16 Kasım 2016 Çarşamba

ARŞİVLEDİKLERİM.14

Bugün
PARALEL DİN1-dot
HALBUKİ..... Allah,hem bu kâinatın yaratanıdır hemde İnsanoğlunun yaratanı.İnsan denen varlığın fıtratıyla kâinat sahnelerinin anlaştıkları gizli bir dil vardır.İnsan fıtratının sadece kâinat sahnesine ve onun esrarına yöneltilmesi kafidir. İnsanoğlunda mevcut alıcı-verici cihazların uyanması ve harekete geçmesi için kâfidir. İşte o dil budur. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI.BağlantıMüslümanların fethettikleri topraklardaki yaşayan insanların sahip oldukları İslam öncesi din ve felsefeleri unutulup gitmedi. Fethin etkisinden kurtulup İslam toplumu içerisinde ayakları yer tutma…

Senin gönderinden kaydedildi
Eşyaların Dili Olsaydı 😂😂1-dot
Dili olan eşya da kendini anlatamıyor. http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/08/blog-post.htmlVideoEşyaların Dili Olsaydı 😂😂
ELMALILI TEFSİRİNİ M. KEMAL Mİ YAZDIRDI?
Şeriatı, yani Kur'an hukukunu kaldırıp yerine Batılıların kanunlarını alan, şapka yüzünden nice âlimi idam ettiren, 600 yıldır kullanılan Kur'an harflerinden oluşan alfabeyi iptal ettirip onca tarihî mirası, ilmi, irfanı yok eden, Meclisteki son konuşması gibi İslam’ın ve Peygamberimizin aleyhinde onlarca çirkin söz söyleyen birisi, hiç Elmalılı’ya tefsir yazdırtır mı diye sorgulasa insan bu tür çelişkilere düşmez. Bu karakterde ve bu zihniyette birisi tefsir yazdırıp halkın İslam'ı doğru tanımasını ister miydi? Gizlenen Atatürk gerçeği https://www.youtube.com/watch?v=RE8plih0wPo ŞİRK'İN DEVLET ELİYLE RESMİLEŞTİRİLMESİ ! https://www.youtube.com/watch?v=LtqXeLaRr0UBağlantı

Senin gönderinden kaydedildi
İnsani yanımızı çoğaltmalıyız1-dot
Müslüman filozoflar, düşünürler, bilim adamları seküler normları ve bunların üzerimizdeki tahakkümünü sorgulayarak, İslami normları kendi toplumlarımızda gerçek kılmayı başaramadılar. Bizler, Müslümanlar olarak, İslami geçmişi bir araştırma nesnesine dönüştürmek suretiyle şeyleştirdik. Bu durum İslami bütünlüğü temsil sorumluluğu ve kaygısı taşıyan Müslümanlar açısından çok yaralayıcı, çok incitici bir durumdur. Başkalarına, başkalarının normlarına maruz kalarak yaşadığımız dini hayatlar, İslami bütünü temsil etmeyen folklorik dindarlıklardan ibarettir. İslam dünyası toplumları, kültürleri, İslami entelektüel dünya bu seküler bağımlılık biçimini aşabilecek bağımsız İslami bir düşünce, kültür ve medeniyet sistemi oluşturamamıştır. ******** Fikir burada,kültür ve medeniyet sistemi oluşturmak Müslüman filozoflar, düşünürler, bilim adamlarına kalıyor. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/11/asl-olan-vakann-esyadaki-ozellikleri.html?spref=fbBağlantıAGEMDER

Senin gönderinden kaydedildi
İNSANIN HAYATA BAKIŞI NASIL OLMALIDIR? İnsanın hayata bakış açısı, onun yaşamı açısından çok önemlidir. Çünkü süreceği yaşam onun hayat hakkındaki anlayışına göre şekil alır. Temel dinamik ve kişinin hayat hakkında kabul ettiği temel fikir ne olursa, süreceği yaşam da onun üzerine binâ edilecektir. Kişi şu soruları kendisine sormalı, cevap verirken de insaflı davranmalı, cevaplarda kesinlik ve katiyyet aramalıdır. Bu kesinlik ve katiyyet onda imanı meydana getirecektir. İman kelimesi şeksiz, şüphesiz emin olma anlamına gelir. İslâm'ın hayat hakkında ortaya koyduğu fikir, her şeyin öncesinde bir yaratıcının varlığına iman ki o da; Allahu Teala'dır. Hayat sonrasına da iman etmek gerekir ki o da; Ahiret günüdür. Hayat ile hayat öncesi arasındaki münasebet iki konuyu kapsar. Yaratıcı, yaratık ilişkisi ve Allah'ın emirleri. Hayat ile hayat sonrası arasındaki münasebet de iki şeyi kapsar. Ölümden sonra dirilme, haşr-u neşr ve insanın dünyada yaptığı fiillerinden sorulması. a-) Allah'a İman Allah'a iman yani onun varlığına iman, bizler için atalarımızdan kalma geleneksel bir iman olmaktan çıkıp, daha delilli ve tahkiki olmalıdır. Yani insan Allah'a iman etmesi gerektiğini araştırma ve incelemeler sonunda ikna olarak anlamalı ve bundan emin olmalıdır. Aksi taktirde kişinin Müslüman anne ve babadan doğması bir avantaj kabul edilebilir. Kişi tahkiki imanı gerçekleştirdiği takdirde Yahudi bir anne babadan veya dinsiz bir anne babadan olması onu etkilemeyecektir. Çünkü o araştırması sonucu Allahu Teala'yı tespit edecektir. Geleneksel olarak iman eden kişi Hıristiyan bir anne babadan doğdu ise Hıristiyan, Yahudi anne babadansa Yahudi ve ateist anne babadansa ateist olur. Çünkü o kişide taklitçilik mevcuttur. Bu anlamda Müslüman Allah'a olan inancını delilleriyle, kanıtlarıyla tahkiki olarak kabul etmesi gerekir. Allahu Teala'nın varlığını şu üç yolla bulabiliriz: 1-) İnsanoğlu aciz bir varlıktır. Bu sebeple aciz olmayana yönelir. 2-) İnsanoğlunda mevcut olan içgüdülerden 'tapınma içgüdüsü' onu bir yaratıcıya kulluk etmeye zorlar. 3-) Eşyayı kontrol ettiğinde ve onu incelediğinde (asi olan insan haricinde) her şeyin görevini harfiyen yerine getirdiğini ve insanın müdahalesi olmadığı sürece tabiatın müthiş bir düzene sahip olduğunu görür. Bu düzenin içindeki varlık birbiri ile ilişkili ve birbirine bağımlıdır. Bu da göz önünde bulundurulduğunda kendiliğinden oluşması imkansızdır. Sonuç itibariyle mutlak yaratıcıya ihtiyaç vardır. Bazı ideolojiler varoluşu tesadüflere bağlamışlardır. Bazıları için ise, varoluşun sebebinin yaratılmışlık veya tesadüfîlik olmasının o kadar da önemli olmadığı kanaatini taşımaktadır. Müslümanlar için, yukarıda saydığımız şıklardaki esaslar önem arzeder. Çünkü temel budur. Baştan söylediğimiz gibi temel sağlam ise bina sağlam olur, temel bozuk ise bina ihtişamına rağmen yıkılmaya mahkûmdur. Yukarıda bahsedilen maddeleri örneklerle açıklayacak olursak: İnsanın acizliği İnsan, belli bir mesafeye kadar görebilir, belli bir mesafeden ses işitebilir veya belli bir mesafeye sesini ulaştırabilir, belli bir hızda koşabilir ve yaşam süresini kendisi belirleyemez. Bu saydıklarımız daha da arttırılabilir. Bu sebeple zaafa düştüğü aciz kaldığı zamanlar ve muhtaç olduğu zamanlar çoktur. İşte bu zamanlarda kendisini düştüğü bu çıkmazdan-açmazdan kurtaracak bir güç arar veya hayatın devamını sağladığını zannettiği bir güce yönelerek onu ilah edinir. Bu aynı zamanda onda mevcut olan tapınma içgüdüsünün tecellisidir. Çevresini aydın bir bakışa sahip olmadan incelediğinde şöyle bir tespit yapabilir: Güneş suyun buharlaşmasını, bu da yağmur bulutlarının meydana gelmesini, bunun sonucu olarak da yağan yağmurla nebatın meydana geldiğini, aynı zamanda güneşin olmaması halinde bunların meydana gelmeyeceğini düşünerek güneşi yaratan edinebilir. Nitekim, geçmişte yaşamış buna benzer birçok toplumlar vardır ve ilahları kainat içindeki varlıklardan oluşmaktadır. İşte bu, problemin esasını teşkil etmektedir. Çünkü, insan duyu organlarıyla algıladıklarını sınıflandırırsa karşısına kainat, bu kainatta bulunan canlı, cansız varlığın yaşam süreci, kainatın içinde bulunmasına rağmen onlardan düşünme yetisi ve karar verme yetisiyle ayrılan insan gerçeğiyle karşılaşacaktır. Bu algıladıklarının hepsi insanın kendisi gibi acizdir ve sınırlıdır. O halde bu aşama da bu aciz ve muhtaç varlık aleminin öncesinde ne vardır? sorusu akla gelmektedir. Çünkü aciz ve muhtaç olanın, aciz ve muhtaç olmayan bir düzenleyiciye (daha net bir ifade ile) yaratana ihtiyacı vardır ki, bu da her şeyi yoktan var eden Allah'u Teala'dır. Bu gelinen aşamadan sonra şu sorular insanın aklını kurcalayabilir: Yaratıcı yarattı, peki ben yaratıcımla nasıl alâka kuracağım ve yaratıcının yaratmasındaki maksat nedir? İşte bu sorunun akabinde devreye peygamberler girmektedir. Yani Allah'ın elçileri. Onlar yaratan tarafından aramızdan seçilmişler ve Allahu Teala'nın yaratmasındaki maksadını bizlere bildirmişlerdir. Bu maksat Kuran’da şöyle zikredilmektedir: "Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." (Zariyat 56) Buraya kadar yaratıcının varlığı ve yaratılış gayemizin ne olduğu açıklandığına göre sınırlı olan bu kainatın yok oluşundan sonra ne var? sorusu akla gelir ki, bu da Ahirete imanla bağlantılı bir husustur. b-) Ahirete iman. Yeniden dirilme ve hesap gününe iman, Cennet ve Cehenneme iman gibi hususlar hayata bakışın esası ve açısı olmalı. İslâm akidesinin ve ona imanın önemi, ayrıca hayatla bağlantısı kavranmalıdır. İster Mü’min, ister kafir olsun bütün insanlar bu hayatın bir sonunun (ölümün) olduğunu kabul etmektedir. Ancak ölümün varlığını kabul etmek bizi kurtarmaz. Düşünen insan, ölümden sonra ne var? sorusunu kendisine sormalıdır. Bu soruya işaretle Allahu Teala Kur-an’ı Kerim de şöyle buyurmaktadır: “O Allah ki hanginizin daha güzel amel (Kur-an ve Sünnete uygun iş) işleyeceğini imtihan için ölümü ve hayatı yaratmıştır....” (Mülk 2) Bu ayet gösteriyor ki; hayatın sonunda ölüm vardır, hayata gelişin gayesi kulluktur (iman edip salih amel işlemektir), öldükten sonra ise, diriliş, hesaba çekiliş, ceza ve mükafat vardır. Dinimiz bu konuyu iki ana kaynakta detayları ile işlemiştir. İnsan, hayat, kainat ve bunlara ait düzenlerin yok olacağını, bozulacağını şöyle bildirmektedir: “Sur’a bir üfürüş üfürüldüğü, yer ve dağlar kaldırılıp bir vuruşla birbirine çarpıldığı zaman, işte o gün olacak olur, kıyamet kopar. Gök yarılır, o gün düzeni bozulur. Melekler onun çevresindedirler, o gün Rabbinin arşını onlardan başka sekiz tanesi yüklenir.” (Hakka 13-17) İçinde bulunduğumuz kainatın, mevcut olan düzenin nasıl yok olacağını ise: “Güneş dürülüp ışığı kalmadığı zaman. Yıldızlar düşüp, söndüğü zaman. Dağlar yürütüldüğü zaman. Doğurması yaklaşmış develer başıboş bırakıldığı zaman. Yabani hayvanlar bir araya toplatıldığı zaman. Denizler kaynaştırıldığı zaman. Canlar bedenlerle birleştirildiği zaman. Kız çocuğunun hangi suçtan ötürü öldürüldüğü kendisine sorulduğu zaman. Amel defterleri açıldığı zaman. Gök yerinden oynatıldığı zaman. Cehennem alevlendirildiği zaman Cennet yaklaştırıldığı zaman. İnsanoğlu önceden ne hazırladığını görecektir.” (Tekvir 1-14) Kıyametin anını Rabbimiz şöyle bildirmiştir: “Kıyameti gören her emzikli kadın emzirdiğini unutur, her hamile kadın çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş gibi görürsün, oysa sarhoş değillerdir, fakat bu sadece Allah’ın azabının çetin olmasındandır.” (Hac 2) “Çekişip dururlarken kendilerini yakalayacak bir tek çığlık beklerler.” (Yasin 49) Bu ayet önce sur’un üfürülüşten bahsetmektedir. Böylece insanların tamamı ölür. “Sur’a üflenince, kabirlerinden Rablerine koşarak çıkarlar.” (Yasin 51) Bu ayet sur’a ikinci defa üfürülüşte insanların mezarlarından kalkarak Rablerine gideceklerini bildirmektedir. “Tek bir çığlık kopar, hepsi hemen huzurumuza getirilmiş olur.” (Yasin 53) Böylece insanlar Allahu Teala’nın huzuruna getirilirler ve daha sonra; “Yeryüzü Rabbinin nuruyla aydınlanır, kitap açılır, peygamber ve şahitler getirilir ve onlara haksızlık yapılmadan, aralarında adaletle hüküm verilir.” (Zümer 69) Hesap günü; Resule gelen Risalete (Kur-an ve Sünnet ölçülerine) iman edip etmediğimiz, Şeri hükme bağlı kalıp kalmadığımız hususunda hesaba çekileceğiz. Efendimiz (sav) muhakeme ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur: “Kişi ....şu beş değişik şahitler ile mahkemeye gelir. Bir ameli işlerken yeryüzü, onun lehine ve aleyhine şahittir, vücudundaki bütün uzuvlar onun lehine aleyhine şahittir, amel defterleri onun lehine aleyhine şahittir, yazıcı melekler onun lehine aleyhine şahittir ve her şeyi bilen Allah (C.C) onun lehine aleyhine hüküm verir.” Başka bir Hadis-i Şerifte Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Kişi Rabbimin mahkemesinde iken Kur-an’ı Kerim gelir o kişi lehinde aleyhinde şahitlik eder” (İbn-i Kesir Furkan suresi 32’nci ayetin tefsiri) Yukarıda geçen şahitlik hususunda Rabbimiz Kitab-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır; “İnsanın : Buna ne oluyor? dediği zaman; İşte o gün, yer, Rabbinin ona vahiy etmesiyle kendi haberlerini anlatır.” (Zilzal 3-5) “Allah’ın düşmanları o gün cehenneme sürülürler. Hepsi bir aradadırlar. Sonunda oraya varılınca, kulakları, gözleri ve derileri, yaptıkları hakkında onların aleyhine şahitlik ederler.” (Fussilet 19-20) “İşte o gün ağızlarını mühürleriz, bizimle elleri konuşur, ayakları da yaptıklarına şahitlik eder.” (Yasin 65) “Amel defteri ortaya konunca, suçluların, onda yazılı olanlardan korktuklarını görürsün, ‘Vah bize, eyvah bize! Bu defter nasıl olmuşta küçük büyük bir şey bırakmadan hepsini saymış!’derler. İşlediklerini hazır bulurlar. Rabbin kimseye haksızlık etmez” (Kehf 49) “Her can, kendisiyle beraber bir sürücü ve şahit bulunduğu halde gelir.” (Kaf 21) “Yanındaki melek ‘İşte bu yanımdaki hazırdır’ der” (Kaf 23) Buraya kadar yapılan açıklamalardan şu anlaşılmaktadır ki Kur-an ve Sünnet, dünya hayatında yaptığımız bir işten, söylediğimiz bir sözden dolayı hesap günü beş değişik şahidin şahitliğinde, muhakeme olacağımızı bildirmektedir. Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: “Aişe (r.anhâ) hesap günü insanların durumunu sorar. Efendimiz; ‘Ya Aişe insanlar kıyamet günü yalın ayak, sünnetsiz olarak, çırılçıplak anadan doğma bir şekilde haşr olacak.’ dedi. Aişe: “Ben utanırım Ya Rasulullah’ dedi. Efendimiz; ‘Ya Aişe, durum senin anladığın gibi değil, o gün her insan kendi nefsinin kurtuluşu derdine düşecek, o yanındakinin cinsiyetine bakmaktan daha büyük bir işle karşı karşıya kalacak.” buyurdu.” (Müslim 1193) Aişe (ra) annemiz anlatıyor: "Ateşi hatırlayıp ağladım, Resûlullah (sav): "Niye ağlıyorsun?" diye sordu. "Cehennemi hatırladım da onun için ağladım! Siz, Kıyamet günü, ailenizi hatırlayacak mısınız?" dedim. "Üç yerde kimse kimseyi hatırlamaz: Mizan yanında; tartısı ağır mı geldi hafif mi öğreninceye kadar. Sahifelerin uçuştuğu zaman; kendi defteri nereye düşecek, öğreninceye kadar; sağına mı soluna mı yoksa arkasına mı? Sırat'ın yanında; cehennemin iki yakası ortasına kurulunca, bunu geçinceye kadar." (Ebu Davud, Sünen 28, 4755) Rabbimiz bu anları Kur-an’ı Kerim de şöyle açıklıyor: “O gün, kişi kardeşinden, annesinden, babasından, karısından ve oğullarından kaçar. O gün, herkesin kendine yeter derdi vardır.” (Abese 34-37) Evet, bu mahkemeden sonra insanlar Cennet veya Cehenneme doldurulurlar. Bu anı Rabbimiz şöyle bildiriyor: “Fakat kitabı kendisine solundan verilen kimse ‘Kitabım keşke bana verilmeseydi, keşke hesabımın ne olduğunu bilmeseydim, bu iş keşke son bulmuş olsaydı, malım bana fayda vermedi, gücümde kalmadı’ derler. İlgililere şöyle buyrulur; ‘Onu alın, bağlayın. Sonra Cehenneme yaslayın. Sonra onu boyu yetmiş arşın olan zincire vurun. Çünkü, o, yüce Allah’a inanmazdı.” (Hakka 25-33) “İnkar edenler bölük bölük Cehenneme sürülür. Oraya vardıklarında kapıları açılır, bekçileri onlara; ’Size içinizden Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bu güne kavuşacağınızı ihtar eden Peygamberler gelmedi mi?’ derler. ‘Evet geldi’ derler. Lakin azap sözü, inkarcıların aleyhine gerçekleşir.’ ‘Onlara; ‘Temelli kalacağınız Cehennemin kapılarından girin; böbürlenenlerin durağı ne kötüdür! ’ denir.” (Zümer 71-72) “Oraya atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitirler.” (Mülk7) “Nerede ise öfkesinden paralanacak! İçine her bir toplumun atılmasında, bekçileri onlara; ’Size bir uyarıcı gelmemiş miydi? ’diye sorarlar.” (Mülk 8) “Onlar; ‘Evet doğrusu bize bir uyarıcı geldi, fakat biz yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir, siz büyük bir sapıklık içindesiniz demiştik’ derler.” (Mülk-9) “Eğer kulak vermiş veya akıl etmiş olsaydık, çılgın alevli Cehennemlikler içinde olmazdık.’ derler.” (Mülk-10) “Böylece günahlarını itiraf ederler. Çılgın alevli Cehennemlikler yok olsunlar!” (Mülk-11) Bu ayeti kerimelerde, kendilerine gelen peygamberi inkar edip, onu dinlemeyerek onun getirdiklerine uymayanların gideceği yerin korkunçluğu bir şekilde bize anlatmaktadır. Kafirleri gerçekten çok kötü bir akıbet beklemektedir. İbni Abbas’tan Efendimiz (Sav) şöyle buyurdu; “Ey inananlar! Allah’tan sakınılması gerektiği gibi sakının, sizler, ancak Müslümanlar olarak can verin.” (Ali İmran-102) ayetini okuyup şöyle buyurdu; “Eğer zakkumdan bir damla yere damlatılmış olsaydı o damla dünyadaki canlıların geçim vesilesi (olan tüm gıda maddelerini) bozardı. Artık zakkumdan başka yiyeceği olmayanın (Cehennem halkının) hali nasıldır?” (İbni Mace 4325) “Biz o ağacı, zalimler için bir dert yaptık. O, Cehennemin dibinde çıkan bir ağaçtır. Tomurcukları şeytan başı gibidir. İşte Cehennemlikler bundan yerler, karınlarını onunla doldururlar.” (Saffat 63-66) “Sonra, siz ey sapıklar, yalanlayanlar! Doğrusu zakkum ağacından yiyeceksiniz. Karınlarınızı onunla dolduracaksınız. Onun üzerine kaynar su içeceksiniz. Hem de susamış develerin suya saldırışı gibi içeceksiniz. İşte onlara, ceza günü sunulacak konukluk budur.” (Vakıa 51-56) “Yakıcı ateşe yaslanırlar, kızgın bir kaynaktan içirilirler. Onlar için kuru dikenden başka yemek yoktur. O ise ne besler ne de açlığı giderir.” (Gaşiye 4-7) “İnkar edenlere Cehennem ateşi vardır. Ölümlerine hükmedilmez ki ölsünler, kendilerinden Cehennemin azabı da hafifletilmez. Her inkarcıyı böylece cezalandırırız.” (Fatır 36) “Cehennemde şöyle seslenirler; Ey nöbetçi! Rabbin hiç değilse canımızı alsın. Nöbetçi; ‘Siz böyle kalacaksınız.’ der.” (Zuhruf 77) “Doğrusu ayetlerimizi inkar edenleri ateşe sokacağız, derilerinin her yanışında, azabı tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Allah güçlüdür, hakimdir.” (Nisa 56) Hasan-ı Basri (ra.) bu ayeti şöyle tefsir etmiştir: Ateş onları her gün yetmiş bin defa yiyip bitirir. Onları her bitirdikçe onlara, ‘eski halinize dönün denir.’ Onlar eski hallerine dönerler. “Onlar için Cehennemden bir yatak ve üstlerine de örtüler vardır. Zalimleri böyle cezalandırırız.” (Araf 41) “O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Gömlekleri katrandan olacak, yüzlerini ateş bürüyecektir.” (İbrahim 49-50) “Ve de ki: Hak, Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin. Biz, zalimlere öyle bir cehennem hazırladık ki, onun duvarları kendilerini çepe çevre kuşatmıştır. (Susuzluktan) imdat dileyecek olsalar imdatlarına, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevap verilir. Ne fena bir içecek ve ne kötü bir kalma yeri!” (Kehf 29) Buraya kadar naklettiğimiz ayetler kafirler, iman etmeyenler, Allah’a eş koşanlar, tağutlar, münafıklar, hainler ve bazıları da günahkar mü’minler hakkındadır. Ancak günahkar mü’min iman sahibi olduğu için ebedi olarak Cehennemde kalmayacaktır. Allah (cc) şöyle buyurdu: “Rabbinin dilediği hariç, (onlar) gökler ve yer durdukça o ateşte ebedi kalacaklardır. Çünkü Rabbin, istediğini hakkıyla yapandır.” (Hûd 107) Bu ayetlerdeki vasfedilen kişilerin dünya hayatlarına bakıldığında iman etmedikleri, Peygamberi tanımadıkları, vahyi dünya hayatlarına hakem kılmadıkları görülür ve bundan dolayı da kötü son ile karşılaşacak, ebedi bu hal üzere kalacaklardır. Rabbimiz, iman etmeyenlerin dünya hayatındaki amellerinin hiçbir değerinin olmadığını yüce kitabında şöyle bildiriyor: “İnkâr edenlere gelince, onların amelleri, ıssız çöllerdeki serap gibidir ki susayan onu su zanneder; nihayet ona vardığında orada herhangi bir şey bulamamış, üstelik yanı başında da (inanmadığı, kendisinden sakınmadığı) Allah'ı bulmuştur; Allah ise, onun hesabını tastamam görmüştür. Allah hesabı çok çabuk görür.” (Nur 39) “Durmadan çalışır, (fakat boşuna) yorulur, kızgın ateşe girer.” (Gaşiye 3) Bir topluluk vardır ki, samimi olmalarına rağmen farz sınırlarını gözetmeyerek bazı önderlerin arkasından gitmişlerdir. Bunların da kötü bir sona ulaşacaklarını Rabb’imiz kitabında şöyle bildirdi: “Yüzleri ateşte evirilip çevirildiği gün: Eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Peygambere de itaat etseydik! derler. Ey Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılar, derler. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânetle rahmetinden kov.” (Ahzap 66-68) “Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânetle rahmetinden kov. Yazık bana! Keşke falancayı (bâtıl yolcusunu) dost edinmeseydim!” (Furkan 27-28) “Allah buyuracak ki: "Sizden önce geçmiş cin ve insan toplulukları arasında siz de ateşe girin!" Her ümmet girdikçe yoldaşlarına lânet edecekler. Hepsi birbiri ardından orada (cehennemde) toplanınca, sonrakiler öncekiler için, "Ey Rabbimiz! Bizi işte bunlar saptırdılar! Onun için onlara ateşten bir kat daha fazla azap ver!" diyecekler. Allah da: Zaten herkes için bir kat daha fazla azap vardır, fakat siz bilmezsiniz, diyecektir.” (Araf 38) “İşte o zaman (görecekler ki) kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla uzaklaşırlar ve (o anda her iki taraf da) azabı görmüş, nihayet aralarındaki bağlar kopup parçalanmıştır. (Kötülere) uyanlar şöyle derler: Ah, keşke bir daha dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık! Böylece Allah onlara, işlerini, pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkamazlar. Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helal ve temiz olanlarından yeyin, şeytanın peşine düşmeyin; zira şeytan sizin açık bir düşmanınızdır.” (Bakara 166-168) Bu ayetlerden anlaşılıyor ki; kişi kimi takip ediyorsa, hangi kitle ile çalışıyorsa, nasıl bir devlete ve idareciye tabii ise, kimi yardımcı edindiyse, kimi dost seçiyorsa onlarla beraber haşrolunacaktır. Eğer Kur-an ve Sünneti ölçü alınıp; marufu emreden, münkerden sakındıranlarla beraber olursak Allah’ın (cc) rızasına nail olabiliriz. Aksi takdirde sonuç, ayetlerde belirtildiği gibi hüsran ile bitebilir. Rabb’imizin, akîbeti kötü olanlar için Kur’an da verdiği misal gerçekten akıllara durgunluk verecek derecededir. Şöyle buyuruyor: “İnkarcılara o gün şöyle denir; Yalanlayıp durduğunuz şeye gidin. Gölge yapmayan ve ateşten de korumayan Cehennem dumanının üç kollu gölgesine gidin. O gölgenin saldığı her bir kıvılcım sanki birer sarı devedir, konak gibi de büyüktür. Yalanlamış olanların o gün vay haline.” (Mürselat 29-34) Efendimiz (sav) Cehennem ateşinin ısısını şöyle anlatıyor: “Allah’u Teala, Cehennemin bin sene yanmasını emir buyurdu. Ta ki ateşi kıpkızıl kesildi. Sonra bin sene daha yakıldı. Ta ki ateş bembeyaz kesildi. Sonra bin sene daha yakıldı. Ta ki ateşi simsiyah kesildi. Binaenaleyh Cehennem simsiyah ve karanlıktır.” (Tirmizi) “Muhakkak ki, dünya ateşi rahmet sularıyla yetmiş defa yıkanmıştır. Dünya ehlinin kendisinden istifade edebileceği bir duruma getirilmiştir.” (İbni Abdulberr) Ahiret gününde ne kadar korkunç bir son ile karşı karşıya kalabileceğimizin hesabını şimdiden yapmalı ve kendimize bir çeki-düzen vermeliyiz. Allah ve Rasulüne teslim olmalıyız. Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “İman etmeyenlerin içinde en hafif azabı amcam Ebu Talib’e çektirilir ki, onun ayağına bir terlik giydirilir ve Cehennemin bir katmanında gezdirilir. Ayağından aldığı ısıdan dolayı beyni kaynar. Diğer taraftan azılı kafirler ateş içinde cezalandırılırken ateşin sıcaklığından dolayı su ister ona bir kase içinde su verilir, onun içinde kan, irin karışımı vardır. O kaseyi içmek için ağzına yaklaştırdığında, kasenin içindeki su karışımının sıcaklığından dolayı yüzünün deri ve etleri kaseye dökülür, böyle olmasına rağmen o kişi bu suyu içer çünkü içinde bulunduğu ateş daha sıcaktır.” Şu bir gerçektir ki, Cennet ve Cehennem hakkındaki bütün deliller akla hitap eder ve de her akıl sahibi bu delilleri anlayabilir, ona göre de kendisine bir istikamet seçebilir. Dünya hayatında iman eden ve salih amel işleyenlerin durumu, yukarıda anlatmaya çalıştığımız isyan ehlinin durumundan çok farklıdır. Bu durumu Rabb’imiz mü’minler için nur ve hidayet kaynağı olan Kur-an’ı Kerim de şöyle anlatır: “Kitabı sağından verilen; Alın kitabımı okuyun, doğrusu bir hesaplama ile karşılaşacağımı umuyordum, der. Artık o meyveleri sarkmış, yüksek bir bahçede, hoş bir yaşayış içindedir. Onlara şöyle denir; Geçmiş günlerde, peşinen işlediklerinize karşılık afiyetle yiyiniz içiniz.” (Hakka 19-24) “Orada tahtlara yaslanırlar, orada yakıcı sıcak ve dondurucu soğuk görmezler. Meyve ağaçlarının gölgeleri, üzerine sarkmış ve onların koparılması kolaylaştırılmıştır. Çevrelerinde gümüş kaplar ve billur kaseler dolaştırılır. Billurları gümüş gibi parlaktır, onları ölçüp ölçüp dağıtırlar. Orada zencefil karışık bir tasla içirilirler. O pınara selsebil (tatlı su) denir. Yanlarında ölümsüz gençler dolaşır. Onları gördüğünde saçılmış birer inci sanırsın. Oranın neresine baksan, nimet ve büyük bir saltanat görürsün. Üzerlerinde ince yeşil ipekli, parlak atlastan elbiseler vardır. Gümüş bileziklerle süslenmişlerdir. Rableri onlara tertemiz içecekler içirir. İşte bu sizin işlediklerinizin karşılığıdır, çalışmalarınız şükre değer, denir.” (İnsan 13-22) “İnanıp yararlı iş işleyenleri, içinde temelli ve ebedi kalacakları, içlerinden ırmaklar akan Cennetlere koyacağız. Onlara orada tertemiz eşler vardır. Onları en koyu gölgeliklere yerleştireceğiz.” (Nisa 57) “Doğrusu, Allah’a karşı gelmekten sakınanlara kurtuluş vardır. Bahçeler, bağlar, göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar ve dolu kadehler vardır. Orada boş ve yalan söz işitmezler. Bunlar Rabbinin katından, hesapları karşılığı verilenlerdir.” (Nebe 31-36) “Rablerine karşı gelmekten sakınanlar, bölük bölük cennete götürülürler. Oraya varıp da kapıları açıldığında, bekçileri onlara; Selam size, hoş geldiniz. Temelli olarak buraya girin, derler. Onlar; Bize verdiği sözde duran ve bizi bu yere varis kılan Allah’a hamdolsun. Cennette istediğimiz yerde oturabiliriz. Yararlı iş işleyenlerin ecri ne güzelmiş, derler.” (Zümer 73-74) “Allah’a karşı gelmekten sakınanlara söz verilen Cennet şöyledir; Orada temiz su ırmakları, tadı bozulmayan süt ırmakları, içenlere zevk veren şarap ırmakları, süzme bal ırmakları vardır. Onlara orada her türlü ürün ve Rablerinden mağfiret vardır. Bunların durumu, ateşte temelli kalan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimselerin durumu gibi olur mu?” (Muhammed 15) Enes İbn-i Malik (R.a)’dan Peygamber (Sav) şöyle dedi: “Pak ve yüce olan Allah Cehennemliklerin en hafif azaplısına ‘Dünya ve dünyadaki her şey senin olsa şu azaptan kurtulmak için onu fidye eder miydin? buyurur.’ O kul; ‘Evet fidye ederdim.’ der. Allah; ‘Sen ademin sülbünde iken ben senden bu fedakarlıktan daha ehven bir şey istemiştim. Bu bana ortak koşmamandı. (Ravi şöyle dediğini de zannediyorum dedi.) Ben de seni ateşe katmayacaktım. Fakat sen (dünyaya gelince tevhitten) imtina ettin de şirkten ayrılmadın, buyurdu.” Enes İbn-i Malik (ra) şöyle dedi: “Rasulullah (sav) şöyle buyurdu; ‘Cehennemliklerden dünya ehlinin en nimetli ve refahlısı olan kimse kıyamet gününde getirilir ve ateşe bir daldırılış daldırılır. Sonra ‘Ya Adem oğlu, sen hiçbir hayır gördün mü? Sana herhangi bir nimet uğradı mı? diye sorulur. O kul; ‘Hayır vallahi ya Rab, der. Cennet ehlinden olup da en çetin ve meşakkatli hayat süren bir kişi getirilir ve Cennete bir daldırılış ile daldırılır. Müteakiben ona da; ‘Ey Adem oğlu, sen hiçbir çetinlik ve sıkıntı gördün mü? sana herhangi bir sıkıntı ve zorluk uğradı mı? diye sorulur. O da; Hayır vallahi ya Rab. Bana asla şiddetli fakirlik ve ihtiyaçtan dolayı fena bir hal arız olmamıştır. Ben asla bir hayat çetinliği ve zorluğu görmedim, der.” (Müslim 2807) Ebu Hüreyre (ra) den Peygamber (sav) şöyle dedi: “Aziz ve Celil olan Allah; ‘Ben iyi kullarım için hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulun işitmediği ve hiçbir beşer kalbine gelmedik şeyler hazırladım.’ buyurdu.” Rabb’imiz bu hususta şöyle buyurmuştur: “Yaptıklarına karşılık onlar için saklanan müjdeyi kimse bilmez.” (Secde 17) İmam Malik İbn-İ Enes, Zeyd İbn-i Estem’den, o da Ata İbn-i Yesar’dan, o da Ebu Said Hudri (ra) den tahsis etti ki, Efendimiz (Sav) şöyle demiştir: “Allah, Cennet ahalisine; ‘Ey Cennet ahalisi’ diye buyurur. Onlar; Ey Rabbimiz ferman buyur, emrini ifaya her zaman hazır ve kullukta daimiz. Hayır senin iki elindedir’ derler. Allah; ‘Nasıl bu halinizden razı mısınız?’ buyurur. Kullar; ‘Ya Rab nasıl razı olmayalım? Sen bize mahlukatından hiçbir kimseye vermediğin bunca nimetleri ihsan buyurdun’ derler. Allah; ‘Ben sizlere muhakkak bunlardan daha faziletli ve daha şerefli bir nimet vereceğim’ buyurur. Kullar; ‘Ey Rabbimiz bu nimetlerden daha faziletli ve daha kıymetli hangi nimet vardır ki?’ derler. Bunun üzerine Allah; ‘Ben sizin üzerinize Rıdvan’ımı (Razı ve hoşnut olmamı) indiriyorum ve artık bundan sonra sizlere ebediyen darılmayacağım’ buyurur.” (Müslim 2892) İbn-i Abbas (ra) şöyle rivayet etti. Rasul (sav) buyurdu ki: “Ey insanlar! Muhakkak sizler Allah’ın huzuruna yalın ayakla, çıplaklar ve sünnetsizler olarak toplanacaksınız.” “Göğü, kitap dürer gibi dürdüğümüz zaman, yaratmaya ilk başladığımız gibi - katımızdan verilmiş bir söz olarak - onu tekrar var edeceğiz. Doğrusu biz yaparız.” (Enbiya 104) “Haberiniz olsun ki kıyamet günü mahlukat içinde ilk olarak elbise giydirilecek kimse İbrahim (as)’dır. Şu da; haberiniz olsun ki ümmetimden bir takım insanlar getirilecek onlar yakalanıp sol tarafa (Cehennem tarafına) götürülürler. Hemen ben, Ey Rabbim onlar benim Sahabelerimdir, diye sesleneceğim de, bana, sen onların senden sonra (dinde) neler icat ettiklerini bilmezsin, denilir. Ben de Allah’ın salih kulu ve Peygamberi olan (Meryem oğlu İsa’nın) dediği gibi derim; "... Ben içlerinde bulunduğum müddetçe üzerlerinde bir gözcü idim. Fakat vakta ki sen beni (içlerinden) aldın üstlerinde gözetici ancak Sen kaldın ve Sen hakkıyla şahitsin. Eğer kendilerine azap edersen, şüphe yok ki onlar Senin kullarındır. Eğer onları mağfiret edersen yine şüphesiz ki mutlak galip ve yegane hüküm ve hikmet sahibi olan Sensin.” (Maide 117-118) Rasul (sav), “Bunun üzerine bana; ‘emin ol ki sen bunlardan ayrıldığından beri onlar ökçelerine basarak, geri dönmüş, mürtetler olmakta devam etmişlerdir’ denilir.” (Müslim 2860) Bu gün ümmet nasıl da topuklarının üzerine dönmüştür! Hiç şüphesiz buna en büyük neden Hilafetin yıkılması ve Şer-i hükmün hayat sahasından kaldırılması ile olmuştur. Ne yazık ki ümmet, İslam’ın öngörmediği işleri yapmakta ve küfür nizamlarından kaynaklanan bir çok şeylere itikat eder olmuşlardır. Bunlar; demokrasi, laiklik, kapitalist ideolojiyi, komünizm, tasavvuf, körü körüne şahıslara bağlanma ve onları hüküm koyucu konumuna yükseltme, mantık, felsefe, atalar dini, fayda-zarar, kolay-zor, menfaatçilik, tedricilik, milliyetçilik, vatancılık, heva ve nefsi hüküm koyucu edinme vs. dir. Bunlara daha sonra detaylı olarak değineceğiz. İnşallah... Cennet ve Cehennem hakkında Ebu Said’ten (ra) rivayetle Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: “Kıyamet günü Cennet ehli Cennete, Cehennem ehli Cehenneme ayrıldıktan sonra, ölüm, aklı karalı alaca bir koyun suretinde getirilir. Cennet ile Cehennem arasında durdurulur. Müteakiben, Ey Cennet ahalisi! ‘sizler bunu tanıyor musunuz’ denilir. Cennetlikler hemen boyunlarını uzatıp başlarını ona doğru kaldırırlar ve ona bakarlar. Ardından; ‘evet tanıyoruz bu ölümdür’ derler. Sonra, Ey Cehennem ahalisi! ‘sizler bunu tanıyor musunuz’ diye sorulur. Onlar da başlarını kaldırıp bakarlar ve ‘evet tanıyoruz bu ölümdür’ derler. Bunu takiben koyun suretindeki ölümün Cennet ile Cehennem arasında kesilmesi emrolunur ve derhal boğazlanır. Bundan sonra Ey Cennet halkı! ‘Cennette ebedi yaşayacaksınız artık ölüm yoktur. Ve Cehennem halkı sizler de karargahınızda ebedisiniz, artık ölüm yoktur’ denilir.” Bundan sonra Efendimiz (sav) şu ayeti okudu: “Ey Muhammed! Hâlâ gaflet içinde bulundukları ve hâlâ inanmayanları, onları, işin bitmiş olacağı o haslet günü ile uyar. Şüphesiz biz bütün yeryüzüne ve üzerinde bulunanlara varis olacağız. Onlar bize döneceklerdir.” (Meryem-39-40) “Efendimiz bu ayeti okurken eliyle dünyaya işaret etmiştir.” (Müslim 2849) “Cennetlikler Cehennemliklere ‘Biz Rabbimizin bize vadettiğini gerçek bulduk, Rabbinizin size de vadettiğini gerçek buldunuz mu? diye seslenirler. Evet, derler. Aralarında bir münadi, Allah’ın laneti Allah yolundan alıkoyan, o yolun eğriliğini isteyen ve ahireti inkar eden zalimleredir, diye seslenir.” (Araf 44-45) “İki taraf arasında bir perde ve burçlar üzerinde her iki tarafı da simalarından tanıyan adamlar vardır. Cennetliklere, Size selam olsun derler. Bunlar henüz girmeyen fakat Cenneti uman kimselerdir.” (Araf 46) “Gözleri cehennem ehli tarafına döndürülünce de: Ey Rabbimiz! Bizi zalimler topluluğu ile beraber bulundurma! derler.” (Araf 47) “ (Yine) A'râf ehli simalarından tanıdıkları birtakım adamlara seslenerek derler ki: "Ne çokluğunuz ne de taslamakta olduğunuz büyüklük size hiçbir yarar sağlamadı.” (Araf 48) “Allah'ın, kendilerini hiçbir rahmete erdirmeyeceğine dair yemin ettiğiniz kimseler bunlar mı?" (ve cennet ehline dönerek): "Girin cennete; artık size korku yoktur ve siz üzülecek de değilsiniz" (derler).” (Araf 49) “Cehennem ehli, cennet ehline: Suyunuzdan veya Allah'ın size verdiği rızktan biraz da bize verin! diye seslenirler. Onlar da: Allah bunları dinlerini alay ve eğlenceye alan, dünya hayatına aldanan inkarcılara ikisini de haram kılmıştır, derler.” (Araf 50) Buraya kadar aktardıklarımızdan da anlaşılacağı gibi Ahiret günü hesap, haşru neşr’in gerçekten çok çetin geçeceğidir. Rabb’imiz şöyle buyurmuştur: “Bunlar, büyük bir günde tekrar dirileceklerini sanmıyorlar mı? O gün insanlar alemlerin Rabbinin huzurunda dururlar.” (Mutaffifin 4-6) “Sizi boşuna yarattığımızı ve bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” (Müminun 115) “Öyle bir günden korkun ki, o günde hiç kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz; hiç kimseden (Allah izin vermedikçe) şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz; onlara asla yardım da yapılmaz.” (Bakara 48) “O gün hiç kimse başkası için bir şey yapamaz. O gün iş Allah’a kalmıştır.” (İnfitar 19) “Ruh (Cebrail) ve melekler saf saf olup durduğu gün, Rahmânın izin verdiklerinden başkaları konuşmazlar; konuşan da doğruyu söyler.” (Nebe 38) “Biz, yakın bir azap ile sizi uyardık. O gün kişi önceden yaptıklarına bakacak ve inkârcı kişi: "Keşke toprak olsaydım!" diyecektir.” (Nebe 40) “De ki: Bütün şefâat Allah'ındır. Göklerin ve yerin hükümranlığı Onundur. Sonra Ona döndürüleceksiniz.” (Zümer 44) “(Ey insanlar) Nereye gidiyorsunuz?” (Tekvir 26) “Ey insanlar! Allah'ın vaâdi gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. Allah’ın affına güvendirerek (şeytan) sizi ayartmasın!” (Fatır 5) “Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve herkes, yarına ne hazırladığına baksın. Allah'tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. Allah'ı unutan ve bu yüzden Allah'ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir. Cehennem ehliyle cennet ehli bir olmaz. Cennet ehli, kurtuluşa erişenlerdir.” (Haşr 18-20) “Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah'ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan pek haşin melekler vardır.” (Tahrim 6) Ey Ademoğlu! Öyle bir mahkemeden geçeceksin ki orada torpil yok, aracı yok, rüşvet yok, Allah izin vermezse şefaatçi yok, her yönden çepeçevre kuşatılmışsın, yaptığın her iş ve sözde, beş ayrı şahit ile Yüceler Yücesi Allahu Teala’nın mahkemesine geleceksin. Gel yol yakın iken, yaşarken, kendi kendini muhakeme et... Yol yakın iken hidayete tabi ol, kalıcı olan nimetlere bağlan, talep et... Allah (cc) katında hayırlı olan nimetlere bağlan. Allah’a ve Allah’tan gelen iman ve yaşam esaslarına sımsıkı sarıl, akideni yeniden gözden geçir, kontrol et, amellerinin ölçüsünü nereden alıyorsun ona bir bak, yanlışsa o ölçüleri terk et, tövbe et. Böylece ahiret gününde yüzleri ağaranlardan ol, yüzleri kararanlardan değil... Şunu bil ki, Allah’ı asla kandıramazsın. Sözünde özünde dosdoğru ol... “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” ilahi emrine Efendimiz (sav) sımsıkı sarılmıştı sende rehberini takip et, ona uy... LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDURRASULULLAH Bu emre göre yaşa ki, iki cihanda Allah’ın rızasını kazanasın, hüsrana uğramayasın. Aksini yaparsan o mahkemede “Eyvah!” dersin, pişman olursun ama o pişmanlık fayda vermez. Esasen Allah’u Teala insanlığın ilk atasını yeryüzüne gönderirken şöyle buyurmuştu: “Dedik ki: Hepiniz cennetten inin! Eğer benden size bir hidayet gelir de her kim hidayetime tâbi olursa onlar için herhangi bir korku yoktur ve onlar üzüntü çekmezler. İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar cehennemliktir, onlar orada ebedî kalırlar.” (Bakara 38-39) Allah ve Rasulüne iman edip salih amel işleyenlerin, şer-i hükme tabi olanların yeri Cennet olacaktır. Bu kişiler Allah’ın rızasına nail olmuşlardır. İnkar edenlerin yeri ise Cehennemdir. Bunlarda Allah’ın gazabına uğrayacaklardır. Burada ince bir noktayı da ayırmak gereklidir. Efendimiz (sav) bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor: “Hiçbir kimse ameline güvenerek Cennete gireceğini sanmasın. Sahabe; ‘Ya Rasulullah sen de mi?’ deyince, ‘Ben de’ buyurdu. ‘Şu kadar ki Allah bana kendinden bir Rahmet ile yetişir.” (Müslim 74) Allah (cc) şöyle buyuruyor: “De ki: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. (Şu var ki) bana, İlâhınızın, sadece bir İlâh olduğu vahiy olunuyor. Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın.” (Kehf 110) Bu ayette, yapılan bir işin Allah katında makbuliyeti için iki şart koşulmuştur. Birincisi; yaptığı ibadeti Şer-i hükme uygun ve işi yalnızca Allah için yapmalı. İkincisi; Allah için yaptığı salih ameli Şer-i hükmün sınırları içinde yapmalı ve yukarıdaki Hadis-i Şerifi de göz önüne alarak bu ibadetin Allah katında kabulünü ummalıdır. Böylece ne ameline güvenip dengesini sarsmalı, ne de amel etmekten geri durmalı. Yani korku ile ümit arasında olmalı ki amellerinde devamlılık olsun, hesap gününü gözetsin, şer-i hükme uygun amel işlesin, yaptığı ibadette hiç kimseyi O’na ortak etmesin. Bu durumda o kişi dünya hayatında kulluğun kamil manada gerçekleşmesi için çalışır. Bu düşünce onu kamil manada kulluğu yapmayı engelleyen nedenleri araştırıp, bulup, bu noktada şerîatın ona ne yükümlülük yüklediğine karar vermeye, varılan sonucu tahkik ettirmek için hareket etmeye sürükler. Bu sonuç ise, dinin diğer dinler üzerine hakim olmasını gerekli kılar. Aksi takdirde Allah’ın hükmü yerine getirilmiş olmaz. Dinin diğer dinler üzerine hakim olmasının yolu ise Kur-an ve Sünnette belirlenmiştir. Şer-i hükmün belirlediği yol ise kitlesel, siyasi bir hizip ile çalışmaktır. O hizbin, şeriata uygun bir metodu, hedefi ve o hizipte kişileri birbirlerine bağlayan fikri rabıta ve İslam kardeşliği olmalıdır. Bu hizip, toplumda var olan fikir ve fikrin tezahürü, sevgi ve nefret, nizamların değişmesi, nefislerde ve toplumda olan şeylerin değişmesi için var gücü ile çalışmalıdır. Bilelim ki; ölüm bizim için bir kaledir ve her nefis ölümü tadacaktır. Ancak iman eden mü’minlerin iman esaslarından biri; öldükten sonra diriliş ve hesaba çekiliştir. Ahirette dünyada yaşadığımız müddet içerisinde iman ve şeriata uyup uymadığımız hakkında hesaba çekileceğiz. Muhakemenin sonu ceza veya mükafattır. Mükafatı istiyorsak; ‘ya Hilafet ya Şahadet’ parolası ile yürüyelim. Bilelim ki; sebep ve sonuç Allah'ın yanındadır, yardım da Allah’ın yanındadır. Eğer iman eder, dinin ve şeriatın hayata hakimiyeti için hareket edersek Allah’ın (cc) yardımı ulaşacak ve vaadi mutlaka bir gün gerçekleşecektir. Eğer bu uğurda şahadete ulaşırsak bu bizim için kurtuluştur. Bu kurtuluş ise, kul hakkı hariç Allah’ın üzerimizdeki kulluk hakkından kurtuluştur. Haydi! Ey Müslüman!.. 100 yıldır yattığın uykundan uyan! 13 asır dünyaya nuru ve hidayeti götüren ümmetin çocukları gelin hayırda yarışalım, iyiliği emredip kötülüğü nehyedelim. Allah ve Rasulünün bize hayat verdiği şeye (Kur-an ve Sünnete) koşalım. Hilafeti en kısa zamanda nasbedelim. Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Rabbinizin bağışına ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun!” (Ali İmran 133) “Bunlar, Allah'ın (koyduğu) sınırlardır. Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse Allah onu, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır; orada devamlı kalıcıdırlar; işte büyük kurtuluş budur. Kim Allah'a ve Peygamberine karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır.” (Nisa 13-14) Bu ayetlerde dünya hayatının Ahiret ile bağlantısı ortaya konuyor. c-) Dünya hayatının kıymeti: Daha önce de değindiğimiz gibi, dünya hayatı başlangıcı ve sonu belli olan, içerisinde insanların, hayvanların ve daha başka canlı cansız birçok varlığın bulunduğu bir hayattır. Bu dünya hayatında var olan her yaratık Alemlerin Rabbi olan Allah (cc) tarafından kendileri için tayin edilen sınırlar çerçevesinde hareket etmekle sorumludurlar. Her birinin belirlenmiş bir yaratılış gayesi ve amacı vardır. Bu konuya işareten Alemlerin Rabbi olan Allah (cc) bize şöyle seslenmektedir: "Size yeryüzünü boyun eğdiren O'dur. O halde yerin sırtlarında yürüyün. O'nun rızkından yiyin, nihayet dönüş O'nadır." (Mülk 15) "Görmedin mi ki göklerde ve yerde bulunanlar, saf saf uçan kuşlar Allah'ı tesbih etmektedirler. Her biri kendi duasını tesbihini bilir. Allah, onların yaptıklarını bilendir." (Nur 41) Ayetlere baktığımızda, konu ile ilgili olarak insanların ve cinlerin dışında kainatta bulunan tüm varlıkların yaratılış amaçlarına uygun olarak hareket ettiklerini görürüz. Hayvanlar, diğer canlı-cansız varlıklar, hem Allah'ı tesbih ederler hem de Mülk suresi 15. ayette belirtildiği üzere insanların hizmetine hazır halde bulunurlar. Kesinlikle bunun tersine hareket etmezler. Ancak insanların kainatta var olan eşyalardan yararlanabilmeleri için Allah (cc) tarafından her bir madde ve eşya ile ilgili özellikleri keşfetmeleri ve buna uygun olarak hareket etmeleri gereklidir. İnsanlar bu özellikleri keşfettikleri zaman bu eşyalar Sünnetullaha aykırı tavır takınmazlar. Çünkü, onların yaratılış gayeleri içerisinde hem Allah'ın kendilerine öğrettiği şekilde Onu tesbih etmek, hem de yaratılış özellikleri çerçevesinde insanlara hizmet etmek yer almaktadır. Kainatta var olan cansız varlıkların birtakım sorumluluk taşımakla karşı karşıya kaldıklarının bir başka delili de Allah (cc)'ın şu sözüdür: "Gerçekte biz emaneti göklere, yeryüzüne ve dağlara sundukta onlar bunu yüklenmekten çekindiler ve korkup titrediler. Onu insan yüklendi. Doğrusu insan pek zalim ve pek cahil oldu." (Ahzap 72) Kainatta var olan mahluklar içerisinde insanların ve cinlerin dışında kalanların yaratılış gayeleri ve sorumlulukları ile ilgili durum budur. İnsanların ve cinlerin yaratılış gayeleri ise ayette şöyle belirtilmektedir: "İnsanları ve cinleri ancak bana kulluk etmeleri için yarattım." (Zariyat 56) Ancak, cinler meselesi konumuzla alakalı olmadığı için onlarla ilgili durumu burada ele almaya gerek duymuyoruz. İnsan olmamız hasebiyle bizim asıl konumuz insan dairesi çerçevesindedir. Dolayısıyla ciddi bir şekilde ele alınması ve hakkında çözümler ortaya konulması gereken varlık da insandır. Zira cinlerin nasıl bir varlık olduklarını ve detaylıca özelliklerini bilmediğimiz için onlar hakkında birtakım değerlendirmelerde bulunmamız kesinlikle doğru olmaz. İnsanların ve cinlerin dışında kalan diğer canlı ve cansız varlıklarla ilgili çok kısa ve net olarak söylenebilecekleri ise yukarıda belirtmiştik. Öyleyse dünya hayatının değeri ve hayat tasviri konusunu insanla ilgili boyutuyla ele almak gerekmektedir. Zariyat suresi 56. ayette de belirtildiği üzere insanların yaratılış gayeleri; insanı, hayatı ve kainatı yaratmış olan Yüce Yaratıcı'ya hakkıyla kullukta bulunmaktır. İnsanların bu kulluk görevlerini layıkıyla yerine getirebilmeleri için ise yine, Alemlerin Rabbi'nden gelen emir ve yasaklara kulak vermeleri mutlak surette gereklidir. Ne yazıktır ki, Osmanlı Hilâfet Devleti'nin yıkılmasının ardından İslâm'ın pratik olarak tüm insanların hayatından silinmesiyle birlikte Müslümanlar pusulalarını şaşırdılar ve kendilerine kendi dinlerinden olmayan kimseleri rehber edinmeye başladılar. Sahip oldukları İslâmi düşünceleri yanlış, küfür fikirlerini ise doğru fikirler olarak algılamaya başladılar. İslâm'ın kesin nassıyla bilinen apaçık ve net hükümlerini bırakarak küfür fikirlerine uymaya başladılar. Kendileri uyduğu gibi hükümleri de küfür düşüncelerine uydurmaya çalışmaktadırlar. Delaleti ve sübûtu kati naslarla her türlüsünün haram kılındığı faize cevaz verdiler. Hayata bakış açılarını ve hayat tasvirlerini İslâm'ın istediği şeklin dışında (batı düşüncesi çerçevesinde) demokratik normlara göre değerlendirdiler. Hayatlarında yapacakları işlerin doğruluğunu veya yanlışlığını şer'i hükümlere göre belirlemek yerine batı düşüncesinde olduğu gibi akla göre, fayda veya zarar kavramlarına göre belirlemeye başladılar. Allah'ın kalplerine yerleştirmiş olduğu imanın gücüne ve üstünlüğüne güvenmek yerine makama, mevkie, zenginliğe güvenmeye ve değer vermeye başladılar. Güçlü-kuvvetli olabilmek, bu türden unsurları elde etmek için uğraşırken yaptıkları işlerin şer'i hükümlere uygunluğunu veya uygunsuzluğunu kesinlikle hesaba katmadılar. Böyle bir şeye gereksinim duydukları zaman ise; ya karşılaştıkları şer'i hükümleri akıllarına göre yorumlama, ya da şer'i usûllere uygun olmayan çıkarımları kullanarak getirdikleri delillerle ispatlama yoluna gittiler. Rasulullah (sav)'in Medine'ye hicret etmesiyle başlayıp Osmanlı Hilâfet Devleti'nin yıkılmasına kadar 13 asır boyunca yeryüzünde hakim olan İslâm devletinin ve İslâm hükümlerinin, hayatın her alanından uzaklaştırılmasının ardından Müslümanların karşı karşıya kaldıkları sıkıntıların, problemlerin ve hatalı davranışlarının nedenlerini ve çözüm yollarını ortaya koyma ayrı bir çalışmayı beraberinde getireceği için biz burada konuyu daha fazla uzatmak istemiyoruz. Dünya hayatının değeri ve hayat tasviri Allah’ın (cc) Rasulü şöyle buyurmaktadır: "Ümmetler ve milletler (din mensupları) birbirlerini sofraya davet ettikleri gibi birbirlerini sizin üzerinize davet edecekler ve üzerinize üşüşecekler." Bu sözü duyanlardan birisi: -Bizim azlığımızdan mı? -"Hayır! Aksine siz o gün çok olacaksınız. Fakat sizin çokluğunuz tıpkı selin önüne katıp sürüklediği çer çöp gibi olacaktır. Allah düşmanlarınızın kalbinden size karşı duydukları korkuyu kaldıracak ve sizin kalbinize vehn bırakacak." Yine bu sözü duyanlardan birisi: -Ya Rasulallah! Vehn nedir? "Ölüme karşı isteksizlik ve dünya sevgisi." dir. Bu hadiste Rasulullah (sav), 14 asır önce yaptığı bir tasvirle adeta günümüz Müslümanlarının durumunu ortaya koymaktadır. Hadisin sonunda yer alan “Ölüme karşı isteksizlik ve dünya sevgisi” ifadeleri gerçekten bugün karşı karşıya kaldığımız sorunlardan birisidir. Günümüzün Müslümanları olarak bizler dünya hayatına ne kadar değer verip-vermememiz gerektiği hususunda şaşkın bir hale geldik. Müslümanlar sahip oldukları inançlarından kaynaklanan düşüncelerden vazgeçip batı fikirlerini benimsemekle dünya hayatına bakışları değişti. Kafirler nezdinde dünya hayatı; Allah'a ve Resulüne inanmayan, Allah'ın dinini tek din olarak kabul etmeyen kişilerin yaşamında, nimetlerinden sınırsız bir şekilde, en üst düzeyde faydalanılması gereken bir yer olarak algılanmaktadır. Çünkü, kafirlerin bir kısmı ahiret hayatına kesinlikle inanmamakta ve ahiret inançları şeklî olmaktan öteye geçmemektedir. Onlar için yaşanabilecek tek hayat bu dünya hayatıdır. Onların ahiretteki nasipleri ise ancak cehennemdir. Evet, gerçekten bu dünya hayatı kafirlere süslü gösterilmiş bir hayattır. Onların bu hayata sahip çıkmaktan başka yapabilecekleri bir şey yoktur. Çünkü onlar ahirette hüsran içerisinde olacaklardır. Müslüman ise, kafirler veya müşrikler gibi değildir. Müslümanlar için ahirette içinde ebedi kalmak üzere hazırlanmış cennet vardır. Dolayısıyla Müslüman'ın dünya hayatına bakışı da kafirlerin bakışından farklı olmalıdır. Müslüman'ın gözünde dünya hayatı, ne pahasına olursa olsun her şeyiyle kaçırılmaması gereken bir hayat değil bir imtihan dünyası olarak değerlendirilmelidir. Çünkü insanların tamamı bu dünyaya imtihan için gelmişlerdir. Bu konuyla ilgili bir ayette şöyle buyurulmaktadır: "Hanginizin daha iyi iş (salih amel) işleyeceğini imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratan O'dur." (Mülk 2) Tüm insanlar, özellikle de Müslümanlar bu dünya hayatında imtihan için bulunduklarının bilincinde olmalıdırlar ve dünya hayatına da ona göre değer vermelidirler. Müslüman'ın gayesi her ne olursa olsun dünyayı kazanmak değil ahireti kazanmak, Allah'ın rızasını elde etmek olmalıdır. Dünya hayatı yalnızca ahireti kazanmak için hazırlanmış bir tarla konumundadır. Allah'ın kitabında kendilerinden övgü ile bahsettiği, razı olduğunu bildirdiği Sahabelerin hayatlarına bir bakalım. Acaba onların yaşadıkları dönemin "asrı saadet" olarak isimlendirilmesinin nedeni sahip oldukları dünya zenginliklerinden mi yoksa bundan çok daha değerli şeylere sahip olmalarından mı kaynaklanıyordu?.. Aişe (r.anha)'den gelen bir rivayete göre şöyle demektedir: "Üzerinden üç hilal geçerdi de Allah Resülu’nün evlerinde ateş yanmazdı." Yani iki ay üst üste Rasulullah (sav)'in evlerinde sıcak yemek pişmezdi. Sahabelerden bir çoğu yiyecek bulamadıkları için günlerce aç gezerlerdi, günlerini oruçla geçirirlerdi. Suheyb er-Rumi (ra) Mekke'den Medine'ye hicret ederken yolunu kesip Mekke'de kaldığı süre içerisinde sahip olduğu mal varlığını almak isteyen müşriklere, Medine'ye hicretine engel olmamaları koşuluyla malının tamamını bırakmıştır. Medine'ye geldiğinde ise Resülullah (sav): "Suheyb kazandı. Suheyb kazandı" diyerek yaptığı işi tasvip etmiştir. Ebu Bekir (ra) Mekke'de iken sahip olduğu 40.000 ukiyelik mal varlığının 34.000 ukiyelik kısmını Allah için harcamış, Müslüman köleleri alıp âzad etmiştir. Müslüman olmadan önce yaptığı ticari seyahatlerin hepsini iptal ederek yalnızca Mekke içerisinde ticaret yapmakla yetinmiştir. Tebük savaşına gidecek ordunun hazırlanması için Resülullah (sav), Müslümanların tasaddukta bulunmalarını istediğinde malının tamamını getirmesi üzerine Ömer (ra), ‘bu sefer de Ebu Bekir'i geçemedim’ diyerek kendi kendine hayıflanmış ve Resülullah (sav)'a: Ya Resülullah Ebu Bekir evinde çocuklarına hiçbir şey bırakmadı, dediğinde Ebu Bekir (ra) şöyle cevap vermiştir: - Getirdiklerimden daha hayırlısını bıraktım. - Ne bıraktın? - Allah ve Resülünü bıraktım. Ömer (ra)'in Hilâfeti zamanında yapılan fetihler sonucunda İslâm Devleti’ne bol miktarda ganimet gelmeye başlamıştı. Ömer (ra) bir yandan önünde yığılı olarak durmakta olan altınlara bakıyor bir yandan da hüngür hüngür ağlayarak şöyle diyordu: "Allah biliyor ya, bunu peygamberinden ve Ebu Bekir'den sakındırdı da bana verdi. Bununla hayır mı yoksa şer mi diledi?" Yani Ömer (ra) önünde yığılı bir halde bulunan altınlara sevineceği yerde bunun kendisi için bir imtihan olduğunu düşünerek, imtihanı kaybetmekten korkuyordu. Gerçekten de Sahabeler (r.ahm) dünya hayatına gerektiğinden fazla önem vermiyorlardı. Onların dünyaya bakışlarının temel esaslarını Allah'ın şu ayetleri oluşturuyordu: “İşte onlar, ahirete karşılık dünya hayatını satın alan kimselerdir. Bu yüzden ne azapları hafifletilecek ne de kendilerine yardım edilecektir.” (Bakara 86) “Kafir olanlar için dünya hayatı câzip kılındı. (Bu yüzden) onlar, iman edenler ile alay ederler. Oysa ki, (iman edip) inkardan sakınanlar kıyamet gününde onların üstündedir. Allah dilediğine hesapsız lütufta bulunur." (Bakara 212) “Her canlı ölümü tadacaktır. Ve ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayatı ise aldatma metâından başka bir şey değildir.” (Ali imran 185 “Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Müttakî olanlar için ahiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hâlâ akıl erdiremiyor musunuz? ” (En'am 32) “ (Ey Muhammed!) Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Çünkü Allah bunlarla, ancak dünya hayatında onların azaplarını çoğaltmayı ve onların kafir olarak canlarının çıkmasını istiyor.” (Tevbe 55) “Allah dilediğine rızkını bollaştırır da daraltır da. Onlar dünya hayatıyla şımardılar. Oysa ahiretin yanında dünya hayatı, geçici bir faydadan başka bir şey değildir.” (Rad 26) “Kim ahiret kazancını istiyorsa, onun kazancını arttırırız. Kim de dünya kârını istiyorsa ona da dünyadan bir şeyler veririz. Fakat onun ahirette bir nasibi olmaz.” (Şura 20) “Size verilen şey, yalnızca dünya hayatının geçimliğidir. Allah'ın yanında bulunanlar ise daha iyi ve daha süreklidir. Bu mükâfat iman edenler ve Rablerine dayanıp güvenenler içindir.” (Şura 36) “Fakat siz (ey insanlar!) Ahiret daha hayırlı ve daha devamlı olduğu halde dünya hayatını tercih ediyorsunuz.” (Ala 16-17) Evet, Sahabe-i kiramı ve dünya hayatına bakışlarını bir kısmını yazdığımız bu ayetler şekillendiriyordu. Onların gayeleri dünyayı, dünyanın geçici nimetlerini kazanmak değil Alemlerin Rabbi olan Allah'ın rızasını kazanmaktı. Temel düşünceleri bu nokta üzerinde yoğunlaşıyordu. Ahiret yurdunu kazanabilmek için sahip oldukları dünya varlıklarının tamamını feda etmeye her zaman için hazır kimselerdi. Çünkü onlar Resülullah (sav)'in şu sözlerini kendilerine şiar edinmişlerdi: Ebu Hureyre (ra)'den: “Resülullah (sav) şöyle dedi: "Allah (cc) buyuruyor ki: Salih kullarım için gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve herhangi bir insanın hatırından dahi geçmeyen (nimetler) hazırladım. Dilerseniz şu ayeti okuyunuz: [Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için ne mutluluklar saklandığını hiç kimse bilemez.] Cennette bir atlının gölgesinde yüz yıl boyunca gideceği ancak yine de aşamayacağı büyüklükte bir ağaç vardır. Dilerseniz şu ayeti okuyunuz: [Uzamış gölgeler] Sizin cennetteki bir kamçı kadar yeriniz, dünyadan ve dünyadakilerden daha hayırlıdır." Dilerseniz şu ayeti okuyunuz: [Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayatı ise aldatma metâından başka bir şey değildir.] (Tirmizi,K. Tefsiri'l Kur-an, 3214; [Secde 17, Vakıa 30, Ali imran 185]) "Allah'a and olsun ki ahirete göre dünyanın durumu; birinizin denize parmağını daldırması gibidir. Baksın bakalım parmağı ona denizden ne getiriyor.” (Ahmet b. Hanbel, Müs. Şamiyyin, 17326) Aişe (r.anha)'den gelen bir rivayette Resülullah (sav) şöyle buyurmaktadır: "Dünya; yurdu olmayanın yurdu, malı olmayanın malıdır. Aklı olmayan kimse dünya için biriktirir." (Ahmet b. Hanbel, Baki Müs. Ensar, 23283) Ebu Musa el-Eşari'den Resülullah (sav) şöyle buyurdu: “Kim dünyasını severse ahiretine zarar verir. Kim de ahiretini severse dünyasına zarar verir. Baki kalanı (ahireti) yok olana tercih ediniz." (Ahmet b. Hanbel, Müs. Kufiyyin, 18866) “Kimin derdi dünya olursa Allah onun işini aleyhine darmadağın eder, fakirliği alnına yazar. Dünyadan eline geçen miktar da kendisinde yazılandan fazla olmaz. Kimin de niyeti (tek derdi) ahiret olursa, Allah onun işlerini toplar ve zenginliği kalbine koyar, dünya nimetleri ona koşarak (kendiliğinden) gelir.” (İbni Mace, K. Zühd,4095) Sahabeler, Resülullah (sav)'in dünya hayatına asla değer vermediğini, Allah'ın rızası uğrunda her türlü sıkıntıya katlanmaya hazır olduğunu, dünyanın her türlü nimetlerini elinin tersi ile ittiğini gösteren şu ifadelerini görüyorlar ve aynen onun peşinden gidiyorlardı: Mekke'de müşriklere karşı mücadelesini yürütürken, davasından vazgeçmesini, putlarına, Mekke'nin liderlerine, yöneticilerine, sosyal hayatlarına ve ticari ilişkilerine çatmamasına karşılık kendisini başlarına lider yapacakları, Mekke'nin en güzel kızı ile evlendirecekleri veya istediği kadar para verecekleri teklifini amcası aracılığı ile gönderdiklerinde amcasına şöyle diyordu: "Allah'a yemin olsun ki ey amcacığım. Bu işten vazgeçmem için onlar bir elime ayı bir elime de güneşi verseler ben yine bu davadan vazgeçmem. Bu baş bu vücuttan ayrılıncaya ya da bu din hakim oluncaya kadar mücadelemi sürdüreceğim." Amcası Ebu Talib'in ve eşi Hatice (r.anha)'nin vefatından sonra davet amacıyla gittiği Taif'te ve dönüşünde karşılaştığı kötü muamele karşısında ellerini kaldırarak şöyle diyordu: "Allah'ım! Gücümün azlığını, çaresizliğimi ve insanların bana yaptıklarını, beni hakir görmelerini yalnızca sana şikayet ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi. Sen güçsüzlerin, hor ve hakir görülenlerin Rabb’isin. Benim de Rabbimsin. Beni kime bırakıyorsun? Kötü sözlü, kötü yüzlü uzak kimselere mi? Yoksa işlerimi eline bıraktığın bir düşmana mı? Eğer bana karşı öfkeli değilsen ben bunların hiç birisine aldırmam. Senin af ve merhametin bana bunları da göstermeyecek kadar geniştir. Senin gazabına uğramaktan, ilahi rızandan uzak kalmaktan sana, senin o karanlıkları aydınlatan dünya ve ahiret işlerini yoluna koyan ilahi nuruna sığınırım. Allah'ım! Sen hoşnut oluncaya kadar affını dilerim. Allah'ım kuvvet ve kudret ancak senin elindedir." Rasulullah (sav), Taiflilerden gördüğü bunca hakarete, dönüş yolunda taşa tutulmasına rağmen Allah'ı razı etmekten başka hiçbir şeyi hedeflemiyordu. Mekke müşriklerinin kendisine teklif ettikleri dünyalıklara hiçbir şekilde tenezzül etmiyordu. Allah (cc)'ın rızasını kazandıracak olan Allah'ın dinini yeryüzüne hakim kılma görevini yerine getirmekten başka hiçbir şeyi kendisine dert edinmiyordu. Onun ne dünyada ne de dünya malında gözü yoktu. Ruhunu Allah'a teslim etmesinden kısa bir süre önce söylediği şu ifadelerle, dünyaya bakışını net olarak ortaya koyarak ashabına ve onlardan sonra kıyamete kadar gelecek tüm İslâm ümmetine en güzel bir örnek olma özelliğini koruyordu. Abdullah b. Amr, Resülullah (sav)'in kölesi Ebu Müveyhibe'den rivayet ediyor: “Bir gece yarısı Resülullah (sav) beni uyandırdı ve bana şöyle dedi: "Ey Eba Müveyhibe! Ben, Baki kabristandakilere mağfirette bulunmakla emrolundum, haydi birlikte gidelim.” Ben de onunla birlikte yola çıktım. Oraya vardığımızda onların aralarında durarak şöyle seslendi: “Allah'ın selamı üzerinize olsun ey kabir halkı sizin şu andaki haliniz insanların içerisinde bulundukları halden daha iyidir. Allah’ın sizi kurtardığı şeyleri (tehlikeleri) ah bir bilseniz. Sonra gelen öncekinden daha kötü olan karanlık geceler gibi peş peşe gelen fitneler olacaktır.” Sonra bana yöneldi ve şöyle dedi: “Ey Eba Müveyhibe! Bana, dünya hazinelerinin anahtarları ve dünyada sonsuza kadar kalmak ve cennet vadedildi. Bunlarla, Rabbime ve cennete kavuşma tercihlerinden birisini seçmek arasında serbest bırakıldım.” Dedim ki: -Anam, babam sana feda olsun. Keşke dünya hazinelerinin anahtarlarını, içinde sonsuza kadar kalmayı sonra da cenneti tercih etseydin. -“Allah’a yemin olsun ki hayır, ey Eba Müveyhibe. Ben Allah Azze ve Celle’ye kavuşmayı ve cenneti seçtim.” Sonra Baki kabristanda bulunanlara istiğfarda bulundu, oradan da evine gitti.” (Ahmet b. Hanbel, Müs. Mekkiyyin, 15425) Yeryüzünde yaratılmışların en şereflisi, Allah nezdinde insanların en değerlisi, peygamberlerin sonuncusu, tüm insanlara uyarıcı ve müjdeci olarak gönderilen, rahmet Peygamberi Rasul Muhammed (sav); dünyada sonsuza kadar kalma, dünya hazinelerinin anahtarlarına sahip olma teklifini elinin tersi ile iterek, ebedi olanı, bunlardan çok daha değerli olanı, Alemlerin Rabbine kavuşmayı tercih etmiştir. Kerim Resülun yolundan giden Sahabe de aynı şekilde dünyayı değil ahireti kazanmayı kendilerine düstûr edinmişlerdir. Allah'ın rızasını kazanmak, dinini dünyanın en ücra köşelerine taşımak için cepheden cepheye koşmuşlardır. Dünyanın peşinden koşmamışlar dünyayı peşlerinden koşturmuşlardır. Allah'a, Resülüne, dinine ve Müslümanlara düşmanlık edenlerden korkmamışlar, aksine onların kalplerine korku salmışlardır. Allah'ın dinini hakim kılmak için Cebelitarık Boğazını geçerek İspanya kıyılarına varmasının ardından tüm gemileri yaktıran Tarık b. Ziyad askerlerine şöyle sesleniyordu: -İşte arkanızda koskoca ordu gibi bir derya, önünüzde de derya gibi bir ordu bulunmaktadır. Ya Allah yolunda, önünüzdeki derya gibi ordu ile karşılaşır öldürülüp şehadet şerbetini içer veya Allah tarafından zafere eriştirilirsiniz ya da geri dönmeyi arzular arkanızdaki derya ile boğuşursunuz. Tercih sizindir. Bu konuşmanın ardından Tarık b. Ziyad komutasındaki İslâm ordusu iki saat içerisinde Tulaytıla'nın sarayına girerek tüm hazineleri ganimet olarak ele geçiriyor ve Tarık b. Ziyad ayağını Tulaytıla'nın hazinelerine basarak şöyle diyordu: Ey Tarık! Bir zamanlar para ile alınıp satılabilen bir köle idin, şu anda ise Tulaytıla'nın hazineleri ayaklarının altında durmaktadır. Evet, Tarık b. Ziyad İspanya'yı dünya malına sahip olmak, batı dünyasında olduğu gibi sömürgecilik için feth etmemişti. Tarık b. Ziyad ve onun dışındaki tüm İslâm komutanları, sultanları ancak Allah'ın dinini dünyaya taşımak, hakim kılmak için cihad etmişlerdir. Dünyanın peşinde koşmadan dünyayı kendi peşlerinden koşturmuşlardır. Allah'ın rızasını taleb için çalışırlarken aynı zamanda Allah (cc), dünyanın tüm nimetlerini onların ayakları altına sermiştir. Halid b. Velid'ler, Tarık b. Ziyad'lar, Selahaddin Eyyubi'ler, Halife Mutasım'lar, Fatihler, Yavuzlar ve daha nice kahraman ve cesur İslâm komutanları Allah'tan başka hiç kimseden korkmadan, yalnızca Allah'ın dinini tüm dünyaya hakim kılmayı ve Allah yolunda şehit olmayı arzulayarak hareket etmişlerdir. Onların kalplerinde günümüzün komutanlarında olduğu gibi dünya sevgisi değil, cennet özlemi vardı. Onlar İslâm düşmanlarından değil İslâm düşmanları onlardan korkuyorlardı. Ölümden kaçmıyorlar, koşarak, seve seve ölüme gidiyorlardı. Çünkü onlar bu dünyayı değil cenneti istiyorlardı. Onların hayata bakış açılarını; fayda-zarar, iyi kötü veya çıkarcılık değil, Allah ve Resülü'nden gelen şer'i hükümler, helaller ve haramlar şekillendiriyordu. Bunun için her şeye bakışları farklıydı. Başları dimdik, tok sesli, cesur, uyanık, dünya sınırlarını aşarak ahireti ve cenneti kuşatan bir ufka sahip ileri görüşlü kimselerdi. Geçmişte olduğu gibi bugün de İslâm ümmeti içerisinden böylesi komutanları çıkartmaya elbette ki muktedirdir. Ümmet, öncekilerdeki üstün özelliklere sahip kişileri en yakın zamanda görmeyi arzulamaktadır. Başlarında; Allah’a, Rasulü’ne, İslâm’a ve Müslümanlara düşmanlık yapmayan, korkaklardan korkmayacak kahraman ve cesur komutanları, yöneticileri görmek istemektedirler. Haçlıların egemenliği altındaki Kudüs'ü fethetmeden rahat bir uyku uyuyamayan ve gülmeyen Selahaddin Eyyubi'leri arzulamaktadırlar. Resülün hadisinde belirttiği müjdeye nail olabilmek için gece gündüz İstanbul'u fethetme hazırlıklarını sürdüren ve planlar yapan Fatihleri beklemektedirler. Filistin'de, Suriye'de, Bosna'da, Azerbaycan'da, Özbekistan'da, Türkiye'de ve Kosova' da ve daha birçok bölgede; Müslüman kızlarımızın, annelerimizin ve kız kardeşlerimizin namuslarına, başörtülerine el uzatanlara haddini bildirecek Halife Mutasım gibi komutanların çıkmasının özlemini çekmektedirler. Allah (cc) şöyle buyurdu: "Sizden öncekilerin başlarına gelenler sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Peygamberler ve onunla beraber bulunan müminler: Allah'ın yardımı ne zaman? diyecek kadar darlığa ve sıkıntıya uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki Allah'ın yardımı şüphesiz yakındır." (Bakara 214) Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla, ayaklarımızı sabitleştir ve kafir topluluğa karşı bize yardım et. Rabbimiz! Bizim üzerimize sabır boşalt, ebrar sahipleriyle, Müslümanlarla birlikte bizim canımızı al. Rabbimiz! Bizi doğru yola erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme, katından bize rahmet bağışla. Şüphesiz ki Sen, sonsuz bağışta bulunansın. Rabbimiz! Peygamberlerine vaad ettiklerini bize de ver, kıyamet günü bizi rezil etme. Sen şüphesiz sözünden caymazsın. Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve çocuklarımızdan gözümüzün aydınlığı olacak insanlar ihsan et. Bizi muttakilerle beraber kıl. Ey Allah'ım! Bizi, senin yolunda şehitlikle rızıklandır. Bizi, senin yolunda şehitlikle rızıklandır. Bizi, senin yolunda şehitlikle rızıklandır. Bize, nimetine eriştirdiğin peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle ve salihlerle bir arada bulunmayı nasip et. Rabbimiz! Bize dünyada güzel olanı ver ahirette de güzel olanı ver. Bizi ateşin azabından koru. Rabbimiz! Bizi ve çocuklarımızı namaz kılanlardan eyle. Rabbimiz! Dualarımızı kabul buyur.1-dot
1 Fotoğraf1 Fotoğraf
Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Dünyaya Müslüman nasıl siyaset yaparmış gösterdik” sözünün maalesef altı dolu, pratik karşılığı bulunan bir söz olmadığını belirtmek ve “Müslüman siyaseti” gibi çok önemli bir retoriği mevcut işleyişten beri kılmak bizim açımızdan bir yükümlülüktür. Temenni ederiz ki Cumhurbaşkanı Erdoğan, mevcut konumu ve siyasetini, dile getirdiği “Müslüman siyaseti” retoriği açısından değerlendirmeye tâbi tutsun ve Rabbimize verilecek hesabı temel alan bi yönelişe adım atsın. [1] “Şayet böyle yapmazsanız (faizi terk etmezseniz), Allah'a ve Rasulüne karşı savaş açtığınızı bilin. Eğer tevbe ederseniz, artık ana malınız sizindir. (Böylece) Ne zulmetmiş olursunuz, ne zulme uğratılmış olursunuz.” (Bakara, 2/279 [2] “Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah'a aittir.” (Nisa, 4/139) ******** Türkiye’deki yöneticiler ve parti liderleri laikliğe, demokrasiye, cumhuriyete ve Atatürk ilkelerine bağlılıklarını sözleriyle ve fiilleriyle sürekli göstermektedirler. Başka bir ifade ile onlar bu halleriyle küfre bağlılıklarını göstermiş olurlar. Buna rağmen bazı Müslümanlar hâlâ bunları savunurlar ve şöyle derler: “Bunların kalplerinde iman vardır ve niyetleri iyidir. ” *** Resulullah (S.A.V.) Bedir savaşında Müslümanlara şöyle seslendi: “Haşim oğullarından ve başkalarından bazılarının zorla savaşa getirildiği ve bizimle savaşmak istemediklerini öğrendim. Kim Haşim oğullarından biriyle karşılaşırsa onu öldürmesin, http://namenstr8.blogspot.nl/2015/05/senin-muslumanligini-allah-daha-iyi.html1-dot
Kuvvetler birliği (VİDEO)1-dot
ŞİRK’İN DEVLET ELİYLE RESMİLEŞTİRİLMESİ.! https://vimeo.com/177089376Bağlantı

Senin gönderinden kaydedildi
Algı Bozuklukları1-dot
Tarihçi Nigel Cliff''in deyişiyle, ''bir yanardağ gibi püskürerek'' tarihe giren, tarihi etkileyen, dönüştüren, küreselleştiren İslam ve Müslümanlar bugün ne yazık ki, neoliberal-seküler iradenin, dünya görüşünün insaf ve merhametine terkedilmişlerdir. ************* Tekrar tarihin gündemine oturmak için insanlığın ihtiyacı olan şu fikri açarak kişilere servis edilmesi lazım. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI.BağlantıAGEMDER

Senin gönderinden kaydedildi
VAROLAMAYAN BİR GEÇMİŞİ YAŞAMAK Tarihsel, toplumsal, kültürel yıkımlara karşı ancak, bilinçli bir varoluşla direnilebilir. Bilinçli varoluşlar söz konusu olmadığında, sürüklenmekten başka yapılabilecek her hangi bir şey yoktur. Hangi gerekçeyle olursa olsun sürüklenmek, yozlaşma ve bayağılaşmaları derinleştirir. Sürüklenmek daha çok ilkesizlik ve onursuzlukla ilgilidir. Geçmişin kronoloik olarak okunması, nicel boyutlar içerisinde okunması, siyasal olaylarla sınırlı birçerçeve içerisinde okunması, yorumlanması ve yaşatılması, yüzeysel bir uğraş olmaktan öte geçemez. Bu tür yaklaşımlar sebebiyledir ki, günümüzde biz Müslümanlar yaşamayan bir geçmişi referans olarak almaya devam ediyoruz. Geçmişin yeniden yaşanılabilir hale getirilmesi demek, tarihi yeniden İslami ilkeler temelinde yönetebilecek bir duruma gelmek demektir. Yaşamayan bir geçmişle birlikte olmak, bu konuda ısrar etmek, geçmişi tahnit etmek gibidir. Hep geçmişte yaşayan bir zihin ve ruh dünyası, hep geçmişte yaşayan bir kültür dünyası tarihi kesintiye uğratır. Varoluşsal süreklilik, geçmişin-şimdi'nin-geleceğin bütünlüğünü, iç içe geçmiş zamanların bütünlüğünü temsil eder. ************ Onun için şu yeni en son teknoloji ve ilimle donatılmış fikri piyasaya sürerek insanlığın kurtuluş istikametine belirlemek,öncü olduklarını ileri sürenlerin işidir. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI.1-dot
Bugün, daha çok, Türkiye örneğinde izlenebileceği üzere, İslam dünyası toplumlarında asimile edilen unsurlar, gönüllü olarak sömürgeleştirilen aydınlar, ne pahasına olursa olsun Batılıların duymak istedikleri, dinlemek istedikleri, görmek istedikleri doğrultuda konuşuyor, yazıyor ve olaylara onların baktığı çerçeveden bakıyor. ÖLÜMCÜL YABANCILAŞMA VE YETERSİZLİK İdeolojik mutlakıyetçilik evrensel bir algı tarzını belirleyici hale getirdiği için, biz Müslümanlar bugünün/şimdinin gerçekliğini İslami açıdan etkileyemiyoruz. Bir yanda ana akım küresel medyanın ürettiği illüzyonlar var, bir diğer yanda da İslam dünyası ülkelerinde devlet merkezli yorumlar var. Bu ortamda/iklimde, İslami sözcükler/tanımlar özgün anlamları dışında kullanılabiliyor, sömürülebiliyor, araçsallaştırılabiliyor. Bu sözcüklere kimi zaman resmi anlamlar yüklenirken, kimi zaman ideolojik anlamlar, kimi zaman da medyatik anlamlar yüklenebiliyor. Bu noktada ölümcül bir yabancılaşma ve yetersizlikle karşı karşıya bulunuyoruz. İçerisinde yaşadığımız çağın, zamanın, tarihin, toplumsal, kültürel, siyasal gerçekliğini yansıtmayan, temsil etmeyen, açıklayamayan, yansıtması, açıklaması ve temsil etmesi mümkün olmayan, yaşadığı çağa hitap edemeyen abartılı bir romantizmle malül, vulgarize edildiği için niteliksizleştirilmiş bir dil kullanıyoruz. Geçmişi güncelleştiremeyen, güncelleştirmek istemeyen, geçmişi güncelleştirmek isteyenleri sapkınlıkla suçlayan bir gelenek ya da, muhafazakarlık, İslami bugünü bütünüyle felce uğratıyor, modernliklere özgü, küstah özgüveni aşamıyor. ******************* Müslümanlarda bu asrın son teknolojisinin ve bilgisinin onaylamış olduğu bütün insanlığı kurtuluşa götürecek fikir mevcut. Sadece alimlerin öncülük yapıp fikri açarak insanlığa servis yapması lazım. İşte o fikir ve oluşumları. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/08/insandaki-halleresyadaki-ozellikler-den_16.html Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. FİKRİ METİNLER.*Asıl olan Bu kainatta*Asıl olan Kendi kendine oluşmuş bir şey*Asıl olan Yaratıcı yaratmış*Asıl olan Son peygamberlik*Asıl olan (Kader)*Asıl olan Yoksa, 'Onu Muhammed uydurdu' mu diyorlar? Onlara de ki; 'Eğer doğru söylüyorsanız, Kur'an'a benzer bir sure ortaya getiriniz, bu konuda Allah dışında kimleri yardıma çağırabilecekseniz, çağırınız. Yunus*38*Asıl olan Diyebilir birileri ...Demokrasinin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun değil.Asıl olan Şartlar. Eşyadaki özelliklere uygun düşmesi lazım)*Asıl olan Son peygamberine inanmak vakaya mutabık olur.Asıl olan Sonuncusu Muhammed olduğuna göre*Asıl olan Kanallarda Nihat hatipoğlu,Cübbeli Ahmet gibi.Asıl olan Her ne kadarda diğer islamın şartlarını yerine getirsende.Asıl olan Şu Allah tarifini sunuyor*Asıl olan MÜSLÜMANLARIN VE KAFİRLERİN ALLAH TARİFİ,TANIMI..SEN BU TARİFİN NERESİNDESİN? MÜSLÜMAN OLMAYANLARIN AKİDESİ--(Sınırlıdır) BAŞLAMA***3 BURADAN DEVAM...Asıl olan http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/11/asl-olan-vakann-esyadaki-ozellikleri.html?spref=fb
TEKBENCİ SPEKÜLASYONLAR
Müslümanların bu tür sorunlar karşısında sessiz/kayıtsız kalarak, yalnızca “mezhep” saplantıları etrafında yoğunlaşmalarını anlayabilmek, açıklayabilmek hiç bir şekilde mümkün olamaz. ********** Olur. Çünkü, Kişi kendisinde bulunan mefhumlarla haraket ettiğini bilen şeytan devreye girip, SİLAHLA DEĞİL TARİHİ KİTAPLARLA DEVLETLERİ FETH EDEN ORYANTALİSLER,MÜSTEŞRİKLER kişileri böyle anlaşılmaz duruma soktular. Bu halden kurtulup hedefe gitmek için şu istikameti takip etmek gerekir. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI.BağlantıHangi eğilim içerisinde olursak olalım, hangi yorum ve yaklaşım biçimini temsil ediyor olursak olalım, Müslümanlar olarak bugün, neyin bilincinde olmamız gerektiğine dair, bir dönem bilincine sahip…

Senin gönderinden kaydedildi
Hizb ut Tahrir'in Yola Çıkışı1-dot
Yeni kurulacak ABD nin inşasını anlatıyor.! RAŞİD-İ HİLAFET İSLAM DEVLETİ. https://www.facebook.com/1417722101865364/videos/vb.1417722101865364/1437963243174583/?type=3&theater https://www.youtube.com/watch?v=Zfy8ZkJp-qk&list=PLr342JFErS76u5CDh7Yq5gADyDiArjk1M&index=2 https://www.youtube.com/watch?v=2ehCceyP_38&index=3&list=PLr342JFErS76u5CDh7Yq5gADyDiArjk1M https://www.youtube.com/watch?v=kKGIGMtgKkM&list=PLr342JFErS76u5CDh7Yq5gADyDiArjk1M&index=54VideoHizb ut Tahrir'in Yola Çıkışı Hizb-ut Tahrir Nedir/Kimdir? Kuruluş Sebepleri? Siyasi Partilerin Kurulmasının Şer'an Gerekliliği Gayesi Üyelik Çalışması Çalış...

Senin gönderinden kaydedildi
Geçen Hafta
https://lh3.googleusercontent.com/IpLtAHhJrDsC5U6_PhmzmzkHdh9l7On5iedAtlE6Gs0YgpFF1vl70In1o6fXP3z4tCpvh5MEvQ=w1653-h930-rw-no1-dot
Montaş diye kendini avutanlar aşağıdaki videolarla banyo yapsınlar.! https://lh3.googleusercontent.com/IpLtAHhJrDsC5U6_PhmzmzkHdh9l7On5iedAtlE6Gs0YgpFF1vl70In1o6fXP3z4tCpvh5MEvQ=w1653-h930-rw-no https://vimeo.com/188544260 https://www.youtube.com/watch?v=oFdrMcmIRnY&list=PLr342JFErS74PD1gdrTSqmdDze38nBN9_&index=5Bağlantı

Senin gönderinden kaydedildi
SÖZ’ÜN GÜCÜNDEN GÜC’ÜN SÖZÜNE1-dot
Müslümanların Quran’ın hiçbir meşruiyet sahası teşkil etmediğini görmeme basiretsizliği kadar, bu iğrenç talihi onlara sağlayan sistemlerin yanında olmaları işin ne kadar ciddi olduğunu göstermiyor mu? ************* Madem bu basiretsizliği görüyorsunuz madem işin ciddiyetini görüyorsun o zaman siz şu fikre bir bakın açılımını yapın ve insanlığa basiretini açıp ciddiliği gösterin. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI.Bağlantıİnsanın ‘Söz’den kazandığı önemli bir değer ve gücü var: özgür irade ve seçim gücü! Bu ‘‘Kün’’ ‘Söz’ü ile var-olan ‘şey’lerden sadece ve sadece insan ‘Söz’ün gücünden bu ağır yükü emanet almıştır. …

Senin gönderinden kaydedildi
(YENİ) MODERN KÖLELIK VE ÖZGÜRLÜK ÜZERINE DÜŞÜNCELER1-dot
Aslında, insan için mutlak özgürlük yoktur. Sınırsız hürriyet isteği, insanlıktan çıkma arzusu demektir. İstediği yerde anırmak ve istediği yere pislemek özgürlüğü ancak eşeklere aittir, onlara özenen kişi ancak bu tür bir hürriyet hasreti çeker. İnsanî hürriyet, başka insanların hürriyetlerinin başladığı yere kadardır denilir ama, öncelikle "Rabbinin çizdiği sınırlar kadardır" hükmü unutulur. Bu ölçü olmayınca, özgürlük istekleri çatışınca hakem kim olacaktır? Sözgelimi, günümüzde kadınların istediği gibi açılıp saçılma özgürlüğü, erkekleri tahrik edecek şekilde sokağa çıkma hürriyetleri vardır. Peki, müslüman bir erkeğin günaha girmeden sokağa çıkma hürriyeti ne olacak? Hangisinin özgürlüğü, diğerini sınırlayacak, kim, kimin lehine kendi özgürlüğünden vazgeçecek? Bu, sadece, sokakta ve yalnız gözleri korumakla sınırlı değil elbet, gayri İslâmî tüm ortamlar için sorunun özü bu; kime göre hürriyet, kime ve ne özgürlüğü?Bağlantı(YENİ) MODERN KÖLELIK VE ÖZGÜRLÜK ÜZERINE DÜŞÜNCELER

Senin gönderinden kaydedildi
Düşünmek Farzdır! (Konuşmacı: Metin Önal Mengüşoğlu)1-dot
2.Düşünmek Farzdır Net ve berrak olan her şey insan tarafından sevilir kaos ve yavşaklık hiç bir kimse tarafından sevilmez ve onaylanmaz. O zaman Müslümanım demeninde Netleşmesi lazım. Müslümanım demekle Müslüman olunmuyor . Müslümanlığın netleşmesi için Muhammedin Allah tarifini bilmen lazım. https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=196704697447606&id=100013242319421 http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2014/10/muslumanlarin-ve-kafirlerin-allah.htmlVideo13 Ekim 2012 Cumartesi tarihinde vakfımızın düzenlediği "Düşünmek Farzdır" başlıklı konferansın görüntü kaydı.

Senin gönderinden kaydedildi
YÜKSEK GERİLİM SORUNUMUZ1-dot
Ancak Müslümanların bu angajmanlara açık ve kolayca ayartılmaya teşne olmasının genel anlamda ümmetin ruh sağlığının bozulmasıyla yakından ilgili olduğu da belirtilmelidir. ************************ Bu ümmet dininden uzaklaştı ve dolayısı ile virüs bütün vücudu kapladı. Yeni nesillerin canlanmaları için şu fikri açıp empoze etmek lazım. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI.BağlantıOsmanlı’nın tarih sahnesinden çekildiği günden bu yana devam eden Ortadoğu merkezli kaosta küresel ve emperyal angajmanların çok önemli rol oynadığı şüphesizdir. Ancak Müslümanların bu angajmanlara…

Senin gönderinden kaydedildi
KEŞKEM ÇİFTİ1-dot
Şu fikir iyi açıklanıp insanlığa anlatılsa keşke diye bir söz olmayacak.Kişi her şeyi net algılayacak. Onun için bu fikrin üzerinde yoğunlaşarak çalışmak gerekiyor. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI.BağlantıTeşbihte hata olmasın, hani münafıkların inananlar karşısında; bir iyilikle/ganimet/zafer karşılaştıklarında ‘Biz de sizinle beraberdik!’, bir sıkıntı, zorlukla karşılaştıklarında/can ve mal yitimi…

Senin gönderinden kaydedildi
ASLINDA YOK TOPLUMUN BİRBİRİNDEN FARKI!…1-dot
Çünkü insan kendinde bulunan beyni,yetenekleri kullanıp kendi Yaradanının kontratını okumadığı için bir başkaları tarafından yanlış istikametlere yönlendiriliyor. Halbuki kişi Yaradanının kontratına gitse,Yaradanı kişiyi doğru istikamete yönlendirecek. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI.BağlantıNeyi eleştiriyorsak ya da neyden kıyasıya nefret ediyorsak belli bir zaman sonra eleştirdiğimiz ya da nefret ettiğimiz o şeye dönüşüyoruz… Sahici inanmayı, adanmayı, gerçekten sevmeyi bilemiy…

Senin gönderinden kaydedildi
METİN ÖNAL MENGÜŞOĞLU /DÜŞÜNMEK FARZDIR 1. BÖLÜM
METİN ÖNAL MENGÜŞOĞLU GAYE-DER,/ ABIHAYAT SİVAS KURAN OKULU 6VideoMETİN ÖNAL MENGÜŞOĞLU GAYE-DER,/ ABIHAYAT SİVAS KURAN OKULU 6

Senin gönderinden kaydedildi
METİN ÖNAL MENGÜŞOĞLU /DÜŞÜNMEK FARZDIR 2. BÖLÜM1-dot
Düşünmek Farzdır Net ve berrak olan her şey insan tarafından sevilir kaos ve yavşaklık hiç bir kimse tarafından sevilmez ve onaylanmaz. O zaman Müslümanım demeninde Netleşmesi lazım. Müslümanım demekle Müslüman olunmuyor . Müslümanlığın netleşmesi için Muhammedin Allah tarifini bilmen lazım. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2014/10/muslumanlarin-ve-kafirlerin-allah.htmlVideoGAYE-DER,/ ABIHAYAT SİVAS KURAN OKULU 6

Senin gönderinden kaydedildi
METİN ÖNAL MENGÜŞOĞLU /DÜŞÜNMEK FARZDIR 3. BÖLÜM soru cevap1-dot
Düşünmek Farzdır Net ve berrak olan her şey insan tarafından sevilir kaos ve yavşaklık hiç bir kimse tarafından sevilmez ve onaylanmaz. O zaman Müslümanım demeninde Netleşmesi lazım. Müslümanım demekle Müslüman olunmuyor . Müslümanlığın netleşmesi için Muhammedin Allah tarifini bilmen lazım. https://www.youtube.com/watch?v=tM6nqtZeOg8 http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2014/10/muslumanlarin-ve-kafirlerin-allah.htmlBağlantıGAYE-DER,/ ABIHAYAT SİVAS KURAN OKULU 6

Senin gönderinden kaydedildi
METİN ÖNAL MENGÜŞOĞLU /DÜŞÜNMEK FARZDIR 4. BÖLÜM soru cevap1-dot
Düşünmek Farzdır Net ve berrak olan her şey insan tarafından sevilir kaos ve yavşaklık hiç bir kimse tarafından sevilmez ve onaylanmaz. O zaman Müslümanım demeninde Netleşmesi lazım. Müslümanım demekle Müslüman olunmuyor . Müslümanlığın netleşmesi için Muhammedin Allah tarifini bilmen lazım. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2014/10/muslumanlarin-ve-kafirlerin-allah.htmlVideoGAYE-DER,/ ABIHAYAT SİVAS KURAN OKULU 6

Senin gönderinden kaydedildi
[KONFERANS] Düşünmek Farzdır - Metin Önal Mengüşoğlu
İşte Fikir. Alim veya düşünür kişilerin üzerinde yoğunlaşarak çalışması ve insanlığa sunması dolayısı ile kurtuluş istikametini belirlemesi gerekir. BİR İNSANIN BU DÜNYAYA GELİŞ GAYESİ İÇİN TAKİP EDECEĞİ İSTİKAMET Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI.VideoMütefekkir ve edebiyatçı Metin Önal Mengüşoğlu'nun 5 Kasım 2016 Cumartesi günü vakfımız tarafından düzenlenen etkinlikte yaptığı konuşma.

Senin gönderinden kaydedildi
STATÜKOYA EKLEMLENMEK1-dot
Konuşabileceğimiz konuları Kur’an belirlemiyor. Başkalarının çizdiği alanı konuşmayı da gayet doğal karşılayabiliyoruz. ********** Çünkü, İslami kaidelere,ölçülere göre fiillerimizi düzenlemiyoruz. Şu fikri İslami kaideler ve ölçüler ışığında geliştirecek olursak insanlığın istikametini bulmada çok faydalı olacaktır. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI.BağlantıO yüzdendir ki “Türkiye’de Müslüman bilinciyle, işgal ettiği yerin farkında olarak, bu memlekette, yeryüzünde kendini konumlandırma iddiasındaki her fert, her hareket, her düşüncenin yüzleşmek zoru…

Senin gönderinden kaydedildi
RAŞİDİ HİLAFET İSTİYORUM: MÜSLÜMANLARIN VE KAFİRLERİN ALLAH TARİFİ,TANIMI..SEN BU TARİFİN...1-dot
Net ve berrak olan her şey insan tarafından sevilir kaos ve yavşaklık hiç bir kimse tarafından sevilmez ve onaylanmaz. O zaman Müslümanım demeninde Netleşmesi lazım. Müslümanım demekle Müslüman olunmuyor . Müslümanlığın netleşmesi için Muhammedin Allah tarifini bilmen lazım. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2014/10/muslumanlarin-ve-kafirlerin-allah.htmlBağlantı

Senin gönderinden kaydedildi
“Evlerinizde oturun…” ayetini daha bir başka severim nedense. Bu ayeti okudukça kendimi Rabbimden imtiyazlı sayarım. Beni alıp namütenahi bir yere koymuş. Narin bir kelebek, kırılgan bir gelincik çiçeğiymişim gibi hissederim kendimi… Çok değerliymişim, nadideymişim, zümrüt mü, elmas mı desem, ama çok değerli bir mücevhermişim, istiridyenin en gizli yerindeki zarif bir inciymişim gibi… Evlerinizde oturun, evler ki en emniyetli barınaklardır. Hürriyetin en dorukta yaşanabileceği mekânlardır evler. Ev kadına saray, kadın eve sultandır. Evsiz kadın savunmasız, kadınsız ev yalnızdır. Evsizleşen kadınlar, kadınsızlaşan evler toplumların en büyük yarasıdır… “Evlerinizde oturun. Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın…”(Ahzab/33) İyi ki bunları sen söylüyorsun Rabbim. Eğer ben söyleseydim örümcek kafalı, gerici, çağdışı olarak yaftalanacaktım. Şükür ki sen söylüyorsun, kulun Sana kurban olsun… Evet, nice zamandır dışarda olmayan, evinde oturan, çocuk doğuran kadınların adı cahil oldu. İlle de dışarı çıkmalı kadın, bütün kapılar sokağa açılmalı, az çocuk doğurmalı, ekonomik özgürlüğü (!) elinde olmalı, kocaya asla güvenmemeli. Ya bırakırsa. Ya terk ederse. Ya ölürse. Ya boşanırsa. Ya…diyerek kadın hep tetikte bekletildi. Artık kadınlar pek az oturuyor evlerinde. Kadınlar eve hasret, evler kadınlara hasret. Parasını kendi kazanıyor kadın. Muhtaç olmuyor erkeğine de (!)… Sabahın ayazında düşüyor yollara, çocuğu bakıcıya ya da kreşe bırakıyor. Kadın, dişini tırnağına takıyor, yâni biraz da erkekleşiyor kadın… Duraklarda otobüs bekleyen, soğukta tir tir titreyen kadınlar. Çok mu muhtaç, çok mu zor durumdadır? O saatte o kadınları sıcak yuvalarından dışarı çıkaran nedir? Bir kadını haftanın 5 günü yılın en az 10 ayı çalışmaya mecbur eden hangi haldir? At yarışına sokar gibi çalıştırdığımız, sınavlara hazırladığımız kızlarımız hangi ideallerin, hangi hayallerin kurbanıdır? Kızının sınavı kötü geçti diye ağlayan anne hangi modern baskıcının oyuncağıdır? “Evlerinizde oturun” ayeti bugün birçok Müslüman kadının dahi okumak, hatırlamak istemediği bir ayettir. “Cahiliye kadınları gibi açılıp saçılmayın” emrine muhalif, evde oturmayı cehalet, çalıştığı işyerinde açılmayı modernlik, özgürlük diye tanımlayan bir garip fikir karmaşası… Ne kadar paraya ihtiyaç duyduğunuz, gerçek ihtiyaçlarınızın ne olduğuna bağlı… Ya lüks bir hayat için zor ve stresli bir çalışma hayatını tercih edeceksiniz. Ya da evinizde rahat oturup orta halli bir yaşamı seçeceksiniz. Derdiniz kariyerse, yükselip önemli (!) bir yere gelmekse eviniz size sadece bir otel olur. Eğer tek maaşla geçinirim. Orta halli yaşarım, lüks istemem, evim 10 yıl sonrada olsa olur, arabam daha vasat da olabilir, evimde otururum, çocuğumu da kimselere bırakmam kendim bakarım, eğitirim derseniz eviniz size saray olur. Çalışan kız arıyorum, çift maaşlı olsunlar diyen kaynana adayı teyzeleri gördükçe, birileri tarafından bankamatik gözüyle bakılan kızlara daha da bir acıyorum. Hele banka kartı kocasının elinde olan, ayda ne kadar maaş aldığını bile bilmeyen, gündüz dışarı işleri, akşam ev işleriyle ömür geçiren kadınların hali içler acısı… Modern köleliğin adına ekonomik özgürlük diyorlar… Zulmü süsleyip püsleyip kadına olmazsa olmaz gibi gösteriyorlar. Kadının fıtratına ters olan, bedenine ağır gelen işi yapmayanları aşağılıyor, kınıyorlar… “Evlerinizde oturun”, çünkü kadın en çok evine yakışır. Evlerinizde oturun, zira kadın hassastır, kadın naziktir, çabuk incinir, çabuk kırılır, kolay hırpalanır kadın. En iyi Rabbi tanır onu. En çok Rabbi bilir kadının halini… Mecburiyeti olmadığı halde her gün ardından ağlayan bir evlat bırakmamalı kadın. Hem kariyer yapıp, hem iyi bir iş kadını,hem iyi bir anne olmak şüphesiz bir ütopya… Madem Rabbi kimselere yakıştırmadığı görevi kadına layık görmüş, madem uçsuz bucaksız cenneti annelerin ayaklarının altına sermiş; Bundan daha fazlasını istemek niye? Bir kadın ayrılınca evinden, Evler ağlar kadınların ardından. Bir çocuğun gözleri uzaklara mıhlanır. Anne dönene değin sevmeler öksüz kalır. Bir kadın ayrılınca evinden. Evler ağlar usul usul derinden…” Şimdi siz hakem olun yuvalarında mı olsunlar. Yoksa dışarıya mı dolsunlar ? Ahzab Suresi Ayet: 33. “(Çoğu zaman, vakarla) evlerinizde oturun. Dışarıya da evvelki câhiliye zamanı/İslâm öncesi kadınlarının çıkışı gibi süslenip kendinizi teşhir ederek çıkmayın. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin. Allah, sizden ancak kiri (günahı) gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister”.1-dot
KADININ ASIL SORUMLULUK ALANI EVİDİR BAZI İTİRAZ VE İSTİFHAMLARA CEVAPLAR1-dot
KADIN İÇİN ASIL OLAN : ANNE VE EVİNİN HANIMI OLMASIDIR TOPLUMSAL SORUMLULUKLAR ÜSTLENMESİ DEĞİLDİR KADININ ASIL SORUMLULUK ALANI EVİDİRBağlantı

Senin gönderinden kaydedildi
ERDOĞAN’IN “MÜSLÜMAN SİYASETİ1-dot
Erdoğan’lı yılların siyasetinin, laik cumhuriyetin halk düşmanı, jakoben politikalarını aşan ve halka daha yakın durup hizmet götüren bir farklılığa sahip olsa da, söz konusu ettiğimiz üç boyutta da laik cumhuriyetten temelde ayrışan bir perspektif ve pratik üretmediğini ifade etmemiz gerekir. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Dünyaya Müslüman nasıl siyaset yaparmış gösterdik” sözünün maalesef altı dolu, pratik karşılığı bulunan bir söz olmadığını belirtmek ve “Müslüman siyaseti” gibi çok önemli bir retoriği mevcut işleyişten beri kılmak bizim açımızdan bir yükümlülüktür. ***** SENİN MÜSLÜMANLIĞINI ALLAH DAHA IYI BİLİR, fakat, senin zahirin bizi ilgilendirir ! Türkiye’deki yöneticiler ve parti liderleri laikliğe, demokrasiye, cumhuriyete ve Atatürk ilkelerine bağlılıklarını sözleriyle ve fiilleriyle sürekli göstermektedirler. Başka bir ifade ile onlar bu halleriyle küfre bağlılıklarını göstermiş olurlar. Buna rağmen bazı Müslümanlar hâlâ bunları savunurlar ve şöyle derler: “Bunların kalplerinde iman vardır ve niyetleri iyidir. ” Bunlara cevap ve örnek olması açısmdan Resulullah (S.A. V.) amcası Abbas’a karşı olan tutumunu gösterebiliriz. http://namenstr8.blogspot.nl/2015/05/senin-muslumanligini-allah-daha-iyi.html ŞEYTAN, İNSAN VE MÜSLÜMAN KILIĞINA GİREBİLİR….2 https://vimeo.com/188544260Bağlantı

Senin gönderinden kaydedildi
Okullarda tören adıyla işlenen putperestlik1-dot
Israrla vurgulamalıyız ki, İslâm’ın hâkim değil mahkûm olduğu ülkelerdeki okullarda müşrik olmama özgürlüğü yok. Öğrenci ve öğretmen olarak şirk tornasından geçmeme hakkı için mücâdele gerekiyor. Bir manifestomuz yok. Bir müslümanın her çeşit eğitim kurumlarında yapmasının kesinlikle câiz olmadığı şeyler, yapıldığında öncelikle insanlık suçu olduğu ilan edilecek davranış ve sözler, resmî âyinlerde/törenlerde, şirk unsuru olan hususlar, derslerde kabulü ve dillendirmesi şirk olan durumlar, tâğutları övmeler vb. kamuoyuna hâlâ yansıtılmamıştır. Çok net olarak, eğitimle ilgili İslâm’la bağdaşmayacak şirk unsurları şunlardır diyerek maddeleştirip kamuoyuna veli, öğrenci ve öğretmenlere ilan ve tebliğ bile edememişiz. Şirki güncel açılımlarıyla topluma duyuramamanın vebalinin büyüklüğünü düşünmek bile zor. Her vatandaşın ve her düzenin bunları rahatlıkla bilmesi ve zulmün boyutlarının sergilenmesi gerektiğini düşünüyorum. Sanki tevhidin yasaklanmasından ve putperestliğin mecbur edilmesinden daha önemliymiş gibi, varsa-yoksa sadece başörtüsü yasağı gündemde. ABD gibi, Avusturya ve diğer Avrupa ülkeleri gibi, başörtüsünün suç olmadığı memleketlerde yaşasaydık, bizim câhiliyye okullarından istediğimiz olmayacak mıydı? Yani sadece üniversitelerde ve sadece başörtüsünden başka?! Başörtüsüne bile müsaade etmeyen bir zihniyet aracılığıyla, başın içine konulan inanç, bilgi ve kültürün ne olup olmadığı, ciddi mânâda maddeler halinde net olarak dosta düşmana ilan edilebilmiş bile değildir ki, ona göre eylem planı hazırlansın. Düzenin ve okulların farklı bir dini dayattığı için, Müslüman çocuklarımız iki dinli yetişiyor. Evdeki din ile okuldaki din farklı; birbirine tümüyle düşman iki inanç ve yaşam tarzı sunuluyor. Çocuklar, çifte standartlı yetişiyor. Ana ve babaların “aman oğlum, şunu sevme, şuna inanma, ama bunları okulda öğretmenine filan da belli etme!” diye tavsiyesi, çocuğun karakterini daha küçük yaşta anormalleştiriyor, iki dinli ve münâfık karakteri oluşturuluyor.Bağlantı

Senin gönderinden kaydedildi
Böylece tasavvufun sahip olduğu fikirlerin İslam’a ait olmadığı apaçık ortadadır. Burada bahsetmiş olduklarımız kadar, bahsetmediğimiz başka bir sürü tasavvufa ait fikirler vardır. **************** Tarikatlar ta kuruldukları günden beri hem akideleri hem de amelleri ile İslâmdan sapmış bid'at kuruluşları yani gayri İslâmî kuruluşlardır. Başka bir ifade ile tasavvuf dininin ekolleri, mezhepleridir. Tasavvuf ise"Lâ Mevcudu İlla Allah" tabiri ile ifade edilen "vahdet-i vucud" yani "varlığın tek oluşu" akidesine'yani Halik, mahluk ayrımı yapmayan eşyayı (haşa) Allah'ın parçaları olarak kabul eden bir akideye dayanan mistik bir dindir. Fakat buna rağmen bu gayri İslâmî din "İslâmın hassı" olarak, İslâma yamanmıştır. (Bu konuya ileride teferruatı ve delilleriyle deyineceğiz inşaallah.) İşte aslı bu olan tarikatlar ta öteden beri ümmet içinde tefrikanın unsurlarından bir unsur hem de zalim ve tağutî idarelerin emniyet sibobu durumuna gelmişlerdir. Tarikatların bu fonksiyonu bilhassa son günlerde daha da belirgin olmuştur... Bu müesseselerin başındaki şeyhler ve dalkavuk ülema ile aynı rolü oynamaktadırlar. Dün Allah'ın şeriatının hayattan kovulup yerine küfür nizamı olan demokrasinin ve cumhuriyetin "hakiki demokrasi ve hakiki cumhuriyet ■ İslâmdadır" lafları ile gelmesine rıza gösterip onları halka sevdirmeyi kendilerine en aziz görev bilen bu dalkavuk ülema tipleri ve şeyhler bugünde İslâmî hayatı başlatacak olan İslâm Devleti Hilâfet'in ,kurulması için çalışan) yiğit asil müslümanlârın karşısına sarık ye cübbeleri ile çıkarak; Hilâfet de nedir;* o tarihe karışmıştır. Bir daha gelmesi imkan dışıdır. İslâm'da Hilâfet değil cumhuriyet var, gibi laflarla tağutî güçlerin safında yer alarak İslâmî hayata tekrar dönüşü gerçekleştirecek olan Hilâfet Devletinin kurulması için yapılan çalışmalara köstek olmaya çalışmaktadırlar. Bu tip ülema ve şeyhler daha da ileri giderek; meselâ Türkiye'deki tağutî ideolojiyi kendilerine din ittihaz ediyor ve bundan da memnun olduklarını çeşitli şekillerde beyan ediyorlar. Meselâ : "Elhamdülillah, Atatürkçüyüz, lâ-ikiz." "Atatürk bizdendir." diyerek kıraldan kıralcı bir tavırla azılı bir atatürkçü kesiliyorlar. Dahası da var.. Hilâfet Devletinin kurulmasını isteyenleri İslâm adına karalıyorlar. Meselâ bir şeyh diyor ki: "Türkiye zaten bir İslâm ülkesidir. Bu itibarla İslâm Devleti kuracağız safsatalarının bir anlam ve önemi yoktur. Şeriat 1400 küsür sene evvel geldi . İsteyen herkes Türkiye'de de dünyanın herhangi bir yerinde de şeriata uygun bir şekilde yaşıyabilir. Buna kimsenin bir şey dediği yok ki.'.' Aynı şeyh şunu da diyor, "Kâfir bir devlette cuma namazı kılınmaz demek nasıl abes se, Allah'ın bir lütfü olan Atatürke düşmanlık etmek de o kadar abestir." http://namenstr8.blogspot.nl/2015/04/islam-devleti-hilafete-giderken_4.html1-dot
Bugün "New Age Dini(Yeni Çağ Dini)'', dünyada gittikçe yaygınlaştırılan bir "lego dini"dir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/04/vahdeti-vucut-felsefesi-new-age.html Vahdet-i vücut Vahdet-i vücut düşüncesini inceleyecek olursak onun İslam’ın tevhid akidesine ters düşen bir fikir olduğunu göreceğiz. Vahdet-i vücut; tek bir varlık vardır o da yaratıcı olan Allah’tır. Alem ise onun bir parçasıdır veya görüntüsüdür. Yaratıcı yaratılan ayrımı yoktur vahdet-i vücut düşüncesinde, tek bir hakikat vardır o da Hak’tır. Bununla ilgili olarak Vahdet-i vücut düşüncesinin ilk temsilcilerinden sayılan İbn-i Arabi; “Arif, hakkı (Allah’ı) her şeyde gören, belki her şeyin kendisi olarak görendir.” (Fususu’l-Hikem, Bali Şerhi, 375, İstanbul 1309 h. Kaşani Şerhi, 1/192, Tali. Dr.’ Ebu’l-A’la Afifi, Kahire 1321. “Her şeyin tarifi (haddi) aynı zamanda Hakk’ın (Allah’ın) tarifidir. Yaratıkların ve eserlerin müsemmalarında sirayet etmiştir. Gören de, görülen de odur. Alem onun suretidir. Alemin ruhu ve yöneticisi de O’dur. O büyük insandır. Fususu’l-Hikem, 16-17, Şevki Bey Matbaası. 1287) Görüldüğü gibi İbn-i Arabi’ye göre bariz şekilde yaratıcı ve yaratılanın ikisi de aynı şeydir hatta daha ileri giderek puta tapanın gerçekte Allah’a taptığını ama bundan gafil olduğunu söylemekte, bakınız; “Madem ki eşya varlığının görünümleridir, o halde put da o görünümlerden biridir. Ey aklı olan adam! İyi düşün, put varlık bakımından batıl değildir. Bil ki Allah onun yaratıcısıdır. İyiden sadır olan her şey İyidir, O makamda ne var olmuşsa, hayrın kendisidir. Onda bir şer varsa, o da başkasındandır. Müslüman putun ne olduğunu bilseydi, dinîn putperestlikten ibaret olduğunu an­lardı. Müşrik putun farkında olsaydı, dininde hiç dalalete düşer miydi? O, putun an­cak dış yaratılışını gördü, onun için şeriatta kafir oldu. Sen de onda gizli olan Hak’kı görmezsen, şeriatta sana da Müslüman demezler. (A. Avni Konuk, Fususu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi, 1/258) Bilinmektedir ki İslam’ın esası Allah’ın varlığı ve birliğine, tek hakim ve hüküm koyucu olduğuna, Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’in yalnızca Allah’ın elçisi olduğuna inanmaktır. Allah’ın isimlerinde, sıfatlarında ve fiillerinde ona kimsenin ortak olmaması ve ibadette de yalnızca onu mabud kabul etmek ve ona ortak koşmamaktır. Bazı kişiler bu türden şirk ve küfür içeren sözlerin tasavvuftaki seyri suluk esnasında sekr halinde sadır olmuş sözler olduğunu, bunun ciddiye alınmaması veya iyiye yorumlanması gerektiğini söylemişlerdir. Lakin İbn-i Arabi’nin yazdığı kitaba bakacak olursak bu sözlerin ve düşünce tarzının sadece sekr halinde değil normal zamanda da savunduğunu görürüz. Eğer öyle bir durum olsaydı İbn-i Arabi bu sözlerinin sekr halinde söylenmiş olduğunu, onun ciddiye alınmaması gerektiğini açıklardı. Lakin kitapta böyle bir açıklama olmadığı gibi kitabın savunduğu ve ana konu haline gelen konuların vahdeti vücut düşüncesi etrafında şekillendiğini görüyoruz. Ayrıca varsayalım ki bu sözleri sekr halinde bir anlık söylenen sözler olsun, İslam’da Allah aşkıyla sarhoş olmak ve o esnada şirk içeren sözler söylemek cevaz verilen bir husus mudur? Allah Resulü ve sahabeler Allah aşkıyla sarhoş olup şirk sözleri söylemiş midir? Buna verilen cevap elbette hâşâ ve kellâ olacaktır. Ne Resulullah (sav) ne de sahabeler (r.anhm) hiçbir zaman şirk sözü söylememişler ve buna cevaz da vermemişlerdir. Buna ilişkin hiçbir rivayet söz konusu değildir. Bilakis Resulullah (sav) tevhid inancının korunmasında ve şirk ve onun türevlerinden çok büyük titizlikle korunmuştur. Ve tevhidin arı duru kalması için elinden geleni yapmıştır. Bununla ilgili olarak Peygamber efendimiz bir defasında bir hatibin şöyle konuştuğunu gördü: “Allah’a ve Resulüne itaat eden doğru yolu bulmuş olur. İkisine isyan eden ise sapıtmış olur.” Bunun üzerine Resulullah ona “Ne kötü bir hatipsin. Şöyle demelisin: Kim Allah’a ve Resulüne isyan ederse sapmış olur.” (Müslim/ Cuma/ 48) Resulullah (sav) halkın huzurunda konuşmacının sözünü keserek, Allah ve Resulünün aynı zamir içinde söylenmesinin yanlış olduğunu ve uzak bir ihtimal dahi olsa Allah ve Resulünün mertebesinin aynı olduğu şüphesinin zihinlerde uyanmasını önlemiş oluyordu. Bir adam Resulullah (sav)’e gelerek şöyle dedi: “Allah’ın dilediği ve senin dilediğin” Resulullah ona “Beni Allah’a eş mi yaptın? Sadece Allah’ın dilediğini söyle” buyurdu. (Buhari) Ebû Vakîd el Leysî (r.a.)’den edilen rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.), Hayber’e çıktığında yolda müşriklerin silahlarını astıkları “Zat-ü envat” adı verilen bir ağaca uğradı. İnsanlar Ey Allah’ın Rasûlü! dediler: Onların Zat-ü Envatı olduğu gibi bize de bir “Zat-ü envat” tayin et dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): “Subhanallah dedi. Bu söz Musa’nın kavminin Musa’ya söylediği: “…Ey Musa bize O insanların taptıkları tanrıları gibi bir tanrı yap…” (Araf: 138) sözüne benzedi. Ben canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki: Sizler kendinizden önceki Yahudi ve Hıristiyanların yoluna mutlaka uyacaksınız.” Ömer (ra) Ehl-i kitaptan aldığı bir kitabı getirip Peygambere (sav)’e okuyunca çok kızdı ve şöyle dedi: “Ey Hattab’ın oğlu! Bu ne şaşkınlık? Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, ben size bembeyaz, dupduru tertemiz bir hakikatle geldim. Ehl-i kitaptan bir şey sormayın. Çünkü, size söyleyecekleri bir gerçeği yalanlayabilir veya yanlış bir şeyi tasdik edebilirsiniz. Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, eğer Musa (as) şimdi aranızda yaşamış olsaydı, bana tabi olmaktan başka bir şey yapamazdı.”1-dot
Bâyezîd-i Bistâmî: “Nefsimi ilâhî vuslata yolculuk yapmaya davet ettim, bu zor yolculuk hususunda nefsim direndi ve bana güçlük çıkardı. Ben de nefsin bütün dünyevî arzularını bertarâf ederek Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna yöneldim!” Görüldüğü gibi Allah (cc)’ye yaklaşmak için nefsin bütün istek ve arzularını yok etmek gerektiğini söylüyor Beyazıd-ı Bistami. Bunun için tasavvufta bir lokma, bir hırka düşüncesi ile tekkelerde çilehaneler oluşturulmuş, uzlete çekilip dünyadan ve arzulardan tamamen uzaklaşıp sadece ibadetle meşgul olmak gerektiği düşüncesi ortaya çıkmıştır. Allah’a (cc) ulaşma yolunda nefis büyük bir engeldir o yüzden onun yok edilmesi gerekir. İslam’a bakacak olursak eğer; nefsi insanın iyiye ve kötüye yönelme meyli olarak hep sıfatlarla birlikte kullanıldığını görürüz. Yani tasavvufun bahsettiği gibi insanın içinde insandan ayrı hep kötülüğü emreden bir varlık olarak değil, insanın iyiliğe ve kötülüğe yönelme meyli, fıtratında var olan uzvi ve güdüsel ihtiyaçlarını doyurmaya arzulu bir varlık olarak insandan bahseder. Yani insan fıtrat olarak içgüdülerini ve uzvi ihtiyaçlarını doyurmak için dünyaya meyleder. Fakat bu yönelişte ihtiyaçlarını doyurması için hayır ve şer olarak iki yol vardır. Ve insan isterse bu doyurmayı şerre meyilli olan tarafıyla şerri tercih ederek yapar, isterse hayra meyilli olan tarafıyla hayrı tercih ederek yapar. Yani nefsi, insanın iyi ve kötüyü ihtiyarıyla seçme iradesi olarak tanımlarsak İslam’ın bakış açısını ortaya koymuş oluruz. Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene and olsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. (Şems Sûresi 7,8,9) İslam ifrat ve tefritten uzak vasat bir dindir. Ne tamamen Allah’ın yarattığı nimetleri yasaklamış insanın ondan faydalanmasına engel olmuş ne de tamamen onu serbest bırakıp başıboş bırakmıştır. Bilakis sınırlar koymuştur. İnsanın Allah’ın yarattığı nimetlerden faydalanmasını ama bu hususta Allah’ın koyduğu sınırlara riayet ederek bunu yapmasını talep etmiştir. Bununla alakalı olarak: Ey iman edenler! Allah’ın size helâl kıldığı iyi ve temiz nimetleri (kendinize) haram etmeyin ve (Allah’ın koyduğu) sınırları aşmayın. Çünkü Allah, haddi aşanları sevmez. (Maide, 87) Ey Âdemoğulları! Her mescitte ziynetinizi takının (güzel ve temiz giyinin). Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez. (Araf, 31) Resulullah (sav)’ın zevce-i paklerinin hane-i saadetlerine bir grup erkek gelerek Resulullah (sav)’in (evdeki) ibadetinden sordular. Kendilerine sordukları husus açıklanınca sanki bunu az bularak: “Resulullah (sav) kim, biz kimiz? Allah O’nun geçmiş ve gelecek bütün günahlarım affetmiştir (bu sebeple O’na az ibadet de yeter) dediler, içlerinden biri: “Ben artık hayatım boyunca her gece namaz kılacağım” dedi. İkincisi: “Ben de hayatımca hep oruç tutacağım, hiç bir gün terk etmeyeceğim” dedi. Üçüncüsü de: “Kadınları ebediyen terk edip, onlara hiç temas etmeyeceğim” dedi. (Bilahare durumdan haberdar olan) Peygamber (sav) onları bularak: “Sizler böyle böyle söylemişsiniz. Hâlbuki Allah’a yemin olsun Allah’tan en çok korkanınız ve yasaklarından en ziyade kaçınanınız benim. Fakat buna rağmen, bazen oruç tutar, bazen yerim; namaz kılarım, uyurum da; kadınlarla beraber de olurum (Benim sünnetim budur), kim sünnetimi beğenmezse benden değildir” diye buyurdu. Resulullah (sav) Osman İbnu Maz’un’u çağırtarak “Sen sünnetimi beğenmiyor musun?” diye sordu. “Hayır, ey Allah’ın Resulü dedi, kasem olsun hayır! Aksine, aradığım şey senin sünnetindir!” Resulullah (sav) bunun üzerine şöyle buyurdu: “Bil ki, ben, hem uyurum, hem namaz kılarım; oruç da tutarım, kadınlarla evlenirim de, Ey Osman, Allah’tan kork, zira ehlinin senin üzerinde hakkı var, misafirin senin üzerinde hakkı var, nefsinin senin üzerinde hakkı var. Öyle ise bazen oruç tut, bazen ye. Namaz da kıl uykunu da al.” (Ebu Davud, Salat 317 (1369)) Abdullah İbni Abbas radıyallahu anhümâ şöyle dedi: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem insanlara hitap ederken, ayakta duran bir adam gördü ve onun kim olduğunu sordu. Ashâb: – O, Ebu İsrâîl’dir. Güneşte durmayı, oturmamayı, gölgelenmemeyi, konuşmamayı ve sürekli oruç tutmayı adamıştır, dediler. Bunun üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem: – “Ona söyleyiniz! Konuşsun, gölgelensin, otursun ve orucunu tamamlasın” buyurdular. Rasulullah (sav) tavaf esnasında bir adamın iki kişinin yardımıyla yürü­düğünü gördü. “Bu kimdir?” diye sordu. “Bu adam yürüyerek hac etmeyi ada­mıştır”, dediler. Rasulullah şöyle buyurdu: “Şüphesiz Allah’ın bu adamın kendine eziyet etmesine ihtiyacı yoktur. Söyleyin binsin” (Buhari, Sayd, 27) Sahibi Allah’a yakınlaşmak ve ibadet etmek niyetiyle yapmış olsa bile, Allah’ın teşri etme­diği bir işi yapmayı yasaklamış oldu. Allah’ın teşri ettiği ve Resulullah’ın gösterdiği yoldan başka bir yol tutmak, ne suretle olursa olsun gösterdiğinden başka şekilde ibadet etmek veya Allah’a yakınlaşmaya çalışmak, İslam’ın apaçık ve dosdoğru yolundan sapmak ve başka bir yolu benimsemektir. Ta ki salih niyet ve Allah rızası için olsa da. Zaten İslam dini her şeyiyle kemale erdirilmiş bir dindir. Allahu teala bizim ona nasıl kulluk ve taatte bulunacağımızı, ona nasıl yakınlaşacağımızı indirmiş olduğu hükümleriyle ve bizatihi Resulullah (sav)’in tatbikiyle göstermiştir. Bizi uymamızı mecbur tuttuğu farz ve haram hükümleri indirdiği gibi, ona yaklaştıracak ve imanımızı kuvvetlendirecek sünnet ve nafile sayılan ibadetler ve davranışlar ve terk ettiğimizde faziletimizi yükseltecek mekruh hükümleri indirmiştir. Resulullah (sav) hepsini bize gösterip dini kemale erdirmiştir. Bunun dışında insanın yollar araması samimi bir niyetle de olsa gereksiz ve haramdır. Resulullah (sav)’in getirdikleri ve gösterdikleri dışında insanın kendine başka yollar araması ve çıkarması dinde bidat olarak tanımlanmış, onun merdut olduğu ve dolaysı ile ondan sakınmamız emredilmiştir https://www.youtube.com/watch?v=cF7O4M18Wrw&index=11&list=PLr342JFErS74wTAKOa6WqzcN2SMX7Hgu41-dot
Cihad; Sus, aman ha!. Cihad; modern zamanlarda bu kelimeyi söylemek bile neredeyse suç olacak. Bu kelimeyi duyan kişi şöyle bir irkiliyor. Oysa İslâm demek cihad demektir. Kişinin nefsiyle başlayan cihadı; “kâfirlerle, münâfıklarla, zâlimlerle olan cihad”a doğru kademe-kademe gider. Cihadsız İslâm olmaz ve zâten tek hak din olan İslâm’ın diğer adı cihaddır. Bâtıl dinler, cihadları olmadığı için bâtıldırlar. Modernistler ve tâğutlar sürekli olarak bir ülkeye savaş açmaktadırlar. Bakınca görürsünüz ki modern batı ve batı düşüncesine sâhip olan kesimler sürekli olarak birileriyle savaş (cihad değil) hâlindedirler. Buna hiç ara vermiyorlar. Fakat onların savaşları bâtıl merkezlidir ve bâtıl bir hedef içindir. Oysa cihad kutsaldır. İlâhidir. “Allah için”dir. Kula-kulluğu bitirip “hakka kulluğu” getirmek için yapılır. Zulmü ve zâlimi ber-tarâf edip mazlumu kurtarmak ve mustazafları yeryüzüne hâkim kılmak için (Kasas 5) yapılır. Sürekli çıkarları için savaşan tâğutlar, Müslümanların “hakkı ortaya koymak” için savaşmalarını istemiyorlar ve bunu önlemek için cihad kavramını öcü gibi gösteriyorlar. Cihaddan bahsedene kötü-kötü bakılıyor ve “terörist mi lan bu” şüphesiyle yaklaşılıyor. Modern Müslümanlar ise cihad için sâdece, biraz da sırıtarak; “nefisle yapılan cihad, yâni mücâdeledir” diyorlar. Cihad, nefisle cihaddan başlar ama kâfirle ve zâlimle cihada kadar gider. Hattâ cihad daha çok zâlimle yapılan cihaddır ki insan zâlimlerden kurtulup nefsiyle cihad etmeye fırsat bulabilsin. Bu bağlamda, savaştan dönerken “şimdi küçük cihaddan büyük cihada gidiyoruz” sözü uydurma bir sözdür. Zâlimle cihad etmeyi güyâ küçük göstermektir amaçlanan. Bunu söyleyenlerin nefsiyle cihad yapmak hoşlarına bile gider ama zâlimle cihad etmek denilince yüzlerinin rengi atar. Zâlimle cihad kazanılmadan nefisle cihad “mutlak anlamda” kazanılamaz. Fakat zâlimle cihad etmek için de ilk başta cihadla nefsi epey bi hırpalamak gerekir. Netîcede cihad, İslâm’ın unutturulan temel kavramlarından birisidir ve îmânın güçlü bir isbâtıdır. ************ RAŞİDİ HİLAFET VE CİHAD ***DEVLET (OTARİTE) OLMADAN CİHAD OLMAZ.1-dot
Donald Trump For President1-dot
İnsanlığın kurtuluş istikameti Asıl olan.vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=147401935711216&id=100013242319421 href="https://t.co/o8BwrGDYX6">https://t.co/o8BwrGDYX6İNSANLIĞIN GELECEĞİNİN KURTULUŞ İSTİKAMETİ.https://t.co/TniZmoHqJd— HUSEYİN SASMAZ (@huseyinsasmaz) 11 Eylül 2016PolitikacıDonald Trump must win!
Paylaş
Senin gönderinden kaydedildi
Geçen Ay
HÜSEYİN BÜLBÜL PARALEL DİN 21-dot
PARALEL DİN 2 RAŞİDİ HİLAFETİN FARZİYETİNİN DELİLLERİ. DEMOKRASİ KÜFÜR NİZAMIDIR . TAĞUTLARIN KAPI KULLUĞUNU YAPMAKTA OLAN ÜLEMA KİSVESİNE BÜRÜNMÜŞ DALKAVUKLAR ZÜMRESİNİN VAR OLUŞU. Bu yüzyılın ve son teknolojşinin ışığı altında Kuran ve sünnetin görünürlülüğü. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Not. Yazıları kopyala Googlede ara veya farenin sağına bas oradaki Googlede ara yazısına tıkla.Bağlantı

Senin gönderinden kaydedildi
TEFSİR OKUMALARIMDAN NOTLAR1-dot
Kuran Okuyunuz. O’nu okudukça kişiye özel zihinsel yansımalarını keşfedeceksiniz.BağlantıGüç ve kudretin Allah’a (cc) mahsus bir özellik olduğu; Beşeri manada güçlü ve kuvvetli olan İnsanların bu özelliklerini taarruz değil savunma amacıyla kullanması gerektiği Fehmi YAĞLI fyagli…

Senin gönderinden kaydedildi
UMUT HAKKINDA GEVEZELİK ETMEK1-dot
İslam dünyası toplumları, karşı karşıya bulundukları çok ağır siyasal/toplumsal belirsizlikleri, ulus ya da uluslar sonrası/üstü, siyasal bir yeniden örgütlenme/yapılanma yoluyla aşabilir. *************** İslam dünyası değil tüm insanlığın belirsizlikleri şu fikri açmakla netleşir ve kişi istikametine yönelir. BİR İNSANIN BU DÜNYAYA GELİŞ GAYESİ İÇİN TAKİP EDECEĞİ İSTİKAMET Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. BağlantıDünya görüşleri, hayat tarzları sebebiyle Müslüman halkların ideolojik kıyıma ve toplumsal ölümlere tabi tutuldukları, İslami inançların/ahlakın/kültürün nefret nesnesi haline getirildiği bir dünya…

Senin gönderinden kaydedildi
Savaş: Hizb-ut Tahrir davası FETÖ kumpasıdır1-dot
Şeytan o kadar hünerli ki Adem peygamberi bile kandırdı sen kim oluyorsun yarım yamalak Müslüman olduğunu söyleyen kişi.! Görüntü başka gerçek başka aynı sistemin medyası gibi olayları tersyüz edip kişilere empoze ediyor. Aslında bütün bu olayların arkasında bu sistem mevcut,dün Said bu gün Feytullah yarın Erdoğan. Halbuki Müslüman uyanık olması lazım ama bakmıyor yaradanının Allah'ın kullanma kılavusuna,kontrata,Kuran'a. Kavram kargaşasına kurban gitmiş.Kaide denince silahlı örgüt, Akide denince şeker hatırlar olmuş bu insanlar. Bu iki kavramın aslını öğrenip uygulasalar başarının istikametine girmişler demektir.BağlantıKöklü Değişim Dergisi Konya Temsilcisi Murat Savaş, Hizb-ut Tahrir davasının FETÖ/PDY kumpası olduğunu ve davada yüzlerce kişinin haksız hapis cezalarıyla mağdur edildiğini iddia etti.

Senin gönderinden kaydedildi
İBADETLERİN İÇİ BOŞALINCA YA DA MEKANİKLEŞEN İBADETLER1-dot
İslam denge dini… Ama genel olarak baktığımızda inancımızla yaşadıklarımız birbiriyle örtüşmüyor. Hayatımızda bir denge söz konusu değil. Sosyal yaşamımız yalandan, dolandan, hileden, hurdadan ibaret hale gelmiş durumda. Yaşadığı toplumda en güvenilir olması gereken Müslümanlar bırakın diğer insanların güvenini kazanmayı ne yazık ki kendi kendilerine güvenmiyorlar. Elimize geçen ister makam mevki olsun isterse para… bütün bunları kendimize bile güvenmeyerek adeta şizofrenik bir ruh hali ile yaşıyoruz. ********************* Çünkü ezber yapıyoruz. ************************ Evet, ibadetlerimizin içinin boşaldığından bahsediyoruz, içi boş şekilsellikten… ************* Bu halden kurtulmamız için şu yeni fikri açarak yeni nesle empoze etmemiz gerekir. Her insan kaliteli yaşam ister.Her şeyin kalitelisini ister.İnsandaki bir hal,özellik.(Eşyadaki özellik.insanda eşya olduğuna göre) (Gayret şart bir şeyi elde etmek için.) İnsandaki bu özelliği gösderdiğin zaman kişi daha fazla ve içi dolu olarak yapar yaptığını. Eşyadaki özelliklerin son teknoloji doğrultusunda kullanma kılavuzu. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI.BağlantıSosyal hayatımızı düzen altına alacak, bizi disipline edecek ibadetlerimiz anlamsız beden eğitimi hareketlerine ve içi boş ritüellere dönüştürüldü. Bir sürü ibadet çeşitleri var ama bu ibadetlerin …

Senin gönderinden kaydedildi
ANLAYIŞ UÇURUMLARI1-dot
Büyük zihinsel enerji ve bilinç isteyen hayati konulardan uzaklaştığımız için, sömürgeci bilginin, dilin, bilimin yoğun bir biçimde sürdürülmekte olan meydan okumaları karşısında, etkili hiç bir şey, evet, etkili hiç bir şey söyleyemiyoruz. ************************* Tamam doğru teşhis ama bir türlü tedaviye yanaşmıyorsunuz.Dertlere tedavi olacak ilacı yani Fikri veriyoruz.Niye bu fikrin üzerinde çalışma yapılmıyor. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI.Bağlantıİslami bütünlük ufkunu, bilincini sorumluluğunu temsil liyakatine sahip olmayan politik kadrolar, emperyalist işgal/çıkar/tahakküm politikaları adına araçsallaştırılabiliyor. Muhteris içgüdülere ma…

Senin gönderinden kaydedildi
Hilafet Dergisi - Islam Fikrine Dayali Siyasi Dergi
HİLÂFET'İN FARZİYETİNİN DELİLLERİ İslam yalnızca ruhani bir şekilde yansıtılarak toplum hayatından ve devletten uzaklaştırılmıştır. Bundan sonraki gelişmelerde laikliğe “devletlerin ideolojisi” olarak davet edilmiş, Hilafeti hayatımızdan koparıp atmayı bu şekilde başarmıştır. “Bizler, Müslümanların çocukları arasında, herhangi bir İslami birlik hakkındaki herhangi bir şeye son vermek zorundayız. Zaten Hilafeti bitirmeyi başardık, bundan sonra; ister kültürel isterse düşünce olarak Müslümanların yeniden bir araya gelemeyeceklerinden emin olmak zorundayız.” İngiliz Dışişleri Bakanı, İkinci Dünya Savaşı’ndan önce İngiliz Başbakanına kısaca şöyle hitap ediyor: “Şu durumda Türkiye artık öldü ve tekrar asla doğmayacak. Çünkü biz onun ahlaki gücünü, Hilafet’i ve İslam’ı yok ettik.” (yukarıdaki satırlar İngiliz Başbakanı Lord Curzon’un, 24 Temmuz 1924 Lozan Antlaşması’ndan sonra Lortlar Kamarası önündeki konuşmasından.bir bölümdür.) Bugün Müslümanların kendi yönetim sistemlerini bilmiyor olmaları şaşırtıcı değil midir?! Ya onların yeniden dirilişleriyle alakalı Hilafet kelimesini hiçbir tartışmada dahi duymamış olmaları garip değil midir?! İngilizler, bize kendi sistemlerine yönelten ve dinimizden hızla uzaklaştıran bir “eğitim” vermeyi ne yazık ki başardılar. Hilafet bizim için neden hayati önem arz etmektedir? Bizim içerisinde İslam’ı yaşayabileceğimiz tek mekanizma, Hilafet Devleti yönetimidir. Bu, Raşid Halifelerin tatbik ettikleri yönetim sistemi idi. İngilizlerin sadık ajanı hain Mustafa Kemal’in yıktığı, 3 Mart 1924 tarihine kadar varlığını sürdüren bu yönetim sistemi Hilafetten başka bir şey değildi. Peygamber (sav) şöyle dedi: “İslam’ın düğümleri, her biri tek tek çözülünceye kadar, kopacaktır. Bu çözülen düğümlerin ilki yönetim ve sonuncusu da namaz olacaktır.” (İmam Ahmed, Müsned) Konumuzun akışında, İslam ümmetine zihinlerinden sökülüp atılan, İslamın yönetim sistemiyle ilgili delilleri hatırlatmak istiyoruz. Hilafetin Farziyeti A- Kur’an-ı Kerim’de: Allah (subhanehu ve Teala) Kur’an-ı Kerimi’nde şöyle buyurdu: 1.“Hayır! Rabbine And olsun ki; onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda, seni hakem tayin edip sonra da senin verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, gerçekten iman etmiş olmazlar.” (Nisa 65) 2.“Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana Kitab'ı hak ile indirdik.” (Nisa 105) 3.“Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma! Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmalarından sakın.” (Maide 49) 4.“Her kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse, işte onlar kafirlerin ta kendileridir.” (Maide 44) Kuran’ın bu ayetleri ve diğer birçok ayetler, Allah’ın indirdikleriyle yönetimin farziyeti konusundaki şüphelere apaçık delillerdir. İlk ayet, özellikle doğrudan aramızda hükmedilmesi için sadece Allah’ın indirdiklerini esas almamamız halinde gerçek bir İmana sahip olamayacağımızı bildirmektedir. Bu, Allah’ın hükümleriyle hükmeden bir yönetim sistemini kurmanın, tüm Müslümanlar üzerinde farz olduğuna ilişkin önemli bir işarettir. B-Peygamber Efendimiz (sav)’in Sünneti’nde: 1.İmam Müslim, Ebu Hazm’ın şöyle dediğini rivayet etti: Ebu Hureyre (r.a.) ile beş sene beraberdim ve ondan Peygamber (sav)’in şöyle dediğini duydum: “Resulullah (sav) buyurdular ki: “Beni İsrail'i (İsrail oğullarını) peygamberler yönetiyorlardı. Bir peygamber vefat edince, onun yerine ikinci bir peygamber geçiyordu. Ancak, benden sonra peygamber yoktur. Fakat ardımdan halifeler gelecek ve çok olacaklardır.” Orada bulunanlar: (Onlar hakkında) bize ne emredersiniz? diye sordular. “Önceki biatınıza sadakat gösterin. Onlara haklarını verin. Onlar üzerindeki haklarınızı (eda etmedikleri taktirde, kendilerinden değil) Allah'tan isteyin. Zira Allah’u Teala, idareleri altındakilerin hukukunu onlardan soracaktır.” buyurdu. (Buhari, Enbiya, 3196; Müslim, İmaret, 3427; Ahmed b. Hanbel, Mükessirin, 7619) Bu hadis açık bir şekilde, İslam’da yönetim şeklinin nasıl olduğunu ifade etmektedir ki; o, Peygamber (sav)’den sonra Hilafettir. Ne (İran’da olduğu gibi) İslam cumhuriyeti, ne (Libya’da olduğu gibi) Sosyalist İslam cumhuriyeti, ne (Birleşik Arap Emirliği’nde olduğu gibi) İslami emirlik ve ne de (Suudi Arabistan ve Ürdün’de olduğu gibi) krallık değildir. İslam’da yönetim şeklinin sadece Hilafet olduğu diğer birçok hadis ile de desteklenmiş ve işaret edilmiştir. 2.İmam Müslim, Abdullah bin Ömer (r.a.)’den Resulullah (sav)’in şöyle dediğini rivayet etti: “Kim boynunda beyat (halkası) bulunmadan ölürse, cahiliyye ölümüyle ölmüştür.” 3.Ahmed bin Hanbel ve İbn Ebi Asım, Peygamber (sav)’in şöyle dediğini rivayet ettiler: “Her kim kendi yaşadığı dönemde bir İmam olmaksızın ölürse, cahiliyye ölümü ile ölmüş olur.” Böylece Peygamber (sav) tüm Müslümanları bir İmama bağlanmasını, ona biat etmesini veya boynunda biat halkasının bulunmasını zorunlu kıldı. Biat akdi Halifeden başkasıyla yapılmaz. Hadislerden öğrendiğimize göre; Halife (Emir’ul Mü’minin veya İmam) Müslümanların işlerini yönetendir.Bu nedenle; Hilafetin kurulması ve bir Halifenin seçilmesine yönelik bir emirdir. C-Sahabelerin Sözlerinde: Ali İbn Ebi Talib (ra) şöyle dedi: “İnsanlar, ister iyi isterse kötü olsun bir İmam (Halife) olmadan, doğrulmazlar (düzelmezler)” (Beyhaki, Kenz-ul Ummal, 14286) Abdullah İbn Ömer (r.a.) şöyle dedi: “İnsanlar zalim ve günahkar olsa bile, eğer yöneticileri onları İslam ile yönetiyor ve ona tâbi oluyorsa, ümmet acı çekmez ve bozulmaz. Fakat yöneticiler zalim ve günahkar ise, insanlar İslam’ı istese ve ona tâbi olsalar bile, ümmet acı çeker ve bozulur.” (Ebu Nuaym, Hilyet-ul Evliya) Ömer İbn el-Hattab (r.a.) şöyle dedi: “Bir toplum (cemaat) olmadan, İslam olmaz. Liderlik (İmaret) olmadan toplum olmaz ve işitip itaat etme olmadan liderlik olmaz.” D-Ulemanın Sözlerinde: İmam Kurtubi Bakara suresi 30. ayetin tefsirinde (Muhakkak ki; Ben yeryüzünde bir Halife yaratacağım) ayeti hakkında şöyle dedi: “Bu ayet bir İmam veya bir Halife’nin seçiminde bir kaynaktır. Kelime onunla birleşik geldiği için; o işitilir ve ona itaat edilir. Hilafet ahkamı onunla tatbik edilir ve buradaki farziyet hakkında Mutezili olan el-Asam dışında, ne imamlar arasında ne de ümmet arasında bir ihtilaf yoktur.” (Tefsir-ul Kurtubi, 1/264) İmam Kurtubi yine şöyle dedi: “Hilafet diğer sütunların kendisine dayandığı (asıl) sütundur.” İmam Nevevi şöyle dedi: “Halife seçmenin tüm Müslümanlar üzerine farz olduğu konusunda icma (alimlerin ittifakı) vardır.” (Şerh-u Sahih Müslim, 12/105) İmam Gazali Hilafetin kaybolmasının potansiyel sonuçlarını yazarken, şöyle dedi: “Hakimler uzaklaştırılacak, vilayet hükümsüz kılınacak... bunların otoritedeki kararları icra edilmeyecek ve bütün insanlar haram sınırı üzerinde bulunacaktır.” (el-İktisad fil İtikad, 240) İmam İbn Teymiyye şöyle dedi: “İnsanlar üzerinde hükmeden makamın (Hilafet görevi) dinin en büyük farzlarından biri olduğunu bilmek vaciptir. Aslında onsuz din müessesesi yoktur. Bu (görüş); el-Fadl İbn İyad, Ahmed bin Hanbel ve diğerleri gibi Selef’in görüşüdür.” (Siyaseh Şeriyyeh, “Liderliğe bağlılığın farziyeti” bölümü) İmam Ebu’l Hasen el-Maverdi şöyle dedi: “İmamet (liderlik) akdini yapmak, bütün ümmet üzerine icmaen vaciptir.” (el-Ahkam’us Sultaniyyeh, 56) İmam Ahmed şöyle dedi: “Müslümanların işlerini yürütecek bir İmam (Halife) olmadığında fitne meydana gelir.” Hicri 6. asrın ünlü alimlerinden Ebu Hafs Ömer en-Nesefi şöyle dedi: “Müslümanlar, açık bir şekilde; hudutları (ceza sistemini) yürüten ve hükümleri icra eden, (devlet) sınırlarını savunan, orduları teçhiz eden, zekatı toplayan, (devlete karşı) isyan edenleri, casusları ve haydutları cezalandıran, cuma’yı ve iki bayramı ikame eden ve (Allah’ın) kulları arasında çıkan ihtilafları çözen, meşru haklar konusunda şahitlerin şahitliğini kabul eden, evlenen gençlere ve ailesi olmayan fakirlere veren ve ganimetleri dağıtan bir İmama (Halifeye) sahip olmalıdırlar.” İmam el-Cuzeyri -ki, kendisi dört büyük mezhebin fıkhında uzmandır- dört imamın görüşlerini dikkate alarak şöyle beyan etmektedir: “İmamlar (dört mezhebin imamları; Şafii, Hanefi, Maliki ve Hanbeli) -Allah onlara rahmet etsin- İmametin (Hilafetin) bir farz olduğu ve Müslümanların dinin hükümlerini tatbik eden ve zalimlere karşı haklarını veren bir İmam tayin etmelerinin vacip olduğu konusunda ittifak ettiler.” (Fıkh’ul Mezahib’ul Erbaa (Dört Mezhebin Fıkhı) 5/416) İmam el-Heysemi şöyle dedi: “Bilinmektedir ki; sahabeler peygamberlik döneminin sona ermesinden sonra İmam seçmenin vacip olduğu hususunda icma ettiler. Muhakkak ki onlar; Peygamber (sav)’in defnedilmesini terk ederek, Halife seçimine yönelmek suretiyle; bu farziyetin, diğer farziyetlerden daha önemli olduğunu gösterdiler.” (Savaik’ul Harakah,17) Tek Bir Halifenin Farziyeti A-Peygamber Efendimiz (sav)’in Sünneti’nde: 1.İmam Müslim, Said el-Hudri (r.a.)’den Peygamber (sav) şöyle dediğini rivayet etti: “İki halifeye biat edildiğinde, ikincisini öldürün!” (Müslim, İmaret 3444) 2.Arface İbnu Şureyh (r.a.) anlatıyor: Resulullah (sav) buyurdular ki: "Siz bir kişinin etrafında birlik halinde iken; bir başkası gelip, kuvvetinizi kırmak veya cemaatinizi bölmek isterse, onu öldürün!" (Müslim, İmaret 3443) 3.Abdullah bin Amr bin el-As (r.a.)’den rivayet edildiğine göre; Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Kim bir imama beyat eder, elinin ayasını ve kalbinin semeresini ona verirse -ona gönül hoşluğuyla beyat ederse- ona itaat etsin. Onunla çatışan bir başkası gelirse, sonrakinin boynunu vurun." (Müslim, İmaret, 3431) Hal böyle iken; İngilizler ve onların işbirlikçisi olan sömürgeciler tarafından çizilen, milliyetçi sınırlar üzerinde, bölgesel İslamî emirlik kurmak konusunda ısrar eden Müslümanların durumu nasıl olur? Kafirlerin planlarının arkasında, ne olduğunu görmüyorlar mı?! Ümmetin tamamı için birden fazla Halifenin bulunması; bir günah, bir fitne ve saflarımız arasındaki bir bölücülüktür. B-Sahabelerin (ra) İcması’nda: İbni Kesir “Siret”inde, et-Taberi “Tarih-ut Taberi”de, İbn Hişam “Siret-i İbn Hişam”da, Beyhaki “es-Sunen-ul Kubra”da, İbn Hazm “el-Fasl fi’l Milal”da ve el-Vakidi “el-Akd el-Farid” adlı kitabında; Sahabeler (r.a.) -Peygamber (sav)’in vefatının ardından- Beni Saide’de (Sakife evinde) toplandıklarında, El-Habbab İbn’ul Munzir (r.a.)’in şöyle dediğini rivayet ettiler: “Sizden bir emir, bizden de bir emir olsun” (yani, biri Ensar’dan, diğeri Muhacirlerden olmak üzere iki emir olsun). Bunun üzerine Ebu Bekir (ra) şöyle cevap verdi: “Müslümanların iki emirinin (yöneticisinin) bulunması haramdır.” Sonra ayağa kalktı ve Müslümanlara hitap etti. Buna ek olarak; İbn İshak da “es-Siret”inde Sakife günü, şunu söylemek için gittiği rivayet edilmiştir: “Müslümanların işlerinin ve görüşlerinin farklı olmasına, birliklerini bölmeye ve aralarında münakaşa çıkmasına yol açtığı için; Müslümanlar üzerinde iki emir sahibi bulunması haramdır. Sonra sünnet kaldırılır, bidat yayılır ve fitne meydana gelir ve bu hiçbir kimsenin yararına olmaz.” Sahabeler (ra) bunu kabul ettiler ve Ebu Bekir’i (ra) ilk Halifeleri olarak seçtiler. İki emir görüşünü öne süren Habbab İbn Munzir (ra) de onu doğruladı ve Ebu Bekir’e (ra) ilk biat edenlerden oldu. Bu Sahabelerin tümünün bir icmada bulunduklarını göstermektedir ve böylece bu, bizim için şer-i bir delil oldu. Ali İbn Ebi Talib (ra) de Resulullah (sav) cenazesinin yanında hazır bulunduğu sırada bunu tasdik etti. C- Alimlerin Sözlerinde: 1.İmam eş-Şevkani “Tefsir-ul Kur’an’il Azim” adlı kitabının 2. cildinin, 215. sayfasında, şöyle yazmıştır: “Bilinmesi İslam’dan zarurettir ki; İslam Müslümanların arasının bölünmesini ve topraklarının (birbirinden) ayrılmasını haram kılmıştır. 2.Herkesçe meşhur imam, Hasan el-Maverdi “El-Ahkamu’s Sultaniyye” kitabının 9. sayfasında, şöyle demektedir: “Ümmetin aynı vakitte iki İmam’a (lidere) sahip olması, haramdır.” 3.İmam en-Nevevi, “Muğni el-Muhtac” kitabının 4. cildinin, 132. sayfasında şöyle demektedir: “Araları uzak olsa ve dünyanın farklı yerlerinde bulunsalar bile, iki veya daha fazla İmam’a beyat vermek, caiz değildir.” İmam Nevevi ayrıca “Şerh-u Sahih’il Müslim” kitabının 12. bölümünde, sayfa 231’de şunu da bildirmektedir: “Eğer aynı vakitte birinden sonra diğeri için iki beyat verilirse, birinci biat geçerlidir ve bu kabul edilmeli ve tatbik edilmelidir. Oysa ikinci beyat geçersizdir ve kabul edilmesi haramdır. Bu; alimlerin çoğunun doğru olan görüşüdür. Onlar tek bir vakitte, İslam toprakları ne kadar gelişmiş ve büyümüş olursa olsun, iki Halife tayin etmenin caiz olmadığını benimsemişlerdir.” 4.İmam İbn Hazm “el-Muhalla” kitabının, 4. cildinin, 360. sayfasında şöyle demektedir: “Dünya üzerinde, bir İmam’dan fazlasının bulunması caiz değildir.” 5.İmam el-Cuzeyri, “Fıkh’ul Mezahib’ul Erbaa” kitabının 5. cildinin, 416. sayfasında, dört imamın görüşlerini dikkate alarak şöyle demektedir: “İster ittifak isterse ihtilaf olsun, Müslümanlar için dünyada iki İmam’ın var olması haramdır.” Sonuç: Sonuçta görülebilmektedir ki; Hilafet yönetim sistemi, İslam’ın tamamını tatbik eder. Böylece İslam ve Müslümanlar, ona bağlanır. Bu sadece bir farz değildir. Bununla beraber İslam’ın kendisiyle uygulandığı bir mekanizmadır. Müslümanların Peygamberi takviminin, Hicretin 1. yılından başlamasının nedeni de budur. Hicret, Mekke’nin şirkinden kurtulup, Medine’de İslam’ın bir yönetim sistemi olarak kurulmasının işaretiydi. Bundan dolayı; Hicri takvimin 1. yılı; ilk ayetin inzal edildiği yıl veya Hıristiyanların (kendi inançlarına göre) yaptığı gibi, Peygamber (sav)’in doğduğu yıl değil de, Hicretin gerçekleştiği yıldan başladı. Buna göre hiçbir kimse, İslam’daki bu en büyük görevin ihmal edilmesinde veya terk edilmesinde, asla bir özür veya mazeret sahibi olamaz. Bu günahı üzerinde taşıyan kimse, cahiliyye ölümü ile ölecektir. Bundan dolayı; Hilafeti bilen ve onun için, Peygamber (sav)’in metoduna uygun olarak çalışan samimi Müslümanlarla birlikte çalışmak farzdır ve bu istisnasız tüm Müslümanlar üzerine yüklenen en büyük görevdir. Bu, Müslümanların ölüm-kalım meselesidir. Hiçbir kimse, bu işin imkansız bir iş olduğunu iddia edemez. İmam Ahmed İbn Hanbel, Huzeyfe (ra)’dan Allah Resulü (sav)’in şöyle rivayet etti: Efendimiz (sav): “Peygamberlik Allah’ın dilediği zamana kadar aranızda kalacak, sonra Allah dilediğinde onu kaldıracak. Sonra Allah’ın dilediği zamana kadar aranızda, Peygamberlik metodu üzere bir Raşidi Hilafet olacak (yani ilk dört Raşid Halife dönemi). Sonra Allah dilediğinde onu kaldıracak. Daha sonra Allah’ın dilediği zamana kadar aranızda, ısırıcı krallık (liderlik) dönemi olacak (yani Emevi, Abbasi ve Osmanlı hanedanlıkları). Sonra Allah dilediğinde onu da kaldıracak. Daha sonra Allah’ın dilediği zamana kadar aranızda, zorba diktatörlük olacak (bugün Müslümanların başındaki tüm küfür yönetimleri). Sonra Allah dilediğinde onu da kaldıracak. Daha sonra aranızda Peygamberlik metodu üzerinde, (yeniden) bir Raşidi Hilafet olacak.” dedi ve sustu. (İmam Ahmed, Musned, 4/273) Peygamber (sav) Mescid-i Aksa’nın yahudilerden kurtuluşu hakkında da şöyle dedi: “İki Hicret olacak ve ikincisi babanız İbrahim (as)’ın göç ettiği yere (yani Filistin’e) olacaktır.” Hicret, Müslümanların küfür topraklarından, İslam Devleti’ne göç etmeleriyle meydana gelir. Bundan sonra hiç kimsenin, bu işin imkansız bir iş olduğunu iddia etmesi mümkün olmaz. Zira Allah ve Resulü, başarının sözünü vermişlerdir. Tüm bunlar; bu aziz çalışmayı yapmakta acele etmesi ve davayı sadakatle ümmete taşıması ve onlara kendi dinlerinin anımsatılması için, müminlere bir hatırlatmadır. İmam Ahmed, Müsned’inde (5/35) Resul (sav)’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Eş-Şam (Filistin, Lübnan, Ürdün, Suriye) halkı, doğru yoldan saptığında; aranızda hiçbir iyilik kalmaz. Fakat bununla beraber, bir fırka (grup) ümmetim tarafından desteklenmeye devam edecektir ve Kıyamet Gününe kadar, sapanlar onlara zarar veremeyecektir.” Allah (cc) İnşallah kendi yurdunda (yeryüzünde) kendi dinini yeniden ikame etmede, bize yardım etsin. Amin... http://www.hilafet.com/dergi/H150-159/H150/03.htmBağlantıİslam yalnızca ruhani bir şekilde yansıtılarak toplum hayatından ve devletten uzaklaştırılmıştır. Bundan sonraki gelişmelerde laikliğe “devletlerin ideolojisi” olarak davet edilmiş, Hilafeti hayatımızdan koparıp atmayı bu şekilde başarmıştır.

Senin gönderinden kaydedildi
BATI’NIN YENİ TESLİSİ: LAİKLİK, DEMOKRASİ VE İNSAN HAKLARI1-dot
Zira bu anlayış çerçevesinde işbaşına getirilen yönetimler, bahsi geçen güçlerin temerküzüne dayanmak dışında herhangi bir elemeden geçirilmedikleri gibi iktidarları süresince de yine kendileri gibi heva ve heveslerinden başka kılavuzları olmayan kişilerce oluşturulmuş ve yine istediklerinde kendileri tarafından değiştirilebilecek anayasa ve yasalar dışında bir ölçüye de tabi bulunmamaktadırlar. ************************ SENİN MÜSLÜMANLIĞINI ALLAH DAHA IYI BİLİR, fakat, senin zahirin bizi ilgilendirir ! Türkiye’deki yöneticiler ve parti liderleri laikliğe, demokrasiye, cumhuriyete ve Atatürk ilkelerine bağlılıklarını sözleriyle ve fiilleriyle sürekli göstermektedirler. Başka bir ifade ile onlar bu halleriyle küfre bağlılıklarını göstermiş olurlar. Buna rağmen bazı Müslümanlar hâlâ bunları savunurlar ve şöyle derler: “Bunların kalplerinde iman vardır ve niyetleri iyidir. ” Bunlara cevap ve örnek olması açısmdan Resulullah (S.A. V.) amcası Abbas’a karşı olan tutumunu gösterebiliriz. Resulullah (S.A.V.) Bedir savaşında Müslümanlara şöyle seslendi: “Haşim oğullarından ve başkalarından bazılarının zorla savaşa getirildiği ve bizimle savaşmak istemediklerini öğrendim. Kim Haşim oğullarından biriyle karşılaşırsa onu öldürmesin, kim Ebu El Buhturi bin Hişam veya Abbas bin Abdulmuttalible karşılaşırsa onları öldürmesin, bunlar zorla savaş meydanına getirildi ” Abbas ve diğer sayılan kişiler esir alındı. Mekke Devleti fidyeyle esirleri kurtarmak için Resulullah (S.A.V.)’le görüşmeler başlatınca, Resulullah (S.A.V.)’in amcası Abbas’tan ve diğer akrabaları için yüz altın Okıyya isteyince Abbas Resulullah (S.A. V.)’a “savaştan önce Müslüman idim ”deyince Resulullah (S.A.V.) ona şöyle dedi: “Senin müslümanlığını Allah daha iyi bilir, eğer dediğin gibi isen Allah seni ödüllendirir. Fakat, senin zahirin (görünüşün) bizi ilgilendirir. ” Halbuki Resulullah (S.A.V.) Abbas’ın savaşa zorla getirildiğini bildiği gibi onun müslümanlığını da biliyor olmalıdır. Fakat, Resulullah (S.A.V.) zahire göre hareket etmiştir. Ayrıca, bu uzun rivayetin siyakında Abbas “bende para yok" deyince Resulullah (S.A.V.) “Sen ve hanımın Ummul Fadl filan yerde sakladınız” Abbas bunu duyunca şöyle dedi “Senin Allah ’ın resulü olduğunu biliyorum, sen bunu Allah tan öğrendin. Çünkü ben ve hanımımla beraber paralarımızı saklarken bizden başka bir kişi yok idi. ” Abbas pazarlık yaparak 20 altın Okıyya ödeyerek kurtuldu. (Buhari ve İbni îshak) Buna dayanarak zorla olsa bile lâikliğe, demokrasiye cumhuriyete ve Atatürk ilkelerine bağlılıklarını gösterenlere körü körüne savunucularına şöyle deriz: Bunların müslümanlığını Allah daha iyi bilir. Onların zahiri ise bizi ilgilendirir. Nasıl Abbas kâfir esir olarak muamele gördüyse Türkiye’deki yöneticiler, parti liderleri ve benzer liderler Müslümanlar tarafından aynı muameleye tabi tutulurlar. Küfür ilkelerine bağlılıklarından vazgeçmezlerse, pişmanlık göstermezlerse ve İslama tam bağlılıklarını göstermezlerse içleri ne olursa olsun zahiren kâfir muamelesi görürler. Bu nedenle, onları desteklemek veya savunmak büyük haramdır. Ayrıca Resulullah (S.A.V.) şöyle buyurdu: “Biz zahire göre hüküm veririz. Allah gizli olan hususların işini üstlenir. ”BağlantıBatı’nın bugün dünyaya, mazlum halkların geri kalan servetlerini de yağmalama aracı olarak dayattığı ve kanla zulümle yerleştirmeye çalıştığı; demokrasi, laiklik, insan hakları kavramlarıyla …

Senin gönderinden kaydedildi
RASÛLULLAH’IN SÜNNETİ VE ERDOĞAN/Abdullah İmamoğlu
SENİN MÜSLÜMANLIĞINI ALLAH DAHA IYI BİLİR, fakat, senin zahirin bizi ilgilendirir ! Türkiye’deki yöneticiler ve parti liderleri laikliğe, demokrasiye, cumhuriyete ve Atatürk ilkelerine bağlılıklarını sözleriyle ve fiilleriyle sürekli göstermektedirler. Başka bir ifade ile onlar bu halleriyle küfre bağlılıklarını göstermiş olurlar. Buna rağmen bazı Müslümanlar hâlâ bunları savunurlar ve şöyle derler: “Bunların kalplerinde iman vardır ve niyetleri iyidir. ” Bunlara cevap ve örnek olması açısmdan Resulullah (S.A. V.) amcası Abbas’a karşı olan tutumunu gösterebiliriz. Resulullah (S.A.V.) Bedir savaşında Müslümanlara şöyle seslendi: “Haşim oğullarından ve başkalarından bazılarının zorla savaşa getirildiği ve bizimle savaşmak istemediklerini öğrendim. Kim Haşim oğullarından biriyle karşılaşırsa onu öldürmesin, kim Ebu El Buhturi bin Hişam veya Abbas bin Abdulmuttalible karşılaşırsa onları öldürmesin, bunlar zorla savaş meydanına getirildi ” Abbas ve diğer sayılan kişiler esir alındı. Mekke Devleti fidyeyle esirleri kurtarmak için Resulullah (S.A.V.)’le görüşmeler başlatınca, Resulullah (S.A.V.)’in amcası Abbas’tan ve diğer akrabaları için yüz altın Okıyya isteyince Abbas Resulullah (S.A. V.)’a “savaştan önce Müslüman idim ”deyince Resulullah (S.A.V.) ona şöyle dedi: “Senin müslümanlığını Allah daha iyi bilir, eğer dediğin gibi isen Allah seni ödüllendirir. Fakat, senin zahirin (görünüşün) bizi ilgilendirir. ” Halbuki Resulullah (S.A.V.) Abbas’ın savaşa zorla getirildiğini bildiği gibi onun müslümanlığını da biliyor olmalıdır. Fakat, Resulullah (S.A.V.) zahire göre hareket etmiştir. Ayrıca, bu uzun rivayetin siyakında Abbas “bende para yok" deyince Resulullah (S.A.V.) “Sen ve hanımın Ummul Fadl filan yerde sakladınız” Abbas bunu duyunca şöyle dedi “Senin Allah ’ın resulü olduğunu biliyorum, sen bunu Allah tan öğrendin. Çünkü ben ve hanımımla beraber paralarımızı saklarken bizden başka bir kişi yok idi. ” Abbas pazarlık yaparak 20 altın Okıyya ödeyerek kurtuldu. (Buhari ve İbni îshak) Buna dayanarak zorla olsa bile lâikliğe, demokrasiye cumhuriyete ve Atatürk ilkelerine bağlılıklarını gösterenlere körü körüne savunucularına şöyle deriz: Bunların müslümanlığını Allah daha iyi bilir. Onların zahiri ise bizi ilgilendirir. Nasıl Abbas kâfir esir olarak muamele gördüyse Türkiye’deki yöneticiler, parti liderleri ve benzer liderler Müslümanlar tarafından aynı muameleye tabi tutulurlar. Küfür ilkelerine bağlılıklarından vazgeçmezlerse, pişmanlık göstermezlerse ve İslama tam bağlılıklarını göstermezlerse içleri ne olursa olsun zahiren kâfir muamelesi görürler. Bu nedenle, onları desteklemek veya savunmak büyük haramdır. Ayrıca Resulullah (S.A.V.) şöyle buyurdu: “Biz zahire göre hüküm veririz. Allah gizli olan hususların işini üstlenir. ” http://namenstr8.blogspot.nl/2015/05/senin-muslumanligini-allah-daha-iyi.htmlBağlantı

Senin gönderinden kaydedildi
İSLAM DÜŞMANLARI: DİALOGCULARA DUYURULUR..!!Bediüzzaman Said Nursi ve Dinler Arası Diyalog.!1-dot
PARALEL DİN 1 DİALOGCULARA DUYURULUR..!!Bediüzzaman Said Nursi ve Dinler Arası Diyalog.! Said Nursî'nin Hıristiyanlıkta vuku bulmasını beklediği tasaffi, yani arınmanın türü, Hıristiyanların İslâm'a girmek için dinlerini terketmesi değil; ondan ziyade, onların hayır olan şeye zaten sahip olan dinlerini tamamlamaları, kemale erdirmeleridir. Ehl-i Kitabı muhatap alan bir Kur'an âyetini tefsir bâbında Bediüzzaman, "Kur'an ... size bütün bütün dininizi terketmenizi emretmiyor. Ancak, itikadatınızı ikmal ve yanınızda bulunan esasat-ı diniye üzerine bina ediniz, diye teklifte bulunuyor. Zira Kur'an, ... tadil ve tekmil edicidir.Yalnız, zaman ve mekânın tagayyür etmesi tesiriyle tahavvül ve tebeddüle maruz olan füruat kısmında müessistir."91 der. http://islamadusmanlar.blogspot.nl/2013/09/dialogculara-duyurulurbediuzzaman-said.htmlBağlantı

Senin gönderinden kaydedildi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder