2 Mayıs 2016 Pazartesi

Korku:

Korku:

Ümmetin geçmişteki cesaretine kavuşmasını sağlayacak olan en önemli faktörlerden bir tanesi de "korku" mefhumudur. Konumuzun akışında korku nedir, insanlar üzerindeki tesirleri nelerdir, ümmeti korkuya sevk eden nedenler ve ümmetin yeniden eski cesaretine kavuşmasının nasıl gerçekleşeceği üzerinde durmak istiyoruz.
Korku kelimesi; bir şeyden çekinme, bir varlık karşısında acizliğe düşme, herhangi bir şeyi tehlike olarak kabullenme ve çekinme gibi ifadeleri içerir.
Şu bir gerçek ki, insan aciz bir varlık olarak yaratılmıştır. Aciz olması ise muhtaç olmasından dolayıdır. Bununla birlikte eşyadaki özellikler gibi insandaki özellikler de Allahu Teala tarafından yaratılmıştır. İçgüdü ve uzvi ihtiyaçlar gibi. Korku olayı insanda iki şekilde tezahür eder:
1- Fıtratından gelen korku ki, şu şekilde izah etmek mümkündür: İnsanın aciz olması, insanın sınırlı bir varlık olduğunu gösterir. Sınırını aşan bir olay karşısında insan acizliğini gizleyemez. Eşyadan üzerine vaki olan herhangi ani bir olay karşısında acze düşer. İşte insanın iradesi dışında gerçekleşen bu olay bir anlık korkuyu meydana getirir. Bu olay refleks olarak da adlandırmaktadır. Yalnız burada şunu zikretmek gerekir ki, refleks olayı insanın organlarından tezahür eder. Ani irkilmeler buna bir örnektir. Fıtrattan olan korkuyu ise, şu örnekle daha iyi anlayabiliriz: İnsan yolda yürürken önüne aniden bir taşın düşmesi veya ağaçlık bir yerden geçerken aniden önüne çıkan iri bir köpeğin karşısında meydana gelen ani tezahür gibi.
Fıtrattan doğan korkuyu insan kendisinden söküp atamaz. İradesi dışında gerçekleşen bu olayda insanın hiçbir rolü yoktur ve bu olay uzun süreli de değildir. Kısa bir an içerisinde meydana gelir ve olayın şoku geçince fıtrattan olan korku olayı da kalkmış olur. Şokun tesiri geçer geçmez de insanın iradesi devreye girer ve olay karşısında tavrını ortaya koymaya çalışır.
Şunu da belirtmek gerekir ki, bizzat insana hükmeden dairede gerçekleşen bir olay olduğu için fıtrattan gelen korkudan dolayı insan üzerine sevap veya günah yoktur. Çünkü insanın iradesi dahilinde gerçekleşen bir şey değildir. Bu tip korku genellikle bütün canlılarda meydana gelir.
2- İnsanın iradesi dahilinde vukua gelen korku olayı ise yukarıda bahsettiğimiz olaydan bambaşkadır. Bunu da şu şekilde açıklamak mümkündür: İnsanın, fıtratından gelen korkuyu söküp atması mümkün değildir. Böyle olunca korku insanın üzerinde kalıcılık arzeder ve insan hayatı boyunca bir şeylerden korkmaya mahkum olur. Bu husus yani “korkma” iradesi dahilinde de böyledir. İkisini birbirinden ayıran özellik ise, insanın taşımış olduğu fikir doğrultusunda bir gücün arkasına sığınmasıdır. Hayat hakkında sahip olunan fikirler insanın eşya ile olan alakasından ortaya çıkar. Neden korkup, neden korkmayacağını da insan, eşya ile olan alakasından doğan fikir ile ortaya koyar. Eşya hakkındaki fikirler, insanın ya kendisinden doğar veya Allahu Teala’dan gelir. İrade dahilinde olupta olayların dehşeti karşısında meydana gelen korku, insanın taşıdığı fikirden öte aczinden doğan bir neticedir. Fakat birçok dehşetli anlar, üzerine gelen güçlü saldırılar ve kâfirlerin sahip olduğu silah gücü gibi hususlar fikirden doğan güç ile yenilebilir. İşte bu konuda insan ölüme bile meydan okuyacak öyle bir fikre sahip olmalıdır ki onu hayatta güçlü ve cesaretli kılabilsin.
İnsan, korku konusunda vicdanına göre hareket ederse yanılır. Bu yanılgı her insanda korkunun çeşitlenmesine neden olur ve farklı farklı şeylerden korkma insanlar arasında yaygınlık kazanır. Çünkü insanlar eşit tabiatta yaratılmamıştır. Bundan dolayı, eğer korku etkenleri insanın vicdanına bırakılırsa günümüzde de olduğu gibi kimilerinin ağaçtan, kimilerinin yapmacık putlardan, kimilerinin ateşten ve benzeri şeylerden korktuklarını görürüz. Hatta daha da ileri giderek bunları ilahlar edinmeye başlarlar. Vicdan çoğu zaman yalnız hareket ederse, aslını kavrayamadığı şeylere aslı olmayan birtakım düşünceler de katar. Bu yüzden de insan sapıklığa düşer. Bugün insanların kendi yapmış oldukları nizamlardan yine kendisinin korkması, elinde fazla silahı olandan çekinmesi, büyük toplumlardan sakınması gibi...
İslâm nizamı korku mevzuunda vicdanı yalnız bırakmamıştır. Bu konuda aklı vicdanla kullanmayı emretmiş ve korkulması gerekenin bütün eşyayı yoktan var eden Allahu Teala olduğunu göstermiştir. Bunu her aklıselim insan biraz tefekkür edince anlayacaktır. Böylece mahlûkatın yaratıcısını bulduğu gibi aczinden dolayı ona boyun eğmenin gerekliliğini anlayacak ve sadece ondan korkmanın, imanının bir parçası olduğu noktasında mutmain olacaktır. Böylece asıl korkulması gerekenin ne olduğu kişide açıklığa kavuşacaktır. Nitekim Allahu Teala bu konuda şöyle buyuruyor:
ياأيها الذين آمنوا اتقوا الله "Ey müminler Allah'tan korkunuz." (Bakara 278)
فاتقوا الله ياأولي الألباب لعلكم تفلحون “Öyleyse ey akıl sahipleri! Allah’tan korkunuz ki kurtuluşa eresiniz.” (Maide 100)
Görüldüğü gibi, ayetlerde Allahu Teala korkudan bahsederken insanların iradesi dahilinde olan korku üzerinde durarak, kendisinden korkulması gerekliliğini beyan ediyor. Ayet ve hadiste bakıldığında insanın üzerine zuhur eden yani insanın iradesi dışından gelen korku hakkında hesaba çekileceğine dair hiçbir delil varit olmamıştır. Fakat insanların iradesi dahilinde gerçekleşen korku hakkında birçok delil mevcuttur. Allah Subhânehu Ve Teala bazı ayetlerinde insanların neden korkmaları gerektiği husussunda beyanda bulunmuştur. Cehennemin ateşiyle korkuttuğu gibi. Allahu Teala bu hususta şöyle buyuruyor:
وتعاونوا على البر والتقوى ولا تعاونوا على الإثم والعدوان واتقوا الله إن الله شديد العقاب “İyilik ve (Allah'ın yasaklarından) sakınma üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah'tan korkun; çünkü Allah'ın cezası çetindir.” (Maide 2)
Allahu Teala'dan korkan insanlar onun emrine sarılarak Allah Subhânehu Ve Teala'nın istemiş olduğu şekilde yaşamaya çalışırlar.
Yine ayetleri incelediğimiz zaman korkuyla ilgili gelen ayetlerin vakıasının iman ile bağlantılı olduğunu ve Allah Subhânehu Ve Teala’dan gerektiği gibi korkanların talep edilenleri (emir ve nehyi) yerine getirmelerinin istendiğini görürüz. Şu ayette olduğu gibi;
إنما ذلكم الشيطان يخوف أولياءه فلا تخافوهم وخافوني إن كنتم مؤمنين "O şeytan sizi yardakçıları ile korkutur. O halde gerçekten mümin iseniz onlardan değil benden korkunuz." (Ali İmran 175)
Allahu Teala'ya iman, Allah'dan korkmayı beraberinde getirir. Bununla beraber onun düşmanlarına karşı da cesareti doğurur. Bu noktada Allahu Teala şöyle buyurdu:
قال الذين يظنون أنهم ملاقو الله كم من فئة قليلة غلبت فئة كثيرة بإذن الله والله مع الصابرين "Kuşkusuz Allah'a kavuşacaklarını bilenler ise şöyle dediler; Nice az bir topluluk daha kalabalık bir topluluğu Allah'ın izni ile yenmiştir." (Bakara 249)
منكم عشرون صابرون يغلبوا مائتين "Eğer sizden yirmi sabırlı kişi olursa bunlar, iki yüz kafiri yenerler…" (Enfal 65)
Bunlara benzer birçok ayeti görmemiz mümkündür. Ayetlerde iman edenlerin Allah Subhânehu Ve Teala'dan korkarak ona sığınıp cesaret bulacaklarını göstermektedir. Burada şu nokta ortaya çıkmaktadır ki o da; korkulan şeyin her şeyi kapsayıcı ve aynı anda da güven verici bir vasfa sahip olmasıdır. İnsan fıtratı gereği korktuğu şeyden kaçarken güven duyacağı bir varlığa yönelme gereği duyar. Allahu Teala bu hususu korkunun ve güvenin kendisine yapılmasının gerektiğini Kur’anı Kerimde şöyle bildirmektedir:
ياأيها الذين آمنوا اذكروا نعمة الله عليكم إذ هم قوم أن يبسطوا إليكم أيديهم فكف أيديهم عنكم واتقوا الله وعلى الله فليتوكل المؤمنون “Ey iman edenler! Allah'ın size olan nimetini unutmayın; hani bir topluluk size el uzatmaya yeltenmişti de Allah, onların ellerini sizden çekmişti. Allah'tan korkun ve müminler yalnızca Allah'a güvensinler.” (Maide 11)
Korkunun ittiği güven hususu gerçekten önemli bir noktadır. Tabii ki, burada korku ve güvenin ne derece de sahiplenildiği de önemlidir. Yüzeysel bir anlayışla sahiplenilen korku ve güven insanı etkilemediği gibi zillete duçar kılar. İnsanı ikiyüzlü ve menfaatpers bir şahsiyete sahip olmaya yöneltir. Ayrıca büyük işlerin başarılması, güçlerini sadece insani güçlerin sınırlar içerisinde mütalaa eden kimselerin eliyle mümkün olmaz. Zira bir insan, sadece bir insanî güce bakarsa onun görüş sınırları içerisindeki insan gücü kadar çalışır. Böylece onun elleri ve kulakları kısalır. O kişi büyük işleri başarmak bir yana, basit işleri bile gerçekleştirmekten aciz duruma düşer.
Fakat hedeflerini gerçekleştirmek için insan gücünün ötesinde kendisine yardım eden bir kuvvetin varlığına inanan insanlar, bu kuvvete dayanarak kendi kuvvetlerini kat kat aşan daha büyük işleri gerçekleştirmeye yönelirler. Sadece insanî güce bakıldığı zaman onun sınırlı olduğu görülür.
Bu açıdan meseleye bakan kimse kendi işlerini sınırlandırır, onlara bir sınır çizer. Fakat ona daha geniş bir açıdan bakıldığı zaman, insan kuvvetinin üzerinde Allahu Teala'nın kuvvetine sığınırsa bundan dolayı insan kendi gücünden kat kat büyük işleri gerçekleştirerek tasavvur edemediği ve imkânsız gördüğü işleri başarabilir. Yeter ki kendi kuvvetinin ötesinde kendisine yardım eden başka bir gücün varlığına iman etsin. O zaman insanın kudreti için sınır olmaz. Hatta Allahu Subhânehu Ve Teala'ya iman etmeyen bazı kimseler bile (başka bir varlığın gücüne inanarak) büyük işlere atılırlar.
Gerçek anlamda korku ve güvenin hasıl olduğu ve bunun vermiş olduğu etki ile nice kişi ve toplumlar canlılık kazanır, çevre ve dünyada etkin olmak için tereddüt etmeden harekete yönelirler. İlk dönem Müslümanları (sahabeler, tabiin ve daha sonrası) bu noktada en büyük örneği teşkil eder. Onlar imanlarının vermiş olduğu cesaretle birçok büyük işlere atılmışlar, kendilerinden büyük olan nice orduları yenmişler, cesaretlerini kat kat artırmışlar ve de yeryüzünün efendileri haline gelmişlerdir.
Nitekim bu durum 1924'lere kadar ulaşmıştır. Bu dönemden sonra ise Müslümanların hallerinde büyük değişiklikler görmekteyiz.
Akideye inançlarındaki zaaflık ve güvensizlik Müslümanların hayatlarına tesir etti. Hayatta İslâm'ın hükümlerini tatbikten uzaklaştılar. İslâm'ın fikirleri yerine küfrün fikir ve mefhumları hayatlarında hakim olmaya başladı. Bu hal ise, ümmeti Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in buyurmuş olduğu şu hale getirdi:
Sevban Radiyallahu Anha'dan rivayetle; "Belki siz o gün çoksunuz. Fakat siz selin üzerinde taşıdığı çerçöp gibi dağınık olacaksınız. Allah sizin korkunuzu düşmanlarınızın kalbinden çıkaracak, Allah sizin kalbinize korku atacak." (Sünen-i Ebu Davud, c.5 s.104)
Günümüzde Allahu Teala'ya olan güven sarsılınca, Müslümanlar hayata daha çok sarılmaya, dünyalarını kaybetmekten korkmaya başladılar. Dünya sevgisi onların nefislerinde yer edindi. Bu hal ise beraberinde ümmetin basit şeylerden korkmasını gündeme getirdi. Onların nefislerinde hakim olan bu anlayış ve tavırlarına yansıyan hal düşmanlarına cesaret kazandırdı.
İmanlarında zaafa uğramayanlar ve iman edip de Allah'ın emir ve nehiylerine sarılanların ayırımını Allah Subhânehu Ve Teala Kur’anı Kerimde şöyle bildirmektedir:
إذ يوحي ربك إلى الملائكة أني معكم فثبتوا الذين آمنوا سألقي في قلوب الذين كفروا الرعب فاضربوا فوق الأعناق واضربوا منهم كل بنان "Rabbin meleklere vahyetmişti ki, şüphesiz ben sizinleyim. İman edenlere sağlamlık katın, küfre sapanların kalplerine amansız korku salacağım..." (Enfal 12)
Bugün ümmet, imanlarının gereği olan Allah korkusunu basite almaktadır. Boş gözlerle baktıkları hayat tasavvurları ufuklarını karartmıştır. İmanla olan bağlarını birçok hususta kopararak İslâm'dan uzak yaşarken kalplerine de korku hakim olmuştur. Bundan dolayı da düşmanları onları fikrî, ekonomik, maddi yönden istedikleri gibi sömürebilmektedir. Bütün bunların karşısında dünyayı ve hayatı çok seven korkak, imandan yoksun olan kâfirler, Müslümanların bu günkü zayıf hallerini fırsat bilerek Müslümanlara karşı cesaret bulmuşlardır. Onlarda gerçek anlamda bir cesaretin olduğuna da inanmıyoruz. Onların bugünkü şımarık tutumları ve zalimane saldırılarını ancak karşılarında kendisini gösterecek siyasi bir varlığın olmadığına bağlamak daha doğru olur.
Öyle ise Allah'a karşı olan sorumlulukları ve O’na olan korkumuzu hatırlayalım. İmanımızın gereği olan Allah korkusunun önemini yeniden gözden geçirelim. Hatırlayalım ki, O’ndan korkup yine O’na güvenerek hayatımızda cesaret doğsun. Onun emir ve nehiylerine sımsıkı sarılalım ki kimden korktuğumuzun hayati yönü ortaya çıksın. İslam’i hayatı tekrar hakim kılmak için teşebbüse geçelim ki, imanımızın alevi yeniden yeryüzünde yangına dönüşsün ve kırılan cesaretimiz Raşidi Hilafetle yeniden canlılık kazansın.  
Bu konunun devamı;

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder