2 Mayıs 2016 Pazartesi

LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDURRASULULLAH


LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDURRASULULLAH

Allah’ın rızasını kazanasın, hüsrana uğramayasın. Aksini yaparsan o mahkemede “eyvah!” dersin, pişman olursun ama o pişmanlık fayda vermez. Esasen Allahu Teala insanlığın ilk atasını yeryüzüne gönderirken şöyle buyurmuştu:

قلنا اهبطوا منها جميعا فإما يأتينكم مني هدى فمن تبع هداي فلا خوف عليهم ولا هم يحزنون(38)والذين كفروا وكذبوا بآياتنا أولئك أصحاب النار هم فيها خالدون “Dedik ki: Hepiniz cennetten inin! Eğer benden size bir hidayet gelir de her kim hidayetime tâbi olursa onlar için herhangi bir korku yoktur ve onlar üzüntü çekmezler. İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar cehennemliktir, onlar orada ebedî kalırlar.” (Bakara 38-39)

Allah ve Resulüne iman edip salih amel işleyenlerin, Şer’i hükme tabi olanların yeri Cennet olacaktır. Bu kişiler Allah Subhenehû ve Teala’nın rızasına nail olmuşlardır. İnkâr edenlerin yeri ise Cehennemdir. Bunlarda Allah’ın gazabına uğrayacaklardır.
Burada ince bir noktayı da ayırmak gereklidir. Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:
“Hiçbir kimse ameline güvenerek Cennete gireceğini sanmasın.Sahabe; ‘Ya Rasulullah sen demi?’ deyince, ‘Ben de’ buyurdu. ‘Şu kadar ki Allah bana kendinden bir Rahmet ile yetişir.” (Müslim)
Allah Subhenehû ve Teala şöyle buyuruyor:

قل إنما أنا بشر مثلكم يوحى إلي أنما إلهكم إله واحد فمن كان يرجوا لقاء ربه فليعمل عملا صالحا ولا يشرك بعبادة ربه أحدا“De ki: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. (Şu var ki) bana, İlâhınızın, sadece bir İlâh olduğu vahiy olunuyor. Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın.” (Kehf 110)

Bu ayette, yapılan bir işin Allah Subhenehû ve Teala katında makbuliyeti için iki şart koşulmuştur:
1. Yaptığı ibadeti Şer’i hükme uygun ve işi yalnızca Allah Subhenehû ve Teala için yapmalı.
2. Allah Subhenehû ve Teala için yaptığı salih ameli Şer’i hükmün sınırları içinde yapmalı ve yukarıdaki Hadis-i Şerifi de göz önüne alarak bu ibadetin Allah Subhenehû ve Teala katında kabulünü ummalıdır.
Böylece ne ameline güvenip dengesini sarsmalı, ne de amel etmekten geri durmalı. Yani korku ile ümit arasında olmalı ki amellerinde devamlılık olsun, hesap gününü gözetsin, Şer’i hükme uygun amel işlesin, yaptığı ibadette hiç kimseyi O’na ortak etmesin. Bu durumda o kişi dünya hayatında kulluğun kâmil manada gerçekleşmesi için çalışır. Bu düşünce onu kâmil manada kulluğu yapmayı engelleyen nedenleri araştırıp, bulup, bu noktada Şerîatın ona ne yükümlülük yüklediğine karar vermeye, varılan sonucu tahkik ettirmek için hareket etmeye sürükler. Bu sonuç ise, dinin diğer dinler üzerine hâkim olmasını gerekli kılar. Aksi takdirde Allah Subhenehû ve Teala’nın hükmü yerine getirilmiş olmaz. Dinin diğer dinler üzerine hâkim olmasının yolu ise Kur’an ve Sünnette belirlenmiştir.
Şer’i hükmün belirlediği yol ise kitlesel, siyasi bir hizip ile çalışmaktır. O hizbin, Şer’iata uygun bir metodu, hedefi ve o hizipte kişileri birbirlerine bağlayan fikri rabıta ve İslam kardeşliği olmalıdır. Bu hizip, toplumda var olan fikir ve fikrin tezahürü, sevgi ve nefret, nizamların değişmesi, nefislerde ve toplumda olan şeylerin değişmesi için var gücü ile çalışmalıdır.
Bilelim ki; ölüm bizim için bir kaledir ve her nefis ölümü tadacaktır. Ancak iman eden mü’minlerin iman esaslarından biri öldükten sonra diriliş ve hesaba çekiliştir. Âhirette dünya yaşadığımız müddet içerisinde iman ve şeriata uyup uymadığımız hakkında hesaba çekileceğiz. Muhakemenin sonu ceza veya mükâfattır.
Mükâfatı istiyorsak; ‘ya Hilafet ya Şahadet’ parolası ile yürüyelim. Bilelim ki; sebep ve sonuç Allah Subhenehû ve Teala'nın yanındadır, yardım da Allah’ın yanındadır.
Eğer iman eder, dinin ve şeriatın hayata hâkimiyeti için hareket edersek Allah Subhenehû ve Teala’nın yardımı ulaşacak ve vaadi mutlaka bir gün gerçekleşecektir. Eğer bu uğurda şahadete ulaşırsak bu bizim için kurtuluştur. Bu kurtuluş ise, kul hakkı hariç Allah’ın üzerimizdeki kulluk hakkından kurtuluştur.
Haydi! Ey Müslüman!.. 100 yıldır yattığın uykundan uyan! 13 asır dünyaya nuru ve hidayeti götüren ümmetin çocukları gelin hayırda yarışalım, iyiliği emredip kötülüğü nehyedelim. Allah ve Resulünün bize hayat verdiği şeye (Kur’an ve Sünnete) koşalım. Hilafeti en kısa zamanda nasbedelim. Allah Subhenehû ve Teala şöyle buyuruyor:

تلك حدود الله ومن يطع الله ورسوله يدخله جنات تجري من تحتها الأنهار خالدين فيها وذلك الفوز العظيم(13)ومن يعص الله ورسوله ويتعد حدوده يدخله نارا خالدا فيها وله عذاب مهين “Bunlar, Allah'ın sınırlardır. Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse Allah onu, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır; orada devamlı kalıcıdırlar; işte büyük kurtuluş budur. Kim Allah'a ve Peygamberine karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır.” (Nisa 13-14)
Bu ayetlerde dünya hayatının Ahiret ile bağlantısı ortaya konuyor.

Dünya hayatının kıymeti:
Daha önce de değindiğimiz gibi, dünya hayatı başlangıcı ve sonu belli olan, içerisinde insanların, hayvanların ve daha başka canlı cansız birçok varlığın bulunduğu bir hayattır. Bu dünya hayatında var olan her yaratık Alemlerin Rabbi olan Allah Subhenehû ve Teala tarafından kendileri için tayin edilen sınırlar çerçevesinde hareket etmekle sorumludurlar. Her birinin belirlenmiş bir yaratılış gayesi ve amacı vardır. Bu konuya işaretten alemlerin Rabbi olan Allah Subhenehû ve Teala bize şöyle seslenmektedir:

ألم ترى أن الله يسبح له من في السماوات والأرض والطير صافات كل قد علم صلاته وتسبيحه والله عليم بما يفعلون"Görmedin mi ki göklerde ve yerde bulunanlar, saf saf uçan kuşlar Allah'ı tesbih etmektedirler. Her biri kendi duasını tesbihini bilir. Allah, onların yaptıklarını hakkıyla bilendir." (Nur 41)

Ayetlere baktığımızda, konu ile ilgili olarak insanların ve cinlerin dışında kâinatta bulunan tüm varlıkların yaratılış amaçlarına uygun olarak hareket ettiklerini görürüz. Hayvanlar, diğer canlı-cansız varlıklar, hem Allah'ı tesbih ederler hem de Mülk suresi 15. ayette belirtildiği üzere insanların hizmetine hazır halde bulunurlar. Kesinlikle bunun tersine hareket etmezler. Ancak insanların kâinatta var olan eşyalardan yararlanabilmeleri için Allah Subhenehû ve Teala tarafından her bir madde ve eşya ile ilgili özellikleri keşfetmeleri ve buna uygun olarak hareket etmeleri gereklidir. İnsanlar bu özellikleri keşfettikleri zaman bu eşyalar Sünnetullaha aykırı tavır takınmazlar. Çünkü, onların yaratılış gayeleri içerisinde hem Allah'ın kendilerine öğrettiği şekilde O’nu tesbih etmek, hem de yaratılış özellikleri çerçevesinde insanlara hizmet etmek yer almaktadır. Kâinatta var olan cansız varlıkların birtakım sorumluluk taşımakla karşı karşıya kaldıklarının bir başka delili de Allah Subhenehû ve Teala'nın şu sözüdür:

إنا عرضنا الأمانة على السماوات والأرض والجبال فأبين أن يحملنها وأشفقن منها وحملها الإنسان إنه كان ظلوما جهولا"Gerçekte biz emaneti göklere, yeryüzüne ve dağlara sundukta onlar bunu yüklenmekten çekindiler ve korkup titrediler. Onu insan yüklendi. Doğrusu insan pek zalim ve pek cahil oldu." (Ahzap 72)

Kâinatta var olan mahlûklar içerisinde insanların ve cinlerin dışında kalanların yaratılış gayeleri ve sorumlulukları ile ilgili durum budur. İnsanların ve cinlerin yaratılış gayeleri ise ayette şöyle belirtilmektedir:

وما خلقت الجن والإنس إلا ليعبدوني "İnsanları ve cinleri ancak bana kulluk etmeleri için yarattım." (Zariyat 56)

Ancak, cinler meselesi konumuzla alakalı olmadığı için onlarla ilgili durumu burada ele almaya gerek duymuyoruz. İnsan olmamız hasebiyle bizim asıl konumuz insan dairesi çerçevesindedir. Dolayısıyla ciddi bir şekilde ele alınması ve hakkında çözümler ortaya konulması gereken varlık da insandır. Zira cinlerin nasıl bir varlık olduklarını ve detaylıca özelliklerini bilmediğimiz için onlar hakkında birtakım değerlendirmelerde bulunmamız kesinlikle doğru olmaz. İnsanların ve cinlerin dışında kalan diğer canlı ve cansız varlıklarla ilgili çok kısa ve net olarak söylenebilecekleri ise yukarıda belirtmiştik. Öyleyse dünya hayatının değeri ve hayat tasviri konusunu insanla ilgili boyutuyla ele almak gerekmektedir.
Zariyat suresi 56. ayette de belirtildiği üzere insanların yaratılış gayeleri; insanı, hayatı ve kâinatı yaratmış olan Yüce Yaratıcıya hakkıyla kullukta bulunmaktır. İnsanların bu kulluk görevlerini layıkıyla yerine getirebilmeleri için ise yine, âlemlerin Rabb’inden gelen emir ve yasaklara kulak vermeleri mutlak surette gereklidir.
Ne yazıktır ki, Osmanlı Hilâfet Devleti'nin yıkılmasının ardından İslâm'ın pratik olarak tüm insanların hayatından silinmesiyle birlikte Müslümanlar pusulalarını şaşırdılar ve kendilerine kendi dinlerinden olmayan kimseleri rehber edinmeye başladılar. Sahip oldukları İslâmi düşünceleri yanlış, küfür fikirlerini ise doğru fikirler olarak algılamaya başladılar. İslâm'ın kesin nassıyla bilinen apaçık ve net hükümlerini bırakarak küfür fikirlerine uymaya başladılar. Kendileri uyduğu gibi hükümleri de küfür düşüncelerine uydurmaya çalışmaktadırlar. Delaleti ve sübutu kati naslarla her türlüsünün haram kılındığı faize cevaz verdiler. Hayata bakış açılarını ve hayat tasvirlerini İslâm'ın istediği şeklin dışında, demokratik normlara göre değerlendirdiler. Hayatlarında yapacakları işlerin doğruluğunu veya yanlışlığını şer'i hükümlere göre belirlemek yerine batı düşüncesinde olduğu gibi akla göre, fayda veya zarar kavramlarına göre belirlemeye başladılar. Allah Subhenehû ve Teala'nın kalplerine yerleştirmiş olduğu imanın gücüne ve üstünlüğüne güvenmek yerine makama, mevkie, zenginliğe güvenmeye ve değer vermeye başladılar. Güçlü-kuvvetli olabilmek, bu türden unsurları elde etmek için uğraşırken yaptıkları işlerin Şer'i hükümlere uygunluğunu veya uygunsuzluğunu kesinlikle hesaba katmadılar. Böyle bir şeye gereksinim duydukları zaman ise; ya karşılaştıkları Şer'i hükümleri akıllarına göre yorumlama, ya da Şer'i usullere uygun olmayan çıkarımları kullanarak getirdikleri delillerle ispatlama yoluna gittiler.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in Medine'ye hicret etmesiyle başlayıp Osmanlı Hilâfet Devleti'nin yıkılmasına kadar 13 asır boyunca yeryüzünde hâkim olan İslâm Devletinin ve İslâm hükümlerinin, hayatın her alanından uzaklaştırılmasının ardından Müslümanların karşı karşıya kaldıkları sıkıntıların, problemlerin ve hatalı davranışlarının nedenlerini ve çözüm yollarını ortaya konması gerekir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder