24 Eylül 2016 Cumartesi

ARŞİVLEDİKLERİM.*12

Geçen Hafta
Blogger
“İslam olduk” üzerinden gidersek, tevhit akidesi neyi kabul ettiğimizden ziyade neyi ret ettiğimizle alakalıdır. (Zuhruf: 87, Ankebut: 61, Lokman: 25)Yaşamınızı neye ve kime göre belirliyor düşünce ve eylem bazında varoluşunuzu neye ve kime göre anlamlandırıyorsanız o sizin Rabbiniz/İlahınız olmuş demektir. Çünkü İslam sadece Allah’a tapınma ritüellerinden ibaret değildir. İslam’ın ibadetleri kişiye Allah’ın ilkelerini her daim hatırlatan, kişiyi sürekli uyanık ve hayata hazır tutan, o nu kontrol eden mekanizmalarıdır. İbadet ve yaşamın kendisi birbirlerini kuşatan ve destekleyen mahiyette olduğu zaman hayatın tamamı ibadet ve salih amel olur. İslam hayatın tamamını kuşatmıştır Allah sadece yaratan değil aynı zamanda düzen kurandır bu düzen tabiat ile (Gaşiye: 17-20, Saffat: 6, Hicr: 16) de vardır insanın yaşantısıyla ilgilide vardır. (Nisa: 29, Bakara: 275, Nisa: 12, Maide: 1, Bakara: 280, Hucurat: 12, Nisa: 135 ……) Allah düzen kurmakla da kalmaz kurduğu düzeni kontrol eder (Yunus: 61), hesaba çeker (Karia:8, Bakara: 284, Enbiya: 47….) Kısaca Müslümanın yürümesi durması, yatması kalkması, yemesi içmesi, giyinmesi soyunması, konuşması susması, savaşması barışması, gülmesi ağlaması Allah eksenli olmak zorundadır. Hayatındaki her olguda “Allah ne der” endişesi taşıması gerekmektedir. De ki; «benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm tüm varlıkların Rabbi olan Allah içindir.» (Enam: 162) Bu bir bütündür kimisine inanıp/yapıp, kimisini ret etmek/yapmamak kabul görmeyen bir inanıştır. (Bakara: 85) *********************************** MÜSLÜMANMIYIM --!!! YOKSA KENDİMİMİ KANDIRIYORUM..!!! ********************************** http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2015/09/muslumanmiyim-yoksa-kendimimi.htmlBağlantı
MEŞRU MUHAFAZA MI, MUHAFAZAKÂRLIK MI?
Yayınlanmayan.hazmedilemeyenler... Peki, ne yapmalıyız. Muhafaza etme ile muhafazakârlık etme ayrımı yaparak işe başlayabiliriz. Rabbimizin kitabı ve elçisi aracılığı ile göndermiş olduğu sahih dinini her türlü şirk ve küfürden koruyacağız, bu meşru bir muhafazadır. Akide konusunda kur-andan başka kaynak kabul etmeyip, kur-an dışı hiçbir şeyi (altında neyin ve kimin kaşesi bulunursa bulunsun) akideleştirmemeliyiz. Amellerimiz konusunda kur-an ve tevatüren ulaşan peygamber uygulamaları dışında hiçbir kaide kabul etmemeliyiz. Bu noktadan sonra, kur-an kaynaklı akidemiz ve yine kur-an ve mütavatür uygulamalar dâhilinde ki amellerimiz hariç mutlak muhafaza edeceğimiz hiç bir konu yoktur, çünkü bundan sonrası muhafazakârlıktır. ********************************************** Peki, ne yapmalıyız. Derken kişi kendinde bulunan mefhumlarla görüş belirttiği için kişinin ulaşamadığı bilgileri kendisine arz eder görüşlerini daha isabetli kılmasını temenni ederiz. Peygamber (sav)’e Kur’an'dan başka vahiy geldi mi? http://www.islamdevleti.info/kitaplar/Sunnet_Vahy_iliskisi/index.htm “Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu Peygamber'e açıklayınca, Peygamber bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber bunu ona haber verince eşi: Bunu sana kim bildirdi? dedi. Peygamber: Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi, dedi.” (Tahrim 3) *** Yani Resulullahın eşine bildirdiği kısım ile bildirmediği kısmın metni Kur-an’da yoktur. Vahiy ise Allah’ın Resulüne olan bildirilerini taşır. İşte, yine böyle bir bildiriyi getirmiş olan Allah’ın vahyi, metniyle Kur-an’da mevcut olmayıp “vahyi gayri metluv” vahiyle Resulullah’a bildirilmiştir. Allah bildirdiğine şahadet ederken, Resul de “Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi”. (Ahzab 53) derken artık bundan öte bir kimsenin, Kur-anın iki kapağı arasından başka bir vahyin Resulullah’a gelmediğini söylemesinin, La ilahe illallah, Muhammedun Resulullah, şahadetiyle bağdaşabileceğini söylemek mümkün değildir.BağlantıAslında bizi biz yapan değerleri muhafaza etme duygusu fıtratımızda var olan bir şeydir.  Buraya kadar her şey normal, esas sorun buradan sonra başlıyor. Muhafaza edilmesi gereken temel unsurlar ko…
(YENİ) MODERN İNSANIN AÇMAZI1-dot
Felsefecilerin antroposentrizm diye tanımladıkları evrenin merkezinde insan vardır anlayışı bireyin evrenin merkezine tamamen kendini yerleştirmesiyle son bulmuştur. Artık evrenin merkezinde kendisi vardır ve o bir ilahtır. Cemaat, cemiyet, aile ve ne kadar topluluk varsa onun için yalnızca onu mutlu edebildiği oranda işleve sahiptir. Kendisini sınırlayabilecek her türlü bağlardan arınmış bir birey vardır. ************************************ Bugün "New Age Dini(Yeni Çağ Dini)'', dünyada gittikçe yaygınlaştırılan bir "lego dini"dir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/04/vahdeti-vucut-felsefesi-new-age.htmlBağlantı(YENİ) MODERN İNSANIN AÇMAZI
“Güneş batıdan doğacak, insanlar topluca îmân edecek, ancak daha önce îmân etmemiş olanların îmânları kendilerine bir yarar sağlamayacaktır.” (Tecrid-i Sarih Tercümesi, XII 307; Müslim, Fiten, 118) "GÜNEŞ BATTIĞI YERDEN DOĞMADIKÇA KIYAMET KOPMAYACAKTIR. İnsanlar onu gördükleri zaman yeryüzünde bulunanlar iman ederler." (Sünen-i İbni Mace, IX/4362) Güneşin batıdan doğuşu bir kıyamet hadisinde şöyle haber verilir: Ebû Hüreyre (ra) anlatmıştır: Resûlullah (asm) şöyle buyurdu (Uzun bir hadistir): “…Tâ ki güneş batıdan doğar. İnsanlar bunu görünce topluca iman ederler. Fakat bu zaman, daha önce iman etmemiş olan ve imanıyla hayır kazanmamış bulunan hiçbir kimseye imanının fayda vermeyeceği bir zamandır.”1 * Bir Hadis-i şerifte Resulullah (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Güneş batıdan doğuncaya kadar kıyamet kopmaz. Güneş batıdan doğduğu zaman insanların hepsi onu görürler de toptan hepsi îmân ederler. İşte bu Rabbinin âyetlerinden biri geldiği gün, daha evvel îman etmiş veya imanından bir hayr kazanmış olmayan hiçbir kimseye (o günkü) îmânı asla fayda vermez...” olduğu zamandır. Muhakkak ki kıyamet şüphesiz kopacaktır; öyle bir halde ki alım satım için satıcı ile müşteri aralarında kumaşlarını da düremeden ansızın kopacaktır. Yine muhakkak kopacaktır. Öyle bir halde ki, kişi su havuzunu sıvayıp tamir edecek, fakat kıyamet ansızın kopacak da havuzun suyunu kullanmak nasip olmayacaktır. Kıyamet muhakkak kopacak; öyle bir çabuklukta ki, sizden herhangi biriniz yemek yerken, lokmasını ağzına kaldıracak, fakat kıyamet ansızın kopacak da o lokmasını yiyemeyecektir. ( Sahih-i Buhari ve Tercemesi. ) * "Tirmizi'nin rivayet ettiği hadîs-i şerîfte Safvan bin Assal demiştir ki: Ben Resûl-i Ekrem'den (sav) işittim. Şöyle buyuruyordu: ” “ Muhakkak ki, güneşin battığı yerde yetmiş senelik mesafe genişliğinde açık bir tevbe kapısı vardır. Güneş o taraftan doğuncaya kadar hiç kapanmaz." “Kıyamet alâmetlerinden ilk meydana gelecek olanı güneşin battığı yerden doğması ve Dabbe’nin kuşluk vaktinde insanlara (yerden) çıkmasıdır.” (İbn-i Mâce: 4069) “Güneş battığı yerden doğmadıkça kıyamet kopmayacaktır. O battığı yerden doğduğu zaman bütün insanlar iman edecek, fakat o gün daha evvelden iman etmeyen, yahut imanında bir hayır kazanamayan hiç kimseye imanı fayda vermeyecektir.” (Müslim: 157) Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir gün güneşin battığı bir sırada Ebu Zerr -radiyallahu anh-e: “Güneş nereye gider bilir misin?” diye sordu. “Allah ve Resul’ü bilir!” demesi üzerine şöyle buyurdu: “Güneş gider, arşın altında secde eder ve tekrar doğmak için izin ister, izin verilir. Bir gün gelir secde edip izin ister, fakat secdesi kabul edilmeyip izin verilmez. Ona: ‘Geldiğin yere git battığın yerden doğ!’ denilir. O da battığı yerden doğar.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1321 - Müslim: 159)1-dot
SÜNNET - VAHY İLİŞKİSİ VE PEYGAMBERLİĞİN VAKIASI - Bahaddin Yüksel
PEYGAMBER (SAV)'E KUR'AN'DAN BAŞKA VAHİY GELDİ Mİ? İslam alimleri Kur-an'a “vahyi metluv”, sünnete de “vahyi gayri metluv” ismini vermişlerdir. Bununla da sünnetin vahiy olduğunu ima etmişlerdir. Müsteşriklerin ve bu hususta onlara katılanlara göre ise vahiy değil, Resulullahın (as) kendi görüş ve yorumlarıdır. Onlara göre Resulullah (as) bu görüşlerinde zamanın şartlarından ve kendi tecrübesinden faydalanmıştır. Böylece, Kur-an'ın iki kapağı arasında ki yazılı olan vahiyden başka Allah Resulüne, acaba vahiy gelmiş midir, gelmemiş midir? şeklinde bir tartışma günümüz Müslümanlarının gündemini oluşturmaktadır. Oryantalistlerin başlattığı ve bazı Müslümanlarca da kabul gören “sünnetin vahiy olmadığı” sloganları belli bir mesafe kat etmiş ve Müslümanların düşüncelerini bulandırmıştır. Bugün artık okulda, camide, çarşıda, pazarda bu türden insanları bulmak mümkündür. Bu Müslümanlar, sanki kendilerinin hak yoldan ayrıldıklarını müsteşrikler görmüşler de doğru olanı anlatıp onların hak yola dönmelerini istiyorlarmış gibi onların fikirlerini alıyor ve hayata öylece bakıyorlar. Sünneti hafife alan veya inkar eden bu kimselerin itirazlarına bakacak olursak, bütün meselenin çözüm noktasının “Kur-an’dan başka vahyin” Resulullah’a inip inmediğidir. Sünnetin öteden beri yapılan klasik müdafaasında kullanılan ayetlere, yürekleri sızlamadan teviller getiren insanlara, sünneti yine sünnetle temellendirme girişimleri elbette ki fayda vermeyecektir. Zira bu kimseler zaten sünnet için şüphe içerisindedirler. O yüzden biz burada diğer konulardan önce, Resulullah’a Kur-an’dan başka vahyin inip inmediğinden bahsedeceğiz. Bunu yaparken de sünnetten değil Kur-an’dan yola çıkacağız. Sünnetten yola çıkmayışımızın sebebi, sünnette bu konu için deliller olmayışından dolayı değil, şüphenin zaten sünnette olup inkarın bizzat kendisinde vuku bulmasından dolayıdır. Esasen sünneti temellendirme de sünnet ve ayetlerden yola çıkan, günümüze kadar yazılıp çizilmiş kitaplar çoktur. İmam Şafinin er-Risalesi, Suyuti’nin Miftahul-cenne fil-ihticaci bin sünnesi, İbni Kuteybe’nin tevilu Muhteli ful hadis’i, Abdulgani Abdulhalık’ın Hucciyetus Sünnesi gibi. Biz Kur-an’dan tespit ettiğimiz bazı ayetleri burada inceleyerek meseleyi daha başka bir üslupla ele alacak ve müminlerin düşüncelerindeki bulanıklılığı gidermeye çalışacağız. Gayret bizden, tevfik Allah’tan. 1. DELİL: Tahrim süresinin üçüncü ayeti hakkında bir çok rivayetler vardır. (Hadislerle Kur-anı Kerim tefsiri, İbni Kesir c.14 s.7958-7862 ) Bunların sıhhat dereceleri bir yana, biz ayette ifade buyurulanla iktifa edip meseleyi izah edelim. Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu Peygamber'e açıklayınca, Peygamber bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber bunu ona haber verince eşi: Bunu sana kim bildirdi? dedi. Peygamber: Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi, dedi.” (Tahrim 3) Ayetten de anlaşıldığına göre Peygamber efendimiz, hanımlarından birine gizli bir söz söylüyor. Hanımı da bunu annelerimizden diğerine veya başka bir kimseye haber verince Allah-u zulcelal, Peygamber Efendimize vahiyle durumu bildiriyor. Allah (cc)’ın bildirdiği bu şeylerin bir kısmını, Nebi (as) hanımına bildiriyor, bir kısmını ise bildirmiyor. Böyle bir durumla karşılaşan hanımı ise bunu kimin bildirdiğini soruyor, Peygamber Efendimiz de “Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi”. Peygamberimizin zevcesine bildirdiği kısım hakkında bazı rivayetler söyleniyor olsa da bunlar bir yorumdan öteye gitmeyecektir. Söylemekten vazgeçtiği kısım hakkında ise hiç bir fikrimiz yoktur ve olamazda. Kur-an’ı Kerimin her hangi bir yerinde Allah (cc), Resulüne bildirdiği bu şeyin metnini vermemiştir. Yani Resulullahın eşine bildirdiği kısım ile bildirmediği kısmın metni Kur-an’da yoktur. Vahiy ise Allah’ın Resulüne olan bildirilerini taşır. İşte, yine böyle bir bildiriyi getirmiş olan Allah’ın vahyi, metniyle Kur-an’da mevcut olmayıp “vahyi gayri metluv” vahiyle Resulullah’a bildirilmiştir. Allah bildirdiğine şahadet ederken, Resul de “Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi”. (Ahzab 53) derken artık bundan öte bir kimsenin, Kur-anın iki kapağı arasından başka bir vahyin Resulullah’a gelmediğini söylemesinin, La ilahe illallah, Muhammedun Resulullah, şahadetiyle bağdaşabileceğini söylemek mümkün değildir. Haram ve helallerle hayatı bir intizam altına alınan insanoğlu başıboş bırakılmamıştır. (Kıyame 36) O halde, yüce Allah’ın, hanımları arasında ki basit bir konuşma için Kur-an’dan ayrı, Nebisine vahiy indirdiğini kabul edip, külli kaideler içeren şu Kur-anın ayetlerinin açıklanmasında Allah’ın vahiy göndermeyeceğini iddia etmenin ilim ve irfan adına ifade edeceği hiçbir gerekçesi yoktur. Allah “indirdim” derken “indirmedi” diyen bu insanlar acaba, Kur-an’dan bir hakikati inkar etmenin sahibini dinden çıkaracağını biliyorlar mı? Bu ayeti, dilimizin döndüğü kadar ifade etmeye çalıştığımız zamanlar yüzleri kızarıp yinede inkarlarına devam edenleri görmüş ve bundan da çok esef duymuştuk. Bir türlü anlamayan sanki hakikatlere karşı kalbi mühürlenmiş insanlar gibi şöyle diyorlardı: “Burada bizi ilgilendiren bir şey mi var? Olay Nebi ve zevceleri arasında oluyor: Allah bizi ilgilendiren her hususu Kur-an’da bildirmiş ve bunlarda Kur-an’da yazılıdır.” Ne kadar zavallı bir düşünce! Hakikat güneş gibi parlarken onlar bu aydınlıkta güneşi inkar etmeye çalışıyorlar. Ama nafile... Bizim burada üzerinde durduğumuz konu ve ispatlamaya çalıştığımız mesele, Kur-an’da olmadığı halde Nebi (as)’a Allah (cc) dan her hangi bir bildiri gelmiş midir? Aksi halde: “Resulün vefatından sonra onun hanımlarıyla evlenmeniz size haramdır” (Ahzab 53) ayetiyle şimdi kim amel edebiliyor ki? Oysa bu ayet mensuhta değildir. Bizim izah etmek istediğimiz ve sünneti hafife alma veya onun vahiy mahsulü olup olmadığı hakkındaki tartışmanın temelini oluşturan, Kur-an’dan ayrı olarak vahyin inip inmediği meselesidir. Verdiğimiz bu örnekte görüldüğü gibi kesinlikle Kur-an’ın iki kapağı arasında yazılı olan vahiylerden başka Peygamber Efendimize vahiyler inmiştir. 2. DELİL: Geçmişte ve günümüzde birçok saptırmalara hedef olan gaybı yüce Rabbimiz, sadece kendisinin bilebileceğini haber vermektedir. (Neml 65, Nahl 77) Bununla birlikte acaba Peygamber Efendimizin gaip bilgisine sahip miydi, gaybı bilir miydi? Kur-anda Peygamber Efendimiz gaybı bilmediğini şöyle açıklıyor: “De ki: Ben size, Allah'ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım.” (Enam 50 benzer ayet için bakınız Hud 31) “De ki: "Ben, Allah'ın dilediğinden başka kendime herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip değilim. Eğer ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı. Ben sadece inanan bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.” (Araf 188) Ayetlerden anlaşılacağı üzere Peygamber Efendimiz gaybi bilici değildir. O halde gaybı bilmesi Allah (cc)’ın bildirmesine bağlıdır. Bu bildirme Kur-anın ifadesiyle üç yoldan biriyle vuku bulur. (Şura 51) Bunun dışında hiç bir yol yoktur. Şöyle bir soru akla gelebilir: Acaba Allah (cc) Nebilerinden başka insanlara gaybı bildirir mi? Veya bildirmeyi diyor mu? Kur-an’a baktığımız zaman Cenabı Allah’ın nebilerinden başkalarına gaybi bildirmediği ve bunu da dilemediğini görüyoruz. Şöyle buyuruyor yüce Rabbimiz: “Allah, müminleri (şu) bulunduğunuz durumda bırakacak değildir; sonunda murdarı temizden ayıracaktır. Bununla beraber Allah, size gaybı da bildirecek değildir. Fakat Allah, elçilerinden dilediğini ayırt eder.” (Al-i İmran 179) “O bütün görülmeyenleri bilir. Sırlarına kimseyi muttali kılmaz; Ancak, (bildirmeyi) dilediği peygamber bunun dışındadır. Çünkü O, bunun önünden ve ardından gözcüler salar.” (Cin 26-7) Yukarıda, Peygamberin gaybı bilemeyeceği, ancak Allah’ın bildirmesiyle bilebileceği ve bununla beraber yüce Rabbimizin nebilerinden başkasına gaybı bildirmeyeceği hakikati açıktır. Peygamber efendimiz, halasının kızı olan Zeyneb binti Cahşı, (Hadislerle Kur-anı Kerim tefsiri İbni Kesir c.12 sayfa 6544) Zeyd b. Harise’ye nikahlamak istemişti. (Lubabun Nukul fi Esbabin Nuzum, Suyuti s. 178,179 Medarikut Tenzil ve Hakakut Tenzil, Nesefi c.3 s. 304 Celaleyn s. 389 ) Fakat Zeyneb (ra) ilk önce tereddüt etmiş mazeret öne sunmuştu. (Nubabul Nukul s. 178 ) Bunun üzerine şu ayet: “Allah ve Resûlü bir konu hakkında hüküm verince, inanmış bir erkek ve kadının kendiliklerinden seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab 36) ayet nazil oldu. Bu ayetten sonra Zeyneb, Zeyd ile evlenmiştir.( Nubabul Nukul s. 179) Bir müddet iyi giden evlilikleri bozulmaya başlayınca Zeyd, Resulullah (sav)’e gelir ve aralarını ayırmasını ister. Efendimiz (as) Zeyd’e nasihat eder ve eşinden ayrılmamasını tavsiye eder. Aradan bir müddet daha geçince yürümeyen evliliğin tefriki için Zeyd, Peygamber Efendimize ikinci ve üçüncü defa gelir. Peygamber (as) her seferinde nasihat edip eşini nefsinde tutmasını ve Allah’tan korkmasını Zeyd’e tavsiye etmişse de artık başka çıkar yol kalmamıştı. Nihayet Zeyd ve Zeyneb’in aralarını tefrik eder. Ama bütün bunlar olurken Allah Resulünde bir korku bulunmaktaydı. Acaba bu korku neydi? Doğrusu bu korkunun ne olduğu hakkında yenilmez yutulmaz öyle şeyler söylendi ki; bilmem Resulullahı böyle büyük bir iftiraya layık görebilmek için acaba (Resulullahın kadir ve kıymetini taktir konusunda) ilim ve irfandan ne kadar uzak ve vicdansızlığın hangi uç noktasında olmak gerekir. Allah’ın kendisinde güzel örnekler bulunduğuna şahitlik ettiği (Ahzab 21), Rabbi Zülcelalin terbiyesinde yetişen, kendisine itaatın farz kılındığı, (Nisa 59, Ahzab 36, Nur 63, Nisa 80 ) ve bununda imandan addedildiği (Nisa 65,115) insanlara namusları korumayı öğretecek bir Resul olan Muhammed hakkında, oğulluğunun zevcesine göz dikip “boşasa da ben alsam” demeyi, o şahsiyete layık görebilmek, kasıt yoksa, bırakın da diyelim ki, büyük bir cehalettir. Esasen bu gibi haberler zaten sahih olmadığı için (İbni Kesir age. c. 12 s. 6544) biz burada, “küçüklüğünden beri beraber yaşadığı Zeyneb’in güzelliğini yıllar sonra kapı ağzında mı gördü, oysa Zeyneb’i, Zeyd’e isteyen de Resulullahın bizzat kendisidir”, diyerek haberin metninin, İslam hakikatlerine uymayacağı bahisleriyle sayfaları kabartmayı istemiyoruz. Allah Resulünün Makam-ı Mahmud’ta tâcı güneş gibi parlamaktadır. Onun duruluğunda, aydınlığında hiç bir yarasa ruhlu insanın iftiraları bulunmayacaktır. Yukarıda Zeyd’in, Zeyneb’ten ayrılışının ilk habercisi olan şikayetler başlayınca, Allah Resulünün nefsinde bir korkunun başladığından bahsetmiştik. O halde nedir bu korku? Onu açıklamaya çalışalım. Zeyd, cahiliyye de Resulullah’a köle olmuş, ama Resulullahın azat edip kendisine evlatlık olarak aldığı bir sahabedir. Fakat Allah Zeyd’in, Resulullahın evladı olmadığını, İslam da böyle şeyin olmadığını ve evladı olmadığı için de kişinin evlatlığının eşini boşadığı zaman, onunla evlenmesinde bir mahzur olamadığını göstermek istemişti. Yani Allah (cc) evlatlığı ortadan kaldırmak istemiş ve kişinin, oğulluğunun boşadığı hanımıyla evlenmesinde şer’an bir mahzurun olmadığını göstermeyi istemiştir. Fakat cenabı Allah bu ilk uygulamayı Resulullahın bizzat kendi nefsi üzerinde uygulamayı dilemiş ve Resulullah’a, Zeyd’i Zeyneble evlendirip daha sonra Allah’ın onları tefrik ettiği gün de Nebi (sav)in Zeyneb ile evlenmesini Peygamber Efendimize emretmişti. Yani Resulullah (as), Zeyd’i Zeyneb ile evlendirirken daha işin başında ne olacağını biliyordu. Konuyla alakalı olarak İbn Kesirde şöyle bir rivayet geçiyor: İbn Ebu Hatim der ki, “Bize babam... Ali b. Zeyd ibn Cüdandan nakletti ki o şöyle dedi:. Hüseyin oğlu Ali bana. “Allah’ın açığa vuracağı şeyi de içinde saklıyor, insanlardan da gizliyordun.” Kavli hakkında ne dediğini sordu. Ben de ona anlattım. Sonra dedi ki: “Hayır, Allah Resulü onu Zeyd’le evlendirmezden önce, Zeyneb’in kendi eşleri arasında olacağını çok iyi biliyordu. .Zeyd eşinden şikayet etmek üzere Peygambere gelince, Resulullah ona Allah’tan kork ve eşine sahip ol, dedi. İşte bunun üzerine Allah Teala Resulüne buyurdu ki: Ben, seni onunla evlendireceğimi haber vermiştim. Sen ise“Allah’ın açığa vuracağı şeyi de içinde saklıyorsun.” Suddi’den de bu şekilde söylediği rivayet edilir. (Age c. 12 s. 6544-6545) İbn Cerir Taberi bu konuda şöyle diyor: Zeyneb’in Peygamberle evlendirilmesini isteyen Allah Azze ve Celle idi. (Age c. 12 s. 6545) Rivayetlerin ışığında tekrar edelim ki, Zeyd’in Zeyneb ile evlenmesini Peygamber (as)’a Allah (cc) emretmiş, ayrıldıklarında da Peygamberin, Zeyneb ile evleneceğini daha işin başında biliyordu. Bu evlendirme işini bizzat Cenabı Allah’ın emrettiği ayette: “Allah ve Resulü bir şeye hükmettiği zaman...”( Ahzab 36) ifadesiyle açıktır. Emir Allah’tan gelmiş, Resulullah uygulamıştır. O günkü Mekkeli Arapların geleneklerine göre bir baba, evlatlığının boşadığı eşiyle evlenemez idi. Bunu tarihi kayıtlarda görebileceğimiz gibi bir sonraki ayette geçen “...biz onu sana nikahladık ki (bundan böyle) evlatlıkları karılarıyla ilişkilerini kestikleri zaman o kadınlarla evlenmek hususunda mü’minlere bir güçlük olmasın.” (Ahzab 37) ibaresinden de anlamaktayız. İşte şu açıklamadan sonra, sanırım Allah’ın Resulünü korkutan şeyin ne olduğunu daha iyi anlayacağız. Resulullahın korktuğu şey; toplumun çirkin gördüğü bir şey olan, babanın evlatlığının boşadığı eşiyle evlenmeyi, Allah’ın emriyle bizzat gerçekleştirmekle karşı karşıya kalma durumunda olması idi. Düşünün, babanız size evlatlık bir kardeş alsaydı, sonra bir gün onu evlendirip yuvalarını kursaydı ve daha sonra onlar ayrılınca babanız, kardeşinizin bu hanımını nikahı altına alsaydı, bu size garip gelmez miydi? Ben bunu, İslam’ın bu gibi engelleri ortadan kaldırdığı şu ortamda söylüyorum. Bu garipsemenin boyutunu bir de Allah’ın Resulünün dönemi içerisinde düşünün. Soy-sop ilminin revaçta olduğu, insanların köle-hür statüsüne büründüğü asalet-sefalet kavramlarının topluma hakim olduğu, kölelerin insan mı yoksa değil mi düşüncelerinin zihinlerde dolaştığı dönemi düşünün. Herkesin birbirini tanıdığı bir ortamda, toplumun ayıp olarak nitelendirdiği bir şeyi yapacaksınız. Allah’ın Resulü utangaç bir bekar kızdan daha çok haya sahibi idi. Ve işte o Nebi böyle bir ortamda (tabir caizse) toplumca ayıp addedilen bir işi bizzat yaparak bunu Allah indinde ayıp olmadığını gösterecekti. O da bir insandı Zeyd kendisine gelip de evliliklerinin yürümeyeceğini haber verince, Allah’ın hükmüne bağlandığı anın yaklaştığını hissediyor ve toplumun ayıp dediği şeyin, artık adım adım kendisine yaklaştığını görmeye başlayınca korkusu ve kaygısı da başlıyordu. Ama Allah’ın Resulü Zeyd’e Onu nefsinde tutmasını ve Allah’tan korkmasını tavsiye etti. Bu hal üç kez tekrarlanınca Allah’ın Resulü onların arasını tefrik etti. İşte toplumun ayıp dediği şeyi Allah’ın Resulü o haya boyutunun genişliğinden dolayı insanlara söyleyemiyor, onlardan gizliyordu. Konuyla ilgili ayet şöyle: “(Resûlüm!) Hani Allah'ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye: Eşini yanında tut, Allah'tan kork! diyordun. Allah'ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana lâyık olan Allah'tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki evlatlıkları, karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) müminlere bir güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir.” (Ahzab 37) Buraya kadar olan açıklamalarımız ayet hakkındaki yüzeysel bilgi idi. Şimdi gelelim vahyi gayri metluv’a delaletine. Dikkat ederseniz ayette şöyle bir ibare geçmişti, “Allah'ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde gizliyordun..” Peygamberin nefsinde gizlediğinin ne olduğunu tekrar edecek olursak, Zeyd, Zeyneble boşandıktan sonra Resulullahın, Zeyneble evlenecek olmasıdır. Allah’ın Resulü bunu insanlardan gizliyordu ve çekiniyordu. İkinci delilimizin başında Resulullahın gaibi bildiğini açıklamıştık. O halde soruyoruz: İleride Peygamber efendimizin Zeyneble evleneceğini Allah (cc) Kur-an’ın herhangi bir yerinde vahyetmemişken Peygamber Allah’ın açığa vuracağı bu gaibi bilgiyi nereden bildi? Oysa İsa dahi olsa bir insanın nefsinde ne olduğunu bilmeyeceğini Kur’an bize haber veriyor. (Maide116) Peygamber Efendimizin ileride olacak olan böyle bir hadiseyi bildiğini Allah (cc) ikrar ediyor ve diyor ki; “Allah’ın açığa vuracağı şeyi insanlardan çekinerek içinde gizliyorsun.” Peygamber (as)’ın nefsindekini bilgiyi ve bu bilgiyi Kur-an’ın herhangi bir yerinde daha önce vahyedilmiş olarak da bulamayacağına göre bu bilgiyi nereden buldu? Resulullah bir kahin değildir ve kahine gidip onu tasdik edenin kafir olacağını da söylemektedir. (Resailüs Selefiyye, Şevkani,s.13) O halde bu bilgi Resulullah’a, Allah (cc)’dan vahyin üç yoldan biriyle gelmiş bulunmaktadır. (Şura 51) Ve bu bilgi Kur’anın iki kapağı arasında bulunmamaktadır. Demek ki, Allah’ın Resulüne Kur-an’da bulunmayan vahiyler de gelmektedir. “İmana yer bulabilmek için bilgiyi inkar ettim” (Din felsefesi, Mehmet s. Aydın, s20) dediği gibi, “Kur-an’ın sıhhatini korumak için sünnetin vahiy olduğunu inkar edip terk ettim.” diyenler, acaba Kur’andan bir hakikati inkar ettiklerinin farkındalar mı? Allah Zulcelal, bu cehalete hidayet buyursun. 3. DELİL: Peygamber (sav) Efendimiz, Mekke’de iken, Kâbe’ye doğru namaz kılmakta idi. (Celaleyn, s.25; Medarik, c.I, s.143) Fakat daha sonra Allah’ın Resulü Medine’ye hicret edince, on altı ay veya on yedi ay Beyt-ül Makdise doğru namaz kıldı. (Celaleyn,s. 25, Medarik, c. I,s.143) Peygamber Efendimiz ve müminler bu kadar bir süre Beyt-ül Makdise doğru namaz kıldıktan sonra Cenab-ı Allah, müminlerin Kabe’ye doğru dönmeleri için vahy göndermiştir. (Bakara 149-150) Burada önemli olan ve irdelenmesi gereken bir husus vardır. Acaba Allah’ın Resulü dinde, keyfine göre hareket edebilir miydi? Şüphesiz ki buna verilecek cevap, hayır olacaktır. Peygamber de diğer müminler gibi Allah’a ibadet etmek, onun emir ve nehiylerine itaat etmekle görevlendirilmiş ve bununla da hesaba çekileceği bildirilmiştir. Bu hususta Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor: “De ki: Ben dini, Allah’a halis kılarak O’na kulluk etmekle emrolundum. Müslümanların ilki olmakla emrolundum. De ki: Rabbime karşı gelirsem, doğrusu büyük günün azabından korkarım. De ki: Ben dinimde ihlas ile ancak Allah’a ibadet ederim.” (Zümer 11-14) Ayetten de anlaşıldığı gibi Resulullahın dinde her hangi bir değiştirme veya din belirleme yetkisi yoktur. Bilakis Allah (cc)’dan gelen dini O’na has kılarak diğer müminler gibi kullukta bulunmasıdır. Din yalnız Allah’tan gelir. Din koyucu Resul değil Allah (cc)’dir. Örneğin, yukarıda değindiğimiz kıble meselesinde Resulullah, Allah Zülcelalden gelen emre göre namazında bir yöne doğru yöneliyordu. Medine’de Beyt-ül Makdise doğru on altı veya on yedi ay namaz kılmış, daha sonra gelen ayetlerle de Kabe’ye doğru yönelmiştir. Kıbleyi belirleyen Resulullahın kendisi demek, O’nu ilah kabul edinme demektir. Oysa Resulullah, heva ve hevesine değil, ancak Allah’ın kendisine vahyettiğiyle muamele olunmakla emrolunmuştur. (Maide 48-49) Cenab-ı Allah hiç bir kimsenin insanlara bir takım şeyleri dini kaide kılmasının, emir ve nehiy de Allah’a ortak koşmasına izin vermemiştir. (Şura 21) Resulullah asla kendi hevasından din koyucu, din belirleyici değil, bilakis din koyucu Allah’ın huzurunda bir “kul” ve biz bunu her kelime-i şahadette tekrar eder ve tasdik ederiz. Resulullah din belirleyici, ibadet belirleyici değildir. O (sav) Mekke’de iken de Kabe’ye doğru namaz kılıyor, Medine’de hicret edince Beyt-ül Makdise doğru namaz kılıyor. Daha sonra gelen ayetlerle de Kabe’ye dönmesi emrediliyor. Resulullahın Kabe’ye dönmesini emreden ayetler bellidir. Peki Beyt-ül Makdise dönmesini emreden vahiy nerededir? Kur-an’ın her hangi bir yerinde Allah (cc), Resulünün Beyt-ül Makdise doğru namaz kılmasını emretmiş değildir. O halde bu emir Resulullah’a hangi yolla gelmiş olabilir? Elbette ki, vahyi gayri metluv olan vahyin ikinci yoluyla. Demek ki, Resulullah (as) Kur-an’da mevcut olmayan veya mevcut olan mücmel ifadenin kapsamını, detaylarını nefsinden veya tecrübesinde değil, bizzat Allah Zülcelalden gayri metluv vahiyle almaktadır. Hakikat bu iken, sünnet münkirlerinin, (daha genel bir ifadeyle vahyi gayri metluv münkirlerinin) bu hakikatler karşısında teslim olmalarını beklemiyoruz. Bilakis şahit olduğumuz vecihle, onlar güneşi balçıkla sıvama gibi teviller getireceklerdir. Mesela; onlar diyeceklerdir ki; “Allah’ın Resulü önceki ümmetlere veya kendi görüşüne uydu.” Yani onlar bu sözleriyle, Resulullahın Beyt-ül Makdise yönelmesinin Allah’u Tealadan gelmediğini anlatmak isteyeceklerdir. Bu, onların, dinde samimi olmadıklarının bir sonucudur. Onlar hak zahir olunca işittik ve itaat ettik diyenler değil, (Nur 51) ifsat etmelerine rağmen, “Biz ancak ıslah edicileriz” (Bakara 11) diyecek kadar nankör olmalarındandır. Oysa bu kimseler, Resulullahın hiç bir haram ve helal koyamayacağını, eğer böyle bir şey kabul edilirse Allah’ın Resulünün, ilah kabul edinilmiş olacağını söyler ve bu sözleriyle de bütün ulemayı tenkit ederler. O halde bu kimseler söylesinler, Allah’ın Resulü tecrübesinden veya Allah’tan bir haber gelmeden aklınca önceki şeriata uyduğunu söylemekle acaba, Resulullahı ilah edinenler bizzat kendileri olmuyorlar mı? Biz diyoruz ki, bu emir Allah (cc)’ın emridir ve Resulullahda bu emre uymuştur. Şu garipliğe bakın ki, Allah’tan başka ilah edinilmesin diye yola çıkan bu kimseler hem Allah’ın Resulünü ilah ediniyorlar, hem de Allah’ın dininde dilediği gibi irade buyurup vahyini gayri metluv olarak vahyetmesine karşı gelerek Allah’ın isteğine sınırlandırmalar getirebilecek bir yetkiyi kendilerinde görmekle kendi şahıslarını ilahlaştırıyorlar. Oysa Cenab-ı Allah her bir ümmete ayrı bir şeriat vermiştir. (Maide 48) Resulullah kendi şeriatındaki hükmü bilmeden keyfince önceki bir dinin hükmüne göre meseleyi çözümleme yetkisine sahip değildir. Peygamberin dini evirip çevirmeye ona kendi indinden bir şekil vermeye hak ve salahiyeti yoktur. Aksini iddia edenler, peygamberliğin vakasını takdir edemeyenlerdir. Peygamber (sav) tecrübesine de dayanmıyordu. Eğer öyle şey olsaydı, Resulullah Kudüs’e değil, Kabe’ye doğru namaz kılardı. Çünkü, o zamanlarda, Mekke Arapları Kabe’yi kıble ediniyorlardı, Kudüs’ü değil. Namaz Medine’de değil, Mekke’de farz kılınmıştı. Resul elbette ki kişilerin arzularına veya onların hatırları için Kabe’yi Kudüs’e döndürecek değildir. Hatta, uzak yerleşim bölgelerinde bir çok hacı adayları, o zaman, Kudüs’ü değil Kabe’yi tavaf ediyorlardı ve Mekke yönetimi bu kimseler için su ve yiyecek işlerini düzenleyen bakanlıklar kurmuşlardı. Kabe onlar için kutsaldı ve tecrübe söz konusu olsaydı, Resulullah Kabe’ye dönerdi, orasını kıble edinirdi. Resulullah (as) namazda Kudüs’e yönelirken de bizzat Allah’a itaat ediyordu. Zira kendisine vahyedilenlerden hiç dışarı çıkmaz, vahy gelmeden bir mesele hakkında karar vermezdi. Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “De ki: Ben size, Allah'ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım. De ki: Kör ile gören hiç bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?” (En-am 50) “De ki: Ben ancak Rabbim den vahyolunana uyarım.” (Araf 203) “Onlara âyetlerimiz açık açık okunduğu zaman (öldükten sonra) bize kavuşmayı beklemeyenler: Ya bundan başka bir Kur'an getir veya bunu değiştir! dediler. De ki: Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, bana vahyolunan dan başkasına uymam. Çünkü Rabbim’e isyan edersem elbette büyük günün azabından korkarım.” (Yunus 15) “De ki: Ben peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” (Ahkaf 9) Vahyedilenden başkasına uymam diyen Resulullah’a, hayır, uyabilirsin deyip de Kudüs’e dönmesini kendi arzu ve hevasına bağlayanlar hata etmişlerdir. Eğer Resulullah kendi heva ve hevesine uyduysa bu kıbleden, yani Beyt-ül Makdis kıblesinden memnun olması gerekirdi. Oysa Resulullah yahudilerin çıkardığı dedikodulardan dolayı kıbleyi, İbrahim’in kıblesi olan Kabe’ye dönmeyi çok arzu ediyordu. Şöyle buyuruyor yüce Rabbimiz: “(Ey Muhammed!) Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu (yücelerden haber beklediğini) görüyoruz. İşte şimdi, seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzlerinizi o tarafa çevirin. Şüphe yok ki, ehl-i kitap, onun Rablerinden gelen gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapmakta olduklarından habersiz değildir.” (Bakara 144) Bu ayetle, Resulullahın Medine’de yöneldiği Beyt-ül Makdisten değil de, gönlünün Kabe’yi arzuladığı açıktır. Eğer Beyt-ül Makdise kendi isteğiyle dönmüş olsaydı, neydi onu Kabe’ye dönmekten men eden şey? Neden Beyt-ül Makdise kendi isteğiyle döndüğü gibi Kabe’ye de dönmüyordu? Elbette ki Allah’ın emrini bekliyordu. O her iki yöne de Allah’ın emriyle dönmüştü. Zaten bundan öte bir yetkisi de yoktur. 4. DELİL: Nadiroğullarının Peygamber Efendimizi öldürme teşebbüslerinden dolayı, Müslümanlarla, Nadiroğulları arasında savaş olmuştur. (İbni Kesir, c.14, s.7800.7804) Bunun üzerine, Allah Resulü, Nadiroğulları’nın sağlam kalelerini muhasara etmiş, onların ümitlerinin kesilmesi ve teslim olmaları içinde, Nadiroğullarının hurmalıklarının belli bir bölümünün kesilmesini emretmişti. Bunun üzerine hurmalıkların bir kısmı kesilmiş, fakat daha sonra aralarında ihtilaf çıkmıştır. Resulullah’a gelip “Ey Allah’ın Resulü, kestiğimizden dolayı bize bir vebal, bıraktığımızdan dolayı da bir günah var mı?” diye sormuşlardır. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle Haşr suresinin 5. ayetini inzal buyurdu. (Lubabun nukul s.214, İbn Kesir c.14 s.7804) İnen bu ayetle Cenabı Allah müminlerin düşmüş olduğu meseleye çözüm getirmiştir. Ayette Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Hurma ağaçlarından, herhangi birini kesmeniz veya olduğu gibi bırakmanız hep Allah'ın izniyledir ve O'nun yoldan çıkanları rezil etmesi içindir.” (Haşr 5) Ayetin ifadesinde de açıkça anlaşılacağı gibi, müminlerin arasında tartışmaya yol açan hurmalıkların kesilmesi, bizzat Allah’ın emriyle olmuştur. Kur-anın her hangi bir yerinde hurmalıkların kesilmesi hakkında daha önceden inzal olan bir ayet yoktur. Olaydan, yani tartışmadan sonra konuyla ilgili inen bu ayet tekdir. O halde Resulullah, Allah’ın izniyle olan bu hurmalıkların kesilmesi emrini, Kur-anda olmayan bu vahyi, vahyi gayri metluv olan vahyin ikinci yoluyla almıştır. Ne var ki, konuyu gereği gibi anlayamayanlar bu hususta da hataya düşmüşlerdir. Müsteşriklerden veya Müslüman evlatlarından olan inkarcılar şöyle bir itirazda bulunmaktadır: “İlk bakışta tamamen doğru gibi görünen bu mantık yürütmenin, ayet yakından incelendiğinde tartışmalı bir hal aldığı görülmektedir. Zira ayetten, ileri sürülen mananın çıkarılması “izin” kelimesine, “müsaade etmek” anlamı verilmesi esasına dayanmaktadır. Ancak bu kelime Arapça da bu anlamda kullanılmakla beraber, onun asıl anlamı “bilmek, bilgisi dahilinde olmaktır.” (İslam düşüncesinde sünnet, Hayri Kırbaşoğlu s. 265), diyen yazar, söz konusu ayetin, ancak ilk anlamı kabul edildiği takdirde delil olabileceğini öne sürmekte ve Mevdudi’den bir nakil alarak, kesme emrinin Resulullah’a ait olduğunu söylemektedir. (age, s.266) Doğrusu mezkur delilde öncelikli itirazın Müslümanlar tarafından geliyor olması bizi üzmektedir. Üstelikte hatalı olarak. Olaya dikkatlice bir bakalım: Allah Resulünün emriyle sahabe hurma ağaçlarının bir kısmını kesmişlerdir. Ama daha sonra aralarında ihtilaf çıkmıştır. Konuyu Allah Resulüne arz ederek bir günah işleyip işlemediklerini sormuşlardır. Zira bu onlara ağır gelmişti. (Lubabun nukul s.214) Bunun üzerine Cenab-ı Allah, sahabenin bu ihtilafına dair vahy göndermektedir. Dikkat edilirse, vahiy sahabenin söz konusu durumuna binaen iniyor. O da, acaba “Biz hatamı ettik, bir günaha mı girdik” demeleridir. Buna göre ayetin ifade edeceği husus, “Hayır, bu sizin yaptığınız işten dolayı size bir günah yoktur. Zira bu, benim emrim ve müsaademle olmuştur.” şeklinde olacaktır. Yani mesele, Allah’ın olan şeylerden haberdar olması meselesi değildir. Bu yüzden ayetteki “izin” kelimesine Allah’ın olan şeylerden, yani hurma kesilmesi hadisesinden haberdar olması ve bilgisi dahilinde olması manasını veremeyiz. Çünkü bu mananın, sahabenin yaptığı ve aralarında çıkan “günah mı ettik acaba” tartışmasına cevap olacak bir konumu yoktur. Eğer Allah Zülcelalin bir şeyden haberdar olması, o şeyin helal olduğuna delalet ediyorsa, Allah sarhoşun içkiyi içtiği anda da onun bu içişinden haberdardır, ve bunun da o içkinin helal olduğu anlamına gelmesi gerekirdi. Oysa içkinin haram olduğu bellidir. Yani Allah Zülcelal, her kötülüğün yapıldığı esnada ondan haberdardır. Ama Rabbimizin bir şeyden haberdar olması onun helal ve caiz olduğuna delalet etmez. Bu yüzden ayetteki “izin” kelimesi bu davranışlarının bizzat Allah tarafından müşahede edilmiş, izin verilmiş olması manasına alınması ayetin sebebi nüzul açısından uygun olanıdır. Zaten izin kelimesinin müsaade etmek manasına geldiğini beyan eden lügatlerde onun bir şeyi helal kılmak, birine veya birilerine söz konusu meseleyi mubah kılmak anlamlarının olduğu da belirtilmiştir. (Mu’cemul Vasit, bkz.. ezn mad) Ayrıca konunun, Resulullahın ictihadıyla hiçbir alakası yoktur. Zira Efendimiz (as) Allah’ın emri gelmeden bir görüş belirlemez, bir meselede Allah’ın önüne geçerek meseleyi karara bağlama durumu yoktur. Bunu da inşallah ileride açıklayacağız. O Resul (as), Allah’ın emrinden başka bir şeye istinat etmez, Allah’u Tealanın emrini beklerdi. Resulullahın emrinin Allah’tan geldiğini bilen ashabı kiramın aralarında ihtilaf çıkması, onların bu davranışlarından dolayı kimseyi tereddüde düşürmesin. Zira ashab gökten inmiş bir topluluk değildir. Onlar da bizim gibi bir beşerdirler. Sahabenin ihtilafına sebep olan nokta şudur: Resulullah yağmacılığı nehyetmişti. Ben-i Nadir gazvesinde ki savaş bir hiledir. Peygamber efendimiz bir ara sahabesine, hurmalıklardan belli bir bölümünü kesmeyi emretmiştir. Bunun üzerine Nadiroğulları kalelerinden yüksek sesle şöyle bağırdılar: “Ya Muhammed doğrusu sen, bozgunculuğu yasaklar ve bozgunculuk yapanı kınardın. Hurmaları kesmek ve yakmakta ne oluyor öyleyse? (İbn Kesir,c.14,s.7801,7804) Ağaçlardan bir kısmını kesmekte olan sahabe onların bu sözünü duyunca bazı kimselerin de bu sözden etkilenerek aralarında çıkan bu ihtilaftan kalplerini ve gönüllerini tatmin etmek, günahtan emin olmak için meseleyi Resulullah’a arz ederler. Cevap yüceler yücesi Allah Tealadan gelir ve yaptıklarının bizzat kendi izni ile olduğunu Resulüne belirtmiştir. 5. DELİL: Kur-anda cenab-ı Allah hikmet kelimesinden bahsetmektedir. Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “(İbrahim dedi ki) Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden senin âyetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder.” (Bakara 129) “Nitekim kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitabı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Resûl gönderdik..” (Bakara 151) “Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkardan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (Ali İmran 164) Yukarıdaki ayeti kerimelerde Kur-anla beraber hikmeti zikretmekte, Allah zülcelal Kur-anın lisanı olan Arapça gramerinde atıf vav’a mugayyeratı yani ayrıklığı gerektirir. (Hucciyetus sünne, Abdulgani Abdulhalık s. 297) Dikkat edilirse yukarıdaki ayetlerde ( tabi ki Arapça gramerinde) atıf vav’ı bulunmaktadır. Yani hikmet Kur’andan ayrı bir şeydir. Cenab-ı Allah ta bu muradını Arapça’nın malum kaidesi ile beyan buyurmuştur. O halde nedir bu hikmet ve ne anlama gelmektedir? Bizim ve sizin oturup ta hikmete bir takım manalar yüklememizin elbette ki bir anlamı olmayacaktır. Hikmetin manasında, asıl olan ona şer-i nasların yüklediği anlamdır. Kur’an veya sünnetin bir kelimeye yüklediği mananın ötesinde, insanların o manaya çeşitli anlamlar vermesi hiç bir şey ifade etmeyecektir. Biz de burada hikmetin manasının ne olduğunu yine Kur’an ve sünnetten aramamız gerekir. Burada önemle şunu da vurgulayalım ki, bizim burada manasını öğrenmek istediğimiz hikmet, yukarıda mealini verdiğimiz ayetlerdeki hikmettir. O halde hikmet nedir? İslam, yapılan fütuhatla yayılmış, İslam devleti bir takım coğrafyalara hakim olmuş ve elde edilen ganimetlerle Müslümanlar mal mülk sahibi olmuşlardı. Bunu gören Peygamberin eşleri olan annelerimiz de bundan bir nasip almak ve böylece bir takım süsler arzu ettiler. Fakat Efendimiz (as) onlara Allah’ın ayetlerinden okuyor ve bir takım sözler söyleyerek nasihatte bulunuyor, onların diğer kadınlar gibi olmadıklarını anlatıyordu. Hem ayet okuyor, hem nasihat ediyordu. Allah’u Teala Ahzab suresinde Peygamberin zevceleri hakkında şöyle buyuruyor: “(Ey Peygamber eşleri) evlerinizde size okunan Allah’ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, her şeyin iç yüzünü bilendir. Ve her şeyden haberi olandır.” (Ahzab 34) İşte hikmet, Peygamber Efendimizin zevcelerine yapmış olduğu mübarek kavli şerifleridir. Yani Allah (cc), Resulünün sözlerine (Sünnete) hikmet adını vermektedir. Kur’an hikmete bu anlamı yüklemiştir. Bazı ayetlerde mecaz olarak değişik manalara gelebilen hikmet kelimesine, çeşitli anlamlar vererek meseleyi geçiştirmek isteyen düşük zihniyete sahip olan kişilere burada cevap vermeyi gereksiz görüyoruz. Zira bizim manasını vermeye çalıştığımız hikmet, Kur’anda geçen bütün hikmet kelimelerinin ortak manası değil, mealini verdiğimiz ayetlerdeki Kur-an ile (kitapla) beraber Resulullah’a verilen hikmet kelimesinin anlamıdır. İşte bu hikmeti, Cenab-ı Allah Peygamber Efendimize verdiğini hatta indirdiğini ifade buyurmaktadır. Ayetlerde bu açıkça beyan buyurulmuştur: “Allah sana Kitab'ı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın lütfu sana gerçekten büyük olmuştur.” (Nisa 113) “Allah'ın âyetlerini eğlenceye almayın. Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini, (size verdiği hidayeti), size öğüt vermek üzere indirdiği Kitab'ı ve hikmeti hatırlayın. Allah'tan korkun. Bilesiniz ki Allah, her şeyi bilir.” (Bakara 231) Nitekim İmam Şafi, Kur-anda zikredilen kitaptan maksadın Kur’an, hikmetten maksadın da sünnet olduğunu beyan etmiştir. (Er-Risale, s.78) (İslam hukukunda Sünnet, Mustafa Sıbai,s.51-52) Nesefi de hikmet kelimesini sünnet olarak tefsir etmiştir. (Medarik, c. 3, s. 303) Ve yine Celaleyn, hikmeti sünnet olarak tefsir etmiştir. (Celaleyn, s. 368) Esasen hikmetin sünnet olduğunu bir çok alim ve müfessir beyan etmiş ve açıklamışlardır. Bu konu için tefsirlere bakılabilir. Bizim buraya kadar zikrettiğimiz Vahyi Gayri Metluv’un vuku bulduğuna dair Kur’an delilleri esasında sünnetin vahiy olduğunu doğrudan doğruya temellendiren delillerdir. Bununla beraber ileride açıklayacağımız konularla, sünnetin vakası zihinlerde iyice berraklaşacaktır. 6. DELİL: Cenabı Allah müminlere orucu farz kılmıştır. (Bakara, 183-184) Oruç, ilk farz kılındığı zaman yatsı namazından sonra başlıyor ve güneş batana kadar devam ediyordu. Yani sahur yoktu ve yatsı namazından sonra kadınlara yaklaşmakta haramdı. (Lubabun nukul, s. 25,27, İbn Kesir, c. 3, s. 728-729) Rivayetler de, bazı sahabelerin Ramazan boyunca eşlerine yaklaşmadıkları ve bu yüzden de nefislerinden korktukları rivayet edilmektedir. (Lubabun nukul, s. 26) Bunun üzerine Allah’u Teala Bakara suresinin 187. ayetini indirdi. Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz. Allah sizin kendinize kötülük ettiğinizi bildi ve tövbenizi kabul edip sizi bağışladı. Artık (ramazan gecelerinde) onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için takdir ettiklerini isteyin. Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yeyin, için, sonra akşama kadar orucu tamamlayın.” (Bakara 187) İşte bu ayetle Allah Subhanehu, mümin kullarına merhamet etmekte, onlara eşlerine yaklaşmalarını ve sahur yemeğini helal kılmaktadır. Zira Allah (cc) müminlerin nefeslerinden korktuklarını ve bu suça irtikap edeceklerini bilmişti böylece indinden bir rahmet olarak bunları helal kılıyor. Kur’anda kadına yaklaşmanın ve sahurun helal kılındığına dair Allah’ın emri mevcuttur. O halde önceki haram emri nerede? Kur’anın her hangi bir yerinde bu haram mevcut değildir. O halde Resulullah bu emri Allah’tan nasıl aldı? Elbette ki vahyi gayri metluv ile. Dikkat edilirse, ayette hakiki manasında bir af geçiyor. Af, yapılan günahı bağışlamak içindir. Günah ise, bir emre aykırı davranıp onu çiğnemekle meydana gelir. Demek ki bu ayetten önce, kadınlara yaklaşma ve sahur yemeği konusunda bir yasak vardı, bir haram hükmü vardır ki bazı kimseler bir hataya düşerek eşine yaklaşmış veya sahur yemeği yemiş böylece günah işlemişlerdir. Allah (cc) onu affediyor ve daha sonrada onlardan bu yükü kaldırıp onlara bu iki hususu helal kılıyor. Şunu önemle belirtelim ki; Cenabı Allah’tan Resulullah’a önceki şeriatı takip etmesiyle ilgili emir gelmeden, Peygamber bir ibadet benimseme, veya öncekilere uyma gibi bir yetkisi yoktur. Zira her peygambere Allah (cc) ayrı ayrı şeriat ve yol vermiştir. (Maide 48) Resulullahın, Rabbinden hangi şeriat, hangi hüküm geleceğini bilmediği için, Allah’ın dininde (Talak 1) her hangi bir hükmü karara bağlaması Resulün elinde, salahiyetin de olan bir şey değildir. Zira din koyucu Resul değil, Allah’tır. (Yusuf 40, Şura 21) Esasen önceki dinlerin hem itikadî yönleri hem de şeriatları bozulmuş, tahrif edilmiştir. Resul de onların sahih oluşundan haberdar değildir. (Yusuf 3, Şura 52) Bu yüzden Resulullah sapık görüşler arasından bulmaca çözer gibi şeriat bulup almakla değil, Allah’ın göndereceği vahye tâbi olmakla görevlendirilmiştir. Nitekim önceki şeriatlar hem akide hem de şeriatça bozuldular ki, Peygamber Efendimize yeni şeriat nazil oldu. 7. DELİL: Fetih süresi Hudeybiye’den ayrıldıktan sonra nazil olan bir suredir. (Tefsir usulü, İsmail Cerrahoğlu, s81; Kur-anı Kerim ve Türkçe Açıklamalı Tercümesi, Ali Özek başkanlığında, s510) Peygamber efendimiz Kabe’yi ziyaret etmek istemiş ama müşriklerin muhtemel bir saldırısından da çekinerek civar kabilelerinde bu ziyarete katılmaları için haber göndermiştir. (Fizilalil Kur-an, Seyyid Kutub, c13 s 420) Fakat bazı kabileler Allah Resulünün bu çağrısına icabet etmemiştir. Daha sonra, Hudeybiye’den iki aydan daha az bir zaman sonra vuku bulan Hayberin fethiyle (age c13 s451) elde edilen ganimetler taksim edilmeye sıra gelince, Hudeybiye’de geride kalıp iştirak etmeyen bu bedevi Araplar da ganimetten pay istemişlerdi. İşte bu konuyla alakalı olarak Cenab-ı Allah şöyle buyurmaktadır: “Siz ganimetleri almak için gittiğinizde seferden geri kalanlar: Bırakın, biz de arkanıza düşelim, diyeceklerdir. Onlar, Allah'ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: "Siz asla bizim peşimize düşmeyeceksiniz! Allah daha önce sizin için böyle buyurmuştur.” Onlar size: Hayır, bizi kıskanıyorsunuz, diyeceklerdir. Bilakis onlar, pek az anlayan kimselerdir.” (Fetih 15) Ayette de görüldüğü gibi Cenab-ı Allah, Resulüne şöyle demesini emrediyor: “De ki: "Siz asla bizim peşimize düşmeyeceksiniz! Allah daha önce sizin için böyle buyurmuştur.” Oysa Cenab-ı Allah’ın önceden indirmiş olduğu böyle bir emri Kur-an da mevcut değildir. Ama, Allah (cc) bunu daha önce buyurduğunu Resulüne bildirdiğine şahadet ediyor. O halde, Allah bunu Resulüne bildirmiştir ki, ayet buna şahittir. Bu bildirisi Kur-an da mevcut değilse o zaman Kur-an dışında başka bir yolla bildirmiştir ki, oda vahyi gayri metluv yoludur. Ne yazık ki bu delile de itiraz eden aynı yazar, delilin istidlal yönünü kitabında yazar usmani den naklettikten sonra şöyle demektedir: “Ancak münafıkların Peygamber ile savaşa çıkamayacağına dair Allah’ın sözü gerçekten Kur-an da yok mudur? Bu soruyu cevaplamak için (Tövbe 83) ayetine bakalım.” (İslam Düşüncesinde Sünnet, Kışbaşoğlu, s 271) Yazarın yukarıda verdiği Tövbe 83 ayetiyle söz konusu tezimizin sahih olmadığını anlatmaktadır. Oysa müfessirler bu ayetin daha sonra indiğinde müttefiktirler. (İbn Kesir, age, c 13 s 7347-7348; Tefsir Usulü, Cerrahoğlu s 87) Yani bizim getirdiğimiz Fetih 15 ayeti delilinde geçen “De ki: "Siz asla bizim peşimize düşmeyeceksiniz! Allah daha önce sizin için böyle buyurmuştur.” ayeti daha önce inmiştir. Bu ayette, Resulullahın münafıklara söylemesi gereken sözü ise, Allah’ın daha önce buyurduğu bildirilmektedir. İşte bu Tövbe 83 ayetinden önce inmesi bizim delilimizin sıhhatini göstermektedir. Zira Fetih 15 ayeti Hudeybiye dönüşü vukuu bulmaktadır. (Fizilalil Kur-an, c 13 s 451; İbn kesir, c13 s 7347) Nitekim Celaleyn ve Medarikte de Fetih 15 ayetinin ilgili olduğu konuyu Hudeybiye ve Hayber meseleleriyle tefsir etmektedirler. (Celaleyn, s470; Medarik c 4 s 159) Ayrıca Osman, İbn. Abbas ve Cafer Sadık’ın nüzul sırasına göre tertip ettikleri mushaflarında Fetih suresinin önce, Tövbe suresinin ise sonra indiği malumdur. (Tefsir Usulü, Cerrahoğlu s87) Tarih olarak belirtecek olursak Hayber Gazvesi 628 tarihinde (İslam Tarihi, Hüseyin Akgül, c 1 s448), Tebük Gazvesi ise 630 tarihinde olmuştur. Nitekim yazarda bu hususu bildiği için bu gerçeğin, itiraz önündeki engeli teşkil ettiğini belirtmiştir. (İslam Düşüncesinde Sünnet, s 271) Fakat görüşünü tutturabilmek için şöyle bir görüş ortaya atar: “Ancak bize göre (Tövbe 83) ayetinin Tebük Gazvesi ile ilgili olduğu görüşünü çözmek durumunda kalacağı bir problem vardır. Bu problem ise şudur: Ayette Peygamber Tebük Gazvesinden döndüğü varsayımına göre yeni bir savaşa çıkacağı zaman, münafıklarında onunla beraber savaşa gitmek için müsaade isteyecekleri ifade edilmektedir. Tarihi bilinen bir gerçektir ki, Tebük savaşı Peygamberin çıktığı en son savaştır ve ondan sonra savaşa çıkmamıştır. Bu durumda münafıkların onunla birlikte savaşa çıkma talebinde bulunmaları mümkün olamayacağına göre, bu ayetin Tebük savaşıyla ilgili olduğu görüşünün doğru olamayacağı sonucuna varmamız pekala mümkündür. Sonuç olarak (Tövbe, 83) ve (Fetih, 15) ayetlerinin kendi içlerinde tam bir uyum içinde olduklarını ve bir birini tamamlayıp açıkladıkları söylenebilir.” (age, s 271-272) Evet, yazara göre Tövbe 83 ayeti şayet Tebük’te inseydi Allah (cc) bir ihtimalden bahsetmeyecekti. Dolayısıyla bu ayet Tebük Gazvesinde inmemiştir. Yazarın “Tarihi bilinen bir gerçektir ki...” diyerek tarihe güven duyup delile itiraz ederken o güvendiği tarihin bu ayetin Tebük Gazvesinde indiğine şahitlik etmesine de güven duymasını en azından durumun böyle olması hasebiyle, acaba telifi kabul bir durumun olup olmadığını araştırması gerekirdi. Ne yazık ki yazar burada bir düşünce hatası yapmıştır. Ama bu basit hataların faturası çok büyük olmaktadır. Öyle ki alimin zellesi çok şeyler yıkıverir. İşte bu yüzden ilim meydanında söz söyleyeceklerin sözlerini söylemeden önce düşüncelerini defalarca gözden geçirmeleri gerekir. Şimdi ayete dikkatlice bakalım, Cenab-ı Allah burada Resulü vasıtasıyla münafıklara hitap etmektedir. Ayetteki esas alınan bakış açısı, ezeli ilme sahip olan Allah’ın bakış açısı değil, münafıkların bakış açısıdır. Yani Cenab-ı Allah burada, bir daha savaş olacakta onun için şöyle böyle demiyor. Burada ki kasıt şudur: İnsanoğlu gaybı bilecek değildir. (Al-i İmran 179, Cin 26-27) İşte bu yüzden münafıklar Resulün hayatının son savaşı olduğunu da bilmiyorlardı. “Eğer bu yüzden onlar, ganimetlere kavuşmak için sana gelirde başka savaşlar için senden izin isterlerse böyle bir talepte bulunurlarsa ey habibim, söyle onlara ki onlar seninle savaşa çıkamayacaklardır.” Ayetten Cenab-ı Allah’ın kastettiği bir daha savaşın vuku bulup bulmayacağı açısı değil, eğer müşrikler böyle bir iddia da bulunurlarsa Resulün söylemesi gereken şeyi Allah’ın tespit etmesi, bu söyleyeceği şeyi Resulüne talim etmesidir. Ve bu konuda ayet açıktır: “Eğer Allah seni onlardan bir grubun yanına döndürürde (Tebük seferinden Medine’ye dönerde başka bir savaşa seninle beraber) çıkmak için senden izin isterlerse deki; benimle beraber asla çıkamayacaksınız.” Müfessirlerinde Tebük Gazvesi ile alakalı olarak tefsir ettiği bu ayette (Celaleyn s 187, Medarik c 2s 139) Cenab-ı Allah, münafıkların hevesini gırtlaklarına düğümlüyor ve onlara layık oldukları sözü söylemesi için nebisine “bizimle beraber asla çıkamayacaksınız.” demesini istiyor. Demek ki mesele, Allah’ın (cc) ezeli ilmiyle, bir daha savaş olacağını bilmesi değil, münafıklar böyle bir arzuda bulunursa, Resulün söylemesi gerekeni ona öğretmesidir. Buradan da anlaşılıyor ki; yazarın iddiası, hatalı bir düşünceye istinad etmektedir. 8. DELİL: İlahi sıfatlara sahip tek varlık, Allah Zülcelaldir. İnsanların davranışlarını haram-helal yönünde kayıt altına almak ilahi bir sıfatı iktiza ettiği için bunu yapacak tek varlık da Allah’tır. Allah (cc) sıfatlarında hiçbir kimseyi ortak etmediği için haram ve helal belirlemede de tektir ve bunun tersi bir düşünceye sahip olanları da kınamıştır. “Yoksa onların, Allah'ın izin vermediği bir dini getiren ortakları mı var? Eğer erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz zalimlere can yakıcı bir azap vardır.” (Şura 21) İşte sıfatlarında hiçbir ortak tanımayan Allah Sübhanehu, Resulünü kendine ortak tanımamış, bilakis onu da koyduğu dine itaatle sorumlu tutmuş ve bu yüzdende Peygamber Efendimize hitaben: “De ki: Ben, Rabbim'e isyan edersem gerçekten büyük bir günün (kıyametin) azabından korkarım.” (En’am 15) buyurmuştur. O halde dinin kaynağı Kadiri Mutlak Allah (cc) dır. Resul, Rabbimizin emirlerinden bize ulaşmasında kul ile Allah arasında bir elçidir. Dinin bir kısmında Allah’a ortak değil. Diğer bir ifadeyle Resul, Allah’ın mücmel olarak bildirdiği bir hükmü, tecrübesi veya başka herhangi bir anlayışıyla yorumlama, tefsir etme, değerlendirme veya yönlendirmede bulunamaz. Aksi taktirde Resulü, kendi değerlendirdiği düşüncesine itaatten sorumlu tutulması söz konusu olup, Allah insanlara şirk koşmayın derken bizzat kendisi bir aday teklif etmiş olacaktır. Bu konunun daha iyi berraklaşması için biz, Peygamberliğin vakıasını ileride tekrar ele alacağız. Ama burada hararetle vurgulamak isteğimiz nokta, dinin koyucusunun ancak Allah Zülcelal olduğudur. Resulün Rabbinden gelen dine hiç kendi indinden belirleme yetkisi yoktur. İnsanlığa ışık tutmuş, onları saadete ulaştırmış ve ulaştıracak olan Kur-ana herhangi bir şey eklemesi mümkün müdür, desem siz elbette ki hayır, diyeceksiniz. Esasen doğrusuda budur. Peki, bu Kur-anın açıklamasında Resul, acaba kendi indinden bir şey katıp onu kendi tecrübe veya başka herhangi bir anlayışıyla yorumlama, tefsir etme, değerlendirme veya yönlendirmede bulunabilir mi, desem ne dersiniz? Dinin yegane kaynağı olan Allah’u Teala, dinin mücmel ifadeleri kendine has kılıpta acaba geri kalanını Resulün inisiyatifine mi terk etti? Vacibül Vücut olan Allah’a iman eden her müminin buna vereceği yegane cevap “Hayır” olacaktır. Çünkü Kur-ana bir şey eklemesine Allah’ın razı olmadığı gibi Resulun eklemesi, Kur-anın tefsiri, açıklaması yani beyanında da olmayacaktır. Nitekim Cenab-ı Allah Kur-anın beyanının kendisine ait olduğunu bildirmektedir. “(Resûlüm!) Onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma. Şüphesiz onu, toplamak (senin kalbine yerleştirmek) ve onu okutmak bize aittir. O halde, biz onu okuduğumuz zaman, sen onun okunuşunu takip et. Sonra şüphen olmasın ki, onu açıklamak da bize aittir.” (Kıyamet 16-19) Dini oluşturan iki kaynağının Kur-an ve onun açıklaması olan sünnetinde yalnız kendisine ait olduğunu bildiren Allah (cc) din alanında da Resulüne ortaklık teklif etmemektedir. Resulünde diğer insanlar gibi bir kul olduğunu ve Rabbisinden vahyedilene uymakla görevli olup cehennemin münziri ve cennetin de mübeşşiri olduğunu Allah (cc) Kur-anda buyurmaktadır. “De ki: Ben ancak Rabbimden bana vahyolunana uyarım.” (A’raf 203) “De ki: Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam. Çünkü Rabbime isyan edersem elbette büyük günün azabından korkarım.” (Yunus 15) Resulün vahiyden başkasına uyacak hali yoktur. Şimdi, şöyle bir soru soralım: Eğer Resul, Allah’ın Kur-anını kendi tecrübe ve bilgisine dayanarak açıklamış olsaydı ve yanlışlık yapsaydı, bir konuda Allah’ın muradının hilafına beyanda bulunsaydı, Kur-anın manasını değiştirerek nefsinden bir şey uydurmuş olmazmıydı? Ve böylece, vahye uymamış, fakat tecrübesine uymuş olmayacak mıydı? Oysa Allah (cc) yukarda ki ayetlerde onun durumunu belirtip Resulünün vaziyetini o hal üzere ikrar buyurmuştur. Zira Allah, şayet Resul din adına bir şey söyleseydi onu helak ederdi. Ama Resulün nefsinden dini yorumlamasını kabul edipte sonucu Allah’ın sözünü tatbik etmemesine bağlamak, Allah’a kudret noksanlığı atfetmek demektir. (İbn Kayyım el-Cevziyye, Et-Tibyan Fi Aksamil Kur-an) Oysa Allah’u Teala Kur-anda Resulünün, Allah’ın kendi dininde söylemediği bir şeyi söylemesi halinde Resulünü ani bir ceza, dünyevi bir azapla helak edeceğini belirmiştir: “Eğer (Peygamber) bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı, Elbette onu kıskıvrak yakalardık. Sonra onun can damarını koparırdık (onu yaşatmazdık). Hiçbiriniz buna mâni de olamazdınız.” (Hakka 44,47) Peygamber Allah’ın dininde, Allah Zülcelalin bir vahy gelmeden söz söylemeye yetkisi yoktur. İşte Resulullahın içtihad etmediği hakikatı ve gerçeğinin esprisi de burada yatmaktadır. Zira, Peygamber bile Allah-u Tealanın nefsinde olanı bilemeyeceğini Kur-anda bildiren Allah’ın dininde, Resul, bilemediği Allah’ın zatındaki hükmü beklemeden meseleyi bir karara bağlaması, görüş belirtmesi, o husustaki Allah’ın muradını, kastını, değiştirmek ve aksi bir yöne de karara bağlaması demektir. Bu ise, Resul için olacak şey değildir. “Onlara âyetlerimiz açık açık okunduğu zaman (öldükten sonra) bize kavuşmayı beklemeyenler: Ya bundan başka bir Kur'an getir veya bunu değiştir! dediler. De ki: Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam. Çünkü Rabbime isyan edersem elbette büyük günün azabından korkarım.” (Yunus 15) İşte, buradan hareketle diyoruz ki Resulullah, vahyin geciktiği zamanlarda içtihad da bulunup, o hususu kendi görüşüyle bir karara bağlardı, şeklinde düşünenler, Allah’ın ortak tanımadığı şu dini mübinin de, yukarda ki saydığınız bütün ayetlerin hakikatlerine rağmen vahiyden başka hiçbir şeye uymayıp, Allah’tan vahy gelmediği zaman kendisine meseleler sormaktan sahabesini men eden Allah Resulüne (İslam Fıkhında Rey Taraftarları, M. Esad Kılıçer s16-17), Allah’ın sözünün önüne geçerek indinden görüş belirtme cehaletini caiz görmüşlerdir. O halde diyoruz ki, Allah’ın külli kaideler içeren Kur-anından ayrı olarak yapılacağını belirttiği Kıyamet suresinin 19. ayetinde ki beyan görevi yine Allah’a aittir. Ve bunu da Resul insanlara Allah’tan alarak belirtecektir. Nitekim Begavi’nin Buhari’den yaptığı bu ayetin tefsiriyle ilgili rivayet: “Onu senin dilinle beyan etmek bize aittir.” (Lubabut Tevil Fi Meanit Tenzil, Alauddin Ali Muhammed b. İbrahim Mu’cemut Tefasir adlı tefsir kitabının 6 cildinde mündemiçtir. S412) şeklinde geçmektedir. Lubabut Tevil Fi Meanit Tenzil adlı tefsirin sahibi ise bunu şöyle tefsir eder: “Yani onu, senin dilinle insanlara beyan etmek bize aittir. Böylece de sen Cibrilin sana okuduğu gibi sende bunu insanlara okursun. Ve yine bu ayet şöyle de tefsir edilmiştir. Eğer Kur-anın herhangi bir manası kapalı gelirse onu sana biz beyan ederiz. Kur-anda ki ahkamı, helalı, haramı beyan etmek bize aittir.” Beyan lügatte, bir şeyin hakikatini, içyüzünü gösteren söz demektir. (Mu’cemül Vasit bkz. B-Y-N mad.) Demek ki, Kur-anın külli kaideler içeren ayetlerini açıklayacak beyanda Allah Azze ve Celleye mahsustur. Din belirleme, dini kaideler belirleme ancak, Allah’a mahsustur. İşte insan hayatını dini kaidelerle, haram-helal yönünde kayıt altına almak Resulün indinden değil, Allah’ın indinden olacaktır. Bu kaidelerde iki türlüdür; biri Kur-an, diğeri de Kur-anın beyanı sünnet. Resul, bu iki kaynağı insanlara ulaştırmakla mesuldür. (Maide 67) İşte bu hakikati ifade ederek Allah Resulü şöyle buyuruyor: “Dikkat edin bana Kur-an ve benzeri verildi.” (Ebu Davut Süneni 6) Ne var ki, sünnet münkirleri bu hadisle alay etmişler, duydukları zaman gülüp geçmişlerdir. Alay ettikleri şeyin bizzat Allah’ın dininden kati olarak küfrü icap ettirdiğini düşünerek onların bu hallerine bakan insanlar, niyetlerinde samimi olmadıklarını ve hakikatleri onların kalplerine gösterme imkanına kavuştukları hallerde yüzlerinin kızarıp inkarlarında devam ettiklerini görmek mümkündür. Oysa Resul, bana Kur-an verildi ve birde benim onun gibi bir benzeriyle dine ekleme yapma hakkım var, demedi. Bilakis, “Bana Kur-an ve benzeri verildi.” Yani Allah (cc) bana bu iki yönlü vahiyde bulundu demek istemiştir. 9. DELİL: Acaba Peygamber (sav) rüyalarında vahiy alırlar mıydı? Kur-an bu soruya “evet” diyor. Kur-ana dayanan İslam uleması da evet, demektedirler. (Süheyli-Ravd c.2,s.395; İbn Seyyid, Uyun, c.I,s.90; Ayni, umdetul Kari, c.2,s.40; Kastalani, Mevahib, c.I,s.56; Halebi, İnsan, c.I,s.419; Zürkani, Mevahib Şerhi, c.I,s.230, Peygamberler tarihi, M. Asım Köksal, c.I,s.18’den naklen). Bir rivayette ise nebilerin gördükleri rüyaların uyanıkken aldıkları vahiy gibi vahiy olduğu hakikati malumdur. (Medarik, c.4,s25; Peygamberler Tarihi, Köksal, c.I,s.18). Kur-anda İbrahim ve İsmail’den bahsedilir. İbrahim ve oğlu arasında geçen konuşmayı Kur-an şöyle anlatmaktadır: “Babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa erişince: Yavrucuğum! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin? dedi. O da cevaben: Babacığım! Emr olunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun, dedi.” (Saffat,102) Ayette Rabbimizin de işaret ettiği gibi, İbrahim (as) Allah’tan gelen emri, rüyasında görmektedir. Demek ki, bir nebi rüyasında da Allah’tan emir alabilmektedir. Oysa bu emir İbrahim’in Mushaf’ında yazılı değildi. Rüyada vahiy almak, elbette ki sadece İbrahim’e mahsus bir şey değildir. Son Nebi Muhammed (sav) Efendimiz de uykusunda yüce Rabbisinin vahyine mazhar olmuş, gözlerini kaparken bile O, aydınlık nur ikliminin çağladığı pınardan yudum yudum içmiştir. O (as), uykusunda dahi hitabı ilahiye mazhar oluyordu. Yüce Rabbimiz, Resulünün rüyasında kendi vahyine mazhar oluşunu şöyle ifade buyuruyor: “Hani sana: Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır, demiştik. Sana gösterdiğimiz o görüntüleri ve Kur'an'da lânetlenen ağacı, ancak insanları sınamak için meydana getirdik. Biz onları korkuturuz da, bu onlara, büyük bir azgınlıktan başka bir şey sağlamaz.” (İsra, 60) Cenabı Allah, Resulüne gösterdiği vahyin mevzusunu Kur-an da belirtmemektedir. O halde soruyoruz; “Peygambere Kur-an dan başka Allah’tan bir vahiy, bir bildiri gelmemiştir diyenler, acaba Kur-anın nida ettiği şu hakikatleri inkar etmenin ve bu fikirlerle ümmeti Muhammed’in gönüllerini zehirleyerek dini tahrif etmelerinin hesabını nasıl verecekler?” Allah, insanları çeşitli vesilelerle imtihana çeker. Bazen Resulün gördüğü rüya ile, bazen başka bir yolla. İşte bazen de Resulünün Kur-an’dan ayrı olarak bildirdiği vahyi gayri metluv çerçevesinde emirlerine ittiba edip etmemeleriyle imtihana çeker. Dileriz Rabbimiz bu gibi kimselere hidayet verir. 10. DELİL: Allah Resulü bir önceki ayetle ifade edildiği gibi Cenabı Allah’tan bir defa rüya yolu ile vahiy almış değildir. Allah’u Teala Kur-anda Resulüne gösterdiği bir başka rüyadan bahsetmektedir. Şöyle buyuruyor yüce Rabbimiz: “Andolsun ki Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir. İşte bundan önce size yakın bir fetih verdi.” (Fetih 27) Bu ayette de Allah’u Teala, Resulünün rüyasının mevzusunu Kur-anda bildirmemiştir. Ama ona bir rüya gösterdiğini beyan buyurmaktadır. Resulünün gördüğü bu hak rüyayı Allah (cc) tasdik etmektedir. Kur-an’a bile inanmakta yollarını şaşırmış insanlar için biz, tafsilatıyla alakalı rivayetlere girmeye gerek görmüyoruz. 11. DELİL: Allah (cc), Enfal suresinin başında, ganimetin kendisi ve Resulüne ait olduğunu beyan eder. Sonrada Müminlerin vasıflarından bahseder. Daha sonra Cenabı Allah Müminlerin halleri ile bir teşbihte bulunur ve Bedir Savaşı öncesine döner. Şöyle buyurur: “(Onların bu hali,) müminlerden bir gurup kesinlikle istemediği halde, Rabbinin seni evinden hak uğruna çıkardığı (zamanki halleri) gibidir.” (Enfal 5) Biz esasen önceki delillerimizde Nebinin, sadece vahye uyduğunu, vahye göre hareket ettiğini bazı ayetlerin eşliğinde izah etmiştik. İşte buradan da Cenabı Allah’ın gönderdiği emirle Resulullah Bedir Gazvesine çıkıyor. Cenabı Allah, emriyle yola çıkan Resulünün çıkışını; “....Rabbinin seni evinden hak uğruna çıkardığı...” ifadeleri ile izah ediyor. Kur-anda Allah’u Tealanın bu emri, Resulüne çıkması için gönderdiği bu vahyi mevcut değildir. O halde, Resulün (as), evinden çıkmasını emreden Allah’ın vahyi Peygamber Efendimize vahyi gayri metluv olarak gelmiştir. Oysa; Allah Resulü bir işte kendisinden izin isteyene izin verebileceğine dair Allah Zülcelalin emri gelmiştir. (Nur, 62) Fakat, Resulullah, burada, Bedir’e çıkışta bazı kimselerin çıkmaya hiç de gönlü olmadığı halde, onlara izin vermedi. Nitekim Allah’u Teala bunu Kur-anda açıkça belirtmektedir: “(Onların bu hali,) müminlerden bir gurup kesinlikle istemediği halde, Rabbinin seni evinden hak uğruna çıkardığı (zamanki halleri) gibidir. Hak ortaya çıktıktan sonra sanki gözleri göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi (cihad hususunda) seninle tartışıyorlardı.” (Enfal 5-6) İstişare etmesi istenen Allah Resulüne savaşmaya zorlayan, istişare sonucuna uydurtmayan, fakat Müminleri razı edene kadar onları dinlemeyen ve nihayet kılıçları çektirene kadar direttiren şey neydi? Allah (cc); “istişare et” “izin isteyene izin ver” derken, Müminleri savaşa sokup ta onlardan bazılarının ölümüne sebep olmak bir Peygamber için olacak şey değildir. Yoksa Resul, Allah’ın emrine isyan etmiş (haşa), Onun emrinin önüne geçecek, dinde dilediği gibi hareket etme, inisiyatifini mi ortaya koymuştu? Hayır! Bunların hiç biri değildir. Vahiyden başka hiçbir şeye tâbi olmadığına şahitlik eden Allah (cc), Resulünün kervan değil orduyla savaşmasını emretmiş, bu hususta Allah’ın önceden sonuca bağladığı muradı yerine getirilmiştir. Yani Resule savaşa çıkması için vahiy gelmişti. Oysa Kur-anda böyle bir vahiy mevcut değildir. Gerek bu vahiy gerekse Allah’ın (cc) vaat ettiği “iki taifeden biri” müjdesi Kur-anda mevcut olmayıp vahyi gayri metluv yoluyla gelen vahiylerdir. Şöyle buyuruyor yüce Allah: “Hatırlayın ki, Allah size, iki taifeden (kervan veya Kureyş ordusundan) birinin sizin olduğunu vadediyordu; siz de kuvvetsiz olanın (kervanın) sizin olmasını istiyordunuz.” (Enfal 7) Mealini verdiğimiz bu ayette cenabı Allah’ın daha önceden vaat ettiği “iki taife” sözü vardır. (Geniş bilgi için tefsirlere bakılabilir) Bu iki taifeden maksat biri kervan, diğeri de Ebu Cehil’in başkanlığında gelmekte olan ordudur. Cenabı Allah, önceden karara bağladığı, bunun tahakkuku için Resulünü evinden hak ile çıkarıp Bedir meydanında buluşturduğu küfür ordusunun arkasını kesmeyi önceden murad etmişti. Allah (cc) bu orduyu istiyordu. Bunun içinde Müminlere: “Hatırlayın ki, Allah size, iki taifeden (kervan veya Kureyş ordusundan) birinin sizin olduğunu vadediyordu;” şeklinde hitapta bulunuyor. Bu hitap, Kur-anda daha önce geçmiş bulunmaktadır, yani, Allah’ın “yaptım” dediği hitabı Kur-anda yoktur. Çünkü bu hitap vahyi gayri metluv ile bildirilmiş, cenabı Allah, bu yolla Müminlere vaatte bulunmuştur. 12. DELİL: Devam eden ayetlerde Allah’u Teala, karşılaşan iki ordunun durumundan bahsetmektedir. Müminler kendilerinin az, kafirlerin çok olduğunu gördükleri zaman yegane dayanakları olan Allah’a dua etmekteler. Onlarla beraber Resulullah ta dua etmektedir. Geçmişte olan bu hadiseyi müminlere anlatan ve böylece onlara olan nimetini hatırlatan Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Hatırlayın ki, siz Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da, ben peş peşe gelen bin melek ile size yardım edeceğim, diyerek duanızı kabul buyurdu.” (Enfal 9) Oysa Kur-anda bu vaat mevcut değildir. Zira bu vaat de Cenabı Allah’ın, Kur-anda değil vahyi gayri metluvla vahiy etmiş Resulüne bildirmiştir.BağlantıSÜNNET - VAHY İLİŞKİSİ VE PEYGAMBERLİĞİN VAKIASI
OTORİTE
Güç (otorite) bilindiği gibi, zihni güç ve bedeni güç olarak iki kısımda mütala edilebilir. Zihni güç, fikren güçlü olmakla eş anlamlıdır. Fikri güçlülük, eşya hakkında taşınılan fikirlerin üzerine taalluk ettiği şeyin tabiatına uygunluğu ile doğru orantılıdır. Şeyin gerçeğini ifade eden fikir doğru ve sağlam fikirdir. Bu fikri taşıyan, fikrin ifade ettiği anlama ikna olmuş ve kalbi de bunu doğrulamışsa bu takdirde bahis mevzu fikir insanda davranış haline dönüşür ve bir yaşam tarzı (life style) olarak belirir. Kişinin ahlakını oluşturur. ************************************** Onun için insanlığa diyoruz ki bu fikrin üzerine yoğunlaşın ki kurtuluşa eresiniz. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. **************************** Bu açıklamayı yayınlamamak,tutuculuğun,hazmedememenin bir tezahürüdür. ************************* Resulullah’ın Kur’an’da bulunanlardan başka vahiy almadığı bilindiğine göre, bu ve diğer kendisine ait sözlerinin kökünü Kur’an’da aramak durumundayız. ******************** Bu görüş yanlıştır.Alimin bilgi yetersizliğinden kaynaklanmaktadır. ********************************** Peygamber (sav)’e Kur’an'dan başka vahiy geldi mi? http://www.islamdevleti.info/kitaplar/Sunnet_Vahy_iliskisi/index.htm “Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu Peygamber'e açıklayınca, Peygamber bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber bunu ona haber verince eşi: Bunu sana kim bildirdi? dedi. Peygamber: Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi, dedi.” (Tahrim 3) *** Yani Resulullahın eşine bildirdiği kısım ile bildirmediği kısmın metni Kur-an’da yoktur. Vahiy ise Allah’ın Resulüne olan bildirilerini taşır. İşte, yine böyle bir bildiriyi getirmiş olan Allah’ın vahyi, metniyle Kur-an’da mevcut olmayıp “vahyi gayri metluv” vahiyle Resulullah’a bildirilmiştir. Allah bildirdiğine şahadet ederken, Resul de “Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi”. (Ahzab 53) derken artık bundan öte bir kimsenin, Kur-anın iki kapağı arasından başka bir vahyin Resulullah’a gelmediğini söylemesinin, La ilahe illallah, Muhammedun Resulullah, şahadetiyle bağdaşabileceğini söylemek mümkün değildir.BağlantıOtorite sahibi olmanın kaynağında güç sahibi olmak yatmaktadır. Hükmetme, hükmedebilecek güce sahip olmanın adı olduğuna göre… Bu güç ya otorite sahibinin bizâtihî kendisinde bulunur ya da ot…
SÜNNET HALKALARI
Allah Peygambere uyulmasını, yâni onun misyonu olan sünnetin tâkip edilmesini emreder: “Biz elçilerden hiç kimseyi ancak Allah’ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir şeyle göndermedik. Onlar (insanlar) kendi nefislerine zulmettiklerinde şâyet sana gelip Allah’tan bağışlama dileselerdi ve elçi de onlar için bağışlama dileseydi, elbette Allah’ı tevbeleri kabûl eden, esirgeyen olarak bulurlardı. Hayır öyle değil; Rabbine andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiç-bir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça îman etmiş olmazlar” (Nîsâ 64-65). “De ki: ‘Eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana uyun; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir” (Âl-i İmran 31). ****************************************** SÜNNET - VAHY İLİŞKİSİ VE PEYGAMBERLİĞİN VAKIASI SÜNNET; KUR’AN GİBİ TEFEKKÜR, SİYASET VE TEŞRİ İÇİN KAYNAKTIR ******************************************* Kişi kendi nefsi için kişisel bir terbiye uygulayabilir ve ahlâklı bir insan olabilir belki fakat hem ahlâkın kemâle ermesi, hem de toplumsal terbiyenin yapılabilmesi için cemaât şarttır. Böyle bir toplum elzemdir. Zâten Kur’ân da böyle bir toplumun bulunmasını ister: “Sizden; hayra çağıran, iyiliği (mârufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır” (Âl-i İmran 104). ******************************************* Sahih bir siyasi kitle ile çalışmanın farziyeti Doğru sahih bir kitlede bulunması gereken özellikler ********************************************************BağlantıYapmamız gereken şey, kişisel yada toplu olarak Kur’ân’ın bilgisine-bilincine varacak çalışmalardan sonra; Kur’ân’ın emirlerini yerine getirecek bir toplumun oluşmasıdır. Bu toplum, plânlar yapıp k…
İSLÂM DÜŞÜNCESİNDE TEVHİD – İBN TEYMİYYE ÖRNEĞİ –
Bu günkü Müslümanların genelinin hıristiyan veya yağudiden farkı yoktur. Bilgilerin yanlış verilmesinden ve algılamaların bozulmasından kaynaklanmaktadır. Örnek, AKLIMA TAKILANLAR...Ataist.Müşrik..... Bu gidişata dur demek için Alimlerin şu konu üzerine yoğunlaşması lazım. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI.BağlantıTevhid inanca ve inancın sistematik yapısına rengini veren en temel dini ilkedir. İktibas Dergisi/ Ekim 2016/454/ Dr. Berat Sarıkaya Gümüşhane Üniversitesi Yayınları 2013 TEVHİD KAVRAMINA GENEL BİR…
ÇALIŞMAK İBADET İSE NE DİYE İBADET EDİYORUZ?
Allah’ın indirdiği zikri Kuran’ı ciddiye almayan bireysel ve toplumsal hayatından dışlayan toplumlara Allah dar, sıkıntılı, stresli ve huzura muhtaç bir yaşamı yaşamaya mahkûm olacaklarını Kuran’da açıklamış kurtulmak isteyenlere Kuran’a başvurmalarını tavsiye ederiz. Allah’a emanet olunuz. *********************** Bu söz sadece Müslüman olduğunu söyleyen yalancı kişiler için geçerlidir.(Bu gün Müslüman olduğunu söyleyen beldeler) ******************************* Tekrardan islama dönmek için kişilerin,insanlığın takip etmesi gereken istikamet. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI.Bağlantı… iki esas üzerine oturan dünya bundan sonra sadece dünya hayatını önemseyen ahireti ise hiç hesaba katmayan seküler yani dünyayı sevenlerin hâkim olduğu bir yaşam alanı haline dönüşü verdi. …
Dava sahibi ve Müslüman olmak için “adam olmak” şarttır
insanın fıtratına uygun davranması ve temel duygularını terbiye etmesi yani şahsiyet sahibi olmasıdır. Bunun için de kabalık, korkaklık, yalan, tembellik, ikiyüzlülük, ihanet, kıskançlık, cimrilik ve acizlik gibi kötü huylardan kurtulmak; kibarlık, cesaret, dürüstlük, çalışkan ve azimli olmak, mertlik, vefa, güvenilir olmak, cömertlik ve izzeti nefis gibi güzel hasletleri kazanmak/kazandırmak gerekiyor. ********************************** Mefhumlar; zihinde vakıası idrak edilebilen manalardır. Bu vakıa, ister dışarıda hissedilen bir vakıa olsun isterse hissedilen bir vakıaya dayalı olarak dışarıda var olduğu tam bir teslimiyetle kabul edilen bir vakıa olsun, zihinde idrak edilebiliyorsa bunlar birer mefhumdurlar. Bunların dışındaki cümlelerin ve kelimelerin anlamları mefhum olarak isimlendirilemez. Bunlar ancak soyut bilgilerdir. Mefhumlar, ya vakıayı bilgilerle ya da bilgileri vakıayla ilişkilendirmekle oluşurlar. Bu oluşum, vakıa ve bilgileri birbiri ile ilişkilendirme anında, vakıa ve bilgilerin ölçüldüğü kaide veya kaidelere göre daha da netleşir. Yani vakıa ve bilgileri birbiriyle ilişkilendirme anındaki akletmesi, kavraması oranında billurlaşır. Böylece kişide, cümleleri ve lafızları anlayan, somut vakıasıyla manaları idrak eden ve bunlar hakkında hüküm veren akliyet/zihniyet meydana gelir. Buna göre akliyet; bir şeyi akletme, idrak etme keyfiyetidir. Bir başka anlatımla akliyet; tek bir kaideye veya belirli kaidelere göre değerlendirilerek, vakıanın bilgilerle veya bilgilerin vakıayla ilişkilendirilmesi keyfiyetidir. İşte, bu nedenle İslami akliyetile komünist akliyet, kapitalist akliyet, karışık akliyet ve düzenli akliyet arasında fark vardır. Kişide var olan mefhumların neticeleri ile insan, idrak ettiği vakıaya yönelik davranışlarını, vakıaya yönelme veya ondan yüz çevirme şeklinde görülen eğilimini belirler ve eğilimlerini özel bir eğilim ve belirli bir zevk haline getirir. Eğilimler; ihtiyaçlarını doyurmak istediği eşyalar hakkında insanda var olan mefhumlarla bağlantılı olarak, ihtiyaçlarını doyurmaya yönelten yönelticilerdir. İnsandaki meyiller, organik ihtiyaçları ve içgüdüleri doyurmayı gerektiren hayati güç tarafından ortaya çıkartılır. Bağlantı bu güç ile mefhumlar arasında olur. Tek başına bu eğilimler yani hayat hakkındaki mefhumlarla bağlantılı olan yönelticiler insanın nefsiyetini oluşturur. O halde nefsiyet;içgüdüleri ve organik ihtiyaçları doyurma keyfiyetidir. Diğer bir ifade ile ihtiyaçları doyurmaya yönelten yönelticilerin mefhumlarla ilişkilendirilmesi keyfiyetidir.Nefsiyet, hayat hakkındaki mefhumlarla bağlantılı olarak, eşya hakkında insanda var olan mefhumlarla, insanın içinde doğal olarak var olan yönelticiler arasındaki bağlantıdan meydana gelen zorunlu bir sentezdir. İşte, bu akliyet ve nefsiyet ile şahsiyet oluşur. Akıl ya da idrak insanın fıtratında bulunmasına, her insanda kesin olarak var olmasına rağmen akliyet,ancak insanın fiili ile meydana gelir. Meyiller de insanla beraber yaratılmış olmasına ve her insanda kesinlikle bulunmasına rağmen nefsiyetde insanın fiili ile oluşturulur. Ancak bilgiler ile vakıayı birbirine bağlama esnasında, bunları ölçmede kullanılacak kaide veya kaidelerin bulunması ile anlam netleşir vemefhumhaline gelir. Yöneltici etkenler ile mefhumlar arasında meydana gelen sentez, yönelticileri netleştirir ve meyil haline getirir. İlişkilendirme anında insanın bilgileri ve vakıayı ölçmede kullandığı kaide veya kaideler nefsiyetin ve akliyetin oluşumunda yani belirli bir şahsiyetin oluşumunda en büyük etkendirler.Akliyetin oluşumunda kullanılan kaide ve kaideler, nefsiyetin oluşumunda kullanılan kaide veya kaidelerle aynı olmazsa insanda bulunan akliyet ve nefsiyet birbirinden farklı olur. Çünkü o zaman insan, eğilimlerini iç dünyasında var olan kaide veya kaidelere göre ölçer. Yönelticilerini akliyeti oluşturan mefhumların dışındaki mefhumlara bağlar. Bu durumda ise fikirleri ile eğilimleri başka başka, birbirine zıt, farklı olur. Böylece seçkin olmayan bir şahsiyete sahip olur. Çünkü kelimeleri ve cümleleri anlayışı, vakıayı idraki, eşyaya olan meylinden farklı bir şekilde meydana gelir. Bu nedenle şahsiyetin tedavi edilebilmesi ve seçkin bir şahsiyetin oluşturulabilmesi, ancak insanın akliyeti ve nefsiyeti için aynı anda ancak tek bir kaidenin bulunması ile gerçekleşir. Yani bağlantı kurma esnasında bilgileri ve vakıayı değerlendirmede kullanılan kaidenin, yönelticilerle mefhumlar arasındaki sentezin sağlanmasında da aynen kullanılmasıyla tek kaide ve tek ölçü üzere seçkin bir şahsiyet oluşur. https://huseyinsas.blogspot.nl/2015/11/mefhumlar-zihinde-vakas-idrak_12.html?showComment=1474651280206#c3305504782281664718Bağlantı
TÜRKİYE İSLAMCILIĞININ SORUNLARI
İslamcı hareketler, Modernitenin anlam dünyasını içselleştirerek mi yoluna devam edecek yoksa yeni bir anlam dünyası yaratarak alternatif bir medeniyetin öncülüğünü mü yapacak? ***************************************** Gerçekten de Allah onların bilgi ve idrâk kapılarını kapamış,verilen sinyalleri alıp kavrama hassalarını çalışmaz hale getirmiştir.Zira onlar kendileri istemişlerdir ahmaklığı,cehaleti ve hamlığı... Bu gün İslam beldelerinde olduğu gibi.! ******************************************** Bu gidişatın rayına oturması için şu fikir üzerinde yoğun çalışmaların yapılması lazım. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARIBağlantı70’li yıllara kadar İslamî duyarlılığı besleyen, tarihsel ve geleneksel şartlara bağlı bir İslamcılık vardı; buna “Türkiye İslamcılığı” diyebiliriz. 70’li yıllardan itibaren kendi…
SENİN MÜSLÜMANLIĞINI ALLAH DAHA IYI BİLİR, fakat, senin zahirin bizi ilgilendirir !
“Senin müslümanlığını Allah daha iyi bilir, eğer dediğin gibi isen Allah seni ödüllendirir. Fakat, senin zahirin (görünüşün) bizi ilgilendirir. ” BağlantıTürkiye’deki yöneticiler ve parti liderleri laikliğe, demokrasiye, cumhuriyete ve Atatürk ilkelerine bağlılıklarını sözleriyle ve fiilleriyl...
Dünya'nın uzaydaki yeri ( Yüce Allah'ın yarattığı Kainat)
Gerçi "büyük düğüm"ü çözmek amacıyla akıl yürütmek, her insanda doğal, hatta zorunlu olarak gelişir. Ancak bu gelişmenin seyri doğru olabildiği gibi, yanlış da olabilir. Hatta insanda düşünmeden kaçış biçiminde de ortaya çıkabilir. Şu var ki, her halükarda yapılan düşünme eylemi, "akli metot"a aykırı değildir. İnsan, kâinat ve hayatı maddeye indirgeyip incelenecek bir şey varsa onun da ancak madde olduğuna karar verenler, düşünme eylemini insan, kâinat ve hayat üzerinde yoğunlaştıracaklarına, madde üzerinde yoğunlaştırmaktadırlar. Madde üzerinde yoğunlaşmak, doğal ve zorunlu düşünme biçiminden kaçış olduğuna göre, onların bu yöntemleri, kendilerini sağlıklı olmayan bir düşünme biçimine sevk etmektedir. Çünkü madde laboratuar koşullarında incelenebilir, fakat insan, kâinat ve hayat bu koşullarda incelenemez. İnsanın kafasındaki soru işaretleri "akli metot"la çözülmesi gerekirken, adı geçen üç unsuru maddeye indirgeyenler "bilimsel metot"a başvuruyorlar. Halbuki bu şekilde doğru bir çözüm elde etmeleri mümkün değildir. "Büyük düğüm"ü çözme yolunda getirdikleri çözüm yolları insan fıtratıyla uyumlu olmadığından, sadece bireysel bazda kalmakta, herhangi bir toplum, halk veya ümmete hitap etme kabiliyetinden yoksun olmaktadır. Böylece halk veya ümmet, fıtratına uygun birtakım çözümler getirilmediği için sürekli bocalamaktadır. Sorular insanların peşini bırakmaz. Sorun sadece toplumun değil, materyalist çözümü kabul eden bir çok ferdin de kafasını meşgul eder. "Büyük düğüm"ün bireysel olduğunu, dolayısıyla halk, ümmet ve hayatla ilişkisinin bulunmadığını düşünenler, aslında "büyük düğüm"ün çözümünden kaçan kişilerdir. Böyle bir yaklaşıma sahip olanlar, hem fertleri hem de toplumu kendi sorunlarıyla baş başa bırakmış olurlar. Gerçekte "büyük düğüm" çözülemediği için herkese ruhsal ve fıtri rahatsızlık egemen olur ve insanlar sahte çözümlerle avunup yaşamlarını sürdürmüş olurlar.BağlantıKAİNAT, İNSAN ve HAYAT HAKKINDA AKIL YÜRÜTME SİSTEMATİĞİ Kâinat, insan ve hayatı araştırmak, "doğa"yı araştırmaktan farklıdır. Çünkü "doğ...
İSLÂM AKİDESİ1-dot
Her insanın, sözlerin ve cümlelerin anlatımında kullandığı üslûb, yaşadığı dönemde bilinen şeylere veya öncekilerden kendisine aktarılanlara boyun eğer. İnsan, ifadeleri ve anlatım tarzını ancak, yeni hayalleri veya yepyeni manaları ifade ederken yenileyebilir. Daha önce hissetmediği bir şeyi konuşması ise hayaldir. Oysa Kur’an’ın kelimeleri ve cümleleri, cümleleri ifade tarzı, Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in asrında da ondan önceki Arapların döneminde de bilinmemekteydi. Bu nedenle bir beşerin daha önce hissetmediği bir şeyi konuşması hayaldir. Çünkü böyle bir şey aklen de imkânsızdır. Dolayısıyla daha önce asla hissetmediği bir şey olan, lafızları ve cümleleri ile Kur’anî ifade tarzının Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'den kaynaklanması da imkânsızdır. Öyleyse Kur’an, Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'in Allah Subhenehû ve Teala katından getirdiği Allah Subhenehû ve Teala’nın kelamıdır. Kur’an’ın Allah Subhenehû ve Teala’dan başkasının kelamı olmadığı, Kur’an’ın indiği dönemde de çağımızda da aklen sabittir. Çünkü insanoğlunun benzerini getirmekten aciz kalış mucizesi halen daha geçerlidir. **************************** Peki şimdi yapsınlar şimdi teknik bir çağdayız her şey eloktronik çoğu şeyi harflerin ve rakamların karışımından yapıyor proğram yapıcıları. o zaman kuran ayetlerinide getirsinler.? Allah kainatı elementlerden yarattığı gibi kuranıda harflerin karışımından yaratmıştır. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbBağlantıİslâm Şahsiyeti cilt 1 - Takiyyuddin en-Nebhani
Bir adım sonrası için garantimiz var mı..
Bir adım sonrası için garantimiz var mı..VideoBir adım sonrası için garantimiz var mı..
OLAYLAR VE YORUMLAR
Tespitler güzel özellikle 28 şubat sürecinin 15 temmuz üzerinden yürütülmeye çalışılması tespiti çok yerinde fakat yazarın “15 temmuzu var eden (direniş) ruhun kaynağını oluşturan cemaatleri tarikatları hedef tahtasına yatırıyorlar” sözündeki 15 temmuzu var eden ruhun tarikatlarca sağlandığı kısmına şiddetle karşı çıkıyorum cemaatler ve tarikatlar üzerinden İslam’a saldırdıkları doğrudur fakat İslam’ı muhafaza etmek adına dibine kadar şirke bulaşmış tarikatları aklamaya çalışmak çok anlamsız asıl 15 temmuz darbe sürecini var eden gerçek, bu İslam dışı tarikat inancıdır. Bu darbeye kalkışanlar unutulmamalıdır ki bunu kendilerince İslam adına yapmışlardır 15 temmuz direniş ruhuna ve Fetö üzerinden (cemaat tarikat algısı) İslam’a yapılan saldırılara karşı durmak kadar tarikatların İslam’a uymayan inanç sistemleriyle de mücadele etmek gerekir. Eğer bu millet tarikatlar üzerinden İslam’a yapılan saldırıya karşı koyamıyorsa bunun tek sorumlusu yine tarikatların halk nazarında sarsılan yani meşruiyeti yara almış inanç yapılarından dolayıdır yani dinini Kur’an dışı kaynaklardan öğrenen millet bu kaynakları sorgularken aslında İslam’ı bu kaynaklardaki gibi zan ediyorsa o zaman bu süreçte İslam’a yapılan saldırılar karşısında duramaz, durmaz. Aslında bu büyük bir fırsattır diyanetin üzerine büyük sorumluluk düşmektedir tıpkı askeriyede ki gibi veya yargıda, bürokraside ki gibi diyanetin de tarikatlar üzerinden mücadeleye girmesi gerekir hem de acilen milletin tarikatlar üzerindeki anlamsız güveni sarsılmışken en azından toplumun bir kısmı üzerinde soru işaretleri doğmaya başlamışken diyanetin sadece fetö nün inanç yapısını değil fetönünde beslendiği ana tarikat inancının şirk unsurlarını İslam’a zıt yapısını deşifre etmesi gerekir bu gün fetö kötü yarın hangi tarikatın ihanetine kötü diyeceğiz. çünkü bu yapılar ihanet etmeye çok elverişli yapılardır (zaten yapılarındaki şirk hiyerarşisi ile İslam’a ihanet etmekteler) akletmeyen kesin kör itaate dayalı ve yaptıkları her şeyi Allah adına yaptığına inanan bu insanlar kullanılmaya müsaittirler Allah boşuna demiyor aldatan sizi Allah ile aldatmasın diye ********************************** T.C. Devleti sınırları içindeki bütün insanların virüslü,hastalıklı beyinler olduğu kabul edilmelidir. Bir konuda doğru teşhis koyan diğer konuda bilerek veya bilmeyerek yanlış teşhis koyup hastayı oyalamaktadırlar. Bu da şeytanın taktiklerindendir. Bu konuda örnek verecek olursak T.C.ve diyanet İslamın baş düşmanıdır.onlardan yardım istemek bir müslümana abesle iştikaldir. Kaidelere ters düşmektedir. DİYANETİN NASIL BİR UYUTMA PROJESİ OLDUĞUNU BİRDE KENDİ AĞIZLARINDAN DİNLEYİN! https://www.youtube.com/watch?v=fCr-aKUPSkU&index=4&list=PLr342JFErS74wTAKOa6WqzcN2SMX7Hgu4 Bu insanlığın kurtuluşu şu fikir doğrultusunda olacaktır.Bu fikrin üzerine yoğunlaşılması lazım. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbBağlantıCehalet tespiti, bir sorunu ortaya koymak adına yapılmışsa ve bu sorunu ortadan kaldırmak için ıslah çabaları içine girilmişse bir anlam taşır hem de çok değerli bir anlam taşır her baba yiğidin üs…
MÜLK ALLAH’INDIR! ÇARE ÖZE DÖNÜŞTE
RAŞİDİ HİLAFET VE CİHAD ***DEVLET (OTARİTE) OLMADAN CİHAD OLMAZ. Peki iyi güzel de bugünün Müslümanlarının ya da daha açık ifadeyle cihat ettiğini iddia edenlerin içinde cihadı izah ettiğim gibi anlayan ve anlatanların oranı nedir? Maalesef Müslümanların çok çok büyük çoğunluğu böyle anlamamakta. İslam’la alakasız, yoz, karanlık, köleci, müstebit, kör, estetiğe ve zerafete uzak, peygamberi yoldan çıkalı yüz yıllar olmuş uygulamaların yarattığı zihnin ürünü olan bir cihat anlayışının vampir Batı kapitalizminin vahşetinden ne farkı olabilir ki. Hatta Batı iktidarı bu cihat anlayışını ustaca kullanmıştır ve kullanmaya da devam ediyor; bu İslam’sız cihat anlayışı yüzünden kendi halkını Müslümanlara düşman hale getirmedi mi? ************************************ RAŞİDİ HİLAFET VE CİHAD ***DEVLET (OTARİTE) OLMADAN CİHAD OLMAZ. https://www.youtube.com/watch?v=lRGAxG5nkU0Bağlantıİslam’ın amacı, başka ifadeyle Müslümanı cihat etmekle görevlendirmesinin nedeni dil, din, ırk, cins, yaş ayrımı olmaksızın tüm insanları hakiki adalet ve özgürlüğe kavuşturmaktır; ayrıca açl…
8-Mutlu Bir Aile, Huzurlu Bir Yuva İçin -- Nevşehir Konferansı
Sosyal Doku Vakfı & Derneği -Web sitelerimiz: l http://www.sosyaldoku.com/ l http://www.sosyaldoku.tv l http://www.fetvameclisi.com l http://www.ailehayati.c...VideoSosyal Doku Vakfı & Derneği -Web sitelerimiz: l http://www.sosyaldoku.com/ l http://www.sosyaldoku.tv l http://www.fetvameclisi.com l http://www.ailehayati.c...
178) Şeytan Taktikleri - Nureddin Yıldız - (Hayat Rehberi) - Sosyal Doku Vakfı
İyi dinle ve Dostunu düşmanını belirle ki hedefine daha kolay varasın.VideoSosyal Doku Vakfı & Derneği -Web sitelerimiz: l http://www.sosyaldoku.com/ l http://www.sosyaldoku.tv l http://www.fetvameclisi.com l http://www.ailehayati.c...
Ders müfredatımız sömürge mantığına göre inşa edilmiştir
Okullar değil sadece camilerde de kişiler zehirlenip uyuşturuluyor. Bu uyuşturulmuş beyinler, hayatlarının en verimli çağlarını (7-20 arası yıllarını) kendileri için hiç bir faydası olmayacak (sadece bir üst okul olan üniversiteyi kazanmalarını sağlayacak) lüzumsuz bilgileri öğrenmekle heba etmektedirler. Sonuçta bu eğitim kargaşasından başarılı bir şekilde çıkan kişiler (bu bir başarı mı yoksa tamamen yontulmak mı) üniversiteye girmeye hak kazanmaktadırlar. Üstelik 12 yıl boyunca okudukları bilgilerden sadece bir alanı seçerek onda uzmanlaşmakta ve 12 yıl boyunca okudukları diğer dersleri de unutmaktadırlar. 12 yıl boyunca okutulan derslerde öğreniliyor mu Yoksa uyuşturuluyor mu Onu da ayrıca tartışmakta fayda var.Bağlantı
Firavun'un ölmeden önce son anda iman edip tevbe etmek istemesi ve bunu Allah'ın kabul etmeyişi, tüm insanlara ders olması gereken çok önemli bir konudur. Allah insanlara ömürleri boyunca dünyada bulunuş amaçlarını düşünmeleri, kulluk etmeleri gerektiğini anlamaları ve nasıl kulluk edeceklerini öğrenmeleri için yeterince zaman ve imkan verir. Elçiler, hak kitaplar ve müminler insanlara Allah'ın emir ve öğütlerini ulaştırırlar. Bu öğütleri dinlemek ve tevbe etmek için de yeterince zaman vardır. Ancak eğer insan tüm bu fırsatları değerlendirmez ve ölümle yüzyüze geldiği anda tevbe etmeye kalkarsa, bu tevbenin -Allah'ın dilemesi dışında- artık bir kıymeti olmayacaktır. Çünkü ölüm anında, insan ahiretin varlığını ve yakınlığını hissetmekte, ölüm meleklerini karşısında görerek bu mutlak gerçeğe şahit olmaktadır. Bu noktada hiç kimsenin artık inkar etmesi mümkün değildir. Kıymetli olan, daha önceden dünya hayatının içinde iken, yani imtihan ortamı sürmekte iken, insanın kendi vicdan ve samimiyeti ile iman etmesidir. Firavun imtihan ortamı boyunca sürekli küstah ve aşağılık bir karakter sergilemiş, Allah'a karşı çirkince büyüklenmeye kalkışmış ve dolayısıyla ölüm anındaki korkunun etkisiyle kabul ettiği iman da ona bir fayda sağlamamıştır. Bu gerçek, gençlik yılları boyunca kendince "gününü gün etmeye" çalışan ve dini sürekli yaşlılık yıllarına erteleyen insanlar için de çok önemli bir uyarıdır. Dinin hiçbir şekilde ertelenmesi olmaz. Ertelemeye kalkanlar, erteleye erteleye sonunda "son an"a varırlar ki, artık bu andaki iman ve tevbelerinin -Allah'ın diledikleri dışında- bir değeri olmayacaktır. Allah bu gerçeği bizlere şöyle bildirmektedir: Allah'ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır. Tevbe; ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: "Ben şimdi gerçekten tevbe ettim" diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azab hazırlamışızdır. (Nisa Suresi, 17-18) Kendisine ölüm çattığında "ben şimdi tevbe ettim" diyen Firavun, bu tevbeyle ne kendisine ne de kendisiyle birlikte saptırdığı çevresine hiçbir fayda sağlayamamıştır. http://islamadusmanlar.blogspot.nl/2016/10/hz-musa-as-ve-kavminin-msr-terk-etmesi.html
1 Fotoğraf1 Fotoğraf
Hiçbir günahkara ve hiçbir nankör kafire itaat etme
Yani buluşacağınız bir ortak nokta yoktur. hayat sistemini onlarınkinden, evrensel düşünceni onların düşüncesinden, sahip olduğun hakkı onların batılından, imanını onların küfründen, şirkinden, nurunu onların karanlıklarından ve hakseverliğini onların cahiliyesinden ayıran iki yaka arasına karşılıklı olarak geçişi sağlayan hiçbir köprü kuramazsın. Öyleyse sabret. Bu iş uzasa da, fitne şiddetlense de, cazip teklifler gelse de ve yol uzasa da sabret. *************************************************** Ama şu yeniliği de unutma... VAHİY KONULARI HARİCİNDE, DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI.Bağlantı
ÇARE: EZBER BOZMAK - Ukba Dergisi
Bazen bir olaya çok sinirlendiğimizde, bir durum karşısında öfkemizi kontrol etmeye çabaladığımızda, bu olayın ya da durumun sebebi olduğunu düşündüğümüz insan ya da insanlara ‘Allah ıslah etsin’ deriz. Bu bana göre bir duadır ve bu duanın karşılığında Tanrı katında bile, o kişi ya da kişilerin ıslah olma fikrini kendilerine gerekli görüp görmemeleri bile bir değer taşır. Burada her durumda ve koşulda insanların ıslah olma durumuna açık olmaları gerek. Aksi taktirde ıslah olmayı istemediklerinden ıslah olamayacaklar ve acı devam edecek. İstemenin önemi, insanın -ya da her durumda ve her koşulda insan kalanın- emeğin kutsiyetine kendini inandırmasında da açığa çıkar. İstemenin yanında emek harcamak, çaba göstermek de yer almalı. Çünkü bütünlük ve tutarlılık ancak böyle mümkün olabilir. İstemek şu aralar en çok birlikte yaşam konusunda etkili olabilecek bir eylem de olduğundan ayrı bir önem daha taşır. Teori pratik birlikteliği konusunda olduğu gibi insanlar birbirlerinden ne kadar farklı duygu ve düşünce dünyasına sahip olsalar da görüyoruz ki akıl, tür olarak insanın tek ortak noktası. Birlikte yaşam da birazcık emekle, eski ve köhneleşmiş bu sistemin kökten değişmesini sağlamakla mümkün olacak. Islah olmayı isteyen insandaki isteme fiilinin yüceliği türünden ezber bozacak fiiller edinmemiz gerek. ********************************************************* Filler edinmeden önce şu fikrin mefhumlaşmazı lazım ki ezber bozacak fiiller gerçekleşebilsin. Asıl olan. vakaanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/08/insandaki-halleresyadaki-ozellikler-den_16.htmlBağlantıÇARE: EZBER BOZMAK editor · 2 Şubat 2016 BÜŞRA SUNMEZ ‘Birazcık emekle her şey değiştirilebilir’ sözü Tracy Pine’a ait. Tracy Pine, Sam Bobrick’in güzel oyunu Halktan Biri’nin kahramanı. Pine’ı izlemek bir anlamda evdeki ben’e ayna tutmaktı. Çünkü Pine halktan biriydi, Amerikan hükümeti ve onun yöne…
http://ukbadergisi.com/2016/09/kitap-ve-ummilik/
Kelime “ام” kökünden türetildiği takdirde, anneye nispeten, “annesinden doğduğu gibi kalmış, tabiatı bozulmamış, değişmemiş, saf ve arı kalmış kimse” manasına gelir. ********** Hâsılı kelam, bu tür yanlışları içeren İslam medeniyetinin toplumsal katmanları; din ve medeniyet algısında kitabı terk etmiş, bilgi kanallarını kapatmış, duygu ve mistisizmi yol haritası edinmiş, bedevileşmiş ve medeniliği terk etmiş bir topluma dönüşmeye başlamıştır. Netice olarak akıl terk edilince akleden bir toplum oluşmamış, üst kimlik haline gelip kutsallaşan cemaatler ve şeyhler bu toplumda etkili olmaya başlamıştır. Bunun sonucunda nesnelleşen ve sürüleşen insanlar topluluğuna dönüştük. Kur’an’ın gayesini terk edip, lafız ve kelimelerine takılıp kaldık… *************************** Onun için eşyanın fıtratına dönüp onun üzerinde yoğunlaşmalıyız ki aslımıza dönebilelim. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/08/insandaki-halleresyadaki-ozellikler-den_16.htmlBağlantı
DÜŞÜNSEL ÇIKMAZ - Ukba Dergisi
DÜŞÜNSEL ÇIKMAZ editor · 17 Ocak 2016 YUSUF AYYILDIZ Düşünmek, insana verilmiş en büyük nimettir. Dünya üzerinde nice insanlar ya çok düşündüğünden ya da hiç düşünmediğinden dolayı bir bunalım yaşamaktadır. İnsanın zihin dünyasının temelinde kavramlar vardır. Ki insanlar kavramlarla düşünür. İslam i…BağlantıDÜŞÜNSEL ÇIKMAZ editor · 17 Ocak 2016 YUSUF AYYILDIZ Düşünmek, insana verilmiş en büyük nimettir. Dünya üzerinde nice insanlar ya çok düşündüğünden ya da hiç düşünmediğinden dolayı bir bunalım yaşamaktadır. İnsanın zihin dünyasının temelinde kavramlar vardır. Ki insanlar kavramlarla düşünür. İslam i…
"ÖZ"ÜN MASUMİYETİNE DÖNMEK - Ukba Dergisi
Muhbettin Kenben "Öz"ün masumiyetine dönmekBağlantıMuhbettin Kenben "Öz"ün masumiyetine dönmek
Cuma Namazı Kılınmalımıdır ?1-dot
Cuma Namazı Kılınmalımıdır ?VideoCuma Namazı Kılınmalımıdır ?
Donmuş Limon İnanılmaz Faydası KANSER BAŞARISI Limonu yıkadıktan sonra buz dolabınızın buzluk bölümüne koyunuz. Donduktan sonra mutfak rendesi ile limonun tamamını rendeleyebilirsiniz. Dikkat! kabuğunu soymayınız, öylece rendeleyiniz. Rendelenmişini yemeklerinizin üzerine serpebilir, sebze salatasına, dondurmaya, çorbaya, makarnaya, makarna sosuna, balık yemeklerine katabilirsiniz. Yemeklerin tamamı, daha önce hiç tatmadığınız mükemmel bir lezzet kazanacaktır. Rendelenmiş limonunuz, limonun sadece suyunda bulunandan 5 veya 10 kat daha Fazla Vitamin İçerir. Büyük olasılıkla limonu daha önce bu şekilde değerlendirmediğiniz için şimdiye kadar bu Vitaminleri Ziyan Ediyordunuz. Ama bundan sonra, tüm Limonu Dondurmak gibi basit bir işlem sonrasında, onu rendeleyip yemeklerinizin üzerine serperek Tüm Besleyici özelliklerini kullanıyor olacak, yani daha Sağlıklı Besleniyor olacaksınız. Ayrıca Rendelenmiş limonun Dinçleştirici ve Vücuttaki Toksinleri Giderici etkisinden yararlanacaksınız. Bilindiği üzere, iki çeşit limon ağacı vardır. Limon ve misket limonu. (Burada bahsedilen limondur) Limon meyvesini farklı şekillerde tüketebilirsiniz. Pulpası yenebilir. Sıkılarak suyu çıkarılabilir. Limonlu içecekler, dondurma vs.. yapılabilir. Limonun birçok vasfı sayılabilir ama en ilginci URLAR, YUMRULAR, KİSTLER, TÜMÖRLER üzerindeki etkisidir. Limon (Citrus) Kanser Hücrelerini Öldüren mucizevi bir üründür. Kemoterapiden Çok Daha Tesirlidir. Bu nedenledir ki, Limon Özütünü Laboratuvarda üretmeye çalışan bilim adamları var. Limon tedavisi Kemo­terapinin Korkunç Etkilerini Göstermez. Bu bitkinin her Tür Kansere iyileştirici Etkisi Kanıtlanmıştır. Bazıları onun her tür Kanserin Tedavisinde Faydalı olduğunu söyler. Ayrıca geniş Spektrumlu Anti­bakteriyel olarak İltihaplara / Enfeksiyonlara ve Mantara karşı kullanılır. Dahili Parazit ve Bağırsak Kurtlarına karşı etkindir. Çok yüksek Tansiyona karşı Kan Basıncını Düzene sokar. Anti­depresan dır. Strese ve Asabi Bozukluklara karşı iyi gelir. Bu bilginin kaynağı ise çok etkileyicidir: Dünyanın en büyük ilaç üreticisi firmalarından biridir. Bu firmanın beyanına göre 1970'den beri 20'nin üzerinde yapılan Laboratuvar Testlerinde limon ekstrelerinin uygulanmasıyla; içlerinde Kolon / Kalın Bağırsak, Meme, Prostat, Akciğer ve Pankreas da olmak üzere 12 Kanser tipinde Başarılı Sonuçlar Alınmıştır. Limon Ağacından elde edilen bileşiklerin, bütün Dünyada Kemo­terapide kullanılan Adiamycin Ürününden 10000 Kat Daha iyi olduğu saptanmış, Kanser Hücrelerinin Gelişmesini Yavaşlattığı Gözlemlenmiştir. Daha da Şaşırtıcı Gözlem Şudur ki: Limon Özü Kötü Huylu Kanser Hücrelerini Tahrip Ederken Sağlıklı Hücrelere Hiç Zarar Vermemektedir.1-dot
1 Fotoğraf1 Fotoğraf
+1*İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI..Numaralı.1-dot
14*Faydalı veya zararlı bir şeyi kişi öncelikle kendinden ve yakınından başlar paylaşmaya.(Eşyadaki özellik,insandaki hal) (örnek,Dua gibi,önce bana sonra anama babama,müminlere ve bütün insanlara gibi) (Müslüman olduğunu söylemekte Allah'a yakın olmanın bir ifadesidir.) Sen, Kötürüm,sakat,hasta veya engelli olsan yakınından bir şey istesen ve yakının olmayan tanıdık birisinden bir şey istesen her iki taraftan da olumsuz cevap alsan sen ne yaparsın.? Kendi yakınına kızarsın.darılırsın,gücenirsin sonrada tanıdığına.Bağlantı1* Kişi bilmediği bir şeyi tarif edemez. Kişiyi o konuda kandırması daha kolay olur. Müslüman olduğunu söyleyen kişi muhammedin Allah tar...
KUR’AN’DA TEVHİD VE ŞİRK1-dot
Allah’ı gökte en büyük ilah olarak kabul etmelerine karşın, makam ve mevki olarak O’nun altında gördükleri başka ilahları da vardı. Allah’ı çok yüce, çok aşkın, erişilmez olarak kabul ettikleri içi…BağlantıAllah’ı gökte en büyük ilah olarak kabul etmelerine karşın, makam ve mevki olarak O’nun altında gördükleri başka ilahları da vardı. Allah’ı çok yüce, çok aşkın, erişilmez olarak kabul ettikleri içi…
ZAMANI DEĞERLİ KILAN SİZİN GAYRETİNİZDİR1-dot
…peygamberlerin rotasını izlemek şiarımız olmalıdır. Çünkü İslam, rotası Allah tarafından çizilen bir yoldur. Bu yolu izlemeye şartsız talip olup teslim olan da Müslüman’dır. Tüm temennimiz, …Bağlantı…peygamberlerin rotasını izlemek şiarımız olmalıdır. Çünkü İslam, rotası Allah tarafından çizilen bir yoldur. Bu yolu izlemeye şartsız talip olup teslim olan da Müslüman’dır. Tüm temennimiz, …
HAYATIMIZI YÖNLENDİREN ETKİLER;
Eşyaya nasıl baktığınız önemli tabi durduğunuz yerde. O yüzden hayatımızda herkese göre göreceli birçok anlam mevcut. Çünkü insanlar farklı farklı yerlerde duruyorlar. Ve olayları durmuş oldukları yerde gördüklerini anlamlandırarak yorumluyorlar. O yüzden olayları böyle anlar isek bu düşünüş biçimi kişileri doğru anlamlandırmada bize doğru bir bakış açısı gösterebilir. En azından hemen kızmayıp muhatabımızı izleme ve anlama fırsatı yakalarız. İnandığı değerler üzerine bir bakış açısı olmadığını anlatma fırsatı da yakalayabiliriz. ************************************ İnsanlar ellerine aldıkları kitaptaki metinlerden bir şeyler okuyorlar. Fakat okudukları bu şeyler hayatlarında hiçbir değişikliğe sebep olmuyor. Çünkü bu metinleri hayatlarını değiştirsinler kaydı ile okumuyorlar. Okudukları bu metinlerin harflerindeki sevabın peşindeler. Fakat hayatlarını emanet ettikleri şeyler hep başkalarından geliyor. Onların istedikleri hayatı kendi dinlerine karıştırarak yaşıyorlar. **************************************************** Evet başka bir dünya, başka hayallerimiz var. Ama önce ne olduğumuzu ne yapmak istediğimizi bilmeye ihtiyacımız var. Değerlerimiz üzerine dik durmaya, cesaretli olmaya, birbirlerimize vefalı olmaya ihtiyacımız var. ********************************* Bir de bu bakış açısı ile bakın olaylara ki bütün insanlık için doğru bir bakış açısı olduğunu vakasına mutabık olduğunu göreceksiniz. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARIBağlantıEşyaya nasıl baktığınız önemli tabi durduğunuz yerde. O yüzden hayatımızda herkese göre göreceli birçok anlam mevcut. Çünkü insanlar farklı farklı yerlerde duruyorlar. ünlerden bir gün bir baba ve …
Ateist, Materyalist, Natüralist eğitim sistemi...
Şuurlu Öğretmenler Derneği’nin ilkokul, ortaokul ve lise düzeyindeki ders kitaplarını ele aldığı inceleme ve araştırmasında dindar nesil yerine adeta ‘ateist, materyalist, natürailst bir gençlik’ yetişiyor. ************************** Bugün "New Age Dini(Yeni Çağ Dini)'', dünyada gittikçe yaygınlaştırılan bir "lego dini"dir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/04/vahdeti-vucut-felsefesi-new-age.htmlBağlantı
Yürüyorum Dikenlerin Üstünde Nostalji (1)
Yürüyorum Dikenlerin Üstünde Nostalji (1)VideoYürüyorum Dikenlerin Üstünde Nostalji (1)
RESUL VE NEBİ ARASINDA FARK VAR MI?1-dot
Başarıya ulaşmak için bu gibi virüslü kişileri galaya almayacak istikametine yoğunlaşacaksın. ALİM SIFATINDAKİ AŞAĞILIK KOMPLEXİ OLAN DALKAVUKLARDAN ŞEYTAN, İNSAN VE MÜSLÜMAN KILIĞINA GİREBİLİR....2* Rejim, kuruluşundan bu yana kendisi ile müslümanlar arasında böyle kişileri tampon ola­rak kullanmaya özen göstere gelmiştir. ************************ virüslülerin tedavisi için takip edecekleri istikamet. Mefhumlar; zihinde vakıası idrak edilebilen manalardır. İslâm'da düşünme metodu ve İslâmî zihniyetin temel öğeleri Şer'î hüküm Şer'î hükme bağlanmanın önemi Şer'î hükümlere tabi olmakta izzet, hidayet, felah-kurtuluş ve ondan uzak kalmakta ise zillet, dalalet, mihnet-sıkıntı vardır Tüm insanlığın takip etmesi gereken istikamet. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI.BağlantıMüslümanlar arasında sürekli tartışılan konulardan biri de, resûl ve nebî’nin ayrı anlamlarda olduğu konusudur. Bu bağlamda çeşitli görüşler ortaya konmuştur fakat ortaya atılan iddiâlar “Kur’ân bü…
Hilafet Dergisi - Islam Fikrine Dayali Siyasi Dergi
HİLÂFET'İN FARZİYETİNİN DELİLLERİ http://www.hilafet.com/dergi/H150-159/H150/03.htmBağlantıİslam yalnızca ruhani bir şekilde yansıtılarak toplum hayatından ve devletten uzaklaştırılmıştır. Bundan sonraki gelişmelerde laikliğe “devletlerin ideolojisi” olarak davet edilmiş, Hilafeti hayatımızdan koparıp atmayı bu şekilde başarmıştır.
Geçen Hafta
[KONFERANS] Yeni Bir Dil İnşa Etmek - Atasoy Müftüoğlu
Yeni Bir Dil İnşasının temeli,kökü,aslı buradadır. Allah'ın sınırlarını gözeterek temsil noktasına ulaşmak için şu bakış açısını kazanmamız,burada yoğunlaşarak çalışmamız lazım. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/08/insandaki-halleresyadaki-ozellikler-den_16.html ******************************* İslâm Akidesi "Kaza ve Kader"in delili ise aklidir. Çünkü kaza, insanın kendisinden kaynaklanan veya cebren insan üzerinde gerçekleşen insanın fiilidir. Bu ise hislerle idrak edilebilen hissedilebilen bir şey olup delili de aklidir. Kader ise insanın ortaya çıkardığı, ateşin yakması, bıçağın kesmesi gibi eşyada bulunan özelliklerdir. Bu özellikler ise duyuların idrak edebildiği hissedilebilir şeylerdir. Öyleyse kaderin delili de aklidir. Bu açıklamalar İslâm akidesine ait delillerin çeşidi açısından yapılan açıklamalardır. http://www.hilafet.com/kitaplar/islam_sahsiyeti/index.htm ******************************************* Naslar doğrultusunda şekillenmiş fakat sistemin halkından gizlediği bir cemaat aşağıdaki linkte. Hizb-ut Tahrir Nedir? http://www.hilafet.com/html/ht/trf.html İnsanın hayata bakışı nasıl olmalıdır? http://www.hilafet.com/inceleme/index.htm RAŞİDİ HİLAFET VE CİHAD ***DEVLET (OTARİTE) OLMADAN CİHAD OLMAZ. https://www.youtube.com/watch?v=lRGAxG5nkU0Videoyoutube.com
Senin gönderinden kaydedildiBugün
Haklı olandan taraf olmak
“Haklıdan yana değil, güçlüden yana olanlar korkak ve kaypak olurlar. Güç merkezi değiştikçe dönerler; fırıldak olurlar...” Müslüman’ın adaleti; kininden değil, dininden gelir. Adaletsizliği yaşam tarzına dönüştürenler, dini bırakıp kine tutunanlardır. Rabbimiz kine değil, dine bağlı kalmamızı bizden istiyor: “Ey iman edenler! Allah için adaleti gözeten şahitler olun. Bir topluluğa olan kininiz sizi adaletsizliğe sevketmesin. Adaletli davranın. Zira bu, takvaya daha yakındır.” (Maide Sûresi/8) “Ey iman edenler! Kendinizin, ana-babanızın ve yakınlarınızın aleyhine bile olsa Allah için şahitlik ederek adaleti gözeten kişiler olun.” (Nisa Sûresi/135) Dikkat edilirse adalet dindendir, dinin değişmez evrensel ilkelerindendir.Bağlantı
Geçen Hafta
Atasoy Müftüoğlu Küresel Çağda Var Olmak Kudüs-Der 30 Nisan 2016
Kuran'ın Refarans ,meşruiyet, kaynağı olabilmesi ve Dünya görüşü persfektivine sahip olabilmesi için kuran'ın hayatımızı şekillendirmesi için şu Fikrin hayatımıza hakim olması lazım. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbVideoAtasoy Müftüoğlu Küresel Çağda Var Olmak Kudüs-Der 30 Nisan 2016
Küresel Çağda Varolmak - Atasoy Müftüoğlu
Küresel Çağda Varolmak için aşağıdaki fikri benimsememiz lazım. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbVideoUludağ Üniversitesi Prof. Dr. Mete Cengiz Kültür Merkezi - 27.10.2015
Atasoy Müftüoğlu İSLAMİ DİLİN YENİDEN İNŞASI
islami dilin yeniden inşası için kök,asıl,temel burada. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbVideoAnadolu ilahiyat Akademisinde verdiği "İSLAMİ DİLİN YENİDEN İNŞASI" konulu konferansı
RAŞİDİ HİLAFET VE CİHAD ***DEVLET (OTARİTE) OLMADAN CİHAD OLMAZ.
İslâm’da insanın bozulmamış temiz fıtratı (fıtrat-ı selîme) ile arasında oluşan yapay engellerin kaldırılması için yapılan cihâd ibadeti, hürriyete kavuşturma ameli olarak görülmüştür. Bu önemli ayraç, bireyin ancak “kul” olma bilinciyle anlamını bulabilir. Küfür ehlinin kendi elleri ile kendi hürriyetlerini tahrip ettikleri; Allah’ın, emaneti yüklenmiş mümin kulları aracılığıyla insanları gerçek manada hürriyetine kavuşturduğu yönünde yapılan fıkhî mülahaza, bağlamı içinde konuya ayrı bir boyut kazandırmaktadır. Keza tarih boyunca birey ve toplumların farklı sâiklerle ortaya koydukları özgürleşme mücadelesi ile Peygamberlerin ortaya koyduğu hürriyete kavuşturma mücadelesinin yöntem ve niteliği, ilgili fıkhî mülâhazanın illetini oluşturmaktadır. http://www.kuremedya.com/liberalizmin-asindirdigi-musluman-kimligi-14138h.html#.V_i5l-CLTIVVideoRAŞİDİ HİLAFET DEVLETİ VE CİHAD... RAŞİDİ HİLAFET İSLAM DEVLETİNE GİDEN YOL PAKETİ...! SİLAHLA DEĞİL TARİHİ KİTAPLARLA DEVLETLERİ FETH EDEN ORYANTALİSLER,MÜS...
BÖYLE BİR MÜCADELE GÖRMEDİNİZ1-dot
BÖYLE BİR MÜCADELE GÖRMEDİNİZVideoBÖYLE BİR MÜCADELE GÖRMEDİNİZ
DEVLET VE TARİKAT-CEMAAT İLİŞKİLERİNİN TARİHSEL ZEMİNİ1-dot
Öncelikle hemen belirtelim ki insana ve insanlığa dair bütün yapılarda olduğu gibi tasavvuf ve tarikatlar da tarih boyunca değişim ve dönüşümlere uğramıştır. Tasavvufun ete kemiğe bürünmüş kurumsallaşmış hali olan tarikatlar ilk olarak daha çok dağ ve tepebaşlarında, münzevi yerlerde zaviyeler şeklinde ortaya çıkmıştır. Selçuklu çağının geçirdiği büyük Bâtınî, Haçlı ve Moğol badireleri karşısında devletin keşfettiği tarikatlar, giderek bizzat devletin vakıf yoluyla teşvikiyle şehir ve beldelerin içerisinde zaviyeden daha büyük olan tekkelere doğru bir değişim yaşamıştır. Burada tekkelerin, devlet ile tarikatın uzlaşması ile yaygınlaştırılan başka bir deyişle tarikatın devletleş(tiril)mesi, sisteme adapte edilmesi amacını da taşıyan kurumsal yapılar olduğu görülmelidir. Başka bir deyişle beylikten-devlete, göçerlikten-yerleşikliğe, şifahi İslam’dan-kitabi İslam’a, sözden yazıya doğru olan Osmanlı dünyasındaki büyük değişim, tarikatların hem teşkilat yapılarını hem de irfan geleneklerini derinden etkilemiştir. Bu bağlamda değerlendirirsek tekkelerin daha sosyal ve seküler formlar içerisinde yer alacağı, devlet ve siyaset ile daha yakın ilişkilere gireceği ortadadır. *************************** ŞİRK’İN DEVLET ELİYLE RESMİLEŞTİRİLMESİ.! GENELDE TÜM İNSANLIK,ÖZELDE MÜSLÜMANLAR KUŞATILMIŞ HALDELER ŞU ANDA. Şimdiye kadar olan olayların önlenmesi ve bu insanlığın doğru hedefe kilitlenmesi için şu istikameti takip etmesi gerekir. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. BağlantıDevlet, hâkim olduğu toplumsal ve mekânsal düzlemde ondan bağımsız bir hiyerarşiye, öğretiye, inanç ve zihin dünyasına sahip başka bir örgütlü yapıya karşı zaman zaman sıkıntıya düşmüştür. Devleti …
GELENEK İLE DİN ARASINDA KALANLAR1-dot
İnsanımız o kadar saftır ki, düşmanlarımız da bu saflığı tarih boyunca kullanmıştır. Kazım Karabekir Paşa hatırasında şöyle bir nota yer vermiştir: Erzurum’da imamlık yapan bir Rus casusunu yakaladığımız zaman, onun suçsuz bir Müslüman olduğuna inanan cemaat karargâhın yolunu aşındırmışlardı. Bunun üzerine hatıra defterime şunları yazdım: “Ey Türkoğlu! Sen pek safsın. Seni herkes aldattı. Erdim diyen, döndüm diyen çemberinden atlattı.” Bu cehaletten kurtulmanın yolu Allah’ın kitabına dönerek Allah’ı, Peygamberi, Dünyayı, ahireti, İnsanı ve eşyayı yeni baştan tanımamız- tanıtmamız gerekmektedir. ************************************ 2016 Bu günümüzdede bunlardan bazıları. KAFİRLER MAHALLESİNE GELDİNİZ DİKKAT.! ETE KEMİĞE BÜRÜNDÜ MESELESİ (KAFİR AKİDESİ) MEVLANA KİMDİR.? MÜSLÜMAN MI ? KAFİR Mİ ? ***************************************** Bütün bunlardan kurtulup doğru istikamete yönlenmemizi sağlıyacak fikrin üzerine yoğunlaşmamız gerekir. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. http://www.iktibasdergisi.com/gelenek-ile-din-arasinda-kalanlar/#comment-63607 ACABA BEN ALLAH'IN DİNİNDEN BAŞKA BİR DİN ÜZEREMİYİM..!!!! ?BağlantıGenel olarak bu literatürde fert ve toplumları yönetip yönlendiren yaşam biçimlerine din tabiri kullanılmaktadır. Başkaları durumu farklı değerlendirse de İslam bir kişilik bir düşünce tarzından, g…
Kişi bir şeyi anlatırken anlattığı olay kişinin hoşuna giderse,onaylarsa, o olayı öve öve anlatır.Hoşuna gitmezse yere yere anlatır.(Bu hal bütün insanlarda vardır.İnsan eşya olduğundan eşyadaki bir özelliktir.) O zaman kişinin övdüğü kişi açık delillerle kafir ise,öven kişide onu onaylayan kişide kafir olur. Bilerek veya bilmeyerek fark etmez cezası aynıdır. (örnek.Trafikte cezalı hususu ihlal ettiğin zaman bilmiyordum demen seni cezadan muaf kılmadığı gibi.) Şirk'ide Allah affetmiyor.(Bilmek mecburiyetindesin) Muhammed.30 A'raf.30**Çünkü onlar; Allah'ı bırakıp şeytanları kendilerine dostlar edindiler. Ve onlar; kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlardı. zuhruf.37**O şeytanlar bunları doğru yoldan çıkardıkları halde bunlar doğru yolda olduklarını sanırlar. http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/08/insandaki-halleresyadaki-ozellikler-den_16.html https://www.youtube.com/watch?v=cF7O4M18Wrw&list=PLr342JFErS74wTAKOa6WqzcN2SMX7Hgu4&index=71-dot
Kişi bir şeyi anlatırken anlattığı olay kişinin hoşuna giderse,onaylarsa, o olayı öve öve anlatır.Hoşuna gitmezse yere yere anlatır.(Bu hal bütün insanlarda vardır.İnsan eşya olduğundan eşyadaki bir özelliktir.) O zaman kişinin övdüğü kişi açık delillerle kafir ise,öven kişide onu onaylayan kişide kafir olur. Bilerek veya bilmeyerek fark etmez cezası aynıdır. (örnek.Trafikte cezalı hususu ihlal ettiğin zaman bilmiyordum demen seni cezadan muaf kılmadığı gibi.) Şirk'ide Allah affetmiyor.(Bilmek mecburiyetindesin) Muhammed.30 A'raf.30**Çünkü onlar; Allah'ı bırakıp şeytanları kendilerine dostlar edindiler. Ve onlar; kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlardı. zuhruf.37**O şeytanlar bunları doğru yoldan çıkardıkları halde bunlar doğru yolda olduklarını sanırlar. http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/08/insandaki-halleresyadaki-ozellikler-den_16.html https://www.youtube.com/watch?v=cF7O4M18Wrw&list=PLr342JFErS74wTAKOa6WqzcN2SMX7Hgu4&index=7VideoKişi bir şeyi anlatırken anlattığı olay kişinin hoşuna giderse,onaylarsa, o olayı öve öve anlatır.Hoşuna gitmezse yere yere anlatır.(Bu hal bütün insanlarda vardır.İnsan eşya olduğundan eşyadaki bir özelliktir.) O zaman kişinin övdüğü kişi açık delillerle kafir ise,öven kişide onu onaylayan kişide kafir olur. Bilerek veya bilmeyerek fark etmez cezası aynıdır. (örnek.Trafikte cezalı hususu ihlal ettiğin zaman bilmiyordum demen seni cezadan muaf kılmadığı gibi.) Şirk'ide Allah affetmiyor.(Bilmek mecburiyetindesin) Muhammed.30 A'raf.30**Çünkü onlar; Allah'ı bırakıp şeytanları kendilerine dostlar edindiler. Ve onlar; kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlardı. zuhruf.37**O şeytanlar bunları doğru yoldan çıkardıkları halde bunlar doğru yolda olduklarını sanırlar. http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/08/insandaki-halleresyadaki-ozellikler-den_16.html https://www.youtube.com/watch?v=cF7O4M18Wrw&list=PLr342JFErS74wTAKOa6WqzcN2SMX7Hgu4&index=7
"Artık sakallarımız ve başörtülerimiz bizi ifade etmiyor" - Atasoy Müftüoğlu1-dot
Konuşmanın tamamını seyretmek için tıklayın: https://www.youtube.com/watch?v=m0ajL3A5pbsVideoKonuşmanın tamamını seyretmek için tıklayın: https://www.youtube.com/watch?v=m0ajL3A5pbs
"Akla veda ettiğimiz gün tarihe de veda ettik" - Atasoy Müftüoğlu
KİŞİNİN TAKİP ETMESİ GEREKEN Gerçek/büyük/derin sorunları farkedemeyen toplumlar bilinç/idrak/nitelik katliamına maruz kaldıkları için, küçük sorunlarla oyalanırlar. Yüzeysel-küçük-güncel sorunlar içerisinde bir o yana, bir bu yana sürüklenen toplumlar, nostaljik kültürle, folklorik bir kültürle malül bulundukları için, gerçek zamanları, gerçek dünyayı, gerçek tarihi etkileyebilecek, çözümleyebilecek, yansıtabilecek bir kültür üretemezler. Onun için şu Fikir üzerine yoğunlaşılmazı lazım. HEDEF... Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbVideoKonuşmanın tamamını seyretmek için tıklayın: https://www.youtube.com/watch?v=m0ajL3A5pbs
"İslâm dünyasında neden binlerce manevî aracı var?" - Atasoy Müftüoğlu1-dot
KİŞİNİN TAKİP ETMESİ GEREKEN Gerçek/büyük/derin sorunları farkedemeyen toplumlar bilinç/idrak/nitelik katliamına maruz kaldıkları için, küçük sorunlarla oyalanırlar. Yüzeysel-küçük-güncel sorunlar içerisinde bir o yana, bir bu yana sürüklenen toplumlar, nostaljik kültürle, folklorik bir kültürle malül bulundukları için, gerçek zamanları, gerçek dünyayı, gerçek tarihi etkileyebilecek, çözümleyebilecek, yansıtabilecek bir kültür üretemezler. Onun için şu Fikir üzerine yoğunlaşılmazı lazım. HEDEF... Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbBağlantı
Mitolojik Kurtarıcı Mehdi1-dot
Koptuk, ıssız vadilerde şaşkın şaşkın dolaşmaya maruz kaldık. Mehdi tasavvuru, bu şaşkınlığımızın, dalaletimizin açık bir kanıtıdır. Neden Kur’an değil de Mehdi? Neden sünnet değil de Mehdi? Acaba biz Kur’an’da, sünnette, İslam’da bir eksiklik bulduk da bunu, Mehdi gibi algılarla mı gidermeye çalışıyoruz? ***************************** Bu sadece şeytanın vaadini doğrulamak için kafirler tarafından ortaya atılmış bir oyalama taktiğidir.. Ama biz onunla değil şu fikirle meşgul olmalıyız. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI Mehdi olayının doğrusu aşağıdadır. NEBEVÎ HADİSLERDE GELECEĞİ HABER VERİLEN MEHDİ KURULMASI MÜSLÜMANLARA FARZ OLAN RAŞİDÎ HİLAFET DEVLETİ’NİN BİR HALİFESİDİRBağlantıBu haftaki kitabımız İşaret Yayınları’ndan. “Mitolojik Kurtarıcı Mehdi” isimli eserin yazarı Mehmet Ali Durmuş. Kitap hakkında bilgiye geçmeden...
VAROLUŞSAL YOĞUNLUKLAR1-dot
Ahlaki bakış açısını kaybettiğimiz için, Müslümanlar olarak, ideolojik/entelektüel/kültürel/politik bir savaşın tam ortasındayken, bu savaşı derinden duymuyor, hissetmiyoruz. Yerel koşullar içerisinde düşündüğümüz için, bilincimiz kolaylıkla homejenleştirilebiliyor, partizanlaştırılabiliyor, duygusallaştırılabiliyor, millileştirilebiliyor. Dağılmışlık ve merkezsizlik stratejik bir başlangıç noktasında buluşmamızı engelliyor. Varoluşsal yoğunlukları-incelikleri, İslami yoğunlukları ve dikkati kaybettiğimiz için, hayatın içeresinde her tür taşralılık, kabalık, bayağılık, cehalet, sansasyon, demegoji, dilsel saldırganlık normalleşiyor, sıradanlaşıyor. ORTAK İNSANLIK FİKRİ YOK EDİLİYOR*** ********************** Onun için bir an önce şu fikir üzerine yoğunçalışmaların yapılması gerekiyor. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI***BağlantıBugün, İslami dünya görüşüyle, bilgi-değer sistemiyle ilgisi bulunmayan taklit-kopya-sahte hayatlar yaşıyoruz. Hiçbir şeyi gerçek bütünlüğü içerisinde temsil etmiyoruz. Hayatın kimi boyutuna İslami…
TÜRKİYE KİMLERİN CENNETİ?!…1-dot
Mümtaz memleketimiz Türkiye’de dehşet bir kavram kargaşası içindeyiz. Enformasyon bombardımanı da bu kargaşayı hızla arttırıyor. Boğulmak üzereyiz… ********************** Sadece Türkiye değil dünya aynı konumda boğulmak üzere. Bu konumdan kurtulmanın yolu, çaresi,çözümü şu fikirde düğümlenmektedir. Bu fikrin açılımını yapmakta bizlerin elinde, dolayısı ile bu insanlığın kurtuluş istikametini belirlemek bu fikrin açılımından geçmektedir. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI.BağlantıFert olarak kendini yetiştirmek, gerçekleştirmek, ayakları üzerinde durmak ve ondan sonra topluma karışmak yerine varlığını cemaatlere, camialara, gruplara emanet eden, iradesini kendinden daha ile…
İLİM ADAMLIĞINDAN FİLİM ADAMLIĞINA DİN PAZARLAMACILIĞI1-dot
Ciddiyetten, samimiyetten uzak… Bir yanda kılı tüyü pazarlanan, insanların ağzına tükürüp unutkanlığı unutturan, cübbelere tükürerek, tükürdüğü cübbeleri giyenlerden cehennem azabını uzaklaştıran, “sidiği içirilen” bir peygamber diğer yanda mahremiyeti televizyonlarda ifşa edilen, kutsanan, kutsallaştırılan yalan menkıbelere konu edilen bir peygamber. Ve tabii ki gerçeği anlatanların mahalle baskısıyla susturulduğu, hakikatin kısık sesinin duyulmadığı bir dünya… Bir yanda mehd-ü senalara boğulan filim adamları diğer yanda ciddiye alınmayan ilim adamları… *********************** Ne yazık ki dünya koskocaman bir Show sahnesine dönüştü. Sanatçılar showmene, ilim adamları filim adamlarına… ********************************************* Dediklerin çok doğru olmakla birlikte bu insanlık çıkış yolu bulamadığından pusulda dönüp duruyorlar. Halbuki şu aşağıdaki fikrin üzerine yoğunlaşılsa hem problemler çözülecek hemde çıkış istikametine yönelinecek. Sen ve diğer alimler bu fikrin üzerine yoğunlaşılsa hedef görünecektir. Fikir şu. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARIBağlantıCiddiyetten, samimiyetten uzak… Bir yanda kılı tüyü pazarlanan, insanların ağzına tükürüp unutkanlığı unutturan, cübbelere tükürerek, tükürdüğü cübbeleri giyenlerden cehennem azabını uzaklaş…
CEMAATLERİN CENNETİNDE YAŞAMAK1-dot
. Ancak kendi namıma cemaat mensubiyetini reddediyorum ve bireyselliği daha sağlıklı bir tercih olarak görüyorum. Ayrıca cemaatlere yönelik eleştiri hakkım olduğunu düşünüyorum. **************************************** Bu sistem kendi halkını virüslere boğdu bu cemaat konusundada aynı.Tedavi olması lazım insanlığın. BU DURUMDA İSLÂM BİZDEN NE YAPMAMIZI İSTİYOR? SAHİH BİR İSLÂMÎ KİTLE İLE ÇALIŞMANIN FARZİYETİ DOĞRU, SAHİH BİR İSLÂMÎ KİTLEDE BULUNMASI GEREKEN ÖZELLİKLER http://www.iktibasdergisi.com/cemaatlerin-cennetinde-yasamak/#comment-63540Bağlantı…kendini Müslüman bilen, özellikle de belli bir müesses dinî yapıya intisap eden insanların çoğu niçin kendi dindaşlarını kendilerine benzetmeye çalışır? Allah’ın kendine atfetmediği bir işe …
DİNLERİ BİRBİRİNDEN AYIRAN TEMEL UNSURLAR VE İKİ ANA DİN1-dot
Tevhid dini, insan fıtratının bir yansıması olup huzur ve mutluluğun kaynağıdır (30/30). ******************************** Onun için bu son (21)inci yüzyılın teknolojisiyle olayları açıp insanlığa yardımcı olmamız lazım. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARIBağlantıİnsan ve toplum hayatının her alanının Allah’ın gönderdiği değer sistemine göre inşa edilmesi, ‘fikri ve ameli nizamı’ oluşturur. Kur’an’da “Hükmün Allah’a ait olmasından”, “Allahın indirdikleri il…
Ahmet Turgut Ulucak - İnsanlığın Varoluş Amacı1-dot
KİŞİNİN TAKİP ETMESİ GEREKEN HEDEF... Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb https://www.youtube.com/watch?v=Gz8kkv0VkZ8Video
Kalemder - Türk Toplumu Muhbir Bir Toplum Olma Yolunda - Ahmet Turgut ULUCAK1-dot
. Ancak kendi namıma cemaat mensubiyetini reddediyorum ve bireyselliği daha sağlıklı bir tercih olarak görüyorum. Ayrıca cemaatlere yönelik eleştiri hakkım olduğunu düşünüyorum. **************************************** Bu sistem kendi halkını virüslere boğdu bu cemaat konusundada aynı.Tedavi olması lazım insanlığın. BU DURUMDA İSLÂM BİZDEN NE YAPMAMIZI İSTİYOR? SAHİH BİR İSLÂMÎ KİTLE İLE ÇALIŞMANIN FARZİYETİ DOĞRU, SAHİH BİR İSLÂMÎ KİTLEDE BULUNMASI GEREKEN ÖZELLİKLER http://www.iktibasdergisi.com/cemaatlerin-cennetinde-yasamak/#comment-63540Bağlantı
GENELDE TÜM İNSANLIK,ÖZELDE MÜSLÜMANLAR KUŞATILMIŞ HALDELER ŞU ANDA. DOSTUNU DÜŞMANINI BELİRLEKİ HEDEFİNE VARASIN MÜSLÜMAN,KARDEŞİM.1-dot
GENELDE TÜM İNSANLIK,ÖZELDE MÜSLÜMANLAR KUŞATILMIŞ HALDELER ŞU ANDA. DOSTUNU DÜŞMANINI BELİRLEKİ HEDEFİNE VARASIN MÜSLÜMAN,KARDEŞİM. https://www.youtube.com/watch… MESCID-I DIRÂR OLAYI: http://www.sevde.de/mescidi_diran.htm Şahsiyeti tedavi edilmesi gereken Diyanet mensupları. İlişkilendirme anında insanın bilgileri ve vakıayı ölçmede kullandığıkaideveyakaidelernefsiyetin ve akliyetin oluşumunda yani belirli bir şahsiyetin oluşumunda en büyük etkendirler.Akliyetin oluşumunda kullanılan kaide ve kaideler, nefsiyetin oluşumunda kullanılan kaide veya kaidelerle aynı olmazsa insanda bulunan akliyet ve nefsiyet birbirinden farklı olur. Çünkü o zaman insan, eğilimlerini iç dünyasında var olan kaide veya kaidelere göre ölçer. Yönelticilerini akliyeti oluşturan mefhumların dışındaki mefhumlara bağlar. Bu durumda ise fikirleri ile eğilimleri başka başka, birbirine zıt, farklı olur. Böylece seçkin olmayan bir şahsiyete sahip olur. Çünkü kelimeleri ve cümleleri anlayışı, vakıayı idraki, eşyaya olan meylinden farklı bir şekilde meydana gelir. Bu nedenle şahsiyetin tedavi edilebilmesi ve seçkin bir şahsiyetin oluşturulabilmesi, ancak insanın akliyeti ve nefsiyeti için aynı anda ancak tek bir kaidenin bulunması ile gerçekleşir. Yani bağlantı kurma esnasında bilgileri ve vakıayı değerlendirmede kullanılan kaidenin, yönelticilerle mefhumlar arasındaki sentezin sağlanmasında da aynen kullanılmasıyla tek kaide ve tek ölçü üzere seçkin bir şahsiyet oluşur. https://www.youtube.com/watch… https://www.youtube.com/watch… https://www.youtube.com/watch… https://www.youtube.com/watch… DİYANETİN NASIL BİR UYUTMA PROJESİ OLDUĞUNU BİRDE KENDİ AĞIZLARINDAN DİNLEYİN! DİYANETİN NASIL BİR UYUTMA PROJESİ… YOUTUBE.COM BeğenDaha fazla ifade gösterYorum YapPaylaş Yorumlar Hüseyin Uzun Hüseyin Uzun http://www.sevde.de/mescidi_diran.htm MESCID-I DIRAN OLAYI SEVDE.DE Beğen · Yanıtla · Önizlemeyi Kaldır · 1 saat Hüseyin Uzun Hüseyin Uzun Şahsiyeti tedavi edilmesi gereken Diyanet mensupları. İlişkilendirme anında insanın bilgileri ve vakıayı ölçmede kullandığıkaideveyakaidelernefsiyetin ve akliyetin oluşumunda yani belirli bir şahsiyetin oluşumunda en büyük etkendirler.Akliyetin oluşum...Daha Fazlasını Gör Diyanet hocaları küfür sözlerle hutbe okuyorlar YOUTUBE.COM Beğen · Yanıtla · Önizlemeyi Kaldır · 1 saat Hüseyin Uzun Hüseyin Uzun **********SİSTEMLE ÇALIŞANLAR*************** Rahmetli Kemal Bey Ağabeyimiz tarafından şahsıma tevdi edilen bu emaneti, zamanı geldiği düşüncesiyle ortaya koymaya karar verdim. Maksadım, başka bir cemaatin derin güçler ve “Hain Üst Akıl” tarafından nasıl “FETÖ” terör örgütüne dönüştürüldüğünün ortaya çıktığı böyle bir zamanda, 16 yıldır aynı güçler tarafından kontrol altında tutulduğunu bildiğim bu temiz cemaatin, başka bir “Şer Odağı” haline gelmesinin önüne geçilmesinde, Devletimizin başında bulunan siyasi güç sahiplerine ve varsa aklı başında cemaat yöneticisi konumundaki hocalarımıza (Her bir şeyi keramete yormadan hareket etmelerini dileyerek), kendilerinde var olan bilgilere ilave olarak bendeki bu emanet bilgiyi de sunmak suretiyle dini ve milli bir hayra hizmet etmektir. Tarih Haziran (21?)1982, Yer Fazilet Han-Sultanahmet: O tarihte Ardahan’da görev yapmakta olan Yüzbaşıyım. Oniki Eylül darbesinin üzerinden henüz iki yıl geçmemiş, yurt sathında birçok Ku’ran kursu ve öğrenci yurtları kapalı, darbe iktidarı cemaatin bütün mülküne el koymanın peşinde kararname hazırlamış, cemaat yöneticileri -başta Kemal KACAR Bey Ağabeyimiz olmak üzere- Antalya’da tutuklu olup idamla yargılanıyorlar. Bir vesile ile İstanbul’a gelmiştim. O günkü şartlarda iletişim imkanları zayıftı. Cemaate ait Fazilet Neşriyatın Sultanahmet’teki merkezine geldim. Kemal Ağabeyin cezaevinden tahliye edildiğini orada öğrendim. Birkaç gün önce serbest kalmış. Fazilete gittiğimde de oradaki ofisindeymiş. Geldiğimi haber verdiler, hemen kabul etti. Hizmet eden kişilere “Hususi görüşmemiz var rahatsız etmeyin!” diye talimat verdiler. 27 Yaşında genç bir subaydım. Böyle büyük bir zatın benimle görüşecek hususi ne meselesi olabilirdi? Cemaat mensubu 7-8 muvazzaf subaydan biriydim. O gün orada benim bulunmam bir tevafuk muydu? Kemal Bey Ağabeyimiz 1973 yılında mezun olup Tğm. olduğumuzdan itibaren benimle ve benim gibi subay olan diğer arkadaşlarımızla yakından ilgilendiğini biliyordum. Kur’an kursundan mezun bir talebesiyle (Rahmetli Zevceleri Bedia Ablamızın Talebesi) evlenmeme vesile olmuş, birçok mecliste “Bu kardeşimizi ben evlendirdim” buyururlar, bizimle iftihar ederlerdi. Ama bu durumla ilk defa karşılaşıyordum. Asrın Mürşidine evlat ve talebe olmuş, şahsen birçok kerametlerine şahit olduğum, tarihi ve manevi bakımdan büyük bir zatın karşısında olduğumun şuurundaydım. Hususi meselelerin istişare edileceği bir olgunlukta olduğumu düşünmüyordum. Asker olmam dolayısıyla bu konuya muhatap olduğumu düşündüm. Ne de olsa devir askerlerin devri idi. Tahmin ettiğim gibi de çıktı. Bu Sırrımı Ben Hayattayken Kimseye Söylemeye Mezun Değilsin: Ağabeyimiz söze şöyle başladı; “Seninle bir sırrımı paylaşacağım. Bu sırrımı cemaatte H.Kumaş da dahil (O zaman Cemaatin iki numaralı idarecisi –Naib- idi) paylaşacak kimsem yok” buyurdu. İstihbaratın (MİT o zamanlar ve yakın tarihe kadar CIA’in küçük bir şubesi durumundaydı) kendisini cezaevinde bir anlaşmaya zorladığını, kendisinin de bu anlaşmayı kabul etmek zorunda kaldığını belirtti. (O günleri yaşayanlar, 27 Mayısın ünlü anayasa profesörü CHP Senatörü Muammer AKSOY’un Kemal Bey ve Cemaat hayranlığı(!) ile Ağabeye fahriyen avukatlık yaptığını iyi bilirler. Kemal Ağabey bir şey söylememekle birlikte bendeniz irtibatın bu yolla kurulduğunu düşünmekteyim.) Kemal Bey Ağabeye iki durumdan birini tercih etmesi teklif edilmişti. Ya Kendisi ve 16 İdareci-Hoca arkadaşı ortadan kaldırılacak ve Cemaatin bütün mülküne el konulacak; Ya da cemaatin tasfiyesi ve askeri idarenin emrine girmesi için idare ile işbirliği yapılacaktı. Eğer bu anlaşma sağlanırsa “Amerika veya Türkiye’de” en yüksek seviyede imkanları haiz bir dünya hayatı garanti edilecekti. Büyük miktarda para da teklif ediliyordu. Kemal Ağabey; “Ben bu anlaşmaya gönülden nasıl evet derim. Ama kabul etmediğim taktirde bu kişiler söylediklerini yapacak güçte ve kararlıktalar. Bu sebeple anlaşmayı kabul ettim ve bu şekilde tahliye edildim. Diğer arkadaşlarımız da serbest kalacaklar. Bundan sonra artık bu anlaşma çerçevesinde neyi ne kadar ve nasıl yapabileceksek öyle olacak.” Nitekim de öyle olmuştur; H.KAPLAN Hoca Efendinin ve daha nicelerinin 2000’e kadar cemaatten tasfiyesi, Kemal Ağabeyin (Sahte Şeyh olarak İstihbaratın elinde koz olması bakımından) “Dört Genç Kadın”la evlenmesi, yakın çevresinde (H.Ş.) ve (A.B.)vs. gibi MİTÇİ oldukları bilinen kişilerin, G.K. ve H.E. gibi cemaat yapısına uymayan süfliyatın bulunması hep bu sebepledir. 1988 yılında Ordu’dan istifa edip İstanbul’da cemaat şirketlerinde çalıştığım dönemlerde defaatle Kemal Bey Ağabeyimiz bu anlaşmayla ilgili durumu tarafıma teyit etmiş, her vazifeden alınıp cemaatten tard(!) edilen nice hocalarımıza ”bu sırrı” paylaşmadan moral destek amaçlı ziyaretlerim de onun bilgisi dahilinde olmuştur. OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ ==>http://www.seviyelihaber.com/.../biz-suleymancilar-ciai... SEVİYELİ HABER "BİZ SÜLEYMANCILAR CiAI'NIN KONTROLÜ ALTINDAYIZ" SEVİYELİHABER.COM Beğen · Yanıtla · Önizlemeyi Kaldır · 5 dk. Hüseyin Uzun Hüseyin Uzun İSLAM DÜŞMANI ORYANTALİSTLERDEN ,MÜSTEŞRİKLERDEN UYGULAMAKTA OLDUKLARI TAKTİKLERDEN BİR KAÇI ŞUNLARDIR.SENİ YANLIŞ BİR YOLDAN ÇEVİRİP KENDİ YANLIŞ İSTİKAMETİNE YÖNLENDİRMELERİ. https://www.dailymotion.com/.../x3ag17g_islam-dusmani... İSLAM DÜŞMANI… DAİLYMOTİON.COM Beğen · Yanıtla · Önizlemeyi Kaldır · 1 dk. Hüseyin Uzun Hüseyin Uzun https://www.dailymotion.com/video/x3ag2ua ŞEYTANIN TAKTİKLERİNDEN BUNLAR... - Dailymotion Video DAİLYMOTİON.COM Beğen · Yanıtla · Önizlemeyi Kaldır · Az önce Hüseyin Uzun Hüseyin Uzun KİŞİNİN TAKİP ETMESİ GEREKEN HEDEF... Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb Asıl nedir:1. Kök, esas, temel, kaide Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. BAŞLAMA***2 Asıl nedir:1. Kök, esas, temel, kaide Asıl olan. vakanın eş... NAMENSTRAAT8BREDAHOLLANDA.BLOGSPOT.COM Beğen · Yanıtla · Önizlemeyi Kaldır · Az önceBağlantıGENELDE TÜM İNSANLIK,ÖZELDE MÜSLÜMANLAR KUŞATILMIŞ HALDELER ŞU ANDA. DOSTUNU DÜŞMANINI BELİRLEKİ HEDEFİNE VARASIN MÜSLÜMAN,KARDEŞİM. http...
Dünya “biz”e gebe, bizse hakikate... - YUSUF KAPLAN1-dot
insanlığın varoluşsal sorunlarını iliklerine kadar hisseden fikir ve oluş çilesi çeken Müslüman öncü kuşaklar çıkarabilir. Öyleyse, bize düşen, insanlığın önünü açacak bu çilekeş öncü kuşakları, hakikat adamlarını yetiştirmek ve bunun için gerekli bütün hazırlıkları daha fazla gecikmeden adım adım hayata geçirmek... Artık şu gerçek bütün çıplaklığıyla anlaşılmış olmalı: Dünya “biz”e gebe, bizse hakikate... **************************** İşte o hakikatın başlangıcı bu Fikir. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARIBağlantıBatı uygarlığının yükselişi gözkamaştırıcı, şaşaalı ve çok kanlı oldu: Hümanizm, rönesanslar, reformasyon ve karşı reformasyonlar, siyasî, entellektüel ve iktisadî devrimlerle Batı uygarlığı, dünya üzerinde eşi görülmemiş yıkıcı bir hegemonya kurdu
Kur’an ve Devlet, Yakup DÖĞER, Küre Medya, Bu küreye dair ne varsa...1-dot
HİLÂFET'İN FARZİYETİNİN DELİLLERİ İslam yalnızca ruhani bir şekilde yansıtılarak toplum hayatından ve devletten uzaklaştırılmıştır. Bundan sonraki gelişmelerde laikliğe “devletlerin ideolojisi” olarak davet edilmiş, Hilafeti hayatımızdan koparıp atmayı bu şekilde başarmıştır. “Bizler, Müslümanların çocukları arasında, herhangi bir İslami birlik hakkındaki herhangi bir şeye son vermek zorundayız. Zaten Hilafeti bitirmeyi başardık, bundan sonra; ister kültürel isterse düşünce olarak Müslümanların yeniden bir araya gelemeyeceklerinden emin olmak zorundayız.” http://www.hilafet.com/dergi/H150-159/H150/03.htmBağlantı
Hizb Ut Tahrir´den ümmete cagri!!1-dot
https://www.youtube.com/watch?v=2ehCceyP_38&list=PLr342JFErS76u5CDh7Yq5gADyDiArjk1M&index=3VideoHizb Ut-Tahrir´den ümmete cagri!!
Yeni nesil geliyor. https://youtu.be/cdNC1dTxVhk1-dot
Yeni nesil geliyor. https://youtu.be/cdNC1dTxVhkVideoYeni nesil geliyor. https://youtu.be/cdNC1dTxVhk
DÜŞÜNSEL/ZİHİNSEL ANLAMDA NABZIMIZ DURMUŞTUR
Zihin dünyamız, dünyalarımız içerisinde yaşadığımız anların gündemiyle; resmi, politik, güncel, yerel retorikle işgal altına alındığı için, bugün düşünsel anlamda nabzımız durmuş, ufkumuz kapanmıştır. Bu yüzdendir ki, aramızda Müslümanlar olarak; nitelikli bir etkileşim gerçekleştiremiyor, nitelikli bir tartışma yürütemiyor, eleştirel bir kültür ortamı oluşturamıyoruz. ******************* Söylediklerin doğru insanlığın geneli böyle. Ama biz.yani sen ve ben şu fikrin üzerine yoğunlaşarak açmaya çalışırsak bu insanlığa öncülük etmiş olur ve bütün proplemlerin çözümüne katkıda bulunmuş oluruz. Yoğunlaşmamız gereken FİKİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI.. VAHİY KONULARI HARİCİNDE, DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR. GELECEĞİNİ,CENNETİNİ GARANTİ ALTINA AL KARDEŞİM.... İlk etapta bunlarla açılıma başlanır. http://www.iktibasdergisi.com/dusunselzihinsel-anlamda-nabzimiz-durmustur/#comment-63340 http://www.iktibasdergisi.com/dusunselzihinsel-anlamda-nabzimiz-durmustur/#comment-63340BağlantıGünümüzde İslam ve Müslümanlar emperyal/ideolojik iktidarın diliyle terörize ediliyor. Aziz İslam, birkaç basit klişeye indirgeniyor, ırksal ve ideolojik klişelerle rencide ediliyor. Klişelere haps…
"BİZ SÜLEYMANCILAR CiAI'NIN KONTROLÜ ALTINDAYIZ"
**********SİSTEMLE ÇALIŞANLAR*************** Rahmetli Kemal Bey Ağabeyimiz tarafından şahsıma tevdi edilen bu emaneti, zamanı geldiği düşüncesiyle ortaya koymaya karar verdim. Maksadım, başka bir cemaatin derin güçler ve “Hain Üst Akıl” tarafından nasıl “FETÖ” terör örgütüne dönüştürüldüğünün ortaya çıktığı böyle bir zamanda, 16 yıldır aynı güçler tarafından kontrol altında tutulduğunu bildiğim bu temiz cemaatin, başka bir “Şer Odağı” haline gelmesinin önüne geçilmesinde, Devletimizin başında bulunan siyasi güç sahiplerine ve varsa aklı başında cemaat yöneticisi konumundaki hocalarımıza (Her bir şeyi keramete yormadan hareket etmelerini dileyerek), kendilerinde var olan bilgilere ilave olarak bendeki bu emanet bilgiyi de sunmak suretiyle dini ve milli bir hayra hizmet etmektir. Tarih Haziran (21?)1982, Yer Fazilet Han-Sultanahmet: O tarihte Ardahan’da görev yapmakta olan Yüzbaşıyım. Oniki Eylül darbesinin üzerinden henüz iki yıl geçmemiş, yurt sathında birçok Ku’ran kursu ve öğrenci yurtları kapalı, darbe iktidarı cemaatin bütün mülküne el koymanın peşinde kararname hazırlamış, cemaat yöneticileri -başta Kemal KACAR Bey Ağabeyimiz olmak üzere- Antalya’da tutuklu olup idamla yargılanıyorlar. Bir vesile ile İstanbul’a gelmiştim. O günkü şartlarda iletişim imkanları zayıftı. Cemaate ait Fazilet Neşriyatın Sultanahmet’teki merkezine geldim. Kemal Ağabeyin cezaevinden tahliye edildiğini orada öğrendim. Birkaç gün önce serbest kalmış. Fazilete gittiğimde de oradaki ofisindeymiş. Geldiğimi haber verdiler, hemen kabul etti. Hizmet eden kişilere “Hususi görüşmemiz var rahatsız etmeyin!” diye talimat verdiler. 27 Yaşında genç bir subaydım. Böyle büyük bir zatın benimle görüşecek hususi ne meselesi olabilirdi? Cemaat mensubu 7-8 muvazzaf subaydan biriydim. O gün orada benim bulunmam bir tevafuk muydu? Kemal Bey Ağabeyimiz 1973 yılında mezun olup Tğm. olduğumuzdan itibaren benimle ve benim gibi subay olan diğer arkadaşlarımızla yakından ilgilendiğini biliyordum. Kur’an kursundan mezun bir talebesiyle (Rahmetli Zevceleri Bedia Ablamızın Talebesi) evlenmeme vesile olmuş, birçok mecliste “Bu kardeşimizi ben evlendirdim” buyururlar, bizimle iftihar ederlerdi. Ama bu durumla ilk defa karşılaşıyordum. Asrın Mürşidine evlat ve talebe olmuş, şahsen birçok kerametlerine şahit olduğum, tarihi ve manevi bakımdan büyük bir zatın karşısında olduğumun şuurundaydım. Hususi meselelerin istişare edileceği bir olgunlukta olduğumu düşünmüyordum. Asker olmam dolayısıyla bu konuya muhatap olduğumu düşündüm. Ne de olsa devir askerlerin devri idi. Tahmin ettiğim gibi de çıktı. Bu Sırrımı Ben Hayattayken Kimseye Söylemeye Mezun Değilsin: Ağabeyimiz söze şöyle başladı; “Seninle bir sırrımı paylaşacağım. Bu sırrımı cemaatte H.Kumaş da dahil (O zaman Cemaatin iki numaralı idarecisi –Naib- idi) paylaşacak kimsem yok” buyurdu. İstihbaratın (MİT o zamanlar ve yakın tarihe kadar CIA’in küçük bir şubesi durumundaydı) kendisini cezaevinde bir anlaşmaya zorladığını, kendisinin de bu anlaşmayı kabul etmek zorunda kaldığını belirtti. (O günleri yaşayanlar, 27 Mayısın ünlü anayasa profesörü CHP Senatörü Muammer AKSOY’un Kemal Bey ve Cemaat hayranlığı(!) ile Ağabeye fahriyen avukatlık yaptığını iyi bilirler. Kemal Ağabey bir şey söylememekle birlikte bendeniz irtibatın bu yolla kurulduğunu düşünmekteyim.) Kemal Bey Ağabeye iki durumdan birini tercih etmesi teklif edilmişti. Ya Kendisi ve 16 İdareci-Hoca arkadaşı ortadan kaldırılacak ve Cemaatin bütün mülküne el konulacak; Ya da cemaatin tasfiyesi ve askeri idarenin emrine girmesi için idare ile işbirliği yapılacaktı. Eğer bu anlaşma sağlanırsa “Amerika veya Türkiye’de” en yüksek seviyede imkanları haiz bir dünya hayatı garanti edilecekti. Büyük miktarda para da teklif ediliyordu. Kemal Ağabey; “Ben bu anlaşmaya gönülden nasıl evet derim. Ama kabul etmediğim taktirde bu kişiler söylediklerini yapacak güçte ve kararlıktalar. Bu sebeple anlaşmayı kabul ettim ve bu şekilde tahliye edildim. Diğer arkadaşlarımız da serbest kalacaklar. Bundan sonra artık bu anlaşma çerçevesinde neyi ne kadar ve nasıl yapabileceksek öyle olacak.” Nitekim de öyle olmuştur; H.KAPLAN Hoca Efendinin ve daha nicelerinin 2000’e kadar cemaatten tasfiyesi, Kemal Ağabeyin (Sahte Şeyh olarak İstihbaratın elinde koz olması bakımından) “Dört Genç Kadın”la evlenmesi, yakın çevresinde (H.Ş.) ve (A.B.)vs. gibi MİTÇİ oldukları bilinen kişilerin, G.K. ve H.E. gibi cemaat yapısına uymayan süfliyatın bulunması hep bu sebepledir. 1988 yılında Ordu’dan istifa edip İstanbul’da cemaat şirketlerinde çalıştığım dönemlerde defaatle Kemal Bey Ağabeyimiz bu anlaşmayla ilgili durumu tarafıma teyit etmiş, her vazifeden alınıp cemaatten tard(!) edilen nice hocalarımıza ”bu sırrı” paylaşmadan moral destek amaçlı ziyaretlerim de onun bilgisi dahilinde olmuştur. OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ ==>http://www.seviyelihaber.com/gundem/biz-suleymancilar-ciai-nin-kontrolu-altindayiz-h1688.html SEVİYELİ HABERBağlantı'BİZ SÜLEYMANCILAR CiAI'NIN KONTROLÜ ALTINDAYIZ'
ARŞİV: GERÇEKTE KURMAK İSTEDİĞİMİZ VE ARZU ETTİĞİMİZ DEVLET RAŞİDİ HİLAFET'TİR.(Arşiv)1-dot
Bir devlet ne zaman İslâm Devleti sayılır ? Şu dört husus gerçekleştiğinde bir devlet Islâm Devleti sayılır : A-) İçinde devlet kurulmuş olan memleketlerin otoritesi kâfir bir devlete veya kâfir bir güce ve nüfuza değil de yalnız müslümanların gücüne dayanmalıdır. B-) O memleketteki müslümanların emniyeti yani içerde ve dışarıya karşı müslümanların himayesi ve korunması sadece müslümanların gücüne dayanmalıdır. C-) İslâm'ın tümünü inkılabî ve kapsamlı şekilde uygulamaya başlamalı ve İslâm Davetini diğer insanlara taşımak için hemen uğraşmaya başlamalıdır.(yayılımcı,açılımcı olalıdır.) D-) Biat edilen halife. Hilâfet ehliyetinin şartlarına sahip olmalıdır. http://namenstr8.blogspot.nl/2015/03/gercekte-kurmak-istedigimiz-ve-arzu.htmlBağlantıResulullah (S.A.V) ve Raşidilerin kurdukları devleti örnek ediniyoruz. Onun gibi bir devlet kurmak istiyoruz. Devletin; Kuran ve Sünnetin uygulanmasını sahih şekilde sağlaması için İslam'a dayalı hizibler (cemaatlar) kurulacaktır. Bu hizibler; Islâm siyasetini benimserler, marufu emrederler ve munke…
İbrahim Baran on Twitter1-dot
“Darbeci FETÖcülerin ablası Nazlı Ilıcak 28 Şubat'ta kamuoyunun önünde Feto'nun PR'ını S. Demirel'e böyle yapmıştı! https://t.co/NntdGhjRJG”Video“Darbeci FETÖcülerin ablası Nazlı Ilıcak 28 Şubat'ta kamuoyunun önünde Feto'nun PR'ını S. Demirel'e böyle yapmıştı! https://t.co/NntdGhjRJG”
Cengiz Güldalı on Twitter1-dot
“Allahu Aqbar.. Dinle ve ibret al. https://t.co/iX2Jv7oNNy”Video“Allahu Aqbar.. Dinle ve ibret al. https://t.co/iX2Jv7oNNy”
Vay Be Bizde küçükken Eve girmek istemezdik ama kapıdan Bu Çocuk Camdan Eve girmek istemiyor.1-dot
Vay Be Bizde küçükken Eve girmek istemezdik ama kapıdan Bu Çocuk Camdan Eve girmek istemiyor.VideoVay Be Bizde küçükken Eve girmek istemezdik ama kapıdan Bu Çocuk Camdan Eve girmek istemiyor.
Geçen Ay
Yeni nesil geliyor. https://youtu.be/cdNC1dTxVhk
Yeni nesil geliyor. https://youtu.be/cdNC1dTxVhkVideoYeni nesil geliyor. https://youtu.be/cdNC1dTxVhk
ERZURUM’DA VAHŞİ CİNAYET1-dot
Cengiz Karakuş bu tanınmışlığı aslında uğrunda Almanya'dan hicrete sebep olan İslami Davası na borçlu olduğu bilinmektedir. Her fırsatta bütün Müslümanların birleşmesi gerektiği , her türlü ırkçılığı bir kenara itip yapay sınırların kaldırıldığı , Üslerimizden sömürgecilerin atılması gerektiğini sürekli dile getiren Cengiz , bu fikirlerinden dolayı defalarca kez göz altına alınmiştır. Yargılandığı Hizb-ut Tahrir davalarında bir kaç kez beraat almasına rağmen kendisi 17 kez göz altına alan emniyet mensuplarının FETÖ ,PDY , TERÖR ÖRGÜTÜ üyesi olmaktan tutuklandıkları ı tesadüf olmasa gerek. (resmi belgelere göre kendisinin şuan yargı tayda bulunan dosyalarında Rahmetliyi 15 Yıl hapse mahkum eden özel yetkili hakimler R. KARAKULLUKÇU Trabzon'da ve M. KAHYA Bursa'da FETÖDEN dolayı ilişiği kesilmiştir.) Gardiyanların bile kendisini her gördügünde ''Hacım seni kapıdan gönderiyoruz bacadan geliyorsun '' dediği YİGİT ADAM Mahkeme salonlarının cesaretli SİYASİ MAHKUMU Mülteci ve garibanın merhametli HACI ABİSİ esnafın HATI RI SAYILIR H.CENGİZ'İ ve üyesi olmakla gurur duyduğu resmi kayıtlarla sabit olan CESUR VE YİGİT DAVA ADAMI HİZB'İN SİYASI ANALIZDE USTA ŞEBABI HACI CENGİZ MEKANIN CENNET OLSUN. Ben seni ZALİMLERE KARŞI HAKKI HAYKIRAN , cemaatle namazı bir kat daha sevdiren KELİME-İ TEVHİDİ BAŞ TACI YAPAN , RAŞİDİ HİLAFETİ GELİŞİNİ SÜREKLİ MÜJDELEYEN , ÖNCÜ BİR DAVA ADAMI OLARAK HATIRLAYACAGIM. BağlantıErzurum’un sevilen simalarından Cengiz Karakuş kimliği belirsiz kişilerce bıçaklanarak öldürüldü. Olay şöyle gelişti. Cengiz Karakuş ,Emniyet ve Görgü tanıklarından alınan bilgiye göre hırsızlık ve birçok kirli dosyaları bulunan 4 kişi tarafından 3 gün arayla bir çok kez darp edildi. Bölge esnafının barıştırma çabalarını fırsat gören katil zanlıları 2. kavgada H. CENGİZ'i pusuya düşürmüş ancak öldürme planlarını son güne sakladığı anlaşılmıştır.
HDV Breda yönetim kurulu başkanımız sayin Mustafa Yükselin cenaze namazı. Allah rahmet eylesin mekanı cennet eylesin.
HDV Breda yönetim kurulu başkanımız sayin Mustafa Yükselin cenaze namazı. Allah rahmet eylesin mekanı cennet eylesin.VideoHDV Breda yönetim kurulu başkanımız sayin Mustafa Yükselin cenaze namazı. Allah rahmet eylesin mekanı cennet eylesin.
T.C. Cumhurbaşkanlığı
İNSANLIĞIN GELECEĞİNİN KURTULUŞ İSTİKAMETİ. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbDevlet KurumuT.C. Cumhurbaşkanlığı kurumsal resmî Facebook sayfasıdır.
Paylaş
Senin gönderinden kaydedildi
HUSEYİN SASMAZ on Twitter
Fikri silerek değil fikirle karşılık ver... Silmek acizlerin işidir.Sildiğin an acizliğini kabul ediyorsun demektir.Bağlantı
Geert Wilders.PVV
Bütün insanlığın kurtuluş istikameti.. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?PolitikacıFanpagina. Voorzitter Tweede Kamerfractie Partij voor de Vrijheid (PVV) / Chairman Party for Freedom (PVV), Member of Parliament, Netherlands.
Paylaş
Senin gönderinden kaydedildiBugün
Ateist, Materyalist, Natüralist eğitim sistemi...
islamvehayat.comŞuurlu Öğretmenler Derneği’nin ilkokul, ortaokul ve lise düzeyindeki ders kitaplarını ele aldığı inceleme ve araştırmasında dindar nesil yerine adeta ‘ateist, materyalist, natürailst bir gençlik’ yetişiyor. ************************** Bugün "New Age Dini(Yeni Çağ Dini)'', dünyada gittikçe yaygınlaştırılan bir "lego dini"dir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/04/vahdeti-vucut-felsefesi-new-age.htmlDün
HAYATIMIZI YÖNLENDİREN ETKİLER;
İKTİBAS DERGİSİEşyaya nasıl baktığınız önemli tabi durduğunuz yerde. O yüzden hayatımızda herkese göre göreceli birçok anlam mevcut. Çünkü insanlar farklı farklı yerlerde duruyorlar. Ve olayları durmuş oldukları yerde gördüklerini anlamlandırarak yorumluyorlar. O yüzden olayları böyle anlar isek bu düşünüş biçimi kişileri doğru anlamlandırmada bize doğru bir bakış açısı gösterebilir. En azından hemen kızmayıp muhatabımızı izleme ve anlama fırsatı yakalarız. İnandığı değerler üzerine bir bakış açısı olmadığını anlatma fırsatı da yakalayabiliriz. ************************************ İnsanlar ellerine aldıkları kitaptaki metinlerden bir şeyler okuyorlar. Fakat okudukları bu şeyler hayatlarında hiçbir değişikliğe sebep olmuyor. Çünkü bu metinleri hayatlarını değiştirsinler kaydı ile okumuyorlar. Okudukları bu metinlerin harflerindeki sevabın peşindeler. Fakat hayatlarını emanet ettikleri şeyler hep başkalarından geliyor. Onların istedikleri hayatı kendi dinlerine karıştırarak yaşıyorlar. **************************************************** Evet başka bir dünya, başka hayallerimiz var. Ama önce ne olduğumuzu ne yapmak istediğimizi bilmeye ihtiyacımız var. Değerlerimiz üzerine dik durmaya, cesaretli olmaya, birbirlerimize vefalı olmaya ihtiyacımız var. ********************************* Bir de bu bakış açısı ile bakın olaylara ki bütün insanlık için doğru bir bakış açısı olduğunu vakasına mutabık olduğunu göreceksiniz. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARIBugün
Dava sahibi ve Müslüman olmak için “adam olmak” şarttır
islamvehayat.cominsanın fıtratına uygun davranması ve temel duygularını terbiye etmesi yani şahsiyet sahibi olmasıdır. Bunun için de kabalık, korkaklık, yalan, tembellik, ikiyüzlülük, ihanet, kıskançlık, cimrilik ve acizlik gibi kötü huylardan kurtulmak; kibarlık, cesaret, dürüstlük, çalışkan ve azimli olmak, mertlik, vefa, güvenilir olmak, cömertlik ve izzeti nefis gibi güzel hasletleri kazanmak/kazandırmak gerekiyor. ********************************** Mefhumlar; zihinde vakıası idrak edilebilen manalardır. Bu vakıa, ister dışarıda hissedilen bir vakıa olsun isterse hissedilen bir vakıaya dayalı olarak dışarıda var olduğu tam bir teslimiyetle kabul edilen bir vakıa olsun, zihinde idrak edilebiliyorsa bunlar birer mefhumdurlar. Bunların dışındaki cümlelerin ve kelimelerin anlamları mefhum olarak isimlendirilemez. Bunlar ancak soyut bilgilerdir. Mefhumlar, ya vakıayı bilgilerle ya da bilgileri vakıayla ilişkilendirmekle oluşurlar. Bu oluşum, vakıa ve bilgileri birbiri ile ilişkilendirme anında, vakıa ve bilgilerin ölçüldüğü kaide veya kaidelere göre daha da netleşir. Yani vakıa ve bilgileri birbiriyle ilişkilendirme anındaki akletmesi, kavraması oranında billurlaşır. Böylece kişide, cümleleri ve lafızları anlayan, somut vakıasıyla manaları idrak eden ve bunlar hakkında hüküm veren akliyet/zihniyet meydana gelir. Buna göre akliyet; bir şeyi akletme, idrak etme keyfiyetidir. Bir başka anlatımla akliyet; tek bir kaideye veya belirli kaidelere göre değerlendirilerek, vakıanın bilgilerle veya bilgilerin vakıayla ilişkilendirilmesi keyfiyetidir. İşte, bu nedenle İslami akliyetile komünist akliyet, kapitalist akliyet, karışık akliyet ve düzenli akliyet arasında fark vardır. Kişide var olan mefhumların neticeleri ile insan, idrak ettiği vakıaya yönelik davranışlarını, vakıaya yönelme veya ondan yüz çevirme şeklinde görülen eğilimini belirler ve eğilimlerini özel bir eğilim ve belirli bir zevk haline getirir. Eğilimler; ihtiyaçlarını doyurmak istediği eşyalar hakkında insanda var olan mefhumlarla bağlantılı olarak, ihtiyaçlarını doyurmaya yönelten yönelticilerdir. İnsandaki meyiller, organik ihtiyaçları ve içgüdüleri doyurmayı gerektiren hayati güç tarafından ortaya çıkartılır. Bağlantı bu güç ile mefhumlar arasında olur. Tek başına bu eğilimler yani hayat hakkındaki mefhumlarla bağlantılı olan yönelticiler insanın nefsiyetini oluşturur. O halde nefsiyet;içgüdüleri ve organik ihtiyaçları doyurma keyfiyetidir. Diğer bir ifade ile ihtiyaçları doyurmaya yönelten yönelticilerin mefhumlarla ilişkilendirilmesi keyfiyetidir.Nefsiyet, hayat hakkındaki mefhumlarla bağlantılı olarak, eşya hakkında insanda var olan mefhumlarla, insanın içinde doğal olarak var olan yönelticiler arasındaki bağlantıdan meydana gelen zorunlu bir sentezdir. İşte, bu akliyet ve nefsiyet ile şahsiyet oluşur. Akıl ya da idrak insanın fıtratında bulunmasına, her insanda kesin olarak var olmasına rağmen akliyet,ancak insanın fiili ile meydana gelir. Meyiller de insanla beraber yaratılmış olmasına ve her insanda kesinlikle bulunmasına rağmen nefsiyetde insanın fiili ile oluşturulur. Ancak bilgiler ile vakıayı birbirine bağlama esnasında, bunları ölçmede kullanılacak kaide veya kaidelerin bulunması ile anlam netleşir vemefhumhaline gelir. Yöneltici etkenler ile mefhumlar arasında meydana gelen sentez, yönelticileri netleştirir ve meyil haline getirir. İlişkilendirme anında insanın bilgileri ve vakıayı ölçmede kullandığı kaide veya kaideler nefsiyetin ve akliyetin oluşumunda yani belirli bir şahsiyetin oluşumunda en büyük etkendirler.Akliyetin oluşumunda kullanılan kaide ve kaideler, nefsiyetin oluşumunda kullanılan kaide veya kaidelerle aynı olmazsa insanda bulunan akliyet ve nefsiyet birbirinden farklı olur. Çünkü o zaman insan, eğilimlerini iç dünyasında var olan kaide veya kaidelere göre ölçer. Yönelticilerini akliyeti oluşturan mefhumların dışındaki mefhumlara bağlar. Bu durumda ise fikirleri ile eğilimleri başka başka, birbirine zıt, farklı olur. Böylece seçkin olmayan bir şahsiyete sahip olur. Çünkü kelimeleri ve cümleleri anlayışı, vakıayı idraki, eşyaya olan meylinden farklı bir şekilde meydana gelir. Bu nedenle şahsiyetin tedavi edilebilmesi ve seçkin bir şahsiyetin oluşturulabilmesi, ancak insanın akliyeti ve nefsiyeti için aynı anda ancak tek bir kaidenin bulunması ile gerçekleşir. Yani bağlantı kurma esnasında bilgileri ve vakıayı değerlendirmede kullanılan kaidenin, yönelticilerle mefhumlar arasındaki sentezin sağlanmasında da aynen kullanılmasıyla tek kaide ve tek ölçü üzere seçkin bir şahsiyet oluşur. https://huseyinsas.blogspot.nl/2015/11/mefhumlar-zihinde-vakas-idrak_12.html?showComment=1474651280206#c3305504782281664718Dün
Geçen Hafta
[KONFERANS] Yeni Bir Dil İnşa Etmek - Atasoy Müftüoğlu
Yeni Bir Dil İnşasının temeli,kökü,aslı buradadır. Allah'ın sınırlarını gözeterek temsil noktasına ulaşmak için şu bakış açısını kazanmamız,burada yoğunlaşarak çalışmamız lazım. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/08/insandaki-halleresyadaki-ozellikler-den_16.html ******************************* İslâm Akidesi "Kaza ve Kader"in delili ise aklidir. Çünkü kaza, insanın kendisinden kaynaklanan veya cebren insan üzerinde gerçekleşen insanın fiilidir. Bu ise hislerle idrak edilebilen hissedilebilen bir şey olup delili de aklidir. Kader ise insanın ortaya çıkardığı, ateşin yakması, bıçağın kesmesi gibi eşyada bulunan özelliklerdir. Bu özellikler ise duyuların idrak edebildiği hissedilebilir şeylerdir. Öyleyse kaderin delili de aklidir. Bu açıklamalar İslâm akidesine ait delillerin çeşidi açısından yapılan açıklamalardır. http://www.hilafet.com/kitaplar/islam_sahsiyeti/index.htm ******************************************* Naslar doğrultusunda şekillenmiş fakat sistemin halkından gizlediği bir cemaat aşağıdaki linkte. Hizb-ut Tahrir Nedir? http://www.hilafet.com/html/ht/trf.html İnsanın hayata bakışı nasıl olmalıdır? http://www.hilafet.com/inceleme/index.htm RAŞİDİ HİLAFET VE CİHAD ***DEVLET (OTARİTE) OLMADAN CİHAD OLMAZ. https://www.youtube.com/watch?v=lRGAxG5nkU0Videoyoutube.com
TÜRKİYE İSLAMCILIĞININ SORUNLARI
İKTİBAS DERGİSİİslamcı hareketler, Modernitenin anlam dünyasını içselleştirerek mi yoluna devam edecek yoksa yeni bir anlam dünyası yaratarak alternatif bir medeniyetin öncülüğünü mü yapacak? ***************************************** Gerçekten de Allah onların bilgi ve idrâk kapılarını kapamış,verilen sinyalleri alıp kavrama hassalarını çalışmaz hale getirmiştir.Zira onlar kendileri istemişlerdir ahmaklığı,cehaleti ve hamlığı... Bu gün İslam beldelerinde olduğu gibi.! ******************************************** Bu gidişatın rayına oturması için şu fikir üzerinde yoğun çalışmaların yapılması lazım. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARIDün
SENİN MÜSLÜMANLIĞINI ALLAH DAHA IYI BİLİR, fakat, senin zahirin bizi ilgilendirir !
namenstr8.blogspot.com“Senin müslümanlığını Allah daha iyi bilir, eğer dediğin gibi isen Allah seni ödüllendirir. Fakat, senin zahirin (görünüşün) bizi ilgilendirir. ” 19 Mayıs 2015
DİYANETİN NASIL BİR UYUTMA PROJESİ OLDUĞUNU BİRDE KENDİ AĞIZLARINDAN DİNLEYİN!
GENELDE TÜM İNSANLIK,ÖZELDE MÜSLÜMANLAR KUŞATILMIŞ HALDELER ŞU ANDA. DOSTUNU DÜŞMANINI BELİRLEKİ HEDEFİNE VARASIN MÜSLÜMAN,KARDEŞİM. https://www.youtube.com/watch?v=fCr-aKUPSkU&list=PLr342JFErS74wTAKOa6WqzcN2SMX7Hgu4&index=4 MESCID-I DIRÂR OLAYI: http://www.sevde.de/mescidi_diran.htm Şahsiyeti tedavi edilmesi gereken Diyanet mensupları. İlişkilendirme anında insanın bilgileri ve vakıayı ölçmede kullandığıkaideveyakaidelernefsiyetin ve akliyetin oluşumunda yani belirli bir şahsiyetin oluşumunda en büyük etkendirler.Akliyetin oluşumunda kullanılan kaide ve kaideler, nefsiyetin oluşumunda kullanılan kaide veya kaidelerle aynı olmazsa insanda bulunan akliyet ve nefsiyet birbirinden farklı olur. Çünkü o zaman insan, eğilimlerini iç dünyasında var olan kaide veya kaidelere göre ölçer. Yönelticilerini akliyeti oluşturan mefhumların dışındaki mefhumlara bağlar. Bu durumda ise fikirleri ile eğilimleri başka başka, birbirine zıt, farklı olur. Böylece seçkin olmayan bir şahsiyete sahip olur. Çünkü kelimeleri ve cümleleri anlayışı, vakıayı idraki, eşyaya olan meylinden farklı bir şekilde meydana gelir. Bu nedenle şahsiyetin tedavi edilebilmesi ve seçkin bir şahsiyetin oluşturulabilmesi, ancak insanın akliyeti ve nefsiyeti için aynı anda ancak tek bir kaidenin bulunması ile gerçekleşir. Yani bağlantı kurma esnasında bilgileri ve vakıayı değerlendirmede kullanılan kaidenin, yönelticilerle mefhumlar arasındaki sentezin sağlanmasında da aynen kullanılmasıyla tek kaide ve tek ölçü üzere seçkin bir şahsiyet oluşur. https://www.youtube.com/watch?v=Ifh0V1aPIpA&index=66&list=PLr342JFErS74wTAKOa6WqzcN2SMX7Hgu4 https://www.youtube.com/watch?v=07jm-DFb0M8&index=87&list=PLr342JFErS74wTAKOa6WqzcN2SMX7Hgu4 https://www.youtube.com/watch?v=yh1WkvQdbrY&index=86&list=PLr342JFErS74wTAKOa6WqzcN2SMX7Hgu4 https://www.youtube.com/watch?v=fCr-aKUPSkU&index=65&list=PLr342JFErS74wTAKOa6WqzcN2SMX7Hgu4VideoYouTube
Düşünsel/Zihinsel Anlamda Nabzımız Durmuştur Atasoy Müftüoğlu - İslami Analiz
islamianaliz.comZihin dünyamız, dünyalarımız içerisinde yaşadığımız anların gündemiyle; resmi, politik, güncel, yerel retorikle işgal altına alındığı için, bugün düşünsel anlamda nabzımız durmuş, ufkumuz kapanmıştır. Bu yüzdendir ki, aramızda Müslümanlar olarak; nitelikli bir etkileşim gerçekleştiremiyor, nitelikli bir tartışma yürütemiyor, eleştirel bir kültür ortamı oluşturamıyoruz. ******************* Söylediklerin doğru insanlığın geneli böyle. Ama biz.yani sen ve ben şu fikrin üzerine yoğunlaşarak açmaya çalışırsak bu insanlığa öncülük etmiş olur ve bütün proplemlerin çözümüne katkıda bulunmuş oluruz. Yoğunlaşmamız gereken FİKİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI.. VAHİY KONULARI HARİCİNDE, DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR. GELECEĞİNİ,CENNETİNİ GARANTİ ALTINA AL KARDEŞİM.... İlk etapta bunlarla açılıma başlanır. http://www.iktibasdergisi.com/dusunselzihinsel-anlamda-nabzimiz-durmustur/#comment-63340 http://www.iktibasdergisi.com/dusunselzihinsel-anlamda-nabzimiz-durmustur/#comment-6334012 Ekim
Geçen Ay
Dünya'nın uzaydaki yeri ( Yüce Allah'ın yarattığı Kainat)1-dot
namenstraat8bredahollanda.blogspot.comGerçi "büyük düğüm"ü çözmek amacıyla akıl yürütmek, her insanda doğal, hatta zorunlu olarak gelişir. Ancak bu gelişmenin seyri doğru olabildiği gibi, yanlış da olabilir. Hatta insanda düşünmeden kaçış biçiminde de ortaya çıkabilir. Şu var ki, her halükarda yapılan düşünme eylemi, "akli metot"a aykırı değildir. İnsan, kâinat ve hayatı maddeye indirgeyip incelenecek bir şey varsa onun da ancak madde olduğuna karar verenler, düşünme eylemini insan, kâinat ve hayat üzerinde yoğunlaştıracaklarına, madde üzerinde yoğunlaştırmaktadırlar. Madde üzerinde yoğunlaşmak, doğal ve zorunlu düşünme biçiminden kaçış olduğuna göre, onların bu yöntemleri, kendilerini sağlıklı olmayan bir düşünme biçimine sevk etmektedir. Çünkü madde laboratuar koşullarında incelenebilir, fakat insan, kâinat ve hayat bu koşullarda incelenemez. İnsanın kafasındaki soru işaretleri "akli metot"la çözülmesi gerekirken, adı geçen üç unsuru maddeye indirgeyenler "bilimsel metot"a başvuruyorlar. Halbuki bu şekilde doğru bir çözüm elde etmeleri mümkün değildir. "Büyük düğüm"ü çözme yolunda getirdikleri çözüm yolları insan fıtratıyla uyumlu olmadığından, sadece bireysel bazda kalmakta, herhangi bir toplum, halk veya ümmete hitap etme kabiliyetinden yoksun olmaktadır. Böylece halk veya ümmet, fıtratına uygun birtakım çözümler getirilmediği için sürekli bocalamaktadır. Sorular insanların peşini bırakmaz. Sorun sadece toplumun değil, materyalist çözümü kabul eden bir çok ferdin de kafasını meşgul eder. "Büyük düğüm"ün bireysel olduğunu, dolayısıyla halk, ümmet ve hayatla ilişkisinin bulunmadığını düşünenler, aslında "büyük düğüm"ün çözümünden kaçan kişilerdir. Böyle bir yaklaşıma sahip olanlar, hem fertleri hem de toplumu kendi sorunlarıyla baş başa bırakmış olurlar. Gerçekte "büyük düğüm" çözülemediği için herkese ruhsal ve fıtri rahatsızlık egemen olur ve insanlar sahte çözümlerle avunup yaşamlarını sürdürmüş olurlar.1 Eylül
BEYNİN RECENT VE FORMAT OLMASI ŞART.
namenstraat8bredahollanda.blogspot.comAsıl nedir:1. Kök, esas, temel, kaide Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Asıl nedir:1. Kök, esas, tem...23 Mart
İSLÂM AKİDESİ1-dot
islamdevleti.infoHer insanın, sözlerin ve cümlelerin anlatımında kullandığı üslûb, yaşadığı dönemde bilinen şeylere veya öncekilerden kendisine aktarılanlara boyun eğer. İnsan, ifadeleri ve anlatım tarzını ancak, yeni hayalleri veya yepyeni manaları ifade ederken yenileyebilir. Daha önce hissetmediği bir şeyi konuşması ise hayaldir. Oysa Kur’an’ın kelimeleri ve cümleleri, cümleleri ifade tarzı, Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in asrında da ondan önceki Arapların döneminde de bilinmemekteydi. Bu nedenle bir beşerin daha önce hissetmediği bir şeyi konuşması hayaldir. Çünkü böyle bir şey aklen de imkânsızdır. Dolayısıyla daha önce asla hissetmediği bir şey olan, lafızları ve cümleleri ile Kur’anî ifade tarzının Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'den kaynaklanması da imkânsızdır. Öyleyse Kur’an, Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'in Allah Subhenehû ve Teala katından getirdiği Allah Subhenehû ve Teala’nın kelamıdır. Kur’an’ın Allah Subhenehû ve Teala’dan başkasının kelamı olmadığı, Kur’an’ın indiği dönemde de çağımızda da aklen sabittir. Çünkü insanoğlunun benzerini getirmekten aciz kalış mucizesi halen daha geçerlidir. **************************** Peki şimdi yapsınlar şimdi teknik bir çağdayız her şey eloktronik çoğu şeyi harflerin ve rakamların karışımından yapıyor proğram yapıcıları. o zaman kuran ayetlerinide getirsinler.? Allah kainatı elementlerden yarattığı gibi kuranıda harflerin karışımından yaratmıştır. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb10 Haziran 2014
VAHİY KONULARI HARİCİNDE, DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR.1-dot
huseyinsas.blogspot.com3. Bu konuda yapılmış çalışmalar Allah Resulünün (sav) söz, fiil ve tavırlarının, vahye bağlılık ve bağlayıcılık açısından tasnife tâbi tutulması daha Onun (sav) hayatında başlamıştır. Kendileri ashâbını sık sık ikaz ettiği ve “ben beşerim, vahiy gelmediğinde reyimle de hükmederim, dünya işlerini siz daha iyi bilirsiniz” gibi sözler söylediği için ashâb, Onun (sav) davranışlarını, vahye bağlılık bakımından ayrıma tâbi tutar ve tereddüt ettikleri zaman kendisinden ‘vahiy mi, rey mi?’ diye sorarlar ve buna göre hareket ederlerdi. Nitekim Hz. Peygamber (sav); Düşman Atafân kabilesinin şerrinden bir müddet emin olabilmek için Medine hurmasının üçte birini onlara haraç vererek sulh andlaşması yapmak istemişti. Sahâbe bunun vahye değil, reye dayandığını anladıkları için karşı çıktılar, Peygamberimiz (sav) de teşebbüsünden vazgeçti.36 36■ Bkz. Aynî, c. II. s. 318; A. Naîm, tecrîıi Tercüme ve şerhi, c. II, s. 346-353 Bedirde mevzilenme ve Bedir esirlerine yapılacak muâmele konusunda ashabın davranışlarını daha önce zikretmiştik. Yine Resûlullah (sav), baş münafık Abdullah b.Übeyy’in cenaze namazını kıldırmaya teşebbüs etmiş, Hz.Ömer buna karşı çıkmıştı, gelen vahiy Hz.Ömer’in görüşünü tasdik etmiştir. (Hz. Ömer’in yirmi küsur vakada buna benzer mazhariyeti olmuştur).37(Eşyadaki özelliğe işaret ediyor.) Resûl-i Ekrem Efendimizin (sav) emirleri de sahâbe tarafından -karineler değerlendirilerek- farklı anlaşılmış ve uygulanmıştır. Yerine göre Onun bir emri ile canlarını feda eden sahâbe, yerine göre de emrin teşvik ve tavsiye mahiyetinde olduğunu anlayarak buna göre davranmışlardır. Nitekim Resûlullah (sav), kâfirlere benzememeleri için ağaran saç ve sakallarını boyamalarını emredince kimisi boyamış, kimileri de (Hz.Ali, Ubeyy, Enes gibi) boyamamışlardı.38 Berîre isimli cariye Hz.Âişe tarafından âzâd edilip hürriyetine kavuşturulunca selâhiyetini kullanarak kocasını boşamıştı. Köle olan kocası eşini sevdiği için Hz.Peygambere (sav) başvurmuş, karısını kararından döndürmesini istemiş, O da Berîre’ye, kocasına dönmesini söylemişti. Berîre “bana bunu emrediyor musunuz ey Allah’ın Elçisi (sav)?” diye sormuş, Efendimizin (sav) “Hayır, aracılık (şefaat) ediyorum” demesi üzerine Berîre kocasına dönmemiş ve bu davranışı kimse tarafından kınanmamıştır.39 ibn Hacer, Fethu’l-Bârî, Kahire, 1959, c. XII, s. 473-477 Ebû Dâvûd, Talâk, 19 ’v Buhârî, Buyu, 51 Sahâbeden Câbir b.Abdullah’ın babası birçok kimseye borçlu olarak vefat edince Câbir, Resûlullah’a (sav) gelerek alacaklıların birer parça tenzilatta bulunmaları hususunda aracılığını rica etmişti. Hz.Peygamber (sav) alacaklılardan biraz indirim yapmalarını istedi, fakat onlar bunu kabul etmediler ve alacaklarının tam olarak ödenmesinde ısrar ettiler40 bunu da kimse kınamadı. Sahâbe-nin bu anlayış ve davranışı sonraki nesillere de intikal etmiştir. Fıkıh ve Usûl-i Fıkh ilimlerini tedvin eden ilk müctehidler, Hz. Peygamberin (sav) fiil ve emirlerinin bağlayıcı olup olmadığı konularını tartışmışlar ve çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu hayırlı çalışmalara rağmen Şihâbuddîn Ahmed b.İdrîs el-Karâfı’ ye (v.684/1285) kadar, Hz.Peygamber’in (sav) davranışlarının bağlayıcılık bakımından ilmi tasnifi yapılmamıştır. Karâfî, el-İhkâm (Haleb,1967, s.86-109) ve el-Furûk (36.fark) isimli eserlerinde Peygamberimizin (sav) beşeriyet dışında kalan davranışlarını; tebliğ, fetva, kazâ ve imamet (devlet başkanlığı) olarak dörde ayırmış ve bunları bağlayıcılık bakımından incelemiştir. Tunuslu âlim Muhammed Tâhir b.Âşûr bu tasnifi daha da geliştirerek onikiye çıkarmıştır. 41 41 ebû Dâvûd, Sünnet, 524 Temmuz
İslam'ı yanlış anlamamızın sıkıntılarını yaşıyoruz! Atasoy Müftüoğlu1-dot
Kuran'ın yirmibirinci yüzyıla uyumu ve tüm insanlığın kurtuluşu. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbVideoYouTube
Bir adım sonrası için garantimiz var mı..
Bir adım sonrası için garantimiz var mı..Video
İDEOLOJİK İSTİSNACILIK
İKTİBAS DERGİSİGEÇMİŞ KUTSALLAŞTIRILARAK SAVUNULUYOR Müslümanlar İslam tarihi yaklaşımını romantikleştirdikleri için, bu bağlamda, romantik bağlılıklar oluşturdular, savunmacı bir dil, tarz, söylem ve kültür geliştirdiler. Bu dil sebebiyle, bugün, bugünün ideolojik istisnacılığa dayalı gerçekliğiyle hesaplaşamıyoruz. Geçmişin kutsallaştırılarak savunulması, temsil edilmesi, sağlıklı, zorunlu hiç bir sorgulamaya izin vermiyor. Geçmişi kutsallaştıran geleneksel yaklaşımlar, Müslüman kitleleri eleştirel düşünceden uzaklaştırarak duygusal/psikolojik yöntemlerle kazanmaya çalışıyor. Müslüman kitlelerin zihin ve ruh dünyalarına cemaat liderleri, ya da politik liderler el koyarak, kitleleri istedikleri yönde araçsallaştırabiliyor, kullanabiliyor, sömürebiliyor. İslam dünyası toplumlarında, halklar/kitleler/cemaatler aklediyor, düşünüyor, tartışıyor, sorguluyor olsalardı, teatrallıklarla, “show”larla, ısrarla aldatılmayacaklardı. Hangi tür otorite olursa olsun, otoriteye bağımlılık, bağımsız kişiliklerin, karakterlerin, düşünürlerin, tercihlerin ortaya çıkmasına mani olur. Düşüncesizleştirilmiş bir İslami bilinçten ve kutsallıktan söz etmek kadar büyük bir saçmalık olamaz. Bağımlı bir zihin/ruh dünyasının farkında olmaksızın yaşamak kadar büyük bir talihsizlik düşünülemez. Her tür bağımlılık taşlaştırıcı bir gelenek oluşturarak, düşünen özneleri yok eder. Bu durum, toplumlarımızın zihinsel bir mahrumiyete duçar olduklarını gösterir. Zihinsel bağımlılık ve mahrumiyet sebebiyle, bugün, Müslümanlar olarak her hangi bir olayı, konuyu, gelişmeyi, olguyu, İslami referanslar temelinde değil, seküler/liberal referanslara dayalı olarak yorumlamak, değerlendirmek zorunda kalıyoruz. ********************************************** Onun için bütün cemaat mensuplarına şu fikir üzerine yoğunlaşmalarını öneririm. Çünkü bütün olayların problemlerin çözümü bu asıl da gizli. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb10 Ekim
OLAYLAR VE YORUMLAR
İKTİBAS DERGİSİTespitler güzel özellikle 28 şubat sürecinin 15 temmuz üzerinden yürütülmeye çalışılması tespiti çok yerinde fakat yazarın “15 temmuzu var eden (direniş) ruhun kaynağını oluşturan cemaatleri tarikatları hedef tahtasına yatırıyorlar” sözündeki 15 temmuzu var eden ruhun tarikatlarca sağlandığı kısmına şiddetle karşı çıkıyorum cemaatler ve tarikatlar üzerinden İslam’a saldırdıkları doğrudur fakat İslam’ı muhafaza etmek adına dibine kadar şirke bulaşmış tarikatları aklamaya çalışmak çok anlamsız asıl 15 temmuz darbe sürecini var eden gerçek, bu İslam dışı tarikat inancıdır. Bu darbeye kalkışanlar unutulmamalıdır ki bunu kendilerince İslam adına yapmışlardır 15 temmuz direniş ruhuna ve Fetö üzerinden (cemaat tarikat algısı) İslam’a yapılan saldırılara karşı durmak kadar tarikatların İslam’a uymayan inanç sistemleriyle de mücadele etmek gerekir. Eğer bu millet tarikatlar üzerinden İslam’a yapılan saldırıya karşı koyamıyorsa bunun tek sorumlusu yine tarikatların halk nazarında sarsılan yani meşruiyeti yara almış inanç yapılarından dolayıdır yani dinini Kur’an dışı kaynaklardan öğrenen millet bu kaynakları sorgularken aslında İslam’ı bu kaynaklardaki gibi zan ediyorsa o zaman bu süreçte İslam’a yapılan saldırılar karşısında duramaz, durmaz. Aslında bu büyük bir fırsattır diyanetin üzerine büyük sorumluluk düşmektedir tıpkı askeriyede ki gibi veya yargıda, bürokraside ki gibi diyanetin de tarikatlar üzerinden mücadeleye girmesi gerekir hem de acilen milletin tarikatlar üzerindeki anlamsız güveni sarsılmışken en azından toplumun bir kısmı üzerinde soru işaretleri doğmaya başlamışken diyanetin sadece fetö nün inanç yapısını değil fetönünde beslendiği ana tarikat inancının şirk unsurlarını İslam’a zıt yapısını deşifre etmesi gerekir bu gün fetö kötü yarın hangi tarikatın ihanetine kötü diyeceğiz. çünkü bu yapılar ihanet etmeye çok elverişli yapılardır (zaten yapılarındaki şirk hiyerarşisi ile İslam’a ihanet etmekteler) akletmeyen kesin kör itaate dayalı ve yaptıkları her şeyi Allah adına yaptığına inanan bu insanlar kullanılmaya müsaittirler Allah boşuna demiyor aldatan sizi Allah ile aldatmasın diye ********************************** T.C. Devleti sınırları içindeki bütün insanların virüslü,hastalıklı beyinler olduğu kabul edilmelidir. Bir konuda doğru teşhis koyan diğer konuda bilerek veya bilmeyerek yanlış teşhis koyup hastayı oyalamaktadırlar. Bu da şeytanın taktiklerindendir. Bu konuda örnek verecek olursak T.C.ve diyanet İslamın baş düşmanıdır.onlardan yardım istemek bir müslümana abesle iştikaldir. Kaidelere ters düşmektedir. DİYANETİN NASIL BİR UYUTMA PROJESİ OLDUĞUNU BİRDE KENDİ AĞIZLARINDAN DİNLEYİN! https://www.youtube.com/watch?v=fCr-aKUPSkU&index=4&list=PLr342JFErS74wTAKOa6WqzcN2SMX7Hgu4 Bu insanlığın kurtuluşu şu fikir doğrultusunda olacaktır.Bu fikrin üzerine yoğunlaşılması lazım. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb9 Ekim
MÜLK ALLAH’INDIR! ÇARE ÖZE DÖNÜŞTE
İKTİBAS DERGİSİRAŞİDİ HİLAFET VE CİHAD ***DEVLET (OTARİTE) OLMADAN CİHAD OLMAZ. Peki iyi güzel de bugünün Müslümanlarının ya da daha açık ifadeyle cihat ettiğini iddia edenlerin içinde cihadı izah ettiğim gibi anlayan ve anlatanların oranı nedir? Maalesef Müslümanların çok çok büyük çoğunluğu böyle anlamamakta. İslam’la alakasız, yoz, karanlık, köleci, müstebit, kör, estetiğe ve zerafete uzak, peygamberi yoldan çıkalı yüz yıllar olmuş uygulamaların yarattığı zihnin ürünü olan bir cihat anlayışının vampir Batı kapitalizminin vahşetinden ne farkı olabilir ki. Hatta Batı iktidarı bu cihat anlayışını ustaca kullanmıştır ve kullanmaya da devam ediyor; bu İslam’sız cihat anlayışı yüzünden kendi halkını Müslümanlara düşman hale getirmedi mi? ************************************ RAŞİDİ HİLAFET VE CİHAD ***DEVLET (OTARİTE) OLMADAN CİHAD OLMAZ. https://www.youtube.com/watch?v=lRGAxG5nkU08 Ekim
Senin gönderinden kaydedildiBugün
8-Mutlu Bir Aile, Huzurlu Bir Yuva İçin -- Nevşehir Konferansı1-dot
Sosyal Doku Vakfı & Derneği -Web sitelerimiz: l http://www.sosyaldoku.com/ l http://www.sosyaldoku.tv l http://www.fetvameclisi.com l http://www.ailehayati.c...VideoYouTube
GERÇEK SORUNLARLA KİM VE NE ZAMAN YÜZLEŞECEK1-dot
İKTİBAS DERGİSİKİŞİNİN TAKİP ETMESİ GEREKEN Gerçek/büyük/derin sorunları farkedemeyen toplumlar bilinç/idrak/nitelik katliamına maruz kaldıkları için, küçük sorunlarla oyalanırlar. Yüzeysel-küçük-güncel sorunlar içerisinde bir o yana, bir bu yana sürüklenen toplumlar, nostaljik kültürle, folklorik bir kültürle malül bulundukları için, gerçek zamanları, gerçek dünyayı, gerçek tarihi etkileyebilecek, çözümleyebilecek, yansıtabilecek bir kültür üretemezler. Onun için şu Fikir üzerine yoğunlaşılmazı lazım. HEDEF... Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbDün
KUR’AN’A GÖRE ÇOĞULCULUK REALİTESİ KARŞISINDA SİYASET VE DAVRANIŞ ETİĞİ -ÇOĞULCULUK BAĞLAMINDA ÜÇ MESELE-1-dot
İKTİBAS DERGİSİResulullah (sav) şöyle buyuruyor: “Allah’a yemin ederim ki, Musa hayatta olup aranızda bulunsaydı, bana tabi olmaktan başka bir yol ona asla helâl olmazdı.” Bir başka hadiste, “Musa ve İsa hayatta olsaydılar, bana tâbi olmaktan başka çareleri yoktu.” diye buyrulmaktadır. Ehl-i Kitab’a bulundukları hal üzere cennetten yer ayırmaya çalışanların, kendilerinin cennete giremeyeceğinden endişe edilir.58 Peygamberimiz (sav.), “Allah’a yemin ederim ki eğer bu ümmetten bir Yahudî veya Hıristiyan beni işitir de sonra benimle gönderilene iman etmeden ölürse mutlaka cehennemliklerden olur”59 buyurmaktadır.Dün
Geçen Hafta
Ve'l Asr, Mü'min Karakterinin Adıdır - Nureddin Yıldız / Efektli Çalışma1-dot
Aktif Müslüman olaçaksın.VideoYouTube
178) Şeytan Taktikleri - Nureddin Yıldız - (Hayat Rehberi) - Sosyal Doku Vakfı1-dot
İyi dinle ve Dostunu düşmanını belirle ki hedefine daha kolay varasın.VideoYouTube
Rahmet Gençlik'in Videosu1-dot
Buluğ çağına ermeden vefat eden çocuklar cennet ehlinin çocuk sevme ihtiyacını giderecek ve onlara hizmet edeceklerdir “(Aynı yaşları üzere) ölümsüz kılınmış çocuklar (ve genç hizmetçiler), pınardan (akan cennet şerbetleriyle doldurulmuş) testiler, ibrikler ve kadehlerle onların (o sâbikunun) etrafında dolaşır.” (Vâkıa/17-18) “(Aynı çocukluk halleri üzere) ebediliğe erdirilmiş çocuklar (ve genç hizmetçiler) de etraflarında dolaşırlar. Onları gördüğün zaman, kendilerini (etrafa) saçılmış (birer) inci sanırsın!” (İnsan/19) “Gılman” ve “Vildan” olarak zikredilen cennet çocukları ve gençleri; hem bayanların hem erkeklerin hizmetine verilecektir. Ayetteki çocuklar ifadesinden sadece erkekler anlaşılmamalıdır. Burada kastedilenler, dünyada buluğ çağına girmeden vefat eden kız ve erkek çocuklardır. Veya bazı rivayetlerde bahsedilen, istenilince Allah'ın bir anda yaratacağı cennet çocuklarıdır. “Cennette mü’min, çocuk arzu ettiğinde, hamli, doğumu ve yaş alması bir anda oluverir.” (Tirmizî, İbn Mâce, Dârimî, İbn Hanbel) Cennet çocukları orada ebedi ve daimi olarak bulunacaklar, hem cennet Rehlinin çocuk sevme ihtiyacını karşılayacak, hem de onlara hizmet edeceklerdir. Elbette bu hizmet onlar için külfet değil lezzet sebebi olacaktır. *********** Onun için sen ölenlerle değil,senin üzerine kayıtlı olan sorumluluklarla uğraşırsan daha isabetli karar vermiş olursun Müslüman kardeşim.Video
HASAN SABBAH HAŞİŞİLİK VE FETÖ1-dot
İKTİBAS DERGİSİKişiler yanlış bilgilendirildiklerinden yanlış yorum yapıp yanlış istikete yönlendiriliyorlar. http://www.islamiyontem.net/mehdi-kurulmasi-muslumanlara-farz-olan-rasid%C3%8E-hilafet-devleti%E2%80%99nin-bir-halifesidir_801 Ekim
CEMAATLERİN ORTAK ARIZALARI1-dot
İKTİBAS DERGİSİMasumiyet sadece peygamberlere mahsus bir özelliktir. Kaldı ki peygamberlerden zelle denilen ufak hatalar da sadır olabilir. ******* Bu zelle yorumu yanlış olduğundan neticede yanlış yere cıkıyor.* Halbuki peygamber orada evla olanı uygulamıştır. *******_ islamdevleti.info/kitaplar/Islam_Sahsiyeti_Cilt_1/21.htm1 Ekim
MAGAZİNSEL BİR DÜNYAYMIŞ YAŞADIĞIMIZ…1-dot
İKTİBAS DERGİSİEvet, her şeyin magazinleştirildiğini, sulandırıldığını söyledik. Magazinizm ideolojisi var artık. Magazinizm… Bütün siyaset biçimlerinin, dini inanışların memleketimizde geldiği son nokta. Evet, bir taraf kendini esrarla, eroinle uyuşturuyor, bir taraf damardan dini hurafe ve yalanlarla… Bir taraf kendini yalan dünya cennetiyle avutuyor bir taraf şeyhinin yalancı cennetiyle… Şimdi, bizim Müslümanlar olarak magazine bulaşmamız, buradan gazete ve televizyonlarımızın ekmek yemesi berbat bir durum. Müslüman yeryüzünde şahittir, ciddidir. Bu ciddiyeti muhafaza etmek gerekir. Başka kesimlerin magazinel dünyaları bizim magazinel bir dünya kurmamızı meşrulaştırmaz. Biz hakikatin izleyicileriyiz. Ama maalesef bizim bütün camialarımız da bu magazin batağında çırpınıyor. İkballer’imiz, Yükselir’lerimiz, Arslan’larımız, Kaplan’larımız, Kazaz’larımız, Doğan’larımız… evlere şenlik beşinci sınıf kadın kuşağı programcılarımız, zihne zarar gazetecilerimiz… *********************** Magazini Bırakıp şu fikir űzerine yoğunlaşmamız gerekir Müslüman kardeslerim. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir.1 Ekim
(YENİ) Mehmed Durmuş: Fetö'ye Dinde Paralel Bağlananlar1-dot
http://www.venharhaber.com/Bosacının şahidi şıracı. http://islamadusmanlar.blogspot.nl/2016/08/bozacinin-sahidi-siraci.html?m=11 Ekim
Instagram video by Nureddin Yıldız • Sep 28, 2016 at 4:37pm UTC1-dot
instagram.comBen kendim kaliteli bir Mümin olmalıyım... 28 Eylül
İman Kuvvetlendikçe Vesvese Oranı Artabilir - Nureddin Yıldız - Sosyal Doku Vakfı1-dot
Sohbetlerimizin tümüne ulaşmak için: http://www.sosyaldoku.tv Sitelerimiz: http://www.sosyaldoku.com http://www.sosyaldoku.tv/ http://www.fetvameclisi.com ht...VideoYouTube
Senin gönderinden kaydedildiBugün
Kültürel Kapitülasyonlarla Hesaplaşmak - Atasoy Müftüoğlu (10 Mayıs 2016)1-dot
Tarihin merkezini etkileyecek FİKİR burada... Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbVideoYouTube
Senin gönderinden kaydedil

Bugün
KAFİRLERİN KALKANI TEKFİR ! İşte bunlar müslümanı kâfir sayıyorlar, dinsiz kabul ediyorlar...» diye çığlık atmalarına aldırma.1-dot
Şeytanın;Müslüman,prof,imam vb. gibi kılıflara bürünerek tv,internet vb. şeylerle kişileri kendi güdümüne çekip kafir olarak cehenneme sürüklemesi günümüzde (2016) nasıl olur dersen. 4*Kişi bir şeyi anlatırken anlattığı olay kişinin hoşuna giderse,onaylarsa, o olayı öve öve anlatır.Hoşuna gitmezse yere yere anlatır.(Bu hal bütün insanlarda vardır.İnsan eşya olduğundan eşyadaki bir özelliktir.) Dolayısı ile onun Kafir olduğunu,şeytanın avanelerinden olduğunu bilirsin.Muhammed*30 http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/08/insandaki-halleresyadaki-ozellikler-den_16.htmlBugün
KİŞİSEL DÜŞÜNCELER DİN’İN ÖNÜNE GEÇEMEZ1-dot
İKTİBAS DERGİSİYıllar önce ABD nin itirafı, “bundan böyle Ortadoğu’da biz savaşmayacağız; Müslümanlar birbirleriyle savaşacaklar” şeklinde ifade edilmişti. Dünya “etme bulma” dünyası. Geçmiş dönemin ABD başkanı Ronald Wilson Reagan Osmanlıyı kastederek: “Biz atalarınızdan çok şey öğrendik” demişti. Osmanlı İmparatorluk yıllarında 20 milyon km kare topraklarda yüzlerce ırka, dile ve dine mensup insanı idare ederken takip edilen politikalardan istifade ederek bu günün dünyasını elinde tutmaya çalıştıklarını vurguluyordu. Son dönemin “yüce hakanı/ kızıl sultanı” Abdül Hamit Han 33 yıl batıdaki kilise ayrılıklarını körükleyerek birbirleriyle savaştırdığını söylerken hoşumuza gidiyordu. Şimdi de elin adamı aynı şeyi bize uyguluyor. Kötülük bumerang gibi döner sonunda ucu gelir size de dokunur. Elin malını çalmak için hırsızlığı ahlak edinen kimse gün gelir babasının malını da çalar. Çünkü hırsız için önemli olan maldır. Malın kime ait olduğunun önemi yoktur. İslam da önemli olan, kötülüğün ortadan kaldırılması; insanların aklıselim ile bir birlerinin kardeşi olduğunun bilincine ulaşarak, kardeşçe yaşamayı içselleştirmesidir. ******************************************************** İşte bu görüşü onaylayacak Fikir aşağıdadır. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbBugün
Bugün
GERÇEKTEN İNANIYOR MUYUZ? EMİN MİYİZ SAHİDEN?!…
İKTİBAS DERGİSİHiç kıvırmaya gerek yok. Müslümanız ama elimizden, dilimizden hayır sadır olmuyor. Müslüman olan emin olandır, emin olunan. ******************************************* ACABA BEN ALLAH'IN DİNİNDEN BAŞKA BİR DİN ÜZEREMİYİM.! ?Bugün
SEÇİLMİŞ OLMA SENDROMU
İKTİBAS DERGİSİÇocukluğu devler ve kafdağı masallarıyla yoğrulurken, gençliği ise kendine karizmatik bir lider aramakla geçer. Bu bazen bir devlet ya da kabile başkanı, bazen hezeyanlarla dini duygularını sömürerek hegemonya kuran bir tarikat veya cemaat lideri, bazense onu büyülü hülyalara daldıran sahte bir Mesih’tir… ************************************** İSLAM NİZAMI FİKRİ LİDERLİKBugün
Senin gönderinden kaydedildiBugün
Zihinsel bir çölde yürümek
vansiyaseti.comGünümüzde de, İslamî bünye daha çok içeriden zayıflatılıyor. Yeni bir emperyal strateji Müslümanları birleştirici kaynaklardan uzaklaştırarak, mezhepçi bölünmeleri çoğaltmaya çalışıyor. Sözünü ettiğimiz yeni strateji Ortadoğu için yeni bir değişim üzerinde çalışıyor. Bu değişim, Türkiye’yi de içerisine alabilecek yeni bir Sünni kuşak ile; Tahran’dan başlayan bir Şii kuşak olarak şekillendirilecek. Bu yeni strateji doğrultusunda, Suriye’nin Sünni kuşağa geçmesi sağlanacak. Bugün Suriye’de yaşanan çatışma/gerilim/istikrarsızlık bütünüyle bu strateji ile ilgilidir.Bugün
(YENİ) PARA
http://www.venharhaber.com/İnsanlık bakış açısını değiştirdiği zaman Para denen meta rayına oturacaktır. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbBugün
Bugün
VAROLUŞSAL ALÇALIŞLAR
İKTİBAS DERGİSİBugünün dünyasında, dünya Müslümanlığının, karşı karşıya bulunduğu ideolojik/politik/ekonomik ve askeri teröre karşı hiç bir güvencesi yoktur. İslami anlamda özgürlüğe sahip olamamamız, böylesi bir özgürlüğü ve İslami bütünü temsil edecek bir dile, iradeye, kavram ve kurumlara sahip olamamamız, en nihayetinde bahsettiğim bu kavram ve kurumların otoritesine sahip olamamamız, varoluşsal bir alçalışla sınanmakta bulunduğumuzu gösterir. İslam dünyası toplumları bugün geleneğin/göreneğin, batıni/mistik bağlılıkların ağırlığı altında ezildiği için, kolektif bir sıradanlık, kolektif bir konformizm sergiliyor. Bu nedenledir ki içerisinde bulunduğumuz varoluşsal alçalışı hissetmiyor, fark etmiyorlar. ************************************************ İslami anlamda özgürlüğe sahip olmamız için şu fikri benimseyip onaylamamız lazım. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbBugün
Senin gönderinden kaydedildi
Paylaşugün
BATI’NIN İSLAM TAKINTISI VE YERLİ TAŞERONLAR
İKTİBAS DERGİSİBatı’da uzunca bir süredir ısrarla gündemde tutulan bir kavram var: İslam’da reform. Bu kavramın temelinde ise Batı’nın bölgesel çıkarlarına karşı gelmeyen, Batı’nın fikri unsurlarını kabul eden, tüm toplumsal iddialarından vazgeçmiş, sıradan bir kültürel unsura indirgenmiş, Protestanlaştırılmış bir İslam modeli kurma düşüncesi mevcut.; *********************************************** Ey Müslüman ! Sen senin yaratıcınla olan akdini yenilemezsen,Şeytan devreye girip reform adıya seni cehennemin kapısına yönlendirir. Ey Müslüman ! Allah'la olan akdinin son asra göre yenileniş şekli,formülü. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbBugün
SEYYİD KUTUB TEFSİRİ\7-inci cilt-cihadla alakalı
namenstar.blogspot.comFİLİZLENEN İSLÂM GENÇLİĞİNİN TUTUMU Şu anda önemli olan bu Rabbani beyanatın Ehli Kitabın bu gün üzerinde bulunduğu durum ile alâkalı yönünü açıklığa kavuşturmamızdır. Gerçeği söylemek gerekirse hiç bir gerçeğe dayanmayan bu yanıltıcı tabela cahiliyete karşı koymak üzere harekete geçen İslâmî yayılma hareketinin önüne dikilen en büyük engelden birisidir. Şu halde bu aldatıcı tabelayı indirmek gerekir mutlaka. Onların aldatıcı durumlarını açıkça ortaya koyarak pratik durumlarını açıklamak bir zarurettir. .. Şu kadar var ki o günkü İslâm cemiyetinde mevcud olan karışıklıkları gözden uzak bulundurmamak gerekir. Nitekim biz bu karışıklıklardan bir kısmını daha önce açıklamıştık. Bu karışıklık gerek o günkü cemiyetin organik yapısıyla ilgili olsun, gerekse darlık ve sıcaklık esnasındaki savaşma şartlarıyla alâkalı olsun veya İslâm öncesi Araplarının ruhlarında yer eden Bizans korkusu ve onlarla karşılaşmaktan çekinmek haliyle ilgili olsun netice değişmez... Fakat müslümanların ruhunda bütün bunlardan çok daha derin ve köklü karışıklığa sebep olan husus bu aldatıcı tabelaydı... Ehli Kitab olma tabelası... Kitab ehli olan bir kitle ile savaşma hususu... "® Bu dinin düşmanları... Bilhassa günümüzdeki yeni nesillerde gelişmeye başlayan İslâmi diriliş hareketini son derece korkunç şekilde gözetleyip duruyorlar. Hem de beşer ruhunun tabiatıyla birlikte İslâmî hareketin tarihini son derece titizlikle inceleyerek ve araştırarak gözetliyorlar. Ve bunun için de son derece bir dikkat ve itina ile kendilerinin planlayıp hazırladıkları ve haddi zatında yeryüzünün neresinde olursa olsun filizlenen ve yeni yeni yeşeren İslâmî hareketleri yok etmeyi ve ezmeyi hedef alan gelenekleri, düşünceleri hareket ve akımları, sistem ve prensipleri değişik şekillerde takdim ederek İslâm armasını vurmakta ve üzerine İslâm tabelası asmaya çalışmaktadırlar. Bunu sırf o yalancı tabelaların ve armaların arkasına gizlenmiş olan cahiliyetin gerçek çehresini gizlemek ve müslümanların bu aldatıcı tabelaların peşinde koşarak hakiki cahiliyete karşı dikilmelerini engellemektir... Ama bazı hareket ve sistemleri de aynı tarzda takdim edelim derken taktik hatası yaparak — bizzarure — gerçek çehrelerini açıkla- maktadırlar. İslâma tamamen zıd düşen cahiliyetin yalancı çehresini açıklamak ve belirtmek zorunda kalmışlardır. Bunun en güzel örneği T ü r k i y e de oynanan oyundur. Sözde de kalmış olsa bile bir takım müesseselerin yıkılması Peygamber efendimizin şu hadisi şerifine tıpa tıp uymaktadır : “Bu din ilik ilik sökülecektir. Sökülecek ilk ilik idare, son ilik ise namazdır.”... Kendilerinin müslüman olduklarını ileri süren bir takım budalalar da bu sahte ve aldatıcı “tabela” lara kanmaktadırlar... Bu budalalardan bir kısmı da yeryüzünde İslâmın yayılması için çalışırlarken onun cahiliyetin karşısına dikilmesine ve hâkim olan düzenin karşısına çıkmasına cüret edemiyorlar... Hatta bu sistemleri oldukları şekliyle ortaya koyup açıkça şirk ve küfür sıfatıyla tavsif etmekten çekiniyorlar... Ayrıca geçerli düzenden memnun olan kalabalık halk yığınlarına da hâkim düzenin gerçek vasfını açıklamıyor ve bunu belirtmekten sakınıyorlar. Ve işte bütün bunlar müslümanların cahiliyetin karşısına tam ve mükemmel olarak dikilmelerine engel teşkil ediyor. Böylece o sahte tabelalar yoluyla yeni doğmakta olan İslâm hareketi uyuşturulup, şuurlu olarak İslâmî anlamak ve yaşamak isteyenlerin önüne bir engel olarak dikiliyor ve bu da bu dinin arta kalan kısımlarını ve köklerini yok etmek isteyen yirminci asrın cahiliyetinin karşısına İslâmî bir hareketin çıkmasına engel oluyor. Benim kanaatime göre — İslâm dâvasına bağlı bulunanlar arasındaki — bu budalalar şuurlu olarak İslâma düşman olan ve bunu açıkça ilan edenlerden filizlenmek üzere olan İslâm hareketi için çok daha tehlikelidir. Bu dinin düşmanları kendi isteklerine uygun olan geleneklerin, âdetlerin, düşüncelerin ve akımların üzerine bu sahte İslâm tabelasını asıyorlar. Bu da gerçek İslâm şuurunu yok etmek için kafi geliyor. Şurası asla unutulmamalıdır ki, İslâm şuuruna sahib olarak gerçek İslâmî tatbik edip te — nerede ve ne zaman olursa olsun — cahiliyetin durumunu da gerçek manasıyla bildikten sonra İslâm her zaman cahiliyeti yener ve ona galib gelir. Ama bu din için asıl tehlike hazırlıklı, güçlü - kuvvetli ve şuurlu düşmanlarından_değil o nisbette şuursuz ve budala dostları bulunmasından ileri gelmektedir Ahmak dostlar şecaat gösterilmeyecek yerde şecaat gösterirler dikkat edilecek yerlerde dikkat etmzler ve düşmanlar tarafından asılmış bulunan sahte tabelaların ardından koşarak bilmeden İslâma hiyanet ederler. İşte asıl tehlike bu akılsız dostlardan gelir...... Yeryüzünde bu din ve bu dâva için çalışanların üzerine düşen en mühim vazife cahiliyet erbabı tarafından asılmış bulunan bu sahte tabelaları indirmektir. Bu dini kökten yıkmayı hedef alan bu maskeleri yırtmaktır. Nerede ve ne zaman olursa olsun başlayacak İslâm haraketi ilk önce bu sahte tabelaları indirmeli, maskeleri yırtmalı ve cahiliyetin sahte çehresini açığa çıkarmalıdır. Cahiliyetin gerçek çehresi şirk ve küfürden ibarettir... Ve halka içinde bulundukları durumu olduğu gibi göstermek gerekir. Ancak böylece onların hakiki durumlarını öğrenmeleri veya İşlem hareketi tarafından öğretilmesi mümkün olur. Bu gün onların durumu da Ehli Kitabın içine düştüğü durumun aynısıdır. Ehli Kitabın içine düştüğü' 'durumu ise“ Hakim ve Habir olan Allah u Zülcelâl kesin olarak belirtmiştir. "Belki de bu uyanlar ile onlar da düştükleri durumu düzeltir, ikaz olur ve uyanırlar. Bunun üzerine Allah ta onları bağışlar ve duçar olacakları elim azâbtan kurtarır. Şunu da iyice bilmek gerekir ki; yersiz her çıkış ve dış görünüşe, şekle aldanarak yapılacak her hareket ve atılım, bütün yeryüzünde ilk harekete geçecek İslâmî hareketin karşısına dikilecek en büyük engel ve tehlikedir. Ve bu dinin düşmanlarının yerleşmesinden ve kökleşmesinden başka hiç bir şeye yaramaz. Zaten düşmanlarımızın istediği de budur. Nitekim son derece kötü ve tehlikeli bir oyun olan bu tuzağı haçlı ruhuyle yetişmiş ve İslâma can düşmanı olan W. C. Smith “Yakın Tarihlerde İslâm” adlı eserinde ustaca hazırlamaktadır. Ve bir takım İslâm dışı haraketlerin üzerine İslâm yaftasını yapıştırmak isteyerek yapılan hareketlerin İslâma aykırı olmadığını iddia etmektedir...29 Temmuz
Senin gönderinden kaydedildiBugün
Fethullah Gülen Alman kanalına konuştu: Darbeyi Erdoğan planladı
soL Haber Portalı | güne soL'dan bakınBu kişilerin hepsi aynı İslam düşmanı. Feytullahı hıristiyanlar Erdoğanıda yahudiler kullanmakta olduklarından dolayı bu feytullahın anlatmış olduğu plan yahudilerin planlarına uyuyor. http://islamadusmanlar.blogspot.nl/2016/08/bozacinin-sahidi-siraci.html https://www.youtube.com/watch?v=AUaBn69KqvYDün
Senin gönderinden kaydedildi
PaylaşBugün
BEN NEREMİM?
İKTİBAS DERGİSİBilinç, maddenin olası milyonlarca kombinasyonunda ortaya çıkamayacak ve oluşmayacaktır. Ne kadar kompleks bileşikler yaparlarsa yapsınlar, bilinç denen özel şey çıkmaz ortaya. Bilinç, “oluşan” değildir, “verilen”dir. Bilinç, varlığını ortaya koyarak bilinç açığa çıkarması için maddî bir yapıya ihtiyaç duyar ama bilinç bu maddî yapıların bir sonucu değildir. Bu nedenle epifenomenalizm denilen, bilincin bir şeyin neticesi, yan ürünü olduğu fikri yanlıştır. Bilinç, bilinçli bir eylem ortaya koyduğunda görülür ve bilincin vâr-olduğu ispatlanır böylece. Fonksiyonalizm denilen şey de bilinci açıklamakta sonuca ulaşamaz. Bu düşüncede bir şeyin yapısı değil de fonksiyonlarının sonucunda bilinç açığa çıkar denilir. Bu, bir şeyi hareket ettirdiğimizde bilincin açığa çıkacağını söylemek demektir ki, bir şeyi hareket ettirdiğinizde o şeyden sâdece, harekete bağlı maddî şey (ısı gibi) çıkar. Fakat açığa çıkan o şey bilinç değildir. O yine bilincin ve bilinçli bir eylemin sonucudur sâdece. Bilinçli bir harekettir yâni o hareket. Ateist ve materyalistlerin söylediği; “bilincin aslî bir varlığının olmadığı ve sâdece bir illüzyon olduğu” fikri de, bu söz de bir bilinçle söylendiğinden dolayı yanlıştır. Bilinç özneldir. Ve herkeste farklı bilinç durumları olarak görülür. Bu, bilincin madde-dışı bir şey olduğunu gösterir. Aksi-hâlde benzer fizîki yapılara sâhip olanlarda benzer bilinçler olurdu. Bilinci insan beyniyle alâkalandırırsanız, bir insan beynini yediğinizde o kişinin bilincini de yemiş olursunuz. Böylelikle o kişinin bilincine de erişerek bilincinizi yükseltmiş olursunuz. Hâlbuki bilinçlenmenin ne şekilde artacağı çok açıktır. İşin ilginç bir yanı da, yaptığımız bu “bilinç arayışı”nı da yine bir bilinç ile yapmakta olduğumuzdur. Rûh ile Madde arasındaki kadim “bilinmezlik sorunu”, ilk başladığında neredeyse, şimdi de o seviyededir. Bilim ve modernizm ne kadar ilerlediğini söylese ve bilinci-düşünceyi-rûhu maddîleştirmek istese de; o gizemli şey arka-plânda düşünmesini sürdürüyor ve diyor ki: “düşünüyorum, öyleyse varım”. O gizemli şeyin (nesnenin öznesi) maddî olduğunu söyleyenlerin bile arka-plânında o gizemli şey var. “Rûh, Rabbimin emrindendir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir” (İsrâ 85) demekten başka mantıklı bir açıklama yoktur. Evet; demek ki “o şey” bilimin-bilmenin konusu değildir. İnanmanın ve kabûl etmenin konusudur ve onun ne olduğunu âhirette göreceğiz artık.. ************************************************* RAŞİDİ HİLAFET İSTİYORUM, RUH HAKKINDA Sana ruh hakkında soru sorarlar. (Ruh,(yaratılan) eşya olduğuna göre.) Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Açısından vakaya bakmak lazım. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2014_04_01_archive.htmlBugün
Ey Müslümanlar eğer bu zulmü engelleyemiyorsanız Allah için paylaşın BURMADA İdama götürülen çocuklar zincire vurularak işkence ediliyor ALLAH İÇİN PAYLAŞALIM BU ZULMÜ HERKES GÖRSÜN
SAHİH BİR İSLÂMÎ KİTLE İLE ÇALIŞMANIN FARZİYETİ Hilâfetin yıkılmasından itibaren Müslümanların vakıası/durumu gittikçe kötüleşti. Müslümanların bir uzvu acı çektiğinde diğer uzuvları ona koruma kollama ile ortak olan bir tek vücut gibi birbirine kenetlenmiş bir ümmet halindeyken kanları/canları birbirine denkti, hepsi de kendi dışındakilere karşı dururlardı. Daha sonra parçalandılar. Kafirler onlardan bazılarına saldırdıklarında diğerleri seyirci oldular, sanki o mesele onları alâkadar etmiyormuş gibi. Müslümanlar güçlü bir tek devlet iken dünya o devletin karşısında bin bir hesap yapıyordu. Daha sonra onlar zayıf, peyk ve ajan/uşak devletçikler ve siyasi varlıklar içinde yaşamaya başladılar. Azgın tamâhkârlar gözlerini onlara dikmekteler, sömürgeci kafirler servetlerini çalmaktalar. http://www.hilafet.com/inceleme/sohbet/14.htmVideo
Bugün
MÜSLÜMANLAR GÜNÜMÜZ DÜNYASINA NE SUNABİLİR?
İKTİBAS DERGİSİİslam’ın temsil ettiği değerler sistemi ve İslam toplumlarınca temsil olunan medeniyetin geçmişte insanlığa kazandırdıkları göz önüne alındığında, Müslümanların ve temsil ettikleri İslami değerlerin “Batı medeniyetinin” bugün insanlığı içine soktuğu durumdan kurtarabilecek bir potansiyel taşıdığı düşünülebilir. Ancak günümüzde Müslümanların ve İslam dünyasının içinde bulunduğu fiili durum dikkate alındığında bu ne kadar mümkündür ya da mümkün müdür? ********************************** Mümkündür. Şu bakış açısını kavradıkları zaman. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbBugün
ESHAB-I KEHF BİZE NE SÖYLER?!…
İKTİBAS DERGİSİDünya nimetlerini terk, krala rest olarak okuyabiliriz bu vakayı. Kraldan kasıt sadece kral değil güç, iktidar, saltanat… Araziye uyup, kralı kutsayıp, onun meşruiyetini onaylanıp yaşamak yerine ilkeler, değerler adına yalnızlığı, yalnız bırakılmayı, dışlanmayı, dışarıda kalmayı kabullenmek…Bugün
Bugün
FEN ÖĞRENİYORUM: Mutasyon Nedir?
selliogfenci.blogspot.comYok olmak, bir şeyin başka bir şeye dönmesi demek değildir. O başka bir konudur. Meselâ su, buhara ve enerjiye döner. Fakat kâinatın enerjisi sonsuz değildir ve yavaş-yavaş azalmaktadır ve sâdece Allah’ın bileceği bir zamanda da bitecektir ****************** Başkası tarafından ihtiyacı karşılanıncaya kadar, aşmaya güç yetiremediği belli bir orana (kurala, yasaya) gereksinim duyması bir şeyin muhtaç oluşundandır. Bu ifadeyi şu şekilde açıklamak mümkündür: http://islamdevleti.info/kitaplar/Islam_Sahsiyeti_Cilt_1/05.htm . – See more at: http://www.iktibasdergisi.com/maddenin-sirk-hali-termodinamigin-birinci-yasasi/#sthash.XV1fDV6U.XYshgQqb.dpuf Cevapla HÜSEYIN SASMAZ 5 Haziran 2016 at 19:48 Maddenin yaratıcı olması yukarıda sunduğumuz sebeplerden dolayı batıldır, mümkün değildir. Maddenin, bir halden bir başka hale dönüşebilmesi için, maddeye belirli bir oranı tayin edene ihtiyacı vardır ve dolayısıyla madde ezeli değildir. Ezeli olmayan ise yaratıcı olamaz. http://islamdevleti.info/kitaplar/Islam_Sahsiyeti_Cilt_1/05.htm Cevapla HÜSEYIN SASMAZ 9 Temmuz 2016 at 17:21 Kısacası oran maddenin kendisinden kaynaklanmamaktadır. Aksi takdirde madde, dilediği gibi etkileme ve etkilenme gücüne sahip olurdu. Bu oran elbette ki maddenin dışında belirlenmektedir. Bu durumda da madde, madde üzerinde etki bırakacak ve madde için belirli oranı tesbit edecek olana muhtaç olmuş olur. Bu oran madde dışında bir varlık tarafından tayin edilmektedir. Dolayısıyla madde başkasına muhtaçtır. Öyleyse madde ezeli değildir. Çünkü başlangıcı ve sonu olmayan, başkasına muhtaç olmayan, bütün şeylerin kendisine muhtaç olan varlık demektir. Maddenin başkasına muhtaç olması, maddenin ezeli olmadığının kesin delilidir. Öyleyse madde yaratılmıştır. İslâm Akidesi http://www.hilafet.com/kitaplar/islam_sahsiyeti/index.htm5 Aralık 2012

Celal Şengör: Yaratıcı diye bir şey yok!
Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2015/08/islam-akidesinin-ozelligi.html http://www.iktibasdergisi.com/maddenin-sirk-hali-termodinamigin-birinci-yasasi/ http://seyyitkutubtefsiri.blogspot.nl/2016/05/ne-kadar-derin-dusunursek-dusunelim.html http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/08/insandaki-halleresyadaki-ozellikler.html https://huseyinsas.blogspot.nl/2015/11/mefhumlar-zihinde-vakas-idrak_12.html?showComment=1474651280206#c3305504782281664718 http://huseyinsas.blogspot.nl/2013/12/aklima-takilanlar.htmlVideoYouTube

Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir.
Bugün
MUHAMMED’İN NÜRU VE TASAVVUFTA YÜCELTİLMESİ
İKTİBAS DERGİSİGünümüzde hala camilerde imamlar söyler bu sözü.. Kur’an’da yer almamasına rağmen Allah’a isnad edilen, Levlake levlake lema halaqtu’l-eflake [sen olmasaydın kainatı/alemleri yaratmazdım] özdeyişi özellikle çok sevildi ve şairler tarafından o kadar beğenildi ki, Hz. Muhammed çoğu zaman “Levlake’nin Efendisi/Sultanı” olarak anıldı. **************************** 5-6Yerde ya da gökte ilah diye adlandırılanlar varsa da - nitekim birçok `ilahlar' ve `rabler' vardır - bizim için tek bir Tanrı Baba vardır. O her şeyin kaynağıdır ve biz O'nun için yaşıyoruz. Tek bir Rab var, O da İsa Mesih'tir. Her şey O'nun aracılığıyla yaratıldı, biz de O'nun aracılığıyla yaşıyoruz. YÜZÜ SUYU HÜRMETİNE'NİN GELİŞ YERİ..! http://kutsal-kitap.net/bible/tr/index.php?id=1653&mc=2&sc=1637 Kertenkele bir deliğe girse ..hadisi Altta kalmak istemeyen bazı Müslümanlar da maalesef bu İncil ayetine cevaben söz konusu ayeti uydurmuşlardır.Bugün
Bugün
DUA YOLUYLA HER İŞİ ALLAH’A HAVALE ANLAYIŞI
İKTİBAS DERGİSİDua'nın kabul olması için,Şartların yerine getirilmesi lazım. SİZ BENİM DİNİMİ İKAME ETMEYE ÇALIŞMAZSANIZ SİZİN YERİNİZE BAŞKA NESİL GETİRİRİM DİYOR CENABI ALLAH. MEHDİ KURULMASI MÜSLÜMANLARA FARZ OLAN RAŞİDÎ HİLAFET DEVLETİ’NİN BİR HALİFESİDİRBugün