24 Mayıs 2015 Pazar

ISLAMI BİR PARTİNİN İÇİNDE BULUNDURMASI GEREKEN BAZI HUSUSLAR

Her şeyi yoktan var eden, Ademoğlunu yeryüzüne halife kılan, Ademoğulları arasında İslam ümmetine liderlik ve kumandanlık görevini veren, Alemlerin Rabbi olan Allah(cc)’a hamd olsun. Salat ve selam gönderdiği elçiye ve onun risaletini kabul edip sorumluluk ve yükümlülüklerini yerine getirmeye hazır olan ashaba olsun. Onlar ki, yeryüzünde Allah’m insanoğluna yüklediği görevi tereddütsüz kabul etmişler ve hayatlarını bu misyona adamışlar. Mekke’de Resul (S. A.V.)’in kitlesine katılıp, zalim ve müşrik olan güçlü kabile başkanları ile amansız mücadeleye giriştiler. Ve sarf ettikleri gayret ve gösterdikleri fedakarlık neticesinde, Allah’u Tealanın istediği istikamette şeri ahkamı infaz edecek gücü ve otoriteyi bulma yönünde insanlara bu otoriteyi ulaştırma yönünde geri dönmez ve uzlaşmayı kabul etmez adımlar attılar. Ve bu otoriteyi elde edebilecek ve Allah’ın indirdiği ile hükmetme görevini yerine getirebilecek muktedir bir kitlenin içinde bulundular.

İslam devletinin yıkılması ile Müslümanlar önünde Resul (S.A.V.) ve sahabelerin Mekke’de yürüdükleri yol yine açıldı. Aynı görevleri kabul edecek ve sorumlulukları üstlenebilecek insanlar için, Ashabın elde ettiği sevaba ve Allah indinde ulaştıkları makama erişebilmek için, yeni ve herkese nasip olamayan fırsat doğdu. Hilafeti ikame etmek için İslam’i bir kitle kurmak farz oldu. Ve bizim için bu kitlenin kurulması, sonrada onunla çalışılması, o farziyetin yerine getirilmesi ve sorumluluktan kurtulunması için yeterli olmuyor. Nitekim Hilafetin yıkılışından beri yüzlerce grup bunun için çalışmışlardır ve kitlelerini geliştiremedikleri düşüncelerini ve benimsedikleri içtihatları
doğru tayin etmedikleri için aralarında bağlarını kontrol edemedikleri ve sağlam tutmadıkları için, bu görevi hakkı ile yerine getirememişlerdir. Demek ki, kitle meydana getirmek ve onunla çalışmak farziyetin yerine getirilmesi için yeterli değil. Daha önemlisi bu kitlenin bu görevi gerçekleştirebilmesi için muktedir bir kitle olmasıdır. Yani bu vacibi yerine getirebilecek bütün vasıflara, sıfatlara, özelliklere, önüne çıkabilecek bütün engellere, baskılara iç ve dış buhranları tedavi edebilecek güç ve kapasiteye sahip olabilmesi demektir. Eğer bunu yapabilecek güçte değilse Allah’u Teala bu kitle için gerekli kıldığı şartları yerine getiremezse vacibiyet üzerinden kalkmamış olur.

Bu kitle için geçerli olduğu gibi, kitle ile çalışan fert için de geçerlidir. Fert bu vacibi yerine getirebilecek güce sahip değilse, muktedir değilse, doğru yolda olan bir kitle ile çalışsa bile bu çalışması yetersiz ve eksik olur. Bu çeşitli nedenlerden olabilir. Mesela; fikri yetersizlik, tembellik, korkaklık vs’den dolayı farzı yerine getirmiş sayılmaz. Çünkü bir vacibi yerine getirmek için gerekli olanlarda vaciptir şeri kaidesi devlet ve kitle için geçerli olduğu gibi, fert içinde geçerlidir. Şeri kaide geneldir. Bütün olayları içine alır.

Aralarında sahih bir rabıtanın bulunması bu kitlenin fertleri için kaçınılmaz bir şarttır. Bir araya geldikten sonra hedefi, metodu ve fikirlerini tayin ettikten sonra devamlı ve sağlıklı, ayrılmadan ve ihtilafa düşmeden yollarında yürüyebilmeleri için aralarında sağlam ve dayanıklı bir bağ olması gerekir.

Bu gerçekleştirilmez ise gayesi doğru, düşüncesi sınırlandırılmış, metodu da düşünceden doğan doğru metod olsa bile fikirleri vakıaya uygun olsa bile ve problemlere çare getirmeye hazır olsa bile çalışma eksik olur ve yarı yolda başarısızlıkla sonuçlanır. Bu şartın titizlikle, eksiksiz yerine getirilmesinden hem kitle sorumludur hem de kitle ile çalışan fertler tek tek sorumludurlar. Çünkü bu kitlenin bir iç meselesidir ve fertlerin bu şarta riayet etmeleri, muktedir bir kitleden gücünü kaybeden bir kitle ortaya çıkar. Salih ve sağlam bir bağ dediğimizde ilk akla gelen fikir ve düşünce bağıdır. Bu doğrudur, çünkü hem ferdin hem kitlenin kem devletin çekirdeği düşüncesidir. Beynin vücûttaki görevini, düşünce parti ve devlette görür. Bir araya gelmenin de ana sırrı, bu düşünce doğrultusunda belirli bir yolda muayyen bir gayeye doğru yürümektir.

Fikir geldiğinde insan sırf içgüdüsel davranışlar dünyasından uzaklaşır ve insanlar arasında yerini alır. Kitle ile çalışan eleman, kitlenin benimsediği hayat ve çeşitli olaylar ve durumlar hakkındaki mefhum ve düşünceleri doğru bulup, benimsediğinde artık fikren ona bağlanmış sayılır ve düşüncelerini ve kanaatlarını değiştirmedikçe kitlenin bir parçası sayılır. Vakıaya uygun olan fikirlerin mevcut olduğu kitlelerde bu bağ çok sağlam olur ve bu konuda ihtilaf veya problem doğmaz. Yanlış düşüncelere bina olunmuş her bir hareket ise dağılmaya mahkumdur. Er veya geç o düşüncenin veya kuralın doğru olmadığı ortaya çıkacaktır ve insanlar doğruyu başka yerde aramaya yönelecektir.

Sağlam ve sıhhatli fikirler üzerine kurulmuş olan kitlenin yalnız bu düşünce bağı ile sınırlı kalması doğru değildir. Fertler arasında mevcut olması gereken ikinci tür bağ duygu, kalbi veya gönül bağıdır.

Bildiğimiz gibi insan programlanmış bir robot gibi belirli talimatları kabul edip hareket eden mekanik bir varlık değildir. Ara sıra tereddüt eder, beğenmez, nefsine
yediremez, kibirlenir, nefret duyar, sevinir, korkar ve daha pek çok duygular insanoğlunu her an kapsayabilir. Bu duygular düşünce gibi sonradan elde edilen şeyler değildir. Bunlar insanoğlunun devamlı içinde mevcut olan hislerdir. Ekseriyet bu duygular düşünceye bağlı olurlar, fakat aksi durumlarda mevcuttur. Bir de uygulanan nizam ve sistem ile insanın düşünceleri arasında bir ihtilaf varsa, zayıf karakterli birisi duygularını çok kolay değiştirebilir. Faizin kötü olduğu fikri kendisinde mevcut olduğu halde faiz parasını elde ettiğinde sevindiği gibi durumlar.

Çoğu zaman duygu, meydana gelen olaylarda gösterilen ilk tepkidir. Ani olduğundan dolayı, kontrol edilmesi de zor olur. Neye sevinilecek veya kızılacak, ne hoş görülecek ve neden nefret edilecek, çocukluk yıllarında anne, baba, okul tarafından öğretilir. Ve bu duyguların sonradan doğru değişmesi zor olur. Fikrin değişmesi bundan daha kolaydır. Mesela 20 yaşına kadar M. Kemal sevgisi aşılanmış birine onun hatalarını ve yaptığı ihanetleri anlatabilseniz bile, yinede o vatanı kurtarmıştır diye bir saçmalık duyarsınız. Ondan dolayı bir duyguyu değiştirebilmeniz için kapsamlı geniş çaplı ve derin bir düşünce reformu gerçekleştirmeniz gerekir.

Hilafetin kaldırılışından sonra onun en yakın bir zamanda kurulması daha kolay olurdu, çünkü İslami duygular herkeste mevcut idi. Gerekli olan ancak lazım olan düşünce ve fikirleri vermekti. O nesil kaybolduktan sonra arkadan yetişenlere laiklik ve Atatürk sevdası yerleştirildi. Ve şu anda bu sevgi belirli bir kesimde devam ediyor. Bunun için M Kemal “Ben T.C’.ini gençlere emanet ediyorum” demiştir. Bunun anlamı yaşlılardan bir şey beklemiyorum demektir

Demek ki; düşüncenin değişmesiyle otomatikman duygularda değişmeyebilir
Bazen eski hallerden bir eser kalabiliyor. Bu sonradan değişen insan için çok daha geçerlidir. İşte düşünceleri değiştirebilen kitle bu duyguların değişip değişmediğini kontrol etmeli. Aslında samimi ve dürüst bir insanın bu nefis muhasebesini gözetmesi ve yapması kaçınılmazdır. Onun çalışması duygularını düşünceleri istikametinde ortaya koyması kaidesini gerçekleştirmek olması gerek.

Ne kadar duygular insanın iç alemi olsalar bile yine onların yansımaları olur. Hatta bazen o duygu kontrolsüz halde dışa çıkar. İşte onun doğru bir şekilde düşünceye bağlı olarak ifade edilmesi için her fert ve grup çalışması gerekir. Resulullah (S. A. V.) bu işi şöyle yapıyordu:

İbni Hişam şöyle dedi:

Resul (S.A.V) işte o bahşişlerden verdiği şeyleri ve Arap kabilelerine dağıttığında ve Ensara bir şey vermediğinde, Ensardan işte bu grup içlerinde bir burukluk hissettiler, hatta onlardan adi sözler çoğaldı, öyle ki, onlardan bir sözcü şöyle dedi: Vallahi Resulullah (S.A.V) kavmine kavuştu.

Bunun üzerine Resul (S.A.V) onlara geldi ve Allah’a hamd etti ve ona layık olduğu şeyle sena etti. Sonra şöyle dedi:

“Ey Ensar topluluğu sizden bana varan dedikodu nedir? Bir his ki, onu bana karşı içinizde duymaktasınız. Sîzler dalalettekiler olduğunuz halde ben size gelmedim mi? Böylece Allah sizi hidayete erdirmedi mi? Sîzler fakirdiniz Allah sizi zengin etmedi mi? Sizler birbirinize karşı düşmandınız da Allah sizin kalplerinizi birleştirmedi mi?...

Ey Ensar topluluğu dünyadan yeşil bir bakla (dünya güzellik ve nimetleri) hakkında hislere kapıldınız ki, onunla Müslüman olsunlar diye bir kavmi
ısındırdım, ülfet ettirdim. Sizi ise İslam’ınıza ısmarladım. Ey Ensar topluluğu insanların davarlarla ve develerle gitmesine karşılık sizin Resulullah ile yolculuğunuza dönmenize razı olmaz mısınız? Muhammedin nefsi elinde olan zata yemin ederim ki, şayet hicret olmasaydı elbette Ensardan bir kişi olurdum ve şayet bütün insanlar bir yola sülük etseler ve Ensar’da ayrı bir yola sülük etseler elbette ki, Ensarın yoluna sülük ederdim. Ey Allah ’ım Ensara ve Ensarın: çocuklarına ve Ensarın çocuklarının çocuklarına rahmet et. ”

Bunun üzerine Ensar ağladı, öyle ki, sakalları ıslandı. Dediler ki, “payımız ve kısmetimiz olarak Resulullah ’a razıyız ” (İbni Hişam)

Doğru duygusal tepki düşünceye bağlı olandır. Kitle ile çalışan birinin de duygusal tepkisi o kabul ettiği kitlenin fikirlerine bağlı olan duygulardır. Kendi başına bırakılmış benzeri olaylarda çeşitli tepkiler doğru değildirler. Kitlenin bir ferdi bir olaya seviniyorsa bu diğerinde nefret uyandırmamalıdır. Bir vakıa birisi tarafından hoş görülüp gönlü huzur buluyorsa, diğeri tarafından zem edilemez.

Bu tek duygusal tepkililik gerçekleşmedikçe sahih rabıta mevcut değildir.

Duygular zorla değil de kendiliğinden düşünceye boyun eğmedikçe bu bağların her an kopması mümkündür.


“Siz içinizdekileri değiştirmedikçe Allah sizin halinizi değiştirmez.” (Rad:ll) mealindeki ayeti kerimenin muhtevası düşüncelerin ve mefhumların değişmesiyle beraber duyguların değişmesini de kapsar.

Resul (S.A.V.) kitlesinin sağlamlığı
doğru fikirler ve aralarındaki sevgi üzerine bina olunmuştur. Allah için sevmek ve Allah için nefret etmek onların baş kaidelerinden biri idi. Zaten kardeşlik ilkesinin de anlamı budur. Zorla güzellik olmaz sözü de bunu anlatmak ister

Sevgi duygusu bazı eylemlerden veya bazı şeylerden doğan tepkidir. Bu duyguyu meydana getirmek için bazı eylemlerde bulunulması gerekir. Birisine karşı iyi davranmayan ve sevgi doğuracak davranışlarda bulunmayan insan, sevgi beklemesi anlamsızdır. Ve ben bu adamı seviyorum demesi de boş bir sözdür. Ben bu zatı seviyorum çünkü o Müslüman’dır demesi de eğer davranışları sevgiye yönelik değilseler, hiç bir şey ifade etmez.

Sevginin meydana getirilmesi için Allah’u Teala Müslümanları bazı amellere mecbur kılmıştır. Zekat, yardımlaşma vs. ve karşılığında sayısız nimetler vadetmiştir.

İslâm tarihi fedakârlık ve hasenat ile doludur. İnanç bağını, kan bağından daha önemli yere koyan bu düşüncenin başarısızlığı düşünülemez. Ancak düşünce ile duygu birleştiği zaman bu başarı beklenebilir ve kitle gayesini gerçekleştirmek için muktedir bir kitle olur. Bu konudaki hastalığa dikkat etmemek pek yakın zamanda iltihap meydana getirir ve bazı parçaları kesmek zaruri olur. Bu da vakit kaybı, gayret kaybı pahasına olur. Ve genel işlerde aksamalar olur. Bundan dolayı uyanık ve samimi kişiler bu hastalıklara dikkat edip, tedavi etme yolunu aramaları gerekir. Her ferde düşen görevde kendini daima ve samimi kontrol etmesidir. Herkes fedakârlık ve sevgi eylemleri gösterip, diğerlerini de teşvik edecek. Salih ve muhlis olacak. Kin ve nefreti kardeşleri için değil düşmanları için saklayacak.

Kalbi katı değil, yumuşak olmalı. Ancak
böyle münasebetlerinde sağlam ve devamlı bağlar kurabilir ve kitle içinde sahih bağı muhafaza etmiş olur. Aksi halde yalnız kendisinin değil kitlenin zarar görmesindende Allah indinde sorumlu olur.

Allah’u tealâ Resul (S.A.V.)’e şöyle davranış yolu gösterdi:

“Allah’ın rahmetinden dolayı, ey Muhammed, sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onlara mağfiret dile, iş hakkında onlara danış, fakat karar verdin mi Allah'a güven, doğrusu Allah güvenenleri sever. (Ali İmran: 159)

Bu ayeti müfessir şöyle tefsir eder: “Seni onlara karşı ve onları da sana karşı yumuşak davrandıran Allah ’ın rahmetidir. Seni onlara karşı yumuşak ve merhametli yarattı. Eğer kaba ve katı yürekli olsaydı, onun etrafında gönüller birleşmez, duygular toplanmazdı. İnsanlar merhametli bağıra, müsahamakâr tebessüme, onları ihata eden şefkata, cehaletleri, zaaf ve noksanlıklarıyla sıkmayan hilme muhtaçtırlar. Onlara veren, fakat kendilerinden bir şey beklemeyen, onların üzüntülerine katlanıp, kendilerini üzmeyen, yanında daima ihtimam, riayet, sevgi ve şefkat, müsamaha ve rıza buldukları bir kalbe muhtaçtırlar. Resulullah ’ın eline ne geçtiyse şefkatli bir müsamaha ile onlara verdi. İyiliği, şefkati ve sevgisiyle onları çepeçevre sardı. Bir kere olsun kızmadı onlara. İşte Resulullah (S.A. V.) böyle bir kalbe sahipti. ”




1 yorum:

  1. “Seni onlara karşı ve onları da sana karşı yumuşak davrandıran Allah ’ın rahmetidir. Seni onlara karşı yumuşak ve merhametli yarattı. Eğer kaba ve katı yürekli olsaydı, onun etrafında gönüller birleşmez, duygular toplanmazdı. İnsanlar merhametli bağıra, müsahamakâr tebessüme, onları ihata eden şefkata, cehaletleri, zaaf ve noksanlıklarıyla sıkmayan hilme muhtaçtırlar. Onlara veren, fakat kendilerinden bir şey beklemeyen, onların üzüntülerine katlanıp, kendilerini üzmeyen, yanında daima ihtimam, riayet, sevgi ve şefkat, müsamaha ve rıza buldukları bir kalbe muhtaçtırlar. Resulullah ’ın eline ne geçtiyse şefkatli bir müsamaha ile onlara verdi. İyiliği, şefkati ve sevgisiyle onları çepeçevre sardı. Bir kere olsun kızmadı onlara. İşte Resulullah (S.A. V.) böyle bir kalbe sahipti. ”

    YanıtlaSil