25 Mart 2015 Çarşamba

İSLAMİ ÇÖZÜM İÇİN NASIL BİR KİTLELEŞME GEREKİR.

İslâmî Çözüm, insanın yaratılış gayesi demek olan İslâmî hayata dönmektir. İslâmî hayatın bir bütün olarak yaşanabilmesi için, İslâm Cemiyetinin var olmasının zaruriyetine bundan önceki yazılarımızda değinmeye çalıştık... İslâmî çözümün vasıfları, şartları, İslâm cemiyetinin anlamı konularında yazdıklarımıza bir daha göz atmak yararlı olacaktır... Tâki, özlenen İslâm Cemiyeti (toplumunun) gerçekleşebilmesi için gerekli olanı bilelim...

İSLÂM TOPLUMUNUN (CEMİYETİNİN) ANLAMI :

İslâm toplumu; anayasasında "devletin dini Islâmdır" yazdığı halde, önemli işleri İslâmî olmayan nizamlarla yürütülen toplum değildir.

Cuma günleri resmî tatil ilân edilen, İslâmî bayramları kutlayan ve radyolarında ezan ve Kur'an okunan fakat Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın Sünnetinden alınan İslâmî anayasanın uygulanmadığı ve sosyal yaşantının İslâmî prensiplere göre tanzim edilmediği toplum da İslâmî toplum değildir..

İslâm toplumu, şeriatın bazı kanunlarını uygulayan lâkin; sosyal, fikrî ve pratik hayatın islâm dışı tarzda devamına göz yumulan toplum değildir..

İslâm toplumu, (dediğimiz ve demekte devam edeceğimiz gibi) İslâm Akidesinden kaynaklanan fikirlerin, mefhumların, duyguların, nizamların hakim olduğu, İslâm Ahkâmına göre yönetilen İslâmî değerlerin yaşandığı her haliyle İslâmla şekillenen, Allah'ın boyasıyla boyanan toplumdur. ..
İslâm toplumu, İslâm Akidesinden kaynaklanan bir fikir ve inanç, davet ve risale  toplumudur. Bunların toplumun bütün hayatında maddî ve manevî, düşünüş ve yaşayış, eğitim te kültür ferdî ve sosyal, siyasî ve ekonomik hayatında yaşanması lazımdır. .

Emperyalist kâfirlerin; İslâm topraklarını fikrî, kültürel, siyasî ve askerî olarak işgal ederek yapmış oldukları en büyük tahrip işte bu toplumu yani İslâm toplumunu ortadan kaldırmak olmuştur. Bununla birlikte de İslâmî hayat son bulmuş, müslümanlar bu günkü vakıanın içine düşmüşlerdir..

Kâfirlerin yapmış oldukları bu yıkımla birlikte; ümmetin dayandığı sağlam değerler de değiştirildi. _Bu sağlam değerlerin yerine İslâm akidesine dayanmayan yabancı kavramlar, mefhumlar getirildi.. 0 kadar ki ; müslümanların içinden İslâmın Devletle, siyasetle ilişkisinin olmadığını söyleyenler bile çıktı.. İslâmî ölçü ve değerleri beğenmeyip de onları taassup, aşırı dincilik, gerecilik olarak değerlendirirken kula kulluk esasına dayanan modern cahiliyye sistemlerini benimsemeyi, kâfirlerin askerî ve siyasî bloklarına girmeyi ilericilik,.başıboşluğu, hayvanlardan da aşağı bir seviyede sorumsuzca yaşamayı da özgürlük - olarak değerlendiren ; müsülmanlar (.!) gördük ..İşte emperyalist kâfirlerin kendi açılarından en büyük başarısı müslümanlar. İçerisinden_bu tip insanları yetiştirebilmiş olmalarıdır. ..

Bu durum müslümanların.. başına gelen en büyük felâkettir. Öyle ki; değerlerin, ölçülerin değişmesi, ma'rufun münker, mün-"kerin ma'ruf sayılması;münke-.. rin emredilip ma’ruf un,yasaklanması en büyük'musibettir. Hayatı Allah’ın düşmanlarının,'" tağutların yönlendirmesi en büyük münker ve ağır musibettir.

Emperyalist, kâfirler; müslümanlar içerisinde onların dilinden, derisinden, kanından olan yerli uşaklar yetiştirip kendi kâfirliğini, tağutluğunu onların eliyle uyguladı.. Öyle ki bu uşakları"efendilerinden daha kâfir daha azgınca müslümanlara zulmediyorlar.. İşte böyle yerli ya da yabancı tağutların hakim'olduğu toplumlar İslâmî toplum değildir... Öyle ise; bu toplumların dayandığı temelleri yıkıp İslâm toplumunu kurarak İslâmî çözüme kavuşmak şarttır...

Sağlam İslâm toplumunda, mükemmel Islâm idaresinde ve berrak İslâmî hayatın varlığında ' temsil edilen, özlenen İslâmî çözümün gerçekleşmesi için, mutlaka şuurlu ve genel bir İslâmî hareketin olması lâzımdır.Tâki, fikrî ve siyasî yönden İslâmm kendi metodu"ve şerî ölçüler içinde çalışarak, ona zemin ve imkan hazırlansın, ona davet etsin. Onu gerçekleştirmek için somut, meşru teşebbüslere girişsin...

Evet, İslâmî çözümün gerçekleşebilmesi için mutlaka yeterli bir fikrî ve siyasî açıdan. İslâmî çalışmanın olması gerekir. İstenen İslâmî çalışmanın da kapsamlı olması, sağlam bir temele, metoda dayanması lazımdır. Bu çalışma ancak bu şekilde Allah’ın razı olduğu bir çalışma olur; Allah’ın takdir ettiği günde meyvesini verir ve hedeflerini gerçekleştirebilir.

0 halde bu gerekli olan İslâmî çalışmanın ve İslâm Davetini, Davasını yüklenmenin keyfiyeti nasıl olmalıdır?...

Her ikisi de farz olmalarına rağmen, Islama davet ile İslâmî hayatı yeniden başlatmaya davet arasında fark bulunmalıdır. ..

~ - - - İslâm davasını yüklenmeyi ya da İslâmî hareketi, genel bir ..tebliğ’den ibaret sanmak yanlış olur... Zira İslâmî tebliğ etmek; genel bir ifadedir. Bu herkese olur. Hem gayrî müslime hem de müslümanâ olur. Gayrî .müslimler, İslâm akidesine inanmaya, İs lâmm huzuruna girmeye davet edilir. Müslümanlar ise, İslâmiyetin hükümlerine bağlanmaya davet edilirler...

Kâfirleri İslâma inanmaya davet etmede pratik yol, İslâm Devleti tarafından onların üzerine İslâm Nizamını tatbik etmek ve onları İslâm ile idare etmektir. Böylece onlar mübhemlik ve anlaşılmazlık kalmaksızın İslâmın nurunu pratikte görürler. İslâm Nizamının adaletini bizzat hissedip İslâm Akidesinin insan aklına ve fıtratına uygunluğunu pratikte görürler.. Geçmişte olduğu gibi; İslâm Nizamı uygulandığı zaman yine yoğun guruplar halinde İslâma girmeye baş vururlar...

Her müslüman İslâm risaletini, mesajını .bulunduğu her yere taşımakla" mükelleftir. Kâfirlerle en güzel şekilde mücadele ederek onları zorlamaksızın Allah’ın Dinine davet eder. Zira kâfirleri İslâma girmeye zorlamak ne fertlere ne de Devlete caiz olmaz..

İslâm Davetini yüklenmek her müsİümana farzdır. 

Bunun delilleri birbirini desteklemektedir. Meselâ Allahu Tealâ buyuruyor ki :

"Rabbınm dinine hikmetle (delil göstermekle), güzel öğütle (akla hitap ederken duyguları tahrik ederek ve duygulara hitap ederken aklı düşündürerek) ve en güzel şekilde tartışarak davet et. Şüphesiz Rabbin dininden sapanları bildiği gibi hidayete kavuşanları da bilir."
(Nahl : 125)

Bu ve benzeri bir çok naslar katı delillerle delalet etmektedir ki, her müslümana İslâm Davetini yüklenmek farzdır.

Bir de küfür fikirlerinin bütün çeşitleriyle; (ister hristiyanlıkla, yahudilikle veya başka dinlerle olsun, isterse kominizin, kapitalizm gibi ideolojilerle olsun) çatışmak da farzdır... Allahu Tealâ'nın Muhkem Kitabında, yahudiler, hristiyanlar ve putperest olan Arap müşriklerine cevap verdiği gibi susturucu ve ikna edici delillerle küfre cevap verebilmek için; küfrün temel fikirlerini bilmek gerekir. Yani kominizm, kapitalizm v.b. din ve ideolojilerin temel fikir ve akidelerini bilmek kaçınılmaz bir şeydir. Zira ancak böylelikle onlarla aklî uslupla ve katı ispatla tartışılıp cevap verilebilsin.. Yani aynen ehli kitaba, ve Arap müşriklerine karşı Kur'an'ın uslubu ve Resulullah (S.A.V)'in münakaşaları gibi olsun..•

Devletçe İslâm Davasını,davetini yüklenmenin farz olması hatta Devletin asıl işinin bu olduğuna dair delil İse, cihad ile ilgili olarak gelen yüzlerce ayetlerdir... Bir de Resulullah (S.A.V)'in hayatı, iş ve sözleridir ki, bütün ayetleri beyan etmiş ve anlatmıştır. Nitekim Resulullah (S.A.V) Medine'de Devleti kurduktan sonra; o ayetlerin tamamını bütün incelikleriyle yerine getirmiştir. Bunlarla İslamın sultasını (otoritesini) bütün Arap Yarımadasına
ve Şam bölgesine kadar hakim kılmıştır. Kendisinden sonra»- sahabeler de aynı kavrayış üzerinde kalmışlar ve böylece Islâm Devleti, Doğuda Çin sınırlarına;Batıda Endülüs'e, Güneyde Arap Denizine, Kuzeyde Kafkasya'nın kuzeyine kadar uzanmış ve insanlar Allah'ın Dinine zümre zümre —-girmişlerdir...

İşte gayrî müslimlere karşı İslam Davetini yüklenmek böyledir. Ve bu daveti yüklenmenin genel şeklidir...

İslâmî çözümü gerçekleştirmek yani İslam hayatını yeniden başlatmak, İslâmın hakimiyetini tekrar iade etmek ve kâfirler, tağutlar nefret etseler de İslâmî bütün dinlere, ideolojilere hakim kılıncaya kadar müslümanların "İslâm Davasını, davetini yüklenmelerine" gelince :Burada durum tamamen değişir ki; bu davet, kâfirlere değil, müslümanlara yapılan bir davet olduğu gibi, İslâmın hakimiyetini yeniden sağlamak için İslâm Devletini kurmalarına davettir. .. Bu davet İnsanların İslâma girmeleri için yapılan bir davet değildir... Fakat İslâmî çözümü gerçekleştirmeye hayat sahasına İslâmî yeniden iade etmeye yönelik yapılan bir davettir... İşte bu davet hakkında, Rabbimizin rahmeti kendisine isabet edenler müstesna,insanlar büyük ihtilaflara düşüp saptılar ve anlayışları çok kötü oldu...

İslâmî çözümün gerçekleşmesi için, insanların genellikle şu yönlerde faaliyet yaptıkları bilinen bir vakıadır. Bunlar : a-) Hayır cemiyetleri ile topluma hizmet götürme faaliyetleri, b-) Vaaz ve irşad yolunda faaliyetler, c-) İslâm Devletini kurmak yolunda yapılan faaliyetler. Şimdi bunları teker teker inceleyerek İslâmî çözümü gerçekleştirmenin yolu hangisidir-iyice görelim de ona göre faaliyet sürdürüp enerji ve gayretlerimizi boşa harcamıyalım...

DEVAM EDECEK







a-) Hayır cemiyetleriyle topluma hizmet getirmek faaliyetleri.. Şehirler, mahalleler bu tür dava yüklenenlerle dolu.... Hatta öyle ki, bir mahalle dahi bunlardan eksik kalmadı. Bunların konuları çok çeşittir. Hatta hayrın kapılarının çoğuna el-attılar. Bunun için bir takım cemiyetler kurmakta, tertipler, faaliyetler yapmaktalar.. Şöyle ki ;

Cami inşa ve onarma dernekleri,

Kur'anı Kerim*i muhafaza etme dernekleri,

Kur*an Kursları ve Din dersleri öğretme dernekleri,

Uyuşturcu maddeler gibi kötü alışkanlıklarla ve sosyal afetlerle mücadele dernekleri,

Spor, gezi dernekleri,

İslâm merkezleri (ki faaliyet yönleri çeşitlidir.),

Ahlâk ve İslâm Mirasına geri dönmeye davet eden dernekler.

Vakıflar ve çok yönlü çalışmaları,

Şeyhler ve tasavvuf tarikatları ,

Ve buna benzer çak pek çok dernek ve kuruluşlar...

Bunların hepsi de müslümanları İslâma davet ettikleri gibi bu metodla, bu faaliyetlerle İslâmî çözümün gerçekleşeceğini İslâmm tekrar hayat sahasına döneceğini zannediyor ve söylüyorlar. .. Halbuki bunlar ister cahil olsunlar isterse kötü niyetli olsunlar... Ya da doğru metodu idrakten ve takip etmekten aciz olsunlar, hepsi de İslâmî çözümün gerçekleşmesi:-yolunda birer kaya (engel) oldukları gibi, ümmetin enerjisini bu işlerle boşa harcadıklarını idrak etmiyorlar...

Böylesi cemiyetlerden müslümanların yaşadıkları her ülkede binlerce ve mensuplarından milyonlarca mevcud olmasına rağmen o toplumlarda Islâmi açıdan hiç bir canlılık ve müsbet gelişmenin olmaması da bu faaliyetlerin boşuna enerji sarfetmeden başka bir şey olmadığını gösterir...

Biz bunu söylerken insanların hayır yapmalarına karşı olduğumuz anlamı •.'.çıkartılmasın... Zira hayır işlemek müslimanın yapması gereken salih amellerdendir. Fakat bu ferdî amellerdendir.. Biz buna karşı değiliz. Hiç kimseyi ferdî olarak hayır işlemekten men edemeyiz. Fakat bizim karşı olduğumuz durum; yukarıda zikredilen şekilde hayır kurumları, cemiyetlerinin kurulup faaliyetlerin bu cemiyetlerin yürümesine hasredilmesidir. Zira böylesi faaliyetler, İslâmi çözümü gerçekleştirmenin asıl yolu olan İslâm Devletini kendi metodu ile kurma çalışmalarından müslümanları alıkoymakta, bu hedeften saptırıcı ve uzlaştırıcı olmaktadırlar... Aynı şekilde İslâm idaresiyle gerçekleştirilmesi gereken köklü değişiklikler açısından toplumu uyuşiurmaktadır. . .

Böylesi cemiyet ve kurumlarla, faaliyetlerle İslâmî hayata döneceklerini sananlar hem vakıa hem de hedef açısından şu önemli hususları hesaba katmamaktadırlar :

1—) Şikayet edegeldiğimiz bozukluk, vücuda zehirin yayılması gibi tpplumun her tarafına ■ yayılmış ve kök salmıştır.Cüz'i yamalama veya kısmî onarmalar artık ona fayda vermemektedir.. Bu çalışmalar uyuşturuculuktan öteye geçemez...

Tembel adama kendisinin ve çoluk çocuğunun nafakası için azar azar para vermek yeterli ve asıl yardım değildir. Onun yerine kendisine ve ailesine yetirli olacak bir kazanç yolu açılması esas olan yardımdır...

Bunun için, pansuman yoluna değil de toplu ve köklü değişime ihtiyaç vardır...

2- ) Toplum, parçalanması imkansız bir vucud gibidir. Uzuvlarından hücrelerine kadar bir bütün teşkil eden canlı organizmaya benzer. Bütün uzuvlar sağlıklı ve hastalıklı hallerinde birbirene etki ederler. Bu bakımdan, toplumun diğer taraflarından ayrı olarak sosyal ve „• hayra dönük bir kaç yöne dikkatlerin çevrilmesini noksan, yanlış bir anlayış kabul ediyoruz. Çünkü sosyal, fikrî ve ahlâkî,eğitim, siyasî ve ekonomik alanlardaki bozukluklar birbirine bağımlı ve ayrılmayacak kadar iç içedir. Bunlardan bir yönüyle uğraşmak abes ve toplum hayatının tabiatına gafletten ibaret olan boşuna bir uğraşıdır.. Esas olan toplumun tamamen köklü bir şekilde değişmesidir ki, onun yolu İslâm Devletini "kurmaktır. ..

3- ) Toplumdan istediklerimiz arasında, fakirlik, hastalık ve cehaletle mücadele esasları olsa bile bizim ondan istediğimiz bunlardan çok daha büyüktür. .

Daha önce de defalarca belirttik. Biz İslâmî çözümü istiyoruz. Bunun için gerekli olan yep yeni, bütün anlamıyla gerçek bir İslâm Toplumunu istiyoruz... Hayatın her_sahasında İslâmî uygulayan ve İslâm için var olan bir toplum.. Yüce Islâm risaleti için yaşıyan, özlenen İslâm Birliğini gerçekleştirmek için can atan bir toplum istiyoruz... Yıllardır İslâm Hilâfetinden uzak kalan İslâm ümmetinin düştükleri günah çukurundan kurtulması için, kaybolan İslâm Hilâfetini, Allah'ın vacib emrini gerçekleştirmeye gayret eden bir toplum istiyoruz... 

Çünkü Resulullah (S.A.V) şöyle buyuruyor :

"Bir halifeye biat etmeden ölen, cahiliyyet ölümü üzere ölmüştür..." (Sahihi Müslim)

İslâm akidesi üzerine kurulan; metod ve hedefleriyle, değer ve özellikleriyle, düşünce
ve mefhumlarıyla, ahlâk ve adabıyla, nizam ve yasalarıyla seçkin oLan İslâm toplumunun, hayır kurumlarının çoğaltılması ve cüz'i sosyal ıslahatlarla gerçekleştirmek mümkün değildir... Bu cüz'i çalışmaların istenen İslâmî çözümü gerçekleştirmesi düşünülemez...

b-) Vaaz ve irşad yolunda faaliyetler... Bazı kimseler derler ki, bugünkü toplumu değiştirmek, onu İslâma bağlı bir toplum haline getirmek için vaaz, öğüt, camilerde tebliğ ve irşad yolu yeterlidir. Bu yolla günahkârlar tevbe edebilir...Tevbe edenler çoğalıp toplumun fertleri ıslah olunca toplum da İslâmî toplum olur., diyorlar... Bu yönde çalışan bazı dernek ve kitleler mevcud

Fakat fertleri tevbe etmeye, ıslah etmeye yönelik olan böylesi çalışmalar da İslâmî çözümü gerçekleştirmez... Zira İslâmî çözüm için her zaman dediğimiz gibi İslâm toplumu gereklidir. Toplum ise fertlerden müteşekkil değildir... Toplum belli bir akideden çıkan fikir,duygu, mefhum ve nizamların fertlere hakim olmasından: oluşur. Toplumu oluşturan diğer unsurları ortadan kaldırmadan 'sadece toplumu oluşturan unsurlardan birisi olan fertleri ıslah etmeye yönelik faaliyetlerle toplum değişmez... Dolayısıyla sadece bu yönde faaliyetle yetinmek İslâmî çözümü gerçekleştirmez...

c —) İslâm Devletini kurma yolunda yapılan faaliyetler....

Bu yolda bir çok parti ve kitleler ortaya çıktı.*Ne yazık ki, bunların çoğu; eğri, yanlış, plansız bir yolda yürüyerek bu işe teşebbüs ettiler, etmekteler. Bu kitlelerin çoğu, kendi düşüncelerini idrak etmeden metodunu kavramadan hedefini belirlemeden yola çıktılar...

Bundan önceki yazılarımızda İslâm Devletini kurmak ve onun için çalışmanın farz olduğuna dair delilleri ve izahları





yapmaya çalışmıştık. Fakat bu çalışmanın keyfiyetine gelince: Bu İslâm Devletini kurmaya çalışan bütün davetçiler arasında ihtilafın kaynağıdır... Bunun için genel olarak tüm müslimanlara ve özel olarak daveti yüklenenlere beyan edilmesi gereken bu konudaki bütün hususlar beyan edilmelidir.

Kim ki, Allahu Tealâ’nın emrine uymak ve O’nun rızasını kazanmak istiyorsa; uyanıklılık ve basiretle beraber, günaha düşmemek (cahilce, ibadet edenler gibi olmamak) kaydıyla Allah’ın emrettiği, Resulullah’ın öğrettiği keyfiyete göre çalışmalıdır. ..

İslâmî çözümün gerçekleşmesi İslâm toplumunu ve onun için de İslâm Devletinin kurulmasını gerekli kıldığı için, bu yoldaki faaliyet, kitle faaliyeti yani, hizbî (partisel faaliyet) olmalıdır. Yani fikrî ve siyasî olmalıdır. Neden hizbî olmalıdır?. . . denirse deriz ki; bu iş bir Devlet kurma işidir... Yani siyasî bir iştir. Hizib (parti) ise belli bir siyasi gaye etrafında toplanmaktır... Siyaset insanların işlerini belli bir akideden çıkan fikir ve hükümlerle gütmektir. Halifeyi nasb etmek te siyasî bir iştir.. Dolayısıyla bu gaye için yapılacak faaliyetin hizbî bir faaliyet olması kaçınılmazdır. ..'

Evet, Islâm Devletini kurmak yoluyla İslâm hayatını yeni den başlatmak için çalışılması, ferdî çalışmayla gerçeklişmesi mümkün olmayan bir iştir. İslâm Devletinin kurulmasının farziyeti ile ilgili delilleri göstermekle bunun gerçekleşmesi için bir kitle ile beraber çalışmanın farziyetini de göstermiş olduk. Bu farziyet »Bir vacibi yerine getirmek için gerekli olan şeyler de vaciptir.» şerî kaidesi gereğince olmaktadır...

Bu kitlenin sıfatları ve vaciblerine gelince: Bu konu da yine İslâma davet eden bütün guruplar arasında ihtilaf ve tartışma kaynağıdır. Bunun için, kitlenin sıfatlarını idrak etmek gerekir. Biz burada üzerinde bulunduğumuz duruma itminan getirmek için değil, diğerlerini ikna etmek için bunları ifade edeceğiz ki, onlar da bu sıfatlara sahip olsunlar, çalışmalarında daima Allah’ın emirleri, Resulullah’m öğretilerine bağlanarak istenen gayeye varacaklarını zannetsinler..

1- Bu kitle, itikadî ve iman bakımından sadece Islâm akidesi üzerine kurulu olmalıdır..

2- Toplumun bütün ilişkilerinde var olan küfür fikirlerinin bozukluğunu gösterirken ve fikirlere cevap verirken; Kur’an uslubuna bağlı olmalıdır. Daha sınırlandırılmış sözlerle, toplumda söylenen her kelimeden sorumlu olmalıdır..

3~ Gayesini ve onunla ilgili şerı hükümleri en ince şekilde belirlemelidir. Böylece hedefi görme tam açık olsun. Bu hedefin gerçekleşmesinden kendisini uzaklaştıracak, bu hedef ile başka hedeflerin karışmasını engellesin. .

4- Bu kitle, İslâmî çözümü gerçekleştirsin, İslâmî hayatı yeniden başlatsın diye bir toplumu yeniden tesis etmek ve bir Devlet kurmak için oluşturulduğundan dolayı, toplumun tesis edilmesinde gerekli olan faktörleri ve İslam Devletinin üzerine inşa edebileceği esasları da bilmelidir.. Başka bir deyimle, bu kitlenin toplumu üzerine tesis edeceği İslâm fikirlerini, mefhumlarını, duygularını belirlemesi kaçınılmaz olduğu gibi, Devletin üzerine kurulu olacağı şerî hükümleri de sınırlandırması, belirlemesi gereklidir..

Nitekim, ufak bir evi tesis^etmek isteyen bir kişi, evvelâ o ev için lazım olan geometrik tasarı veya projeyi çizer. Bu evi tesis ederken ve bitirdikten sonra ne gibi şeylerle karşılaşacağını hesaba katar.

Devam edecek

Topusunu ve gerekli bütün kağıtlarını hazırlar. Elektrik ve su borularını döşemek için gerekli işlemleri yapar. Daha sonra da bir müteahhitle antlaşmaya varır. Hatta komşularını tanımaya çalışır ve onlarla nasıl muamele yapılacağını da düşünür...

İşte, bir evin tesis edilmesi için gereken işler bunlardır. Kaldı ki, bir ümmeti tesis etmek ve bir Devleti kurmak isteyen kişi nasıl düşünmelidir?. Ve bu Devlet herhangi bir Devlet değildir. O Devlet hayırlı bir risalet taşıyacak, dünyada birinci olacak ve o ümmet vasat bir ümmet olacaktır ki, Allahu Tealâ’nın şu ayetteki sözüne uygun olsun. :

"Böylece sizi vasat bir ümmet kıldık ki, bütün insanlara şahid olasınız ve Resul de size şahid olsun...” (Bakara : 143)

0 halde fikir ve hedefler sınırlandırılmadan, belirlenmeden genel bir şekilde İslama davet edilmesi düşünülür mü? Buna ilâveten kapalılık ve müphemlikle bu iş yapılır mı?..

Hedefi ve fikirleri belirlemeden, sınırlandırmadan yapılacak genel bir davet şeklinde faaliyet hem Resulullah (S.A.V)^ in hareket metoduna muhaliftir, hem de ümmetin hangi İslâmî istediğini bilmezliğe götürür..

Kısacası İslâm hayatını yeniden başlatmak için gerçekten çalışan bir kitleye en büyük vacib; gayesini belirlemek, metodunu kavramak, Devletin varlığını, sistemi, hükmetme nizamı,İktisadî nizam, İçtimaî nizamı ve ümmetin diğer ümmetlerle olacak alakasındaki siyaseti^gibi nizamları açıklayan şerî hüküm,görüş ve fikirlerini belirlemektir. ..

KİTLENİN YAPMASI GEREKEN İŞLER :

Kitle bir ümmet tesis edip, İslâm Devletini kurmalıdır.. Yani İslâm hayatını yeniden başlatmak için çalışmalıdır. 
Aynen Resulullah (S.A.V)'in Devleti kurmadan önce Mekke'de yaptığı işleri yapmalıdır. Bu işler ise şunlardır :

1- ) Kitlenin vucudunu tesis etmek...

Şöyle ki, İslâm Davasına, fikrine kim inanmış ise; ona içinden üye olmayı ehil kılacak yerleşik kültürü verir.. Çünkü kitle, duygu ve fikir bakımından bir bütündür... Yani ilgilendiği fertleri, kitlenin bir parçası, elemanı haline getirir. Elemenlaşan üyelerini ümmete lider olmaya hazırladığı gibi, kendisine yerleştirdiği fikirler ve billûrlaştırdığı mefhumlar ile ümmeti tesis edici bir kişi olması için yetiştirir.

Başka bir deyişle; bu kitleye kim mensup olursa; o kitlenin ta kendisi olsun. Tıpkı dün Resulullah (S.A.V)'in kendisine nazil olan vahiyle sahabelerini yetiştirdiği, kültürleştirdiği’ o faaliyetin aynısı gibi bir faaliyet olsun. Allah’ın Resulü (S.A.V) onları (ashabı) ancak böylelikle peygamberlerden sonra gelen en hayırlı ve toplum için birer yıldız gibi parlayan insanlar haline getirdi...

2- ) Ümmeti geniş tesisli bir operasyona hazırlamak...

Şöyle ki, kitlenin benimsediği İslâmî düşünce ve hedefler için kamuoyunu oluşturmak.. Benimsediği bütün İslâmî kıymetlere onları da inandırmak gayesi ile cemaatlara kültür vermek... Böylelikle ümmetin hepsinin partiyle kaynaşıp bütünleşmesini sağlamak. Öyle ki, partinin,kitlenin üyeleri sadece ümmetin kendi fikir,” duygu ve hedeflerini ifade eden sözcüleri durumuna gelsinler. Aynen Resulullah (S.A.V)’in İslâmî herkesin dilinde dolaştırdığı ve bundan sohra da ümmetin tesisini kendisinin sağladığı gibi olsun...

3- ) Fikrî çalışma yapmak..

Yani, İslâma muhalefet eden ve onunla çelişen, çatışan bütün fikir, mefhum ve alakalara karşı çıkmaktır. Bunu yaparken Allah'ın rızasını esas gaye alıp, herhangi bir kınamaya veya ayıplamaya aldırış etmiyeceği gibi zalimlerin, tağutların büyük zulmü kendi azimlerini soğutmayacaktır... Bu kitle ve mensupları herhangi bir İslâm düşmanı ile hoş geçinmez, herhangi bir fasıkla uzlaşmaz ve herhangi bir zalime boyun eğmezler. Bu hususta kitlenin takip edeceği yol; fikirleri ve hükümleri vakıalarına indirdikleri gibi daima ve her yerde fesadı, batılın, küfrün iç yüzünü açığa çıkarıp insanları ondan sakındırmaktır. Yani Resulullah(S.A.-V)'in yaptığı gibi eğri çizgilerin yanına doğru çizgiyi çizmektir... Mekke'de nazil olan-ayetler incelendikten ve düşündükten sonra Resulullah (S.A.V)'in şöyle yaptığını görürüz :

Müşriklerin akidelerini çürütüp tanrılarını kötülemiş, onun yanısıra İslâm akidesini insanın aklına ve fıtratına uygunluğunu açıklamıştır.

Bozuk liderler, batıl muameleler, sömürücü satışlar, kötü sosyal alakalar, fuhuş ve faiz gibi topluma hakim olan bozuk alakalara açıkça çattı.

Yine yahudi ve hristiyan akidelerine açıkça çattı. 0 akidelerin; değiştirme, saptırma, sahtekarlık mahsulü olduğunu,yahudi ve hiristiyan alimlerinin bilebileceği en ufak hususlara bile değinerek ortaya koymuş ve izah etmiştir...

Kâfirlerin hepsini de kendilerine .yakışacak vasıflarla vasıflandırdı. Öyle ki, onları maymunlara, hınzırlara benzettiği gibi, kitapları taşıyan eşeklere de benzetti. Ve bunlar gibi daha bir çok vasıflarını göstermişti.... Fakat yapılan bu işler, şahsî çatışmalar ve ferdi sinirlenmeler değil, daima eğri hattın yanına doğru hattı çizmeye dayanan fikrî münakaşalardı...

4- ) Siyasî mücadele yapmak.

Bu kitle siyasî bir akide üzerine kurulu olup hedefi ise, o akidenin Devletini kurmaktır. Hedefi siyasî olunca, yapacağı siyasi mücadele kendi işlerinde zaviyenin temel taşını oluşturur.

Bu kitle siyasî bir varlık olup, kâfir devletin varlığını yok etmeyi hedef ediniyor. Yani fasid bir siyasi varlığı yok etmek onun yerine sahih bir siyasî varlığı kurmaktır... Böyleoe açık olarak görülüyor ki takip edilmesi gereken yol siyasî mücadeledir.

Nitekim toplumda cereyan eden alakaların bütün bozuk hususlarını beyan etmek, bu alakaları ^yürüten ve düzenleyenleri fikrî olarak vurmaktır. İşte bu siyasî çalışmanın zirvesidir... Çünkü bu iş, idareciler ile idare edilenler arasındaki güvenin bozulmasına yol açar. Bilahere,, kitlenin halkın güvenini kazanmasına ve ona liderlik etmesine yol açabileceği gibi, o facir, zalim, fasık idarecilerin liderliğini düşürmeye sebeb olur...

Başka bir deyişle; İslâm Devleti kurmaya çalışan bu kitle, parti, mevcud olan iktidara, devlete karşı çalışmalıdır ki, böylelikle iktidarın işlediği bozuk işleri, insanların hayatına hakim kıldığı zalim kanunları ve iktidarın ve yardımcılarının ümmete karşı çizdikleri planları ve çevirdikleri entrikaları ortaya çıkarmış olur...

Böyle yapmaz ise; kitlenin, partinin bütün çalışması Resulullah (S.A.V)'in metoduna aykırı olduğu gibi ümmet için de uyuşturucu bir iş olur... Resulullah 'm Mekke'deki mücadele dönemi incelendiğinde, onun kâfirlerin, müşriklerin liderlerine karşı açık, kesin ve sert bir şekilde fikrî olarak çattığını, eleştirdiğini görürüz...

5- ) Tam iktidarı ele geçirmek için kuvvet ehli aramak...

Bütün hu çalışmaların yanısıra kitle, kısmî değil tam iktidarı ele geçirmek yani Devletini bil. fiil ilân etmek için meşru somut teşebbüslerde bulunmalıdır. Yani kendisine destek olacak ehli aramalıdır.. Nitekim, Resulullah (S.A.V)'in Taife gitmesi, çeşitli 'kabile reisleri ile görüşmeler yapması^ ve onlara “Ben Allah'ın Resulü Muhammedin. Allah'ın Dinini tebliğle görevliyim. La ilahe' illallah deyin kurtuluşa-erin.. Müslüman olun. Bana Davamı yeryüzüne hakim kılmam için destek olun." şeklindeki teklifleri, onun ehli kuvvet aradığını göstermekte dir.. Akabe biatların-da da Medine ehli kuvvet ehli ile yapılan biatlar olduğu bilinmektedir. ..

İşte İslâmî çözümün gerçekleşmesi, Islâm hayatın;. yeniden başlaması için çalıştığını iddia eden bir kitlenin yapması gereken işler ana hatlarıyla bunlardır... Bu işleri yapmalıdır ki, gerçekten Allah'ın farz kıldığı bu daveti yerine getirmeye çalıştıklarına dair zan, bizde galip hale gelsin...

Biz bunları yazıyoruz ki; herhangi bir cemaatla çalışmayan mü’minler bunları görsünler ve bu esasa göre çalışmak için bir cemaat seçsinler. Yine başka kitlelerde çalışan kimseler de bu ölçüyü alarak tutumlarına tekrar bir göz atsınlar ve hatalarını idrak etsinler..* Tefekkür etsinler ve anlasınlar ki, bu şekilde çalışmak Allah'ın emri Resulullah’■ (S. A. V)'in öğretisidir. Onlar onda kusur aramanın veya onu yerine getirmeye çalışmamanın veya onu tam olarak ittihaz etmemenin, onu beğenmemenin günahı icab ettiren bir farzı terk etmek olduğuna kani olsunlar...

Evet, kısacası meselemiz, İslâmî çözümü gerçekleştirerek, hayat vakıasında Islâmiyeti tekrar hakim kılmak ve onu yükseltmektir ki, kâfirler, tağutlar sevmese bile İslâmî bütün dinlesin, ideolojilerin üzerine yeniden hakim olsun.. İslâmî hayatla birlikte ümmet izzet ve şerefine kavuşsun. Bu ise ancak; İslâm^ Devleti olan Hilâfet Devletinin bulunması ile mümkün olur. İslâm Devletinin bulunması ise, ancak ümmeti yeniden tesis etmek ve Devleti kurmak için Peygamber (S. A. V)' in metodu ile çalışan İslâmî bir siyasî hizbin (partinin) olmasıyla gerçekleşir. . .

Bu İslâmî hizib (parti) ; kendi düşüncesini ve hedefini tesbit edip sınırlandırmazsa,metodunu açık bir şekilde görmezse, bulunduğu toplumun vakıasını iyice idrak etmezse; "Bir vacibi yerine getirmek için gerekli olan şeyler de vacibtir. diye bilinen şerî kaideyi idrak etmez ise, Islâm Devletini kurma işini gerçekleştiremez...

Ayrıca bu vasıfları taşıyan bir hizib ile ihlasla çalışmadıkça, hiç bir fert de sorumluluktan kurtulamaz... 

Bunun için bütün mü'minleri, müslümanları içtenlikle; 
Hilâfet Devletinin kurulması için ihlasla gerekli çalışmayı yapmaya Allah'ın şu hitabları ile davet ediyoruz :

“De ki, işte benim yolum budur. Basiretli olarak ben ve bana tabi olanlarla birlikte; üzerinde yürüyüp Allah'a davet ediyorum..." (Yusuf : 108)

"Ey iman edenler! Allah ve Resulü sizi size hayat verene davet edince icabet ediniz..." (Enfal : 24)
%%%%%%%%%%%%%%%%%'



Hilâfetin yıkılmasından itibaren Müslümanların vakıası/durumu gittikçe kötüleşti. Müslümanların bir uzvu acı çektiğinde diğer uzuvları ona koruma kollama ile ortak olan bir tek vücut gibi birbirine kenetlenmiş bir ümmet halindeyken, kanları, canları birbirine denkti, hepsi de kendi dışındakilere karşı dururlardı. Daha sonra parçalandılar. Kâfirler onlardan bazılarına saldırdıklarında diğerleri seyirci oldular, sanki o mesele onları alakadar etmiyormuş gibi. Müslümanlar güçlü bir tek devlet iken dünya o devletin karşısında bin bir hesap yapıyordu. Daha sonra onlar zayıf, peyk ve ajan, uşak devletçikler ve siyasi varlıklar içinde yaşamaya başladılar. Azgın tamahkârlar gözlerini onlara dikmekteler, sömürgeci kâfirler servetlerini çalmaktalar.
Muhakkak ki; Müslümanların halinin fasid/bozuk oluşunun ve zayıf oluşlarının sebebi, bir hayat nizamı olarak İslâm’ı terk etmiş olmaları daha sonra da aralarındaki ilişkilerde beşeri nizamların hakim oluşuna sükût etmeleridir. Müslümanların halinin bu fasid/bozuk vakıasını değiştirmek ise mucizelerden bir mucize değildir, fakat Müslümanların yapabilecek durumda oldukları mümkünattandır. Nitekim Allahu Teâla bu amaç için metot ve hükümler koymuştur. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ve ashabı da o metot ve hükümler doğrultusunda seyretmişler, yürümüşler ta ki; İslâm Devleti’ni kurarak cahiliyye toplumunu bir İslâmi topluma dönüştüresiye kadar. O İslâm Devleti de, dünyanın büyük bir kısmını dar-ul küfürden/küfür ülkesinden dar-ul İslâm’a/İslâm ülkesine dönüştürmüştür.
Nitekim, fasid münker vakıayı değiştirmenin Müslümanlara farz olduğuna delalet eden birçok şer'i nass gelmiştir. Allahu Teâla şöyle buyurmuştur:

والمؤمنون والمؤمنات بعضهم أولياء بعض يأمرون بالمعروف وينهون عن المنكر "Mü’min erkek ve mü’min kadınlar birbirlerinin velisidirler. Marufu emrederler, münkerden nehyederler.” (Tevbe: 71)

Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem de şöyle buyurdular: “Sizden kim bir münker görürse onu eliyle değiştirsin, gücü yetmezse diliyle değiştirsin, ona da gücü yetmezse kalbiyle değiştirsin (buğz etsin). Bu ise imanın en zayıfıdır.” (Müslim, İman, 70)
“İleride bir takım yöneticiler olacak. Tanıyacak/farkında olacaksınız ve inkâr edeceksiniz/yereceksiniz. Kim farkında olursa suçsuzdur, kim inkâr ederse kurtulmuştur. Fakat kim razı olur ve tabi olursa …”(Müslim, İman, 3445)
Bu nasslar, Müslümanlardan gördükleri herhangi bir münkeri değiştirmelerini kesin bir taleple talep etmektedirler. Bu değiştirmeyi güçlerine göre ya el ile yani eylem ile ya dil ile yani söylem ile ya kalp ile yani hoşnutsuzluk ile yapmalılar. Ancak ortada münkerlerin en büyüğünden birisi vardır ki o da, İslâm dışı yönetimlerin hâkimiyetinin neticesi olan Müslümanların hayatlarının fesad/bozuk oluşudur. Nitekim Allahu Teâla Müslümanlardan onun değiştirilmesi için çalışmalarını talep edip bu çalışmayı farz-ı kifaye kılmıştır. Allahu Teala şöyle buyurdu:

إن الله لا يغير ما بقوم حتى يغيروا ما بأنفسهم “Muhakkak ki Allah, bir toplum bünyesinde olanı değiştirmedikçe o toplumun halini değiştirmez.” (Ra’d: 11)

Bu, sabitliğine ve önemine delaletini haber verme sigasıyla gelen bir taleptir. Nitekim bu, Allahu Teâla’nın yaratmış olduğu varlık yasalarından bir yasa olmuştur. Bu yasa, insanların kitle olarak değiştirmek için çalışmalarını gerekli kılmaktadır. Ta ki; Allahu Teâla onlarda olanı (yani hallerini) değiştirsin. Buna, ayetin çoğul sigasıyla gelen lafızları delalet etmektedir."Kavim/toplum", “onlar değiştiresiye”, "bünyeleri" kelimelerinde olduğu gibi.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem de şöyle buyurdu: “İçlerinde Allah’a isyanların işlendiği bir toplum bu durumu değiştirmeye güçleri yettiği halde değiştirmezlerse, Allah’ın hepsini toptan cezalandırması yakındır.” (Ebu Davud)
Bu, toplumdan içinde yaşadığı fasid vakıayı değiştirmelerinin kesin talebidir. Eğer bunu yapmazlarsa Allahu Teala onların hepsini de cezalandırır. İster o Allah’a isyanları işlesinler, ister işlemesinler fark etmez, herkes aynı cezaya müstahak olur. Çünkü onlar, değiştirmeye güçleri yettiği halde farz-ı kifayeyi yapmaya katılmadılar. Zira münkeri değiştirmek/ortadan kaldırmak Müslümanların üzerine farzdır. Ortada bir münker vardır ki onu fert tek başına değiştiremez, birbirinden kopuk fertler de değiştiremezler. Hilâfet Devleti’nin olmayışından dolayı bugün içinde yaşadığımız fasid vakıa gibi. Allahu Teala bu münkerin değiştirilmesi için topluma bir metod koymuştur. Bunu da Müslümanlara aralarından, Hilâfet Devleti’ni tekrar kurmak için çalışan bir kitle oluşturmalarını farz kılarak yapmıştır. Allahu Teala şöyle buyurdu:

ولتكن منكم أمة يدعون إلى الخير ويأمرون بالمعروف وينهون عن المنكر وأولئك هم المفلحون “İçinizden hayra davet eden, marufu emreden ve münkerden nehyeden bir kitle olsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Al-i İmran: 104)

Bu ayette kesin emir, Müslümanlardan İslâm’a davet eden, marufu emredip münkerden nehyeden bir kitlenin oluşturulmasına yönelmiştir. İslâm’a davet; akidesi ile nizamı ile hayat vakıasında İslâm’ı hakim kılmak için çalışmayı gerekli kılar. Bu ise, onu tatbik eden ve bütün insanlara taşıyan bir devlet olmadıkça olmaz. Böylece talep edilen kitlenin yükümlülüğü Hilâfet Devleti olan bu devleti kurmak için çalışmak olmaktadır…
Nitekim Müslümanlardan kitle olarak marufu emretmelerini, münkeri nehyetmelerini kesin bir taleple talep eden, bunu yapmadıkları zaman Allahu Teâla’nın onları dünya ve ahirette cezalandıracağını haber veren Nebevi hadisler de gelmiştir.
Rasul Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle demiştir: “Nefsim elinde olan Zat’a yemin olsun ki ya marufu emreder ve münkerden nehyedersiniz ya da Allah’ın, katından size bir (genel) ceza göndermesi yakındır. O zaman O’na dua edip yalvarırsınız da O duanızı kabul etmez." (Tirmizi)
“Muhakkak ki insanlar münkeri gördüklerinde onu inkâr etmezlerse Allah’ın onları genel bir şekilde cezalandırması yakındır.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned)
“Allah’a yemin olsun ki, ya marufu emreder münkerden nehyedersiniz, zalimin elini tutarsınız (zulümden alıkorsunuz) ve onu zorla da olsa hakka boyun büktürür ve hak üzere kalmasını sağlarsınız ya da Allah kalplerinizi birbirine benzetir sonra da İsrail oğullarını lanetlediği gibi lanetlenirsiniz.” (Ebu Davud, Melahim, 3774)
Şu halde dünyada ve ahirette Allah’ın azabından kurtulmak istiyorlarsa, Müslümanların üzerlerine düşen vazife; İslâm’ı tekrar hayata devlet ve nizam olarak hakim kılmak maksadıyla İslâm’ın değiştirme metoduna uyarak içinde yaşadıkları münker vakıayı değiştirmek için çalışmaya hemen başlamalarıdır.
Allahu Teâla’nın farz kıldığı ve Resulünün açıkladığı bu metod; mescitler inşaat etmek, Kur’an-ı Kerim ezberletmek, hac, umre ve sadakayı artırmak ile olmaz. Her ne kadar bütün bunlar devlet ve fertlerden Şer’an talep edilmiş olsalar da o metod değildirler. Allahu Teâla’nın farz kıldığı ve Resulünün Sallallahu Aleyhi Vesellem açıkladığı metod; Müslümanlar arasından, Hilâfet Devleti’ni kurarak, İslâmi hayatı tekrar başlatmak için çalışan bir kitle örgütlemektir. Bu kitlenin faaliyeti ise; fikrî çatışma, siyasi mücadele ile olur. Fikrî çatışmadan kasıt; İslâm dışı bütün inanç, fikir ve mefhumlara karşı çıkmaktır, toplumda mevcut İslâm dışı esaslar üzerine kurulu bütün ilişkilere karşı çıkmak, sonra da İslâmi bir toplum olması için topluma hakim olması gereken İslâm’ın fikirlerini, mefhumlarını ve hükümlerini açıklamaktır. Siyasi mücadeleden kasıt ise; hayatın bütün yönlerinde İslâm’ı tatbik etmeyen yöneticilere karşı çıkmaktır. İslâm ümmetine karşı tertip ettikleri hilelerini, entrikalarını ve planlarını açığa vurmak, iltifat ve dalkavukluk yapmadan cesaretle onları muhasebe etmektir. Ta ki ümmet İslâm üzere uyansın, bilinçlensin ve Hilâfet Devleti’ni kurarak İslâm’ı hayata tekrar hakim kılmak için çalışan kitleyi bağrına basar hale gelsin. Allahu Teâla, Resulü Sallallahu Aleyhi Vesellem’e şöyle hitap ediyor:

ياأيها المدثر(1)قم فأنذر “Ey örtüsüne bürünen! Kalk ve uyar! (Müddessir: 1-2)

فاصدع بما تؤمر وأعرض عن المشركين “Sana emrolunanı açıkça söyle ve müşriklerden yüz çevir." (Hicr: 94)

Bu ayetlerde Rasul Sallallahu Aleyhi Vesellem’e olan hitap her zamanda bulunan Müslümanlara da hitaptır. Şu halde onlara düşen, devlet kurasıya kadar Rasul Sallallahu Aleyhi Vesellem’in yaptığı işleri onların da yapmalarıdır. Ta ki kendi ellerinden gasbedilen otoriteleri tekrar kendilerine dönsün, sonra da Allah’ın Kitabı ve Resulünün Sünneti üzerine bir Hâlifeye biat etsinler. Allahu Teâla’nın;

ولتكن منكم أمة يدعون إلى الخير ويأمرون بالمعروف وينهون عن المنكر وأولئك هم المفلحون “İçinizden, hayra (İslâm’a) davet eden, marufu emreden ve münkerden nehyeden bir grup bulunsun." (Al-i İmran: 104) ayetindeki kesin talebine icap edip İslâmi fikir üzerine örgütlenmiş olan ve Allah’ın farz kıldığı, Resulünün açıkladığı metod içindeki merhaleleri geçen, Müslümanlar içinde uyanık, bilinçli bir grup olmasına rağmen uğruna çalıştığı hedef henüz gerçekleşmemiştir. O hedef ise, Hilâfet Devleti’nin tekrar kurulmasıdır. Bu durum, yukarıda nasslarda geçen Müslümanlardan kesin talebin gereğini halen geçerli kılmaktadır. Şu halde Müslümanların hemen bu kesin talebe icabet etmek için koşmaları gerekir. Şer'i şartlara haiz bir kitle ile örgütlenip onunla beraber içinde yaşadıkları fasid vakıayı değiştirmek için çalışmaları gerekir. Aksi halde, dünya ve ahirette Allah’ın cezasına müstahak günahkarlar olurlar.

Bu metod, kendisine tabi olunması farz olunmasına ilaveten; onun dışındaki metodlara tabi olarak seyredenler açıkça başarısız olmuşlardır. Bu ise ümmeti; bütün hareketlere şüpheyle bakmasına, onların eliyle değiştirmenin imkânsız olduğunu düşünmesine, hatta onların içinde samimi olanların eliyle dahi imkânsız olduğunu düşünmesine sevk etmiştir. Ümmet, bütün bunları samimi hareketin ümmetten ayrılmaz bir parça olduğunu Hilâfet Devleti’ni kurarak fasid vakıayı değiştirmek için beraber çalışmak uğruna kendisini bağrına basıp liderliğini kendisine verdiği samimi ideolojik bir kitle ile ancak köklü değişimin ya da kalkınmanın mümkün olacağını idrak etmeksizin yapmaktadır.
O halde biz Allahu Teala’ya karşı takvalı olalım. İçinde yaşadığımız vakıayı, Hilâfet’in tekrar kurulması için daveti yüklenenlerden uyanık, bilinçli samimi olanlarla beraber örgütlenerek değiştirmek için ciddi bir şekilde hemen çalışmaya başlayalım. Ta ki dünyanın izzetine, şerefine ve ahiretin sevabına nail olalım ve Allahu Teâla’nın Resulünün Sallallahu Aleyhi Vesellem şu hadisinde kastettiği kişilerden olalım: "Muhakkak ki Din garip olarak başlamıştır ve tekrar garip olarak gelecektir. Müjdeler olsun o garipleredir ki onlar, benden sonra Sünnetimden insanların ifsad ettikleri/bozdukları hususları düzeltirler.” (Tirmizi, İman, 2554)
1924 yılında “Atatürk” diye isimlendirilen, İngiliz ajanı yahudi Mustafa Kemal, İngilizlerle işbirliği yaparak Müslümanların 13 asır kendisi ile yönetildiği yönetim nizamı Hilâfet’in yıkımını ilan etti. Onun yerine beşerî küfür sistemini ilan etti. Bununla birlikte Müslümanların risaletini taşımaktan geri kaldıkları, davalarından yüz çevirdikleri bir dönem başladı. Böylece Müslümanlar kâfirler için bir yağma alanı olup tam anlamı ile paramparça oldular. Ülkeleri parçalandı. Mal varlıkları gasp edildi. Kendi amaçlarına hizmet etmeleri ve Müslümanlar üzerinde bekçileri olmaları için Müslümanların başlarında kâfirlerin tayin ettiği idareciler/emirler çoğaldı. Böylece onlar ümmete zillet ve aşağılanmanın çeşitlerini tattırdılar. Ümmeti açık küfürle yönettiler. Sorunlarını ümmetin düşmanlarının ellerine teslim ettiler. Bu durum sizin şunları görmenize kadar ulaştı: Düşmanlarınız sizi hakir görüp, siz dininizden uzaklaşasıya kadar size meydan okuyor ve ülkenizde saldırılara maruz kalıyorsunuz.
Hilâfetin yıkımı, bu Yahudi'nin ilga edilişini ilan ettiği gün olmamıştır. Bilakis onun yıkılış süreci Müslümanların dinlerini anlamakta gafil olup ona, ondan olmayan küfür fikirleri ve hükümlerinden bazı şeyler katmaya başladıkları, Kur’an lügatı olması vasfıyla Arapça’dan yüz çevirmeye başladıkları günden itibaren başlamıştır. Böylece dilleri yabancılaştı. Anlayışları bozuldu. Doğru anlayışa muhalif olanı ya da heva heves eğilimlerini cezbedeni uygulamaya başladılar. Böylece ümmete, esası üzerine Hilâfet Devleti’nin kurulduğu ideolojiyi anlamakta zafiyet ve tatbikinde çatlaklıklar isabet etti. Doğal bir netice olarak da kalkınmanın rükunları sarsıldı. Hilâfet parçalanıp her bir parçasının başı, kâfirlerin çıkarlarının emin bekçisi, ümmeti çeşitli belalara duçar eden haini oldu.
Müslümanlar olarak şunları idrak etmemiz gerekir: Ümmet, ideolojisinin anlayışı ve tatbikinde ihsana ulaşmadıkça kalkınmaz. Ümmet, yasamayı heva hevese terk etmiş halde iken ideolojisi ile ilgili anlayışını düzeltmesi mümkün olur mu? Ya da o, ideolojisinin kapsamına küfür fikirlerinden demokrasi ve ondan fışkıran hürriyetler gibi fikirleri katma gayreti ve hevesi içindeyken ümmetin ideolojisi ile ilgili anlayışının düzelmesi mümkün olur mu? Ya da ideolojisini anlamanın şartlarından olan Şer'î ilimleri ve Arapçayı ikmal etmeden ideoloji anlayışının düzelmesi mümkün mü? Kendisi ile İslâm’i hayatın tekrar başlayıp; İslâm davetinin aleme cihad ve hüccet ile taşınacağı Hilâfet Devleti olmadan İslâm’ı tatbik etmek mümkün olur mu? O halde Allahu Teala’nın şu sözüyle size emrettiği Allah’ın sultasına-otoritesine davet edene uyun!

ومهيمنا عليه فاحكم بينهم بما أنزل الله ولا تتبع أهواءهم عما جاءك من الحق “Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet/yönet. Haktan sana geleni bırakıp da onların arzularına uyma.” (Maide: 48)

Huzeyfe Radiyallahu Anha’dan rivayetle Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur: “Nübüvvet aranızda Allah’ın kalmasını istediği kadar kalacaktır. Sonra Allah onu kaldırmayı dileyince kalkacaktır. Sonra Nübüvvet metodu üzerinde Hilâfet olacaktır. Allah’ın dilediği kadar kalacak ve sonra Allah kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra eziyet çektirici bir otorite olacaktır. Allah’ın dilediği kadar kalıp Allah kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra despot bir yönetim olacaktır. Allah’ın dilediği kadar kalıp Allah kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Daha sonra da Nübüvvet metodu üzere Hilâfet olacaktır.” Sonra sustu."(Ahmed b. Hanbel, Müsned Kufiyyîn, 17680)
O halde, Rabbinizin size vaad ettiği ve Resulünün sizi kendisiyle müjdelediği şey için çalışın! Zira dünya ve Ahiretin hayrı ondadır.

ياأيها الذين آمنوا استجيبوا لله وللرسول إذا دعاكم لما يحييكم واعلموا أن الله يحول بين المرء وقلبه وأنه إليه تحشرون"Ey iman edenler! Allah ve Resulü sizi size hayat verene davet edince onlara icabet edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz kesinlikle O’nun huzurunda toplanacaksınız.” (Enfal: 24)
************************************************

Doğru bir İslâm’i kitlede bulunması gereken özelliklere geçmeden önce, asrımızdaki kalkınma hareketlerinin, İslâm’i cemaatlerin neden yanıldıklarını belli başlı birkaç noktada özetlemekte fayda vardır. Bunlar;
a- Sınırlandırılmamış genel bir düşünceye dayanıyorlardı. Hatta bu düşünceler berraklık ve safiyetten uzak, kapalı düşüncelerdi. İnsanlara neleri anlatacaklarını, nelere çağıracaklarını açık ve net bir şekilde bilmiyorlardı.
b- Düşüncelerini uygulama metodundan yoksun idiler. Sahip oldukları düşünceleri uygulayabilmek için, sahip oldukları akidelerinden kaynaklanan metodu uygulamaktan ziyade, içerisinde yaşadıkları toplumun, hayat şartlarının ortaya koyduğu çözümleri, metotları uyguladılar.
c- Hareket sahih bir irade ve uyanıklığın yerleşmediği kişilere dayanıyordu. Bu kişilerde ise, sahih bir fikirden kaynaklanan fikirler değil, sadece istek ve heyecan hakimdi. Diğer bir ifade ile başlangıçta hareketin başlatıcısı konumundaki insanlar, insanlara neyi, nasıl götüreceklerini, daha doğrusu İslâm'ı tam anlamıyla bilmediklerinden dolayı heyecanla, duygularıyla hareket ediyorlardı. Çevrelerinde gördükleri birçok olay onları etkiliyor ve ardından da başkalarının yapmakta oldukları işleri bunlar da yapmaya kalkışıyorlardı.
d- Bu hareketlerin yükünü üzerine alan şahıslar arasında doğru bir bağ bulunmamaktaydı. Onları bir araya getiren şey sadece sözde işler ve çeşitli isimler altında oluşan teşkilatlanmalardı.
Bu kısa girişten sonra sahih bir kitlede bulunması gereken özellikleri sıralayabiliriz:
1- Başlangıçta ideolojiyi tam anlamıyla kavramış, duyguları fazla gelişmiş bir kişinin varlığı:
Sahih bir kitleleşmenin olabilmesi için başlangıçta bu kitleyi oluşturup inandığı fikirleri topluma götürecek ve bu fikirlerle toplumu değiştirecek olan bir kişide, ideolojinin çok açık ve net çizgileri ile ortaya konulmuş olması gerekir. Genelde bütün kitleleşmeler başlangıçta bir kişinin ortaya attığı fikirlerle başlar. Diğer bir ifade ile duyguları ileri düzeyde gelişmiş, çevresinde gelişmekte olan olayları çok süratli bir şekilde kavrayan, toplumun içerisinde bulunduğu çöküntüyü hisseden, değişikliğin yapılması gerektiğine karar veren bir kimse sahip olduğu düşünceleri çevresindekilere açıklar. Böylece kitlenin ilk hücresini oluşturmaya çalışır. Kitleleşme hareketini başlatan kişide ideolojinin, yani inandığı akidenin ve insanların problemlerini çözmeye yönelik olarak bu akideden çıkan çözümlerin tam bir açıklıkla bulunması gerekir. Eğer liderde bu özellikler bulunmazsa başlatılan kitleleşmenin başarısızlığa mahkum olması kaçınılmazdır. Bu konuda Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in hayatına baktığımız zaman Allah'ın Resulünün şahsında bu özelliklerin tamamının var olduğunu görürüz.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Mekke'de peygamberlikle görevlendirilmesinin ardından Allahu Teala'nın;
قم فأنذر "Kalk ve uyar" (Müddessir 2) emrine uyarak hemen insanları uyarmaya başladı.
İçerisinde yaşadığı toplumu değiştirmek ve onları sahih bir toplum haline getirmek, diğer bir ifade ile kula kulluktan yalnızca Allah'a kul olma haline getirmek için görevlendirilen Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem insanlara neleri, nasıl anlatacağını, ne zaman ve nerede neleri yapması gerektiğini Allahu Teala'dan gelen vahiy ile çok net bir şekilde biliyor ve kitleleşmesini de buna göre tanzim ediyordu. Allahu Teala'dan gelen vahye istinaden başlangıçta insanları İslâm'a gizlice davet ediyor, Ebu Bekir, Zeyd b. Harise, Ali b. Ebu Talip, Osman b. Affan, Zübeyir b. Avvam ve Talha b. Ubeydullah gibi insanların İslâm'ı kabullenmeleri ile ilk çekirdek kadroyu oluşturuyor ve bu kadro ile Allahu Teala'nın;
فاصدع بما تؤمر وأعرض عن المشركين "Emrolunduğun şeyi onların kafalarını çatlatırcasına anlat ve müşriklerden yüz çevir." (Hicr 94) ayeti ininceye kadar gizli olarak kitleleşmesini sürdürüyordu.
Bu ayet indikten sonra kırk kişiye ulaşmış olan kitlesini iki saf halinde Erkam b. Ebil Erkam'ın evinden tekbir sesleriyle çıkartarak Kâbe'ye kadar götürüyordu. Bu aşamadan sonra ise yukarıdaki ayet gereğince toplumda varolan her türlü bozuk fikirle mücadeleye girişiyordu. Müşriklere liderleri hakkında inen ayetleri okuduğu gibi, kendilerinin ve tapmakta oldukları ilahlarının cehennemin odunları olduğunu bildiren ayetleri, ekonomik yaşantıları ile ilgili olarak inen ayetleri ve sosyal hayatları ile ilgili olan ayetleri de okuyordu. Müşriklerin liderlerinin Müslümanlara ve Allah'ın Resulü Sallallahu Aleyhi Vesellem’e karşı ne tür komplolar hazırladıklarını bildiren ayetleri de okuyarak onların tuzaklarından habersiz olmadıklarını ve hazırladıkları tuzaklara düşmeyeceklerini onlara anlatıyordu. Kendisine yapılan başkanlık, para ve kadın tekliflerini elinin tersi ile bir kenara iterek onlara asla yumuşaklık göstermiyordu. Peygamberliğin dokuzuncu yılından sonra kendisini hac için Mekke'ye gelen kabilelere arz ediyor, kendisine iman etmeleri ve devlet başkanlığını kabul etmeleri şartıyla kendisine yardım etmelerini onlardan istiyordu. Yine bu çerçevede Taif'e gidiyor ve aynı teklifi Taiflilere de yapıyordu. Taiflilerin kendisini çok çirkin bir şekilde karşılamaları ve dönüşte taşlattırmalarının ardından ellerini açarak en içten gelen duygularla Rabbine şöyle dua ediyordu:
"Ey Allah'ım kuvvetimin zayıflığını, takatımın azlığını ve insanlara karşı çaresizliğimi sana şikayet ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Zayıf düşmüşlerin Rabbi sensin. Sensin benim Rabbim. Beni kime bırakıyorsun? Bana kötü muamele yapan hidayetten uzak kimselere mi? Yoksa işimi eline verdiğin bir düşmana mı? Eğer bana karşı senden bir gazap yoksa ben bunların hiçbirine aldırmam. Senin af ve merhametin bunları bana göstermeyecek kadar geniştir. Allah'ım! Senin gazabına uğramaktan, ilahi rızana uzak kalmaktan, o karanlıkları aydınlığa kavuşturan, dünya ve ahiret işlerini yoluna koyan senin ilahi nuruna sığınırım. Allah'ım sen hoşnut oluncaya kadar affını dilerim. Allah'ım her kuvvet ve her kudret ancak seninle kaimdir."
Bu görüşmelerin birinde Medine'den gelen Evs ve Hazrec kabilesinden altı kişiye de aynı teklifi yapıyor ve onlar İslâm'la şeref sahibi oluyorlardı. Ertesi sene gerçekleşen birinci Akabe biatı ve daha sonraki yıl gerçekleşen ikinci Akabe biatının sonucunda İslâm Devletinin ilk temeli atılmış oluyor, hicret dönemi başlıyordu. Hicret emrine istinaden sahabeler tek tek veya guruplar halinde Medine'ye hicret ederlerken biran önce hicret etmek isteyen Ebu Bekir'in; "Hicret ne zaman ya Rasulullah" sorusuna Allah'ın Resulü;"Acele etme belki Allah sana bir arkadaş bulur." diyerek vahye göre hareket ediyordu.
Kendisine de hicret izni geldikten sonra Ebu Bekir ile birlikte on iki günlük bir yolculuktan sonra Medine'ye varıyor ve hemen devlet başkanlığı vazifesini ifa ediyordu. Daha Medine'ye geldiği ilk günden itibaren Medine'de bir İslâm Devletinin kurulduğunu çevredeki diğer kabilelere kabullendirmek ve İslâm devletine karşı harekete geçmelerini önlemek üzere Hamza b. Abdülmuttalib, Muhammed b. Ubeyde b. El Haris, Sa’d b. Ebi Vakkas gibi çeşitli şahısların komutasında seriyeler gönderiyor, bir taraftan da Medine'de bir arada yaşamakta olan üç farklı din mensuplarının yaşantılarını düzenlemek üzere birtakım hususları dikte ettiriyor ve öncelikle Medine'de İslâm toplumunu oluşturmaya gayret ediyordu. Medine'deki bu İslâm toplumu içerisinde ortaya çıkan birtakım problemlerin çözümü için vahyin gelmesini bekliyor ve gelen vahye göre onların problemlerini çözüyordu. Hudeybiye anlaşması esnasında sahabelerin tümünün itirazlarına ve anlaşma şartlarından duydukları hoşnutsuzluğa rağmen onlara; "Ben Allah'ın kulu ve Resulüyüm, kesinlikle onun emrine muhalefet etmem." diyerek vahyin dışında hiçbir iş yapmadığını vurguluyordu.
Örnekleri daha da artırmak mümkündür. Ancak bütün bu örneklerden ortaya çıkan çok net birkaç husus vardır:
1- Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem yaptığı bütün işleri vahyin ışığı altında yapıyordu.
2- Nerede, ne zaman ve ne yapması gerektiğini biliyordu. Mekke'de başlatmış olduğu bir çalışmadan Medine'de devleti kurmasına ve vefatına kadar geçen süre içerisinde Allahu Teala'nın Resulünün hayatında kapalı, meçhul vb. hiçbir nokta yoktur.
Öyleyse günümüzdeki sahih bir kitlenin de bu özellikleri bünyesinde taşıması gereklidir. Ancak bunun için öncelikle kitlenin başındaki liderin bu özelliklere sahip olması gerekir. Lider nerede, ne zaman, hangi hareketi yapması gerektiğini her şeyden önce vahyin ışığında bilmelidir ki, hem kendisi hem de kitle doğru bir yol üzere yürüyebilsin. Elbette ki bu husus liderin öncelikle İslâm'ı çok mükemmel bir şekilde bilmesi ile gerçekleşebilecek bir husustur. Bugün bizlere vahy gelmeyeceğine diğer bir ifade ile hangi lider olursa olsun ona vahy gelmeyeceğine göre liderin, Allah'ın Resulünün vahiy ile bize bıraktıklarını yani Allahu Teala'nın Kitabını ve Resulünün Sünnetini mutlaka çok iyi bilmesi gerekir.
2- Sahih bir uyanıklığa sahip olmak:
Sahih bir uyanıklığa sahip bir kitle bu uyanıklığı sayesinde ana başlıklar altında aşağıdaki avantajları elde eder:
a- Sahih bir uyanıklık kitleyi ve kitlenin elemanlarını gerçek hedefe götürür.
b- Kitleyi ve kitlenin elemanlarını doğru görüşe götürür.
c- Mevcut devletin, İslâm düşmanlarının saptırmalarından korur.
d- Doğru çalışmaya sevk eder.
e- İslâm'a ve Müslümanlara düşman olanların hazırlamış oldukları tuzaklara düşmekten korur.
Sahih bir uyanıklığa sahip olmak kitlenin faaliyeti esnasında kitle içinden ve dışından, kasıtlı veya kasıtsız olarak kitleyi hedefinden saptıracak türden ortaya atılan fikirleri ve önerileri doğru bir değerlendirmeye tabi tutarak kitlenin asıl hedefinden sapmasına engel olur. Aynı zamanda samimi olanları veya olmayanları daha iyi değerlendirme imkânı elde eder. Örneğin Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem içerisinde bulunduğu Mekke toplumuna davasını anlatırken Mekke'nin önde gelenleri Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'e amcasını göndererek; "Yeğenine söyle bizim ilahlarımıza hakaret etmesin de ona ne isterse verelim. Ona Mekke'nin en güzel kızlarını verelim, başımıza lider olmak isterse onu başımıza lider yapalım. Zenginlik isterse onu zengin yapalım." gibi tekliflerle Allah'ın Resulünü davasından vazgeçirmeye çalışıyorlardı.
Yine Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem 'e gelerek; "Bir ay sen bizim ilahlarımıza bir ay da biz senin ilahına ibadet edelim veya bir yıl sen bizim ilahlarımıza ibadet et bir yıl da biz senin ilahına ibadet edelim." diyorlardı. İşte Mekkeli müşriklerin Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'e yapmış oldukları bu önerilerinin tamamının altında Allah'ın Resulünü gerçek amacından saptırma amacı yatıyordu. Ancak her defasında Allah'ın Resulü Sallallahu Aleyhi Vesellem onların getirdikleri teklifleri geri çeviriyor, bir keresinde müşriklerin tekliflerine reddiye olarak Kafirun suresi iniyor, bir başka teklif üzerine de Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem amcasına şöyle diyordu: "Ey amcacığım! Allah'a yemin olsun ki, bu davayı terk etmem şartıyla onlar sağ elime güneşi, sol elime de ayı verseler ben yine bu davadan vazgeçmem. Allah bu dini zafere erdirinceye ya da ben bu uğurda helak oluncaya, öldürülünceye kadar bu işe devam edeceğim."
Bu konuda Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in hayatından daha birçok örnek vermek mümkündür. Ancak burada önemli olan husus elbette ki günümüzdeki İslâm’i hareketlerin durumudur.
İslâm düşmanları hazırladıkları çeşitli planları özellikle hareket içerisindeki samimi veya gayri samimi kişiler vasıtasıyla uygulamaya koymalarının sonucunda bazı İslami hareketlere sızmışlar, bu hareketler zamanla gerçek faaliyet alanının dışında farklı alanlarda yoğunlaşarak tamamen hedefinden sapmış veya kendi kendini yiyip bitirmiştir.
Özellikle şu anda içerisinde yaşadığımız ortamdaki İslâm’i hareketlere, cemaatlere, guruplara baktığımız zaman onların faaliyet alanlarını, olması gereken gerçek iş değil de ikinci, üçüncü derecedeki işler hatta ve hatta yer almaması gereken işlerin meşgul ettiğini görmekteyiz. Şu anda aktif durumdaki vakıfların çalışmalarına baktığımız zaman neredeyse onların hiçbirinin faaliyet alanının İslâm ümmetini şu anda içerisinde bulunduğu çöküntüden, zilletten kurtaracak köklü bir çözüme yönelik olmadığını açıkça görmekteyiz. Şu anda kimi Müslümanlar okullar, yurtlar hatta önümüzdeki günlerde devletinde teşvikiyle üniversiteler açmak gibi özellikle para ağırlıklı alanlarla uğraşmakta, kimileri Müslümanları fikren zehirlemeye yönelik olarak hoşgörü, sivil toplum, yürek devleti gibi kavramlar ve bu kavramlara bağlı saptırıcı düşünceler üzerinde yoğunlaştırmaktadırlar. Gerçekten de Müslümanların gündemini teşkil eden olaylara dikkatli bir şekilde bakıldığı zaman bunların hemen hemen tamamının kâfirler tarafından veya onların uşağı durumundaki kişiler tarafından ele alınıp ortaya atılmış konular olduğu görülmektedir.
Sahih bir kitlede bulunması gereken sahih bir uyanıklığı sağlamak için ise aşağıdaki hususlara dikkat etmek ve kitlede bu özelliklerin bulunmasına çalışmak gereklidir. Bu özellikler şunlardır:
a- Olayları derin bir şekilde düşünmek ve tahlil etmek. Olaylara aydın bir düşünce ile bakmak. Etraflıca bunların öncesi ve sonrası ile olan alakasını, nedenini araştırmak. Ortaya atılan fikirlerin içerisinde bulunduğumuz vakıaya uygun olup olmadığını düşünmek.
b- İleri sürülen fikirlerin İslâm'a uygunluğunu araştırmak. Bunların Şer'î delilini araştırmak yani her ne türlü konu olursa olsun her meseleye İslâm’i bakış açısıyla, İslâm’i düşünme metodu ile yaklaşmak, eğer ileri sürülen veya ele alınması gereken konu doğrudan doğruya Şer'î hükümleri ilgilendiren bir mesele ise konu hakkında herhangi bir yargıya, hükme varmadan, akli değerlendirmelere gitmeden önce Şer'î hükmü araştırmak, delilini öğrenmek ve ona göre hareket etmek.
3- İster devlet kurulmadan önce olsun, ister kurulduktan sonra olsun hayatta karşılaşacağı her konu ile ilgili olarak elinde İslâm’i çözümlerin bulunması gerekir:
Bu hususlar akidesi ile ilgili olabileceği gibi devlet kurulmadan önce takip edeceği metotla alakalı veya devlet kurulduktan sonraki dönemlerde mutlaka ama mutlaka İslâm'a göre çözüme kavuşturması gereken, bir gün dahi olsa Allahu Teala'nın indirdiklerinin dışındakilerle hükmetmesine yer bırakmayacak şekilde ekonomi ile ilgili, iç ve dış siyasetle ilgili, eğitim ve sağlıkla ilgili, sanayi ve tarım politikaları ile ilgili, devletin gelir kaynaklarının neler olacağı ve elde edilen bu gelirin nasıl ve nerelerde harcanacağı ile ilgili vb. konular hakkında kitlenin elinde açık ve net çözümler bulunmalıdır. Allahu Teala bizlere Hilâfet devletini nasip ettikten sonra elbette ki İslâm düşmanları kafir devletler ve onların işbirlikçileri İslâm'a ve Müslümanlara karşı ellerinden gelen her türlü güçlüğü çıkarmaya, İslâm'ı hayattan söküp atmaya bütün güçleri ile çalışacaklardır. Bu esnada ise Müslümanların yani Hilâfet devletinin o zaman karşılaşacağı problemleri çözebilmek için çoğu kere başını kaşıyacak vakti bile olmayacaktır. Dolayısıyla bu çözümlerin açık ve net bir şekilde şimdiden araştırılıp bulunması ve hazırlık yapılması gerekir. Örneğin işsizlik meselesinin nasıl çözüleceği, eğitim ve sağlık sorununun nasıl halledileceği ile ilgili olarak genel hatları ile olsa bile elde çözümlerin bulunması lazımdır.
İslâm’i bir kitlenin hedefi ümmeti fikren kalkındırmaktır. Çünkü doğru bir kalkınma ancak fikren gerçekleşir. Dolayısıyla karşılaşılan her konuda İslâm’i fikir göstermek hem kitleyi hem de ümmeti kalkındırır. Böylece kitle İslâm’i bakış açısıyla hedefini doğru bir şekilde tespit ettikten sonra kendisini bu hedefe ulaşmaktan alıkoyacak milliyetçilik, vatancılık, mezhepçilik, tasavvuf, felsefe, mantık, menfaatçilik, liberalizm, sosyalizm, laiklik vb. düşüncelerin hepsinden soyutlanarak tamamıyla Şer'î hükümlerden kaynaklanan Şer'î çözümlere bağlanmış olur. Bunun için ise ümmeti kalkındırmayı ve İslâm'ı yeniden hayata hakim kılmayı hedeflemiş olan kitle hareket halinde kullanacağı fikirlerini, takip edeceği metodunu, hedefini açık ve net bir şekilde tespit etmeli ve ümmeti bu hususlara çağırmalıdır. Hareket halinde takip edeceği metotta karanlık hiçbir nokta bulunmamalıdır. Başlangıçta halletmesi gereken bir meseleyi hiçbir zaman zamana terk etmemelidir. Düşüncelerinde kapalılık bulunmamalı, fikirleri güneşin aydınlığı kadar açık ve net olmalıdır. İnsanlar o kitlenin kendilerini neye ve niçin davet ettiğini açık ve net bir şekilde bilmelidir. Hedefini gerçekleştirdikten sonra yapacağı uygulamalar hakkında da ümmette net fikirler bulunmalıdır. Şu anda ümmeti çağırdığı fikirlerle hedefini gerçekleştirdikten sonra yapacağı uygulamalar arasında en ufak bir farklılık dahi bulunmamalıdır. Örneğin; devlet kurulduktan sonra Müslüman olsun olmasın bütün kadınların genel hayatta tesettürlü gezmelerini emredeceğini, zina edenin, içki içenin, namaz kılmayanın, zekâtını vermeyenin kısacası Allahu Teala'nın emir ve yasaklarına karşı gelenin yine Şer'î ölçüler çerçevesinde cezalandırılacağının şimdiden ümmete açık ve net bir şekilde açıklanması gerekir. Yoksa insanların karşısına çıkıp biz hiç kimseyi zorlamayacağız, dinde zorlama yoktur, herkes dilediği gibi yaşamakta serbesttir, başını örtmek istemeyen, tesettürlü gezmek istemeyen kadınlar zorlanmaz gibi İslâm'a uygun olmayan safsatalarla ümmet asla kandırılmamalıdır. Zira Allah'ın Resulü Sallallahu Aleyhi Vesellem Mekke'de iken müşriklere neyi söylüyor idiyse, vefat edinceye kadar geçen süre içerisinde devlet haline geldikten sonra Medine'de de onlara aynı şeyleri söylüyordu. Mekke'de iken onların taptıkları hakkında inen;
إنكم وما تعبدون من دون الله حصب جهنم أنتم لها واردون "Siz ve Allah'tan başka taptıklarınız, şüphesiz ki cehennem odunusunuz oraya gireceksiniz."(Enbiya 98) ayetini, Kafirun suresini, müşrikler, Yahudiler ve Hıristiyanlar hakkında inen diğer ayetleri hiçbir değişiklik yapmadan aynen okuyordu.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in hayatına baktığımız zaman onun düşüncelerinde kapalı kalan bir noktayı asla bulamayız. Onun ortaya koyduğu düşünceler ve hükümler davasını insanlara anlatmaya başladığı zamandan vefatına kadar geçen süre içerisinde daima açık ve netti. Hayatta iken hiçbir şekilde başkalarına şirin görünmek amacıyla yağcılık yapmadı, yalan söylemedi, dini ile ilgili olarak insanların arkasından neleri söylüyor idi ise onların yüzlerine karşı da aynı şeyleri söylüyordu. Hiçbir zaman için kâfirlere karşı hoşgörülü davranmadı. Müşriklere ve onların liderlerine karşı nasıl davranması gerektiğini Allahu Teala'nın kalem suresinde belirttiği şekilde aynen müşriklere okuyordu:
فلا تطع المكذبين(8)ودوا لو تدهن فيدهنون(9)ولا تطع كل حلاف مهين(10)هماز مشاء بنميم(11)مناع للخير معتد أثيم(12)عتل بعد ذلك زنيم "Öyle ise sen yalanlayanlara uyma. Onlar isterler ki, sen yumuşak davranasın da kendileri de yumuşaklık göstersinler. Sen, yemin edip duran, izzeti nefsi bulunmayana uyma. Daima ayıplayıp, laf getirip götürene, durmadan hayra engel olana, haddi aşana, çok günahkâra, kaba, haşin ve bunlardan başka kulağı kesik (veled-i zina)olana." (Kalem 8-13)
Ayetlerde de belirtildiği üzere kâfirler daima Müslümanların yumuşak, hoşgörülü, kendiler ile diyalog halinde bulunmalarını, atalarına, putlarına, akidelerine, sistemlerine, liderlerine, yöneticilerine hakaret edilmemesini, karşı gelinmemesini, onların istekleri doğrultusunda hareket edilmesini isterler. Ayıplarının, ihanetlerinin, ümmete ve halklarına karşı işledikleri cinayetlerin yüzlerine vurulmasından asla hoşlanmazlar. Dolayısıyla da, Müslümanların veya İslâm’i hareketlerin sözlerinde açık sözlü, hedeflerinin net olması onları kızdırır. Oysa Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in hareketlerine ve Allah Subhânehu Ve Teala'nın kitabına baktığımız zaman fikirlerimizin kılıç kadar keskin, güneşin aydınlığı kadar berrak ve parlak olması gerektiğini görürüz.
Eğer İslâm’i hareketler, başlarındaki yöneticilerin ve İslâm düşmanlarının istedikleri gibi onları incitmezler, kızdırmazlar, saltanatlarını sarsacak söz ve davranışlarda bulunmazlarsa onların da müsamahalı davrandıkları görülmekte hatta ve hatta bu türden hareketlerin, çalışmaları için imkânlar hazırladıkları, çalışmalarını engellemedikleri, çeşitli yollarla onlara destek verdikleri, onlar hakkında basın-yayın organlarında övgü dolu sözler sarf ettikleri dahi görülür.
4- Sahih irade:
Sahih iradeden kastedilen bu davanın ölüm kalım meselesi haline getirilmesi, bu davanın bu dünyadaki bütün işlerden öne alınmasıdır. Ya zafer ya da bu dava uğrunda şehadet düşüncesi vazgeçilmez bir unsur olmalıdır. Zira bu dava öyle kolay kolay halledilebilecek bir iş değildir. Çünkü bu dinin hakim kılınmasının önünde dava adamı birçok sıkıntılarla, ailesinden, çevresinden, devletten gelen baskılarla karşılaşacaktır. Bu baskılara göğüs germesi, taşıdığı davanın hak dava olduğuna inanması, takip ettiği yolun doğru bir yol olduğuna inanması gerekir. Davetçinin davasını taşıma esnasında birtakım sıkıntılarla karşılaşacağını Allahu Teala şöyle bildirmektedir:
لتبلون في أموالكم وأنفسكم ولتسمعن من الذين أوتوا الكتاب من قبلكم ومن الذين أشركوا أذى كثيرا وإن تصبروا وتتقوا فإن ذلك من عزم الأمور "Andolsun ki, mallarınız ve canlarınız konusunda deneneceksiniz. Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allah'a şirk koşanlardan birçok incitici şeyler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız işte bu azme değer işlerdendir." (Ali İmran 186)
Çünkü bu davanın zafere ulaşması kısa sürede olmayabilir. Yıllarca zaman alabilir. Zamanın uzayıp gitmesi asla dava adamının azmini, kararlılığını kırmamalı, bilakis onun doğru yolda olduğuna dair inancını pekiştirmelidir. Sahih bir iradeye, azme, kararlılığa sahip olmazsa karşılaşabileceği birtakım güçlükler veya zaferin gecikmesi nedeniyle ümitsizliğe düşebilir ve bu ümitsizlik onu davayı terk etmeye, dolayısıyla da günah işlemeye yol açabilir. Gerçekten de şu anda günümüzdeki İslâm’i hareketlerin ve bu hareketler içerisinde faaliyet gösteren Müslümanların durumuna baktığımız zaman genellikle onların büyük bir kısmının özellikle hayatlarının gençlik çağlarında birtakım hareketler içerisinde aktif rol aldıklarını fakat taşıdıkları fikirlerin doğruluğundan emin olmadıklarından veya doğru bir metot takip etmediklerinden veya açık ve net bir hedefe davette bulunmadıklarından zamanla ümitsizliğe düştüklerine Allahu Teala'nın üzerine farz kılmış olduğu davayı taşımaktan uzaklaşıp dünyaya dalıp gittiklerine çoğu kere şahit olunmaktadır. Hatta kendilerine hak bir davayı götüren kimselere de; "Bir zamanlar biz de senin gibiydik. Zamanla sen de bu işlerden vazgeçersin." gibi İslâm'la bağdaşmayan sözler sarf ettikleri görülür.
Bu nedenle hem davetçi hem de davetçinin içerisinde bulunduğu kitle hak yol üzere olduğu sürece, her ne surette olursa olsun asla davasını terk etmemelidir. Karşılaşabileceği güçlükler karşısında daima kendinden önce hak davayı taşıyan peygamberleri, onların çektikleri sıkıntıları ve yinede davalarını terk etmediklerini düşünmelidir. Örneğin; Nuh Aleyhisselam 950 sene yaşamış olmasına rağmen hiçbir zaman davasını terk etmemiştir. Derin bir şekilde düşünüldüğü zaman insan ömrü için 950 senenin hiç de küçümsenecek bir zaman olmadığı bilakis insan hayatı için çok uzun bir süre olduğu unutulmamalıdır.
Aynı konu ile bağlantılı olarak kitlenin elemanlarında dava ciddiyeti bulunmalıdır. Kendilerine verilen görevleri eksiksiz bir şekilde yerine getirme konusunda azami derecede hassasiyet göstermelidirler. Davalarını daima dünyevi işlerinin önüne almalıdırlar. Dava onların zihinlerinin ve rüyalarının süsü olmalıdır. Davası için gerektiğinde işini gücünü terk edebilmeyi göze alabilmelidir. Davasını dünyalık işleri için bir basamak değil, dünyalık işlerini davası için bir basamak olarak kullanmalıdırlar. Dava adamı bu davanın yalnızca kendi eliyle zafere ulaşacakmışçasına kendini davasına vermelidir. Ben çalışmasam dahi benden başka çalışanlar, bu davayı yüklenenler vardır gibi kişide tembelliği, davadan uzaklaşmayı doğuracak düşüncelerden tamamen uzak durmalıdır. Davasını kendinden kendini de davasından ayrı görmemelidir.
5- Elemanlar arasında bağ, ideolojik bağ/akidevi bir bağ olmalıdır.Kitlenin bütün elemanlarını birbirine bağlayan bağ akrabalık, arkadaşlık, hemşehrilik, aynı dili konuşuyor olma, menfaatçilik, mezhepçilik veya bunların dışında akidevi, ideolojik bağdan başka hiçbir bağ olmamalıdır. Kitlenin elemanları birbirlerine ancak Müslümanlar oldukları, aynı fikre inanan, aynı davayı taşıyan kimseler olduklarından dolayı bağlanmalıdırlar. Vatancılık, milliyetçilik, akrabalık, menfaatçilik, bunlarda görülmemelidir. Dava asla bunların üstüne bina edilmemelidir. Zira bu dava ne belli bir kabileye veya ırka, ne belli bir bölgede yaşayan insanlara, ne de belli bir dili konuşan insanlara inmiş bir dava değildir. Bu dava insan ve Müslüman olmasında dolayı bütün Müslümanlara farz olan bir davadır. Tıpkı namaz, oruç, hac, zekât ve diğer Şer'î hükümler gibi, bu da bir Şer'î hükümdür. Dolayısıyla dünyanın hangi bölgesinde bulunursa bulunsun, hangi dili konuşursa konuşsun, derisinin rengi ne olursa olsun aynı fikri, aynı metodu, aynı inancı taşıdığı ve aynı kitle ile birlikte çalışmayı kabul ettiği sürece akidesinden ve akidesinden kaynaklanan Şer'î hükümlerin dışında hiçbir şey o kimseyi etkilememelidir. Allahu Teala'nın;
إنما المؤمنون إخوة "Ancak müminler kardeştir." (Hucurat 10) ayetinin ortaya koyduğu hüküm esas olmalıdır.
Yine Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in ve sahabenin hayatına baktığımız zaman onlar arasında İslâm akidesinden başka bağlayıcı hiçbir bağın bulunmadığını görürüz. Nitekim sahabeden Bilal b. Rebah (Bilal-i Habeşi) Habeşistanlı, Selman-ı Farisi İranlı, Süheyb Er Rumi de Bizanslı olmasına rağmen onların diğer sahabelerden hiçbir farkı yoktu. Hatta Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem çeşitli vesilelerle; “Selman bendendir”şeklindeki ifadeleri ile onları diğer sahabelerden ayırmadığını açıkça ortaya koyuyordu. Dolayısıyla dünyanın hangi bölgesinde bulunurlarsa bulunsunlar sahih bir kitlenin elemanları her zaman aynı özellikleri bünyesinde taşımalı ve birbirlerine Şer'î hükümler açısından bakmalıdırlar. Bir duvarın tuğlaları gibi birbirlerine kenetlenmelidirler.
6- Davayı yüklenme esnasında gücün ve kuvvetin yalnızca Allahu Teala'da olduğuna inanmak:
Gücün sayıca çoklukta olduğuna veya parasal zenginlikte olduğuna güvenmeden yalnızca Allahu Teala'ya dayanmak. Yalnız başına olsa bile Allah'ın kendisi ile beraber olduğuna, en sıkıntılı anlarda kendisine ancak Allahu Teala'nın yardım edeceğine kesin olarak iman etmek. Zira İslâm'ın hayata hakim kılınması emri Allah'tan gelmiştir. İnsanlar, gücün sayıca çoklukta veya parasal güçte olduğuna kanaat getirdikleri zaman yani bizler sayı bakımından çok ve parasal zenginlik bakımından kuvvetli olduğumuz zaman ancak düşmanlarımıza karşı üstünlük sağlayabiliriz inancına sahip olurlarsa Allahu Teala'nın gücünü ve kudretini bir kenara itmiş sayılırlar. İşte o zaman Allah'ın yardımı onlardan uzak olur da onlar kendi hallerine kalırlar. Zafere ulaşmaları da kesinlikle söz konusu olmaz. Bu hususu teyit eden birçok ayet ve hadisi şerif mevcuttur. Bunlardan bazıları ise şunlardır:
ياأيها الذين آمنوا إن تنصروا الله ينصركم ويثبت أقدامكم "Ey iman edenler eğer siz Allah'a(dinine) yardım ederseniz Allah'ta size yardım eder ve ayaklarınızı sabitleştirir. " (Muhammed 7)
Allahu Teala sayıca az olmalarına ve zor durumda bulunmalarına rağmen Bedir savaşında Müslümanlara nasıl yardım ettiğini Ali İmran suresi 123-126 ayetlerde şöylece bildiriyor:
ولقد نصركم الله ببدر وأنتم أذلة فاتقوا الله لعلكم تشكرون(123)إذ تقول للمؤمنين ألن يكفيكم أن يمدكم ربكم بثلاثة آلاف من الملائكة منزلين(124)بلى إن تصبروا وتتقوا ويأتوكم من فورهم هذا يمددكم ربكم بخمسة آلاف من الملائكة مسومين(125)وما جعله الله إلا بشرى لكم ولتطمئن قلوبكم به وما النصر إلا من عند الله العزيز الحكيم "Andolsun ki siz düşkün bir durumda iken Bedir'de Allah size katî bir zafer vermişti. Allah'tan korkun ki şükretmiş olasınız. Hani sen Müminlere; İndirilmiş üç bin melekle Rabbınızın size yardım etmesi yetmez mi? diyordun. Evet, sabreder, sakınırsanız ve onlar da hemen üzerinize gelirlerse, Rabbınız size nişanlı beş bin melekle yardım edecektir. Bu yardımı Allah, size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Yoksa zafer, ancak aziz ve hakim olan Allah'tandır." (Ali İmran 123-126)
Dolayısıyla davayı taşımada zaferin ancak Allahu Teala'nın yardımı ile gerçekleşeceğine kesin bir şekilde kanaat getirmek ve ihlasla amel etmek gerekir. Sayıca çokluk zaferin kazanılması için sebep değildir. Kitlenin çalışıp bu davayı taşıyacak yeni kimseler kazanmaları ancak bir Şer'î hükmün yerine getirilmesi içindir. Samimiyet ve ihlas olmadığı müddetçe, yapılan çalışmalar sırf Allah'ın rızasını kazanmaya yönelik olmadıkça, gerçek güç ve kudretin yalnızca Allah'ın elinde olduğuna kesin bir şekilde kanaat getirilmedikçe, sayı ve para bakımından ne kadar büyük miktarlara sahip olunursa olunsun zafer elde edilemez. İslâm tarihinde bunun birçok örneği vardır. Sayıca çokluğun zaferi kazanmak için yeterli bir sebep olmadığının en büyük göstergelerinden birisi Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem zamanındaki Huneyn gazvesidir. Huneyn'de Müslümanlar sayıca çoklukları ile övünüyorlar ve Huneyn'e yönelmiş olan İslâm ordusunun asla mağlup olmayacağını konuşuyorlardı. Sayıca çoklukları onların çok fazlası ile hoşlarına gitmişti. Ancak İslâm ordusu henüz Huneyn vadisine girer girmez tepelerine yağmur gibi yağmakta olan oklar karşısında çil yavrusu gibi dağılmaya başlamıştı. Böylece sayıca çokluklarının zafer kazanmaları için yeterli olmadığını Allahu Teala hemen orada onlara gösteriyor ve bu hususu ayeti kerimede şöylece açıklıyordu:
لقد نصركم الله في مواطن كثيرة ويوم حنين إذ أعجبتكم كثرتكم فلم تغن عنكم شيئا وضاقت عليكم الأرض بما رحبت ثم وليتم مدبرين "Andolsun ki Allah, size birçok yerde ve Huneyn gününde yardım etmiştir. Hani, çokluğunuz sizi böbürlendirmişti de size bir faydası olmamıştı. Yeryüzü genişliğine rağmen size dar gelmişti. Sonra gerisin geri dönüp gitmiştiniz." (Tevbe 25)
Öte yandan az sayıda ancak daha samimi ve ihlaslı bir kitlenin zaferin kazanılmasında daha etken olduğunu gösteren olaylar vardır. Yalancı peygamber Müseyleme ve beraberindeki orduya karşı Yemame'de Halid b. Velid komutasındaki İslâm ordusu ile kırk bin kişilik Müseyleme'nin ordusu arasında şiddetli bir çarpışma olmuştu. Halid b. Velid Müseyleme'nin ordusuna karşı yaptığı ilk hamlede başarı elde edemeyince ordusunu geri çekti ve ardından ikinci bir hamle yaptı. İkinci hamlede de başarı elde edemeyince ordu içerisindeki askerler arasında ayrım yaparak onların bir kısmını geri gönderdi. Orduda İslâm'a ilk girenleri, Ensar'dan ve Muhacir'den olanları bıraktı. Daha az sayıda ancak daha samimi, ihlaslı bir kitle ile Müseyleme'nin ordusuna karşı yaptığı üçüncü hamlede zafer elde etti. Bu nedenle samimiyet ve ihlas kitlede bulunması gereken en önemli özelliklerden birisidir.
Daima Allah'a tevekkül halinde bulunmak, Allah Subhânehu Ve Teala dilemedikçe hiçbir şeyin gerçekleşmeyeceğine, Allah Subhânehu Ve Teala dilemedikçe hoşumuza gitmeyen sıkıntıların bize isabet etmeyeceğine kesinlikle iman etmek olmazsa olmazlardandır. Allah Subhânehu Ve Teala şöyle buyurdu:
قل لن يصيبنا إلا ما كتب الله لنا هو مولانا وعلى الله فليتوكل المؤمنون "Deki; Allah'ın bizim için yazdığından başkası bize erişmez. O bizim Mevla'mızdır. Onun için müminler Allah'a tevekkül etsinler." (Tevbe 51)
7- Taşıdığı fikirler dava adamında açık ve net bir şekilde yerleşmiş olmalı:
Belli bir kitle ile çalışan kişilerde insanları neye ve ne için çağırdığına dair fikirler tamamen yerleşmelidir. Sırf birileri söylediği için veya kendisine birtakım fikirleri anlatan kişiyi sevdiği için veya insanları birtakım fikirlere davet edenlerin toplum içinde çokça meşhur olmuş kişiler olmasından dolayı körü körüne taklitçilik yaparak değil bilinçli bir şekilde davasına inanmalı ve taşıdığı fikirler kendisinde mefhum haline gelmelidir. Nerede bulunursa bulunsun yalnız da olsa fikirlerini topluma rahat bir şekilde aktarabilmeli. Anlattığı, insanları çağırdığı fikrin delillerini karşısındaki insana aktarabilmelidir. Zira Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi Vesellem sahabesini böyle yetiştiriyordu. Habeşistan'a hicret eden Müslümanlar Necaşi'nin kendilerine İsa ve Meryem Aleyhisselam hakkındaki sorularına şöyle cevap veriyorlardı; Bu konuda bize Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in bildirdikleri dışında bir şey bilmiyoruz diyerek konu ile ilgili Meryem suresindeki ayetleri okuyorlardı. Gerek Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in hayatında olsun gerekse Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in vefatından sonra olsun sahabeler taşıdıkları fikirleri hiçbir zaman körü körüne taşımadılar. İnsanları neye davet ettiklerinin her zaman bilincinde idiler. Anlattıkları konunun delilini biliyorlar ve delilini bilmedikleri bir konu hakkında konuşmaktan çekiniyorlardı. Günümüzde de doğru bir kitlede ve kitlenin elemanlarında aynı özelliklerin bulunması gerekir. Bilinmesi gereken temel konular hakkında ben bilmem ağabeyim bilir, hocam bilir vb. sözler hiçbir şekilde geçerli mazeretler değildir ve doğru da değildir. Dava adamının, hem insana neler götürmesi gerektiğini yani o anda üzerine farz olan hususun ne olduğunu bilmesi, hem de götüreceği fikirler hakkında yeterli bilgiye sahip olması mutlaka şarttır.
Buna göre bugün İslâm davasını taşıma görevini ifa ettiğini iddia eden Müslümanlar şu hususu çok iyi bilmelidirler. Şu anda Müslümanların üzerine düşen farz, ne Müslüman olmayanların Müslüman olmalarını sağlamak, ne fakir öğrencilere yardım toplayıp onlara yurtlar, dershaneler açmak veya Kur’an kursları açıp oralarda hafız öğrenciler yetiştirmek, ne de özel okullar veya üniversiteler açmaktır. Bugün Müslümanlar arasında cari olan bu ve benzeri faaliyetlerin hiçbiri Müslümanların üzerlerine düşen farzlardan değildir. Herhangi bir Müslüman veya cemaat bunlardan herhangi birisini yaparsa Allahu Teala katında sevap kazanır. Ancak kesinlikle Allahu Teala'nın üzerine farz kılmış olduğu İslâm’i hayatı yeniden başlatma farziyetini yaniRaşidi Hilâfet Devleti'ni kurma farzını eda etmiş sayılmayacağı için Allah'ın huzuruna günahkar olarak çıkacaktır. Çünkü bu türden çalışmaların hiçbiriHilâfet Devleti'ni kurma farziyetini yerine getirme çalışmasından sayılmaz. Nasıl Ramazan ayının dışında nafile bir oruç tutan kimse farz olan Ramazan orucunu tutmuş sayılmıyorsa, geceleyin gece namazı kılan veya kuşluk namazını kılan bir kimse kıldığı bu namazlardan sevap kazanmış olsa bile üzerine farz olan beş vakit farz namazlarını kılmadığı sürece bunların sorumluluğundan kurtulamıyorsa, yukarıda saydığımız birtakım hayır amellerini yapan bir kimse de Hilâfet Devleti'ni kurma farzını yerine getirmiş sayılmaz. Çünkü bunların her biri hakkında İslâm'ın hükmü ve edasında İslâm'ın ortaya koyduğu metod farklıdır. Namaz kılmanın şekli farklı olduğu gibi oruç tutmanın veya hac etmenin şeklide birbirinden farklıdır. Aynı şekilde Hilâfet Devleti'ni kurmanın metodu da bunların hepsinden farklıdır.
Üstelik bunların tamamı bu işlerle uğraşan Müslümanların veya bu hareketlerin başında bulunan şahsiyetlerin yukarıda da belirttiğimiz gibi hedeflerinin ne olduğunu, neyi, ne zaman ve nasıl yapmaları gerektiğini de bilmediklerinin göstergesidir. Zira bu türden faaliyetlerin tamamı İslâm'a uygun oldukları sürece kişiye Allahu Teala katında sevap kazandırsa bileHilâfet Devleti'ni kurma farziyetini yerine getirmediği için de Müslümanların enerjilerinin başka alanlarda harcanmasına, hedefin saptırılmasına Müslümanların kafalarının bulandırılmasına neden olmaktadır.
Genel bir çerçeve içerisinde sahih bir İslâm’i kitlede bulunması gereken özellikler bunlardır. Herhangi bir Müslüman Allah'ın üzerine farz kıldığı İslâm’i hayatı yeniden başlatma farziyetini yani Hilâfet Devleti'ni kurma farziyetini yerine getirmek istediği zaman beraber çalışacağı kitlede bu özelliklerin bulunmasına dikkat edilmelidir ki, çalışması boşa gitmesin. Yaptığı çalışma hem Allahu Teala katında hem de bu dünyada zikre değer bir çalışma olsun.


2 yorum:

  1. İslâmî çözümün gerçekleşmesi İslâm toplumunu ve onun için de İslâm Devletinin kurulmasını gerekli kıldığı için, bu yoldaki faaliyet, kitle faaliyeti yani, hizbî (partisel faaliyet) olmalıdır. Yani fikrî ve siyasî olmalıdır. Neden hizbî olmalıdır?. . . denirse deriz ki; bu iş bir Devlet kurma işidir... Yani siyasî bir iştir. Hizib (parti) ise belli bir siyasi gaye etrafında toplanmaktır... Siyaset insanların işlerini belli bir akideden çıkan fikir ve hükümlerle gütmektir. Halifeyi nasb etmek te siyasî bir iştir.. Dolayısıyla bu gaye için yapılacak faaliyetin hizbî bir faaliyet olması kaçınılmazdır. ..'

    Evet, Islâm Devletini kurmak yoluyla İslâm hayatını yeni den başlatmak için çalışılması, ferdî çalışmayla gerçeklişmesi mümkün olmayan bir iştir. İslâm Devletinin kurulmasının farziyeti ile ilgili delilleri göstermekle bunun gerçekleşmesi için bir kitle ile beraber çalışmanın farziyetini de göstermiş olduk. Bu farziyet »Bir vacibi yerine getirmek için gerekli olan şeyler de vaciptir.» şerî kaidesi gereğince olmaktadır...

    YanıtlaSil
  2. Evet, İslâmî çözümün gerçekleşebilmesi için mutlaka yeterli bir fikrî ve siyasî açıdan. İslâmî çalışmanın olması gerekir. İstenen İslâmî çalışmanın da kapsamlı olması, sağlam bir temele, metoda dayanması lazımdır. Bu çalışma ancak bu şekilde Allah’ın razı olduğu bir çalışma olur; Allah’ın takdir ettiği günde meyvesini verir ve hedeflerini gerçekleştirebilir.

    0 halde bu gerekli olan İslâmî çalışmanın ve İslâm Davetini, Davasını yüklenmenin keyfiyeti nasıl olmalıdır?...

    YanıtlaSil