini terk edip İslâm’a inanmaları talep edilmiştir. Aksi takdirde onlardan bu dini kabul etmeyecektir. Bu sebeple Allahu Tealâ, müslümanların; yahudiler ve hıristiyanlar eğer İslâm hükümlerine boyun eğmezlerse onlarla savaşmalarını emretmiştir. Böylece onlar için iki seçenek vardır: Ya İslâm ’a girerler ya da cizyeyi vererek İslâm hükümlerine boyun eğerler.

Bütün bu apaçık ayetlerden sonra bir müslüman ortaya çıkıp da “İslâm, bu batıl dinlerle eşittir” der mi?!

Şeriatın istediği diyalogun gerçeği:

Şu ayeti kerimeye gelelim:

De ki; Ey ehli kitap, biz ve siz şu doğru sözü söylemeye gelelim-. Allah’tan başka bir şeye kulluk etmeyelim, Allah’a eş tutmayalım, Allah dışında da birbirlerimizi rab edinmeyelim. Eğer cayarlarsa onlara şunu deyin: Bizim müslüman olduğumuza şahit olun.”
(Ali İmran. 64)

Kur’an’ı tefsir eden Kurtubi, buradaki seslenmenin yahudi ve hıristiyanların tümüne yönelik olduğunu söyledi. Rasulullah (SAV), Rumların kralı olan Haraklus’e şöyle yazmıştır: “Bismillahirrahmanirrahim. Allah’ın Rasulü olan Muhammed’den Rumların lideri olan Haraklus’e şunlar vardır: Hidayete tabi olana selâm olsun. Bundan sonra seni İslâm davetine çağırıyorum. Müslüman olursan kurtulursun. Müslüman ol ki, Allah sana iki kat sevap versin. Eğer bundan cayarsan Erisin’nin (onun halkının) günahını çekersin. (Yukarıdaki ayeti kerimeyi yazmıştır...”
(Müslim)

İşte bu ayette Allah, yahudileri ve hıristiyanları dosdoğru ve adaletli olan haktan, hiç eğriliği bulunmayan söze çağırıyor. “Allah’tan başka şeye kulluk etmemek... Allah dışında birbirimizi rab edinmemek..” Rab edinmemenin manası; helâl ve haramda Allah’tan başka birine itaat etmemektir. Bütün bunlardan cayarlarsa, yani kabul etmezlerse “onlara deyin ki; Bizim müslüman olduğumuza şahit olun. "Yani biz, İslâm dinini ve sıfatını taşıyoruz ve onun hükümlerine boyun eğiyoruz. Bizim gibi beşer olan ne İsa'yı ne Uzeyr'i ve ne de melekleri Allah dışında rab ediniriz.. 

DİYALOG NASIL OLUR.?

Yukarıdaki iradelerde de görüldüğü üzere onlara İslam ve hükümleri açıklanır. Muhammed SAV’in Peygamberliğine delalet eden deliller gösterilir, dinlerini terk edip Allah katında geçerli tek din olan İslam’a tabi olmaları istenir. Zira İslam. İslam çağrısını onlara götürdükten ülkeleri fethetmek için Allah yolunda cihad yaptıktan ve bütün insanları İslam’ın egemenliği altına aldıktan sonra, İslam’ın hükümlerini onlara uygulamayı bize farz kılmaktadır.

İslam'ın kıyamete kadar bütün insanlık için bir şeriat, Kura’nı Kerimin de kendinden önceki semavi kitapları nesli etmiş bir Kitap olması herhangi bir müslüman tarafından tartışma götürmez bir gerçektir. Birçok ayet bu hususa delalet etmekle, ve Muhammed SAV’in asaletinden sonra İslam’dan başka hiçbir dinin kabul edilmeyeceğine. İslam dininin Allah’ın razı olduğu bir din olduğuna, İslam'a inanmayanların ise hüsrana uğrayacaklarına, ebedi olarak Cehennemde kalacaklarına işaret etmektedir. Rasulullah SAV'in hayatı, daveti taşımanın Farziyetine kesin delildir. Allah’ın dininin bütün dinler üzerinde hakim olması için kâfirlerle savaşmayı emreden birçok cihad ayeti vardır. Üstelik Rasulullah SAV'in bu husustaki davranışları ve: “insanlarla La ilahe illa’llah deyinceye kadar onlarla savaşmakla emrolundum. Bu sözü söylerlerse kanlarını, canlarını benden korumuş olurlar” hadisi de bizce malumdur. Rasulullah SAV'in hayatı sürekli cihad ile geçmiştir. Medine'de İslam Devletini kurdu. İslam'ı uyguladı, müslümanların birliğini sağladı ve ardından Arap yarımadasında cihad hamlesini başlattı. Ta ki İslam, yarımadanın tek egemen dini oluncaya, şirk tamamen yok oluncaya kadar bu savaşı sürdürdü. Ardından Rum’lara yöneldi ve onlarla önce Mute sonra da ’Tebük
savaşını yaptı. Ardından sahabe (r.anhum) Rasulullah SAV'in sünneti üzere aynı bayrağı taşıdılar ülkeleri fethettiler ve İslam’ı uyguladılar.

Durum böyle iken nasıl olur da akıl sahibi bir kimse kalkıp “Cihad savunma savaşıdır diyebiliyor? Rum’lar mı Medine’ye saldırdı? Yoksa İran’lılar mı saldırdı? Berberi’ler Mekke’deki müslümanlara saldırmak için Kuzey Afrika’dan mı geldiler?

Allah-u Teâla ayeti Kerime'de şöyle buyurmaktadır:

“Dinini bütün dinlere üstün kılmak için; Rasulünü hidayet ve hak din ile gönderen O'dur; *
(Tevbe-33)

“Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik. ” (Enbiya-107)
“De ki: Ey insanlar. Ben hepiniz için gönderilen Allah’ın elçisiyim. ” (Araf-158)

Böylesi açık, net ayetler ortada iken nasıl oluyor da bir müslüman kalkıp cihad kelimesini gerçek içeriğinden saptırarak cihadın “savunma savaşı” olduğunu söyleyebilir?!


Cihad, İslam’ın insanlara ulaşmasını engelleyen maddi engelleri kırmaktır. Bu eylem ise Allah’ın Kelime-i Tevhidinin üstün olması için savaş yoluyla gerçekleştirilir. Yoksa cihadın, kâfirlerin yaptığı savaşlarda olduğu gibi insanlığı sömürmek, kanlarını emmek ve mallarını yağmalamak gibi bir amacı yoktur. Cihad insanlar için bir rahmettir. Nitekim müslümanlar İslam’ın önündeki maddi engelleri kırdıkları zaman, ele geçirdikleri ülkelerde İslam’ı uyguladılar. Yenen ile yenilene eşit muamele yaptılar. Onlara İslam’ı öğrettiler, Allah’ın şeriatını hak ve adaletle uyguladılar. Böylece bu insanlar kendi arzularıyla canı gönülden serbest iradeleriyle İslam’a girdiler ve daha önce müslüman olanlarla kaynaştılar.

İslam'ın hükümlerinin ve devletinin hayattan uzaklaştırılmasına rağmen bu insanlar İslam’ı terk etmediler. Ancak İspanya gibi hiç müslüman kalmayan İslam topraklarında müslümanların bulunmayışlarının nedeni yöre halkının İslam'dan dönmeleri değildir. Asıl neden, insanın tasavvur edemeyeceği kadar vahşi davranışlarla orada yaşayan insanların Hıristiyanlar tarafından öldürülmesidir ki bu katliamların tamamı Roma'daki Katolik Papa nın talimatları ile gerçekleşmiştir.

DİYALOG SÜRECİ’NİN TEK ESASI

Bizimle diğer din mensupları arasındaki görüşmeler tek bir temele yani İslam'ın hak olduğu. Allah’ın dini olduğu, diğer dinlerin ise batıl ve küfür olduğu esasına dayanmalıdır. Yapılacak görüşmeler yalnızca İslam gerçeğinin onlara açıklanması ile sınırlı kalmalıdır. Allah’ın hükümlerinden en ufak bir tavizde bulunmadan onlardan dinlerini terk edip İslam'a davet edilmeleri ile sınırlı kalmalıdır. İslam'ın bir takını emirlerinden taviz vermedikçe asla onlar bizden razı olmayacaklardır. Bu hususu Allah-u Teâla bize ayette şöylece bildirmektedir: 

 Sen dinlerine uymadıkça Yahudi'ler de, Hıristiyanlar da, senden asla hoşnut olmazlar.” (Bakara 120)

Ayet, müslümanları bu tür çağrılardan şiddetle sakındırmaktadır. Yani Allah’ın hükümlerinin bir kısmından taviz verilmesini amaçlayan, dinler arası diyalog çağrılarına karşı dikkatli olmamız hususunda bizleri uyarmaktadır.

“Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından seni fitneye düşürmelerinden sakın. ” (Maide-49)

Allah-u Teâla onların bu yöndeki arzularını da ayette şöylece bildirmektedir:

“Allah’ın nurunu ağızları ile söndürmek isterler. ” (Tevbe-32)

Hıristiyanlar, Yahudi’ler ve müşrikler, Allah’ın yaratıkları için bir ışık olan İslam nurunu ve Muhammed SAV'in şeriatını, sözlü münakaşalar ve iftiralarla ağızlarıyla söndürmek istemektedirler. Onların bu davranışları ağzıyla güneşin aydınlığını veya ayın ışığını söndürmek isteyen kimseye benzemektedir. Ancak onlar bunu ne kadar isteseler de başaramayacaklardır. Bu denli netliğine rağmen müslümanın eşitlik-denge yönünde kâfirlerle diyaloğa girmesi mümkün müdür?

GÜZEL MÜCADELE

“Mubavera kelimesi İslam düşüncelerini ve hükümlerini açıklamak, Onları İslam’a çağırma, ve dinlerini terk etmek için onlarla münakaşa etmek demektir. Bu nedenle müslümanın elindeki deliller çok kuvvetli, karşısındakine meydan okuyucu ve küfür düşüncelerinin kaypaklığını, batıllığını ortaya koyacak şekilde olmalıdır. 
Bu hususta Allah-u Teâla şöyle buyurmaktadır:

“Ehl-i kitap ile en güzel olanın dışında mücadele etmeyin.”
(Ankebut-46)

Onlarla yapılacak mücadelede dinlerini terk etmeleri için baskı uygulanmaz, güzellikle mücadele edilir. Ancak onlara; bütün açıklığı ile, hiç çekinmeden cesaretle İslam’ın tek hak din olduğu diğerlerinin ise batıl bir din olduğu, ikisinin arasında orta bir din bulunmayacağının açıklaması, anlatılması mutlaka gereklidir.

EHL-İ KİTAB’IN MÜSLÜMANLARA KARŞI TAKINDIKLARI TAVIR

Allah-u Teâla kâfirlere meyledilmemesi konusunda bizleri uyarmakta ve ayette şöyle söylemektedir.

 Ehl-i Kitap'tan bir taife sizi şaşırtmak istediler. Halbu ki onlar, kendilerinden başkasını şaşırtamazlar da farkına varmazlar. ” (Ali lmran-69)

Kitap ehlinin çoğu, hak kendilerine apaçık, belli olduktan sonra içlerindeki çekememezlikten ötürü sizi, imandan sonra küfre döndürmek isterler. ” (Bakara-109)

Ayette geçen () kelimesi bütün Ehl-i Kitabı kapsamaktadır. Dolayısıyla kelimesi cinsi açıklayan bir kelimedir. () kelimesi İslam'dan dönmek ve İslam'a muhalefet etmeniz suretiyle sizleri günaha sokmak islerler.() İslam'ın doğruluğunu bilmezler. Onlara düşen görev, açık ve net delillerle İslam’ın doğruluğunu, tek hak din olduğunu öğrenmektir.

İslam davetini taşımaktan alıkoymayı ve müslümanları İslam'dan uzaklaştırmayı, İslami düşüncelerin hakikatini açıklamaktan alıkoymayı, ardından da kıyamete kadar devam edecek olan cihad farziyetini yerine getirmekten alıkoymayı amaçlayan böylesi çağrılara karşı aşırı derecede dikkatli olmak mecburiyetindeyiz. İslam daveti cihadsız olamaz. Gayretli ve samimi müslümanların böylesi tuzaklara düşmemeleri ve dinlerine sarılarak, insanlarla en kuvvetli delillerle ve güzel bir şekilde mücadele etmeleri, İslam’a davet etmeleri, yağcılık ya da orta çözüm gibi bir yola girişmemeleri konusunda uyarıyoruz. Zira Allah ın dininin ve müslümanların izzetli, şirkin ve müşriklerin de zelil olmaları gerekir ki ancak böylece müslümanlar sevinir ve de zafer kazanılır. 
************************************************













2 yorum:

  1. “Kim İslâm’dan başka bir din edinirse o, ondan kabul edilmeyecektir. O kişi ahirette hüsrandadır. ” (Ali imran: 85)

    Böylece dinlerin sahipleri şüphesiz kâfirdirler. Allah onlardan hiç bir şey kabul etmeyecektir.
    Kim, bu neshedilmiş dinler üzerine devam ederse cehennemde ebediyen kalacaktır.

    “Kâfir olan ehli kitap ve müşrikler cehennemde ebediyen kalacaklar. Onlar insanlann en şerlilerinin ta kendileridir. ” (Beyanat. 6)

    YanıtlaSil
  2. İslam davetini taşımaktan alıkoymayı ve müslümanları İslam'dan uzaklaştırmayı, İslami düşüncelerin hakikatini açıklamaktan alıkoymayı, ardından da kıyamete kadar devam edecek olan cihad farziyetini yerine getirmekten alıkoymayı amaçlayan böylesi çağrılara karşı aşırı derecede dikkatli olmak mecburiyetindeyiz. İslam daveti cihadsız olamaz. Gayretli ve samimi müslümanların böylesi tuzaklara düşmemeleri ve dinlerine sarılarak, insanlarla en kuvvetli delillerle ve güzel bir şekilde mücadele etmeleri, İslam’a davet etmeleri, yağcılık ya da orta çözüm gibi bir yola girişmemeleri konusunda uyarıyoruz. Zira Allah ın dininin ve müslümanların izzetli, şirkin ve müşriklerin de zelil olmaları gerekir ki ancak böylece müslümanlar sevinir ve de zafer kazanılır.

    YanıtlaSil