23 Mart 2015 Pazartesi

KELİME-İ ŞAHADETİ VE AKTİNİ BOZAN DURUMLAR.-1

ŞİRK, KÜFÜR

Şirk : Yolların ayrılış noktasında örülmüş olan en büyük bir düğümdür... Her şeyden önce bu düğüm.çözülmeden yollar asla belirlenemez... İnsanı şaşkınlığa, sarhoşluğa, şuursuzluğa iten her türlü etken problem, meşgalet çözülemez... İnsanların gözü önüne hak ile batıl açık seçik serilemez... Her şeyden önce bu düğüm çözülmeden ; insanlara "hakkı tavsiye, hayra davet, şeraen sakındırma" çalışmaları anlamsız ve boşuna bir uğraşı olur. 
Nitekim önderimiz Resulullah (S.A.V) de;davasının tebliğinde, insanları İslama davet ederken her şeyden önce"şirki" tanıtıp; kalpleri ve zihinleri onun pisliklerinden temizleyerek yerine "Tevhidi" yerleştirmiş ve risalet süresinin yarıdan fazlasında (13 küsür yıl) bu işle meşgul olmuştur... Şirk düğümü çözülüp Tevhid kalplere ve zihinlere yerleştikten sonra artık Tevhidi hakikatları ve İslâmın getirmiş olduğu mükellefiyetleri yüklenmek insanlar için zor hatta sıkıntı dahi olmamıştır. . 
"De ki; -Gelin size Rabbinizin neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiç bir şeyi ortak koşmayın, anne-babaya iyilik edin, yoksulluk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. -Sizin ve onların rızkını veren biziz.- Kötülüklerin açığına da gizli olanına da yaklaşmayın. Hakka dayalı olma dışında, Allah'ın (öldürülmesini) haram kıldığı kimseyi öldürmeyin. İşte bunlarla size vasiyet (emir) etti; umulur ki akıl erdirirsiniz." (En'am ; 151)

"Görülüyor ki; haramları belirten ayeti kerime ilk ve en büyük haramla söze başlıyor. .Allah'a şirk koşmakla... Çünkü bu temel kaidedir. Evvelâ bunun yerleşmesi gerekir. Bundan sonra haram ve yasaklar o temel kaide üzerine oturur. Dileyen ona teslim olur ve İslama girer...
O' na hiç bir şeyi ortak koşmayın...!

Akide binasının üzerine oturduğu temel mükellefiyetlerin ve farizaların üzerine kaim olduğu esas hak ve vazifelerin istinad ettiği temel kaynak' işte bu kaidedir... Emirler ve nehiylere girmeden mükellefiyetler  ve farizalara dalmadan nizam ve sistemlere girişmeden, şeriat ■ ve hükümlere başlamadan önce evvelemirde kaim olması gereken bu kaidedir... 
insanlar önce . itikad yaşayışlarında tek başına Allah'ın Uluhiyetini kabul edip bir başkasını O'na eş koşmadıkları gibi günlük hayatlarında da tek başına Allah'ın Rubibiyetini kabul edip, O'na Rubibiyet bakımından hiç kimseyi eş koşmamak mecburiyetindedirler.. O'nun bu kainatta takdir ve sebebler aleminde her şeye hakim olduğunu, tasarruf yetkisinin sadece kendisine ait bulunduğunu, kıyamet gününde de hesap ve mükâfatta yegane hüküm sahibinin tek başına Allah olduğunu kabullenip gerek hükümler dünyasında, gerekse prensibler aleminde kulların her türlü işine hakim olanın sadece Allah oldu
ğunu kabullenmek zorundadırlar, işte bu* vicdanı şirkin pisliklerinden temizlemek, akli hurafelerin kalıntılarından arıtmak, cemiyeti cahiliyetin geleneklerinden kurtarmak, hayatı kulların kullara kulluğundan uzaklaştırmaktır...

Her türlü şekliyle şirk,İslâm Nizamında ilk olarak yasaklanan şeydir. 
Çünkü bütün yasaklar ondan sonra gelir.. İnsanların bütün güçleriyle üzerinde durmaları ve ağırlıklarını vermeleri gereken en büyük kötülük şirk kötülüğüdür. Allah'tan başka İlâh olmadığını, Hak'tan başka Rab bulunmadığını, Allah'tan başka hüküm, nizam koyucusunun bulunmadığını kabul ettirinceye kadar üzerinde durulması gereken en büyük kötülük şirk kötülüğüdür. . . 
Bütün genişliğine rağmen Tevhid Akidesi İslamın ilk ve temel akidesidir... İşte bunun için bu ayet.-i celiledeki emirler ve nehiyler bu temel kaide ile başlıyor...

"...O'na hiç bir şeyi ortak koşmayın.. !.. "

Şimdi biz bu emirlerin diğer bölümlerine geçmeden önce

şirk üzerinde biraz daha duralım ve bu İlâhi emirlerin başında zikri geçen Allâh'a ortak koşma (şirk ile) neyin kasdedildiğini öğrenmeye çalışalım

Haddi zatında süre-i calilenirn (En'am süresi) üzerinde bulunduğu saded muayyen bir dava ile ilgilidir. 0 da hüküm koyma ve hakimiyetin kaynağı hususunda insanların kendilerinde yetki bulmaları konusudur. Bir ayet önce aynı mevzuu gözler önüne serilmiş bulunuyor ve şöyle deniliyordu :

"Onlara söyle : -Bu haram saydıklarınızı Allah haram ettiğine dair şahitlik edecek olan şahitlerinizi getirin.- Eğer onlar yalan yere şahitlik ederlerse sen onlarla beraber bulunup kendilerini tasdik etme. Ayetlerimizi yalanlayanların ve ahirete inanmayanların heveslerine uyma. Onlar Rablerine başkalarını denk tutuyorlar. (Şirk koşuyorlar. )" (En'am : 15O)

Üzerinde durduğumuz ayeti kerimede (151. ayet) ilk olarak zikri geçen^şirkle neyin kasdedilmiş olduğunu iyice anlayabilmemiz için bir önceki (150. a-yet)'i kerimeyi ve bu ayeti kerimenin tefsirinde söylediğimiz hususları dikkatlice gözden geçirmemiz gerekir. Gerçek odur _ ki, buradaki şirk itikadı yönden olduğu kadar hüküm ve hakimiyet yönündendir de... Ayeti kerime aynı hususu ifade etmekte ve ayetler arasındaki münasebette tamamen ortada bulunmaktadır. ..

Biz bu hususu devamlı olarak hatırlatmak ihtiyacını hissediyoruz. Zira bir takım şeytanların bu dinin temel mefhumlarında yaptıkları sarsıntılar meyvesini vermiş ve "hakimiyet" meselesi akidenin yanından koparılmaya çalışılmaktadır. Böylece hisler dünyasında da "hakimiyet" konusu ile itikadı esaslar arasında bir ayrılık meydana gelmiştir. Hatta İslâmî konularda son derece gayret sahibi kimseleri bile görüyoruz ki, ibadetle ilgili en küçük bir husus tahsis etmek için durmadan çalışıyorlar. Ahlâkî bir inhilali kötülemek, bir takım emirlere karşı muhalefeti bertaraf etmek için durmadan konuşuyorlar da İslâmda "hakimiyet" esasından ve bu esasın İslâm akidesindeki yerinden aslâ söz bile etmiyorlar. Islâm akidesinin ferî yönlerinden birisi olan alkollü şeylerle mücadele ettikleri halde en büyük kötülük olan içtimai hayatın Tevhid Akidesinden başka esaslara göre kaim olması üzerinde hiç konuşmuyorlar...Hakimiyetin Allâh'tan başkasına verilmesine hiç de karşı gelmiyorlar. ..

Allahu Tealâ, hiç bir emri belirtmeden evvel kendisine şirk koşmamayı belirtmektedir..

Hem de Kur'an'ın akışı işinde öyle bir yerdeki, her türlü emirlerin başlangıcı durumunda olan "şirk etmek" emrinin manasının hudutlarının belirtildiği noktada... İşte ferd, basiretle kendisini ancak bu kaide yoluyla Allah'a bağlıyabilir... Cemiyet her türlü münasebetlerinde ve beşerî hayatına hakim olan temel ölçülerinde bu değişmez kaide ile Allah'a ulaşılabilir. Bundan sonra artık şehvet ve arzuların esintilerine yer kalmaz. Ve bu şehvet ve arzulara göre gidip gelen, değişip duran beşerî istilahlara ihtiyaç kalmaz." (7)

İslama göre "şirk" demek ; Allah'a şerik koşmak, ortak koşmak, O'na eş-emsal kabul etmek demektir...

"Şirkin de çeşitleri vardır. Şerikler, müşrikler çeşit çeşittir. Şirk kelimesini, şerikler ve müşrikler kelimesini işiten insanların hatırına bugün; heykellere, taşlara, ağaçlara, yıldızlara, ateş gibi şeylere tapan ihsanlar gelir.. Şirkin yalnız bu şekilde olduğunu zannederler...

Halbuki şirkin hakiki manası ; "Uluhiyet" özelliklerinden herhangi birini Allah'tan gayrisine tanımaktır. Bu Allahu Tea-lâ'ya ait olan iradenin herhangi bir kimsede mevcud olduğuna inanmak şeklinde olabilir... ububiyette ; adak ve saire gibi şeylerde Allah'tan gayrisine yönelmek şeklinde olabilir... Yahut hakimiyette ; hayat şartlarını tanzim etmek için kanun ve nizamların Allah'tan değil de başkasından alınması suretinde yapılır...

Bunların hepsi de şirkin çeşitlerindendir. Nice şerikler tutharak nice müşrikler bunlarla amel etmektedir. Kur'an-ı Kerim bunların hepsine de "şirk" demektedir. Şirkin, müşriklerin ve şeriklerin her çeşitine misaller vererek "şirk" sıfatını bunlardan yalnız birine tahsis etmemekte, gerek dünyada gerekse ahiretteki cezaları bakımından müşriklerin çeşitleri arasında hiç bir fark gözetmemektedir..." (8)

(Devamı gelecek )

"...Allah, onların ortak koştukları şeylerden yücedir."
A'raf : 190)

Onların yaptıkları ve inandıkları şirklerin her çeşidinden uzaktır Allah...

Günümüzde bir takım insanlar görürüz. Çeşit çeşit şirklere batmışlar. Hatta bunlar, Allah'ın birliğini kabullenen ve O'na teslim olanlardan!.. Bütün bunlar bize bu ayeti kerimenin çizdiği putperestlik derecelerini tasvir etmekte, canlandırmakladır. ..

Bir takım kimseler, kendileri için ilahlaştırdıkları bir kavmiyet, bir ırk, bir milliyet peşinde koşmaktadırlar. Daha nice nice adlar arkasında...Aslında bunlar da vücudsuz birer put olmaktan ileriye geçmezler..Tıpkı eski putperestlerin ikame ettikleri gülünç putlar gibi..Bir takıma bunlar da Allah'a şirk koşulan ilâhlar, tanrılar mesabesindedir. Bu uğurda tıpkı eski devirde canlar adanmaktadır. Geniş manada mabedlere takdim edilen kurbanlar gibi bu cansız putlar uğrunda da kurbanlar kesilmektedir. ..

İnsanlar, "Rab" olarak Allah'ı kabullendiklerini söylemekteler ama O'nun emirlerini ve prensiplerini sırtlarının arkasına atarken bu saydıklarımız ve benzerî tanrıların emirlerini ve arzularını kutsal etmektedirler. Onların emri Allah'ın emirlerine tamamen muhalif olmasına, hatta onlara büsbütün karşı olmasına rağmen o emirlere, ilkelere adeta kutsiyet izafe edercesine itaat etmektedirler.. İlâhlık nasıl olur işte?.. Şirk nasıl olur?.. İnsan nasıl putperest olur?... Modarn cahidiyetin empoze ettiği bu şirk değilse hangisine şirk denilir o zaman?. .

Eski cahiliyetler, Allah'a karşı daha edepliydiler. Onlar, Allah'tan başka ilâhları benimsiyorlar ve çeşitli hediyeler takdim ediyorlardı kendilerini doğrudan doğruya Aİlah'a yaklaştırması için, onlara kurbanlar, meyveler ve çocuklar sunuyorlardı. Bunun için, onların hissinde düşüncesinde Allah en üstün bir mevkiyi işgal ediyordu. Ama günümüzdeki modern cahiliyetler diğer tanrıları haşa Allah'tan daha üstün tutmaktalar. Bunun içinde Allah'ın emirlerini bir kenara atmakta, bu modern tanrıların emirlerini, ilkelerini kutsallaştırmaktadırlar... (Nitekim günümüzde halkı müslüman olan ülkelerin çoğunda dahi, Allah'a küfr etmek süç değil fakat adeta putlaştırılan, ilâh—, laştırılan bazı şahıs ve müesseselere küfretmek en büyük suç sayılmaktadır.)...(Mesala.T.c. deki Atatürk)

Biz, putperestlik deyince, belirli şekillerin önünde durup eski tarzda tanrılar adına dikilen gülünç putlardan ve o günkü insanların tapındıkları ibadet ve hareket şekillerinden ibaret bir manzarayı düşünürsek sadece kendimizi aldatmış oluruz...

Şüphesiz ki, değişen sadece putlar ve putçuluk şekilleridir. Hareketler daha da giriflenmiş ve yeni yeni adlara bürünmüştür. Şirkin tabiatı ve hakikatı ise bu değişen şekillerin ve ibadetlerin gerisinde dimdik ayakta durmaktadır. Bizi gerçekler karşısında aldatmaması gereken husus budur...

Allahu Tealâ iffeti emrediyor. Haşmet ve fazileti buyuruyor. Fakat ırk ve üretim; kadının evinden dışarı çıkmasını, _açılıp saçılmasını, putperest Japonya'da olduğu gibi geyşa kıyafetleriyle otellerde (turistlik tesislerde) misafir ağırlayıcı garsonlar vazifesi görmesini gerektiriyor. .. Şimdi düşünün bakalım. ,.. emrine uyulan tanrı hangisidir?!. Allah'ın mı emrine uyulmaktadır? Yoksa bu sahte tanrıların mı?!.

Allahu Teala, cemiyeti bir birine bağlayan bağın akide bağı olmasını emrediyor... Fakat ırkçılık ve kavmiyetçilikse, akide bağının cemiyetin kaidesinden uzaklaştırılmasını ve bunun yerine cinsiyetin ve kavmiyetin temel bir kaide olarak yerleşmesini emrediyor... Şimdi düşünün bakalım!.. Emrine uyulan hangi tanrıdır?!. Allahu Tealâ mı?!.. Yoksa bu sahte tanrılar mı?!..

Allahu Tealâ, insanlara kendi emirlerinin, nizamının hakim olmasını bildiriyor.. Fakat kullardan bir kul veya bütün millet kalkıyor; "hayır" diyor, "hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir, kanun koyma yetkisi; sadece milletin ya da temsilcilerinindir." Yani insanlara,kullardır diledikleri hükümleri koyan. Allah ve Dini kanun koyma işine karışmaz. Din ayrı, dünya, Devlet ayrı..." diyor... Şimdi dikkat edelim... Emrine uyulan hangi tanrıdır?.. Allahu Tealâ mı?... Yoksa bu sahte tanrılar mı?!... Bunların örneği pek çoktur. Her-gün yeryüzünün her yerinde rast1anmaktadır. Ama sapık beşeriyet farkına varamamaktadır bunların... Dünkü açık putperestliğin ve o gözlere görülen putların yerine bugün dikilmiş olan,
bir mabud durumundaki gerçek putları ve yeryüzüne hakim olan putperestliğin mahiyetini teşhir edecek bir çok misaller vardır. Kısacası değişen şekiller bizi aldatmacalıdır. Bugün, putperestlik ve putlar sabit gerçekleriyle birlikte ayakta durmaktadır. ..

Kur'an-ı Kerim, o basit putperestlerle ve açıktan açığa cahiliyete dalmış olanlarla konuşuyor ve onların kafalarına hitap ediyor. Yaşı ne olursa olsun insan aklına yaraşmayan gafletten uyandırmaya çalışıyordu. İşte bunun için verilen misallerden sonra gelen şu hükümde ruhlarda yer eden şirkin derecelerini ve çeşitlerini tasvir etmektedir :

"Kendileri yaratılmışken, bir şey yaratamıyan putları mı ortak koşuyorlar?. Oysa, putları ne onlara yardım edebilir,ne de kendilerine bir yardımları olabilir..." (A'raf : 191-192)

Şüphesiz ki, yaratandır tapılmaya müstahak olan... Onların sahte tanrıları ise hiç bir şey yaratamazlar. Bilâkis, onlar da yaratılmışlardır. Şu halde onlar bunları Allah'a nasıl şirk koşuyorlar?.. Bunları, nasıl Allah'a denk kabul ediyor ve benimsiyorlar?..

Şüphesiz ki, tapılmaya layık olan, kullarına yardım edebilen ve onları koruyandır. Kuvvet, saltanat ve hakimiyet İlâhi özelliklerden olup ibadet ve kulluğun şartlarındandır.. Onların sahte tanrıları ise hiç bir kuvvete ve saltanata sahip değildir. Bir kere kendilerine yardım edemezler. Öyle ise nasıl olur da onlar bunları Allah'a denk tutuyor ve şirk koşuyorlar?.. Yaratma ve kudret tezi nasıl ki o günkü basit cahiliyet erbabına tevcih edilen bir buhran idiyse, bugün de hâlâ modern cahiliyet erbabına karşı dikilen en büyük delildir. Bugünkü cahiliyet erbabı kendi kendileri için çeşitli putla
uydurmakta, onun peşinden giderek tapınmaktadırlar. Böylece herşeyleriyle birlikte Allah’a şirk koşmaktadırlar. Bu peşinden gittikleri tanrılarından hangi birisi gökleri veya yeri yaratabilir?.. Hatta hangisi kendilerine veya ona,fayda veya zarar verecek güce sahiptir?..

Şüphesiz ki, insan aklı-şayet kendisi ile arasına dikilen bu engeller kaldırılacak olursa-hiç bir zaman onları kabul etmez ve benimsemez. Ne var ki bu Kur'an'm nüzulünden ondört asır sonra bile görüyoruz ki bugün beşeriyet kendi aklı ile realitelerin (gerçeklerin) arasına şehveti, yalanı, hileyi ve arzuları dikiyor, sonra da modern şekliyle cahiliyete doğru dönüyor.. Kendileri yaratılıp da hiç bir şey yaratacak güçte olmayan, ne kendilerine ne de başkalarına fayda veya zarar verebilecek kabiliyeti bulunmayan şeyleri Allah'a şirk koşuyor ve denk kabul ediyor...

Dün olduğu gibi bugün de beşeriyetin bu Kur'an'la bir kere daha muhatap olması gerekmektedir. Beşeriyet bugün kendisini cahiliyetten kurtarıp İslama iletecek, karanlıktan çıkarıp nura kavuşturacak bir kurtarıcıyı beklemektedir. Kafaları ve gönülleri bu modern putperestlikten kurtarıp, zihinlere girmiş olan kötülüklerden-temizleyip kurtuluşa erdirecek bir nida* beklemektedir. Tıpkı bu dinin ilk defa kurtardığı gibi... (Evet, bugün de kurtuluş Vahiyde. Kurtuluş İslamdadır.. )

Kur'an'ın ifade tarzında kullandığı kalıp.açıkça işaret ediyor ki aynı zamanda kullardan tanrılar edinmenin de ortadan silinmesi gerekmektedir..

"Kendileri yaratılmışken, bir şey yaratamıyan putları mı ortak koşuyorlar?.."

"Oysa putlar ne onlara yardım edebilir, ne de kendilerine bir yardımları olur..."

Bu ayeti kerimedeki ve
ya "O" bu tanrılar arasında akıl sahibi bir beşerin de en azmdan mevcut olduğuna işaret etmektedir ki onu akıllılar için kullanılan zamirle açıklamaktadır. .. Biz Arapların putperestlik devrelerinde açıktan açığa insanları tanrılaştırdıklarını bilmiyoruz, sadece onlar benzer şekillerde insanları tanrılaştırıyorlardı.. İçtimai mevzularda hükümleri onlardan alıyorlar, tartışmaya girdikleri mevzularda- (problemlerin hallinde) onların hakimliğine baş vuruyorlardı. Yani yeryüzünün hakimiyetini onlara vermiş oluyorlardı... İşte Kur'an-ı Kerim bu hali de bir şirk olarak ifade ediyor ve onların diğer şekildeki putperestliklerine benzeterek aralarında fark olmadığını belirtiyor. Bu nevi şirk için İslâmın değerlendirme tarzı da böyledir. Akide ve amellerdeki şirk gibi bir şirk nevidir bu da.. Aralarında hiç bir fark yoktur.Nitekim hahamlarm ve rahiplerin^ hükümlerini kabul edenleri de İslâmiyet müşrikler olarak değerlendirmiştir. Halbuki onlar da hahamların ve rahiplerin tanrı olmadığına inanıyorlardı. Hatta onlara tapınmıyorladı da. Bununla birlikte Peygamber onları yine de müşrik olarak değerlendiriyordu. Şu halde bütün bunlar şirk nevidir, tevhid akidesinden çıkmayı, Allah'ın Dininin üzerine oturduğu ve Lâ İlahe İllallah davası ile ifade edilen tevhid akidesinden ayrı olduğu belirtiliyor. Bu da bizim modern cahiliyetin şirki ile ilgili hükmümüzü tamamen destekler-mahiyetindedir..." (9)






(Devamı gelecek )


ŞİRK,KÜFÜR

"Bu, uyarılsınlar, yalnız ve yalnız tek bir İlâh olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye insanlara bir tebliğdir." (İbrahim : 52)

Bu tebliğin ve bu uyarının asıl maksadı insanların,"yalnız ve yalnız tek bir İlâh olduğunu bilmeleridir. Allah'ın Dininin ve hayat sisteminin üzerine kaim olduğu ana kaide budur...

Tabiatı haliyle asıl maksat bilgi değildir. Mühim olan bildiklerini hayatlarında tatbik etmektir. Buradaki asıl maksat yalnız ve yalnız Allah'ın Dinine bağlanmaktır. Madem ki, O'ndan başka bir İlâh yoktur, bundan tabiî ne olabilir... Yegane İlâh olan Alemlerin Rabbidir. Yani 0, hâkim, üstün, prensip vaz eden ve hayata yön verendir. Beşer hayatının bu esaslara göre- kaim olması temelden ve esastan kulların kullara kulluğu esasına dayalı olan hayat sistemlerinden ayrılır. Bu iki sistem arasındaki ayrılık,ahlâk ve hareketlerde olduğu gibi değer ve ölçülerde de vardır. Siyasî, İktisadî ve İçtimaî alanda olduğu gibi ferdi ve İçtimaî hayatın her sahasında da caridir.
Bir tek Allah'ın üluhiyetine inanmak en mükemmel bir hayat nizamı ve kaidesinin sadece vicdanlarda yer eden gizli bir inancı değildir. Akide denince, bizim anladığımız manada bir çerçeveli inancın çok daha geniş şekli akla gelir. Akidenin hududu uzanır. Bütün hayat hadiselerine şamil olur. Bütün branşlarıyla birlikte hakimiyet -İslama göre- akide teriminin şumülü içine girer. Ahlâkî meseleler ise tamamen akidenin içinde yer alır. Bunun için ahlâk ve değer ölçüleri akideden neşet eder ve akide teriminin içinde yer alır. Sistem ve prensip meselesi de aynen böyledir.

Biz bu Dinin "akide" denince neyi kastettiğini iyice kavramadan bu Kur'an'ın ana maksatlarını kavrayamayız. Kelime-i Şehadetin bu derece geniş ve şumüllü manasını iyice idrak etmeden, yalnız ve yalnız Allah'a ibadetin kavramını çok iyi olarak kavramadan, bunun yalnızca, Allah'a ibadet etmek olduğunu , sırf namazda değil hayatın her anında ibadet içerisinde bulunduğunu kavramadan ve kabul etmeden asla anlayamayız...

PUT ve PUTÇULAR

"Hani İbrahim demişti ki, Rabbim bu şehri emniyetli kıl, beni de, oğullarımı_da puta tapmaktan uzak tut." (İbrahim :35)

Hz. İbrahim'in hem kendisini hem de çocuklarını, Allah'tan tapınmaktan, korumasını istediği "Put", sadece Arapların ilkel cahiliyet döneminde yaptıkları gibi basit ve alâlede şekilden ibaret değildir. Veya muhtelif cahiliyet sistemlerinin taş, ağaç, kuş, hayvan, yıldız, gök cismi, ateş, ruh veya hayaller biçiminden ibaret değildir put...

Bu basit ve alelâde puta tapınma şekilleri Allah'a şirkin bütün anlamlarını içine almaz. 
Allah'tan başka tapınılan putları ihtiva etmez. 
Yalnızca  bu basit ve alelade şirk ve put şekilleri üzerinde durarak, Kur'an'daki şirkten maksadın bunlar olduğunu kabul edecek olursak, sonsuz derecede şekilleri olan "şirk" mefhumunu iyi kavramış olamayız. Ve bugün beşeriyetin içine saplandığı şirk ve modern cahiliyet şekillerinin gerçek yüzlerini tam olarak göremeyiz.

Bunun için şirkin mahiyetini derinliğine araştırmak ve putun şirkle olan alakasını açığa çıkarmak gerekir. Ayrıca put nedir ve mahiyeti neden ibarettir, bunu da apaçık olarak meydana^ çıkarmak zorundayız. Putun çağdaş cahiliyetlerde değişen ve görünen yönleri üzerinde durmalıyız.

Allah'tan başka ilâhın olmadığını belirten Kelime-i Tev-hid'in (Lâ İlahe İllallah Muhammedun Resulullah) zıddı olan sirk; hayatın hiç bir meselesinde Allah'ın buyruğuna dayanmayan ve hiç bir konuda Allah'ın dininin emirlerini benimsemeyen her çeşit sistem ve vaziyet halidir. Şirkin ortaya çıkabilmesi ve gerçek anlamıyla tebarüz edebilmesi için, kulun hayatının bir çok konularında Allah'ın Dinine bağlı olup da bazı konularında Allah'tan değil de başkalarının emirlerine bağlı olması kâfidir. İbadet ve ameller ise, kulluğun bir çok çeşitlerinden sadece birisidir.. Bugün beşeriyetin günlük hayatında karşılaştığımız örnekler en derin yönleriyle şirkin mahiyeti ile ilgili şumüllü bilgiler vermektedir bize...

Tek bir İlâh olarak Allah'tan başkasını tanımadığını söyleyip de abdest, namaz, oruç ve hacc gibi dinin emirlerini- yerine getirdiği halde... Siyasî,İçtimaî ve İktisadî konularında Allah'tan başkasının koyduğu hükümlere bağlananlar... Değer ölçülerinde ve hükümlerinde Allah yapısı olmayan düşünceleri ve ■ fikirleri benimseyenler... Geleneği, ahlâkî adet ve alışkanlıkları itibariyle, giyindiği kıyafet ve elbiseleriyle bir takım insanları "Tanrı" tanırcasına onların icat ettikleri kılık kıyafetlere girip, modalarına uyan ve Allah'ın şeriatının yasakladığı o şekillere, bürünenler... EVet bunlar, şirkin alâkasını işlemektedirler.,. Bütün gerçekleriyle birlikte söyledikleri o Kelime-i Şehadetin zıttı-nı yapmaktadırlar... İşte günümüzdeki insanların çoğunun yanıldığı noktalardan birisi budur.. Hiç aldırmaksızın bütün bu söylenenleri yapıyorlar ye yaptıkları şeylerin de bir nevî şirk olduğunu, eski müşriklerin yaptıklarından mahiyet itibariyle farklı olmadığını bilmiyorlar.

Put... Hiç bir zaman o ilkel ve basit şekilde olmaz. Dikilen heykeller biçiminde olması şart değildir... "Put", putlaşmak isteyenlerin arkasına gizlendikleri birer işaret ve alemetten başka bir şey değildir. Onlar, insanları kendilerine kul, köle yapmak için o dikili putların arkasına sığınırlar ve onun gerisinden kendi buyruklarını rahatça yürütürler...

Hiç bir zaman için putun konuştuğu, duyduğu ve gördüğü görülmemiştir.. Ancak putların, arkasına gizlenmiş olan rahipler ve mabet bekçileri mırıldanarak etrafında onun adına dualar okur ve bereketler dağıtan muskalar asarlar. Sonra da kitleleri ezmek ve kölesi, kulu haline getirmek istedikleri kimselerin adına onları (putları) konuştururlar. . .

Her hangi bir yerde ve her hangi bir zamanda idarecilerin, kahinlerin adına konuştukları ve Allah'ın izni, müsadesi olmaksızın hükümler koydukları ve kanunlar vaaz ettikleri, hareket ve işlemler, şeyler ortaya sürülecek olursa... İşte bu ortaya sürülen şey tabiatı, mahiyeti, vazifesi itibariyle putun tâ kendisidir...

Bir yerde bunlar arma olarak; "ırkçılığı" mı seçiyorlar? Bir yerde arma olarak "vatanı" mı çıkarmak istiyorlar? Veya "halkı" mı kendilerine bayrak yapmak istiyorlar ya da bir -"sınıfı" mı kendilerine işaret olarak yükseltiyorlar?... Sonra da insanlardan bu yükseltilen armalara, şiarlara, işaretlere ve bayraklara, ilkelere kulluk etmelerini mi istiyorlar?..Halkın bu kaldırılan alemetler uğruna fedakârlığa katlanmasını mı istiyorlar?.. Malını mülkünü, ahlâkını, ırz ve namusunu bu uğurda harcamalarını mı diliyorlar? Ve her ne zaman bu işaretlerin, alâmetlerin, armaların isteğiyle Allah’ın kanunu ve şeriatı çatışacak olsa hep Allah’ın şeriatını onların isteklerine göre yontarak şekiller vermek mi istiyorlar?.. Ve Allah’ın emirlerini, şeriatı bırakıp o armaların ve işaretlerin veya daha doğru bir tabirle bu putların, o putların arkasına sığınmış olanların istek ve emirlerini, ilkelerini mi yerine getiriyorlar? İşte orada putçuluk vardır. . Allah'tan başkasına tapınma vardır. . Yoksa putun bir ağaçtan dikilmiş veya bir taştan yontulmuş olması zarurî değildir. Put, bir sistem olabilir, bir arma çalabilir, bir ekol olabilir...

PUTÇULAR ve İSLÂM

Hem İslâm sadece ağaçtan ve taştan yontulmuş putları yıkmak için gelmemiştir ki... Bunca gelmiş geçmiş peygamberler silsilesi sadece bu putları yıkmak için uğraşmamıştır ki.. Yalnızca ağaçtan dikilmiş veya taştan yontulmuş putları, o heykelleri yıkmak için tarih boyunca İslâm harekâtı bunca fedâkârlıkları ; yapmamış , bunca acı ve ızdıraplara katlanmamıştır...

Bilâkis İslâm, gerçek manada Allah'a kulluk ve her meselede Allah'ın emirlerine itaat ile, her ne şekilde ve surette olursa olsun Allah'tan başkasına kulluk ve itaatin ayrılış noktalarını kesinkes belirtmek için gelmiştir...
Her devirde her zaman geçerli olan sistemleri ve prensipleri iyice inceleyip Tevhid esasına mı, şirk esasına mı dayandığını ortaya koymak gerekir. 0 sistemde ve prensipte Allah'ın hakimiyeti mi esas alındığını yoksa putların hakimiyetinin mi esas alındığını belirtmek gerekir...

Dilden söyledikleri Kelime-i Şehadet ile "Allah'ın Dinine" girmiş olduklarını ve fiilen yaptıkları abdest, taharet, eda ettikleri namaz, tuttukları oruç ve ifa ittikleri hacc dolayısıyla "müslüman" olduklarını sanıp da bunun dışında kalan ahkâm (muamelât, iktisat, siyası, hukukî düzen) ve diğer hususlarda Allah'tan başkasının buyruklarına uyanlar, Allah'ın emrinin zıttı olan sistem ve prensipleri benimseyenler, Allahın şeriatının tamamı tamamına zıttı olan hükümleri, nizamları tatbik edenler... Sonra her gün yenilenen putların istediğini yerine getirmek ve arzularını tatmin etmek için bu uğurda ırzlarını, ahlâklarını, mallarını ve canlarını verenler. .. Bu putların istek ve arzularıyla bu Dinin emir ve hükümleri çatıştığı zaman, Allah'ın emir ve hükümlerini arkaya atıp putların istek ve arzularını yerine getirenler. ..

Evet, bütün bu yaptıklarına rağmen, halâ "Allah'ın Dininde" olduklarını ve müslüman kaldıklarını sananlar bir kere kendilerine gelsinler de içinde yüzdükleri şirki görsünler...

Allah'ın Dini, bu kendilerinin müslüman olduklarını sananların tasavvur ettiği gibi zayıf değildir, basit değildir. Şurası muhakkak ki, Allah'ın Dini hayatın en küçük meselelerine;. bütün teferruatına kadar şamil olarak mükemmel bir hayat nizamıdır. Esas ve temelleri bir yana hayatın en ufak meselesinde dahi yalnız ve yalnız Allah'ın buyruklarına uymaktır.Ve Allah'ın başkasını kabul etmediği yegane Din, İslâm Dini budur.

Şirk, yalnızca Allah'tan başka yaratıcının olmadığını kabullenmekle bitmez. Allah'tan başka hüküm koyan Rablerin bulunmadığını da kabullenmek gerekir.

Puta tapıcılık, sadece dikilen bir ağaca veya yontulan bir taşa tapınmak değil, hatta ondan daha fazlasıyla; kaldırılan bayraklara, filanalar,!, işaretler ve bu putlaştırılanların arkasına gizlenen güçler, nüfuzlar ve isteklere adepte olmaktır

Ve işte buna göre baksın herkes etrafında, kendi hayatı ve yurdunda en yüce hüküm ve makam kimin elindedir?... Bütünü bütününe kimin dinine bağlanmışlardır?. .. Kimin emrine emrine uymaktadırlar?... Şayet bu konuların hepsinde (ferdi ve sosyal hayatın her sahasında) "hakimiyet" ve "emir" Allah'a ait ise, işte onlar katıksız olarak Allah'ın Dinindedirler. Şayet bu hakimiyet ve emir Allah'tan başkasına ait ise,-onunla beraber veya tek başına olarak- onlar, Allah'ın Dininde değil, hakim olan putların ve tağutların dinindedirler. . . Allah (c.c) cümlemizi muhafaza buyursun..."(10)
*******************



*************************************************************

ŞİRK, KÜFÜR

'•İşte bu, uyarılsınlar yalnız ve tek-bir ilah bulunduğunu bilsinler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye insanlara bir tebliğdir..."

Ezcümle şirk ; bütün özellikleriyle "Uluhiyet ve Rububiyet" noktasında Allah'tan gayrısına da yönelmek demektir. Allah'ın yerine başka şeyleri, kişi veya kişileri koymak demektir. Allah'a tapar gibi O'nun önünde eğilir gibi, Allah'tan başkalarına tapmak ve onların önünde eğilmek demektir.. Allah kadar veya daha çok onlardan korkmak, onları sevmek demektir. Allah'ın indirdiği ve gönderdiği kanunlarla değil de kişi veya kişilerin (kulların) fikirleriyle, onların prensip ve sözleriyle amel etmek demektir.. Allah'ın Nizamı olan İslam Şeriatına; orta çağ zihniyeti, çöl kanunu, modası geçmiştir veya yetersizdir deyip; "biz nakli delillere değil akli' delillere inanırız", "biz kendimizi idare ederiz", "hakimiyet halkındır" ve "bizebabalarımızın, atalarımızın yolu yeter, bizim doğmalara ihtiyacımız yoktur!" demek şirktir, putçuluktur...

"Çünkü bütün bunlar, Allah'a eş ve emsal kabul etmek, hatta daha da ileri giderek Allah'a cehl veya hata isnad etmek, kendilerinin veya arkalarından gitmek istedikleri kişi veya kişilerin fikir ve görüşlerinin daha isabetli, yararlı, daha medeni olduğuna inanmak demektir. Böyle bir inanca sahip olan kişi veya kişiler şöyle demiş olmuyorlar mı? :

"-Ya Rabbi .' Sana inanıyoruz, sen varsın, birsin, Kur'an da haktır. Senin kelamındır. Fakat sen bizim işimize karışma, sen dünya ve devlet işlerini bizim kadar bilemezsin, Kur'anın da dünyaya ait kanun ve kaideleri yetersizdir, modası da geçmiştir. Artık onlar bir milleti yönetemez. (1400 yıl önce gelmiş kanunlar devlet idare edemez.) Bizi geriye vahşete götürürler. Biz ise medeni bir hayat yaşamak., muasır milletlerin seviyesinde (çağdaşça) yaşamak istiyoruz... vb." Evet işte böyle demiş oluyorlar...

Artık böyle diyenlerde din kalır mı, müşrik olmazlar mı ? Buyurun cevabını siz verin!..

isterseniz şirk çeşitlerinden şahısperestiiğin, putçuluğun tarihine, nasıl ortaya çıktığına kısaca bir göz atalım :

İlk din Tevhid Dinidir, ilk inanç da Tevhid inancıdır.. Tevhid demek ; Allah'ın birliği (yaratıcılıkta olduğu gibi, Uluhiyet ve Rububiyette de birliği) demektir. Allah'ın birliği esasınsa dayanan kanun ve kaideler mecmuası demektir. Şirk sonradan başlamıştır. Arızi bir hastalıktır. Şirkin çeşitleri çoktur. Bunlardan birisi de insana tapmaktır. İnsanı putlaştırmaktır. (yani şahısperestliktir.). Bu nasıl başlamıştır ve nasıl başlar?...

Eski kavimlerden bazıları, kendilerini düşmanlarına karşı korumada varlık gösteren hükümdarlarında, komutanlarında fevkalade bir kuvvet bulunduğunu farzetmişler. Onlara aşırı derecede saygı duymuşlar, sevgi beslemişlerdir. Gitgide bu saygı ve sevgi, onların önlerinde eğilme, tapınma haline gelmiştir. Ölümlerinden sonra da unutmamak için onların heykellerini dikmişler, mızraklarını süslemişlerdir. Bu heykellerin sahiplerinin hurafelerle dolmuş olan tarihi hayellerini kafalarında büyüte büyüte onları insan üstü varlıklar haline getirmişler ve nihayet ilahlaştırmışlardır. Dokunulmazlıklarını kabul ederek onları tabu (put) haline getirmişlerdir. Heykellerin önünde, mızrakların başında akla, mantığa sığmayan hareketler yapmışlar, yiyecekler koymuşlar, çiçeklerle süslemişlerdir.. Sıkıştıkları zamanlarda onlardan medet beklemişler; fikirlerini,ilkelerini kendilerine rehber edinmişler, görüşlerini bayrak yapmışlardır. Yolundayız, izindeyiz gibi sözler ede durmuşlardır. (Onun fikirlerine, ilkelerine ) karşı çıkanlara karşı çıkmışlar, yolunda ve uğrunda paralar feda etmişlerdir...

Nemrut, Seddat ve Firavun gibileri klasik put ve' tağutları; Marx, Denin, Mao ve daha niceleri de modern put ve tağutları temsil etmektedirler. Getirdikleri düzenler ve rejimler de tağut düzenidir. Allah Yolunu, hüküm ve kanunlarını (şeriatını) bırakıp da böylelerin yolunda ve izinde gidenler de kula kul olmuşlardır.. İnsanlık haysiyet ve şerefini yitirmişler ve nihayet putperest olmuşlardır...

Kıyamet gününde ; yolundayız, izindeyiz dedikleri kendilerine , efendileri de onlara amansız birer düşman kesilecek ve birbirlerini lanetleyeceklerdir..." (11)
"0 gün mahşerde, onların hepsini toplarız. Sonra müşriklere : "-Şirkleriniz (putlarınız) ve siz yerlerinize" deyip onları birbirlerinden ayırırız. Şerikler (Allah'a ortak koştukları şeyler, putlar) da : "-Siz bize tapmıyordunuz ki, Allah bizimle sizin aranızda şahid olarak yeter. Sizin tapınmanızdan bizim haberimiz yoktu." derler. İşte orada herkes dünyada yapmış olduğunu bulur ve gerçek mevlaları olan Allah'a döndürülür. Uydurdukları putları da kendilerinden kaybolup gitmiş bulunacaklardır."(Yûnus:28-30)

"Bir gün hepsini toplarız. Sonra da müşriklere : "-Hani nerede Allah'a eş sayarak o tapınmış olduğunuz ortaklarınız (putlarınız )?" deriz. Sonra : "-Rabbimiz Allah'a and olsun ki, bizler müşriklerden değildik." demekten başka çare bulamazlar. Kendi nefislerine karşı nasıl yalan söylediklerine bakî Uydurdukları putları da onlardan uzaklaşır." (En'am : 22-24)

"0 gün, yüzleri ateş içinde kaynayıp çevrilirken : "-Vah bize.' Keşke ‘Allah’a itaat etseydik, keşke Peygambere itaat etseydik." diyeceklerdir. Ve yine: "-Rabbimiz.' Biz yöneticilerimize (beylerimize), büyüklerimize itaat etmiştik de bizi yoldan saptırdılar. Rabbimiz] Onlara azabın iki katlısını ver ve onları bir lanetle lanetle.""
(Ahzab : 66-68)

"(Nuh a.s.'ın kavminin ileri gelen yöneticiler takımı halk tabakasına) şöyle dediler: "-Sakın ilâhlarınızı (tapındığınız putlarınızı) bırakmayınız. Bilhassa Vedd, Sûva, Yegûs, Yeûk, Nesr'den asla vaz geçmeyin." (Nuh : 23)

Başta Kur'an'ın tercümanı, ilim denizi Abdullah İbni Abbas (r.â) olmak üzere Müfessirini Kiram Hazerâtı, bu ayeti kerimenin tefsirinde şu bilgiyi veriyorlar :
"Bu ayette geçen Vedd, Suva, Yegûs, Ye'ûk, Nasr Hz.Nuh'un kav minden salih, yararlı adamların isimleridir. Bu zatlar, zamanında millete büyük iyilikler yapmışlardı. Bunların ardından; ibadetlerinde kendilerine uyan bir takım yetişti. İblis onlara dedi ki "-Siz, bu örnek şahısların sürsinde heykellerini yapın, onların hayattayken oturmuş oldukları meclislere dikin ve kendi isimlerini verin. Sizi daha çok hoşdil kılar ve size ithale te karşı daha fazla şevk verir." kabul ettiler. Öyle yaptılar. Nihayet bunlar da gitti.Yeni bir nesil yetişti. Bu suretlerin niçin yapılıp dikildiğini unuttular. Bilinmez oldu. 0 vakit şeytan onları şöyle kandırdı. "-inanın ki sizden evvelkilerin ilâhları bunlardı. Onlar bunlara tapardı. Binaenaleyh siz de ecdatlarınızın mabutlarına ibadet edin." Böylece onları saptırdı... 0 zamandan itibaren putperestlik başlamış, âleme yayılmış oldu. Sonra da bu putlar Araplara intikal etti..." (12)

"Onlar, Allah'ı bırakırlar da yalnız dişilere taparlar.Böylece o çok inatçı bir şeytandan başkasına tapmış olmazlar."
(Nisa : 117)

"Allah'tan başkasına tapanlar, kancıklara çağırır, kancıklara teabbüd ederler. Onların en ziyade perestiş ettikleri gönül verip yalvardıkları veya namına davet ettikleri ma'butları kancıklar olur. Bunların nazarında ilâh mefhumu, ma'bud tasavvuru her şeyden evvel bir kadın hayalidir. Bunun içindir ki-, putların ek'serisi inâs (kadın) suretinde ve ismindedir. Bunların nefislerinden başka bir fail görmek istemediklerinden mabudlarını müessir, hakim, faal olmak üzere değil, kendilerine mütavaat, muvafakaat mevkiinde bulunacak, havalarına râm olacak dişi unsurlarda munfail mahiyetlerde ararlar ve bu hayaleti ruhuyeden dolayıdır ki ; bir işte kendilerine bir reis intihap edecek olsalar, böyle yumuşakları ve acizleri seçerler. .. Arap müşriklerinin El-lât, El-uzza, Menat gibi i-nas (kadın) isimleri ile müsemma birçok putları vardı..ilh." (13)

Nitekim, günümüzde de insanlarin çoğu putperestliğin bir çeşidi olan "kadmperest "olmuştur... Şöyle ki; her iş kadın vasıtasıyla görülmekte adeta, her ne tarafa bakılırsa kadın hayali göze çarpmaktadır... Artık çay, kahve tabaklarında, dergi kapaklarında, gazete köşelerinde, sokak başlarındaki fişlerde, her şeyin reklamında, hasılı bütün işlerde hep kadın kız resmi... Hem de vahşi bir mahluku bile utandıracak kadar iğrenç bir manzara ile. Demek . ki, halkın ekserisi "kadınperest" olmuş, kadın kıza muhabbet gönülleri doldurmuş, gözleri bürümüş... Bundan dolayıdır ki, kadın kızların teşhir edildiği yerlerde, meselâ sinamalarda oturup durulacak yer bulunmazken, kadın kız bulunmayan sahneler, meselâ konferans salonları müşteri bulamıyor, boş kalıyor... Bu ise, insanların şirk bataklığına nasıl itildiklerinin acı ve somut bir göstergesidir. ..

"Evet bütün beşeriyetin hakkıdır bekâ emeli,

Fakat bu hakkı ne taştan ne de leşten istemeli...»" (14)

Şirk Bahsi ile ilgili üç Hadis-i Şerif :

Ebu Bekir (r.a)'dan rivayet edilen şu hadisi şerifte Resulullah (S.A.V) ;

"Şirk, sizin aranızda karıncanın kımıldamasından daha gizlidir. Hz. Ebu Bekir : "-Ya Nebiyyallah.' Şirk, ancak Allah azze ve celleden başkasına, ibadet edilmek değilmidir? Yahut Allah'la birlikte başkasına da tapınmak değil midir?" Resulü Ekrem (S.A.V) : "Allah (c.c) hayrını •versin ey Sıddık. Şirk, sizin aranızda karıncanın kımıldamasından daha gizlidir. Sana onun küçüklerini büyüklerini yahut küçüğünü büyüğünü giderecek bir şeyi haber veriyim mi?" Hz. Ebu Bekir : "Hay hay, Ya Resulullah!' dedi... Resulullah (S.A.V):"Her gün üç defa; Allahım bile bile şirk koşmaktan sana sığınırım.. Bilmediklerimden de senden af dilerim. dersin. Şirk, -Bana filân ve Allah verdi.- demendir.. Denktaşlık ise, -Eğer filân olmazsa idi, beni filânca öldürecekti.- demendir." buyurdular. (İmam-ı Merveni, "Müsned-i Ebû Bekir Sıddık" sf: 91)

Resulullah (S.A.V) : "Şirk ümmetimde düz daşta karanlık gecede karıncaların gezinişinden daha gizlidir. Alâmeti; adaletsizlikten dolayı muhabbet ve adaletten dolayı da buğz etmektir... Din, Allah için sevgi ve Allah için buğzdan başka nedir? Allah Tealâ buyurdu ki; -Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana tabi olun ki, Allah da sizi sevsin..." (Hz. Aişe r.a.'dan Ra-muz el Hadis, sf: 215)

"Bir adamın mevkii dolayısıyla amelde bulunması, gizli şirk olur..." (Hz. Ebu Said r.a4 dan Ramuz el Hadis, sf: 215)
ŞİRK : ZULMUN EN BUYUGUDUR.
"En büyük zulüm, şirktir.. Günahların başında gelir... Ve korkunç azabı gerektirir. Kur'anr ı Kerim şöyle der :

"Bir vakit Lokman (a.s) oğluna öğütleyerek şöyle demişti: "-Yavrum! sakın Allah'a şirk koşma!. Çünkü şirk, azim bir zulümdür."" (Lokman : 13)

Keza şirk, öyle bir günahtır ki, Allah her günahı dilerse affeder. Fakat şirki asla affetmiyecektir. :

"Muhakkak ki Allah, kendine şirk koşanları bağışlamaz.Bu günahtan^başkasını dilediği kimseden mağfiret buyurur (bağışlar. ) Kim Allah'a şirk koşarsa, doğrusu çok uzak bir sapıklığa sapmıştır." (Nisa : 116)

"Allah indinde günahların en büyüğü, Allah'a eş-emsal kabul etmektir. (yani şirktir)" (Müslim, İman)
Görüldüğü üzere şirk, insanın içine düşebileceği tehlikelerin en büyüğüdür. Bundan dolayı Kur'an-ı Kerim'de hiç bir süre hatta hiç bir sayfa yoktur ki, şirk tehlikesinden söz edip insanoğlunu sakındırmasın...

Kur'an'da 160 dan fazla "şirk" kelimesi geçmektedir. Şirkle ilgili başka ifadeler halinde daha nice ayetler vardır. (14)

"İşte bu, uyarılsınlar yalnız ve yalnız tek bir ilâh bulunduğunu bilsinler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye insanlara bir‘tebliğdir."...

,,,,,,,,(Devamı gelecek sayıda)




"Muhafaza edenlerin en hayırlısı Allahü Azimüşşan ’dır. *
****************************************
ŞAHADET DAVASINI BOZAN DURUMLAR

İnsanı, şirk vs küfre götüren, iman dairesinin dışına çıkaran haller :

1-) Allah'ın İzni Olmaksızın Allah'tan Başkasına İbadet Etmek, Şahadeti Bozan Hususlardandır :

"Bu hükmü Yüce Allahın :

"Deki :-Şüphesiz benim namazım, ibadetlerin, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.. O'nun ortağı yoktur. . Ben bununla emrolundum ve ben müslümanlarin ilkiyim.'.' (En'am : 162-163)

ayetiyle çıkarıyoruz... İbadet ; namaz, zekâk,oruç ve haçtan ibaret değildir. Zira, Allah'ın rızasını kasdederek yapılan her iş ibadettir. Allah’ in izni olmadan Allah'tan başkasının rızasını kazanmak için yapılan her iş ise şirktir.. Bu çeşit şirke bir çok durumlar girer. (Günümüzde görülen en önemli şirk, bu çeşitten şirktir.) Bunlardan bir kaçı :

a-) İnsanın milliyetçilik (kavmiyetçilik) için çalışması, çalışmasının biricik hedefinin milliyetçilik olması : (Milliyetçilik veya kavmiyetçilik; kavmini ve kavminin menfaatlarinı diğer kavimler içinde en üstün görmek ve bu uğurda çalışmak demektir. Halbuki, hiç bir kavmin diğerine üstünlüğü yoktur. Zira Allah'ın Resulü (S.A.V) : "Arabin aceme, acemin de Araba üstünlüğü yoktur. Üstünlük takvadır." buyurmaktadır. ) Öyle olduğu halde ; kavmi için savaşmak, onun için konuşmak ona inanmaya onun için çalışmaya davet etmek, var gücüyle onu desteklemek v.b. yönelişler, Allah'a ortak koşma yönelişleridir. Çünkü Allah, yalnız kendisi için çalışmamızı, O'nun için cihad etmenizi, 0nun için savaşmamızı emreder. 'Biz Allah için çalışınca, şayet kavmimiz müslüman ise, zaten ona da hizmet etmiş oluruz. Ama kavmimiz kâfir ise, yalnız ona hizmet etmekle kalmıyacağız üstelik ona karşı da olacağız. Müslüman, milletinin menfaati doğrultusunda hareketlerine yön vermez. 0 Allah'ın emirleri doğrultusunda hareket eder.

b-) Şirk olarak sayılan durumlardan bir tanesi de : Bir hedef olarak vatan için çalışmaktır. Bu da şirktir. .Müslüman ancak, bu vatanın ve bu vatanda bulunanların Allah'a bağlılığı nisbetinde vatana bağlıdır. (Zira müslüman için vatan Allah'ın Nizamı Dini İslâm'ın bir bütün halinde hayata hakim ve yaşama imkanının bulunduğu yerdir.. )0 zaman bu vatanın ve bu vatanda oturanların yararına çalıştığı takdirde Allah için çalışmış olur.. Ama, (sadece doğduğun ve üzerinde yaşadığın bir toprak parçası olarak bilinen vatan) çalışmanın kıblesi olur, ve bu çalışma da Allahsın rızası asıl sayılmazsa, bu şirktir. Allah (c.c) (öyle körü körüne) yurtlarına bağlı kavimlerin bu durumlarını ayıplamaktadır :

"Eğer biz o münafıklara nefislerinizi cihad için öldürün yahut yurtlarınızdan çıkın diye bir farziyet yüklediysek, içlerinden pek azı müstesna onu yapmazlardı. Onlar, kendileri ne öğüt verilen şeyleri yerine getirslerdi elbette bu haklarında çok daha hayırlı ve imanlarını kökleşmesi bakımından sağlam bir hareket olurdu." (Nisa : 66)

Vatan parolarıyla hareket etmek, vatan bütünlüğünü savunmak ve vatanın yararı için çalışmanın meselenin ölçüldüğü temel ölçü olması asla caiz değildir.. Eğer durum böyle olursa şirke düşülmüş olur..'.'.

c —) İnsanlık ve insan için çalışmak yine şirktir, insanın gönlünü kendisine yöneltmesi gereken Allah'tır. Gönlü başkasına yöneltmek şirktir...

d-) "İlim için ilim" parolası şirktir.

e-) "Sanat için sanat" parolası da şirktir.

f-) "Görevi yerine getirmiş olmak için görev yapmak:" parolası şirktir.

Allah'ı insanın maksadı ve mabudu olmaktan
çıkaran ve yönünü başka tarafa çeviren her parola şirktir.. (15)

2-) Allah'tan Başkasına Emretme ve Yasaklama, Helâl Etme ve Haram Kılma, Kanun Çıkarma ve Hakimiyet Hakkı Vermek de Şahadet Davasını Bozar :

Yüce 'Allah buyuruyor,;

"...Dikkat ediniz ki, hem yaratmak hem de emretmek O'na mahsustur.'.' (A'raf : 54)

Hüküm ancak Allah'ındır ve 0 yalnız kendisine ibadet etmenizi emretmiştir. İşte doğru ve gerçek din budur. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler."
(Yusuf : 40)

"Onlar, âlimlerini ve rahiblerini, Allah'tan başka Rabler edindiler; Meryem'in oğlu Mesih'i de. Halbuki onlar da, ancak bir olan Allah'a ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Allah'tan başka hiç bir İlâh yok. 0, müşriklerin ortak koştuğu şeylerden tamamen münezzehdir." (Tevbe : 31)

Bu ayeti kerimede zikri geçen kimselerin Ehli Kitap olduklarından şüphe olmadığına ve dolayısıyla Hak Din üzere olmaları gerektiğine işaret ediliyor.Ehli Kitap olduklarına göre Allah'ın Dini üzere idiler. Ancak ayet., onların Allah'ın Dini üzere kalmadıklarına dair önce akidelerini sonra da pratik hayatlarını şahit gösteriyor. Aslında onlar, sadece Allah'a ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Fakat rahiblerini ve âlimlerini Allah'ın dışında "Rabler" edendiler. Tıpkı Meryem oğlu Mesih'i "Rab" edindikleri gibi.. Bu ise,
onların Allah'a şirk koştuklarını ifade eder. Allah, onların şirklerinden münezzehtir. Öyleyse onlar, gerek inanç ve gerek düşünce yönünden Allah'a iman eden kimseler değiller.. Gerek pratik ve gerek ameli yönden "Hak Dini" din edinen kimseler olmadıkları gibi...

Onların, âlim ve Rahiblerini nasıl "Rab" edindiklerine geçmeden önce, Resulullah'ın ayeti kerimeyi nasıl tefsir ettiği hususunu ihtiva eden sahih rivayetleri arzetmeyi uygun görüyoruz. .

Ayette geçen (A-f^St) kelimesi, veya
kelimesinin çoğuludur. Bu kelime, Ehli Kitabın alemi manasına gelir. Hatta çok kere Yahudi alimlerine itlak olunur... (oU^^i) ise,
( tor^O) "Rahib" kelimesinin çoğuludur. Bu kelime de Hristiyanlarca; ibadet için dünyadan elini eteğini, çeken ve kendini Allah'a veren kimse demektir. Bunlar evlenmezler, kazanç ve maişet mükellefiyetle de uğraşmazlar.

"Dürr-i Mensur" da kaydedilen bir hadisde; Tirmizi, İbni Münzir, İbni Ebu Hatem, Ebu Şeyh, îbni Merdevi, Beyhaki ve diğerleri Adiy İbni Hatem'in şöyle dediğini rivayet ederler ;
Reşulullah, Berâe süresindeki "onlar, alim ve rahiblerini Allah'ın dışında Rabler edindiler.." ayetini okurken, onun yanına geldim şöyle buyurdular : -Şüphesiz ki bu insanlar, onlara ibadet etmiyorlardı. Fakat onlar bu insanlara bir şeyi helâl ettiler mi, derhal onu helâl olarak kabul ederler. Bir şeyi de haram ettiler mi, derhal onu haram olarak benimserlerdi."

İbni Kesir tefsirinde bu hadis şöyle zikredilmektedir-'-: Ahmed, Tirmizi ve İbni': Cerir Adiy İbni Hatem'den rivayet ederler ki : Hatem, Resulullah'ın daveti kendisine ulaşınca hemen Şam'a firar etmiştir... Çünkü o cahiliyyet devrinde hristiyan olmuştu. Sonra kız kardeşi ile kavminden bir cemaat esir düştü. Resulullah, kız kardeşine iyilik ve ihsanda bulundu.Kız kardeşi bilahare Şam'a dönünce kendisine yapılan muameleyi kardeşi _Adiye anlattı ve onu İslâma davet etti. Adiy cömertliğiyle tanınan meşhur Hatemi Tai'nin oğlu ve Tayy kabilesinin Reisi idi.. Medine'ye geldiği günlerde bütün halk ondan bahsetmeye başladı. Adiy, boynunda gümüş bir haç olduğu halde Reşulullah'm huzuruna girince Resulullah, "Onlar, alim ve Rahiblerini Allah'ın dışında Rabler edindiler'.' ayetini okuyordu. Adiy, Resulullah'a şöyle dediğini haber \erir : Onlar alim ve rahiblere ibadet etmiyorlar. Resulullah şu cevabı verir: "Evet.. Fakat alim ve Rahibler, onlara helâlı haram, haramı da helâl kıldılar.. Ve o insanlar da bunlara tabii ol dular. İşte onların, alim ve rahiblerine ibadetlerinin manası budur ..."


ŞEHADET DAVASINI BOZAN DURUMLAR

Suddî der ki : "İnsanlar nasihat istediler ve Allah'ın Kitabını arkalarına attılar.. Bunun için yüce Allah onlara şöyle buyurdu : "...Halbuki onlar da ancak bir olan Allah'a ibadet etmelerinden başkasıyla emrolunmamışlardır. . . "

Yani O'nun haram kıldığı şey haram, helâl kıldığı şey helaldir. O'nun koyduğu kanunlara mutlaka uymalı, hükümleri mutlaka infaz olunmalıdir...

Alusî tefsirinde şöyle der : "Bir çok müvessirler derler ki : Ayetteki "Erbab-Rablar" dan maksat şudur : İnsanlar onlara kainatın İlâhları olarak inanmıyorlardı. Fakat, onların emir ve yasaklarına itaat ediyorlardı."

Apaçık ifadesiyle Kur'an ayetleri, Resulullah'ın bu ayetleri tefsiri ve ilk müfessirlerle müteahhirin ulemasının anlayışları, bize din ve akide hakkında son derece ehemmiyetli
bir hülâsa vermektedir. Bu hülâsayı burada kısa çizgilerle özetliyelim:

a-)İbadet : Dini vecibelerde Kur'an ayetlerine ve Resulullah'ın tefsir ve izahına uymaktır... Yahudi ve Hristiyanlar, Uluhiyetlerine inanmak veya kulluk vecibelerini onlara takdim etmek gibi bir mana ile âlim ve rahiplerini Rab edinmiş değillerdi. Bununla beraber Allahu Teâlâ bunları şirk ve küfürle tafsif buyuruyor. Çünkü onlar, dini emirlerini âlim ve rahiplerinden alıyorlar.. Onlardan aldıkları emirlere itaat ediyorlar ve tabiî oluyorlardı. İbadet ve itikat bir tarafa sadece bu bile, failini müşrik yapmaya kâfidir. Mü'minler cemaatından çıkıp kâfirler topluluğuna ithal eden şirk'e nispet edilmesi için yeterlidir.

b-)Allah kelâmı, her türlü teşriî esasları âlimlerden alıp O'na itaat ve ittiba eden Yahudilerle, Mesih'in, Uluhiyetine inanıp dini ibadetlerini ona takdim eden Hristiyanları şirkte ve Allah'tan başka Rabler edinmek tavsifinde aynı seviyede tutmaktadır. Burada da ibadet ve taat bahsi konusu olmakla beraber, Allah'ın onlara verdiği vasıf, kendilerini mü'minler kitlesinden koparıp kâfirler zümresine ihlâk etmeye kâfidir...

c-)Allah'a ortak koşmak: Sadece teşriî hakkını Allah'tan başkalarına vermekle de tahakkuk eder... Allah'ın varlığı inancında ve O'na kulluk vecibelerinin takdiminde ortak koşulması dahi, teşriî hakkinin başkalarına verilmesi, bir insani müşrik yapmaya kâfidir..

Şüphesiz Hak Din, Allah'ın insanlarda ondan başkasını kabul etmediği "İslâm" dinidir. İslâm ; sadece Allah'ın Uluhiyetine inandıktan ve kulluk vecibelerini sadece O’na takdim ettikten sonra, hüküm ve kanunda da sadece O'na ittiba etme esasına dayanır. . . İnsanlara, Allah'ın Şeriatından (Nizamından) başka bir şeriata tabi olurlarsa, her ne kadar davaları iman olsa dahi imanları  asla kabul edilmeyen ve müşrik olarak tasvif edilen Yahudi ve Hristiyanlar hakkında şöyle söylenen söz, onlar hakkında da geçerli olur..

Bu vasıf, sadece Allah'ı bırakıp kulların teşriatına uymaları sebebiyle onları itlak edilmektedir.

"Din" istilâhı, bugün insanların ruhlarına yayılmıştır. Hatta din, vicdandıki bir inanç ve yapılması gereken kulluk vecibeleri olarak kabul edilmektedir.Bu keyfiyet, bu sağlam ayetin ve Resulullah'ın tefsirinde ifade ettiği veçhile Yahudilerin de kabul ettiği bir husustur. ..Nevarki, onlar diğer yandan Allah'a şerikler buluyorlar. Onun bir tek İlâha ibadet etmek hususundaki emrine aykırı hareket ediyorlar, alim ve rahiplerini Allah'tan başka Rabler ittihaz ediyorlardı.

Dinin ilk şartı ; 0'na boyun eğmek, teslime tabii olmaktır. Bu husus, ibadetlerin takdiminde olduğu kadar teşriî emirlere tabii olmada da önem taşır. İlâhi emir ciddiidir. Allah'tan başkalarının şeriatlarına tabii olanların sadece Allah'ın varlığına inanmaları ve bazı ibadetleri sadece O'na takdim etmeleri kendilerini kurtaramaz. Din,onların mü'min ve müslüman addedilmeleri şeklinde bir kaypaklığı asla kabul etmez....'

Maalesef Dinimizin bugün maruz kaldığı en büyük tehlike de bu kaypaklıktır. Bir yandan mü'min ve müslüman olduğunu söyler, diğer taraftan çeşitli inanç ve hareketleriyle Allah'a şirk koşar... Din düşmanları, bu türlü şahıslar ve müesseseler üzerindeki "İslâm" levhasına bilhassa itina gösterirler. Yüce Allah, onlar ve benzerlerinin müşrik olduklarını, Hak Dini din edinmediklerini ve Allah'ın dışında Rabler edindiklerini beyan etmektedir, mademki bu dinin düşmanları, bu türlü şahıs ve müesseseler üzerindeki İslâm yaftasını itina ile korumakta ve İslâm aleyhine kullanmaktadırlar. 0 halde bu dinin dost ve hamilleri de sahte levhaları söküp atmaları ve levhanın altında biriken şirk, küfür ve Allah'tan başkasını Rab edinmek gibi ihanetleri ortaya koymaları gerekir.
"...Onlar, bir tek Allaha ibadetten başka bir şeyle emrolunmamışlardır. Allah, onların şir koştukları şeylerden münezzehdir.." (16)

Verdiğimiz örneğe ve benzeri Kur'an ve Sünnet açıklamalarına göre Allah'ın emir ve yasaklarını bırakıp da bu emir ve yasaklarla çatışan şahıs ve rejimlerin buyruklarına tabii olmak Allah'tan başkasına ibadet etmektir.. Nitekim Rabbimiz, nefislerinin arzularına uyanları nefislerinin arzularını herşeyin üstünde görenlerin nefislerini kendilerine mabut (İlâh) edinmekle suçlayarak şöyle buyuruyor :

"(Ey Peygamber! ),gördün mü o nefislerinin arzularını İlâh edinin kişiyi? Artık ona sen mi vekil olacaksın?" (Furkan : 43)

Demokrasi ismiyle anılan idare tarzı da buna girer. Çünkü demokrasi, "hakimiyet kayıtsız şartsız halkındır" prensibi ve akidesi üzerine kurulmuş bir idare tarzıdır. . Bu ise, kanun koyma, helâl ve haramı tayin etme yetkisini insana vermektir ve şirktir. . .

Allah'ın emir ve yasakları, hükümleri bırakılarak ; kanun çıkartma yetkisinin herhangi bir sınıfa, aileye, bir ferdin adamlarına, partiye, parti yöneticilerine, millet vekillerine verilmesi şirktir.

İnsanın, Resulullah (S.A.V)'in Allah tarafından getirdiği yükümlülüklerle kendisini sorumlu kabul etmemesi yine aynen şirktir, küfürdür. ..
Ulul emre itaat, ancak Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın Sünneti üzere olur. İdare edenler yoldan çıkarsa ; Allah'ın ma’siyetinde onlara itaat yoktur.. İster bunlar âlim oİsun, isterse paşa olsunlar.. Şu ayeti kerime buna işaret etmektedir î

"Ey iman edenler! Allah'a itaat edin.Peygambere ve sizden olan idarecilere de itaat edin. Sonra bir şey hakkında çekiştiniz mi, hemen onu Allah'a ve Resulüne arz ediniz. Eğer Allah'a ve Ahiret gününe inanıyorsanız. . "(Nisa: 59)

Hadis-i Şerifte de şöyle buyruluyor :

"Yaratana isyan yolunda hiç bir yaratılmışa itaat yoktur."(A. Hanbel / 5-426).
"Sonra (ey Resulüm), seni bir şeriat üzere görevli kıldık. Onun için sen o şeriata uyda ilmi olmayanların arzu ve isteklerine tabii olma..." (Casiye : 18)

III-) Allah'ın izni olmaksızın itaat edinme makamını Allah'tan başkasına vermek de şehadet davasını bozan hususlardandır ;

Nitekim "Lâ İlâhe İl lallah" ın manasını açıklarken görüldüğü gibi; kendisine itaat edilen sadece Allah'tır... Allah'ın itaat hususunda bize izin verdiği yerler; Resulullah'a ve bizden olan (Allah \ ve Resulüne itaat eden) ululemre itaattir.. .Zira* Rabbimiz buyurmaktadır ki :
"Resule itaat edan, Allah'a itaat etmiştir'.' (Nisa : 8-0)

"Kişinin hoşuna gitse de gitmese de üzerine itaat vaciptir.Ancak günah olan bir şey ile emrolunduğu (Allah'ın ahkâmının, hükümlerinin dışına çıkıldığı) zaman ne dinleme vardır, ne de itaat."(Buharı/Ahkâm)

Müslüman Allah'ın zatından başka hiç bir kimseye itaat etmez. Ne nefsine ne şeytana, ne kâfire, ne sapığa, ne 
bid'atçıya, ne fasığa, ne haddini aşana, ne gafili, ne sapıklığa çağırana ne de Allah'ın Yolundan başkasına davet edene... Nitekim Rabbimiz buyuruyor :

"0 hevasını (zevkini) kendisine İlâh edineni gördün mü?.."(Casiye:2^

"Eğer yer yüzündeki insanların ekserisine uyarsan, seni onlar Allah Yolundan saptırırlar. Onlar, ancak zan ardında yürürler ve sadece yalan uydururlar." (En'am : 116 )



"Şeytana itaat etmeyin, o size açık bir düşman diye öğüt vermedi mi?" (Yasin : 60)

Bunlardan hangisine itaat_edersen, onu kendine İlâh edinmiş sayılırsın. Onu İlâh edinince de şirke, küfre gidersin. . .

"Muhakkak ki, kendilerine Hak belli olduktan sonra arkalarına dönenlere şeytan teşvikte bulunmuş ve kendilerini uzun boylu emellere düşürmüştür. Bunun sebebi şudur : Allah'ın indirdiğinden hoşlanmayanlara demişlerdi ki :- Biz size bazı işlerde itaat edeceğiz-..."
(Muhammed : 25-26)

Bu kimselerin dinden dönmelerinin alameti ;bazı durumlarda''Allah' ın indirdiğinden hoşlanmayanlara itaat etmeleridir. Bu durumda sayılan bazı hususlar :

Resulullah (S.A.V)'e itaat etmemek de insanı küfre götürür. Çünkü,Allah'a itaat etmek ancak Resulüne itaat etmekle olur.. Allah'a itaat ancak Resulü vasıtası ile öğrenebilir. Resulüne itaat demek, onun sünnetine itaat demektir. 0nun için Resulullah (S. A.V)'ın sünnetini kabul etmeyen kâfirdir... Kabul edip de itaat etmeyen ise fasıktır...(17)
*************************************





IV-) Allah'ın indirdiğiyle hükmetmemek,Allah'ın indirmediğiyle Tagutla hükmetmek ve bu hükmü kabul etmek de Şehadet Davasnı bozan durumlardandır.

" . . Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyenler kâfirlerin tâ kendileridir.."(Maide:44)

"Sana indirilen Kur'ana ve senden önce indirilen kitaplara iman ettik diye boş iddiada bulunanlara bakmazmısın? Tagutun önünde muhakeme olmalarını isterler.Halbuki onu inkâr etmeleri (tanımamaları) emrelunmuştu.Şeytan ise onları çok uzak bir sapıklığa düşürmek ister'.' Nisa:60)

Bu ayeti kerime, bütün beşerî hakimiyetleri nizamların inkâr edilmesini ve lanetlenmesini emretmektedir .Nitekim. İbn-i Kesir bu hususta şunları kaydediyor.

"Bu ayet-i kerimede . Muhammed(S.A.V)'e ve diğer Peygamberlere iman ettiklerini söyle yip, bununla beraber ihtilaf ettikleri hususlardan çözüm için Allah'ın Kitabından ve Peygamber 'in Sünnetinden kaçınıp kendi akıllarına göre (beşerî kanunlarla) hüküm verilmesini isteyen kişinin iman iddiasını Allah'u Teâlâ red etmektedir. (15)

Evet, tağutu ve tağutun hükmünü, hakimiyetini kabul etmek, istemek şahadeti bozar... İnsanı sapıklığa, küfre götürür.

"Tağut : Allah'a karşı azan, isyan eden kulluk haddini aşarak kendisi için uluhiyet ve rububiyet iddiasına kalkışan her şahıs, zümre ve idareye denir.."(13)

Evet, "tağut" : İnsanın taparcasına bağlandığı ve onun sözlerini, isteklerini, hükümlerini Allah'ın kanunlarına tercih ettiği; Allah'ın hükümlerini tanımayan, Allah(c.c)'a küstahca isyan, eden ve insanları da azdırmaya çalışan herhangi bir şahıs ya da put demektir...

Bir kavmin tağutu, o kavme , o millete Allah'ın yolundan başka bir yol gösteren, Kur’an kanunlarının, hükümlerinin dışında başka bir düzen getiren kimsedir. Getirdiği düzene tağutî düzen deneceği gibi böyle bir düzeni benimseyen daha da ileri giderek böyle bir-düzeni savunan kimselere de müşrik, putçu, tağutçu denir. ,

"Hakimiyet" yetkisini Allah'tan almayan her türlü idare tarzı, Allah'ın Şeriatı dışındaki her türlü hüküm,nizam Allah'ın sıfatlarına, uluhiyet ve rububiyet özelliklerine tecavüz eden her türlü düşmanlık, azgınlık tır"tağuttur

Bir insanın sağlam bir müslüman olabilmesi için her şeyden önce tağutu ve tağutî düzenleri kabul etmeyip inkâr ve isyan etmesi ve bundan sonra da Allah'a teslim olması gerekir.. Nitekim bu hakikat Kelime-i Tevhid"de "La" kelimesi ile her şeyden önce peşin ve kesin bir şekilde Allah'tan başka İlâhları(putları, tağutu) red edildikten sonra Allah'a teslimiyetin ifadesi olan "İllallah" kelimesinin gelmesiyle perçinlendiği gibi Kuran-ı Kerim'de de şu şekilde belirtilmektedir:

"..İman ile küfür kesin olarak meydana çıkmıştır. Artık kim, azgınlığa ve sapıklığa sevk edenleri (tağutu) tanımayıp (inkâr edip,)’ de Allah'a iman ederse, o muhakkak ki kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa tutunmuştur.. Allah kemaliyle işitici ve bilicidir."(Bakara : 256)

Yine münafıkların ve mü'minlerin vasıfları belirtilirken şöyle buyruluyor :

"Bir de münafıklar : -Allah'a inandık ve itaat ettik- diyorlar da sonra bunun arkasından bir zümresi yüz çevirir. Bunlar mü'min değildir. Aralarında hüküm vermek için, o münafıklar, Allah'ın Kitabına ve Peygamberine çağrıldıkları vakit bir de bakarsın onlardan bir fırka yüz çeviriyor. Eğer hak kendi lehlerinde olursa koşarak Peygambere gelirler... Bunların kalplerinde bir hastalık mı var? Yoksa Allah ile Resulünün kendilerine haksızlık edeceklerinden
şüpheye mi düştüler?Yoksa korktular mı? Hayır onlar zalim kimselerdir. Mü'minler, aralarında hüküm vermek için Allahın Kitabına ve Peygamberine çağrıldıkları vakit onların sözü ancak dinledik ve itaat ettik demeleridir. İşte bunlar, zafer bulacak olanlardır... Kim Allah'a ve Resulüne itaat eder, yaptığı günahlardan ötürü Allah'tan korkar ve geri kalan ömründe de O'ndan sakınırsa, işte bunlar ebedî saadete kavuşanlardır. . ."
(Nur : 47-52)

V—) Hayatın her sahasında Peygamberin hakemliğini kabul etmemek, hem de gönül rızasıyle kalbinden hiç bir sıkıntı duymadan kabul etmemek şahadeti bozar, imansızlığa götürür. :

İşte bu konudaki Allah 'ın hükmü :

"Hayır, Rabbine and olsun ki; onlar aralarında çeliştikleri şeylerde seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükümden nefisleri hiç bir darlık duymadan tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe, iman etmiş olmazlar.."(Nisa:65)

"Evet bir kere daha imanın şartı ve İslâm'ın ceza hukuku önünde buluyoruz kendimizi.... Bu hudutları bizzat Allah çiziyor. Kendi zatına yemin ederek... İslamın ceza hukukunu ve imanın şartinı izah yönün de başka bir söze hacet yok artık. Hiç bir açıklamaya ihtiyaç kalmıyor.

Allah'ım.'.. Bu Ayetin, zamana bağlı olarak bir takım insanlara mahsus olduğunu iddia etmek, hürmetten nasibi olmayan bir yalandır!..
Bu iddia İslâmî anlamıyan cahillerin hezeyanlarıdır. Evet, az veya çok Kur'an'ın tabirlerine (mefhumlarına, kavramlarına) vakıf olmayan bedbahların sözleri. Bu her çeşit kayıtlardan uzak çok tekitli şekilde gelen İslâmî hakikatlerden küllî bir hakikattir. Resulullahı "hakem yapmanın" onun şahsını hakem yapma manasına geleceği vehmine kapılmasın kimse... "Resulullah 'ı hakem yapmak onun getirdiği sistemi ve şeriatı hakem yapmak demektir.. Eğer başka şekilde düşünecek olursak, Resulullah'ın vefatından sonra sünnetine hiç ihtiyaç kalmayacaktı ki bu Ebu Bekir(r.a) devrindeki irtidat hadisesinin ileri gelenlerinin sözüdür. Nitekim Hz.Ebu Bekir mürtedlerin zekat meselesinde Resulullah'ın hükmünü kabul etmeyip, Allah'a ve Resulüne mücerred olarak itaat etmeyişlerinden dolayı onları ölümle cezalandırdı...

Her ne kadar "İslâm" isbat için, Allah'ın şeriatı ile hükmedip Peygamberin Sünneti ile muamele etmek kâfi ise de tam iman için başka şeylere âe ihtiyaç vardır. Evet, Allah'ın hükmüne gönülden rıza göstermek (en mükemmel hükmü . olduğunu bilmek) Peygamberin emrini cani gönülden benimsemek...Tam mutmain olarak Allah'a teslim olmak...

İşte İslâm budur.... İşte iman budur..Herkes iman ve İslâm üzerinde iddia etmeden önce şöyle bir kendini yoklasın. Kendisi nerede, İslâm nerede!.. İman nerede, kendisi nerede!.. (20)

Peygambere itaat; Allah'a itaatin,sevginin, imanın gereğidir..

"De ki: -Allah'ı seviyorsanız bana uyun.Allah'da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Gafururrahimdir." "Allah ve Resulüne itaat edin" de, eğer yüz çevirirlerse şüphesiz ki Allah, kâfirleri sevmez."(Ali İmran:31-32)

"Şüphe yok ki, Allah'ı sevmek kuru laflarla olmaz. Vicdanî bir aşkla da gerçekleşmez.. Bu dava sadece Allah'ın Resulüne tabii olmak, 0'nun hidayeti üzere yaşamak ve hayatta O'nun nizamını gerçekleştirmekle olur. İman da şüphesiz ağızlarda gevelenerek laflardan ibaret değildir. .. Çoşturucu şiirler ve dikilmiş alâmetler hiç bir zaman imanı ifade etmeye muktedir değildir. Fakat iman Allah ve Resulüne itaattır. Resulullah'ın arzettiği şekilde Allah'ın nizamını yaşamaktır.

"Bu iki ayeti Kerime, Allah'a muhabbeti olduğunu iddia eden, fakat Resulüne göstermiş olduğu yola sülük etmeyen her insanın davasında yalancı olduğu hükmünü koyuyor... Ta ki,her türlü söz ve amelinde,o Muhammedî Şeriata ve eşsiz dine tabi olup Resulün şu ifadesini kendisine düstur edinene kadar. . .

"Kim bizim emrimiz olmadan bir iş yaparsa o, merduddur."(Ibnî Kesir Tefs. )

îbnî Kesir, ikinci ayet hakkında da şöyle diyor :

"Allah ve Resulüne i-taat edin. Eğer yüz çevirirlerse, (yani emrize muhalefet ederlerse) şüphesiz ki Allah kâfirleri sevmez."

"Ayet-i Kerime ; emri ilâhiyeye muhalefet edenin, küfre gireceğine delâlet eder. Böyle bir sıfatla malul olanın da Allah tarafından sevilmeyeceğini ifade eder.. Her ne kadar o, kendi kendini Allah'ı sevdiğini iddia etse dahi, durumu işte budur."

İbni Kayyim el-Cezvî "Zâdül Meâd" adlı eserinde şöyle der :

"Siyer kitaplarına ve sağlam haberlere göz azacak olursak ; ehl-i eizpatan ve müşriklerden bir çoklarının Resulullah'ın peygamberliğine ve onun doğruluğuna şehadet ettiklerini görürüz. Fakat o şehadet hiç bir zaman onların müslüman olmaları için kâfi gelmedi. Öyleyse ; _buradan anlaşılıyor ki, Islâm, bu şahadetinde Ötesinde bir iştir. 0 sadece mücerret bilgiden ibaret değildir. Ne sadece bilgi,ne sadece ikrar "müslümanı" ifade etmez. Aksine İslâm hem bilgidir, hem ikrardır, hem inkiyadtır.Hem zahiri,hem de batîni büzün azalarıyla dini ilâhiyeye teslimiyettir, itaattir."

Bu dinin bir takım  mümeyyiz vasıfları vardır ki, onlar olmayınca din de olmaz...

Allah’ın şeriatına itaat,

Allah'ın Resulüne ittiba,

Kitabullah'ın ahkâmına teslimiyet.

İşte bütün bunlar,îslâmın getirmiş olduğu levhid Akidesinden fışkıran hakikatlerdir. Bu Tevhid her şeyden önce uluhiyette Tevhiddir...
İlâhlığında yegane olan insanların ibaretlerine hak kazanır. Emrine itaat etmelerini, şeriatını infaz etmelerini istemeye hakkı olur.Bir takım ölçüler, hükümler ve değerler koymaya, insanların bu hükümlere razı olup onun rehberliğine başvurmalarını istemek hakkına sahip olur. Buradan da "hakimiyette" Tevhid şuuru ortaya çıkar. Bu şuur, beşer hayatında ve her türlü içtimai münasebetlerde hakimiyet hakkına sadece Allah'a tahsis eder.

Şüphesiz ki, kainatın bütün işlerini tedbir ve idare etmek hususunda " hakimiyet'_'sadece Allah'ındır.. İnsan, bu muhteşem kainatın basit bir parçasından başka nedir ki?..." (21)

Öyle ise, insana hele müslümana düşen, sadece Allah'ın hakimiyetine, Resulullah'ın getirmiş olduğu şeriatı ilâhiyeye kayıtsız şartsız teslimiyet, Allah'a ve Resulüne itaattir... Aksi ise, kendini bilmemezlik, nankörlük, küstahlıktır. Şirktir, küfürdür. ..

Resulullah (S. A. V) buyuruyor ki :

"Sizden birinizin gönlü (arzusu) benim tebliğ ettiğim şeylere tabii olmadıkça o, iman etmemiştir." ^40 Hadis, İmam Muhyiddih Nevevı, Tere. Ahmed Naim, sf.51)

(Devamı1 gelecek sayıda)






VI-) Kur'an ve Resulullah(S.A. V)'den geldiği kesinlikle sabit olan nasların tamamına inanmamak (bir kısmını kabul etmemek) Şehadet Davasını bozar. İnsanı zillet ve hüsrana uğrayanlardan eder...:

Bu konuda Allah(c.c) ın şu sözü, anlayanlara yeter. :

"...Yoksa siz Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Şimdi sizden bu ahdi bozan kimsenin cezası; ancak dünyada rüsvaylık ve bayağılık, kıyamette de en şiddetli azaba atılmaktır. Allah sizin bu ahdi bozmanızdan gafil değildir.." (Bakara : 85)

Allah'ın Dini tam alınır ya da hiç..'. 0 insanların arzularına göre şekil almak için değil, insanların arzularına, hayatlarına hakim olup onları tanzim etmek için Allah katından gelmiş Küllî bir Hayat Nizamıdır... Hayatın tamamını kapsamına alır.. Evet Allah'ın Nizamı
Dini İslâm'ın bir kısmından olsun vaz geçmek bu dünyada ve ahirette bedbaht olmak için yeterdir. . .

VII-) Allah'ın haram kıldığını helâl ve helâl kıldığını haram kılmak, şirktir, küfürdür:

Allah(c.c) şöyle buyuruyor :

"Yalanı, ancak Allah'ın ayetlerine _ inanmayanlar uydurur. İşte bunlar asıl yalancı olanlardır." (Nahl : 105)

"Şüphesiz ki, yalanın en büyüğü Allah'ın helâl kıldığını ' haram ve haram kıldığını helâl etmektir... 

Yüce Ahlah şöyle buyuruyor :

"Dillerinizin Bu helâldır, şu haramdır diye yalan olarak vasıflandırdığı şeyi söylemeyin ki, Allah'a yalan, iftira etmiş olursunuz. Şüphe yok ki, Allah'a yalan uyduranlar, asla kurtulamazlar.. Onlar  için dünyada pek az bir menfaat var. Ahirette ise, çok acıklı bir azab" (Nahl : 116-117)

Başka bir yerde de şöyle buyuruyor :

"Haram olan bir ayı geciktirmek, ancak küfürde bir fazlalıktır ki, onunla kâfirler delâlete düşürülürler. Allah'ın haram ettiği belirli ayların sayıları tamam olsun diye, onun yerini bir sene helâl, bir sene de haram sayarlar. Böylece Allah'ın haram ettiği şeyi onlar helâl yaparlar. Onlara kötü amelleri yaldızlanıp güzel gösterildi..1 Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez."
(Tevbe : 37)

Allah'ın helâl kıldığını haram kılmak, küfürdür. Haram kıldığını helâl kılmak da küfürdür. (Çünkü bu, Allah'ın hakimiyetine tecavüzdür. Zira, helâl ve haramı tayin etme yetkisi hüküm verme yetkisi sadece Allah'a aittir...) Müslüman, Allah'ın hükmünü bilmeden, Allah ve Resulünden önce görüşünü söyleyemez. Allah'ın hükmünü bilmeden konuşmaması, "Allah'tan başka İlâh yoktur ve Muhammed(S.A.V) O'nun Resulüdür" şehadetinde doğru oluşunun ispatıdır."(22)

Allah şöyle buyurur:

"Ey iman edenler.'
(Söz ve hareketlerinizde ileri varıp da) Allah'ın ve Resulünün önüne geçmeyin. Allah'tan  korkun. Çünkü Allah Semidir (her şeyi işitir) Alimdir (her şeyi bilir." (Hucurat : 1)

Allah'ın haram kıldığını helâl, helâl kıldığını haram etmek ve bunu da Allah'a atfetmek hem yalan hem de şirktir. 

Zira Allahu Teâlâ, buyuruyor ki :

"Haydin ‘de -Allah şunu haram kıldı diye şehadet edecek şahitlerinizi getirin-. Eğer gelir yalan yere şahitlik ederlerse onlarla beraber olup sözlerini kabullenme, ayetlerimizi yalanlayanların ve ahirete inanmayanların heveslerine uyma. Nasıl uyarsın ki onlar, Rablerine başkalarını eş koşuyorlar." (En'am :150)

"Bu korkunç bir yüzleştirmedir. Aynı zamanda da kesin.. Bu Dinin mahiyetine delalet" de hiç kapalı değil. Aslında bu Din, Allah'tan başka ilâhlara tapınarak açıkça şirk koşmakla, hakimiyet ve teşrî
hakkını Allah'ın izni  olmaksızın herhangi bir insana vermeye çalışma şeklinde beliren diğer şirk şeklini bir birinden ayırmaz. Onların kendi koydukları hükümlerin, Allah'ın hükmü olduğunu iddia edip etmemelerine de değer vermez. Nitekim bu hareketi yapanların kulaklarını sağır edecek derecede haykırarak, Allah'ın ayetini yalanlayıcı olduklarını, ahirete inanmadıklarını ve Rablerine karşı başkalarını denk tuttuklarını belirtiyor. Yani onların, Allah'a bir takım putları denk ve benzer kabul ettiklerini ifade ediyor.
Bu ifade aynı zamanda sürei celilenin (Enam süresinin) baş tarafında kâfirleri tavsif ederken varid olan ifadenin aynısıdır. Orada da şöyle deniliyordu :
"Hamd, gökleri ve yeri yaratan karanlığı ve aydınlığı halk eden Allah'a mahsustur. Sonrada küfredenler Rablerine başkalarını denk tuttular, (şirk koştular)."

Allah'ın bu hükmü, "hakimiyet" hakkını gasbedenlere ve insanların hayatına kendi koydukları hükümleri hakim kılmaya çalışanlara aittir. Onların koydukları bu hükümleri Allah'ın hükümlerinden aldıklarını iddia etmelerine de hiç bir değer vermemektedir. Bu önemli meselede kesinlikle Allah'ın hükmünden başka başvurulacak hiç bir görüş mevzu bahis edilemez. Biz,Hak Teâlâ'nın niçin bu hükmü verdiğini anlamaya çalışmak istersek, neden onları ayetlerini yalanlayanlar, ahirete inanmayanlar, Rablerine başkalarını denk tutan
müşrikler olarak saydığını idrak etmeye çalışacak olursak şüphesiz ki, bunları kavramak veya anlamak zor değildir. Ayrıca Allah'ın Şeriatının hükümlerindeki hikmetleri düşünmek ve kavramaya çalışmak her müslümandan istenilen bir şeydir.

Şurası bir gerçek ki, Allahu Teâlâ ; insanlara kendilerinin koydukları hükümlerle muamele etmek isteyenleri (bu hükümlerin Allah'ın hükmüne uygun olduğunu ne kadar iddia ederlerse etsinler) "Allah'ın ayetlerini yalanlayanlar" olarak belirtmektedir... Zira Hak Teâlâ'nın ayetleri, (şayet bu ayetlerden murad kainattaki deliller ise) hepsi de Allah'ın yegane yaratıcı ve rızık verici olduğunu dile getirmektedir.. Yaratan ve rızık veren ise, ancak mülk sahibi olabilir. Şu halde, mülkün sahibi olan zat,tek başına hüküm ve tasarruf sahibi olmalıdır... Kim O'nun tek başına hakimiyet sahibi olduğunu kabul etmezse, bütün bu ayetlerini tekzib etmiş sayılır.. Eğer kast olunan Kur'an ayetleri ise bu ayetlerdeki hükümler açık ve kesindir. Beşerin pratik hayatında hakimiyetin tek başına Allah'a ait olduğunu, sadece O'nun Şeriatının hükümlerine uymanın gerektiğini ve insanların O'na kul olmalarının Onun tatbik edip infaz etmelerinin lüzumunu açıkca dile getirmektedir. ..

Ayrıca Hak Teâlâ, o tip kimseleri, ahirete inanmayanlar olarak bildirmektedir. Ahirete inanan kişi, kıyamet gününde Yüce Rabbisine mülâki olacağını kabul eden kimsenin Allah'ın Uluhiyetine tecavüz etmesi ve Allah'a has bir yetkiyi kendisi için iddia etmesi mümkün değildir. Allah'ın hakimiyet hakkı mutlak olarak bütün beşer hayatına şamildir. Bu hakimiyet ; O'nun hüküm ve Şeriatında kaza ve takdirinde temessül etmektedir...

Nihayet onları, başkalarını Rablerine denk tutan kimseler olarak nitelendirmektedir. Yani onların da, küfredenlerin vasfı olan şirke daldıklarını belirtmektedir. Çünkü onlar, şayet Tevhid Akidesini kabul eden kimseler olsaydılar, Allah'a has olan hakimiyet hakkına, başkalarını da iştirak ettirmezlerdi. Yahut da hiç bir beşerin böyle bir iddiasını kabul etmez ve ona rıza göstermezlerdi." (22)

Şüphesiz ki, haram ve helâli belirten sadece Rab'dir. Ve yine şüphesiz ki, tek başına Rab olan da Allahu Zülcelaldır...

VIII-) . İslâmm tümünden veya İslâmdan olan bir şeyden hoşlanmamak da Şehadet Davasıyla bağdaşmaz...:

Resulullah(S.A. V) buyurdular ki: "Sizden birinizin istekleri getirdiğime (İslâma) tabi olmadıkça, o iman etmemiştir. "(Kırk Hadis- İmam Muhyiddin Nevevi)

"İnsanın, İslâmın hükümlerinden herhangi bir rinden hoşlanmaması buna girer. Bu hüküm ister ibadetlerden olsun, isterse İslâm iktisadından olsun, ister muamelattan olsun, ister siyasetten olsun, ahlâkî,içtimai veya diğer nizamların birinden olsun.Bir ayetin veya kesin bir hadisn kapsamından hoşlanmamak,insanı islamdan çıkarır.Bu durum şahadet davası ile bağdaşmaz.(23)

DEVAMI...


**************************************************
BİR İNSANIN BU DÜNYAYA GELİŞ GAYESİ İÇİN TAKİP EDECEĞİ İSTİKAMET.
Beşeri ideolojiler ise, tıpkı maddenin vakıasını ve maddenin asli unsurlarının insanın gündelik işlerini kolaylaştırıcı yönünü inceleyen beşeri bilimler gibi deneme-yanılma yöntemiyle tecrübe edilerek değişime ve dönüşüme uğra(til)maları sözkonusudur. Aslında burada yapılan hata, insanın maddeye kıyas edilmesidir
*********************************
İdeolojinin istilahi/kavramsal anlamı, kendisinden nizamların çıktığı aklî akidedir. 
Bu Akide ise İnsan, Hayat ve Kâinat hakkında, Dünya hayatının öncesi ile sonrası hakkında ve Dünya hayatının öncesi ile sonrasının birbiri ile olan alâkası hakkında insanın zihninde mevcut olan temel sorulara (büyük düğüme) ilişkin akla kanaat getirici, fıtrata uygun ve kalbe güven verici cevaplar vermek zorundadır.
http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2013/12/akide-ideoloji-ve-kitlelesme-baglaminda.html?spref=fb
Bu yazıları ve videoları tercüme ettirin ve dinleyin.
Sonra ahiretteki mahkemede ben duymadım deme.
Bak ben size anlatıyorum anlatmadılar filan deme..!
https://www.youtube.com/watch?v=Ji14QI0aj18
http://youtu.be/iCyCXRJrFFA
http://youtu.be/gQUV4OyvQjI
http://youtu.be/W5P0oZytD6A

*************************************************************
https://www.facebook.com/huseyin.sasmaz.75/videos/vb.100000324607185/1057241437630000/?type=3&theater

3 yorum:

  1. Ezcümle şirk ; bütün özellikleriyle "Uluhiyet ve Rububiyet" noktasında Allah'tan gayrısına da yönelmek demektir. Allah'ın yerine başka şeyleri, kişi veya kişileri koymak demektir. Allah'a tapar gibi O'nun önünde eğilir gibi, Allah'tan başkalarına tapmak ve onların önünde eğilmek demektir.. Allah kadar veya daha çok onlardan korkmak, onları sevmek demektir. Allah'ın indirdiği ve gönderdiği kanunlarla değil de kişi veya kişilerin (kulların) fikirleriyle, onların prensip ve sözleriyle amel etmek demektir.. Allah'ın Nizamı olan İslam Şeriatına; orta çağ zihniyeti, çöl kanunu, modası geçmiştir veya yetersizdir deyip; "biz nakli delillere değil akli' delillere inanırız", "biz kendimizi idare ederiz", "hakimiyet halkındır" ve "bizebabalarımızın, atalarımızın yolu yeter, bizim doğmalara ihtiyacımız yoktur!" demek şirktir, putçuluktur...

    "Çünkü bütün bunlar, Allah'a eş ve emsal kabul etmek, hatta daha da ileri giderek Allah'a cehl veya hata isnad etmek, kendilerinin veya arkalarından gitmek istedikleri kişi veya kişilerin fikir ve görüşlerinin daha isabetli, yararlı, daha medeni olduğuna inanmak demektir. Böyle bir inanca sahip olan kişi veya kişiler şöyle demiş olmuyorlar mı? :

    "-Ya Rabbi .' Sana inanıyoruz, sen varsın, birsin, Kur'an da haktır. Senin kelamındır. Fakat sen bizim işimize karışma, sen dünya ve devlet işlerini bizim kadar bilemezsin, Kur'anın da dünyaya ait kanun ve kaideleri yetersizdir, modası da geçmiştir. Artık onlar bir milleti yönetemez. (1400 yıl önce gelmiş kanunlar devlet idare edemez.) Bizi geriye vahşete götürürler. Biz ise medeni bir hayat yaşamak., muasır milletlerin seviyesinde (çağdaşça) yaşamak istiyoruz... vb." Evet işte böyle demiş oluyorlar...

    Artık böyle diyenlerde din kalır mı, müşrik olmazlar mı ? Buyurun cevabını siz verin!..

    YanıtlaSil
  2. Resulullah (S.A.V)'e itaat etmemek de insanı küfre götürür. Çünkü,Allah'a itaat etmek ancak Resulüne itaat etmekle olur.. Allah'a itaat ancak Resulü vasıtası ile öğrenebilir. Resulüne itaat demek, onun sünnetine itaat demektir. 0nun için Resulullah (S. A.V)'ın sünnetini kabul etmeyen kâfirdir... Kabul edip de itaat etmeyen ise fasıktır...(17)
    http://namenstr8.blogspot.nl/2015/03/kelime-i-sahadeti-ve-aktini-bozan.html?spref=fb
    http://islamdevleti.info/kitaplar/Sunnet_Vahy_iliskisi/index.htm
    http://islamdevleti.info/kitaplar/Sunnet/index.htm

    YanıtlaSil
  3. İlk olarak cenneti garantileriz daha sonra neyin iyi neyin kötü olduğunu yaratıcımız olan Allah'ın kullanma kılavuzundan (Kuran) öğrenir ve uygulamasına geçerek mevki,makamımıza yükseliriz.
    ’’ Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.''
    Bu ayeti kerimede açıkca neyin hakkımızda hayırlı neyin hayırsız olacağını bilemeyeceğimiz bildiriliyor. (Bakara-216)
    ***********************
    Cenneti kazanmak onay ve red meselesidir.
    Kişilerin cennet algısını berraklaştırmak,netleştirmek gerekir.
    https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=662042190913852&id=100013242319421

    YanıtlaSil