5 Ağustos 2016 Cuma

ARŞİVLEDİKLERİM.2


Bugün
İSLAM DÜŞMANI ORYANTALİSTLERDEN.,MÜSTEŞRİKLERDEN...
(Kudsi Hadis; anlamın Yüce Allah'a, sözlerin Hz. Peygamber'e (s.a.v.) ait olduğu hadistir) dikkat ediniz. https://www.youtube.com/watch?v=LwRvbpcoElg https://www.youtube.com/watch?v=Tr5hnF0lJrY Şimdi çıkıyorlar utanmadan sıkılmadan o ize şah damarından daha yakın diyor. Be dangalak, be şarlatan bize şah damarından yakın olan sadece Rabbimiz'dir" dedi. https://www.youtube.com/watch?v=AJHY00RJ5Ww https://www.youtube.com/results?search_query=Be+dangalak%2C+be+%C5%9Farlatan+bize+BağlantıBU İSLAM DÜŞMANLARININ UYGULAMAKTA OLDUKLARI TAKTİKLERDEN BİR TANESİ ŞUDUR. SENİ YANLIŞ BİR YOLDAN ÇEVİRİP KENDİ YANLIŞ İSTİKAMETİNE YÖNLENDİRMELERİ.(Bu…
RAŞİDİ HİLAFET İSTİYORUM: "VAHDETİ VÜCUT FELSEFESİ": "NEW AGE FELSEFESİ"
O'nun yüce sıfatlarının bir kısmını, başka bir şeye yahut inasanlara atfetmek; O'nun yüce hukuğunu çiğnemek; O'na çocuk yahut ortak uydurmak; O'na saygısızlık yapmak; O'nun elçilerini ve kitaplarını inkar yahut tevil etmek; O'nun tek merci-merkez-otorite-kral-güç ve hükümranlık sahibi olmasını, iftiralarla gölgelemek ya da bu yetkilerin bir parçasını bir başkasına atfetmek; meşruiyeti O'nun onayı dışında aramak; 'sevgi'yi sadece ve sadece O'na has kılmamak, 'Allah'ın onaylamadığı sevgi'yi kullanarak, insanlığı manipule etmek." İşte İblis'in "saptırma felsefesi" bu unsurları içermektedir. Tüm eski kavimlerdeki bozulmuş dinler, yukarıdaki unsurların bir kısmını yahut tamamını içermektedir. İnsanlık geliştikçe, "İblis'in İslam'ı bozma, şirk dinine dönüştürme sinsi planları" da değişir ve dönüşür, ancak esas itibarıyla aynıdır: Şamanizm, totemizm, mistisizm, spiritüalizm, Budizm, Brahmanizm, paganizim, materyalizm, sufizm, Kabalizm, New Age vs... Bugün "New Age Dini(Yeni Çağ Dini)'', dünyada gittikçe yaygınlaştırılan bir "lego dini"dir. Küresel sermayenin, İblisilhamlarıyla yeşerttiği bu "küresel Deccal dini"; İslam'ın, yakın gelecekte dünyaya hakim olmasından kısa bir süre önce;"yaklaşansaat"in az bir zamanında dünyaya egemen olacak bir sapkınlıktır. Bu dinin yapımcısı, "İblis'in Lemurya şeytan toplumu"dur. Maalesef İblis, "yaklaşansaat"de dünya insanlığını bu havuzda toplamanın, "şeytani altın çağı" inşa etmenin eşiğinde bulunmaktadır.Bağlantı
Geçen Hafta
Tuncay Güney Fethullah Gülen İstihbaratını 30 Yıl Önce Kurdu
Rejim, kuruluşundan bu yana kendisi ile müslümanlar arasında böyle kişileri tampon ola­rak kullanmaya özen göstere gelmiştir. https://www.facebook.com/huseyin.sasmaz.566/posts/164942170580593?pnref=storyBağlantı
MİSTİK HEZEYANLAR VE YENİ BİR KUTBU AZAM
Rejim, kuruluşundan bu yana kendisi ile müslümanlar arasında böyle kişileri tampon ola­rak kullanmaya özen göstere gelmiştir. Müslü­manların ilgi ve teveccühünü üzerlerinde topla­mayı başarabilen bazı abiler, hoca efendiler, üstadlar ve hazretler marifetiyle, kitleleri dene­tim altında tutmayı, müslümanların güç ve etkin­liklerini kendisi için tehlikesiz alanlara yönlendir­meyi başarabilmiştir. Her dönemde elinin altında böyle bir kaç hoca efendi ve abiyi bulundurmayı, rejim kendi varlığının teminatı saymış ve onları müslümanlara karşı sinek kâğıdı gibi kullanmıştır. Sinek kâğıdı, kokusuyla sinekleri cezbeder ve üzerine konanları nasıl etkisiz hale getirirse, bu “merkez şahsiyet”ler de müslümanları çevrelerine toplar ve kendi etki alanı içine giren insanları, rejim adına teslim alarak etkisiz hale getirirler. Olağan dönemlerde uygulama bu şekilde yürütü­lürken, bazı kritik ve olağanüstü dönemlerde rejim elinde hazır bulundurduğu bu sinek kâğıtlarından birisini özel formüllerle rayihalandınp, süsleyerek eskisinden çok daha çekici bir terkip halinde vizyona koyar. Son günlerde bir zamane gazetesinde böyle bir çabaya girişilmiş olması, re­jimin kendisini olağan üstü bir durumun eşiğin­de hissettiğini düşündürüyor. Gazete, eski hoca efendilerden birini, hoca efendiler içinde bir hoca efendi olmaktan çıkarıp, kutbu azam konumuna yükseltmeye yönelik bir dizi başlatmış bulunu­yor. Anlaşılıyor ki, rejim Türkî cumhuriyetler için ABD’nin taşeronluğunu üstlendiği şu dönemde, şahsında İslam’ı politik arzulan için istismar ede­bileceği bir kutbu azama ihtiyaç duymaktadır.BağlantıSükuti Memioğlunun bu yazısı Mayıs 1992 yılında Tevhid Dergisinde yayınlandı. İktibas Dergisi Temmuz 1992 sayısında yazıyı İktibas edip yayınladı, F. Gülenin o dönemde avukatı aracılığıyla yazıyı t…
Sen hangi Zamana göre yaşiyorsun - Nureddin Yıldız
ASLINDA İslamın formatlanması lazım. Yeni format formulü aşağıdaki linkte. *********************************************************** Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/07/vahiy-konulari-haricinde-dalinda.html?spref=fbVideohttp://www.sosyaldoku.tv/158-bu-zamanin-savasini-anlamak/ Nureddin Yıldız Hocamızın görüşleri hayırlara vesile olur inşaALLAH Sohbetlerin tümüne ulaşmak için...
Galaya alınacak bir zat değildir.***BEYAZİDİ BESTAMİNİN HAYATININ AÇIKLAMASI
Rejim, kuruluşundan bu yana kendisi ile müslümanlar arasında böyle kişileri tampon ola­rak kullanmaya özen göstere gelmiştir. https://www.facebook.com/huseyin.sasmaz.566/posts/164942170580593?pnref=storyBağlantı
Galaya alınacak bir zat değildir.***İSLAM DÜŞMANI BEYAZİDİ BESTAMİ AKİDESİ
Rejim, kuruluşundan bu yana kendisi ile müslümanlar arasında böyle kişileri tampon ola­rak kullanmaya özen göstere gelmiştir. https://www.facebook.com/huseyin.sasmaz.566/posts/164942170580593?pnref=storyVideo
ŞEYTAN, İNSAN VE MÜSLÜMAN KILIĞINA GİREBİLİR....1
Bir yalan söyleyen kişinin diğer sözleri inanılmaz. Deyimini uygulamadıkları için böyle zelil konumda bu Müslümanlar. şeytanlaşmış kişiler tarafından uyuşturuluyorlar.BağlantıŞEYTANIN VAADİNİ DOĞRULAYANLAR. İNSAN VE MÜSLÜMAN KILIĞINA GİREBİLİR.... ******************************************** İŞTE BU VİDEONUN T.C.DEVLETİ TARAFINDAN…
Galaya alınacak bir zat değildir.--Cübbeli Ahmet'in Kafir olduğu an!!
Bir yalan söyleyen kişinin diğer sözleri inanılmaz. Deyimini uygulamadıkları için böyle zelil konumda bu Müslümanlar. şeytanlaşmış kişiler tarafından uyuşturuluyorlar.BağlantıCübbeli Ahmet'in Kafir olduğu an!! https://www.facebook.com/huseyin.sasmaz.75/videos/vb.100000324607185/959326280754850/?type=3&theater
Nureddin Yıldız Hoca Nereye İntisaplı Olduğunu Açıkladı
İnsan kendinde bulunan mefhumlara göre yorum yapar... Kaidesinden yola çıkarak bu kişininde,Bulunduğu toplumun bakış açısı ile olaylara baktığından İslamın bir kitle ile çalışmasının Farziyetini idrak edemediğinden dolayı bu yazıyı beraberinde sunuyoruz. https://www.youtube.com/watch?v=kjX_ebCJbtk https://www.facebook.com/notes/h%C3%BCseyin-%C5%9Fa%C5%9Fmaz/sahih-bir-isl%C3%A2m%C3%AE-kitle-ile-%C3%A7ali%C5%9Fmanin-farziyeti/154046038336873VideoAçıklama
YILDIZLARA BAKMAYIN
CENNETİNİ GARANTİ ALTINA AL KARDEŞİM…. “Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in (asm) Allah’ın peygamberi olduğuna kalbi ile samimi olarak şehâdet eden her kula Allah (cc) cehennemi haram kılar.” (Buharî) ” اَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّداً عَبْدُهُ وَ رَسوُ لُهُ” yani “Ben şahitlik ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve yine şahitlik ederim ki Muhammed (asm) Allah’ın kulu ve elçisidir.” sözlerine “Kelime-i Şehâdet” denir. Bu hadisi günümüze tercüme edersek; Yaratıcıya ve yaratıcının son peygamberine inanmak kişiyi hem müslüman eder hemde cennete gireceğini müjdeler. Mevzuyu (konuyu) bilen şeytan devreye girer ve kişinin cennete girmesini engeller. onun için son peygamberin getirdiği Allah tanımını öğrenmen gerekir ki şeytan seni saptıramasın bu konuda. Sende cennetin garantili olarak Rahat ve mütmain olursun. Allah ile insanlık arasındaki kontratın (Kuranı kerim) diğer şartlarını yerine getirirsen ebedi hayatında kaliteli karıyer sahibi olur cennette kademelerin yükselir.yok yapmaz isen cezanı çeker sonra girersin cennete. Yani Cennetin garanti. İnsanlardaki hallerden olan en iyisine sahip olma duygusu harakete gecer ve diğer şartlarıda yerine getirir. Not.Netlik bu konuda ve diğer konularda olması lazım başarıyı elde edebilmek için. Net adamı herkes sever yavşak veya teretdütlü kişiden haz almaz kişi. http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/06/cennetini-garanti-altina-al-kardesim.htmlBağlantıBaskı ve zulümlerin olduğu bir ortamda kardeşlik bilincimiz İslam’ın öngördüğü ilkelere bağlı yürüyor iken rahat ve serbest bir dönemde kardeşler olmayı yürütemiyoruz. İslami düşüncemizde de aynı s…
MÜSLÜMANLAR NE YAPMALI?
Elleri Resulullah’ın eli üzerinde olan mü’minlerin, ebedi hayatı kazanma gibi bir dertleri ve çabaları olması gerekmez mi? https://www.facebook.com/huseyin.sasmaz.566/posts/159113804496763BağlantıMÜSLÜMANLAR NE YAPMALI?
Terör ve İslami Beldelerdeki Terörizm Üzerine [Sesli Makale]
Terör ve İslami Beldelerdeki Terörizm Üzerine [Sesli Makale]VideoTerör ve İslami Beldelerdeki Terörizm Üzerine [Sesli Makale] Terör kavramını en çok duyan, kullanan ve fiili hayattaki karşılığını en çok hisseden toplumların başında halkı Müslüman olan toplumlar gelir. Şöyle bir düşünün bu kavramı duyduğunuz da hangi insanlar sizin zihninizden geçiyor, hangi coğrafyalar aklınıza takılıyor. Bu soruya cevap aradığınızda, aklınıza gelenler büyük ihtimal bizim coğrafyalarımız ve bu coğrafyanın insanları olacaktır. Sizce bu çok garip bir durum değil mi? Size düşünmeniz için bir soru sormak istiyorum. Evet, can yakıcı bir sorun olarak karşımızda bir “terör” sorununu var. Peki, bu sorunu çözmek için ortaya çıkan aktörlere baktığınızda kimleri görüyorsunuz? Çözüm için ortaya atılan fikirlere baktığınızda hangi fikirleri görüyorsunuz? Biraz düşündükten sonra karşınıza çıkacak cevap sizi gerçekten çok şaşırtacak. Çünkü bu cevap, güya çözüm için siyasi liderlerin ayaklarına gittiği, randevu talep edip sıra beklediği sömürgeci batılı devletler ve onların fikirlerinden başka bir şey olmayacak. Siz bu cevaba neden çok şaşırmalısınız biliyor musunuz? Çünkü terörü finanse eden, Müslüman coğrafyalardaki siyasi hedeflerini gerçekleştirmek için adamlar devşirip bizim insanlarımızı katleden ve bu kan üzerinden, bizim, kendi siyasi ve politik hedeflerine rıza göstermemizi bekleyen devletler, bizim kapısına gittiğimiz bu sömürgeci batılı devletlerde, ondan. Bu meseleye devam edeceğim ama size ilginizi çekecek bir bilgi daha aktarmak istiyorum. Yaşadığımız son yüzyılda kullanıldığı anlamıyla “terör” kavramının dünya literatürüne nasıl girdiğini duyunca az önce söylediklerimin sizi daha da şaşırtacağını düşünüyorum. Terörizm kavramının ilk olarak kullanılması, yer olarak Fransa’ya ve zaman olarak da Fransız ihtilali ve sonrasına dayanır. 1793 ve 1794 yıllarında Fransız ihtilali sonrası kurulan devrimci hükümetlerin yaptıkları uygulamalar ile dünya siyasi literatürüne girmeye başlamıştır. Zaten İngilizce(!) bir kelime olan “terörizm” [kelimenin kökeninin bile bizlere bazı ip uçlarını çağrıştırması gerekir diye düşünüyorum] kelimesi “bir siyaset olarak terörün sistematik bir şekilde kullanılması” anlamıyla gene Fransız İhtilali dönemine denk gelir. Şimdi size Fransız ihtilalinin önemli figürlerinden olan Maximilien Robespierre’nin terör ile ilgili bir değerlendirmesini aktarmak istiyorum. Robespierre şöyle diyor, “ Halk hükümetlerinin dayanağı barışta erdem ise eğer, devrim içinde de hem erdem hem de terördür. Gerçekten de erdemin olmadığı yerde terör kıyıcıdır, terörün olmadığı yerde de erdem güçsüzdür. Terör tetikte duran, sert, yumuşama bilmez bir adaletten başka bir şey değildir.” Tarih kitaplarının aktardığına göre Robespierre liderliğindeki hükümetler yönetimleri boyunca siyasi muhaliflerini, diğer siyasi fikirlere sahip meclis üyelerini, birçok sivili hatta kendi üyelerini dahi katletmişlerdir. O zaman şöyle bir çıkarıp yaparsak yanılmış olmayız sanırım. Terörizm kavramının ilk olarak ortaya çıkması ve uygulanması “Modern Batı”nın fikri ve siyasi temellerinin atıldığı Fransa’da ve hükümetler eliyle bir devlet terörizmi olarak uygulanmıştır. İşte, Batı hadaratının maya tuttuğu topraklar, işte Batı uygarlığının temelleri. Siyasi amaçlarını gerçekleştirmek için terörizmi bir araç olarak ilk kullanan Modern Batı dünyası ve bu dünyayı temsil eden sömürgeci batılı devletler olmuştur. Ve bu konuda da şu ana kadar liderliği kimseye kaptırmamışlardır. Halen çeşitli perdelemelerle kendilerini saklayarak, bazen de saklanma gereği bile duymadan bu uygulamalarına devam ediyorlar. Belki konu daha iyi anlaşılır diye şöyle bir tespit yapmak isterim, terörizm; sömürgeci batılı devletlerin yakın/uzak siyasi hedeflerine ulaşmak için kullandığı en önemli araçtır. Batılı sömürgeci modern(!) devletlerin bu konudaki kanlı ve pis tarihini buraya aktarmak ise bu sayfaların alabileceği bir şey değildir. Zaten bunu ispatlamak için böyle bir tarihi aktarmaya da gerek olduğunu düşünmüyorum. Çünkü bizler Anadolu olarak, Mezopotamya olarak, Biladuş Şam olarak, Kenan toprakları, Afgan toprakları, Çeçen toprakları olarak yani İslam Ümmetinin her bir parçası olarak bunun canlı şahitleri konumundayız. Evet, on yıllardır Müslüman beldelerde yaşanan terörün asıl kaynağı İslam’a ve Müslümanlara düşman olan terör devletlerinin bizatihi kendileridir. İslami beldelerde yaşanan tüm bu olayların arkasında bizatihi bu sömürgeci kâfir devletler vardır. Onların, çıkarlarından başka kutsal saydıkları bir kıymetleri ise yoktur. Artık Ümmet olarak şu gerçeği topraklarımızdaki terörün asıl faillerine ilan etmemiz gerekmektedir. İslami beldeler, sömürgeci kâfirlerin bir birlerine mesaj vermek için kanların heder edildiği bir yer olmadığı gibi İslam Ümmeti de duyguları istismar edilerek sömürgeci kâfirlerin kirli planlarının bir parçası olmayacaktır. "Yakında bileceksiniz." Tekasur - 4 “Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaadde bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” Nur-55 http://www.adanamedya.com/teror-ve-islami-beldelerdeki-terorizm-uzerine-75853h.htm
Din mi? Devlet mi?, Yorum Analiz, Küre Medya, Bu küreye dair ne varsa...
“ Modern anlamda hayatı şekillendiren son dönemde adına devlet denilen kurumu insanlık eksiksiz olarak “Din” adı altında yaşamıştır. Dini salt iman inanç ve vicdani bir olay olarak görenler, yeniden din nedir? Sorusunu vahye onun canlı örneği elçiye sorup kapsamlı bir tarif yapamadıkları müddetçe dinin içeriğini anlamakta yetersiz kalacaklar, aynı zamanda dinlerini başka akıllara mahkûm etmeye devam edeceklerdir. Doğumumdan ölümüme kadar hayatımı şekillendirecek ilahi yasaya din “dinim “ diyebilmeliyim. Bunu söyleyemiyor, seslendiremiyor isem din benim için sadece vicdana mahkûm demektir. Bu din de Allahın elçisine gönderdiği din değildir, olsa olsa tahrif olmuş dinler geleneğinden mülhem üretilmiş yeni bir tasavvur ürünüdür. Kendi aczi yetimizi Allah’a yüklemek gibi densiz dengesiz algıları terk edip vahiyden gereği ile istifade etmek onu hayata taşımak toplumu onunla yeniden tasarımlamak durumundayız. Vahiy dini İnsan/ kul hayatının tüm müesseselerini tesiri altında bulunduran ilahi iradenin elçisi vasıtası ile bana/bize gönderdiği “Din”dir. Allah hayatımızın tümünde var olduğunu, müdahil olduğunu boş alan bırakmadığını boş alanlara başka ideolojileri aldığımızda ŞİRK/KÜFÜR gibi çok ciddi sıkıntılara gireceğimizi söylemektedir. Ve demektedir ki “Dini Allah’a has kılın”.Bu ayetin hükmünce yaşamaya kalkanlar, Allah’a has kıldıkları dini hayatlarının tüm alanlarında görür, gösterir, hisseder yaşarlar. ******************************* Bütün ideolojilerin, dinlerin temel görüşleri vardır. Onların üzerine düşünceleri, düzenleri, nizamları bina edilirler. Buna düşüncelerin üzerine bina edildiği kaide de diyebiliriz. Nasıl ki İslam dini Tevhit esası üzerine bina edilmişse (Allah tan başka ilah, kanun koyucu, rab, insanların işlerini düzene koyan)olarak tavsif edilebilir.Bağlantı
YENİ SEKÜLER DİN TALEPLERİ VE İTAAT KÜLTÜRÜMÜZ
Günümüz Müslüman halklarının demokrasi talepleri ve mücadelelerine baktığımızda küresel güçlerin, siyasetlerinde ne kadar başarılı olduklarını görmek mümkün. ************************** Artık Müslümanlar sokak, cadde ve alanlarda, ellerde “Tevhid bayrağı” olmasına rağmen, dillerde, kalplerde ve omuzlarda putlarla meşruiyet, hak ve adalet mücadelesi vermekte. *************************** Bizlere ise geriye, itaat etmekten, “Ulus Devlet”çiliği savunmaktan, “İslami Demokrasi”ye dem vurmaktan ve “seküler hayat”lar yaşamaktan başka bir şey kalmıyor. Pasif, edilgen, itaatkâr ve uslu birer demokratız! Etrafımızda İslam‘ın bir çıkış yolu ve çare olduğunu dillendiren ve seslendiren maalesef kimse kalmadı. Küresel güçlerin baskı, propaganda ve telkinleri, Müslümanları bırakınız İslam’ın devlet olma talebini dillendirmeyi; bunu düşünmeyi dahi bir şiddet eylemi olarak algılamaya sevk etti. ************************** DİKKAT..! Biraz bekleyiniz demokrasi formatlanıyor. http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/05/demokrasi-seytann-diniislam-allahn-dini.html Aslında İslamın formatlanması lazım. Yeni format formulü aşağıdaki linkte. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbBağlantıMüslüman halkları denetim altına almaya çalışan küresel sömürgeci güçlerin kültürel yıkıcı ve yok edici terörü ile karşı karşıyayız ve kuşatılmışlıklar içerisinde toplumlarımızın, toplu gruplar hal…
Demokrasiyi İslamlaştırmak veya İslam’ı demokratikleştirmek! - islamdevleti.info
Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Her var olanın bir ustası vardır.Kaidesinden yola çıkarsak. Bu kainatta kendi kendine oluşmuş bir şey olmadığına göre o zaman bu kainatıda bir yaratıcı yaratmış dolayısı ile benide.(insanlığı) O zaman bu yaratıcının beni yönlendirmesi ,Kullanma klavuzu vermesi lazım Normal hayatın akışında yaratıcı ile insanlar arasında ki aracıya peygamber denmiş. o zaman en son peygamberlik iddiasında bulunan kişinin getirmiş olduğu kontrata anlaşma şartlarına bakacağız. (Sonuncusu geçerlidir kaidesinden) (Kader) Sonuncusu Muhammed olduğuna göre onun getirdiği kontratda insanlığa bir rest çekiş meydan okuma var. Yoksa, ‘Onu Muhammed uydurdu’ mu diyorlar? Onlara de ki; ‘Eğer doğru söylüyorsanız, Kur’an’a benzer bir sure ortaya getiriniz, bu konuda Allah dışında kimleri yardıma çağırabilecekseniz, çağırınız. Yunus*38 Aradan bin dört yüz yıl geçmiş hala bir ses yok . Peki şimdi yapsınlar şimdi teknik bir çağdayız her şey eloktronik çoğu şeyi harflerin ve rakamların karışımından yapıyor proğram yapıcıları. o zaman kuran ayetlerinide getirsinler.? Allah kainatı elementlerden yarattığı gibi kuranıda harflerin karışımından yaratmıştır. Diyebilir birileri evet bizimde demokrasimiz var. o zaman demokrasiye ve Muhammedin getirdiği şartlara bakılır.Bu insan fıtratına uygunmu diye. örneğin; Mal can ve namuz konusunda kim ne diyor diye. (Şartlar. Eşyadaki özelliklere uygun düşmesi lazım) Dolayısı ile.. Muhammedin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun.(ölüm cezası veriyor) Demokrasinin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun değil.(Taraf.Aklın üstününden.Hevadan,zenginden) (Halbuki insandaki fıtrat kendisinin olanı kendi isteği dışında bir başkasıyla paylaşmak istemez) olduğu anlaşıldığından fıtrata uygun olan alınır. Dolayısı ile Muhammedin getirmiş olduğu şartlar Yaratıcının gönderdiği şartlar olarak kabül görür. Yaratıcıya ve son peygamberine inanmak vakaya mutabık olur ve Muhammedin getirmiş olduğu şartların bir tanesinin gereği kişi Müslüman olur ve yaratıcının vaadi gereği cenneti kazanmış olur. Kişi bu vaadi elinde tutabilmek için Muhammedin getirmiş olduğu yaratıcının tarifini onaylaması lazım. Yaratıcının kırmızı çizgisi şirktir.(Allah’ın tarifi) (Göklerin ve yerin Rabbi, Arş’ın da Rabbi olan Allah onların uydurdukları noksan sıfatlardan yücedir, münezzehtir.zuhruf*82 O tarifde budur.) Bu olayı bilen şeytan Medya veya diğer yollarla kafir kişinin Allah tarifini onaylattırarak kişiyi Müslümanım diye diye cehennemin bir başka kapısından içeri atıyor. ***************************************************************** “Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.” “Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın.” (Allah) buyurdu: “Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. And olsun ki,onlardan sana kim uyarsa, (bilin ki) sizin hepinizden (derleyip) cehennemi dolduracağım.” (A’RAF/16-18) Şeytan Müslüman kılıfına bürünüp prof etiketiyle Atv ve flastv gibi kanallarda Nihat hatipoğlu,Cübbeli Ahmet gibi kişiler vasıtasıyla şu Allah tarifini sunuyor eğer sen onların söylemiş olduğu Akideyi benimser ve onaylarsan Kafir oluyor ve ebedi cehenneme gidiyorsun.Her ne kadarda diğer islamın şartlarını yerine getirsende. Ey insanlar, Allah’ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın şeytan, sizi Allah’ın affına güvendirerek ayartmasın.Fatır.5 MÜSLÜMANLARIN VE KAFİRLERİN ALLAH TARİFİ,TANIMI..SEN BU TARİFİN NERESİNDESİN? http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbBağlantıElbette, yok öyle bir şey! Ne İslam demokratikleştirilebilir ne de demokrasi İslamlaştırılabilir. Ar
MÜSLÜMANALAR LAİKLİĞE ve DARBEYE HAYIR DEDİ
MÜSLÜMANALAR LAİKLİĞE ve DARBEYE HAYIR DEDİVideoMÜSLÜMANALAR LAİKLİĞE ve DARBEYE HAYIR DEDİ
Google Çeviri
Nederlands Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Her var olanın bir ustası vardır.Kaidesinden yola çıkarsak. Bu kainatta kendi kendine oluşmuş bir şey olmadığına göre o zaman bu kainatıda bir yaratıcı yaratmış dolayısı ile benide.(insanlığı) O zaman bu yaratıcının beni yönlendirmesi ,Kullanma klavuzu vermesi lazım Normal hayatın akışında yaratıcı ile insanlar arasında ki aracıya peygamber denmiş. o zaman en son peygamberlik iddiasında bulunan kişinin getirmiş olduğu kontrata anlaşma şartlarına bakacağız. (Sonuncusu geçerlidir kaidesinden) (Kader) Sonuncusu Muhammed olduğuna göre onun getirdiği kontratda insanlığa bir rest çekiş meydan okuma var. Yoksa, 'Onu Muhammed uydurdu' mu diyorlar? Onlara de ki; 'Eğer doğru söylüyorsanız, Kur'an'a benzer bir sure ortaya getiriniz, bu konuda Allah dışında kimleri yardıma çağırabilecekseniz, çağırınız. Yunus*38 Aradan bin dört yüz yıl geçmiş hala bir ses yok . Peki şimdi yapsınlar şimdi teknik bir çağdayız her şey eloktronik çoğu şeyi harflerin ve rakamların karışımından yapıyor proğram yapıcıları. o zaman kuran ayetlerinide getirsinler.? Allah kainatı elementlerden yarattığı gibi kuranıda harflerin karışımından yaratmıştır. Diyebilir birileri evet bizimde demokrasimiz var. o zaman demokrasiye ve Muhammedin getirdiği şartlara bakılır.Bu insan fıtratına uygunmu diye. örneğin; Mal can ve namuz konusunda kim ne diyor diye. (Şartlar. Eşyadaki özelliklere uygun düşmesi lazım) Dolayısı ile.. Muhammedin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun.(ölüm cezası veriyor) Demokrasinin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun değil.(Taraf.Aklın üstününden.Hevadan,zenginden) (Halbuki insandaki fıtrat kendisinin olanı kendi isteği dışında bir başkasıyla paylaşmak istemez) olduğu anlaşıldığından fıtrata uygun olan alınır. Dolayısı ile Muhammedin getirmiş olduğu şartlar Yaratıcının gönderdiği şartlar olarak kabül görür. Yaratıcıya ve son peygamberine inanmak vakaya mutabık olur ve Muhammedin getirmiş olduğu şartların bir tanesinin gereği kişi Müslüman olur ve yaratıcının vaadi gereği cenneti kazanmış olur. Kişi bu vaadi elinde tutabilmek için Muhammedin getirmiş olduğu yaratıcının tarifini onaylaması lazım. Yaratıcının kırmızı çizgisi şirktir.(Allah'ın tarifi) (Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'ın da Rabbi olan Allah onların uydurdukları noksan sıfatlardan yücedir, münezzehtir.zuhruf*82 O tarifde budur.) Bu olayı bilen şeytan Medya veya diğer yollarla kafir kişinin Allah tarifini onaylattırarak kişiyi Müslümanım diye diye cehennemin bir başka kapısından içeri atıyor. ***************************************************************** "Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım." "Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın." (Allah) buyurdu: "Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. And olsun ki,onlardan sana kim uyarsa, (bilin ki) sizin hepinizden (derleyip) cehennemi dolduracağım." (A'RAF/16-18) Şeytan Müslüman kılıfına bürünüp prof etiketiyle Atv ve flastv gibi kanallarda Nihat hatipoğlu,Cübbeli Ahmet gibi kişiler vasıtasıyla şu Allah tarifini sunuyor eğer sen onların söylemiş olduğu Akideyi benimser ve onaylarsan Kafir oluyor ve ebedi cehenneme gidiyorsun.Her ne kadarda diğer islamın şartlarını yerine getirsende. Ey insanlar, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın şeytan, sizi Allah'ın affına güvendirerek ayartmasın.Fatır.5 MÜSLÜMANLARIN VE KAFİRLERİN ALLAH TARİFİ,TANIMI..SEN BU TARİFİN NERESİNDESİN? http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbBağlantıGoogle'ın ücretsiz hizmetiyle kelimeleri, kelime öbeklerini ve web sayfalarını İngilizce ile 100'den fazla dil arasında anında çevirin.
DUYGULAR ZİRVEDEYKEN DÜŞÜNCE DİP YAPMIŞ
İslam’da çocuk eğitim programı diye bir şey yoktur. Çocuklar ebeveynlerinden neyi görürlerse onu taklit ederek büyürler. Sizden Allah’a, peygamberine, dinine saygıyı görürlerse taklidi bir şekilde de olsa bir saygı söz konusu olur. Dürüst olmayı, her ne olursa olsun yalan söylememeyi, fakire yardım etmeyi, akraba ve komşu ile alakayı kesmemeyi vs. görürlerse zaten fıtri olan bu konularda da eğitilmiş olurlar. Sonrası mı, büyüyünce bir tercihte bulunacaklardır mutlaka. O da hidayet verici tek merci Allah olduğu için, sizin ebeveyn olarak rolünüz bitmiştir. Sözün özü, Müslümanlar olarak aile içinde herkes kendi rolünü iyi anlamalı. Ebeveynler olarak çocuklarımıza sevgide de, yergide de aşırı gitmekten sakınmalıyız. Çocuğumuza değer vereceğiz derken makul sınırları aşıp geleceğe değersiz bir birey hazırlamayalım sakın. Duyguların anlık ve aşırı yaşandığı yapmacıklar yerine, ayağı yere basan vasatı yakalamış düşüncelere sahip olan bir nesil için ebeveynler olarak bizlere düşen örnekliği hakkıyla yerine getirmeye çabalamalıyız. Çünkü örneklik en etkili eğitimdir. Ne yönde örnek olursak, o yönde eğitmiş oluruz çocuğumuzu. O halde hasattan umudumuz ne ise ekini ona göre ayarlamalıyız.Bağlantıbirazcık yorulsa tükendim bittim diyen, abur cubur zamanı biraz gecikse açım, ölüyom diyen, sabah kazara erken uyanmış olsa gün boyu uyur gezer olan, hep yorgun, hep aç, hep uykusuz, hep mutsuz, he…
SEYYİD KUTUB *16-CİLT*M.Emin SARAÇ*İ.Hakkı ŞENGÜLER*Bekir KARLIĞA*Hepsinden Allah Razı Olsun: SEYYİD KUTUB TEFSİRİ\7-inci cilt-cihadla alakalı
Çünkü müslüman bir devlet, müslüman bir devlet reisi ve Allah yolunda cihad edecek müslüman bir millet yok yeryüzünde. ****************************************************************************Bunlar mevcut değil ki, lslâmın ganimetler hakkındaki hükmüne ihtiyaç duyulsun!.. Zaman tabii seyrine devam etmiş ve beşeriyet bugün, lslâmın doğduğu günlerdeki haline avdet ederek tekrar eski cahiliyet devirlerine dönmüştür. Beşerî kanunlarla insanların hayatına hükmeden yeni ortaklar icat etmişler Allah’a!.. Bu din, tekrar insanları İslâma çağırmak için davete yeniden başladı. İnsanları (şahadete) Allah’tan başka ilâh olmadığına, Hz. Muhammedin O’nun Resulu olduğuna çağırmak için... Üluhiyeti, hakimiyet ve saltanatı sadece Allah’a tahsis etmek için... Bu hususta sadece Resulullah'ı örnek almak için. İslamın kumandası altında toplanmak için -- Beşer hayatında bu dini tekrar ihya etmek için... Her türlü dostluğu bu topluluğa ve İslâmın önderliğine tahsis etmek için... Çünkü bu dostluk, diğer bütün cahiliyet cemiyetlerinden ve onların kumandasından ayırır insanı... İşte bugün bu dinin karşılaşmış olduğu en mühim problem budur. Bundan daha mühim mesele olamaz... Böyle bir durumda ganimetler meselesiyle uğraşmak yersizdir. Cihat yok ki, ganimet olsun!... Hatta ne dahilî, ne de haricî münasebetlerde muntazam tek bir müessese, tek bir mesele yok!... Bunun sebebi çok basittir : , Müstakil varlığa sahip bir İslâm cemiyeti yok ki; hem bunları düzeltsin, hem de İslâm cemiyeti ile diğer cemiyetler arasındaki münasebetleri tanzim edecek hükümlere ihtiyaç duysun!!!. İslâmın takibettiği metod pratik bir metoddur. Binaenaleyh, fiilen mevcud olmayan proplemlerle meşgul olmaz. Dolayısıyla da pratikle ilgisi olmayan, ortada bulunmayan meselelere müteallik hükümlerin hiç birisiyle uğraşmaz... Çünkü İslâmın takib ettiği metod; ciddiyeti ve realizmi bakımından lüzumsuz hükümlerle iştigal etmez Bu dinin metodu katiyyen bu değildir. Bu metod; boş vakitlerini boş ve lüzumsuz şeylerle geçirenlerin takib ettiği bir hareket tarzıdır. Realiteler dünyasında karşılığı bulunmayan ahkâm ve teorilerle ancak bu boş ve lüzumsuz kimseler uğraşır. Bunlar vakitlerini bu dinin bizzat kendi realizminde mevcud olan pratik hareket metoduna uygun olarak müslüman bir toplumun inşası için harcayacaklarına böyle şeylere sarf ederler... Allah'ın Resulü olduğuna insanları davet etmek ve bu dine yeni topluluklar kazandırmak için harcayacakları yerde gereksiz münakaşalarla vakitlerini öldürürler...Bağlantı
DEÜ İlahiyat'ta Mezuniyet Rezaleti!
Herhangi bir toplum tutumunu değiştirmedikçe Allah onun konumunu değiştirmez. Allah, bir toplumun herhangi bir kötülüğe uğramasını dileyince, onu hiç kimse önleyemez Rad*11 Diyanetin kuruluş amacı. https://www.youtube.com/watch?v=fCr-aKUPSkU&index=1&list=PLr342JFErS74wTAKOa6WqzcN2SMX7Hgu4 Şahsiyeti tedavi edilmesi gereken Diyanet mensupları. İlişkilendirme anında insanın bilgileri ve vakıayı ölçmede kullandığıkaideveyakaidelernefsiyetin ve akliyetin oluşumunda yani belirli bir şahsiyetin oluşumunda en büyük etkendirler.Akliyetin oluşumunda kullanılan kaide ve kaideler, nefsiyetin oluşumunda kullanılan kaide veya kaidelerle aynı olmazsa insanda bulunan akliyet ve nefsiyet birbirinden farklı olur. Çünkü o zaman insan, eğilimlerini iç dünyasında var olan kaide veya kaidelere göre ölçer. Yönelticilerini akliyeti oluşturan mefhumların dışındaki mefhumlara bağlar. Bu durumda ise fikirleri ile eğilimleri başka başka, birbirine zıt, farklı olur. Böylece seçkin olmayan bir şahsiyete sahip olur. Çünkü kelimeleri ve cümleleri anlayışı, vakıayı idraki, eşyaya olan meylinden farklı bir şekilde meydana gelir. Bu nedenle şahsiyetin tedavi edilebilmesi ve seçkin bir şahsiyetin oluşturulabilmesi, ancak insanın akliyeti ve nefsiyeti için aynı anda ancak tek bir kaidenin bulunması ile gerçekleşir. Yani bağlantı kurma esnasında bilgileri ve vakıayı değerlendirmede kullanılan kaidenin, yönelticilerle mefhumlar arasındaki sentezin sağlanmasında da aynen kullanılmasıyla tek kaide ve tek ölçü üzere seçkin bir şahsiyet oluşur. https://www.youtube.com/watch?v=Ifh0V1aPIpA&index=66&list=PLr342JFErS74wTAKOa6WqzcN2SMX7Hgu4 https://www.youtube.com/watch?v=07jm-DFb0M8&index=87&list=PLr342JFErS74wTAKOa6WqzcN2SMX7Hgu4 https://www.youtube.com/watch?v=yh1WkvQdbrY&index=86&list=PLr342JFErS74wTAKOa6WqzcN2SMX7Hgu4 https://www.youtube.com/watch?v=fCr-aKUPSkU&index=65&list=PLr342JFErS74wTAKOa6WqzcN2SMX7Hgu4 Şeytanın avaneleri.. https://vimeo.com/153695185 https://vimeo.com/175813284 https://vimeo.com/176587900Bağlantıİzmir Usulü İlahiyat! Müzik, eğlence, kızlı erkekli oyunlar ve mezuniyet rezaletinin çok daha fazlasına bu videoda şahit olacaksınız. Mezuniyet…
SEYYİD KUTUB *16-CİLT*M.Emin SARAÇ*İ.Hakkı ŞENGÜLER*Bekir KARLIĞA*Hepsinden Allah Razı Olsun: SEYYİD KUTUB TEFSİRİ\16-ıncı-cilt
Fikirler hayatın malı oldukları müddetçe yaşarlar.Ortaya atılan her fikir toprağa serpilmiş tohum gibidir.Tohum toprakla temas kurup,güneş enerjisinden istifade ettiği müddetçe yaşama gücüne sahip olabilir.Fikir de böyle...Hayatın içinden geldiği.hayatla irtibat kurabildiği ve hayatın malı olduğu nisbette hayatta kalabilir.Hayatın malı olmamış fikirler,toprağa kök salmamış tohumlar gibidir.Mutlaka bir gün kurumaya mahkümdür.Bağlantı
SEYYİD KUTUB *16-CİLT*M.Emin SARAÇ*İ.Hakkı ŞENGÜLER*Bekir KARLIĞA*Hepsinden Allah Razı Olsun: SEYYİD KUTUB TEFSİRİ\15-inci-cilt
Fikirler hayatın malı oldukları müddetçe yaşarlar.Ortaya atılan her fikir toprağa serpilmiş tohum gibidir.Tohum toprakla temas kurup,güneş enerjisinden istifade ettiği müddetçe yaşama gücüne sahip olabilir.Fikir de böyle...Hayatın içinden geldiği.hayatla irtibat kurabildiği ve hayatın malı olduğu nisbette hayatta kalabilir.Hayatın malı olmamış fikirler,toprağa kök salmamış tohumlar gibidir.Mutlaka bir gün kurumaya mahkümdür.Bağlantı
SEYYİD KUTUB *16-CİLT*M.Emin SARAÇ*İ.Hakkı ŞENGÜLER*Bekir KARLIĞA*Hepsinden Allah Razı Olsun: SEYYİD KUTUB TEFSİRİ\9-uncu-clt-
Fikirler hayatın malı oldukları müddetçe yaşarlar.Ortaya atılan her fikir toprağa serpilmiş tohum gibidir.Tohum toprakla temas kurup,güneş enerjisinden istifade ettiği müddetçe yaşama gücüne sahip olabilir.Fikir de böyle...Hayatın içinden geldiği.hayatla irtibat kurabildiği ve hayatın malı olduğu nisbette hayatta kalabilir.Hayatın malı olmamış fikirler,toprağa kök salmamış tohumlar gibidir.Mutlaka bir gün kurumaya mahkümdür.Bağlantı
demokrasiyle İSLAM'ı getireceğini zannedenlerin durumu... acı ama gerçek...
demokrasiyle İSLAM'ı getireceğini zannedenlerin durumu... acı ama gerçek...Videodemokrasiyle İSLAM'ı getireceğini zannedenlerin durumu... acı ama gerçek...
SEYYİD KUTUB *16-CİLT*M.Emin SARAÇ*İ.Hakkı ŞENGÜLER*Bekir KARLIĞA*Hepsinden Allah Razı Olsun: SEYYİD KUTUB TEFSİRİ\1-inci-cilt
Fikirler hayatın malı oldukları müddetçe yaşarlar.Ortaya atılan her fikir toprağa serpilmiş tohum gibidir.Tohum toprakla temas kurup,güneş enerjisinden istifade ettiği müddetçe yaşama gücüne sahip olabilir.Fikir de böyle...Hayatın içinden geldiği.hayatla irtibat kurabildiği ve hayatın malı olduğu nisbette hayatta kalabilir.Hayatın malı olmamış fikirler,toprağa kök salmamış tohumlar gibidir.Mutlaka bir gün kurumaya mahkümdür.Bağlantı
Geçen Ay
İSLAM’IN ALTINCI ŞARTI: DEMOKRASİ NÖBETİ TUTMAK
“Demokrasi nöbeti tutmayanlar” bu vatanı hak etmiyorlarsa, demokrasi nöbeti tutanlar da cenneti hak etmiyorlar. Zîrâ bir şirk-sistemini savunmaktadırlar. Allah şirki aslâ affetmeyeceğine göre, şirk içinde olanların cenneti hak etmesi söz-konusu değildir. Evet; biz vatanımızı, demokrasi için değil, İslâm için savunuruz. İslâm için vatanı ve milleti savunuruz. Demokrasi için vatan savunması yapmak, bâtılın savunuculuğunu yapmaktır, dolayısı ile gerçek bir savunma yapmamaktır.BağlantıŞimdi demokrasi kazandı da, ne olacak?. Daha âdil, daha eşit ve insanca yaşanacak bir Türkiye mi olacak?. Bunu demokrasi mi sağlayacak?. Peki şimdiye kadar demokrasi vardı da neden hak-hakîkat-adâl…
HAYIRLI OLANI HAYIRSIZ İLE DEĞİŞTİRMEK
İnsanoğlu ancak kendisine sunulan bir hususu kabul veya reddetme özelliğine sahip iken, neyin kendisi için hayır veya şer olduğunu belirleme yetkisine sahip değildir. Neyin hayırlı neyin hayırsız olduğu konusu insanoğluna ait bir özellik olmayıp bu husus tamamen onu ve onunla birlikte her şeyi yaratan âlemlerin rabbi olan Allah’a ait bir özelliktir.BağlantıBu gün halkı Müslüman olan coğrafyada yaşanan olayların en başta gelen nedenlerinden birisi bu coğrafya halkının Allah’ın kendileri için hayırlı, onurlu ve şerefli bir yaşam biçimi olan aziz İslam’…
Devleti ele geçirmek isteyen Kur’an Müslümanı: Mustafa İslamoğlu
ŞEYTAN,F.GÜLENİN YERİNE M. İSLAMOĞLUNU GEÇİRİYOR. Altdaki yazıyı okuyun... Oysa bu sözün tamamı hem aklen hem de Şer'an batıldır. Efendimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem, diğer nebiler ve resuller gibi nebi ve resuldür ve Allahu Teâla'dan aldıklarını tebliğde hatadan masumdur. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem akli delille kesinlikle ismet sahibidir. Üstelik Resulün tebliğ ettiklerinin hem tamamını hem de cüziyatını ancak vahy ile yaptığına delalet eden hem sübutu hem de delaleti kat'i Şer’î deliller vardır. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ancak vahiyden aldığı hükümleri tebliğ ediyordu. Allahu Teâla Enbiya suresinde şöyle buyurmaktadır: قُلْ إِنَّمَا أُنذِرُكُمْ بِالْوَحْيِ "De ki: Ben ancak sizi vahy ile uyarıyorum."[1] Yani, Ey Muhammed onlara; ‘ben sizi ancak bana indirilen vahy ile uyarıyorum, benim uyarmam ancak vahy çerçevesindedir’ de, demektir. Necm Suresinde ise; وَمَا يَنْطِقُ عَنْ الْهَوَى (3) إِنْ هُوَ إِلا وَحْيٌ يُوحَى "O kendiliğinden konuşmamaktadır. Onun konuşması ancak bildirilen bir vahy iledir."[2] Ayette geçen مَا يَنْطِقُ "konuşmamaktadır" kelimesi genellik ifade eden siygalardan olup içeriğine Kur'an'ı ve Sünneti de almaktadır. Bu tabiri Kur'an ile tahsis edecek Kur'an'da da Sünnette de bir delil yoktur. Dolayısıyla ifade genel olarak kalır. Yani Resul’ün teşriden/Şeriat belirlemekle alakalı konuştuklarının tamamı vahiydir. Yalnızca Kur'an ile tahsis etmek doğru değildir. Bilakis hem Kur’an’ı hem de Hadisi kuşatıcı olarak kalması gerekir. Nitekim bunu Necm Suresi 3. ayet şu şekilde pekiştirmektedir: إِنْ هُوَ إِلا وَحْيٌ يُوحَى “Onun konuşması ancak bildirilen bir vahy iledir."[3] https://www.dailymotion.com/video/x3dwfu4_alim-sifatindaki-asagilik-komplexi-olan-dalkavuklardan_videogames http://islamdevleti.info/kitaplar/Islam_Sahsiyeti_Cilt_1/21.htm#_ftn3BağlantıSelamlar. Tarihler 15 Temmuz 2016’yı gösterdiğinde Türkiye özelinde olmak üzere bütün dünya benzeri görülmemiş bir darbe teşebbüsüne şahit oldu. Daha da ilginci bu teşebbüse karşı koyan bizza…
KURANI NASIL ANLAMALIYIZ VEYA KUR’ANI ANLAMANIN ÖNÜNDEKİ ENGELLER
DİKKAT.! BU BİLGİ KİRLİLİĞİ İÇERİSİNDE VİRÜSÜN BULAŞMADIĞI TEK KAYNAK EŞYANIN ÖZELLİKLERİ ACISINDAN OLAYA BAKMAK. Onun kendisine vahyen gönderildiği kimsenin, yani Hz .Muhammed’in, kendisine vahiy gönderilmeyen diğer insanlar gibi bir insan olduğunun algılanmasıyla mümkündür. Evet Allah’ın elçisi ile elçisi olmayanlar arasında fark vardır. Lâkin bu fark Mu-hammed’i lâyü’selleştiren (sorumlu kılmayan) bir fark olmayıp onun­la diğer insanlar arasında yalnızca kendisine vahiy gelen kimse oldu­ğu farkı ve onun yanlışlarının kendisi hayatta iken düzeltilmesi gereği ve gerçeği farkıdır. Ki Allah, yanılabilir elçisinin yanlışlarını şayet hayatta iken düzeltmezse bu takdirde Allah’ın dini, kulları ara­sında doğrusu öyledir şeklinde anlaşılacaktır. Bunun kaçınılmaz so­nucu olarak da Allah ahirette, yapılan yanlışın düzeltilmemesinin so­nucu kullarına hesab soramıyacaktır. Bu sonucun doğmaması için elçilerinin yanlışlarını düzeltmek, Allah’ın elçileri hayatta iken yapa-geldiği bir sünneti olagelmiştir. ***************** (Yanlışa örnek---https://vimeo.com/176587900...) Yanlışlıkları diye nitelendirdiğimiz vakit yanlış yollara gideceğinden(Eski alimlerin zelle dedikleri gibi) eşyadaki,insandaki hallerden birisinin diğeri olarak nitelendirmemiz daha uygun olmasıdır. örnek. Resullerin ve nebilerin aklen de Şer'an da evla olana aykırı bir fiili yapmaları caizdir. Çünkü evla olana aykırılık, mübah olan bir hüküm demektir. Ancak bazı amelleri bazısından daha evladır. Veya mendup hükmünü taşıyan bir olay olup bazı davranışları diğerinden daha evladır. http://islamdevleti.info/kitaplar/Islam_Sahsiyeti_Cilt_1/21.htm#_ftn3Bağlantıİtikada tealluk eden hususların mutlaka Kur’an’dan alınması ve bunun dışına asla çıkılmaması gerekmektedir. Zira Kur’ari’ın Allah’tan geldiğinde en küçük bir şüphe bu…
ALİMLERİMİZE, ÖĞRETMENLERİMİZE, İMAMLARIMIZA SESLENMEK İSTİYORUM - Mustafa İslamoğlu-
ŞEYTAN,F.GÜLENİN YERİNE M. İSLAMOĞLUNU GEÇİRİYOR. Altdaki yazıyı okuyun... Oysa bu sözün tamamı hem aklen hem de Şer'an batıldır. Efendimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem, diğer nebiler ve resuller gibi nebi ve resuldür ve Allahu Teâla'dan aldıklarını tebliğde hatadan masumdur. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem akli delille kesinlikle ismet sahibidir. Üstelik Resulün tebliğ ettiklerinin hem tamamını hem de cüziyatını ancak vahy ile yaptığına delalet eden hem sübutu hem de delaleti kat'i Şer’î deliller vardır. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ancak vahiyden aldığı hükümleri tebliğ ediyordu. Allahu Teâla Enbiya suresinde şöyle buyurmaktadır: قُلْ إِنَّمَا أُنذِرُكُمْ بِالْوَحْيِ "De ki: Ben ancak sizi vahy ile uyarıyorum."[1] Yani, Ey Muhammed onlara; ‘ben sizi ancak bana indirilen vahy ile uyarıyorum, benim uyarmam ancak vahy çerçevesindedir’ de, demektir. Necm Suresinde ise; وَمَا يَنْطِقُ عَنْ الْهَوَى (3) إِنْ هُوَ إِلا وَحْيٌ يُوحَى "O kendiliğinden konuşmamaktadır. Onun konuşması ancak bildirilen bir vahy iledir."[2] Ayette geçen مَا يَنْطِقُ "konuşmamaktadır" kelimesi genellik ifade eden siygalardan olup içeriğine Kur'an'ı ve Sünneti de almaktadır. Bu tabiri Kur'an ile tahsis edecek Kur'an'da da Sünnette de bir delil yoktur. Dolayısıyla ifade genel olarak kalır. Yani Resul’ün teşriden/Şeriat belirlemekle alakalı konuştuklarının tamamı vahiydir. Yalnızca Kur'an ile tahsis etmek doğru değildir. Bilakis hem Kur’an’ı hem de Hadisi kuşatıcı olarak kalması gerekir. Nitekim bunu Necm Suresi 3. ayet şu şekilde pekiştirmektedir: إِنْ هُوَ إِلا وَحْيٌ يُوحَى “Onun konuşması ancak bildirilen bir vahy iledir."[3] https://www.dailymotion.com/video/x3dwfu4_alim-sifatindaki-asagilik-komplexi-olan-dalkavuklardan_videogames http://islamdevleti.info/kitaplar/Islam_Sahsiyeti_Cilt_1/21.htm#_ftn3VideoALİMLERİMİZE, ÖĞRETMENLERİMİZE, İMAMLARIMIZA SESLENMEK İSTİYORUM - Mustafa İslamoğlu-
ÖNEMLİ OLAYLAR: İNSANIN KENDİNİ SEVİP SEVMEDİĞİNİN SAĞLAMASI...
İNSANIN KENDİNİ SEVİP SEVMEDİĞİNİN SAĞLAMASI...Bağlantı
Halifesiz kalmış Müslümanların ihtilafları son bulmaz
RAŞİDİ HİLAFET DEVLETİNİ İKAME ÇALIŞMASINA...Hizb Ut Tahrir´den ümmete cagri!! https://www.youtube.com/watch?v=2ehCceyP_38&list=PLr342JFErS76u5CDh7Yq5gADyDiArjk1M&feature=share&index=63 İslam Devleti Takiyyuddin en Nebhani 050 islam devleti nasil kurulur https://www.youtube.com/watch?v=kKGIGMtgKkM&feature=share&list=PLr342JFErS76u5CDh7Yq5gADyDiArjk1M&index=51 İslam Devleti Takiyyuddin en Nebhani 048 islam devletinin yeniden kurulmasi farzdir https://www.youtube.com/watch?v=0h8Sy3DzJuk&list=PLr342JFErS76u5CDh7Yq5gADyDiArjk1M&feature=share&index=49 CİHADIN İSLAMDAKİ YERİ,KONUMU https://www.youtube.com/watch?v=AkRAmUun9A0&list=PLr342JFErS76u5CDh7Yq5gADyDiArjk1M&feature=share&index=61 https://www.youtube.com/watch?v=lRGAxG5nkU0BağlantıHilafet; son Nebi Hz. Muhammed (sav)’in emri ve tavsiyesi, insanlığı imha değil, ihya müessesidir. Hilafetin yanlış anlaşılması, hilafetin inkâr...
Hilafet Devleti geliyor mu? Nureddin Yıldız
RAŞİDİ HİLAFET DEVLETİNİ İKAME ÇALIŞMASINA...Hizb Ut Tahrir´den ümmete cagri!! https://www.youtube.com/watch?v=2ehCceyP_38&list=PLr342JFErS76u5CDh7Yq5gADyDiArjk1M&feature=share&index=63 İslam Devleti Takiyyuddin en Nebhani 050 islam devleti nasil kurulur https://www.youtube.com/watch?v=kKGIGMtgKkM&feature=share&list=PLr342JFErS76u5CDh7Yq5gADyDiArjk1M&index=51 İslam Devleti Takiyyuddin en Nebhani 048 islam devletinin yeniden kurulmasi farzdir https://www.youtube.com/watch?v=0h8Sy3DzJuk&list=PLr342JFErS76u5CDh7Yq5gADyDiArjk1M&feature=share&index=49 CİHADIN İSLAMDAKİ YERİ,KONUMU https://www.youtube.com/watch?v=AkRAmUun9A0&list=PLr342JFErS76u5CDh7Yq5gADyDiArjk1M&feature=share&index=61 https://www.youtube.com/watch?v=lRGAxG5nkU0VideoNureddin Yıldız Hocamızın görüşleri hayırlara vesile olur inşaALLAH Sohbetlerin tümüne ulaşmak için: http://www.sosyaldoku.tv Video Kaynağı: https://youtu.be...
Kavganın ASIL NEDENİ
Kendi aralarındaki çekişmeleri şiddetlidir. Sen onları toplu sanırsın, ancak onların kalpleri dağınıktır. Böyledir, çünkü onlar düşünmez bir topluluktur. Hicr.14 ŞEYTAN, İNSAN VE MÜSLÜMAN KILIĞINA GİREBİLİR Darbeyi yapan,yaptıran,yapılan da şeytanın avaneleridir Dikkat.! videoları iyi seyredin ve kuran ışığında değerlendirmenizi yapın. https://vimeo.com/153695185 https://vimeo.com/175813284Video
KÖHNE İYİMSERLİKLERİ SEÇMEK - Ukba Dergisi
İslâm dünyası toplumlarının, asıl konuşması gereken yapısal sorunlarını, İslâmî cemaatler/tarikatlar/partiler hiçbir zaman tartışma konusu yapmıyor. Hayatî sorunlar etrafında kapsamlı bir tartışma başlatmak, daha çok, daha yoğun, daha derin, daha çarpıcı sorular sormayı, sorgulamalar yapmayı gerektirir. ********************** Onun için bu acıdan yola çıkmak gerekir. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Her var olanın bir ustası vardır.Kaidesinden yola çıkarsak. Bu kainatta kendi kendine oluşmuş bir şey olmadığına göre o zaman bu kainatıda bir yaratıcı yaratmış dolayısı ile benide.(insanlığı) O zaman bu yaratıcının beni yönlendirmesi ,Kullanma klavuzu vermesi lazım Normal hayatın akışında yaratıcı ile insanlar arasında ki aracıya peygamber denmiş. o zaman en son peygamberlik iddiasında bulunan kişinin getirmiş olduğu kontrata anlaşma şartlarına bakacağız. (Sonuncusu geçerlidir kaidesinden) (Kader) Sonuncusu Muhammed olduğuna göre onun getirdiği kontratda insanlığa bir rest çekiş meydan okuma var. Yoksa, 'Onu Muhammed uydurdu' mu diyorlar? Onlara de ki; 'Eğer doğru söylüyorsanız, Kur'an'a benzer bir sure ortaya getiriniz, bu konuda Allah dışında kimleri yardıma çağırabilecekseniz, çağırınız. Yunus*38 Aradan bin dört yüz yıl geçmiş hala bir ses yok . Peki şimdi yapsınlar şimdi teknik bir çağdayız her şey eloktronik çoğu şeyi harflerin ve rakamların karışımından yapıyor proğram yapıcıları. o zaman kuran ayetlerinide getirsinler.? Allah kainatı elementlerden yarattığı gibi kuranıda harflerin karışımından yaratmıştır. Diyebilir birileri evet bizimde demokrasimiz var. o zaman demokrasiye ve Muhammedin getirdiği şartlara bakılır.Bu insan fıtratına uygunmu diye. örneğin; Mal can ve namuz konusunda kim ne diyor diye. (Şartlar. Eşyadaki özelliklere uygun düşmesi lazım) Dolayısı ile.. Muhammedin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun.(ölüm cezası veriyor) Demokrasinin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun değil.(Taraf.Aklın üstününden.Hevadan,zenginden) (Halbuki insandaki fıtrat kendisinin olanı kendi isteği dışında bir başkasıyla paylaşmak istemez) olduğu anlaşıldığından fıtrata uygun olan alınır. Dolayısı ile Muhammedin getirmiş olduğu şartlar Yaratıcının gönderdiği şartlar olarak kabül görür. Yaratıcıya ve son peygamberine inanmak vakaya mutabık olur ve Muhammedin getirmiş olduğu şartların bir tanesinin gereği kişi Müslüman olur ve yaratıcının vaadi gereği cenneti kazanmış olur. Kişi bu vaadi elinde tutabilmek için Muhammedin getirmiş olduğu yaratıcının tarifini onaylaması lazım. Yaratıcının kırmızı çizgisi şirktir.(Allah'ın tarifi) (Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'ın da Rabbi olan Allah onların uydurdukları noksan sıfatlardan yücedir, münezzehtir.zuhruf*82 O tarifde budur.) Bu olayı bilen şeytan Medya veya diğer yollarla kafir kişinin Allah tarifini onaylattırarak kişiyi Müslümanım diye diye cehennemin bir başka kapısından içeri atıyor. ***************************************************************** "Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım." "Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın." (Allah) buyurdu: "Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. And olsun ki,onlardan sana kim uyarsa, (bilin ki) sizin hepinizden (derleyip) cehennemi dolduracağım." (A'RAF/16-18) Şeytan Müslüman kılıfına bürünüp prof etiketiyle Atv ve flastv gibi kanallarda Nihat hatipoğlu,Cübbeli Ahmet gibi kişiler vasıtasıyla şu Allah tarifini sunuyor eğer sen onların söylemiş olduğu Akideyi benimser ve onaylarsan Kafir oluyor ve ebedi cehenneme gidiyorsun.Her ne kadarda diğer islamın şartlarını yerine getirsende. Ey insanlar, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın şeytan, sizi Allah'ın affına güvendirerek ayartmasın.Fatır.5 MÜSLÜMANLARIN VE KAFİRLERİN ALLAH TARİFİ,TANIMI..SEN BU TARİFİN NERESİNDESİN? http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbBağlantıKÖHNE İYİMSERLİKLERİ SEÇMEK editor · 20 Aralık 2015 ATASOY MÜFTÜOĞLU Köhne iyimserlikleri bir hayat tarzına dönüştüren toplumlar ve kültürler, bu tür bir iyimserlik sebebiyle, tarihsel sorumluluklar üstlenemezler, gerçek çabalara kayıtsız kalırlar. Sorumsuzluklar ve kayıtsızlıklar, insanî yanımızın…
KÖHNE İYİMSERLİKLERİ SEÇMEK (20-12-2015 - Ukba Dergisi) – Atasoy Müftüoğlu Web Sitesi
Modern-seküler bilgi, nasıl anlam ve ahlâktan bağımsızlaşarak metalaşmışsa, İslâmî bilgi de; metalaştığı için, araçsallaştırıldığı için, mekanik hâle geldiği için, hayatı ve toplumu dönüştüremiyor. Müslümanlar olarak bizler, İslâmî bilginin hakkını veremediğimiz için, tarihin dışında konumlandırıldık. Kamusal hayatın içerisinde seküler bireyler-topluluklar olarak; kamusal hayatın dışında, Müslüman bireyler-topluluklar olarak hayatımızı sürdürmeye çalışıyoruz. İslâmî kimliğimizden, tarzımızdan, tavrımızdan, duruşumuzdan vazgeçmemiz koşuluyla, asimilasyona tabi tutulan hâlimizle, sisteme dâhil ediliyoruz. Bugünün dünyasında nasıl tanımlandığımız, nasıl adlandırıldığımız, nasıl kategorize edildiğimiz konusunda ciddi bir tartışma/araştırma yapmıyoruz. Statükonun dışından düşünmeyi, bakmayı, yorumlamayı, farklılık üretmeyi başaramıyoruz.BağlantıKöhne iyimserlikleri bir hayat tarzına dönüştüren toplumlar ve kültürler, bu tür bir iyimserlik sebebiyle, tarihsel sorumluluklar üstlenemezler, gerçek çabalara kayıtsız kalırlar. Sorumsuzluklar ve kayıtsızlıklar, insanî yanımızın eksildiğine, azaldığına işaret eder.…
Otorite Ümmetin Hakimiyet Allah'ındır
Eleştirel bir dikkate, duyarlılığa sahip olmadığımız için, bizler, Müslümanlar olarak bu durumu görmüyoruz, İslam’a ve Kur’an’a ne kadar yabancılaştığımızı fark etmiyoruz. Bütün bunlar bir yana, bir İslam toplumunda yaşıyor gibi yaşamaya devam edebiliyoruz. Politik ve dini popülizm yönünde ilerleyen bir toplum için, her tür popülizmi onaylayan ve alkışlayan bir toplum için iyi bir gelecekten kesinlikle söz edilemez. Niteliksel anlamda bir tercih yapma ihtiyacı duymayan, ahlaki ve entelektüel anlamda muhalefet ve direniş ihtiyacı duymayan bir toplumun hiçbir umuda istihkakı olamaz.VideoEy Müslümanlar! Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti olarak sizlere sesleniyoruz! Sulta ve otorite kesinlikle ümmete, hâkimiyet ise sadece Allah’u Teâlâ’ya aittir. Darbeye, demokrasiye ve laikliğe karşı direnen ve bazı hainler tarafından yıllardır küçümsenen bu güçlü irade, yalnızca sizin iradenizdir. Bu İslami bir iradedir! Sizin bu iradenizi küçümseyen demokrat ve laikler var ya, işte onlar artık yenilmişlerdir. Ey Müslümanlar! Şimdi yapılması gereken önemli bir şey daha vardır. Bu direnişinizi çalmaya çalışan sinsi hırsızlara karşı uyanık olunuz ve onları iyi tanıyınız. İngiltere ve Amerika’dan beslenen bu demokrasi havarilerinin iradenize ket vurmalarına asla müsaade etmeyiniz. Allah için, İslam için ve canlarını feda eden kardeşleriniz için bunu yapınız! En önemlisi ise İslami hassasiyetlerinizi ve taleplerinizi görmezden gelen yöneticileri muhasebe ediniz! Bu yöneticilerin yıllarca dost olarak gördükleri İngiltere ve Amerika önderliğindeki tüm sömürgeciler sizin asli düşmanınızdır. Siz katil cuntacılara meydan okurken, bu sömürgeci ülkeler ve bazı işbirlikçileri sinsice sonucunu beklemişlerdir. İşte bu sebeple onları halen daha dost ve müttefik gören, bu durumdan çıkmak için Allah’a ve siz Müslümanlara değil de, Batılılara güvenen yöneticileri Allah için muhasebe edin. Artık kim dost, kim düşman bilsinler ve hatalarını görsünler. Allah için onlara şu çağrıyı yapın: “Ey Yöneticiler! Otorite ümmet olarak bize aittir, işte bu bizim gücümüzdür. O halde bizi arkanıza alın ve Allah'ın hükmünü hâkim kılacak Raşidi Hilafet'i ikame edin. Korkmayın biz asla geri dönüp bakmayacağız."
DARBE VE DEMOKRASİ
Bir devletin üç ana unsuru; ülke, millet ve egemenliktir. Egemenlik ve milletin dini/inancı, devletin adını belirler. Bu yüzden egemenliğin bir kişi, kurum ya da zümre ya da millette olması o devleti küfür ve şirk devleti yapar. Neden mi? Çünkü; İslam devleti haricindeki tüm devletler küfür ve şirk devletlerdir. https://www.dailymotion.com/video/x3qegyd_sirk-in-devlet-eliyle-resmilestirilmesi_lifestyle ***************** RAŞİDİ HİLAFET DEVLETİNİ İKAME ÇALIŞMASINA...Hizb Ut Tahrir´den ümmete cagri!! https://www.youtube.com/watch?v=2ehCceyP_38&list=PLr342JFErS76u5CDh7Yq5gADyDiArjk1M&feature=share&index=63 İslam Devleti Takiyyuddin en Nebhani 050 islam devleti nasil kurulur https://www.youtube.com/watch?v=kKGIGMtgKkM&feature=share&list=PLr342JFErS76u5CDh7Yq5gADyDiArjk1M&index=51 İslam Devleti Takiyyuddin en Nebhani 048 islam devletinin yeniden kurulmasi farzdir https://www.youtube.com/watch?v=0h8Sy3DzJuk&list=PLr342JFErS76u5CDh7Yq5gADyDiArjk1M&feature=share&index=49 CİHADIN İSLAMDAKİ YERİ,KONUMU https://www.youtube.com/watch?v=AkRAmUun9A0&list=PLr342JFErS76u5CDh7Yq5gADyDiArjk1M&feature=share&index=61 https://www.youtube.com/watch?v=lRGAxG5nkU0BağlantıToplumsal olaylarda hep erken ve duygusal hareket ediyoruz. Küçük resme bakarak kararlar alıyoruz, asıl büyük resmi görmek için biraz beklemek ve sonuçlarından yola çıkararak anlamaya çalışsak daha…
AYAKLARIMIZ DOLAŞMASIN
Şunu asla unutmayalım ki; “Hayatta meydana gelen gölgelerden çoğu, kendimizin güneşimizi kapatmasından ileri gelir.” (Ralph W.Emerson!) Öyle ise “Etrafınızı bulanık görmeyelim. Eşyaları, insanları ve olayları net bir şekilde seçelim, büyük bir gürültünün ortasında yaşıyorsak unutmayalım ki bu gürültüyü çıkaran, bizlerin korkuları, kararsızlığı, kendimize olan güvensizliğimizdir. Korku içinde kaçar isek insan güçsüzdür, koştukça dizlerimizin dermanının kesildiğini görürüz. Fazla kaçamadan gücünü tamamen kaybetmiş olan bacaklarımızın üzerine çöküp teslim oluruz. Çünkü o an kendimizin yönetimini tamamen kaybetmişizdir. Hâlbuki kovalayan koştukça güçlenir, kaçanı mutlaka yakalar. Yeter ki korku içinde olmayalım, yani kovalıyor gibi yapmayalım.’’ (R. Ş. Apuhan) *********************** İnsan geleceğini garanti altına almak istemesi eşyadaki bir özelliktir. O zaman ben kesin Müslümanım ve kesin cennetliğim neden diyemiyor.(Bilgi noksanlığı) ************************** Dolayısı ile Muhammedin getirmiş olduğu şartlar Yaratıcının gönderdiği şartlar olarak kabül görür. Yaratıcıya ve son peygamberine inanmak vakaya mutabık olur ve Muhammedin getirmiş olduğu şartların bir tanesinin gereği kişi Müslüman olur ve yaratıcının vaadi gereği cenneti kazanmış olur. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb ********* Kişi bu istikameti takip ederse Cennete girememe gibi bir lüxü yok.(Eşyadaki özelliği inkar etmesi lazım ki cehennemlik olsun.) http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/06/cennetini-garanti-altina-al-kardesim.htmlBağlantıNe diyelim inşallah tüm düşünen kardeşlerimiz düşünürken aynı zamanda yürümeyi de öğrenir. Bu yürüyüş için eğer ayaklarımızın birbirine dolaşmasını istemiyorsak düşüncelerimiz ile aldığımız vahyi b…
BAĞIMSIZ VAROLUŞ PROJELERİ ÜZERİNDE ÇALIŞMAK
Müslümanlar olarak, İslami bilgi temelinde, tevhidi bilgi temelinde bağımsız bir model-yöntem-yapı tasarlamamak gibi kronik bir sorunumuz var. ***************************************** Bu sorunları çözmek için Ana kaide aşağıda. ***************************************** Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Her var olanın bir ustası vardır.Kaidesinden yola çıkarsak. Bu kainatta kendi kendine oluşmuş bir şey olmadığına göre o zaman bu kainatıda bir yaratıcı yaratmış dolayısı ile benide.(insanlığı) O zaman bu yaratıcının beni yönlendirmesi ,Kullanma klavuzu vermesi lazım Normal hayatın akışında yaratıcı ile insanlar arasında ki aracıya peygamber denmiş. o zaman en son peygamberlik iddiasında bulunan kişinin getirmiş olduğu kontrata anlaşma şartlarına bakacağız. (Sonuncusu geçerlidir kaidesinden) (Kader) Sonuncusu Muhammed olduğuna göre onun getirdiği kontratda insanlığa bir rest çekiş meydan okuma var. Yoksa, 'Onu Muhammed uydurdu' mu diyorlar? Onlara de ki; 'Eğer doğru söylüyorsanız, Kur'an'a benzer bir sure ortaya getiriniz, bu konuda Allah dışında kimleri yardıma çağırabilecekseniz, çağırınız. Yunus*38 Aradan bin dört yüz yıl geçmiş hala bir ses yok . Peki şimdi yapsınlar şimdi teknik bir çağdayız her şey eloktronik çoğu şeyi harflerin ve rakamların karışımından yapıyor proğram yapıcıları. o zaman kuran ayetlerinide getirsinler.? Allah kainatı elementlerden yarattığı gibi kuranıda harflerin karışımından yaratmıştır. Diyebilir birileri evet bizimde demokrasimiz var. o zaman demokrasiye ve Muhammedin getirdiği şartlara bakılır.Bu insan fıtratına uygunmu diye. örneğin; Mal can ve namuz konusunda kim ne diyor diye. (Şartlar. Eşyadaki özelliklere uygun düşmesi lazım) Dolayısı ile.. Muhammedin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun.(ölüm cezası veriyor) Demokrasinin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun değil.(Taraf.Aklın üstününden.Hevadan,zenginden) (Halbuki insandaki fıtrat kendisinin olanı kendi isteği dışında bir başkasıyla paylaşmak istemez) olduğu anlaşıldığından fıtrata uygun olan alınır. Dolayısı ile Muhammedin getirmiş olduğu şartlar Yaratıcının gönderdiği şartlar olarak kabül görür. Yaratıcıya ve son peygamberine inanmak vakaya mutabık olur ve Muhammedin getirmiş olduğu şartların bir tanesinin gereği kişi Müslüman olur ve yaratıcının vaadi gereği cenneti kazanmış olur. Kişi bu vaadi elinde tutabilmek için Muhammedin getirmiş olduğu yaratıcının tarifini onaylaması lazım. Yaratıcının kırmızı çizgisi şirktir.(Allah'ın tarifi) (Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'ın da Rabbi olan Allah onların uydurdukları noksan sıfatlardan yücedir, münezzehtir.zuhruf*82 O tarifde budur.) Bu olayı bilen şeytan Medya veya diğer yollarla kafir kişinin Allah tarifini onaylattırarak kişiyi Müslümanım diye diye cehennemin bir başka kapısından içeri atıyor. ***************************************************************** "Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım." "Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın." (Allah) buyurdu: "Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. And olsun ki,onlardan sana kim uyarsa, (bilin ki) sizin hepinizden (derleyip) cehennemi dolduracağım." (A'RAF/16-18) Şeytan Müslüman kılıfına bürünüp prof etiketiyle Atv ve flastv gibi kanallarda Nihat hatipoğlu,Cübbeli Ahmet gibi kişiler vasıtasıyla şu Allah tarifini sunuyor eğer sen onların söylemiş olduğu Akideyi benimser ve onaylarsan Kafir oluyor ve ebedi cehenneme gidiyorsun.Her ne kadarda diğer islamın şartlarını yerine getirsende. Ey insanlar, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın şeytan, sizi Allah'ın affına güvendirerek ayartmasın.Fatır.5 MÜSLÜMANLARIN VE KAFİRLERİN ALLAH TARİFİ,TANIMI..SEN BU TARİFİN NERESİNDESİN? http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbBağlantıTürkiye’de 15 Temmuz’da, bir mehdilik projesi adına, bütün bir toplumun/ülkenin/halkın mahvı pahasına büyük bir cinnete tevessül edebilmiştir. İslami bütünlüğü temsil etmeyen, ilham ve …
DİNE DARBE VURULURKEN SESSİZ KALINIYORDU, YÖNETİME DARBE VURULUNCA UYANIVERDİK... /Nureddin Yıldız
DİNE DARBE VURULURKEN SESSİZ KALINIYORDU, YÖNETİME DARBE VURULUNCA UYANIVERDİK...VideoDİNE DARBE VURULURKEN SESSİZ KALINIYORDU, YÖNETİME DARBE VURULUNCA UYANIVERDİK... /Nureddin Yıldız
GÜNDEME BOMBA GİBİ DÜŞEN VİDEO...YENİ SERVİS EDİLMEYE BAŞLANDI
Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Her var olanın bir ustası vardır.Kaidesinden yola çıkarsak. Bu kainatta kendi kendine oluşmuş bir şey olmadığına göre o zaman bu kainatıda bir yaratıcı yaratmış dolayısı ile benide.(insanlığı) O zaman bu yaratıcının beni yönlendirmesi ,Kullanma klavuzu vermesi lazım Normal hayatın akışında yaratıcı ile insanlar arasında ki aracıya peygamber denmiş. o zaman en son peygamberlik iddiasında bulunan kişinin getirmiş olduğu kontrata anlaşma şartlarına bakacağız. (Sonuncusu geçerlidir kaidesinden) (Kader) Sonuncusu Muhammed olduğuna göre onun getirdiği kontratda insanlığa bir rest çekiş meydan okuma var. Yoksa, 'Onu Muhammed uydurdu' mu diyorlar? Onlara de ki; 'Eğer doğru söylüyorsanız, Kur'an'a benzer bir sure ortaya getiriniz, bu konuda Allah dışında kimleri yardıma çağırabilecekseniz, çağırınız. Yunus*38 Aradan bin dört yüz yıl geçmiş hala bir ses yok . Peki şimdi yapsınlar şimdi teknik bir çağdayız her şey eloktronik çoğu şeyi harflerin ve rakamların karışımından yapıyor proğram yapıcıları. o zaman kuran ayetlerinide getirsinler.? Allah kainatı elementlerden yarattığı gibi kuranıda harflerin karışımından yaratmıştır. Diyebilir birileri evet bizimde demokrasimiz var. o zaman demokrasiye ve Muhammedin getirdiği şartlara bakılır.Bu insan fıtratına uygunmu diye. örneğin; Mal can ve namuz konusunda kim ne diyor diye. (Şartlar. Eşyadaki özelliklere uygun düşmesi lazım) Dolayısı ile.. Muhammedin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun.(ölüm cezası veriyor) Demokrasinin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun değil.(Taraf.Aklın üstününden.Hevadan,zenginden) (Halbuki insandaki fıtrat kendisinin olanı kendi isteği dışında bir başkasıyla paylaşmak istemez) olduğu anlaşıldığından fıtrata uygun olan alınır. Dolayısı ile Muhammedin getirmiş olduğu şartlar Yaratıcının gönderdiği şartlar olarak kabül görür. Yaratıcıya ve son peygamberine inanmak vakaya mutabık olur ve Muhammedin getirmiş olduğu şartların bir tanesinin gereği kişi Müslüman olur ve yaratıcının vaadi gereği cenneti kazanmış olur. Kişi bu vaadi elinde tutabilmek için Muhammedin getirmiş olduğu yaratıcının tarifini onaylaması lazım. Yaratıcının kırmızı çizgisi şirktir.(Allah'ın tarifi) (Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'ın da Rabbi olan Allah onların uydurdukları noksan sıfatlardan yücedir, münezzehtir.zuhruf*82 O tarifde budur.) Bu olayı bilen şeytan Medya veya diğer yollarla kafir kişinin Allah tarifini onaylattırarak kişiyi Müslümanım diye diye cehennemin bir başka kapısından içeri atıyor. ***************************************************************** "Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım." "Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın." (Allah) buyurdu: "Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. And olsun ki,onlardan sana kim uyarsa, (bilin ki) sizin hepinizden (derleyip) cehennemi dolduracağım." (A'RAF/16-18) Şeytan Müslüman kılıfına bürünüp prof etiketiyle Atv ve flastv gibi kanallarda Nihat hatipoğlu,Cübbeli Ahmet gibi kişiler vasıtasıyla şu Allah tarifini sunuyor eğer sen onların söylemiş olduğu Akideyi benimser ve onaylarsan Kafir oluyor ve ebedi cehenneme gidiyorsun.Her ne kadarda diğer islamın şartlarını yerine getirsende. Ey insanlar, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın şeytan, sizi Allah'ın affına güvendirerek ayartmasın.Fatır.5 MÜSLÜMANLARIN VE KAFİRLERİN ALLAH TARİFİ,TANIMI..SEN BU TARİFİN NERESİNDESİN? http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbFilm
Cennete gireceğini inaniyor musun? Nureddin Yıldız
Kişi bu istikameti takip ederse Cennete girememe gibi bir lüxü yok.(Eşyadaki özelliği inkar etmesi lazım ki cehennemlik olsun.) http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/06/cennetini-garanti-altina-al-kardesim.htmlVideoNureddin Yıldız Hocamızın görüşleri hayırlara vesile olur inşaALLAH Sohbetlerin tümüne ulaşmak için: http://www.sosyaldoku.tv Video Kaynağı: http://www.sosya...
Fıtrata Uygunluk ve Eşyanın Tabiatı
İnsan korunmuş-muhkem vahyi bilgiye sahip olmasa bile, fıtratındaki kabiliyetler dolayısıyla tevhide, hakka ve adalete yönelebilir. Ama bu erdemlilik hali, Rasulullah'ın "dal" halini hatırlatır tarzda kesin ve doğru ölçü ve istikametlere sahip olamaz; vahyi rehberliğe ve şahitliğe muhtaçtır. Fıtri arayışını veya ikrarını vahiyle bütünleştirmeyenler, doğruya yönelme iradesi gösterseler bile Allah'ın sınırlarını aşabilirler veya bu ölçüleri bilemedikleri için kendi nefislerine ve çevrelerine zulmedebilirler. (Talak, 65/1) İnsanın fıtri istidatları, tabiatını keşfetmeye ve hidayet rehberi olan Allah kelamını kavramaya müsaittir. Fıtratla ve eşya ile vahyin bütünleştirilmesi ve ilahi ölçülerin uyumuna ulaşılması zikirle mümkündür. Kur'an bir zikirdir. (Abese, 80/11) Ancak bilgi öğrenilip uygulanmıyorsa, manası olmayan kuru bir lafız (lafz-ı bi medlül)durumuna düşer.9 Afak ve enfüsteki tüm ayetler ve Kur'an'la bildirilen ayetler, fıtratımızı açığa çıkarmak ve ilahi adalet ve tanıklığı yaşamlaştırmamız için birer vasıtadırlar. Ama insan unutkan, bencil ve haris (helû)bir yaratıktır. (Mearic, 70/19) "Helû" olan insan, kendisine bir şer dokunduğu zaman çığlıklar koparır (Mearic, 70/20), güzel olanın peşinden ayrılmaz ama kötü bir olayla karşılaşınca endişeye kapılır ve ümitlerini kaybeder (Fussilet, 41/49), ama kendisine nimetler bağışlandığında yan çizip sırt döner, bir kötülükle karşılaşınca da uzun uzun dua eder (Fussilet, 41/51), ama zarar üzerinden kaldırıldığında kendisine dokunan zarar için Allah'ı çağırmamış gibi geçip gider (Yunus, 10/12), bir iyilikle karşılaştığı zaman da onu bencilce diğer insanlardan uzak tutar (Mearic, 70/21) vd. Fıtrat ayetini bizlere öğreten Rabbimiz, peşinden de "Gönülden bağlı olarak O'na yönelin ve O'ndan korkup-sakının, dosdoğru namazı kılın ve müşriklerden olmayın." (Rum, 30/31) diye hitap etmektedir. Çünkü heva ve hevesleri tahrik ederek bizi "helû" haline sürükleyen şey, yani fıtri ve vahyi olandan yabancılaşma, ancak yaratılıştaki ibretleri ve Kur'anî vahyi yeniden hatırlayarak/zikrederek aşılabilir ve arınılabilir. Çünkü fıtratın kanunlarını ve vahyi ölçüleri unutup, beşeri ölçülerle hayatı şekillendirmek seküler bir tavır ve yaratılış düzenini bozan bir şirktir. Fıtri ve vahyi olanı hatırlama/zikir, kalb ve dil ile olur ki, İsfahani'ye göre bunlardan her biri de iki kısma ayrılır: Unutulan şeyi zikretmek/hatırlamak; unutulan şeyi değil de hafızada var olmaya devam edeni zikretmek.10 "Rabbimiz her şeye hilkatini veren, sonra da yolunu gösterendir." (Tâhâ, 20/50) Vahyi esas alarak fıtrata uygun davranışlarımızı sürdürebilmemiz, zikri esas alarak kendimizi ins ve cins kökenli kötülüklerden, tahriklerden, sapmalardan arındırmaya çalışmamız gerekir. Çünkü ölünceye kadar hayır ve şer kutupları arasında imtihan olacağız. Bu nedenle aklını kullanamayan bir taklitçilikten de kaçınmak bir arınma eylemidir. Rabbimiz "Kendini tezkiye eden mutluluğa ermiştir." (A'lâ, 87/14) buyuruyor. Tezkiye, lügat anlamıyla temizlenmek, arınmak, bereketlendirmek manalarına gelmekle beraber, terim olarak küfürden, şirkten, cehalet ve kötü işlerden, yanlış itikadlardan temizlenmek demektir. Konuyla ilgili Rasulullah'tan (s) aktarılan şu rivayet açıklayıcıdır: "Akıllı, nefsine hâkim olup onu hesaba çekerek ölümden sonraki hayat için çalışan; ahmak da nefsini hevâsına tabî kıldığı hâlde Allah'tan (hayır) umandır."11 Sonuç olarak eşyanın tabiatı ve insan fıtratı ile, bunları yaratan Hâlık'tan/Yaratıcıdan gelen Kur'anî bildirimler ve ölçüler arasında tam bir uyum hali söz konusudur. Fıtratın gereklerini gereğince tanıyabilmemiz ise bizlere Kur'an'la ve Kur'an'ın uygulayıcısı olan Rasulullah'ın örnek ahlakı ile (usvetu'n hasene) öğretilmektedir. Fıtratın ve eşyanın tabiatını anlamak için Kur'an'ı, Kur'an'ı anlamak için de afak ve enfüsteki ayetleri bilmek gerekir. Zincirlerimiz, fıtrat ve vahiyden yabancılaşma süreciyle birlikte oluşmuştur. Zincirlerimizi kırmanın yolu, öze dönüştür; yani vahiy ve fıtratla bütünleşme cehdidir.BağlantıMuhkem vahyi bilgiye ulaşamadığı halde hanifler gibi adil olanı arayan kişi, fıtratın ve eşyanın kanunlarını arıyor demektir.
RAŞİDİ HİLAFET İSTİYORUM: AKİDE, İDEOLOJİ VE KİTLELEŞME BAĞLAMINDA İSLÂM
Kitaba inanmak ise bir iddiadır. İslam Fıkhında şöyle bir şer'i kaide mevcuttur: "iddia edene delil getirmek, yalan söyleyene de yemin etmek düşer." Yani Kur'an'ın tamamına inanmak ileri sürülüyorsa, o halde Kur'an'ın tamamını hayata hakim kılacak -hükümlerini uygulayacak- bir İslamî Hilafet Devleti'nin teşkil edilmesi için gerekli bir çalışma ortaya konulmalı ya da bu iş için ortaya konulmuş ideolojik hizbi bir çalışmaya iştirak edilmelidir. Adeta şu şer'i kaide de bunu göstermekte: "Bir farzın yerine getirilmesi için gerekli işler de farzdır." Yani Namaz kılmak için Abdest almanın farz olması gibi, Kur'an ve Sünnet'in tamamının tatbik edilmesi için İslamî Hilafet Devleti'nin kurulması da farzdır... لِمِثْلِ هَذَا فَلْيَعْمَلْ الْعَامِلُونَ "Çalışanlar, böylesi bir kurtuluş için çalışınlar." (Saffat: 61)Bağlantı
Siz namaz kılarken yanınıza gelen çocuklarınıza kızmayın. Demek ki Allah teala namazını beğendiği için size melekler gönderiyor :) Rabbim tüm Mü'minlere hem bu dünya da hem de ahirette imanlı huzurlu yuvalar ve o yuvalara Razı olacağı nesiller nasip etsin.. Amin
Siz namaz kılarken yanınıza gelen çocuklarınıza kızmayın. Demek ki Allah teala namazını beğendiği için size melekler gönderiyor :) Rabbim tüm Mü'minlere hem bu dünya da hem de ahirette imanlı huzurlu yuvalar ve o yuvalara Razı olacağı nesiller nasip etsin.. AminVideoSiz namaz kılarken yanınıza gelen çocuklarınıza kızmayın. Demek ki Allah teala namazını beğendiği için size melekler gönderiyor :) Rabbim tüm Mü'minlere hem bu dünya da hem de ahirette imanlı huzurlu yuvalar ve o yuvalara Razı olacağı nesiller nasip etsin.. Amin
9) Hâin Darbe Kalkışması (9/10) - Nureddin YILDIZ - Sosyal Doku Vakfı
Takiyye, küfür kelimesini söylemek değildir. Takiyye; küfür diyarında kâfirlerin galip gelip otorite sahibi olmaları ve orada yaşayan müslümanların kâfirlere karşı düşmanlık göstermeyip ve yumuşaklık göstermeleridir. Fakat İslâm’a bağlı kalmaları gerekir. Eğer öyle yapamazlarsa, onlara hicret etmeleri farz olur. İkrahı mülci dışında, kim küfür kelimesini söylerse veya kâfirleri dost edinirse mürted olur. Takiyye ile ilgili ayet (Ali İmran: 28), İslâm Devleti kurulduktan sonra hicret etmeyip de Mekke’de ikâmet etmeye devam edenler hakkında nazil olmuştur. Eğer hicret etmeyeceklerse İslâm’a bağlı kalacaklar. Fakat kâfirlere karşı düşmanlıklarını göstermeyip onlara karşı yumuşaklık gösterebilirler. Çünkü kâfirlerin egemenliği ve emniyeti altında yaşadıkları için onlarla savaşamazlar. Bu durumda cihad onlara farz değildir. Fakat İslâm’a bağlılıklarını gösteremezlerse ve dinlerini yaşayamazlarsa ve hicret etmeye kudreti olduğu halde hicret etmezlerse cehennemlik olurlar. (Bununla ilgili olarak Nisa: 97 ayetine bakm.) Misal olarak; Avrupada yaşayan müslümanlar, Mekke’de yaşayan müslümanların durumuna benzer. Böylelikle müslümanlıklarını yaşamalılar, fakat kâfirlere karşı düşmanlıklarını göstermeyebilirler ve yumuşaklık da gösterebilirler. Fakat küfür kelimesini söyleyemezler, yoksa kâfir olurlar. Eğer İslâm ahkâmını terk etmeye zorlanacak olurlarsa, oradan bir başka yere hicret etmelidirler. İslâm memleketlerinde yaşayan müslümanların durumu ise farklıdır. O diyarlar, dârül küfre çevrildi, onların üzerlerine küfür uygulanıyor ve yöneticileri de kendilerinin müslüman olduklarını iddia ediyorlar. O zaman bu yöneticileri düşürüp İslâm rejimini tesis etmek, İslâm’ı uygulayacak kişileri yönetici olarak tayin etmelidirler. Böylelikle onlara marufu emretmek ve münkeri nehyetmek farzdır. Bundan dolayı bu zalim ve küfür rejimlerine karşı çıkmak farzdır. http://namenstr8.blogspot.nl/2015/04/asil-olansadece-niyet-degilamelin-seri.htmlBağlantı
Darbeler ve Darbeci Askerler -4- - Kalemder
Keşke ben yanılmış olsaydım, Anadolu’nun o güzelim ovalarından, yaylalarından çıkan o tertemiz kaynak suları Fetullah’ın kovasına girdi, yapıları bozuldu; sonra pis havuza döküldü gitti. Daha önce merhametinden karıncayı ezmeyecek şekilde yere bakan bu gençler, halkın üzerine mermi yağdıracak, bomba atacak canavara dönüştüler. Ve işin daha fecisi, Fetullah’ın o pis havuzu boşaltıp temizleme gücünü kendinde görecek hale gelmesi. O havuza bir daldı, soluğu Pensilvanya’da aldı. O havuz öyle duruyor da, döktüğü sular hebâ olup gitti. Su pis havuzu temizler; ya su pis olursa o havuzun hali ne olur? Havuza yüksekten boca edilen Fetö kovasındaki pislenmiş su, havuzun dışını da pislemiş oldu.Bağlantı
Darbeler ve Darbeci Askerler -3- - Kalemder
DEVLETE YAKIN OLAN ÂLİMLERİN DÜNYADA BİLE SONU HÜSRAN OLUR PKK unutuldu, Apo değil idam edilmesi istenen; Tayyib’in daha dün adı konulmamış koalisyon ortağı “Hoca Efendi”. İktidara o kadar yakın olmaktan öte ortak olmak, kendisini aşırı şımarttı. Gülen iken ağlayan olmuştu; artık ağlayan iken gülen oldu. Eskiden mümkün ki samimiyetinden ağlıyordu, şimdi rol yapıp bazı yerlerde miş gibi yapıyor, sadece sümüğünü çekiyordu. Amerika’nın önünü açıp 150 civarındaki ülkede okul açtırıldığına bakarak kendine devlet de kurdurulabileceğine inandı saf saf (veya) cin cin. Devlet içinde (paralel) devlet olmaya alışanların bir devlet idaresinde bile şirki insanoğlu kabul edemediğinden bağımsız ve tek ilahlığını ilan etmeye kalktı. Şımarıklığının cezasını çekecek o da. Onun karşıtları ise; dün sevgide ve güvende aşırı gidenler bugün düşmanlıkta aşırı gidiyorlar. Ve ihtimal ki, Erdoğan ve müridleri her konuşmalarında en büyük düşman olarak bunları öne sürmeseydi, bunlar bugün Tayyip taraftarları diye halka silah sıkacak hale gelmezlerdi. Etrafınızda gördüğünüz, tanıdığınız Fetullahçılara bakın, halka silah sıkacak karakterde birini veya birilerini gördünüz mü hiç? Hani kediyi çok sıkıştırınca, kaçacak yer vermeyince üzerine atılır, aslan kesilir. Bunlar da sıkıştıkları için sırtlan kesildiler.Bağlantı
Darbeler ve Darbeci Askerler -5- - Kalemder
“Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten takvâya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (5/Mâide, 8). “Ey insanlar! Allah'ın verdiği söz şüphesiz gerçektir; dünya hayatı sizi aldatmasın. Allah'ın affına güvendirerek şeytan sizi ayartmasın.” (35/Fâtır, 5). Darbecilerin de, darbeye muhatap olanların da; her iki kesimin de tevbe edip Kur’an’a dönmeleri ve Kur’an’ın hükümlerini bulundukları cemaat ve birlikteliklerde ve de devlette uygula(t)maları duasıyla… RAŞİDİ HİLAFET VE CİHAD ***DEVLET (OTARİTE) OLMADAN CİHAD OLMAZ. https://www.youtube.com/watch?v=lRGAxG5nkU0Bağlantı
Darbeler ve Darbeci Askerler -2- - Kalemder
KUKLAYI CEZALANDIR, KUKLACIYI KENDİNE GÜLDÜR Varsa yoksa Fethullah terör örgütü. Sanırsınız ki gerçekten terörist ve terörde IŞİD’i de PKK’yı da geçti; resmî söylemlere bakarsanız, öyle. Artık Amerika veya İsrail’e düşmanlık bile Fetullah terör örgütüne düşmanlık yanında çok hafif kalıyor. Bunları yazdım diye beni de onlardan olmakla suçlayanlar çıkacak. 1970’de Kestane Pazarı’nda tanıdığım Fethullah Gülen’in din anlayışını halk ona saygı duyup hoca efendi derken de daha önceleri de onu ağır şekilde eleştiren birkaç kişiden biri bendim. Onu savunacak kadar sapıtmadım. Ancak adaletli olmak gereğini duyuyorum. ŞEYTAN, İNSAN VE MÜSLÜMAN KILIĞINA GİREBİLİR Darbeyi yapan,yaptıran,yapılan da şeytanın avaneleridir Dikkat.! videoları iyi seyredin ve kuran ışığında değerlendirmenizi yapın. https://vimeo.com/153695185 https://vimeo.com/175813284Bağlantı
İNSAN TECİHİNDE HÜR DEĞİL MİDİR?
Bağlamından koparılan ayetin birinde “Allah’ın izni olmadan hiç kimse inanamaz”(Yunus 10/100) denilirken; bir diğer ayette de “dileyen iman etsin dileyen inkâr etsin” (Kehf 18/29) denilmektedir. Görül­düğü gibi Kur’an’ın bütünlüğü dikkate alınmadan, bu ayetler yalın an­lamları ile değerlendirilirse gerçek­ten de ortaya çelişkili bir sonuç çı­kar ki; Allah’ın kitabı için böyle bir şey mümkün değildir. “ Onlar hâlâ Kur’an’ı gereği gibi düşünüp anlamaya çalışmazlar mı? Eğer o Allah’tan başkası tarafından indirilmiş olsaydı mutlaka onda birçok çelişkiler bulurlardı.” (Nisa 4/82) Kur’an’da hiçbir çelişkinin olmadığı­na iman ettiğimize göre çelişki ayetlerde değil, bizim o ayetleri Kur’an’ın genel anlamı dışında değerlendirmemizin sonucu olarak ortaya çıkan bir durumdur.Bağlantıur’an’ın doğru anlaşılması konusunda “Allah’ın izni ve Allah’ın dilemesi” ifadelerinin yerine göre ne anlama geldiği üzerindeki düşüncelerimizi sizlerle paylaşmaya çalışacağız. Ayetlerin yal…
SİSTEM-İÇİ DARBE
Bu sebeple; “demokrasinin zaferi”, “demokrasi kazandı”, “halk demokrasiye sâhip çıktı” gibi söylemlerin halk için bir gerçekliği ve değeri yoktur. Eğer ki darbeciler kazansaydı yine demokrasi yâni “sistem” kazanmış olacaktı ve yine “demokrasi kazandı” diyeceklerdi ve darbeyi yapanları demokrasinin yılmaz savunucuları ve dirilticileri olarak kabûl edeceklerdi ve birileri, ellerini patlatırcasına alkışladıkları darbecileri çiçeklerle karşılayıp, demokrasiyi yeniden getirdikleri için onlara teşekkür edeceklerdi. Senaryo farklı yazılacaktı fakat o senaryo da “sistem-içi” olacaktıBağlantıBu sebeple; “demokrasinin zaferi”, “demokrasi kazandı”, “halk demokrasiye sâhip çıktı” gibi söylemlerin halk için bir gerçekliği ve değeri yoktur… Senaryo farklı yazılacaktı fakat o senaryo d…
Tefekkür - Hizb-ut Tahrir 8 Safer 1393 - 12 Mart 1973
İÇGÜDÜLER Batılı düşünürler, “bilimsel metot”u insana uygulamakla ve bu uygulamanın sonucu olarak kişinin gözlemlemiş oldukları davranışlarını birtakım faktörlere dayandırmakla doğru araştırma yolundan saparak hatalı sonuçlar elde etmişlerdir. Oysa “aklî” metodu kullanmış olsalardı, insanın davranışlarıyla paralel olarak kendi hislerini beyne taşıyacak, insan ve onun davranışlarını ön bilgilerle yorumlayacak, “zanni” de olsa ortaya koymuş oldukları sonuçlar dışında daha farklı sonuçlara ulaşmaları mümkün olacaktı. Örneğin; Batılılara göre çok sayıda içgüdü vardır. Her ne kadar başlangıçta içgüdüleri saymaya kalkıştılarsa da sonradan çok sayıda içgüdü olduğu sonucuna vardılar ve mülkiyet içgüdüsü, korku içgüdüsü, cinsel içgüdü, kitle içgüdüsü gibi pek çok içgüdüden bahsettiler. Böyle bir genellemeye gitmeleri, “içgüdü”, yani “temel güç” ile “içgüdünün sergilediği dış görüntü”yü birbirine karıştırmalarından kaynaklanmaktadır. Oysa “temel güç” veya “içgüdü”, insanın yapısal bir parçası olup insanı bu parçadan soyutlamak, onu etkisiz hale getirmek veya bastırmak mümkün değildir. “Temel güç”ün yani “içgüdü”nün sergilediği görüntü ise insanın yapısal bir parçası olmadığından soyutlanması, etkisiz hale getirilmesi veya bastırılması mümkündür. Örneğin; bencillik ile fedakârlık, “Beka içgüdüsü”nün iki farklı görüntüsü olmakla beraber bencilliğin fedakârlıkla tedavisi, hatta yok edilmesi, veya bastırılması mümkündür. Aynı şekilde kadına karşı cinsel eğilim de, anneye şefkat eğilimi de “Nevi içgüdü”nün iki ayrı görüntüsüdür. Yok edilmesi, tedavisi veya bastırılması mümkün değildir. Ancak söz konusu içgüdünün sergilediği dış görüntüyü tedavi etmek, bastırmak, hatta bertaraf etmek mümkündür. Yine kadına karşı duyulan cinsel eğilim, anneye, kız kardeşe, kıza vs. duyulan eğilim de “nevi içgüdüsü” nün birer görüntüleridir. Zira kadına karşı duyulan cinsel eğilimi anne şefkatiyle ödünlemek mümkündür. Nasıl ki bencillik fedakârlıkla ödünlenebiliyorsa, aynı şekilde kadına karşı duyulan cinsel eğilimi anneye duyulan şefkat eğilimiyle ödünlenebilir. Hatta annelerine duydukları aşırı sevgiyi eşine olan meyline tercih eden, dahası evlenemeyen, cinsel arzudan uzaklaşan bir çok insan vardır. Bunun aksine aşırı cinsel eğiliminden dolayı anne şefkatinden uzaklaşan bir çok kişi de mevcuttur. Kısaca “nevi içgüdüsü”nün herhangi bir görüntüsü başka bir görüntünün kılığına girebilir. Herhangi bir görüntüyü başka bir görüntüyle ödünlemek, bastırmak veya yok etmek mümkündür. Ancak “içgüdü” için durum farklıdır. Çünkü “içgüdü”, insanın yapısal özelliğinin bir parçasıdır. Bu bağlamda psikologlar, içgüdüleri tanımlamada, anlamlandırmada, sayılarını belirlemede ve sonunda içgüdülerin sayısız olduğuna karar verme hususunda yanılmışlardır. Gerçekte ise, sadece üç tür içgüdü vardır: 1- Beka içgüdüsü 2- Nevi içgüdüsü 3- Tedeyyün/İnanma ve kutsama içgüdüsü “Beka içgüdüsü”nün gereği olarak insan, yaşamına devamlılık sağlamak için mülk edinir, korkar, kaçar, topluluk halinde yaşar. Ancak korku, mülkiyet, cesaret veya kitlesel yaşam birer içgüdü değildirler. Bunlar, yalnızca “Beka içgüdüsü” nün birer görüntüleridir. Aynı şekilde kadına karşı duyulan şehvet veya şefkat eğilimleri, boğulanın imdadına koşma veya çaresiz kişiye kucak açma eğilimleri -ki bu örnekler çoğaltılabilir- birer içgüdü olmayıp “nevi içgüdü”nün yalnızca birer görüntüleridir. Bu eğilimler, cins içgüdüsü de olamazlar, çünkü “cins” kavramı hayvanı da insanı da kapsar. Öte yandan doğal eğilim, insanın insana, hayvanın hayvana duyduğu eğilimdir. Bu açıdan insanın hayvana veya erkeğin erkeğe karşı cinsel eğilim duyması doğal değil, kuraldışı ve anormal bir durumdur. O halde kadına karşı duyulan cinsel eğilim, anneye veya kız çocuğa duyulan şefkat eğilimi, “Nevi içgüdü”nün birer görüntüleri olmalarına karşın; insanın hayvana veya erkeğin erkeğe eğilimi, doğal olmayan anormal bir eğilim olup içgüdü sapmasının göstergesidir. O halde içgüdü, “cins”e değil, “tür”e has bir özelliktir. söz konusu olan, hayvan cinsinin değil insan türünün “Beka içgüdüsü”dür. Yine Allah'a kulluk, kahraman kişileri yüceltme ve güçlülere karşı saygı gösterme eğilimleri de yalnızca “Tedeyyün/İnanma ve kutsama içgüdüsü”nün birer görüntüleridir. Çünkü insan, doğal bir biçimde “hayatta kalma” ve “ölümsüzlük” duygusuna sahiptir. İnsan, bu duyguuya yönelen tehdidin türüne göre korkar veya kendisini tehdit eden unsurun üzerine gider, cimri veya cömert olur, bireysel veya toplum içinde hareket eder. Gördüğü nesnenin niteliğine göre onda bir duygu oluşur ki bu duygu kendisini bir eylemde bulunmaya iten “Beka” arzusundan doğan bir duygudur. Aynı şekilde insan, insan türünün “hayatta kalma” şuuruna, da sahiptir. Çünkü insan türünün yok olması, onun varlığını tehdit eder. Kendi türünün varlığına yönelen her tehdide karşı doğal bir tepki gösterir ve tepkisi tehdidin türüne göre değişir. Örneğin, güzel bir kadın insanda şehveti, anneyi görmek anne sevgisini, çocuğu görmek ise çocuk sevgisini uyandırır. Harekete geçen bu duygular, söz konusu duygularla uyumlu ya da onlarla çelişkili birtakım refleksler, eylemler doğururlar. Fakat insan, kendisinin veya insan türünün “ölümsüzlük” şuurunu tatmin etmekten aciz kalması durumunda ise kendisinde boyun eğme veya teslim olma gibi tam tersi eylemler ortaya çıkar ki böyle bir durumda kişi teslimiyete müstahak olduğunu düşünür. Doğal bir biçimde böyle bir acziyeti hissetmesi sonucu, Allah'a yalvarır, dua eder, lideri alkışlar veya güçlüye saygı gösterisinde bulunur. Buradaki içgüdülerin temelinde insanın, kendisinin veya türünün varlığını veya kendisinde doğal olarak beliren acziyet duygusu yatmaktadır. Bu duygulardan ise birtakım işler ortaya çıkar. Bunlar duyguların birer görüntüsü olup her bir görüntü, kaynağını yukarıda söz ettiğimiz üç temel içgüdüden almaktadır. Bu da demektir ki içgüdüler sadece üç tanedir. İnsanda “dinamik bir enerji, canlı bir potansiyel” vardır. Bu “dinamik enerji”, bünyesinde insanı tatmin olmaya sürükleyen ve doğal olarak var olan hisler taşımaktadır. Bu dürtüler, duygular veya hislerden maydana gelmektedir. Ve bunlar tatmin olmayı gerektirmektedir. Bu hislerin veya duyguların bir kısmı mutlaka tatmin olmak zorundadır. Aksi takdirde “dinamik enerji”nin varlığı tehdit edileceğinden insan ölür. Bir kısmı ise, tatmin olmak zorunda olmakla birlikte mutlaka tatmin olması gerekmeyen hisler veya duygulardır. Bunlar doyurulmadığı takdirde insan ölmez, fakat huzursuz olur. Çünkü bu durumda “dinamik enerji”nin varlığı değil, bu enerjinin duyduğu ihtiyaçlar tehdit altındadır. Bu açından insandaki “dinamik enerji”yi iki gruba ayırmak gerekir: a) Mutlaka tatmin edilmesi gereken ve “organik ihtiyaçlar” diye adlandırılan açlık, susuzluk, dışkıların dışarı atılması gibi ihtiyaçlar. b) Tatmin edilmesi gereken fakat mutlaka tatmin edilmesi zorunlu olmayan ve “içgüdüler” -ki bunlar “Beka içgüdüsü”, “Nevi içgüdü”, “Tedeyyün/İnanma ve kutsama içgüdüsü” olmak üzere üç tanedir- olarak isimlendirdiğimiz ihtiyaçlar. İnsan ve içgüdüler için en doğru yaklaşım budur. Eğer Batılılar, hissin maddeyi duyular aracılığıyla beyne taşımasıyla vakıayı anlamasına ve yorumlamasına imkân verecek ön bilgilerin sonucu olarak beynin bir yargıya varmasını sağlayan “aklî metot”u kullanmış olsalardı bu gerçeğe ulaşırlardı. Oysa “bilimsel metot”u takip etmelerinin sonucu olarak insanı madde gibi gördüklerinden ve insanın davranışlarını tıpkı bir maddeyi gözlemler gibi gözleme tabi tuttuklarından gerçeklerden sapıp içgüdüleri yanlış yorumlamışlardır. Sadece bununla da kalmamışlar, psikoloji, sosyoloji, pedagoji olarak adlandırılan -ki bunları bilim olarak lanse etmeleri başlı başına hatadır- pek çok meselelerde hata labirentlerinden geçmişlerdir. Bütün bu yanılgıların temelinde Amerikalılar ve Ruslar dahil olmak üzere Batılıların olur olmadık her meselede “bilimsel metot”u izlemeleri yatmaktadır. Bu şekilde olur olmadık her meseleyi “bilimsel metot”la çözmeye çalışan herkesin böyle bir akibete uğraması kaçınılmazdır. “Bilimsel metot” da akıl yürütmede doğru bir metottur. Ancak, “Bilimsel metot”, sadece bilimsel meselelerde, yani laboratuarda deneye tabi olmaya elverişli maddelerde kullanıldığında doğru bir metot olur. Hayata bakış açısıyla ilgili incelemelerde, yani ideolojiyle ilgili meselelerde, insan, toplum, doğa, tarih, hukuk, eğitim ve benzeri konularda kullanılması yanlıştır. Bilimsel metot, sadece deneye elverişli maddeyi incelerken takip edilmesi gereken bir metottur. Olur olmadık her konuda “bilimsel metot”un kullanılması, bu metodun “düşünme”nin temelini oluşturmasına yol açmıştır. Bu metodun, “düşünme”ye temel yapılması, her türlü araştırmada kullanılmasını doğal hale getirmiştir. Böyle olunca ideoloji, içgüdü, beyin, eğitim gibi bu metoda göre incelenmesi uygun olmayan konuların araştırılmasında da kullanılmış ve bu durum Sosyalist düşünce, psikoloji, pedagoji ve sosyoloji meselelerinde affedilmez hatalara yol açmıştır. Bütün bunların ötesinde bilimsel metodu düşünme için temel almak demek, pek çok bilgiyi, hakikati araştırmanın dışına itmek; fiilen mevcut ve hisle somut olan pek çok varlığı da inkâr etmek demektir. Bunun yanında, bilimsel metodun ortaya koyduğu sonuçlar “zanni”dir. Bilimsel metotla elde edilen sonuçların yanılabilirlik özelliğine dikkat etmek gerekir. Bu açıdan da düşünmeye temel teşkil edemez. Bilimsel metot, eşyanın varlığı, hakikati ve niteliği hakkında “zanni” sonuçlar verir. Halbuki varlıklarına ilişkin şüphe götürmeyen “kat'i” sonuçlar isteyen şeyler de vardır. Zanni bir metot, her halde kesin bir sonuca varmada esas olmaz. Bu bile tek başına bilimsel metodun düşünmeye esas kılınamayacağını göstermeye yetmektedir. Sonuç olarak düşünmenin sadece iki metodu vardır: “aklî metot” ve “bilimsel metot”. Bu ikisi dışında başka bir metot yoktur. Ancak “bilimsel metot”un kullanım alanı son derece sınırlıdır. Deneye elverişli madde dışında herhangi bir bilgi dalında kullanılamaz. “Aklî metot” ise, her türlü araştırmada kullanmaya elverişli yöntemdir. Bu yüzden “aklî metot”un düşünce için temel alınması kaçınılmaz olur. Üstelik ancak “aklî metot” yoluyla yeni bir fikir meydana getirilebilir. Bu olmadan düşünceler, yeni baştan meydana getirilemez. “Aklî metot”, “bilimsel metot”un kullanım alanını da ihtiva eder. “Aklî metot”la gözlem, deney ve sonuç ilkelerini kullanmak bilimsel gerçekleri elde etmek, yani bilimsel metodu oluşturmak mümkün olduğu gibi, tarihi gerçekleri ortaya çıkarıp yanlışlarla doğruları birbirinden ayırt etmek, kâinat, insan ve hayata ilişkin genel düşünceyi ve bunlarla ilgili gerçekleri ortaya çıkarmak da mümkündür. “Aklî metot” bir şeyin özü ve niteliğine ilişkin “zanni” sonuçlar verse de, o şeyin varlığı hakkında “kesin” sonuçlar verir. “Aklî metot” bir şeyin varlığına ilişkin “kesin” sonuç verdiğine göre, araştırma yaparken bu metodun temel alınması zorunluluğu doğmaktadır. Bu bağlamda bir şeyin varlığıyla ilgili “aklî metot”la “bilimsel metot” arasında çelişkili sonuçlar ortaya çıkarsa bu durumda mutlaka “aklî metot”un ortaya koyduğu sonuca itibar edilir. Çünkü tercih edilmesi gereken “zanni” değil, “kesin” sonuçtur. Görüldüğü gibi, yanılgının temelinde “bilimsel metot”un düşünmeye temel alınıp bir şey hakkında yargıya varmada adeta bir hakem rolü verilmesi yatmaktadır. Bu yüzden söz konusu yanılgı giderilmeli ve sadece “aklî metot” düşünce için temel alınarak bu temelle bir şey hakkında herhangi bir yargıya varılmalıdır. “Mantık” ise, bir düşünce metodu değildir. Mantık, aklî metoda dayalı olarak yapılan bir araştırma tekniğidir. Bu teknikte bir düşünce başka bir düşünce üzerinde kurularak his noktasına kadar götürülür ve böylece belli bir sonuca varılır. Örneğin; Yazı tahtası ağaçtan yapılmıştır. Her ağaç yanar Öyleyse yazı tahtası da yanar. Bir başka örnek: Kesilmiş koyunda hayat olsaydı kıpırdardı Bu koyun kıpırdamadı Öyleyse kesilmiş olan bu koyunda hayat yoktur. Örneklerde görüldüğü gibi önerme sonuçları öncüllerden yola çıkarak elde edilmişlerdir. Bu itibarla eğer öncüller doğruysa sonuç doğru, öncüller yanlışsa sonuç da yanlış olur. Önermelerde her öncülün his noktasına varması şarttır. Bu nedenle mantık önermelerinde, öncülün doğru olup olmadığına karar vermek için “aklî metot”a başvurulur ve his vasıtasıyla bir karar verilir. Bu noktada “aklî metot”a dayalı bir teknik kullanılmış olur. Ancak böyle bir teknikte yanılabilirlik payı da vardır. Öyleyse mantıkla yapılan araştırmanın doğruluğunu “aklî metot”a başvurarak ölçmek yerine, mantık tekniğine başvurmadan, daha araştırmanın ilk safhasında aklî metodu kullanmak izlenebilecek en tutarlı yoldur. Burada iki noktaya dikkat etmek gerekir. 1- “Bilimsel metot”da aranan en önemli şey, bir konuyu araştırmak istediğinizde bu konu hakkındaki her türlü görüş ve inançtan soyutlanmanız gerekmektir. “Bilimsel metot”un savunucuları, bilimsel araştırmanın ancak bu şekilde yapılabileceğini ileri sürmektedirler. Bu görüş doğru olmakla birlikte bilimsel değildir. Yukarıdaki tez, “aklî” bir konudur ve “aklî metot”un ilgi alanına girer. Zira burada mesele görüşlerle, inançlarla ilgili bir mesele değildir. Mesele araştırmayla ilgilidir. “Aklî” araştırmada maddenin his vasıtasıyla beyne aktarılması söz konusudur. “Bilimsel” araştırma ise, deney ve gözlemden ibarettir. İşte “aklî metot”la “bilimsel metot”u birbirinden ayırt eden bu özelliklerdir. “Aklî metot”a göre, kişi bir şeyin varlığını hissetmişse o şey hakkında bir yargıya varabilir. Ancak “bilimsel metot”a göre, bir şeyin varlığı deney ve gözlemle ispatlanmamışsa, o şey hakkında bir yargıya varılamaz. Mesela “aklî metot”da odunun yanan bir madde olduğunu hissetme, odunun yanan bir madde olmasıyla ilgili bir yargıya varmak için yeterlidir. Fakat “bilimsel metot”da odunun yanan bir madde olduğuna karar vermek için, bu maddeyi deney ve gözleme tabi tutmak gerekir. Öte yandan “aklî metot”da mutlaka ön bilgilerin var olması gerekir. “Bilimsel metot” ise ön bilgilerden soyutlanmayı öngörür. Halbuki ön bilgiler olmadan düşünme eylemini gerçekleştirmek imkânsızdır. “Bilimsel metot” savunucularının “araştırma yaparken ön görüş ve inançtan soyutlanmak gerekir” şeklindeki ifadeleriyle kastettikleri aslında kişinin araştırma yaptığı konu veya madde hakkında önceden sahip olduğu yargılar, yani ön yargılardır. Bu yüzden onların ileri sürdükleri “ön görüş” kavramından, madde hakkında yapılacak deney ve gözlemi yorumlamaya fırsat verecek olan “ön yargılar” anlaşılmalıdır. O halde “bilimsel metot”un üzerinde önemle durduğu nokta, ön görüş veya ön bilgi değil, madde hakkında yapılan deney ve gözlemdir diyebiliriz. Araştırmada ön görüş veya ön inancın kullanılıp kullanılmaması meselesine gelince; araştırmanın sıhhatini ve sonucunu etkilememesi açısından, araştırmacının konuyla ilgili önceden sahip olduğu görüşlerden ve yargılardan soyutlanması gerekir. Örneğin; Almanya ve Fransa'nın tek bir devlet ve tek bir ulus çerçevesinde birleşmelerinin mümkün olmadığı şeklinde bir görüşe sahip isem, bu iki ülkenin tek bir devlet ve ulus olarak birleşmeleri hakkında yapacağım araştırmada bu görüşümden kendimi soyutlamalıyım. Aksi durumda ne sağlıklı bir araştırma yapabilirim ne de sağlıklı bir sonuç elde edebilirim. Aynı şekilde kalkınmanın ancak sanayi, keşif ve eğitimle gerçekleştirilebileceğini düşünüyorsam, halkımın veya ümmetimin kalkınmasıyla ilgili yaptığım bir araştırmada kendimi bu görüşten soyutlamam gerekir. Yine atomun, maddenin bölünmez en küçük parçacığı olduğunu düşünüyorsam, atomun bölünmesiyle ilgili yaptığım bir araştırmada bu görüşümü dikkate almamam gerekir. Sonuç olarak her hangi bir konuda araştırmaya girişen kişi, kendisini konuyla ilgili her türlü ön yargıdan soyutlamalıdır. Şu da var ki; araştırma yaparken soyutlanması gereken bu görüşleri de irdelemek gerekir: Eğer söz konusu görüşler en ufak bir şüpheye yer bırakmayacak tarzda kesin delillerle ispatlanmış görüşler ise, araştırılmakta olan konu zanni bir konu ise ve de “zanni” bir sonuç veriyorsa, söz konusu görüşler asla bir kenara atılmamalıdır. Zira “kat'i/kesin” ile “zanni” çelişirse, “kesin” olan tercih edilir. Ancak hem araştırma hem de varılan sonuç “kesin” esaslara dayanıyorsa, bu durumda sağlıklı bir araştırma yapmak ve sağlıklı bir sonuç elde etmek için her türlü ön görüş veya inançtan soyutlanmak gerekir. Fakat araştırma “zanni” esaslara dayandığı halde kesin ve şüphe götürmeyen görüşler söz konusuysa, bu görüşlere sırt çevirmek doğru olmaz. Başka bir şekilde ifade edecek olursak, araştırmada konuyla ilgili önceden sahip olunan her türlü “zanni” görüşten soyutlanmak gerekir. Bu açıdan “aklî metot” ile “bilimsel metot” arasında bir fark yoktur. Zira araştırmada ön görüşlerin devreye girmesi, yapılan araştırma için bir felakettir. “Objektivizm” (Nesnecilik) kavramına gelince: Bu kavram ön görüşten soyutlanmanın yanı sıra, araştırmanın bütün yoğunluğuyla konu üzerinde odaklanmasını öngörmektedir. Örneğin; eğer araştırma konusu zeytin yağının analiziyse, bu konuyla ilgili olmayan hiç bir konu ve görüşün dikkate alınmaması gerekir. Aynı şekilde sanayi politikası ile ilgili bir araştırmada devletin sanayi politikası dışında araştırmacıyı hiç bir şey ilgilendirmez. Bu açıdan araştırmacı, piyasa, kâr veya risk faktörleriyle ilgilenmez. Yine şer'i hükmün “istinbat”ı ile ilgili yapılan bir araştırmada, şer'i hükmün “istinbat” usulü dışındaki konular üzerinde yoğunlaşmak doğru değildir. Böyle bir araştırmada fayda, zarar veya kamuoyu hesaba katılmadan söz konusu usul üzerinde yoğunlaşılır. “Objektivizm/nesnelcilik”de zihni, araştırma konusu üzerinde yoğunlaştırmak esastır. Bunun yanı sıra bir de konu araştırılırken hiç bir ön görüşün araştırmaya müdahale etmemesi ve konunun her türlü dış faktörden uzaklaştırılması gerekir. 2- “Mantık” ve mantıkla ilgili her şey insanı aldatabilir, yanıltabilir. Mantığın en çok zarar verdiği alan ise yasama ve siyasettir. Çünkü mantıkta sonuçlar öncüller üzerinde kuruludur. Bu öncüllerin doğru veya yanlış olduğunu anlamak her zaman mümkün değildir. Bu yüzden yanlış olan her hangi bir öncülün yanlışlığı her zaman açıkça anlaşılmayabilir. Aynı şekilde doğru olduğuna karar verilen bir önerme yanlış bilgiler üzerinde kurulu olabilir ve yanlış sonuçlar verebilir. Kaldı ki mantıkla, çelişkili sonuçlara varmak bile mümkündür. Şu önermeye dikkat edelim: Kur'an, Allah'ın kelamıdır Allah'ın kelamı “kadim”dir. Öyleyse Kur'an da “kadim”dir. Şimdi yukarıdaki önermeye zıt bir örnek verelim: Kur'an, Allah'ın Arapça kelamıdır. Arapça mahluktur, sonradan yaratılmıştır. Öyleyse Kur'an da mahluktur. Mantık, şu örnekte olduğu gibi yanıltıcı sonuçlar da verebilir: Müslümanlar geri kalmışlardır. Her geri kalan fikren düşüktür. Öyleyse Müslümanlar da fikren düşüktür Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü üzere, mantık çok büyük tehlikelere, yanılgılara, çarpıtmalara, hatta yıkıma yol açabilir. Her şeyi mantık temeli üzerinde kuran halklar ve ümmetler yaşam standardını yükseltemezler. Bundan dolayıdır ki, mantık “aklî metot”un bir tekniği olsa da, kısır, zararlı ve korkunç felaketlere yol açabilen bir tekniktir. İşte bu yüzden mantıkçılığı terk etmek, hatta ondan kaçınmak ve bu teknik ile insan arasına engel koymak gerekir. Mantıksal teknik, yani mantıkçılık, “aklî metot”un bir tekniği olarak kabul edilse de karmaşık bir tekniktir. Bu teknikte yanılabilirlik payı o denli yüksektir ki istediğiniz gerçeğin tam tersini ortaya koyabilir. Bunun da ötesinde mantık, ister bir teknik olarak öğrenilsin ister bu teknikler kişide doğuştan var olsun, her iki durumda da mantıksal teknik, maddeyi doğrudan doğruya hissederek birtakım sonuçlar elde etmeyi sağlamaz. Hatta maddenin hissedilmesini engeller. Bu yönüyle mantığı, düşünmenin üçüncü metodu olarak da algılamak mümkündür. Ancak düşünmenin sadece iki metodu; “aklî” ve “bilimsel” metodu olduğuna göre, mantıksal tekniğin kullanılmaması tercih edilmelidir. Sağlıklı, güvenilir sonuçlar elde etmek için en güvenilir yol, doğrudan doğruya “aklî metot”un kullanılmasıdır. Zira “aklî metot”, sağlıklı sonucun garantisini veren tek metottur. Bütün bunlara paralel olarak diyebiliriz ki, “aklî metot”, düşüncenin temel metoduna aday tek doğal yöntemdir. Kur'an'ın ve dolayısıyla İslâm'ın da metodu budur. Kur'an ayetlerine şöyle bir göz atacak olursak, deliller ileri sürülürken veya hükümler açıklanırken “aklî metot”u bulmak mümkündür. Kur'an'da delillerle ilgili ayetlere şöyle bir göz atalım: “İnsan neden yaratıldığına bir bakıversin.”[1] “Peki, (o yeniden dirilmeyi inkâr edenler) bakmazlar mı develere, (ve görmezler mi) nasıl yaratılmış onlar?”[2] “Ve (bütün evren üzerindeki hâkimiyetimizin bir parçası olan) gecede de onlar için bir işaret vardır. Biz ondan gün (ışığı)nı çekip alırız ve birden karanlıkta kalıverirler.”[3] “Allah, asla çocuk edinmemiştir, ne de O'nunla beraber başka bir ilah vardır: (Çünkü, eğer başka herhangi bir ilah) olsaydı, her ilah kendi yarattığı alemi kendinden yana çeker ve şüphesiz her biri diğerine baskın çıkmaya çalışırdı!”[4] “....Sizin Allah'tan başka yalvarıp-yakardığınız bütün o (düzmece) varlıklar, hepsi bir araya gelseler dahi, bir sinek bile yaratamazlar. Hatta bir sinek onlardan bir şey kapacak olsa, onu bile geri alamazlar! Başvurup isteyen de, başvurulan ve istenen de ne kadar güçsüz!”[5] “Göklerde ve yerde Allah'tan başka ilahlar olsaydı, bu iki alem de kargaşalık içinde yıkılıp giderdi!...”[6] Yukarıda sıraladığımız tüm ayetler, maddenin beyne nakledilmesi için hissin kullanılması çağrısını dile getirmekte, doğru sonucun ancak bu şekilde elde edilebileceğini ifade etmektedir. Hükümlerle ilgili ayetlerde de aynı çağrıyı bulabiliriz: “Anneleriniz size haram kılınmıştır.”[7] “Ölü eti size haram kılınmıştır.”[8] “Hoşunuza gitmese de savaşmak size farz kılındı”[9] “...Sizden kim bu aya (Ramazan ayına) erişirse, onda oruç tutsun.”[10] “Ve iş hakkında (toplumu ilgilendiren her konuda) onlarla müşavere et.”[11] “...Anlaşmalarınıza sadık olun!”[12] “Allah'tan ve O'nun Elçisi'nden, kendileriyle anlaşma yapmış bulunduğunuz, Allah'tan başkasına ilahlık yakıştıran kimselere bir yükümsüzlük bildirisidir bu.”[13] “...Allah, alışverişi helal, faizi haram kılmıştır.”[14] “O halde sen Allah yolunda savaş; çünkü sen yalnızca kendi nefsinden sorumlusun...”[15] “...Mü'minleri savaşa teşvik et.”[16] “...(Eğer yetimlere karşı adil davranamamaktan korkuyorsanız, o zaman), size helal olan (diğer) kadınlardan biri ile evlenin, (hatta) ikisi, üçü veya dördü ile”[17] “Eğer çocuğunuzu emzirirlerse onlara (hak ettikleri) karşılığı verin....”[18] Bütün bu ayetler, somut vakıalar ve gerçekler için somut hükümler ortaya koymaktadırlar. Ayetlerin öngördüğü hükümleri veya bu hükümlerin dayandığı gerçekleri anlamak ise ancak, “aklî metot”la olur. Başka bir ifadeyle, bu ayetler üzerinde düşünme eylemini gerçekleştirmek ve onları pratiğe geçirmek için, mantıksal tekniğe değil, “direkt” teknik olarak nitelediğimiz “aklî metot”a başvurmak gerekir. İlk bakışta mantıksal bir üslup görüntüsü veren; “Göklerde ve yerde Allah'tan başka ilahlar olsaydı, bu iki alem de kargaşalık içinde yıkılıp giderdi!”[19] ayeti bile, doğrudan doğruya, direkt bir üslupla ifade edilmiştir. Çünkü ayette ifade edilen sonuç, birtakım öncüllerle elde edilmemiştir. Ayet, birbirine bağlı öncüllerin değil, hissin doğrudan doğruya beyne taşınması çerçevesinde düşünme eylemine yapılan bir çağrının ifadesidir. O halde insanların takip etmeleri gereken sağlıklı düşünmenin temel ilkesi, “doğrudan doğruya üslup” şeklinde adlandırabileceğimiz “aklî metot”dur. Ancak bu yolla düşünme eyleminden elde edilen sonuç “zanni” meselelerde gerçeğe en yakın sonuç olarak karşımıza çıkarken, “kat'i” meselelerde ise kesin ve şüphe götürmeyen bir sonuç olarak ortaya çıkar. Bütün mesele “düşünme”yle ilgilidir. “Düşünme” ise insanın ve insan yaşamının en önemli unsurudur. İnsanın hayatında nasıl bir rota izleyeceği buna bağlıdır. Bunu algılamak için de düşünmenin metodunu iyice kavramak gerekir. İster gerçeklerin veya olayların algılanmasında ister birtakım metinlerin anlaşılmasında kullanılmış olsun düşünme eylemi sürekli değişken ve dallanıp budaklanan bir özelliğe sahip olduğu için, kaygan ve kaypak bir zeminle karşı karşıyadır. Bu nedenle sadece düşünmenin metodunu irdelemek yetmez. Bizzat "düşünme" mefhumunun da muhtelif hal, olay ve unsurlara göre açıkça irdelenmesi gerekmektedir. Bu açıdan, düşünmenin sistematiğini oluşturmak için, öncelikle birtakım meseleleri açıklığa kavuşturmak gerekir. Bunlar: 1. Düşünmenin hangi alanlarda eyleme dönüşmeye elverişli, hangi alanlarda elverişsiz olduğu meselesi, 2. Kâinat, insan ve hayat hakkında düşünme sistematiği 3. Hayat standardı hakkında düşünme 4. Gerçekler hakkında düşünme 5. Üsluplar hakkında düşünme 6. Araç gereçler hakkında düşünme 7. Gaye ve hedefler hakkında düşünme 8. Duyduğunu, okuduğunu yani metinleri anlama üzerinde düşünme 9. "Düşünme"ye ilişkin diğer unsurlar üzerinde düşünme Şimdi birtakım kategorilere ayırarak sistematize ettiğimiz bu düşünme biçimlerini irdelemeye başlayalım. [1] Tarık: 5 [2] Ğaşiye: 17 [3] Yasin: 37 [4] Mü’minun: 91 [5] Hacc: 73 [6] EnBiya: 22 [7] Nisa: 23 [8] Maide: 3 [9] Bakara: 216 [10] Bakara: 185 [11] Ali İmran: 159 [12] Maide: 1 [13] Tevbe: 1 [14] Bakara: 275 [15] Nisa: 84 [16] Enfal: 65 [17] Nisa: 3 [18] Talak: 6 [19] Enbiya: 22BağlantıTefekkür (Düşünme Metodu)
Yaratılışın Gayesi
İnsanoğlunun, yaratılışın gayesini anlayabilmesi için, aklının idrak ettiği, canlı ve cansız bütün varlıkları, aydın bir bakışla enine-boyuna, tüm detaylarıyla inceleyip, bu incelemeden sonra derin derin düşünmesi gerekir. Zira bu inceleme ve araştırma; insan, hayat ve kainat mefhumları olup, insan aklının anlama sınırı dahilindedir.Bağlantıİnsanoğlunun, yaratılışın gayesini anlayabilmesi için, aklının idrak ettiği, canlı ve cansız bütün varlıkları, aydın bir bakışla enine-boyuna, tüm detaylarıyla inceleyip, bu incelemeden sonra derin derin düşünmesi gerekir. Zira bu inceleme ve araştırma; insan, hayat ve kainat mefhumları olup, insan…
Ibrahim Subaşı'nın Videosu
DEMOKRASİ... Heva ve hevesini tanrı edinen kimseyi gördün mü? Şimdi onun üzerine vekil sen mi olacaksın? Furkan*43Video
Oy Vermek - Nureddin Yıldız
ŞİRK'İN DEVLET ELİYLE RESMİLEŞTİRİLMESİ.! https://www.dailymotion.com/video/x3qegyd_sirk-in-devlet-eliyle-resmilestirilmesi_lifestyleVideoNureddin Yıldız hocanın 25 Ekim 2009 tarihinde Sosyal Doku Vakfı'nda yaptığı "Boş İşler" başlıklı dersinden bir bölüm... Senin verdiğin bir oy basit bir oy d...
BÜYÜK BİR BİLİNÇ DAYANIŞMASI ZORUNLU HALE GELMİŞTİR
Bugün Türkiye’de, demokratik büyük sayılar ve yapılar nezdinde, kendi ifadeleriyle Peygamberimiz Efendimizin ‘sümük-ü şerif’lerine tapan, her biri klinik bir olay olan taşra vaizlerinin itibarı, Müslüman düşünürlerin, alimlerin itibarından çok daha yüksektir.BağlantıBugün etrafımızda olup bitenler hakkında, sağlıklı-tutarlı-bütünlüklü değerlendirmeler yapabilmek için, medyatik-güncel-sansasyonel yaklaşımları, polemikleri aşarak, felsefi/tarihsel çapta çözümlem…
Koklu Degisim - Suskunlugun Krlma Noktas
Apaçık gerçek şu ki -silahlanma düzeyi ne kadar yüksek olursa olsun- dünyadaki hiçbir ordu veya hiçbir askeri güç, bir fikre karşı direnemez. Kabul etmeliyiz ki kitaplarını yakamazsınız, sırlarını ifşa edemezsiniz, liderlerini yok edemezsiniz. Çünkü ortada bu fikir üzerinde bir görüş birliği var, geniş bir yayılım var, ilk dört Hilâfet zamanında görülmemiş müthiş bir kenetlenme var. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb https://www.dailymotion.com/video/x39jkub_dunyaya-guvenilir-bir-liderlik-olacak-olan-rasidi-hilafet-devleti-nden-baska-bir-devlet-de-bulunmama_videogamesBağlantık
Demokrasi için onu savunmak onu korumak ıcın ayaklanan we bu cagrıya ıcabet eden sizler neden Allahın seriatımı koruyun cagrısına icabet etmedeniz?! 'Fitne ortadan kalkıp din tamamen Allah'ın oluncaya kadar savasın' 'Enfal 39' cagrısını size yapan Allah değil mi???
Demokrasi Şeytanın dini,İslam Allah'ın dini. http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/05/demokrasi-seytann-diniislam-allahn-dini.htmlVideoDemokrasi için onu savunmak onu korumak ıcın ayaklanan we bu cagrıya ıcabet eden sizler neden Allahın seriatımı koruyun cagrısına icabet etmedeniz?! 'Fitne ortadan kalkıp din tamamen Allah'ın oluncaya kadar savasın' 'Enfal 39' cagrısını size yapan Allah değil mi???
MÜSLÜMAN ANCAK HAKKI VE HAKKI SAVUNANI DESTEKLEYEBİLİR
Türkiye özelinde baktığımızda laik demokratik cumhuriyet sistemi bir cahiliyye sistemidir, tağuttur. Bu sistem içerisindeki demokratik partiler, anayasalarına göre sistemin vazgeçilmez parçasıdırlar. Dolayısıyla onların kurucuları, yöneticileri, üyeleri ise “Müslümanım” deseler de o tağuti sistemin parçası, emniyet subopları, “Gaz alıcıları” olurlar. Bunun için o partilere destek, asla onların bünyesindeki Müslümanım diyenlere destek olmaz, doğrudan laik demokratik cumhuriyete yani küfre, şirke, zulme, isyana, günaha destek olur ki bu asla caiz değildir. Ayrıca, sivil toplum örgütü olarak laikliği, demokrasiyi, insan hakları gibi çağdaş cahiliyye sistemlerini benimseyen, Vatikan gibi şer odaklarının “Dinler arası diyalog projesine” eklemlenmiş, misyon üstlenmiş, pis ve gerçek terörist Siyonist varlığa toz kondurmazken Müslümanları radikallikle, profakatörlükle ve hatta teröristlikle suçlayan “cemaat”, “hizmet grubu” adı altında çalışan bir grup iç ve dış bazı güç odaklarıyla işbirliği yaparak mevcut küfür sisteminin yönetimini ele geçirmeye çalışırken mevcut hükümetle çatışma noktasına gelmişlerdir. Öyle ki bir birlerini düşman ilan etmişlerdir. İşte onların bu batıl mücadelelerinde, savaşlarında destek vermek; batıla, zulme, zalime destek vermek olur, bunun caiz olmadığı şu ayetler ve hadislerle sabittir: Allah’u Teala şöyle buyurdu: وَإِذَا رَأَيْتَ الَّذِينَ يَخُوضُونَ فِي آيَاتِنَا فَأَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتَّى يَخُوضُوا فِي حَدِيثٍ غَيْرِهِ وَإِمَّا يُنسِيَنَّكَ الشَّيْطَانُ فَلا تَقْعُدْ بَعْدَ الذِّكْرَى مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ “Ayetlerimiz hakkında (ileri geri konuşmaya)dalanları gördüğünde onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak ol (meclislerini terket). Eğer şeytan sana unutturursa hatırladıktan sonra (hemen kalk) o zalimler topluluğu ile oturma.” (En’am: 68) وَقَدْ نَزَّلَ عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ أَنْ إِذَا سَمِعْتُمْ آيَاتِ اللَّهِ يُكْفَرُ بِهَا وَيُسْتَهْزَأُ بِهَا فَلا تَقْعُدُوا مَعَهُمْ حَتَّى يَخُوضُوا فِي حَدِيثٍ غَيْرِهِ إِنَّكُمْ إِذًا مِثْلُهُمْ إِنَّ اللَّهَ جَامِعُ الْمُنَافِقِينَ وَالْكَافِرِينَ فِي جَهَنَّمَ جَمِيعًا “O, Kitapta size indirmiştik ki; Allah’ın ayetlerini inkar edildiğini, yahut onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar bundan başka bir söze dalıncaya kadar kafirlerle beraber oturmayın, yoksa sizde onlardan olursunuz. Elbette Allah, münafıklar ve kafirleri cehennemde bir araya getirecektir.”(Nisa: 140) وَلاَ تَرْكَنُواْ إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِنْ أَوْلِيَاء ثُمَّ لاَ تُنصَرُونَ “Zulmedenlere eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka velileriniz yoktur, sonra yardım göremezsiniz.” (Hud: 113) وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوَى وَلا تَعَاوَنُوا عَلَى الآثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ “İyilik ve takva (Allah’ın yasaklarından sakınıp emirlerine uyma)hususunda yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Allah’a karşı takvalı olun (O’nun Şeriatına bağlanın).Muhakkak ki Allah’ın cezası çetindir.” (Maide: 2)Bağlantı
Demokrasi, insanı hevasına uymaya yönlendirir - İslam ve Hayat
DEMOKRASİ KÜFÜR NİZAMIDIR ABDULKADİM ZELLUM ONU ALMAK, TATBİK ETMEK VE ONA DAVET ETMEK HARAMDIR ****************************************** "Ey iman edenler ! Allah'a itaat edin. Resule ve sizden olan emir (yönetim) sahiplerine de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah'a ve Resul'e götürün. Allah'a ve Ahiret'e iman ediyorsanız, bu hem hayırlı hem de netice bakımından daha iyidir. • Sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Zira tağutla (Allah'ın şeriatı dışındaki hükümlerle) muhakeme olmak istiyorlar. Halbuki onu inkâr etmeleriyle emr olunmuşlardı. şeytan ise onları büsbütün saptırmak istiyor. • Onlara; Allah'ın indirdiğine ve Resul'e (yani İslâm şeriatı'na) gelin, denildiği zaman münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün. • (Nisa : 59,60,61) •Kâfir Batının müslüman beldelerine götürüp pazarladığı demokrasi bir küfür sistemidir ki onun uzaktan veya yakından İslâm'la bir alâkası yoktur. Aynı anda İslâm ahkâmıyla küllî ve kısmî hususlarında tamamen çelişir. Yine demokrasi, kendisinin geldiği kaynak, kendisinden fışkırdığı akide, üzerine konduğu esas, getirdiği fikirler ve nizamlar bakımından da İslâm ahkâmı ile çelişir. Bu nedenle demokrasiyi almak veya uygulamak veya ona çağırmak, müslümanlara kesinlikle haramdır. http://www.hicretonline.com/Makaleler/Demokrasi%20Kufur%20Nizamidir.htmBağlantıDemokrasi insanı hevasına uymaya yönlendiren yaşam biçiminin adıdır. İslam ise insanın Allah’a, O’ndan gelen vahye teslim olmuşluğunun ifadesidir. Ne araç olarak ne de amaç olarak Müslüman’ın datasında bulunmaması gereken bir kirliliktir demokrasi. Kur’an, başından sonuna kadar insanı hevâsına uymak…
Hizb Ut Tahrir´den ümmete cagri!!
RAŞİDİ HİLAFET DEVLETİNİ İKAME ÇALIŞMASINA...Hizb Ut Tahrir´den ümmete cagri!! https://www.youtube.com/watch?v=2ehCceyP_38&list=PLr342JFErS76u5CDh7Yq5gADyDiArjk1M&feature=share&index=63 İslam Devleti Takiyyuddin en Nebhani 050 islam devleti nasil kurulur https://www.youtube.com/watch?v=kKGIGMtgKkM&feature=share&list=PLr342JFErS76u5CDh7Yq5gADyDiArjk1M&index=51 İslam Devleti Takiyyuddin en Nebhani 048 islam devletinin yeniden kurulmasi farzdir https://www.youtube.com/watch?v=0h8Sy3DzJuk&list=PLr342JFErS76u5CDh7Yq5gADyDiArjk1M&feature=share&index=49 CİHADIN İSLAMDAKİ YERİ,KONUMU https://www.youtube.com/watch?v=AkRAmUun9A0&list=PLr342JFErS76u5CDh7Yq5gADyDiArjk1M&feature=share&index=61 https://www.youtube.com/watch?v=lRGAxG5nkU0VideoHizb Ut-Tahrir´den ümmete cagri!!
BUGÜNKÜ MÜSLÜMANLARIN DURUMUNUN TASVİRİ İslâm ümmetinin düşmanları sömürgeci kafirler geçen asrın sonlarına doğru İslâm ümmetine (onu temsil eden Osmanlı Devleti şahsında) "hasta adam" teşhisinde bulundular. 1918'de birinci dünya savaşı sonunda bu hasta adamın sırtı yere geldi. Daha sonra üzerinde oynanan çeşitli operasyonlar neticesinde bu hasta adam komaya düştü. Adeta ölüm döşeğinde bitkisel hayat süren dev bir et, kemik yığını haline geldi. Bu ümmetin çağdaş düşmanları sömürgeci kafirler dün ‘hasta adam’ dedikleri bu ümmete bugün "komadaki adam" teşbihinde bulunuyorlar. İşte onların bu teşbihini, mesela geçen senelerde ölen Almanya'nın eski başbakanlarından Willy Brand'ın bir demecinde geçen şu sözlerinde görmekteyiz: "Şu Müslümanlar topluluğu sadece göz kapaklarını bir kıpırdatıverselerdi, Sırplar bu saldırıları ve katliamları onlara yapamazlardı." Evet, İslâm ümmeti bugün çok vahim bir koma hali yaşıyor. İslâm ümmeti için kafir başbakanın sarf ettiği sözler, naslarda geçen; "bir vücut gibidir" teşbihine de mutabık düşmektedir. Zira Rasul (sav) bu konuda şöyle demişti: "Mü'minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine merhamet etmekte ve birbirlerini korumakta bir vücut gibidirler. Vücudun herhangi bir uzvu rahatsız olursa diğer uzuvlar da bu yüzden rahatsız olurlar. Uykusuzluk ve humma ile (yüksek ateş ile) onun için birbirlerini yardıma çağırırlar." (Müslim, Buhari) İşte bu dev vücut, bugün komada. Uzuvlarında olan hasar ve tahribata karşı diğer uzuvları harekete geçemiyor. Onun meyyit (ölü) gibi hareketsiz oluşu, düşmanlarına cesaret veriyor. Onu tamamen ortadan kaldırmak, paramparça etmek, yok etmek için saldırmak isteyen irili ufaklı düşmanlarına cesaret veriyor. İşte bitler-pireler, akrepler, yılanlar-çıyanlar gibi haşarat ve itler, köpekler çakallar gibi hayvanlar onun tepesine üşüşmüşler, onu tahrip etmeye, yok etmeye çalışıyorlar. İşte, dünyanın en aşağılık zelil yaratıkları mukabilinde hatta onlardan da aşağılık olan yaratıklar, kafir Yahudiler, Sırplar, Ermeniler, Rumlar, Hindular ve bunlara yataklık eden Amerika, Rusya, İngiltere, Fransa ve benzeri sömürgeci kafir devletler İslâm aleminin ve Müslüman toplulukların başına çullanmışlar, İslâm aleminin servetlerini kapışıyorlar, Müslümanları kesiyorlar, katlediyorlar, ırzlarına tecavüz ediyorlar ve her yönden, saldırı üstüne saldırı yapıyorlar. Fakat bu dev vücut bütün bu olanlara karşı bir tepki, bir direnç ortaya koyamıyor. İrili ufaklı düşmanlarının İslâm alemine ve Müslüman topluluklarının başına üşüşmelerini Rasul (sav) 1400 yıl önce şöyle tasvir etmişti: "Bir gün gelecek (kafir) milletler sizin başınıza oburların yemek çanağına üşüştükleri gibi üşüşecekler. (Orada bulunanlar) dediler ki; O gün biz az olacağımız için mi böyle olacak ya Rasulallah? Rasulullah (sav) dedi ki; Hayır o gün siz çok olacaksınız, lakin siz selin üzerinde sürünüp giden çer çöp gibi olacaksınız. Zira Allah heybetinizi (korkunuzu) düşmanlarınızın kalbinden çekip alacak ve sizin kalbinize 'vehen' yerleştirecek. Dedikler ki; Vehen nedir ya Rasullallah? Rasulullah (sav) dedi ki; Dünya sevgisi ve ölümü kerih görmek (ölüm korkusu). (Ebu Davud) Düşmanları (kafir millet ve devletler) İslâm ümmetine böylesine saldırırken bu ümmetin başında bulunan ve 50'ye yakın devlet denilen varlıkların konum ve tutumları nedir? O varlıklar koma halindeki bu dev vücudun başında türemiş urlara benziyorlar. Bunlara uzaktan bakıldığında 50'ye yakın kafaya benzemektedirler ve böylece bu vücuda acayip bir görünüm vermektedirler. Bir vücutta 50'ye yakın kafanın bulunması elbette o vücutta hayra sebep verecek, iflah edecek değildir. Ancak esasen bunlar sadece kafaya benzerler. Zira kafada gören gözler, duyan kulaklar ve çalışan beyinler vardır. Fakat bunlarda bu görünmüyor. Onlar sadece kafa görünümündeki urlardır. Bu urlar, değil bu vücuda saldıran düşmanlara karşı koyacak, bilakis vücutta saldırılara karşı oluşturulabilecek en ufak bir direniş ve mukavemet alametlerini dahi yok etmek için vücudu daha da tahrip etmeye çalışan; yani bu vücudun hayatiyet unsurları ile onu tamamen yok etmek için çalışan mikrop yuvalarıdır. Evet bu kendilerine devlet denilen karton, piyon varlıklar, bu ümmetin baş ağrılarıdırlar. Bu ümmetin bünyesindeki düşman odaklarıdırlar. Bunun öyle olduğu, o devlet denilen varlıkların icraatlarında bariz şekilde görülmektedir. İşte buna birkaç örnek; - İslâm topraklarını işgal eden Yahudi varlığı İsrail, Müslümanları her gün öldürürken, yer ve yurtlarından ederken, evlerini başlarına yıkarken bölgede büyük devlet (!) olarak bilinen Mısır devleti ve onun hain yöneticileri ne ile uğraşıyorlar? O bölgedeki birazcık canlılık alameti gösteren Müslümanların başlarını ezmekle uğraşmıyorlar mı? Üç milyon Yahudi çapulcusundan oluşan İsrail denilen Yahudi varlığı, bölgede arslan kesilip sağa sola pervasızca saldırır, Irak'ı bombalar, Tunus'u bombalar, Lübnan'ı bombalar işgal ve katliamlar yapar hatta Pakistan'ı da, Ankara'yı da bombalarım diyebilir de, o bölgedeki devlet (!) denilen o kuklalar ne yapıyor? İsrail denilen o Yahudi varlığının etrafında güvenlik ağı örerek bölgedeki Müslümanlardan oluşabilecek muhtemel bir saldırıya karşı çaba sarf etmiyorlar mı? - İşte Bosna Hersek. Sırp köpeklerinin, çakallarının pervasızca vahşi saldırıları altında Bosnalı Müslümanlar inim inim inlerler. İmdat feryatları dünyayı sallarken o 50'ye yakın devlet denilen varlıklar ne yapıyorlar? Bön bön bu feryat edenleri seyrediyorlar. Saldırgan Sırp it ve köpeklerinin efendileri konumunda olan Amerika, Rusya, İngiltere, Fransa vb.lerinden ve itlerin ini durumunda olan BM denilen teşkilattan çözüm beklerler. Yani canavarlardan ve katillerden merhamet dilenirler. Şu iyi bilinmelidir ki, oradaki bunca vahşetten, binlerce Müslüman kadının ırzlarına geçilmesinden öncelikle Müslümanların başındaki o devlet(!) denilen varlıklar ve yöneticileri sorumludurlar. Çünkü; ellerindeki imkanları bu vahşeti önlemek için kullanmıyorlar. Sadece laflarla Müslüman halkları kandırmaya çalışıyorlar. "Ordu gönderemeyiz mesafe uzak, ayrıca dünya karşımıza çıkar" gibi boş laflar ediyorlar. Halbuki oraya ordu göndermeye gerek yok. Ordu Yugoslavya'yı işgal için gereklidir. Şu anda ona gerek yok. Sırp azgınlarının vahşetini durdurmak için onların hayatî damarlarını vuracak yüz kadar özel eğitilmiş komando meseleyi halleder. Bosna Hersek'deki Müslümanları eğitecek yüz subay ve el altından yapılacak silah yardımı yeterlidir. Bütün bunlar en ufak bir devlet imkanı ile yapılabilir. Bunu yapmıyorlar. Onun için İslâm alemindeki o devlet (!) denilen varlıkların ve yöneticilerinin hepsi de haindir. O Sırp köpeklerinin pervasızca işledikleri bütün cürümlere ortaktırlar. - İşte, binlerce Müslüman... ineğe tapan Hindular tarafından boğazlanırken, evleri, camileri başlarına yıkılırken o bölgedeki Pakistan devleti denilen hem de Müslüman olduğunu iddia eden o varlık ve yöneticileri ne yapıyor? Sadece seyirci kaldığı gibi, o katliamlara, saldırılara maruz kalan kardeşlerinin yardımına gitmek isteyen Müslümanların karşısına inekperest Hindistan devletinden önce çıkıyor. - İşte, 2,5 milyon Ermeni çapulcusundan oluşan Ermenistan savunma bakanının resmî açıklamasıyla sınırların değişmezliği diye, bir ilke tanımadığını ilan ederek Azerbaycan topraklarına saldırıyor. Köyleri, şehirleri işgal ediyor ve bu tavrı ile etrafındaki tüm devletlere adeta meydan okuyor. On binlerce Azeri Müslüman'ı evinden, yurdundan ediyor. Binlercesini katlediyor ve yaralıyorken etrafındaki 300 milyona yakın Türk topluluğunun başındaki 10'a yakın Türkî devletleri denilen varlıklar ve onların başında ağabey rolü oynayan Türkiye devleti denilen varlık ve onun yöneticileri ne yapıyor? Buna sadece seyirci kalıyorlar. Ermenistan ile diplomatik ve ticari ilişkiyi dahi kesmiyor, hatta Ermenistan'ı bu saldırısı üzerine kınamak için demeç vermeden önce Washington ve Moskova'yı arıyor, oradaki efendilerinin verdiği izin kadar kınıyor. Ermeni'yi sözle bile incitmekten çekinen bu devlet, Müslüman halk karşısında demir yumruk olur. Onun ordusu, zamanı geldiğinde Müslüman halkın kafasına vurmak için vardır. Onun meclisi ve hükümeti, Müslüman halkın hayatiyet unsuru olan İslâm ile savaşmak için vardır. Buna dair örnek ve delil birçoktur. İşte iki örnek: - Bir yandan Bosna Hersek'te, Avrupa'nın ortasında Müslüman varlığı istemeyen Avrupa devletlerinin çeşitli destekleriyle Sırplar Müslümanları vahşice katlederken; diğer yandan inek perest Hindular Hindistan'da Müslümanları katlederken; pis Ermeniler Azerbaycan'da Müslümanları katledip kadınların ırzına tecavüz ederken, işte böylesi bir ortamda geçen senelerde TC devletinin başbakanı Londra'da İngiliz başbakanının şahsında Avrupalı efendilerine, sömürgeci kafirlere şu beyanatı veriyordu: "İslâm fundamentalizmi öyle bir tehlikedir ki, onu bırakırsanız ta Hint denizine ulaşır. Fakat müsterih olun, onun panzehiri biziz. Biz batının tüm değerlerini (laiklik, demokrasi, serbest piyasa ekonomisi vb.) inanarak ve benimseyerek elimdeki şu viski kadehi gibi Ortadoğu'ya ve Orta Asya'ya taşıyacağız." Yani TC. devleti ve yöneticileri sömürgeci kafirlerle, Müslümanların düşmanları ile değil de, bilakis onların adına, İslâm ile fundamentalizm diye isimlendirdikleri İslâm'ın hayata hakim kılınması için ve sömürgeci kafirlerin bütün nizamları, varlıkları ve nüfuzlarının İslâm aleminden sökülüp atılması için çalışan Müslümanlar ile savaşıyor. Batının pisliklerini, Müslümanlar arasında taşımak için çalışıyor. Yani pislik böcekliği yapıyorlar. - Bir başka örnek ise TC. devletinin hükümet partisine mensup bir milletvekilinin TBMM'sinde yapmış olduğu şu açıklamadır. Bu milletvekili TC devletinin başbakanı Süleyman Demirel'in vermiş olduğu bir demeci tefsir ediyor. Demirel o konuşmasında diyordu ki; "Okula, kışlaya, camiye siyaseti sokmak yasaktır." İşte bu konuşmayı bu milletvekili şöyle açıklıyor; "Değerli arkadaşlarım, Doğru Yol Partisinin ve onun mensuplarının temel inancı: İslâm dinini bu üç müessesenin dışında tuttuğumuz taktirde, biz hem milletimize hem tarihimize hem de bu yüce meclisimize karşı kendimize düşen vebalin ve sorumluluğun gereğini yerine getirmiş oluruz." (Meclis zabıtlarından alınmıştır) Evet bu iki örnek, TC devletinin işinin sadece İslâm ile savaşmak olduğuna dair en çarpıcı delillerdir. Ermeniler, Sırplar, Yahudiler, Hindular Müslümanları keserken, kadınlarının ırzlarına geçerken Türkiye denen devletin (!) hükümeti, meclisi ve ordusu ne ile uğraşıyor? İslâm'ı okul, kışla ve cami dışında tutmakla uğraşmıyorlar mı? Tek uğraşları ve endişeleri bu. - Burnunun dibinde gözleri önünde mesela; Azerbaycan'da Müslümanlar katledilirken İran devleti denilen varlık ne yapıyor? Tarafsız kaldığını açıklıyor. Hatta Ermenilerle ekonomik işbirliğini güçlendirmeye çalışıyor. Dünyada ‘mustazafları koruyacağım’ diye ta Nikaragua'daki muhalif gruplara 1980'li yılların başında yardım yapmakla övünen İran, burnunun dibinde 2,5 milyon Ermeni çapulcusundan oluşan, Ermenistan devleti tarafından 10 binlerce Müslüman'ın yer ve yurdundan edilmesi, binlercesinin öldürülmesi karşısında tarafsız olduğunu ilan ediyor. Böylesi bir tarafsızlığın İslâm'da yeri neresidir? Bir de kendisinin İslâm devleti (!) olduğu iddiasında bulunur. Saldıran, öldüren, namuslara tecavüz eden kafirler olacak! Öldürülen ve saldırılara maruz kalan Müslümanlar olduğu halde, İslâm devleti (!) olacak da, tarafsız kalacak ha!.. İşte o da Müslümanların başında türemiş 50'ye yakın urdan birisidir, baş belasıdır. Bütün bu manzaralar bizim şu hadisi şerifi daha iyi anlamamızı sağlıyor: "Muhakkak imam (hâlife) kalkandır. Onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur." (Müslim) İslâm ümmeti İslâm akidesine inanan, İslâm ahkâmını yürürlüğe koyan ve bütün insanlara İslâm'ın mesajını taşıyan ümmettir. İslâm ümmetinin durumunun böyle olması gerekir. Anlattığımız gibi durum yukarıdaki ifade ile tezat oluşturmaktadır. Ümmetin şu andaki duruma gelişi, aşağıda açıklayacağımız üç şeyin kendisinde bozulmasıyla oluştu. Birincisi; İslâm akidesiyle ilgili husus. İslâm akidesi her Müslüman'da halen mevcuttur. Her sabah ve akşam; "La İlahe İllallah, Muhammedun Rasulullah" diyorlar. Fakat bu söz vücudunda herhangi bir kıl kımıldatmıyor, kalbinde herhangi bir ürperme meydana getirmiyor, duygularını tahrik etmiyor, hayatında onu karınca hareketi kadar bir harekete geçirmiyor, kendilerine hakim olan gerileme ve düşüklük, durumlarından kurtarmıyor. Çünkü Müslüman, kalbindeki İslâm akidesinden şu önemli üç hususu kaybetti; 1-) Bu akidenin hayat fikirleriyle ve yasamayla hiç alakası kalmadı. Kalbinde onun canlılığı yok oldu ve hareketsiz bir ceset haline geldi. Halbuki İslâm akidesi yasamanın Allah tarafından geldiğine dair karar veriyor. Emir ve hüküm ona aittir, hiçbir mahluka ait değildir. Hiçbir kimse bu haram veya bu helal diyemez. Bu Allah'ın vahyettiğine göre şöyledir: "Allah'ın hükmü dışında mı bir hüküm edineyim? Halbuki size tafsilatlı kitabı indiren O'dur." (En'am 114) "Yaratılış ve emir sadece kendisine (Allah'a) aittir." (A'raf 54) Buna benzer çok ayet vardır ki hepsi, Allah'a tapma ve teşrîi etme (yasama) işinin kendisine (Allah'a) ait olduğunu gösteriyor. Allah'a bu hususlarda rekabet oluşturmanın da şirk olduğunu gösteriyor. Ümmetin işlerinin İslâm hükümlerine göre yürütülmesi konusu İslâm akidesini canlı kılar, hayatın her alanında da canlılığı ve izzeti gerçekleştirir. 2-) Bu akide, Müslüman'da artık Cennete ve nimetlerine özlemi tahrik etmediği gibi, cehennemden ve azabından korkmaz hale gelindi. Allah'ın rızasını talep etmek için onu çalışmaya sevk etmiyor. 3-) Bu akide, artık Müslümanları birbirine bağlamaz hale geldi. İslâm akidesine dayalı İslâm kardeşlik bağı zaafa uğradı, hatta bu bağlılık neredeyse tamamen yok olma haline geldi. Onun yerine asla bağ niteliği taşıyamayacak başka rabıtalar (bağlar) meydana geldi. Neticede ayrı ayrı halk ve devletçikler haline geldiler. Küfrü ve kafirleri dost edinmeye başladılar. Öyle ki, İslâm'ı ve Müslümanları vurma uğrunda olsa bile kafirleri dost edinir oldular. İkincisi; İslâm hükümlerini uygulamakla ilgili husus. Müslümanların bütün yöneticileri Mustafa Kemal'in yolu üzerinde yürüdüler. İslâm'ı akide ve şerîat olarak devletten ve hayat işlerinden uzaklaştırdılar. Yerine küfür nizamını getirdiler. Böylece kapitalist sistem ve batı kanunlarını uyguladılar. Küfür akidesi olan dini devletten ayırma ilkesine davet ettiler. Küfür sistemlerini, hükümlerini ve kanunlarını korumak için kendilerini birer bekçi olarak tayin ettiler. Daha kötü olan ise, hayata İslâm hükümlerini geri getirmeye çalışan her İslâmî hareketle savaşmaya kendilerini adamalarıdır. Kendilerini İslâm devleti olarak isimlendiren sözde devletler, İslâmî hareketlerin mensuplarını tasfiye ederek İslâm'a ve ümmetine karşı hileler ve entrikalar kurduklarını görüyoruz. Bu devletlerin yöneticileri, memlekete ve ahalisine egemen olup dünyayı kazandıkları halde, niye İslâm'ı ve onu davet edinenlere karşı cani ve gaddarca tutum alıyorlar? Bunun sebebi şu üç husustur: 1-) İslâm'ın hayat, devlet ve devletler arası ilişkiler için evrensel bir ideoloji olduğuna güvenmiyorlar. 2-) İslâm ümmetinin, büyük ümmetler arasında yerini bulabileceğinden emin değiller. 3-) Kafir büyük devletlerden, mülk edindikleri yok edici silahlardan, aldatma ve kurnaz üsluplarından kalplerine giren müthiş korkudur. Bu sebeplerden dolayı İslâm beldelerinin yöneticileri, İslâm'dan uzaklaştıkları gibi yönetimlerini korumak için büyük kafir devletlerden yardım almayı bir ilke edindiler. Böylece kendi beldelerinin ve ümmetinin gücüne dayanmayıp, kafirlere teslim oldular. Halbuki bu kafirler harbî kafirlerdir. Ümmetimizin bütün imkanlarını kafirlere kaptırdılar. İslâm beldelerinin en önemlilerine de kafir ordularını getirdiler. Kafirler Körfezde ve Arap yarımadasında kocaman üsler tesis etmeye başladılar. Daha önce Türkiye'de, Mısır'da, Fas'ta ve Umman'da kurdukları gibi... İslâm'ı hayattan tamamen uzaklaştırıp, hayatla ilgili olmayan kehanetçi bir din haline getirmek için İslâm'ı ve Müslümanların hareketlerini her yerde takip eder oldular. Allahu Teala şöyle buyurdu: "Arzu ettikleri şey, kendilerinin kafir oldukları gibi sizin de kafir olmanızdır." (Nisa 89) Müslümanlar için Allah'ın kitabını ve Rasulünün sünnetini uygulayacak bir devletin varolmaması gibi büyük bir utanç düşünülemez. Kesin olarak şu bilinmelidir ki, içinde bulunduğumuz hâl, bela ve şiddet; İslâm yönetiminin ve hükmünün bulunmamasından dolayı cereyan eden kesin bir sonuçtur. Allah'u Teala şöyle buyurdu: "Kim de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu, kıyamet günü kör olarak haşr edeceğiz. O: Rabbim! Beni niçin kör olarak haşr ettin? Oysa ben, hakikaten görür idim!, der. (Allah) buyurur ki: İşte böyle. Çünkü sana âyetlerimiz geldi; ama sen onları unuttun. Bugün de aynı şekilde sen unutuluyorsun! Doğru yoldan sapanı ve Rabbinin âyetlerine inanmayanı işte böyle cezalandırırız. Ahiret azabı, elbette daha şiddetli ve daha süreklidir." (Ta Ha 124-127) Üçüncüsü; Bütün insanlara İslâm Risaletini (mesajını) taşımakla ilgili husus. Allahu Teala şöyle buyurdu: "Allah'a davet edip salih amel işleyen ve ben Müslümanlardanım diyen kimsenin sözünden daha güzel sözlü kim vardır." (Fussilet 33) Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: "İnsanlar La İlahe İllallah Muhammedun Rasulullah deyinceye kadar, namazı kılıncaya ve zekatı verinceye kadar onlarla savaşmakla emredildim. Eğer bunu söylerlerse, kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak İslâm hakkıyla alınır ve onların hesabı Allah'a havale edilir." (Buhari) Sahabeler ve ondan sonra gelen Müslümanlar bu delilleri ve benzerlerini anladılar. Onun için İslâm davetini yeryüzünün doğusuna ve batısına götürdüler. Gayeleri sırf insanları karanlıktan aydınlığa çıkartmaktı. Rebi b. Amir (ra) adlı bir Müslüman'ın sözünü dinleyelim: "Perslilerin komutanı Rüstem ona şöyle sordu; Buraya sizi getiren nedir? Bu Müslüman şöyle cevap verdi; İnsanları kullara kulluk etmekten kurtarıp, kulların Rabbına kulluk etmeye, dinlerin zulmünden kurtarıp, dünya ve ahiretin genişliğine (saadetine) kavuşturmak için bizi gönderen Allah'tır." İslâm risaletini yüklenen ve cihat sancağını taşıyan İslâm Devleti, kafirler tarafından ortadan kaldırıldı. Yine kafirlerin mefhumları ve kültürünü taşıyan karton devletçikler kuruldu. Bu devletçikler kafirlere her hususta yardım ediyor, batının bozukluğunu ve zehrini ümmete yayıyorlar. Müslümanların akıllarına ve nefislerine bu zehri sokarken, İslâm davetini taşıyanlarla savaşıyorlar ve kafirlerin kültürüyle savaşan, her Müslüman'ı eziyorlar. Bu karton devletler cihadı değiştirip onu barışa ve teslimiyete dönüştürdüler. Hatta nefsi ve ırzı savunmada dahi cihadı ilga ettiler. Kesin ve tam bir şekilde bilelim ki, İslâm otorite ve devletsiz hayat sahnesinde bulunmayacaktır. Müslümanlar da kendi işlerini yürütecek, varlıklarını koruyacak, ümmetler arasında bir ümmet olarak gerçek yerini temin edecek tek bir İslâm devleti olmayınca kendileri için kalkınış ve tek vücut olamayacaktır. Bu nedenle kurtuluş ve tek çare olan Raşidi Hilafet Devleti’ni tekrar getirmek bizim için hayatî öneme haizdir.
1 Fotoğraf1 Fotoğraf
ANAYASA MESELESİNE İSLAMİ ÇÖZÜM
Onun için “hakimiyet” meselesi, usuluddindendir, yani dinin esaslarındandır. İman meselesidir. Öyle sanıldığı gibi teknik yada tali / detay bir mesele değildir. Aynı zamanda usululfıkhın yani fıkıh usulünün de esasıdır. “Hakim” yani hüküm / hakimiyet sahibinin Allahu Teala olduğu gerçeği fıkıh usulünün de esasıdır. Dolayısı ile bütün hükümler ona dayanmak zorundadır.. Onun için ona dayanan hükümlerde ve kanunlarda meşruiyet sorunu olmaz. Ona dayanmayan hükümler, ma’siyettir / yani Allah’a isyandır. Ma’siyette ise kula itaat yoktur. Nitekim bu hakikat da “Baş başa bağlıdır, baş da Şeriata bağlıdır” sözü ile veciz şekilde ifade edilmiştir. Yani bütün iradeler üstünde hakim / egemen irade Şeriattır.BağlantıAhmed KILIÇKAYA
Fransa’da Kamyonlu Saldırı: 84 ölü 150 Yaralı
Şeytan boş durmuyor harıl harıl çalışıyor. Bu insanlıkta öküzün trene baktığı gibi bakıyor. Ey insanlık...! Sen senin yaradanın kontratına bir bak.Çare orada mevcut. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbBağlantıFransa’nın güneyindeki Nice’de, kent merkezinde bir tır 14 Temmuz Ulusal Gün kutlaması yapan kalabalığın içine daldı. Saldırıda ölenlerin sayısının 84’e çıktığı bildirildi.
AHLAKİ MASALLAR ANLATMAYA DEVAM EDİYORUZ
Kısa vadeli, pragmatik kazanımların mücadelesi, uzun vadeli, ilkesel, yapısal/hayati mücadelelerin yerine geçiyor, İslami çevrelerde; özellikle kültürsüzlük, bilinçsizlik, sorumsuzluk, ufuksuzluk, taşralılık ve popülizm kol geziyor. Bu konular etrafında, eleştirel yorumlar yapmak cesaret istiyor. Tapınma derecesine varan bağlılık ve hayranlıklar, ahlaki yozlaşmayla birlikte bir bilinç yozlaşmasına da işaret ediyor. Fikirleri olmayan, ancak sloganları olan, klişeleri olan genç kuşakları sorun haline getirmiyoruz. Gerçek dünyada yaşadığımız derin-yoğun çelişkileri, çatışmaları tartışmaktan imtina ediyoruz. Ahlaki sorgulamalar yapmayı bütünüyle savsaklıyoruz. Ahlaki sorgulamalar yapmayı bıraktığımızda, terk ettiğimizde hiçbir şekilde bir “umut”tan söz edemeyiz. Ahlaki masallar anlatmaya devam edemeyiz. Romantık, çılgın, bencil hayallerimizin yerlerde süründüğünü, fena halde yanlış giden pek çok şey olduğunu ısrarla görmüyoruz. Statükoya, konformizme, geleneğe, romantizme kapanan/kapatılan toplumlar-kültürler yeni sorunlar, yeni zorluklar, yeni altüst oluşlar, travmalar karşısında yeni çözümlemeler yapmaya cesaret edemez, sorunları biriktirirler. Böylesi toplumlarda eleştiri ve muhalefet çok ciddi bir imkan olduğu halde, bu imkan maalesef gereği gibi kullanılamaz. Çünkü, eleştiri ve muhalefeti anlayışla karşılamamız gerekirken, bunları mahkum etmeye çalışıyoruz. Çoğunluğun görüşlerine ters düşen zihinleri susturmak, çoğunluk görüşlerinin taşlaşmasına neden olur. Zihinsel bağımsızlık gibi bir kaygıları olmayan taklitçi gelenekler üzerinde ısrar etmek, iradesizlik ve sessizlik üzerinde ısrar etmek gibidir. İradesizlik günümüzde de görülebileceği üzere, boyun eğmeyle sonuçlanır. Bir toplum, bir kültür, tarihsel gelişmeler, tarihsel hareketler, çalkantılar, büyük süreçler hakkında kapsamlı bilgi sahibi olmadığı takdirde, önlem almadığı takdirde, kendi iradesi dışında ödünler vererek hayatta kalmaya çalışır.BağlantıKısa vadeli, pragmatik kazanımların mücadelesi, uzun vadeli, ilkesel, yapısal/hayati mücadelelerin yerine geçiyor, İslami çevrelerde; özellikle kültürsüzlük, bilinçsizlik, sorumsuzluk, ufuksuzluk, …
Islâm'a Davet - HİZB (PARTİ) VEYA CEMAATIN AMELLERİNİ YÖNLENDİRECEK FİKİRLERİN OLUŞTURULMASI
Zira bir cemaatın fertleri genel olarak İslâm’a dayalı olursa ve gayeleri bir olursa, fakat değişik fikirler ve ictihadlara sahip olurlarsa içinde bölünme, kutuplaşma ve hizipleşmeler hasıl olur. Hatta cemaat bir çok guruptan müteşekkil hale gelir. Onun davası, diğerlerini kendisiyle birlikte çalışmaya ve farzı yerine getirmeye davet etmekten çıkıp, kutupların benimsedikleri fikirleri birbirlerine benimsettirmeye ve davet etmeye dönüşür. Herkes görüşünü cemaatın liderliğine benimsettirmek için aralarında çekişir. Benimsemenin önemi ve meşruiyeti de buradan kaynaklanmaktadır. Zira cemaatın vahdeti şeriatça istenmektedir. Cemaatın birliğinin korunması ise, çalışmak için lazım olan fikirleri benimsemekle ve çalışan gençlerin bunlara bağlanması ile sağlanır. “Bir vacibi yerine getirmek için gerekli olan husus da vacibtir” fıkıh kaidesi gereğince çalışma için gerekli olan fikirlerin, görüşlerin ve şer’i hükümlerin benimsenmesi de gereklidir.BağlantıIslâm'a Davet - Ahmed el-Mahmud
Islâm'a Davet - CEMAAT KÜLTÜRÜ
Yine yapılması gereken çalışma, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyi tesis etmeye ve kurulu olan nizamları değiştirmeye yönelik çalışma olunca, yöneticilerin faaliyet ve icraatlarını siyasî yönden izlemek, onların gerçeklerini öğrenmek, bağlılıklarını bilmek, onların davranışlarına tahakküm eden büyük devletlerin siyasetlerini idrak edip planlarını ortaya çıkartıp teşhir etmek de gerekmektedir. - Müslümanların memleketleri, küfür nizamlarına, Batı hadaratına (hayat hakkında mefhumlarına), onların fikrî, sosyal, iktisadî ve siyasî sistemlerine boyun eğdiği için İslâm Devletini kurmaya yönelik çalışmanın seyri diğer ideolojileri, inançları, bunlar üzerine dayalı fikirleri ve bunlardan fışkıran nizam ve sistemleri eleştirmeyi gerektirmektedir.BağlantıIslâm'a Davet - Ahmed el-Mahmud
Şam’ın Doğu Guta Bölgesinde Neler Oluyor?
Ey onurlu Suriye Müslümanları! Siz, Şam tiranı ve zebanilerinin zorbalık ve devrimi bastırmak için kullandığı tüm baskı ve yöntemlerine rağmen devriminiz ile onu nasıl sarstığınızı gördünüz. Elbette gösterdiğiniz sebat ve kararlılık tartışılamaz. Ama adaletsizlik ve zulüm karşısında haykırdığınız hak sözü hiç tartışılamaz. Rejimi devirmek ve onun yerine Allah'ın Şeriatını ikame etme konusundaki ısrarınız takdire şayandır. Kim olursa olsun tüm zalimler karşısında hak sözü söylemekten asla tereddüt etmeyin. Sadece Allah'a tevekkül edin ve hak konusunda hiç bir kınayıcının kınamasından korkmayın. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in, hak sözü haykırmak, cihadın en üstünüdür sözünü hatırlayalım. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: أفضل الجهاد كلمة حق عند ذي سلطان جائر "Cihadın en efdal olanı, zalim sultan karşısında hak sözü söylemektir." Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem, hak sözü haykırırken öldürülen birinin şehitlerin efendisi olduğunu söyledi. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: سَيِّدُ الشُّهَدَاءِ حَمْزَةُ بن عَبْدِ الْمُطَّلِبِ، وَرَجُلٌ قَامَ إِلَى إِمَامٍ جَائِرٍ، فَأَمَرَهُ وَنَهَاهُ فَقَتَلَهُ "Şehitlerin efendisi Hamza ibn Abdulmuttalib ve zalim bir imama gidip ona emreden ve nehyeden onun da onu öldürdüğü kişidir." Ey savaşçı gruplar! Siz, Şam zalimine karşı halkınızı savunmak için silaha sarıldınız. Şimdi onları kaderlerine terk etmeyin. Onlara karşı İslam düşmanlarının ekmeğine yağ sürmeyin. Kendilerini sözde devrim destekçisi olarak addeden ülkeler ve onların istihbarat teşkilatları ile tüm ilişkiyi kesin. Onlar, aslında kendi çıkarları ve efendilerinin çıkarlarını desteklemektedir. Eğer bu ülkeler, devrimi destekleme konusundaki iddialarında dürüst olsalardı, kasap Beşşar tarafından gece gündüz maruz kaldığınız katliam ve sürgünden siz ve halkınızı kurtarmak için ordularını harekete geçirirlerdi. Ve beş yıldır bu mücrim rejimin, bize uyguladığı bu bombardıman ve yıkıma bir son verirlerdi. Bilin ki bu ülkelerin size verdikleri siyasi paralar, bizleri felakete sürükledi. Cepheleri durdurdu ve kararları müsadere altına aldı. Birbiriniz ile savaş enerjinizi tüketir. Düşmanınızın nefislerinde umutları diriltir. Sizin düşmanınız, Batıdır. Başta da Amerika ve onun uşak ve hain yöneticileridir. Şuan onlar, Şam'da aranızda bir savaş çıkarmak için çalışıyorlar. Ki kovulmuş ve yerilmiş olarak Beşşar, Şam'dan çekildikten sonra bu savaş sürsün, onun katliamlarına siz devam edesiniz. Onun için bu ülkelerin kirli siyasi paralarına yol vermeyin. Ve bilin ki eğer ümmet sizin tarafınızda durmamış ve size kucak açmamış olsaydı, uzun zaman önce yok olur gider ve rejim, sizleri dağlara sürerdi. Libya ve Irak'ta olup bitenlerden ibret alın. Size kucak açanlara ve halkınıza sırt çevirmekten sakının. Allah'ın metin ipine sımsıkı sarılarak tüm tefrikaları bir kenara atın. Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet projesi gibi açık, siyasi ve net bir proje benimseyin. Devrimi diri diri toprağa gömmek ve ekseninden saptırmak için Batı ve uşaklarının kurduğu tüm komplolar karşısında siz ve ümmet yekvücut olun. O zaman yeryüzünde hiç bir güç, geleceğini kendi elleriyle İslam'ın hükümlerine, insan, hayat ve kâinatın yaratıcısının koyduğu sistemlere göre belirlemek isteyen bir ümmete asla engel olamayacaktır. Hilafetin zamanı gelmiştir. Kafile, kervansaraya ulaşmak üzeredir. Sakın fırsatı kaçırmayın. Kuşkusuz Allah Subhânehu ve Teâlâ, sizinle veya sizsiz bu dine yardım edecektir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu: وَإِنْ تَتَوَلَّوْا يَسْتَبْدِلْ قَوْمًا غَيْرَكُمْ ثُمَّ لَا يَكُونُوا أَمْثَالَكُمْ "Eğer O'ndan yüz çevirirseniz, yerinize sizden başka bir toplum getirir, artık onlar sizin gibi de olmazlar." [Muhammed 38] Hizb-ut Tahrir Suriye Vilayeti Medya Bürosu Dünyaya, güvenilir bir liderlik-olacak olan Râşidî_ Hilâfet Devleti'nden başka bir devlet de bulunmamaktadır https://www.dailymotion.com/video/x39jkub_dunyaya-guvenilir-bir-liderlik-olacak-olan-rasidi-hilafet-devleti-nden-baska-bir-devlet-de-bulunmama_videogamesBağlantıHizb-ut Tahrir’in Suriye kolu, Şam’ın Doğu Guta bölgesinde yaşanan gelişmeleri kamuoyu ile paylaştı. Doğu Guta’da gündeme gelmeyen ayaklanma! İşte ayrıntılar…
KUR’AN’A GÖRE MÜSLÜMAN KİMDİR? (1)
Kuran'a göre Müslüman kişi HZ.Muhammedin getirdiği Allah tarifini bilen kişidir.(Kesin) Günümüzdeki şeytanın taktikleri çok teknik olduğundan çoğu bu hileyi kavrayamıyor. Şeytanda kişinin kulağından tutup Müslümanlık naralarıyla cehennemin kapısına götürüyor. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2014/10/muslumanlarin-ve-kafirlerin-allah.htmlBağlantıTevhid; peygamberlerin mesajının kaynağıdır, özüdür. Daha açık bir ifadeyle rabbani davanın değişmeyen esasıdır. Allah-ü Teâla hayat rehberimiz Kur’an-ı Kerimde şöyle buyuruyor: “Andols…
ŞİRK
İnançta şirk olduğu gibi hâkimiyette de şirk olur. ******************************************* Kâinâtı, Dünyâ’yı ve insanı Allah yaratacak, fakat Dünyâ’yı “keyiflerine göre çıkardıkları kânunlarla” insanlar yönetecek. Yok öyle yağma!. Yaratan kim ise, mülkün sâhibi de odur. Mülkün sâhibi kim ise, tasarruf da ona âittir. İnsanlar, yaptığı dandik bir resme bile müdâhale ettirmezken, en ufak bir şeyde kendisine karışılmasına bile izin vermezken, irâdesinin yok sayılmasına katlanamazken; âlemlerin rabbi olan Allah’ın irâdesinin yeryüzünde hâkim olmasını istemiyor. İyi de Allah bunu kabûl etmez ki. Siz -hâşâ- yaratıcı olsanız böyle bir şeyi kabûl eder misiniz?. Hem âlemleri yaratacaksınız, hem de yarattığınız varlıklar içindeki âciz bir varlık olan insan, sizin hükümlerinizi ve düzenlemelerinizi kabûl etmeyecek ve bu tarz düzenlemeleri gericilik, radikâllik ve câhillik olarak görecek. Bunu hiç kimse kabûl etmeyeceği gibi, âlemlerin yaratıcısı ve rabbi olan Allah da kabûl etmez elbet. Zâten bunu, “şirk” olarak söyler ve affedilmeyecek bir cezâ olarak îlan eder. İnsanlar buna rağmen şirki değil de “kul hakkı” denen günahın affedilmeyecek olan günah olduğunu zannedenler. Tabi, insan şirk içinde yüzerken şirkin affedilmeyecek bir günah olduğunu nasıl söylesin?. Onun yerine “kul hakkı” denen günahı koyar. İyi de kulun hakkı nedir ki?; Allah hak alacaklısına âhirette kendisini rahatlatacak bir şey verse, o kişi hemen hakkını helâl ediverir. Peki Allah’ın hakkını helâl etmesi için Allah’a kim ne verebilir ki?. İşte Allah bu nedenle, şirkten vazgeçerek tevhid yoluna girmeyenleri aslâ affetmeyecektir.BağlantıAllah’tan bağımsız “iş yapma isteği” şirktir. Bu nedenle İslâm’ın bir, “şirk ortamı fıkhı” yoktur. Hârûn Görmüş “Hiç şüphesiz, Allah, kendisine şirk koşanları bağışlamaz. Bunun dışında kalanlardan …
TEFSİR OKUMALARIMDAN NOTLAR (TİN SURESİ)
⦁ İnsanın “Din”i yalanlaması kendisini inkar etmesi anlamına geldiğinden, Allah’ın cc razı olduğu Dine uygun bir hayatın kendi vicdanının onayladığı yaşantısıyla doğrudan bağlantısı olduğu; ⦁ Her türlü tedbiri alarak yapılan iş ve eylemlerin sonunda memnuniyet olduğu; ⦁ Dini yalanlayan insanın borcunu inkar eden sahtekara benzediği;Bağlantı“Salih amel” ve “iman” kavramları ile “ahsen-i takvim” kavramı arasında doğrudan irtibat olduğu; Bu kavramların Kişinin pratik hayatına da yansıması gerektiği&#8…
Abdulaziz Kıranşal, siyasi, iktisadi ve sosyal alanda ‘din adına üretilmiş muhafazakâr hurafeler’i yazdı - İslami Analiz
Hurafeler genelde başa gelen bela, musibet, kaos ve kargaşa zamanlarında gerçek olmadığı bilindiği halde psikolojik bir rahatlama umuduyla ortaya atılmış batıl düşüncelerdir. Bugün işgal, zulüm, kaos ve kargaşanın her türlüsüyle yüzleşen İslam toplumlarında hurafeler “kara kedi görmenin uğursuzluk olduğuna inanmak”, “türbelere çaput bağlayıp mum yakmak” seviyesini çoktan geçerek siyasi, iktisadi ve sosyal alanın tamamına sirayet etmiştir. “Bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez” (Rad,13/11) ilahi yasası orta yerde dururken sebeplere başvurmadan, Kur’an ve sünnetin öngördüğü çıkış yollarına itibar etmeden üretilen her çözüm önerisi, toplumun umut ve heyecanını sömüren büyük bir hurafeden başka bir şey değildir. Bugün ümmet olarak ABD ile stratejik ortaklığı, İsrail’le dostluğu bitirmeden, ümmet coğrafyamızdaki ABD üslerini, NATO üslerini ve İncirliği kapatmadan, “İslam Birliğini” kurmadan terörün biteceğine, yeniden Osmanlı olabileceğimize ve dirilişe inanmamız, “türbelere çaput bağlayıp dileğinin yerine gelebileceğine inanmaktan” daha büyük bir hurafedir.Bağlantı
Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Her var olanın bir ustası vardır.Kaidesinden yola çıkarsak. Bu kainatta kendi kendine oluşmuş bir şey olmadığına göre o zaman bu kainatıda bir yaratıcı yaratmış dolayısı ile benide.(insanlığı) O zaman bu yaratıcının beni yönlendirmesi ,Kullanma klavuzu vermesi lazım Normal hayatın akışında yaratıcı ile insanlar arasında ki aracıya peygamber denmiş. o zaman en son peygamberlik iddiasında bulunan kişinin getirmiş olduğu kontrata anlaşma şartlarına bakacağız. (Sonuncusu geçerlidir kaidesinden) (Kader) Sonuncusu Muhammed olduğuna göre onun getirdiği kontratda insanlığa bir rest çekiş meydan okuma var. Yoksa, 'Onu Muhammed uydurdu' mu diyorlar? Onlara de ki; 'Eğer doğru söylüyorsanız, Kur'an'a benzer bir sure ortaya getiriniz, bu konuda Allah dışında kimleri yardıma çağırabilecekseniz, çağırınız. Yunus*38 Aradan bin dört yüz yıl geçmiş hala bir ses yok . Peki şimdi yapsınlar şimdi teknik bir çağdayız her şey eloktronik çoğu şeyi harflerin ve rakamların karışımından yapıyor proğram yapıcıları. o zaman kuran ayetlerinide getirsinler.? Allah kainatı elementlerden yarattığı gibi kuranıda harflerin karışımından yaratmıştır. Diyebilir birileri evet bizimde demokrasimiz var. o zaman demokrasiye ve Muhammedin getirdiği şartlara bakılır.Bu insan fıtratına uygunmu diye. örneğin; Mal can ve namuz konusunda kim ne diyor diye. (Şartlar. Eşyadaki özelliklere uygun düşmesi lazım) Dolayısı ile.. Muhammedin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun.(ölüm cezası veriyor) Demokrasinin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun değil.(Taraf.Aklın üstününden.Hevadan,zenginden) (Halbuki insandaki fıtrat kendisinin olanı kendi isteği dışında bir başkasıyla paylaşmak istemez) olduğu anlaşıldığından fıtrata uygun olan alınır. Dolayısı ile Muhammedin getirmiş olduğu şartlar Yaratıcının gönderdiği şartlar olarak kabül görür. Yaratıcıya ve son peygamberine inanmak vakaya mutabık olur ve Muhammedin getirmiş olduğu şartların bir tanesinin gereği kişi Müslüman olur ve yaratıcının vaadi gereği cenneti kazanmış olur. Kişi bu vaadi elinde tutabilmek için Muhammedin getirmiş olduğu yaratıcının tarifini onaylaması lazım. Yaratıcının kırmızı çizgisi şirktir.(Allah'ın tarifi) (Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'ın da Rabbi olan Allah onların uydurdukları noksan sıfatlardan yücedir, münezzehtir.zuhruf*82 O tarifde budur.) Bu olayı bilen şeytan Medya veya diğer yollarla kafir kişinin Allah tarifini onaylattırarak kişiyi Müslümanım diye diye cehennemin bir başka kapısından içeri atıyor. ***************************************************************** "Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım." "Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın." (Allah) buyurdu: "Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. And olsun ki,onlardan sana kim uyarsa, (bilin ki) sizin hepinizden (derleyip) cehennemi dolduracağım." (A'RAF/16-18) Şeytan Müslüman kılıfına bürünüp prof etiketiyle Atv ve flastv gibi kanallarda Nihat hatipoğlu,Cübbeli Ahmet gibi kişiler vasıtasıyla şu Allah tarifini sunuyor eğer sen onların söylemiş olduğu Akideyi benimser ve onaylarsan Kafir oluyor ve ebedi cehenneme gidiyorsun.Her ne kadarda diğer islamın şartlarını yerine getirsende. Ey insanlar, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın şeytan, sizi Allah'ın affına güvendirerek ayartmasın.Fatır.5 MÜSLÜMANLARIN VE KAFİRLERİN ALLAH TARİFİ,TANIMI..SEN BU TARİFİN NERESİNDESİN? http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb
1 Fotoğraf1 Fotoğraf
DEVLET, TOPLUM VE HAYAT SİSTEMİ OLARAK İSLÂM
İnsan, insan için yasa belirlediğinde ve çözümler ürettiğinde gerçekte insanın problemlerini insan vasfı ile çözmüyor. Yani o, insanın içgüdü ve organik ihtiyaçlarının doyumunu belirli bir düzeyde sistematize etmiyor. Bilakis o, yörelerden bir yörede, zamanlardan bir zaman diliminde belirli bir süreç içinde insanın karşılaştığı geçici ve sadece dışa yansıyan bir problemini çözmektedir. Bu durumda bu sistemin tatbiki farklı yerler ve söz konusu süreç dışında doğru olmayacaktır. Çoğu kez kendi basit meselelerin çözümünde dahi isabetli kararlar alınamamakta ve çözüm yerine, aksine zarara davetiye çıkarılmaktadır. Ama, ya Allah katından gelen sistem! Kuşkusuz o insanı insan vasfı ile ele alan her zamana ve her coğrafyaya uygun yasalar bütünüdür. Çünkü insan, içgüdüleri ve organik ihtiyaçları neyse odur. Tarihi sürecin işlemesi ve zamanın akışı ile asla değişmeyecektir. Yani Allah'ın yarattığı insan fıtratı zaman ve mekana göre farklılık arzetmeyeceğine göre, Allah’tan gelen bu sistemde, insanı insan vasfı ile, yani tüm içgüdü ve organik ihtiyaçlarının yapısal niteliğine göre değerlendirecektir. Bu yönüyle İslâm, insana tüm coğrafya ve zaman diliminde tanıklık edebilecek yegane sistemdir. Allah (cc) buna işaret ediyor: “O, Allah’ın insanları onun üzerine yarattığı fıtrat. Allah’ın yaratığında bir değişiklik söz konusu değildir.” *BağlantıSağlıklı Kalkınmanın Esasları - Ahmed El - KASAS
FİKİR ANCAK SİYASİ ORTAMDA HAYAT BULUR
Birilerinin zannettiği ve birtakım çevrelerin de özelikle vurgulamak istedikleri gibi İslâm, salt kul ile yaratıcı ilişkilerini ve etiksel/ahlakî boyutunu ele alan bir takım ibadetler ve etiksel/ahlakî kurallardan oluşan ruhani bir din değildir. Kuşkusuz İslâm, dört başı mamur, mütekâmil, hayatın her alanını kuşatıcı içsel dinamikleri ve verileri olan kapsamlı bir dindir. İslâm akidesi RUHİ bir AKİDE olmasının ötesinde aynı zamanda insanların yaşamının tüm yönlerine, toplumsal ve devlete yönelik yapısal düzenlemeler getirmesi bakımından da o, SİYASİ bir AKİDEDİR. Nitekim İslâm, bu bağlamda Müslümanlara Allah’ın indirdikleri ile hükmedecekleri bir siyasi mekanizmayı -devleti- kurmalarını zorunlu kılmaktadır. http://islamdevleti.info/kitaplar/Saglikli_Kalkinma/10.htmBağlantı
“LAİLAHE İLLAH MUHAMMEDÜN RASULULLAH “ MÜSLÜMANLARIN DÜŞÜNCE TEMELİDİR
Kuşkusuz erdemli insan; düşüncesine belirli bir temel/kaide kazandırabilmiş kimsedir. Eğilimlerini yönlendiren hayatta bir bakış açısını, düşünce binasını belirleyen, birbiri ile çatışmaz ve çelişmez bir biçimde kendisinde belirli bir motifi sağlayacak olan bu kaide; o insanda sabit bir eğilimi, yönelişi; kalıcı, sarsılmaz tavrı ile net, çok açık sözlü olma gibi bir karakteri doğuracaktır. Ancak söz konusu fikri kaidesi olmayan bir insanın çok çelişkili ve mütekamil olmayan bir düşünce yapısına sahip olduğu kuşkusudur. Onun da ötesinde hep çelişkili ve zıt, tutarsız düşüncelerin sentezi vardır o kişide. Zihnindeki her bir düşünce birbiri ile çatışma halindedir. Bu insanın, taşıdığı düşünceye güveni yoktur. İfade ettiği düşünceyi benimsememiştir. Takınacağı belirli bir tavrı da yoktur. Onun düşünceleri daima her türlü rüzgara kapılabilir bir durumdadır. İşte o kişide çok çeşitli motifleri olan ve bunalımlı bir karakter oluşturan budur. Kuşkusuz düşük/düzeysiz karakter de böylesi bir karakterdir.BağlantıSağlıklı Kalkınmanın Esasları - Ahmed El - KASAS
İNSANIN HAYATA BAKIŞI NASIL OLMALIDIR?
"Sizden öncekilerin başlarına gelenler sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Peygamberler ve onunla beraber bulunan müminler: Allah'ın yardımı ne zaman? diyecek kadar darlığa ve sıkıntıya uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki Allah'ın yardımı şüphesiz yakındır." (Bakara 214) Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla, ayaklarımızı sabitleştir ve kafir topluluğa karşı bize yardım et. Rabbimiz! Bizim üzerimize sabır boşalt, ebrar sahipleriyle, Müslümanlarla birlikte bizim canımızı al. Rabbimiz! Bizi doğru yola erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme, katından bize rahmet bağışla. Şüphesiz ki Sen, sonsuz bağışta bulunansın. Rabbimiz! Peygamberlerine vaad ettiklerini bize de ver, kıyamet günü bizi rezil etme. Sen şüphesiz sözünden caymazsın. Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve çocuklarımızdan gözümüzün aydınlığı olacak insanlar ihsan et. Bizi muttakilerle beraber kıl. Ey Allah'ım! Bizi, senin yolunda şehitlikle rızıklandır. Bizi, senin yolunda şehitlikle rızıklandır. Bizi, senin yolunda şehitlikle rızıklandır. Bize, nimetine eriştirdiğin peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle ve salihlerle bir arada bulunmayı nasip et. Rabbimiz! Bize dünyada güzel olanı ver ahirette de güzel olanı ver. Bizi ateşin azabından koru. Rabbimiz! Bizi ve çocuklarımızı namaz kılanlardan eyle. Rabbimiz! Dualarımızı kabul buyur. Bağlantıİnsanın hayata bakış açısı, onun yaşamı açısından çok önemlidir. Çünkü süreceği yaşam onun hayat hakkındaki anlayışına göre şekil alır. Temel dinamik ve kişinin hayat hakkında kabul ettiği temel fikir ne olursa, süreceği yaşam da onun üzerine binâ edilecektir. Kişi şu soruları kendisine sormalı, cev…
KİTLESEL KONFORMİZMLE BÜTÜNLEŞMEK
İslam dünyası toplumlarında “nakil” birinci planda, akıl ise ikinci planda tutulduğu için, toplumlarımız yenilenmeyi, yeni değerlendirmeler/eleştiriler yapmayı, yeni bir içerik üretmeyi, bağımsız yorum ve düşünce üretmeyi, karşı karşıya bulundukları derin sorunlarla ilgili olarak özeleştiri yapmayı başaramamıştır http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/05/akil-bu-gibi-genel-tanimlar-kisinin.html Bu vakayıda yönlendirip organize eden Devletlerdir... http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/06/devlet-adi-altinda-coreklenmis-seytan.htmlBağlantıİslam dünyası toplumlarında “nakil” birinci planda, akıl ise ikinci planda tutulduğu için, toplumlarımız yenilenmeyi, yeni değerlendirmeler/eleştiriler yapmayı, yeni bir içerik üretmeyi, bağımsız y…
TEVHİD ÜZERİNE {1. BÖLÜM}
İLİM VE TEKNOLOJİNİN SON HADDİNE DOĞRU GELDİĞİ BU ZAMANDA TEVHİDE BU ŞEKİLDE BAKILMASI ZARURİDİR. DOLAYISI İLE BÜTÜN VAKALAR DEĞİŞİK BAKIŞ AÇISI ALACAKTIR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Her var olanın bir ustası vardır.Kaidesinden yola çıkarsak. Bu kainatta kendi kendine oluşmuş bir şey olmadığına göre o zaman bu kainatıda bir yaratıcı yaratmış dolayısı ile benide.(insanlığı) O zaman bu yaratıcının beni yönlendirmesi ,Kullanma klavuzu vermesi lazım Normal hayatın akışında yaratıcı ile insanlar arasında ki aracıya peygamber denmiş. o zaman en son peygamberlik iddiasında bulunan kişinin getirmiş olduğu kontrata anlaşma şartlarına bakacağız. (Sonuncusu geçerlidir kaidesinden) (Kader) Sonuncusu Muhammed olduğuna göre onun getirdiği kontratda insanlığa bir rest çekiş meydan okuma var. Yoksa, 'Onu Muhammed uydurdu' mu diyorlar? Onlara de ki; 'Eğer doğru söylüyorsanız, Kur'an'a benzer bir sure ortaya getiriniz, bu konuda Allah dışında kimleri yardıma çağırabilecekseniz, çağırınız. Yunus*38 Aradan bin dört yüz yıl geçmiş hala bir ses yok . Peki şimdi yapsınlar şimdi teknik bir çağdayız her şey eloktronik çoğu şeyi harflerin ve rakamların karışımından yapıyor proğram yapıcıları. o zaman kuran ayetlerinide getirsinler.? Allah kainatı elementlerden yarattığı gibi kuranıda harflerin karışımından yaratmıştır. Diyebilir birileri evet bizimde demokrasimiz var. o zaman demokrasiye ve Muhammedin getirdiği şartlara bakılır.Bu insan fıtratına uygunmu diye. örneğin; Mal can ve namuz konusunda kim ne diyor diye. (Şartlar. Eşyadaki özelliklere uygun düşmesi lazım) Dolayısı ile.. Muhammedin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun.(ölüm cezası veriyor) Demokrasinin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun değil.(Taraf.Aklın üstününden.Hevadan,zenginden) (Halbuki insandaki fıtrat kendisinin olanı kendi isteği dışında bir başkasıyla paylaşmak istemez) olduğu anlaşıldığından fıtrata uygun olan alınır. Dolayısı ile Muhammedin getirmiş olduğu şartlar Yaratıcının gönderdiği şartlar olarak kabül görür. Yaratıcıya ve son peygamberine inanmak vakaya mutabık olur ve Muhammedin getirmiş olduğu şartların bir tanesinin gereği kişi Müslüman olur ve yaratıcının vaadi gereği cenneti kazanmış olur. Kişi bu vaadi elinde tutabilmek için Muhammedin getirmiş olduğu yaratıcının tarifini onaylaması lazım. Yaratıcının kırmızı çizgisi şirktir.(Allah'ın tarifi) (Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'ın da Rabbi olan Allah onların uydurdukları noksan sıfatlardan yücedir, münezzehtir.zuhruf*82 O tarifde budur.) Bu olayı bilen şeytan Medya veya diğer yollarla kafir kişinin Allah tarifini onaylattırarak kişiyi Müslümanım diye diye cehennemin bir başka kapısından içeri atıyor. ***************************************************************** "Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım." "Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın." (Allah) buyurdu: "Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. And olsun ki,onlardan sana kim uyarsa, (bilin ki) sizin hepinizden (derleyip) cehennemi dolduracağım." (A'RAF/16-18) Şeytan Müslüman kılıfına bürünüp prof etiketiyle Atv ve flastv gibi kanallarda Nihat hatipoğlu,Cübbeli Ahmet gibi kişiler vasıtasıyla şu Allah tarifini sunuyor eğer sen onların söylemiş olduğu Akideyi benimser ve onaylarsan Kafir oluyor ve ebedi cehenneme gidiyorsun.Her ne kadarda diğer islamın şartlarını yerine getirsende. Ey insanlar, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın şeytan, sizi Allah'ın affına güvendirerek ayartmasın.Fatır.5 MÜSLÜMANLARIN VE KAFİRLERİN ALLAH TARİFİ,TANIMI..SEN BU TARİFİN NERESİNDESİN? http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbBağlantıErcümend Özkan’ın Sor yayıncılık tarafından 1987 yılında gerçekleştirilen ‘Tevhid Üzerine’ isimli soruşturmasına verdiği yanıtları iki bölüm halinde dikkatinize sunuyoruz. {Tevhid Üzerine, Soruştur…
HT Radyo
Listen to HT Radyo | SoundCloud is an audio platform that lets you listen to what you love and share the sounds you create.MüzisyenListen to HT Radyo | SoundCloud is an audio platform that lets you listen to what you love and share the sounds you create.
DİN Mİ DEVLET Mİ?
“ Modern anlamda hayatı şekillendiren son dönemde adına devlet denilen kurumu insanlık eksiksiz olarak “Din” adı altında yaşamıştır. Dini salt iman inanç ve vicdani bir olay olarak görenler, yeniden din nedir? Sorusunu vahye onun canlı örneği elçiye sorup kapsamlı bir tarif yapamadıkları müddetçe dinin içeriğini anlamakta yetersiz kalacaklar, aynı zamanda dinlerini başka akıllara mahkûm etmeye devam edeceklerdir. Doğumumdan ölümüme kadar hayatımı şekillendirecek ilahi yasaya din “dinim “ diyebilmeliyim. Bunu söyleyemiyor, seslendiremiyor isem din benim için sadece vicdana mahkûm demektir. Bu din de Allahın elçisine gönderdiği din değildir, olsa olsa tahrif olmuş dinler geleneğinden mülhem üretilmiş yeni bir tasavvur ürünüdür. https://www.dailymotion.com/video/x3qegyd_sirk-in-devlet-eliyle-resmilestirilmesi_lifestyleBağlantıOrta çağdan beri ittifak edilmeyen yakın çağda birazda olsa birlik oluşan kelime aslında  gayrı meşru  bir kelimedir.. İnsanlık ile yaşıt olan “Din” kelimesi içerik olarak devletten daha şümu…
Arapça öğrendi diye, tarikata girdi diye, alim oldu diye imanını garantide sananlar
BAKIŞ AÇISINI AŞAĞIDAKİ LİNKTE YAZILAN GİBİ ALGILADIĞIMIZ ZAMAN BÜTÜN MESELELER HAL OLUR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Her var olanın bir ustası vardır.Kaidesinden yola çıkarsak. Bu kainatta kendi kendine oluşmuş bir şey olmadığına göre o zaman bu kainatıda bir yaratıcı yaratmış dolayısı ile benide.(insanlığı) O zaman bu yaratıcının beni yönlendirmesi ,Kullanma klavuzu vermesi lazım Normal hayatın akışında yaratıcı ile insanlar arasında ki aracıya peygamber denmiş. o zaman en son peygamberlik iddiasında bulunan kişinin getirmiş olduğu kontrata anlaşma şartlarına bakacağız. (Sonuncusu geçerlidir kaidesinden) (Kader) Sonuncusu Muhammed olduğuna göre onun getirdiği kontratda insanlığa bir rest çekiş meydan okuma var. Yoksa, 'Onu Muhammed uydurdu' mu diyorlar? Onlara de ki; 'Eğer doğru söylüyorsanız, Kur'an'a benzer bir sure ortaya getiriniz, bu konuda Allah dışında kimleri yardıma çağırabilecekseniz, çağırınız. Yunus*38 Aradan bin dört yüz yıl geçmiş hala bir ses yok . Peki şimdi yapsınlar şimdi teknik bir çağdayız her şey eloktronik çoğu şeyi harflerin ve rakamların karışımından yapıyor proğram yapıcıları. o zaman kuran ayetlerinide getirsinler.? Allah kainatı elementlerden yarattığı gibi kuranıda harflerin karışımından yaratmıştır. Diyebilir birileri evet bizimde demokrasimiz var. o zaman demokrasiye ve Muhammedin getirdiği şartlara bakılır.Bu insan fıtratına uygunmu diye. örneğin; Mal can ve namuz konusunda kim ne diyor diye. (Şartlar. Eşyadaki özelliklere uygun düşmesi lazım) Dolayısı ile.. Muhammedin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun.(ölüm cezası veriyor) Demokrasinin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun değil.(Taraf.Aklın üstününden.Hevadan,zenginden) (Halbuki insandaki fıtrat kendisinin olanı kendi isteği dışında bir başkasıyla paylaşmak istemez) olduğu anlaşıldığından fıtrata uygun olan alınır. Dolayısı ile Muhammedin getirmiş olduğu şartlar Yaratıcının gönderdiği şartlar olarak kabül görür. Yaratıcıya ve son peygamberine inanmak vakaya mutabık olur ve Muhammedin getirmiş olduğu şartların bir tanesinin gereği kişi Müslüman olur ve yaratıcının vaadi gereği cenneti kazanmış olur. Kişi bu vaadi elinde tutabilmek için Muhammedin getirmiş olduğu yaratıcının tarifini onaylaması lazım. Yaratıcının kırmızı çizgisi şirktir.(Allah'ın tarifi) (Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'ın da Rabbi olan Allah onların uydurdukları noksan sıfatlardan yücedir, münezzehtir.zuhruf*82 O tarifde budur.) Bu olayı bilen şeytan Medya veya diğer yollarla kafir kişinin Allah tarifini onaylattırarak kişiyi Müslümanım diye diye cehennemin bir başka kapısından içeri atıyor. ***************************************************************** "Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım." "Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın." (Allah) buyurdu: "Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. And olsun ki,onlardan sana kim uyarsa, (bilin ki) sizin hepinizden (derleyip) cehennemi dolduracağım." (A'RAF/16-18) Şeytan Müslüman kılıfına bürünüp prof etiketiyle Atv ve flastv gibi kanallarda Nihat hatipoğlu,Cübbeli Ahmet gibi kişiler vasıtasıyla şu Allah tarifini sunuyor eğer sen onların söylemiş olduğu Akideyi benimser ve onaylarsan Kafir oluyor ve ebedi cehenneme gidiyorsun.Her ne kadarda diğer islamın şartlarını yerine getirsende. Ey insanlar, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın şeytan, sizi Allah'ın affına güvendirerek ayartmasın.Fatır.5 MÜSLÜMANLARIN VE KAFİRLERİN ALLAH TARİFİ,TANIMI..SEN BU TARİFİN NERESİNDESİN? http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbBağlantı
PEYGAMBER SÜNNETİNDEN YENİ BİR DÜNYA
İnsanda eşya olduğuna göre .... Bakmamız gereken açı... ÖRNEK. https://www.youtube.com/watch?v=D5ykoMCbM30 https://www.youtube.com/watch?v=L327ov-GPg8 Buna göre bizim en iyi, en doğru ve en kolay bir şekilde anlayıp uyabileceğimiz örnek, bizimle aynı ihtiyaçları, aynı zaafları paylaşan Hz.Peygamber’dir. Dolayısıyla onun Kur’an’ın gölgesinde yaşadığı bir hayatı anlamak ve onu taklit etmek ona iman edenler için zor olmayacaktır. O da tıpkı bizler gibi hayatın çeşitli aşamalarından geçti. Bundan dolayı Yüce Allah, kullarına mesajını, aralarında seçtiği bir peygamber vasıtasıyla iletmiştir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbBağlantıSünnet, peygamberin hayatın içerisinde sergilediği imana bağımlı davranışlar olarak tanımlanırsa, bugün için indirilen dinin yorumcuları ve mucitleri, hayatın içinden peygamberi çıkarmışlardır. Pey…
ULEMA KONFERANSI ENDONEZYA Şahimerdan Sarı Hoca
ULEMA KONFERANSI.ENDONEZYA Şahimerdan Sarı HocaVideoULEMA KONFERANSI.ENDONEZYA Şahimerdan Sarı Hoca
Laiklik Besmelesizlik (mi)dir?...
O’nu kimin anlattığı gibi tanıyalım? Müşriklerin inandığı Allah mı? Lâiklerin inandığı Allah mı? Bunlar nasıl bir Allah’a inanıyorlar? Bu sorulara vereceğiniz cevaplar dünyadaki duruşunuzu ve ahirete bakış açınızı yansıtır… http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2014/10/muslumanlarin-ve-kafirlerin-allah.htmlBağlantıLaiklik mefhumunun bir gün Müslümanların üzerine bir “karabasan” gibi çökeceğini biliyor muydu Hz. Resul aleyhisselam bilemem. Lâkin besmeleyi...
Devlet, Diyanete Bu Kadar Çok Parayı Neden Veriyor?
Devlet, Diyanete Bu Kadar Çok Parayı Neden Veriyor?VideoDevlet, Diyanete Bu Kadar Çok Parayı Neden Veriyor?
MADDENİN ŞİRK HALİ: TERMODİNAMİĞİN BİRİNCİ YASASI
Maddenin yaratıcı olması yukarıda sunduğumuz sebeplerden dolayı batıldır, mümkün değildir. Maddenin, bir halden bir başka hale dönüşebilmesi için, maddeye belirli bir oranı tayin edene ihtiyacı vardır ve dolayısıyla madde ezeli değildir. Ezeli olmayan ise yaratıcı olamaz. http://islamdevleti.info/kitaplar/Islam_Sahsiyeti_Cilt_1/05.htmBağlantıAllah kâinatı “hak” ile yaratmıştır fakat yaratılmış olanlar “el hak” değildir… Maddenin yok olmayacağını söylemek, kâinâtın ezelî ve ebedî olduğunu söylemektir ki bu, kâinâtın -hâşâ- Allah o…
Peygamber Sünnetinden Yeni Bir Dünya, Yakup DÖĞER, Küre Medya, Bu küreye dair ne varsa...
“Haricilerle konuşurken sakın Kur’an’dan ayet okuyup delil getirme.” İbni Abbas şaşırıyor ve, “Niçin Mü’minleri emiri? Ben Kur’anı onlardan daha iyi bilirim. Kur’an bizim evlerimizde nazil oldu?” diye itirazda bulunur. Hz. Ali, “Doğru söylüyorsun, ancak Kur’an ayetleri çok anlamlı bir yapıya sahiptir. Buna göre sen bir ayet okursun, onlar da kendi davalarını destekleyecek bir ayet okur. Sünnetlerden delil getir, peygamber olsa ne yapardı diye onları düşünmeye sevk et. Sünnetlerden delil ve te’vil yoluyla kaçamazlar.”Der. Hz. Ali, olaylara nasıl müdahil olunacağını, kritik zamanlarda çıkışın ve sağlıklı kararların nasıl verileceğini de bu vesileyle ümmete göstermiş oluyor.BağlantıYeryüzünde değişik coğrafyalarda yaşayan Müslümanların zihinleri bulanık olduğu gibi, kendi ülkemizde yaşayan Müslümanların da zihinlerinde karışıklık mevcut. Biz meseleyi genelden özele indirgeyip kendi ülkemize dönecek olursak,
İSLÂM AKİDESİNİN ÖZELLİĞİ Fikri kaide oluşu: Akide; insan, hayat ve kâinat hakkında, bunların öncesi ve bunların sonrası hakkında, bunlar ile öncesi arasındaki ve bunlar ile sonrası arasındaki münasebetler hakkında kapsamlı bir fikirdir. Bu, temel fikirdir. Çünkü, bütün fikirler kendisine tabi olan insanların hayat sürecinde yaşam şekline yön verir ve insanın hayata bakış açısını belirler. İnsan bütün olaylara onun penceresinden bakar. İslâm akidesi bu anlamda fikri kaidedir. Çünkü, İslâm akidesi yukarıda belirttiğimiz bakış açısına uygun olarak insan, hayat ve kâinat hakkında bir fikir ortaya koymuş ve bu üç olguyu birbiri ile ilişkilendirmiştir. Bu ilişkilendirme öyle bir nizam ve inceliğe sahiptir ki, insan aklını ikna eder ve kalbi mutmain eder. Bu hassaslığı ancak aydın bir bakış açısı ile yakalayabiliriz. İşte bu aydın bakışın bizi götürdüğü yer bu fikrin bir alternatifinin olmadığıdır. Düşünebilen aydın bakışlı şahsiyetin bu fikrin dışına çıkabilmesinin tek sebebi inadı olabilir. Bu yüzden İslâm akidesi fikri bir kaidedir. Düşünen ve doğruyu kabul etmeye hazır olan insanın bu fikrin dışında bir dünya görüşünü, hayat tasvirini kabul etmesi imkânsızdır. Bu imkânsızlığın sebebi İslâm akidesinin ortaya koyduğu fikrin reddedilebilir özellikte olmaması ve tek doğru fikri kaide oluşudur. Ruhi siyasi akide oluşu: Dünyada İslâm akidesi dışında iki akide türü daha vardır. Bunlardan birincisiHıristiyanlıktır. Akidesi sırf ruhani akidedir, kendisinden bir hayat nizamı çıkmaz, ancak ahiret ve bununla ilgili bazı fikirlere sahip olduğu için ruhani bir akide olarak kabul edilir. İkincisi ise kapitalist ve komünist akideler gibi sırf siyasi akidelerdir. Bu akideler ise, ruhani boyutu ya tam anlamıyla yok saymış ya da dünya hayatıyla ilişkisini kesmiştir. Bu sebeple yalnızca siyasi akide olarak kabul edilirler. İslâm akidesi ise; bu iki akideden ayrılarak, her iki akide türünün özelliklerini bünyesinde bulundurur. Yani, siyasi aynı zamanda ruhani akidedir. Dünyada sadece İslâm akidesi böyledir. Çünkü, İslâm'daki hayat nizamı Allahu Teala tarafından indirilir. Bu akide her konuda Allahu Teala ile bağ kurmaktadır. Bundan dolayı ruhani siyasi bir akide olmuştur. Maddeyi ruh ile cezbeder. Çünkü İslâm'da işler Allahu Teala'nın emirlerine göre yürütülür. Nitekim siyaset; insanların dahili ve harici işlerini bir fikirle yürütmektir. İslâm siyaseti, kapitalist siyasetten ve komünist siyasetten farklıdır. İslâm siyaseti, insanların işlerini Allahu Teala'nın emirlerine göre yürütür. Diğer siyasetler ise, insanların işlerini akıl ve hevayı esas alarak yürütürler. İslâm dini diğer akidelerden farklıdır ve bu farkı onun akidesinden hayat nizamının çıkmasındandır. Diğer akideler Allah mefhumunu hayattan ve nizamlarından çıkarırlar. "La İlahe İllallah" kelime-i tevhidi, İslâm'da temel fikirdir ve bu fikir siyasidir. Çünkü bunun manası "Allah'tan başka İlah yoktur" demektir. "Muhammeden Rasulullah " demek; Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'i Allah Subnahehu Ve Teala'nın elçisi kabul etmektir. Elçi; kendisini görevlendiren tarafından mesaj getirir. Öyleyse, Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'i Rasul olarak kabul etmekle getirdiği mesajı da kabul etmiş sayılırız. İşte, İslâm'ın temel siyasi kitabı, ruhani boyuttaki Allah inancını siyasi boyuta çekerek, İslâm dininin ruhani siyasi akide oluşunu ortaya koyar. Ruhani boyuttan gelen emir ve yasaklar bizim dünyevi işlerimizi sınırlandırır ve bir nizama koyar. Bu hususla ilgili bazı ayetlerde şöyle geçmektedir: إن الحكم إلا لله "Hüküm ancak Allah'ın dır." (Yusuf 40) فاحكم بينهم بما أنزل الله"Allah'ın indirdikleriyle hükmet."(Maide 48) ومن لم يحكم بما أنزل الله فأولئك هم الكافرون "Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kafirlerdir."(Maide 44) gibi ayetler yönetimle ilgili siyasi fikirlerdir. وأحل الله البيع وحرم الربا "Allah alışverişi helal ribayı kıldı." (Bakara 275) وأوفوا الكيل إذا كلتم وزنوا بالقسطاس المستقيم "Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam yapın, doğru terazi ile tartın." (İsra 35) gibi ayetler iktisatla ilgili siyasi fikirlerdir. ياأيها الذين آمنوا لا تتخذوا اليهود والنصارى أولياء بعضهم أولياء بعض "Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost ve yardımcı edinmeyin." (Maide 51) ياأيها الذين آمنوا قاتلوا الذين يلونكم من الكفار "Size en yakın kafirlerle savaşın." (Tevbe 123)gibi ayetler dış siyasetli ilgili birer siyasi fikirlerdir. وعاشروهن بالمعروف "Karılarınızla iyi geçinin." (Nisa 19) ياأيها النبي قل لأزواجك وبناتك ونساء المؤمنين يدنين عليهن من جلابيبهن ذلك أدنى أن يعرفن فلا يؤذين وكان الله غفورا رحيما "Ey Nebi, hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına cilbablarını üstlerine almalarını söyle." (Ahzab 59) gibi ayetler içtimai hayatla (kadın erkek ilişkileriyle) ilgili birer siyasi fikirlerdir. والسارق والسارقة فاقطعوا أيديهما جزاء بما كسبا نكالا من الله والله عزيز حكيم "Hırsız, erkek olsun, kadın olsun onun elini kesin." (Maide 38) الزانية والزاني فاجلدوا كل واحد منهما مائة جلدة "Zina eden, kadın olsun, erkek olsun ona yüz değnek vurun." (Nur 2) gibi ayetler ceza kanunlarıyla ilgili siyasi fikirlerdir. Buraya kadar anlattıklarımız, düşünen, hayatı ciddi anlamda gözden geçirmiş, aydın fikirle tespitlerde bulunmuş kimseleri bu akidenin fikri kaide oluşuna ve siyasi ruhani akide oluşuna ikna eder. Ancak kâfirler ise buna yanaşmamakta ısrar edeceklerdir. Kâfirin manası gerçeği örten olduğu için her gerçeği örttüğü gibi bu gerçeği de örtmek isteyecekleri aşikârdır. Bununla da yetinmeyip insanları aldatır ve yalan söylerler. Ne yazık ki, Müslümanların evlatlarını da aldatabildiler. Bu aldatma işi Adem Aleyhisselam ile Havva validemizi İblisin aldatmasından bu güne kadar devam etmiştir. Bu günkü söylemleri; "Dinin siyasetle alakası yoktur, İslâm da bir din, öyleyse İslâm'ın da siyasetle alakası yoktur" dediler. Halbuki İslâm dini, diğer dinlerden apayrı bir düşünsel yer tutmaktadır ve yeryüzünde de bir benzeri daha yoktur. Daha önce de bahsettiğimiz gibi bu akideden hayat nizamı fışkırır. Bu hayat nizamı, her problemin çözümü, bu çözümlerin uygulama metodu, akideyi koruma ve yayma metodundan ibarettir. Böylelikle İslâm ideolojisi, düşünce ve onun cinsinden bir metottan oluşur. Görüldüğü gibi, İslâm'ın dünya hayatı ile ilgili siyaseti varolduğu gibi ahirette de alakalı siyaseti vardır. İslâm devleti bu iki siyaseti beraber yürütür. Dinini terk edeni öldürür, imanı yaymak için çalışır, ibadetlerin ikame edilmesini sağlar, hâlife namazı kıldırır, herkesi namazdan hesaba çeker, haccı yürütür ve haccın da emiridir. Nitekim İslâm'ın pratikte ilk uygulanışında da Allah Resulü Sallallahu Aleyhi Vesllem namazı kıldırıyor ve haccın da emiri oluyordu. Yine devlet zekâtı toplar ve dağıtırdı. İşte, hâlife İslâm'daki yönetim nizamının başında bulunup yürüttüğü gibi, İslâm'daki iktisadi nizamı, içtimai nizamı, öğretim siyasetini, dış siyaseti de yürütür. Bu nizamların kanunlarına muhalefet edenlere İslâm'daki müeyyideleri uygular. Müslümanlar bunu iyi veya kötü 14 asır gibi bir süre uyguladılar. Böylece milyonlarca Müslüman, İslâm'ın yalnız ruhani bir akide olmayıp siyasi bir akide olduğunu idrak ettiler. Şu anda da birçok Müslüman onu tekrar kurmak için siyasi İslâm’i teşkilatları ile çalışmaktadırlar. Allah Subhânehu Ve Teala'nın izniyle Raşidi Hilâfet Devleti’ni kurduklarında İslâm akidesinin yalnız teorik değil pratik şekilde siyasi olduğunu tekrar göstereceklerdir.
İNSANIN HAYATA BAKIŞI NASIL OLMALIDIR? İnsanın hayata bakış açısı, onun yaşamı açısından çok önemlidir. Çünkü süreceği yaşam onun hayat hakkındaki anlayışına göre şekil alır. Temel dinamik ve kişinin hayat hakkında kabul ettiği temel fikir ne olursa, süreceği yaşam da onun üzerine bina edilecektir. Kişi hayatiyet taşıyan ‘nasıl yaratıldığı’ gibi soruları kendisine sormalı, cevap verirken de insaflı davranmalı, cevaplarda kesinlik ve katiyet aramalıdır. Bu kesinlik ve katiyet onda imanı meydana getirecektir. İman kelimesi şeksiz, şüphesiz emin olma anlamına gelir. İslâm'ın hayat hakkında ortaya koyduğu fikir, her şeyin öncesinde bir yaratıcının varlığına iman ki o da; Allahu Teala'dır. Hayat sonrasına da iman etmek gerekir ki o da; Ahiret günüdür. Hayat ile hayat öncesi arasındaki münasebet iki konuyu kapsar: 1-Yaratıcı, yaratık ilişkisi, 2-Allah'ın emirleri. Hayat ile hayat sonrası arasındaki münasebet de iki şeyi kapsar: 1-Ölümden sonra dirilme, 2-Haşr-u neşr ve insanın dünyada yaptığı fiillerinden sorulması. Allah'a İman: Allah'a iman; yani onun varlığına iman, bizler için atalarımızdan kalma geleneksel bir iman olmaktan çıkıp, daha delilli ve tahkiki olmalıdır. Yani insan, Allah'a iman etmesi gerektiğini araştırma, incelemeler sonunda ikna olarak anlamalı ve bundan emin olmalıdır. Aksi takdirde kişinin Müslüman anne ve babadan doğması bir avantaj kabul edilebilir. Kişi tahkiki imanı gerçekleştirdiği takdirde Yahudi bir anne babadan veya dinsiz bir anne babadan olması onu etkilemeyecektir. Çünkü o araştırması sonucu Allahu Teala'yı tespit edecektir. Geleneksel olarak iman eden kişi Hıristiyan bir anne babadan doğdu ise Hıristiyan, Yahudi anne babadansa Yahudi ve dinsiz anne babadan doğdu ise dinsiz olur. Çünkü o kişide taklitçilik mevcuttur. Bu anlamda Müslüman Allah'a olan inancını delilleriyle, kanıtlarıyla tahkiki olarak kabul etmesi gerekir. Allahu Teala'nın varlığını şu üç yolla bulabiliriz: 1-İnsanoğlu aciz bir varlıktır. Bu sebeple aciz olmayana yönelir. 2-İnsanoğlunda mevcut olan içgüdülerden tapınma içgüdüsü onu bir yaratıcıya kulluk etmeye zorlar. 3-Eşyayı kontrol ettiğinde ve onu incelediğinde (asi olan insan haricinde) her şeyin görevini harfiyen yerine getirdiğini ve insanın müdahalesi olmadığı sürece tabiatın müthiş bir düzene sahip olduğunu görür. Bu düzenin içindeki varlık birbiri ile ilişkili ve birbirine bağımlıdır. Bu da göz önünde bulundurulduğunda kendiliğinden oluşması imkânsızdır. Sonuç itibariyle mutlak yaratıcıya ihtiyaç vardır. Bazı ideolojiler varoluşu tesadüflere bağlamışlardır. Bazıları için ise, var oluşun sebebinin yaratılmışlık veya tesadüfilik olmasının o kadar da önemli olmadığı kanaatini taşımaktadır. Müslümanlar için, yukarıda saydığımız şıklar esaslar önem arzeder. Çünkü temel budur. Baştan söylediğimiz gibi temel sağlam ise bina sağlam olur, temel bozuk ise bina ihtişamına rağmen yıkılmaya mahkûmdur. Yukarıda bahsedilen maddeleri örneklerle açıklayacak olursak: İnsanın acizliği: İnsan, belli bir mesafeye kadar görebilir, belli bir mesafeden ses işitebilir, belli bir mesafeye sesini ulaştırabilir, belli bir hızda koşabilir ve yaşam süresini kendisi belirleyemez. Bu saydıklarımız dışında örnekler daha da arttırılabilir. Bu sebeple zaafa düştüğü, aciz kaldığı zamanlar ve muhtaç olduğu zamanlar çoktur. İşte, bu zamanlarda kendisini düştüğü bu çıkmazdan kurtaracak bir güç arar veya hayatın devamını sağladığını zannettiği bir güce yönelerek onu ilah edinir. Bu aynı zamanda onda mevcut olan tapınma içgüdüsünün tecellisidir. Çevresini aydın bir bakışa sahip olmadan incelediğinde şöyle bir tespit yapabilir: Güneş suyun buharlaşmasını, bu da yağmur bulutlarının meydana gelmesini, bunun sonucu olarak da yağan yağmurla nebatın meydana geldiğini, aynı zamanda güneşin olmaması halinde bunların meydana gelmeyeceğini düşünerek güneşi yaratan edinebilir. Nitekim, geçmişte bu şekilde yaşamış, buna benzer birçok toplumlar vardır. Onların ilahları kâinat içindeki varlıklardan oluşmaktadır. İşte bu problemin esasını teşkil etmektedir. Çünkü, insan duyu organlarıyla algıladıklarını sınıflandırırsa karşısına kâinat, bu kâinatta bulunan canlı, cansız varlığın yaşam süreci, kâinatın içinde bulunmasına rağmen onlardan düşünme yetisi ve karar verme yetisiyle ayrılan insan gerçeğiyle karşılaşacaktır. Bu algıladıklarının hepsi insanın kendisi gibi acizdir ve sınırlıdır. O halde bu aşamada bu aciz ve muhtaç varlık âleminin öncesinde ne vardır? sorusu akla gelmektedir. Çünkü aciz ve muhtaç olanın, aciz ve muhtaç olmayan bir düzenleyiciye/yaratana ihtiyacı vardır ki, bu da her şeyi yoktan var eden Allahu Teala'dır. Bu gelinen aşamadan sonra şu sorular insanın aklını kurcalayabilir: Yaratıcı yarattı, peki ben yaratıcımla nasıl alaka kuracağım ve Yaratıcının yaratmasındaki maksat nedir? İşte, bu sorunun akabinde devreye peygamberler girmektedir. Yani Allah'ın elçileri. Onlar Yaratan tarafından aramızdan seçilmişler ve Allahu Teala'nın yaratmasındaki maksadını bizlere bildirmişlerdir. Bu maksat Kur’an’da şöyle zikredilmektedir: وما خلقت الجن والإنس إلا ليعبدوني "Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." (Zariyat 56) Buraya kadar yaratıcının varlığı ve yaratılış gayemizin ne olduğu açıklandığına göre sınırlı olan bu kâinatın yok oluşundan sonra ne var?sorusu akla gelir ki, bu da Âhirette imanla bağlantılı bir husustur. Âhirete iman: Yeniden dirilme ve hesap gününe iman, Cennet ve Cehenneme iman gibi hususlar hayata bakışın esası ve açısı olmalı. İslâm akidesinin ve ona imanın önemi, ayrıca hayatla bağlantısı kavranmalıdır. İster Mü’min, ister kafir olsun bütün insanlar bu hayatın bir sonunun olduğunu kabul etmektedir. Ancak ölümün varlığını kabul etmek bizi kurtarmaz. Düşünen insan, ölümden sonra ne var? sorusunu kendisine sormalıdır. Bu soruya işaretle Allahu Teala Kur’an’ı Kerim de şöyle buyurmaktadır: الذي خلق الموت والحياة ليبلوكم أيكم أحسن عملا وهو العزيز الغفور “O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.” (Mülk 2) Bu ayet gösteriyor ki; hayatın sonunda ölüm vardır, hayata gelişin gayesi kulluktur. Öldükten sonra ise diriliş, hesaba çekiliş, ceza ve mükâfat vardır. Dinimiz bu konuyu iki ana kaynakta detayları ile işlemiştir. İnsan, hayat, kâinat ve bunlara ait düzenlerin yok olacağını, bozulacağını Allahu Teala şöyle bildirmektedir: فإذا نفخ في الصور نفخة واحدة(13)وحملت الأرض والجبال فدكتا دكة واحدة(14)فيومئذ وقعت الواقعة(15)وانشقت السماء فهي يومئذ واهية(16)والملك على أرجائها ويحمل عرش ربك فوقهم يومئذ ثمانية “Sur’a bir üfürüş üfürüldüğü, yer ve dağlar kaldırılıp bir vuruşla birbirine çarpıldığı zaman, işte o gün olacak olur, kıyamet kopar. Gök yarılır, o gün düzeni bozulur. Melekler onun çevresindedirler, o gün Rabbinin arşını onlardan başka sekiz tanesi yüklenir.” (Hakka 13-17) İçinde bulunduğumuz kâinatın, mevcut olan düzenin nasıl yok olacağını ise: إذا الشمس كورت(1)وإذا النجوم انكدرت(2)وإذا الجبال سيرت(3)وإذا العشار عطلت(4)وإذا الوحوش حشرت(5)وإذا البحار سجرت(6)وإذا النفوس زوجت(7)وإذا الموءودة سئلت(8)بأي ذنب قتلت(9)وإذا الصحف نشرت(10)وإذا السماء كشطت(11)وإذا الجحيم سعرت(12)وإذا الجنة أزلفت(13 علمت نفس ما أحضرت “Güneş dürülüp ışığı kalmadığı zaman. Yıldızlar düşüp, söndüğü zaman. Dağlar yürütüldüğü zaman. Doğurması yaklaşmış develer başıboş bırakıldığı zaman. Yabani hayvanlar bir araya toplatıldığı zaman. Denizler kaynaştırıldığı zaman. Canlar bedenlerle birleştirildiği zaman. Kız çocuğunun hangi suçtan ötürü öldürüldüğü kendisine sorulduğu zaman. Amel defterleri açıldığı zaman. Gök yerinden oynatıldığı zaman. Cehennem alevlendirildiği zaman Cennet yaklaştırıldığı zaman. İnsanoğlu önceden ne hazırladığını görecektir.” (Tekvir 1-14) Kıyametin anını Rabbimiz şöyle bildirmiştir: يوم ترونها تذهل كل مرضعة عما أرضعت وتضع كل ذات حمل حملها وترى الناس سكارى وما هم بسكارى ولكن عذاب الله شديد “Kıyameti gören her emzikli kadın emzirdiğini unutur, her hamile kadın çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş gibi görürsün, oysa sarhoş değillerdir, fakat bu sadece Allah’ın azabının çetin olmasındandır.”(Hac 2) ما ينظرون إلا صيحة واحدة تأخذهم وهم يخصمون “Çekişip dururlarken kendilerini yakalayacak bir tek çığlık beklerler.” (Yasin 49) Bu ayet önce sur’un üfürüleceğinden bahsetmektedir. Böylece insanların tamamı ölür. ونفخ في الصور فإذا هم من الأجداث إلى ربهم ينسلون “Sur’a üflenince, kabirlerinden Rablerine koşarak çıkarlar.” (Yasin 51) Bu ayet sur’a ikinci defa üfürülüşte insanların mezarlarından kalkarak Rablerine gideceklerini bildirmektedir. إن كانت إلا صيحة واحدة فإذا هم جميع لدينا محضرون “Tek bir çığlık kopar, hepsi hemen huzurumuza getirilmiş olur.” (Yasin 53) Böylece insanlar Allahu Teala’nın huzuruna getirilirler ve daha sonra; وأشرقت الأرض بنور ربها ووضع الكتاب وجيء بالنبيين والشهداء وقضي بينهم بالحق وهم لا يظلمون “Yeryüzü Rabbinin nuruyla aydınlanır, kitap açılır, peygamber ve şahitler getirilir ve onlara haksızlık yapılmadan, aralarında adaletle hüküm verilir.” (Zümer 69) Hesap günü Resule gelen Risalete iman edip etmediğimiz, Şer’i hükme bağlı kalıp kalmadığımız hususunda hesaba çekileceğiz. Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem muhakeme ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur: “Kişi… şu beş değişik şahitler ile mahkemeye gelir. Bir ameli işlerken yeryüzü, onun lehine ve aleyhine şahittir, vücudundaki bütün uzuvlar onun lehine aleyhine şahittir, amel defterleri onun lehine aleyhine şahittir, yazıcı melekler onun lehine aleyhine şahittir ve her şeyi bilen Allah Subhenehû ve Teala onun lehine aleyhine hüküm verir.” Yukarıda geçen şahitlik hususunda Rabbimiz Kitab-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: وقال الإنسان ما لها(3)يومئذ تحدث أخبارها(4)بأن ربك أوحى لها “İnsanın; ‘Buna ne oluyor?’ dediği zaman; İşte o gün, yer, Rabbinin ona vahiy etmesiyle kendi haberlerini anlatır.” (Zilzal 3-5) وجاءت كل نفس معها سائق وشهيد “Her can, kendisiyle beraber bir sürücü ve şahit bulunduğu halde gelir.” (Kaf 21) Buraya kadar yapılan açıklamalardan şu anlaşılmaktadır ki Kur’an ve Sünnet, dünya hayatında yaptığımız bir işten, söylediğimiz bir sözden dolayı hesap günü beş değişik şahidin şahitliğinde, muhakeme olacağımızı bildirmektedir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: Aişe Radıyallahu Anhuma hesap günü insanların durumunu sorar. Efendimiz; ‘Ya Aişe insanlar kıyamet günü yalın ayak, sünnetsiz olarak, çırılçıplak anadan doğma bir şekilde haşr olacak.’ dedi. Aişe; “Ben utanırım Ya Rasulullah’ dedi. Efendimiz; ‘Ya Aişe, durum senin anladığın gibi değil, o gün her insan kendi nefsinin kurtuluşu derdine düşecek, o yanındakinin cinsiyetine bakmadan daha büyük bir işle karşı karşıya kalacak.” buyurdu.” (Müslim 1193) Aişe Radıyallahu Anhuma annemiz sordu: ‘Ey Rasulullah, kıyamet günü ehlini bizlere hatırlatır mısın?’Efendimiz; ‘Ey Aişe, amel defteri insanlara verilirken sağdan mı verilecek yoksa soldan veya arkadan mı verilecek, bu an hiçbir kimse hiçbir kimseyi hatırlamaz. Amel defteri Mizan adlı terazinin kefesine konulduğunda terazinin sağ kefesi mi yoksa sol kefesi mi ağır basacak, bu an gerçekleşinceye kadar kimse kimseyi hatırlamaz. Sırat köprüsünden geçme veya geçmeme hali bitinceye kadar hiçbir kimse hiçbir kimseyi hatırlamaz.” buyurdu. Rabbimiz bu anları Kur’an’ı Kerim de şöyle açıklıyor: يوم يفر المرء من أخيه(34)وأمه وأبيه(35)وصاحبته وبنيه “O gün, kişi kardeşinden, annesinden, babasından, karısından ve oğullarından kaçar. O gün, herkesin kendine yeter derdi vardır.” (Abese 34-36) Evet, bu mahkemeden sonra insanlar Cennet veya Cehenneme doldurulurlar. Bu anı Rabbimiz şöyle bildiriyor: إذا ألقوا فيها سمعوا لها شهيقا وهي تفور “Oraya atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitirler.” (Mülk7) فاعترفوا بذنبهم فسحقا لأصحاب السعير “Böylece günahlarını itiraf ederler. Çılgın alevli Cehennemlikler yok olsunlar!” (Mülk-11) Bu ve buna benzer diğer ayeti kerimelerde, kendilerine gelen peygamberi inkâr edip, onu dinlemeyerek onun getirdiklerine uymayanların gideceği yerin korkunçluğu bir şekilde bize anlatmaktadır. Kâfirleri gerçekten çok kötü bir akıbet beklemektedir. İbni Abbas’tan Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: ياأيها الذين آمنوا اتقوا الله حق تقاته ولا تموتن إلا وأنتم مسلمون “Ey inananlar! Allah’tan sakınılması gerektiği gibi sakının, sizler, ancak Müslümanlar olarak can verin.” (Ali İmran-102) ayetini okuyup şöyle buyurdu: “Eğer zakkumdan bir damla yere damlatılmış olsaydı o damla dünyadaki canlıların geçim vesilesi/gıda maddelerini bozardı. Artık zakkumdan başka yiyeceği olmayanın (Cehennem halkının) hali nasıldır?” (İbni Mace 4325) إن الذين كفروا بآياتنا سوف نصليهم نارا كلما نضجت جلودهم بدلناهم جلودا غيرها ليذوقوا العذاب إن الله كان عزيزا حكيما“Doğrusu ayetlerimizi inkar edenleri ateşe sokacağız, derilerinin her yanışında, azabı tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Allah güçlüdür, hâkimdir.” (Nisa 56) Hasan-ı Basri bu ayeti şöyle tefsir etmiştir: Ateş onları her gün yetmiş bin defa yiyip bitirir. Onları her bitirdikçe onlara, ‘eski halinize dönün denir.’ Onlar eski hallerine dönerler. Buraya kadar naklettiğimiz ayetler kâfirler, iman etmeyenler, AllahSubhenehû ve Teala’ya eş koşanlar, tagutlar, münafıklar, hainler ve bazıları da günahkâr mü’minler hakkındadır. Ancak günahkâr mü’min iman sahibi olduğu için ebedi olarak Cehennemde kalmayacaktır. Allahu Teala şöyle buyurdu: خالدين فيها ما دامت السماوات والأرض إلا ما شاء ربك إن ربك فعال لما يريد “Rabbinin dilediği hariç,(onlar) gökler ve yer durdukça o ateşte ebedi kalacaklardır. Çünkü Rabbin, istediğini hakkıyla yapandır.” (Hûd 107) Bu ayetlerdeki vasfedilen kişilerin dünya hayatlarına bakıldığında iman etmedikleri, Peygamberi tanımadıkları, vahyi dünya hayatlarına hakem kılmadıkları görülür ve bundan dolayı da kötü son ile karşılaşacak, ebedi bu hal üzere kalacaklardır. Rabbimiz, iman etmeyenlerin dünya hayatındaki amellerinin hiç bir değerinin olmadığını yüce kitabında şöyle bildiriyor: والذين كفروا أعمالهم كسراب بقيعة يحسبه الظمآن ماء حتى إذا جاءه لم يجده شيئا ووجد الله عنده فوفاه حسابه والله سريع الحساب “İnkâr edenlere gelince, onların amelleri, ıssız çöllerdeki serap gibidir ki susayan onu su zanneder; nihayet ona vardığında orada herhangi bir şey bulamamış, üstelik yanı başında da (inanmadığı, kendisinden sakınmadığı) Allah'ı bulmuştur; Allah ise, onun hesabını tastamam görmüştür. Allah hesabı çok çabuk görür.” (Nur 39) Bir topluluk vardır ki, samimi olmalarına rağmen farz sınırlarını gözetmeyerek bazı önderlerin arkasından gitmişlerdir. Bunların da kötü bir sona ulaşacaklarını Rabb’imiz kitabında şöyle bildirdi: يوم تقلب وجوههم في النار يقولون ياليتنا أطعنا الله وأطعنا الرسول(66)وقالوا ربنا إنا أطعنا سادتنا وكبراءنا فأضلونا السبيل(67)ربنا آتهم ضعفين من العذاب والعنهم لعنا كبيرا “Yüzleri ateşte evirilip çevrildiği gün: Eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Peygambere de itaat etseydik! derler. Ey Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılar, derler. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânetle rahmetinden kov.” (Ahzap 66-68) ويوم يعض الظالم على يديه يقول ياليتني اتخذت مع الرسول سبيلا(27)ياويلتي ليتني لم أتخذ فلانا خليلا“Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânetle rahmetinden kov. Yazık bana! Keşke falancayı (batıl yolcusunu) dost edinmeseydim!” (Furkan 27-28) Bu ayetlerden anlaşılıyor ki; kişi kimi takip ediyorsa, hangi kitle ile çalışıyorsa, nasıl bir devlete ve idareciye tabii ise, kimi yardımcı edindiyse, kimi dost seçiyorsa onlarla beraber haşrolunacaktır. Eğer Kur’an ve Sünnet ölçü alınıp marufu emreden, münkerden sakındıranlarla beraber olunduğu takdirde Allah Subhenehû ve Teala’nın rızasına nail olabiliriz. Aksi takdirde sonuç, ayetlerde belirtildiği gibi hüsran ile bitebilir. Rabb’imizin, akıbeti kötü olanlar için Kur’an da verdiği misal gerçekten akıllara durgunluk verecek derecededir. Şöyle buyuruyor: انطلقوا إلى ما كنتم به تكذبون(29)انطلقوا إلى ظل ذي ثلاث شعب(30)لا ظليل ولا يغني من اللهب(31)إنها ترمي بشرر كالقصر(32)كأنه جمالة صفر(33)ويل يومئذ للمكذبين “İnkarcılara o gün şöyle denir; Yalanlayıp durduğunuz şeye gidin. Gölge yapmayan ve ateşten de korumayan Cehennem dumanının üç kollu gölgesine gidin. O gölgenin saldığı her bir kıvılcım sanki birer sarı devedir, konak gibide büyüktür. Yalanlamış olanların o gün vay haline.” (Mürselat 29-34) Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem Cehennem ateşinin ısısını şöyle anlatıyor: “Allahu Teala, Cehennemin bin sene yanmasını emir buyurdu. Ta ki ateşi kıpkızıl kesildi. Sonra bin sene daha yakıldı. Ta ki ateş bembeyaz kesildi. Sonra bin sene daha yakıldı. Ta ki ateşi simsiyah kesildi. Binaenaleyh Cehennem simsiyah ve karanlıktır.”(Tirmizi) Ahiret gününde ne kadar korkunç bir son ile karşı karşıya kalabileceğimizin hesabını şimdiden yapmalı ve kendimize bir çeki-düzen vermeliyiz. Allah ve Resulüne teslim olmalıyız. Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur: “İman etmeyenlerin içinde en hafif azabı amcam Ebu Talib’e çektirilir ki, onun ayağına bir terlik giydirilir ve Cehennemin bir katmanında gezdirilir. Ayağından aldığı ısıdan dolayı beyni kaynar. Diğer taraftan azılı kâfirler ateş içinde cezalandırılırken ateşin sıcaklığından dolayı su ister ona bir kâse içinde su verilir, onun içinde kan, irin karışımı vardır. O kâseyi içmek için ağzına yaklaştırdığında, kâsenin içindeki su karışımının sıcaklığından dolayı yüzünün deri ve etleri kâseye dökülür, böyle olmasına rağmen o kişi bu suyu içer çünkü içinde bulunduğu ateş daha sıcaktır.” Şu bir gerçektir ki, Cennet ve Cehennem hakkındaki bütün deliller akla hitap eder ve de her akıl sahibi bu delilleri anlayabilir, ona göre de kendisine bir istikamet seçebilir. Dünya hayatında iman eden ve salih amel işleyenlerin durumu, yukarıda anlatmaya çalıştığımız isyan ehlinin durumundan çok farklıdır. Bu durumu Rabb’imiz mü’minler için nur ve hidayet kaynağı olan Kur’an’ı Kerim de şöyle anlatır: فأما من أوتي كتابه بيمينه فيقول هاؤم اقرءوا كتابي(19)إني ظننت أني ملاق حسابي(20)فهو في عيشة راضية(21)في جنة عالية(22)قطوفها دانية(23)كلوا واشربوا هنيئا بما أسلفتم في الأيام الخالية “Kitabı sağından verilen; Alın kitabımı okuyun, doğrusu bir hesaplama ile karşılaşacağımı umuyordum, der. Artık o meyveleri sarkmış, yüksek bir bahçede, hoş bir yaşayış içindedir. Onlara şöyle denir; Geçmiş günlerde, peşinen işlediklerinize karşılık afiyetle yiyiniz içiniz.” (Hakka 19-24) والذين آمنوا وعملوا الصالحات سندخلهم جنات تجري من تحتها الأنهار خالدين فيها أبدا لهم فيها أزواج مطهرة وندخلهم ظلا ظليلا “İnanıp yararlı iş işleyenleri, içinde temelli ve ebedi kalacakları, içlerinden ırmaklar akan Cennetlere koyacağız. Onlara orada tertemiz eşler vardır. Onları en koyu gölgeliklere yerleştireceğiz.” (Nisa 57) Enes İbn-i Malik’den Peygamber Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle dedi: “Pak ve yüce olan Allah Cehennemliklerin en hafif azaplısına ‘Dünya ve dünyadaki her şey senin olsa şu azaptan kurtulmak için onu fidye eder miydin? buyurur.’ O kul; ‘Evet fidye ederdim.’ der. Allah; ‘Sen ademin sülbünde iken ben senden bu fedakârlıktan daha ehven bir şey istemiştim. Bu bana ortak koşmamandı. (Ravi şöyle dediğini de zannediyorum dedi.) Ben de seni ateşe katmayacaktım. Fakat sen(dünyaya gelince tevhitten) imtina ettin de şirkten ayrılmadın, buyurdu.” Enes İbn-i Malik’den rivayetle Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: “Cehennemliklerden dünya ehlinin en nimetli ve refahlısı olan kimse kıyamet gününde getirilir ve ateşe bir daldırılış daldırılır. Sonra ‘Ya Âdemoğlu, sen hiçbir hayır gördün mü? Sana herhangi bir nimet uğradı mı? diye sorulur. O kul; ‘Hayır vallahi ya Rab, der. Cennet ehlinden olup da en çetin ve meşakkatli hayat süren bir kişi getirilir ve Cennete bir daldırılış ile daldırılır. Müteakiben ona da; ‘Ey Âdemoğlu, sen hiçbir çetinlik ve sıkıntı gördün mü? Sana herhangi bir sıkıntı ve zorluk uğradı mı? diye sorulur. O da; Hayır vallahi ya Rab. Bana asla şiddetli fakirlik ve ihtiyaçtan dolayı fena bir hal arız olmamıştır. Ben asla bir hayat çetinliği ve zorluğu görmedim, der.”(Müslim 2807) İmam Malik İbn-İ Enes, Zeyd İbn-i Estem’den, o da Ata İbn-i Yesar’dan, o da Ebu Said Hudri’den tahsis etti ki, Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle demiştir: “Allah, Cennet ahalisine; ‘Ey Cennet ahalisi’ diye buyurur. Onlar; Ey Rabbimiz ferman buyur, emrini ifaya her zaman hazır ve kullukta daimiz. Hayır, senin iki elindedir’ derler. Allah; ‘Nasıl bu halinizden razı mısınız?’ buyurur. Kullar; ‘Ya Rab nasıl razı olmayalım? Sen bize mahlûkatından hiçbir kimseye vermediğin bunca nimetleri ihsan buyurdun’ derler. Allah; ‘Ben sizlere muhakkak bunlardan daha faziletli ve daha şerefli bir nimet vereceğim’ buyurur. Kullar; ‘Ey Rabbimiz bu nimetlerden daha faziletli ve daha kıymetli hangi nimet vardır ki?’ derler. Bunun üzerine Allah; ‘Ben sizin üzerinize Rıdvan’ımı(Razı ve hoşnut olmamı) indiriyorum ve artık bundan sonra sizlere ebediyen darılmayacağım’ buyurur.” (Müslim 2892) Bu gün ümmet nasıl da topuklarının üzerine dönmüştür! Hiç şüphesiz buna en büyük neden Hilafetin yıkılması ve Şer’i hükmün hayat sahasından kaldırılması ile olmuştur. Ne yazık ki ümmet, İslam’ın öngörmediği işleri yapmakta ve küfür nizamlarından kaynaklanan birçok şeylere itikat eder olmuşlardır. Bunlar; demokrasi, laiklik, kapitalist ideolojiyi, komünizm, tasavvuf, körü körüne şahıslara bağlanma ve onları hüküm koyucu konumuna yükseltme, mantık, felsefe, atalar dini, fayda-zarar, kolay-zor, menfaatçilik, tedricilik, milliyetçilik, vatancılık, heva ve nefsi hüküm koyucu edinme vs. dir. Bunlara daha sonra detaylı olarak değineceğiz. Cennet ve Cehennem hakkında Ebu Said’ten rivayetle Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: “Kıyamet günü Cennet ehli Cennete, Cehennem ehli Cehenneme ayrıldıktan sonra, ölüm aklı, karalı alaca bir koyun suretinde getirilir. Cennet ile Cehennem arasında durdurulur. Müteakiben, Ey Cennet ahalisi! ‘sizler bunu tanıyor musunuz’ denilir. Cennetlikler hemen boyunlarını uzatıp başlarını ona doğru kaldırırlar ve ona bakarlar. Ardından; ‘evet tanıyoruz bu ölümdür’ derler. Sonra, Ey Cehennem ahalisi! ‘sizler bunu tanıyor musunuz’ diye sorulur. Onlar da başlarını kaldırıp bakarlar ve ‘evet tanıyoruz bu ölümdür’ derler. Bunu takiben koyun suretindeki ölümün Cennet ile Cehennem arasında kesilmesi emrolunur ve derhal boğazlanır. Bundan sonra Ey Cennet halkı! ‘Cennette ebedi yaşayacaksınız artık ölüm yoktur. Ve Cehennem halkı sizler de karargâhınızda ebedisiniz, artık ölüm yoktur’ denilir.” Bundan sonra Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem şu ayeti okudu: وأنذرهم يوم الحسرة إذ قضي الأمر وهم في غفلة وهم لا يؤمنون(39)إنا نحن نرث الأرض ومن عليها وإلينا يرجعون“Ey Muhammed! Hala gaflet içinde bulundukları ve hala inanmayanları, onları, işin bitmiş olacağı o haslet günü ile uyar. Şüphesiz biz bütün yeryüzüne ve üzerinde bulunanlara varis olacağız. Onlar bize döneceklerdir.” (Meryem-39-40) Efendimiz bu ayeti okurken eliyle dünyaya işaret etmiştir. (Müslim 2849) ونادى أصحاب النار أصحاب الجنة أن أفيضوا علينا من الماء أو مما رزقكم الله قالوا إن الله حرمهما على الكافرين“Cehennem ehli, cennet ehline: Suyunuzdan veya Allah'ın size verdiği rızktan biraz da bize verin! diye seslenirler. Onlar da: Allah bunları dinlerini alay ve eğlenceye alan, dünya hayatına aldanan inkârcılara ikisini de haram kılmıştır, derler.” (Araf 50) Buraya kadar aktardıklarımızdan da anlaşılacağı gibi Ahiret günü hesap, haşru neşr’in gerçekten çok çetin geçeceğidir. Rabb’imiz şöyle buyurmuştur: ألا يظن أولئك أنهم مبعوثون(4)ليوم عظيم(5)يوم يقوم الناس لرب العالمين “Bunlar, büyük bir günde tekrar dirileceklerini sanmıyorlar mı? O gün insanlar âlemlerin Rabbinin huzurunda dururlar.” (Mutaffifin 4-6) ياأيها الناس إن وعد الله حق فلا تغرنكم الحياة الدنيا ولا يغرنكم بالله الغرور “Ey insanlar! Allah'ın vadi gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. Allah’ın affına güvendirerek sizi ayartmasın!” (Fatır 5) “Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve herkes, yarına ne hazırladığına baksın. Allah'tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. Allah'ı unutan ve bu yüzden Allah'ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir. Cehennem ehliyle cennet ehli bir olmaz. Cennet ehli, kurtuluşa erişenlerdir.” (Haşr 18-20) Ey Âdemoğlu! Öyle bir mahkemeden geçeceksin ki orada torpil yok, aracı yok, rüşvet yok, Allah Subhenehû ve Teala izin vermezse şefaatçi yok, her yönden çepeçevre kuşatılmışsın, yaptığın her iş ve sözde, beş ayrı şahit ile Yüceler Yücesi Allahu Teala’nın mahkemesine geleceksin. Gel yol yakınken, yaşarken, kendi kendini muhakeme et... Yol yakınken hidayete tabi ol, kalıcı olan nimetlere bağlan, talep et... Allah Subhenehû ve Teala katında hayırlı olan nimetlere bağlan. Allah’a ve Allah’tan gelen iman ve yaşam esaslarına sımsıkı sarıl, akideni yeniden gözden geçir, kontrol et, amellerinin ölçüsünü nereden alıyorsun ona bir bak, yanlışsa o ölçüleri terk et, tövbe et. Böylece ahiret gününde yüzleri ağıranlardan ol, yüzleri kararanlardan değil. Şunu bil ki; Allah Subhenehû ve Teala’yı asla kandıramazsın. Sözünde özünde dosdoğru ol. “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” ilahi emrine Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem sımsıkı sarılmıştı sende rehberini takip et, ona uy.
Kurani Kerim Tefsiri
Duanın şartlarını yerine getirmek gerekir.Duanın kabul olmasını istiyorsak. Sen namazı kılma sonrada kabul edilmesi için dua edersen, kabul olmayacağını bildiğin gibi.. Allah kendi isteğini bile şartlara bağlamış.Rad.11 deki gibi. "Herhangi bir toplum tutumunu değiştirmedikçe, Allah onun konumunu değiştirmez." Yüce Allah'ın onları kendi emrine göre hareket eden korucularla izletmesi, onların hem şahısları hem de durumları açısından meydana getirdikleri değişiklikleri gözetlemek ve bu değişikliklere uygun olarak onlar hakkındaki hükmünü yürürlüğe koymaktır. Çünkü yüce Allah insanlara verdiği nimeti ya da azabı, üstünlüğü ya da alçaklığı, onurluluğu ya da ezilmişliği, onlar, düşüncelerini davranışlarını ve pratik hayatlarını değiştirmedikçe değiştirmez. Yüce Allah onların şahısları ve davranışları açısından meydana getirdikleri değişiklikler doğrultusunda onların durumlarını değiştirir. Gerçi, yüce Allah daha olmadan ne olacağını bilir. Ne var ki, onlara ilişkin hüküm, onların davranışlarına göre olacaktır ve bu hüküm yaşanan değişiklikle aynı zamanda gerçekleşecektir. Kuşkusuz bu, insana ağır bir sorumluluk yükleyen bir gerçektir. Yüce Allah'ın iradesi ve buna ilişkin yasası, insanlar hakkındaki iradesinin yine bu insanların davranışları yönünde gerçekleşmesi şeklindedir. Bu konudaki yasasını, onların bu yasaya karşı takındıkları tavır uyarınca yürürlüğe koyması yönündedir iradesi... Bu konuya değinen ayet gayet açıktır ve yoruma ihtiyaç bırakmamaktadır. Bu ayet yüklediği sorumluluğun yanında, bu insana verilen değeri de göstermektedir. Yüce Allah iradesini yürürlüğe koymayı insanın davranışlarına bağlamakla ona büyük bir değer vermiştir. İlke belirlendikten sonra ayetlerin akışı, yüce Allah'ın bir toplumun durumunu kötülüğe doğru değiştirmesini gözler önüne sermektedir. Çünkü onlar ayetten anlaşıldığına göre, durumlarını kötülüğe doğru değiştirmiş, Allah da onlara kötülüğü dilemiştir. http://www.enfal.de/Kuran-Tevsiri/Kuran_Tefsiri.htmBağlantı
Daha Eski
Bayram Zamanı, Hüseyin ALAN, Küre Medya, Bu küreye dair ne varsa...
Bir günlük ömrü olanlar kendi zamanını iyi değerlendirirse, iyi değerlendirilmeyen bin yıllık zamandan daha kıymetli işler yapmış olurlar. O sebeple "daha ter-ü tazeydi, çok gençti, henüz hayatının baharındaydı, bu ölüm adaletsiz olmadı mı" gibi itirazların kıymeti harbiyesi yoktur. Bu insanın en büyük zaafı ve aczidir. Zira kime ne zaman verildiyse onun için hak olan, adil olan odur. Bunu biz bilmeyiz Allah bilir. Değerini bilmek ya da bilmemekse kula aittir. Zamanı heder edenlerin ölüm anında ve ahirette hakikatle yüzleşip akıbetini gördüklerinde ilave zaman isteyenlere karşılık "siz zaman verilenlerdendiniz" ilahi cevabı bunu ifade ediyor. Yani zamanın kullanılış biçimi azlık veya çoklukla ilgili değildirBağlantı
Ferasetli bir duruş sergileyememek ilim eksikliğinden kaynaklanan bir mevzu mudur diye sorabiliriz. Bana göre ilmi anlamda ciddi tartışmamız ve açıklığa kavuşturmamız gereken meseleler olmasına karşın esas sorun bilgi sorunu değildir diye düşünüyorum. Ciddi bir karakter sorunumuz var. Niçin samimi değilizin cevabı da karakter sorununun içinde aranmalıdır. Bugün bizlerin karakterini inşa eden şey vahiy değildir. Çünkü beslenme kaynağımız ondan daha ziyade başka şeylerdir. Allah'tan başka ilah olmadığına inanmak yapılan bütün işlerin ve atılan bütün adımların onu razı etmeye dönük eylemler olmasına bağlıdır. O'nun razı olacağı eylemler de kuşkusuz vahyin alanına dahil olan eylemlerdir. Artık güce, prestije, kitlelere ve koca koca kurumlara binalara tapınan islamcılar çağındayız. Sayısal olarak daha fazla olan cemaaat, parasal olarak daha zengin olan cemaat diğerinden daha fazla iktidar sahibi olduğuna inanmakta. Medyada daha fazla boy gösterenler daha fazla üretken olduklarına inanmakta. Artık kalite dediğimiz şey söylenilen şeyin vahyin içeriğine uyumlu olmasıyla değil daha fazla insanlarca kabulüne endekslenerek belirlenir olmuştur. Artık hakikat yerini realiteye ve iktidarın dayanılmaz hafifliğine terketmiş durumdadır. İktidarın sofrasında oturanlar onlarla gülüp eğleşenler nasıl olacak da zulme karşı direnişin ateşleyicileri olabilecektir? Sisteme doğru koşanlar sistemin çekim alanına girerek nasıl zulmü bertaraf edecek karakteri ortaya koyabilecektir?
MÜSLÜMAN AKLIN ÖZGÜRLEŞMESİ
Bilişim teknolojilerinin yeryüzünde ulaşmadığı hiç bir noktanın kalmadığı, genç kuşakların bu teknolojilere sahip olan bir sistem tarafından yönlendirildiği/biçimlendirildiği bir zamanda, toplumlarımızın zihinsel-düşünsel kültürel alanlarda her şeyi yeniden düşünmeleri ve tartışmaları gerekiyor. önceliklede şuradan başlamak gerekiyor... Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Her var olanın bir ustası vardır.Kaidesinden yola çıkarsak. Bu kainatta kendi kendine oluşmuş bir şey olmadığına göre o zaman bu kainatıda bir yaratıcı yaratmış dolayısı ile benide.(insanlığı) O zaman bu yaratıcının beni yönlendirmesi ,Kullanma klavuzu vermesi lazım Normal hayatın akışında yaratıcı ile insanlar arasında ki aracıya peygamber denmiş. o zaman en son peygamberlik iddiasında bulunan kişinin getirmiş olduğu kontrata anlaşma şartlarına bakacağız. (Sonuncusu geçerlidir kaidesinden) (Kader) Sonuncusu Muhammed olduğuna göre onun getirdiği kontratda insanlığa bir rest çekiş meydan okuma var. Yoksa, 'Onu Muhammed uydurdu' mu diyorlar? Onlara de ki; 'Eğer doğru söylüyorsanız, Kur'an'a benzer bir sure ortaya getiriniz, bu konuda Allah dışında kimleri yardıma çağırabilecekseniz, çağırınız. Yunus*38 Aradan bin dört yüz yıl geçmiş hala bir ses yok . Peki şimdi yapsınlar şimdi teknik bir çağdayız her şey eloktronik çoğu şeyi harflerin ve rakamların karışımından yapıyor proğram yapıcıları. o zaman kuran ayetlerinide getirsinler.? Allah kainatı elementlerden yarattığı gibi kuranıda harflerin karışımından yaratmıştır. Diyebilir birileri evet bizimde demokrasimiz var. o zaman demokrasiye ve Muhammedin getirdiği şartlara bakılır.Bu insan fıtratına uygunmu diye. örneğin; Mal can ve namuz konusunda kim ne diyor diye. (Şartlar. Eşyadaki özelliklere uygun düşmesi lazım) Dolayısı ile.. Muhammedin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun.(ölüm cezası veriyor) Demokrasinin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun değil.(Taraf.Aklın üstününden.Hevadan,zenginden) (Halbuki insandaki fıtrat kendisinin olanı kendi isteği dışında bir başkasıyla paylaşmak istemez) olduğu anlaşıldığından fıtrata uygun olan alınır. Dolayısı ile Muhammedin getirmiş olduğu şartlar Yaratıcının gönderdiği şartlar olarak kabül görür. Yaratıcıya ve son peygamberine inanmak vakaya mutabık olur ve Muhammedin getirmiş olduğu şartların bir tanesinin gereği kişi Müslüman olur ve yaratıcının vaadi gereği cenneti kazanmış olur. Kişi bu vaadi elinde tutabilmek için Muhammedin getirmiş olduğu yaratıcının tarifini onaylaması lazım. Yaratıcının kırmızı çizgisi şirktir.(Allah'ın tarifi) (Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'ın da Rabbi olan Allah onların uydurdukları noksan sıfatlardan yücedir, münezzehtir.zuhruf*82 O tarifde budur.) Bu olayı bilen şeytan Medya veya diğer yollarla kafir kişinin Allah tarifini onaylattırarak kişiyi Müslümanım diye diye cehennemin bir başka kapısından içeri atıyor. ***************************************************************** "Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım." "Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın." (Allah) buyurdu: "Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. And olsun ki,onlardan sana kim uyarsa, (bilin ki) sizin hepinizden (derleyip) cehennemi dolduracağım." (A'RAF/16-18) Şeytan Müslüman kılıfına bürünüp prof etiketiyle Atv ve flastv gibi kanallarda Nihat hatipoğlu,Cübbeli Ahmet gibi kişiler vasıtasıyla şu Allah tarifini sunuyor eğer sen onların söylemiş olduğu Akideyi benimser ve onaylarsan Kafir oluyor ve ebedi cehenneme gidiyorsun.Her ne kadarda diğer islamın şartlarını yerine getirsende. Ey insanlar, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın şeytan, sizi Allah'ın affına güvendirerek ayartmasın.Fatır.5 MÜSLÜMANLARIN VE KAFİRLERİN ALLAH TARİFİ,TANIMI..SEN BU TARİFİN NERESİNDESİN? http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbBağlantıİslam medeniyetinin gerçek kıldığı düşünsel-kültürel-entelektüel çoğulluğun bugün yerinde yeller esiyor. Merak, sorgulama ve keşfetme yetisini kaybeden geleneksel bünye, bağnazlıklara yöneliyor. Bi…
ÖNEMLİ OLAYLAR: Ey insanoğlu..
Ey insanoğlu..Üç kuruşluk hesabın sağlamasını yapıpta en önemli olan ebedi hayatın sağlamasını sana yaptırmayan ne ?Bir sağlama yap bak bakalım hangi katagoridesin senin yaratanın nezdinde.http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/05/ey-insanoglu.html?spref=fbBağlantıEy insanoğlu..Üç kuruşluk hesabın sağlamasını yapıpta en önemli olan ebedi hayatın sağlamasını sana yaptırmayan ne ?Bir sağlama yap bak bakalım hangi katagoridesin senin yaratanın nezdinde.http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/05/ey-insanoglu.html?spref=fb
277) Şeriatsız Olamayız - Hayat Rehberi - Nureddin YILDIZ
SAHİH BİR İSLÂMÎ KİTLE İLE ÇALIŞMANIN FARZİYETİ Hilâfetin yıkılmasından itibaren Müslümanların vakıası/durumu gittikçe kötüleşti. Müslümanların bir uzvu acı çektiğinde diğer uzuvları ona koruma kollama ile ortak olan bir tek vücut gibi birbirine kenetlenmiş bir ümmet halindeyken, kanları, canları birbirine denkti, hepsi de kendi dışındakilere karşı dururlardı. Daha sonra parçalandılar. Kâfirler onlardan bazılarına saldırdıklarında diğerleri seyirci oldular, sanki o mesele onları alakadar etmiyormuş gibi. Müslümanlar güçlü bir tek devlet iken dünya o devletin karşısında bin bir hesap yapıyordu. Daha sonra onlar zayıf, peyk ve ajan, uşak devletçikler ve siyasi varlıklar içinde yaşamaya başladılar. Azgın tamahkârlar gözlerini onlara dikmekteler, sömürgeci kâfirler servetlerini çalmaktalar. Muhakkak ki; Müslümanların halinin fasid/bozuk oluşunun ve zayıf oluşlarının sebebi, bir hayat nizamı olarak İslâm’ı terk etmiş olmaları daha sonra da aralarındaki ilişkilerde beşeri nizamların hakim oluşuna sükût etmeleridir. Müslümanların halinin bu fasid/bozuk vakıasını değiştirmek ise mucizelerden bir mucize değildir, fakat Müslümanların yapabilecek durumda oldukları mümkünattandır. Nitekim Allahu Teâla bu amaç için metot ve hükümler koymuştur. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ve ashabı da o metot ve hükümler doğrultusunda seyretmişler, yürümüşler ta ki; İslâm Devleti’ni kurarak cahiliyye toplumunu bir İslâmi topluma dönüştüresiye kadar. O İslâm Devleti de, dünyanın büyük bir kısmını dar-ul küfürden/küfür ülkesinden dar-ul İslâm’a/İslâm ülkesine dönüştürmüştür. Nitekim, fasid münker vakıayı değiştirmenin Müslümanlara farz olduğuna delalet eden birçok şer'i nass gelmiştir. Allahu Teâla şöyle buyurmuştur: والمؤمنون والمؤمنات بعضهم أولياء بعض يأمرون بالمعروف وينهون عن المنكر "Mü’min erkek ve mü’min kadınlar birbirlerinin velisidirler. Marufu emrederler, münkerden nehyederler.” (Tevbe: 71) Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem de şöyle buyurdular: “Sizden kim bir münker görürse onu eliyle değiştirsin, gücü yetmezse diliyle değiştirsin, ona da gücü yetmezse kalbiyle değiştirsin (buğz etsin). Bu ise imanın en zayıfıdır.” (Müslim, İman, 70) “İleride bir takım yöneticiler olacak. Tanıyacak/farkında olacaksınız ve inkâr edeceksiniz/yereceksiniz. Kim farkında olursa suçsuzdur, kim inkâr ederse kurtulmuştur. Fakat kim razı olur ve tabi olursa …” (Müslim, İman, 3445) Bu nasslar, Müslümanlardan gördükleri herhangi bir münkeri değiştirmelerini kesin bir taleple talep etmektedirler. Bu değiştirmeyi güçlerine göre ya el ile yani eylem ile ya dil ile yani söylem ile ya kalp ile yani hoşnutsuzluk ile yapmalılar. Ancak ortada münkerlerin en büyüğünden birisi vardır ki o da, İslâm dışı yönetimlerin hâkimiyetinin neticesi olan Müslümanların hayatlarının fesad/bozuk oluşudur. Nitekim Allahu Teâla Müslümanlardan onun değiştirilmesi için çalışmalarını talep edip bu çalışmayı farz-ı kifaye kılmıştır. Allahu Teala şöyle buyurdu: إن الله لا يغير ما بقوم حتى يغيروا ما بأنفسهم “Muhakkak ki Allah, bir toplum bünyesinde olanı değiştirmedikçe o toplumun halini değiştirmez.” (Ra’d: 11) Bu, sabitliğine ve önemine delaletini haber verme sigasıyla gelen bir taleptir. Nitekim bu, Allahu Teâla’nın yaratmış olduğu varlık yasalarından bir yasa olmuştur. Bu yasa, insanların kitle olarak değiştirmek için çalışmalarını gerekli kılmaktadır. Ta ki; Allahu Teâla onlarda olanı (yani hallerini) değiştirsin. Buna, ayetin çoğul sigasıyla gelen lafızları delalet etmektedir. "Kavim/toplum", “onlar değiştiresiye”, "bünyeleri" kelimelerinde olduğu gibi. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem de şöyle buyurdu: “İçlerinde Allah’a isyanların işlendiği bir toplum bu durumu değiştirmeye güçleri yettiği halde değiştirmezlerse, Allah’ın hepsini toptan cezalandırması yakındır.” (Ebu Davud) Bu, toplumdan içinde yaşadığı fasid vakıayı değiştirmelerinin kesin talebidir. Eğer bunu yapmazlarsa Allahu Teala onların hepsini de cezalandırır. İster o Allah’a isyanları işlesinler, ister işlemesinler fark etmez, herkes aynı cezaya müstahak olur. Çünkü onlar, değiştirmeye güçleri yettiği halde farz-ı kifayeyi yapmaya katılmadılar. Zira münkeri değiştirmek/ortadan kaldırmak Müslümanların üzerine farzdır. Ortada bir münker vardır ki onu fert tek başına değiştiremez, birbirinden kopuk fertler de değiştiremezler. Hilâfet Devleti’nin olmayışından dolayı bugün içinde yaşadığımız fasid vakıa gibi. Allahu Teala bu münkerin değiştirilmesi için topluma bir metod koymuştur. Bunu da Müslümanlara aralarından, Hilâfet Devleti’ni tekrar kurmak için çalışan bir kitle oluşturmalarını farz kılarak yapmıştır. Allahu Teala şöyle buyurdu: ولتكن منكم أمة يدعون إلى الخير ويأمرون بالمعروف وينهون عن المنكر وأولئك هم المفلحون “İçinizden hayra davet eden, marufu emreden ve münkerden nehyeden bir kitle olsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Al-i İmran: 104) Bu ayette kesin emir, Müslümanlardan İslâm’a davet eden, marufu emredip münkerden nehyeden bir kitlenin oluşturulmasına yönelmiştir. İslâm’a davet; akidesi ile nizamı ile hayat vakıasında İslâm’ı hakim kılmak için çalışmayı gerekli kılar. Bu ise, onu tatbik eden ve bütün insanlara taşıyan bir devlet olmadıkça olmaz. Böylece talep edilen kitlenin yükümlülüğü Hilâfet Devleti olan bu devleti kurmak için çalışmak olmaktadır… Nitekim Müslümanlardan kitle olarak marufu emretmelerini, münkeri nehyetmelerini kesin bir taleple talep eden, bunu yapmadıkları zaman Allahu Teâla’nın onları dünya ve ahirette cezalandıracağını haber veren Nebevi hadisler de gelmiştir. Rasul Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle demiştir: “Nefsim elinde olan Zat’a yemin olsun ki ya marufu emreder ve münkerden nehyedersiniz ya da Allah’ın, katından size bir (genel) ceza göndermesi yakındır. O zaman O’na dua edip yalvarırsınız da O duanızı kabul etmez." (Tirmizi) “Muhakkak ki insanlar münkeri gördüklerinde onu inkâr etmezlerse Allah’ın onları genel bir şekilde cezalandırması yakındır.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned) “Allah’a yemin olsun ki, ya marufu emreder münkerden nehyedersiniz, zalimin elini tutarsınız (zulümden alıkorsunuz) ve onu zorla da olsa hakka boyun büktürür ve hak üzere kalmasını sağlarsınız ya da Allah kalplerinizi birbirine benzetir sonra da İsrail oğullarını lanetlediği gibi lanetlenirsiniz.” (Ebu Davud, Melahim, 3774) Şu halde dünyada ve ahirette Allah’ın azabından kurtulmak istiyorlarsa, Müslümanların üzerlerine düşen vazife; İslâm’ı tekrar hayata devlet ve nizam olarak hakim kılmak maksadıyla İslâm’ın değiştirme metoduna uyarak içinde yaşadıkları münker vakıayı değiştirmek için çalışmaya hemen başlamalarıdır. Allahu Teâla’nın farz kıldığı ve Resulünün açıkladığı bu metod; mescitler inşaat etmek, Kur’an-ı Kerim ezberletmek, hac, umre ve sadakayı artırmak ile olmaz. Her ne kadar bütün bunlar devlet ve fertlerden Şer’an talep edilmiş olsalar da o metod değildirler. Allahu Teâla’nın farz kıldığı ve Resulünün Sallallahu Aleyhi Vesellem açıkladığı metod; Müslümanlar arasından, Hilâfet Devleti’ni kurarak, İslâmi hayatı tekrar başlatmak için çalışan bir kitle örgütlemektir. Bu kitlenin faaliyeti ise; fikrî çatışma, siyasi mücadele ile olur. Fikrî çatışmadan kasıt; İslâm dışı bütün inanç, fikir ve mefhumlara karşı çıkmaktır, toplumda mevcut İslâm dışı esaslar üzerine kurulu bütün ilişkilere karşı çıkmak, sonra da İslâmi bir toplum olması için topluma hakim olması gereken İslâm’ın fikirlerini, mefhumlarını ve hükümlerini açıklamaktır. Siyasi mücadeleden kasıt ise; hayatın bütün yönlerinde İslâm’ı tatbik etmeyen yöneticilere karşı çıkmaktır. İslâm ümmetine karşı tertip ettikleri hilelerini, entrikalarını ve planlarını açığa vurmak, iltifat ve dalkavukluk yapmadan cesaretle onları muhasebe etmektir. Ta ki ümmet İslâm üzere uyansın, bilinçlensin ve Hilâfet Devleti’ni kurarak İslâm’ı hayata tekrar hakim kılmak için çalışan kitleyi bağrına basar hale gelsin. Allahu Teâla, Resulü Sallallahu Aleyhi Vesellem’e şöyle hitap ediyor: ياأيها المدثر(1)قم فأنذر “Ey örtüsüne bürünen! Kalk ve uyar! (Müddessir: 1-2) فاصدع بما تؤمر وأعرض عن المشركين “Sana emrolunanı açıkça söyle ve müşriklerden yüz çevir." (Hicr: 94) Bu ayetlerde Rasul Sallallahu Aleyhi Vesellem’e olan hitap her zamanda bulunan Müslümanlara da hitaptır. Şu halde onlara düşen, devlet kurasıya kadar Rasul Sallallahu Aleyhi Vesellem’in yaptığı işleri onların da yapmalarıdır. Ta ki kendi ellerinden gasbedilen otoriteleri tekrar kendilerine dönsün, sonra da Allah’ın Kitabı ve Resulünün Sünneti üzerine bir Hâlifeye biat etsinler. Allahu Teâla’nın; ولتكن منكم أمة يدعون إلى الخير ويأمرون بالمعروف وينهون عن المنكر وأولئك هم المفلحون “İçinizden, hayra (İslâm’a) davet eden, marufu emreden ve münkerden nehyeden bir grup bulunsun." (Al-i İmran: 104) ayetindeki kesin talebine icap edip İslâmi fikir üzerine örgütlenmiş olan ve Allah’ın farz kıldığı, Resulünün açıkladığı metod içindeki merhaleleri geçen, Müslümanlar içinde uyanık, bilinçli bir grup olmasına rağmen uğruna çalıştığı hedef henüz gerçekleşmemiştir. O hedef ise, Hilâfet Devleti’nin tekrar kurulmasıdır. Bu durum, yukarıda nasslarda geçen Müslümanlardan kesin talebin gereğini halen geçerli kılmaktadır. Şu halde Müslümanların hemen bu kesin talebe icabet etmek için koşmaları gerekir. Şer'i şartlara haiz bir kitle ile örgütlenip onunla beraber içinde yaşadıkları fasid vakıayı değiştirmek için çalışmaları gerekir. Aksi halde, dünya ve ahirette Allah’ın cezasına müstahak günahkarlar olurlar. Bu metod, kendisine tabi olunması farz olunmasına ilaveten; onun dışındaki metodlara tabi olarak seyredenler açıkça başarısız olmuşlardır. Bu ise ümmeti; bütün hareketlere şüpheyle bakmasına, onların eliyle değiştirmenin imkânsız olduğunu düşünmesine, hatta onların içinde samimi olanların eliyle dahi imkânsız olduğunu düşünmesine sevk etmiştir. Ümmet, bütün bunları samimi hareketin ümmetten ayrılmaz bir parça olduğunu Hilâfet Devleti’ni kurarak fasid vakıayı değiştirmek için beraber çalışmak uğruna kendisini bağrına basıp liderliğini kendisine verdiği samimi ideolojik bir kitle ile ancak köklü değişimin ya da kalkınmanın mümkün olacağını idrak etmeksizin yapmaktadır. O halde biz Allahu Teala’ya karşı takvalı olalım. İçinde yaşadığımız vakıayı, Hilâfet’in tekrar kurulması için daveti yüklenenlerden uyanık, bilinçli samimi olanlarla beraber örgütlenerek değiştirmek için ciddi bir şekilde hemen çalışmaya başlayalım. Ta ki dünyanın izzetine, şerefine ve ahiretin sevabına nail olalım ve Allahu Teâla’nın Resulünün Sallallahu Aleyhi Vesellem şu hadisinde kastettiği kişilerden olalım: "Muhakkak ki Din garip olarak başlamıştır ve tekrar garip olarak gelecektir. Müjdeler olsun o garipleredir ki onlar, benden sonra Sünnetimden insanların ifsad ettikleri/bozdukları hususları düzeltirler.” (Tirmizi, İman, 2554) 1924 yılında “Atatürk” diye isimlendirilen, İngiliz ajanı yahudi Mustafa Kemal, İngilizlerle işbirliği yaparak Müslümanların 13 asır kendisi ile yönetildiği yönetim nizamı Hilâfet’in yıkımını ilan etti. Onun yerine beşerî küfür sistemini ilan etti. Bununla birlikte Müslümanların risaletini taşımaktan geri kaldıkları, davalarından yüz çevirdikleri bir dönem başladı. Böylece Müslümanlar kâfirler için bir yağma alanı olup tam anlamı ile paramparça oldular. Ülkeleri parçalandı. Mal varlıkları gasp edildi. Kendi amaçlarına hizmet etmeleri ve Müslümanlar üzerinde bekçileri olmaları için Müslümanların başlarında kâfirlerin tayin ettiği idareciler/emirler çoğaldı. Böylece onlar ümmete zillet ve aşağılanmanın çeşitlerini tattırdılar. Ümmeti açık küfürle yönettiler. Sorunlarını ümmetin düşmanlarının ellerine teslim ettiler. Bu durum sizin şunları görmenize kadar ulaştı: Düşmanlarınız sizi hakir görüp, siz dininizden uzaklaşasıya kadar size meydan okuyor ve ülkenizde saldırılara maruz kalıyorsunuz. Hilâfetin yıkımı, bu Yahudi'nin ilga edilişini ilan ettiği gün olmamıştır. Bilakis onun yıkılış süreci Müslümanların dinlerini anlamakta gafil olup ona, ondan olmayan küfür fikirleri ve hükümlerinden bazı şeyler katmaya başladıkları, Kur’an lügatı olması vasfıyla Arapça’dan yüz çevirmeye başladıkları günden itibaren başlamıştır. Böylece dilleri yabancılaştı. Anlayışları bozuldu. Doğru anlayışa muhalif olanı ya da heva heves eğilimlerini cezbedeni uygulamaya başladılar. Böylece ümmete, esası üzerine Hilâfet Devleti’nin kurulduğu ideolojiyi anlamakta zafiyet ve tatbikinde çatlaklıklar isabet etti. Doğal bir netice olarak da kalkınmanın rükunları sarsıldı. Hilâfet parçalanıp her bir parçasının başı, kâfirlerin çıkarlarının emin bekçisi, ümmeti çeşitli belalara duçar eden haini oldu. Müslümanlar olarak şunları idrak etmemiz gerekir: Ümmet, ideolojisinin anlayışı ve tatbikinde ihsana ulaşmadıkça kalkınmaz. Ümmet, yasamayı heva hevese terk etmiş halde iken ideolojisi ile ilgili anlayışını düzeltmesi mümkün olur mu? Ya da o, ideolojisinin kapsamına küfür fikirlerinden demokrasi ve ondan fışkıran hürriyetler gibi fikirleri katma gayreti ve hevesi içindeyken ümmetin ideolojisi ile ilgili anlayışının düzelmesi mümkün olur mu? Ya da ideolojisini anlamanın şartlarından olan Şer'î ilimleri ve Arapçayı ikmal etmeden ideoloji anlayışının düzelmesi mümkün mü? Kendisi ile İslâm’i hayatın tekrar başlayıp; İslâm davetinin aleme cihad ve hüccet ile taşınacağı Hilâfet Devleti olmadan İslâm’ı tatbik etmek mümkün olur mu? O halde Allahu Teala’nın şu sözüyle size emrettiği Allah’ın sultasına-otoritesine davet edene uyun! ومهيمنا عليه فاحكم بينهم بما أنزل الله ولا تتبع أهواءهم عما جاءك من الحق “Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet/yönet. Haktan sana geleni bırakıp da onların arzularına uyma.” (Maide: 48) Huzeyfe Radiyallahu Anha’dan rivayetle Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur: “Nübüvvet aranızda Allah’ın kalmasını istediği kadar kalacaktır. Sonra Allah onu kaldırmayı dileyince kalkacaktır. Sonra Nübüvvet metodu üzerinde Hilâfet olacaktır. Allah’ın dilediği kadar kalacak ve sonra Allah kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra eziyet çektirici bir otorite olacaktır. Allah’ın dilediği kadar kalıp Allah kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra despot bir yönetim olacaktır. Allah’ın dilediği kadar kalıp Allah kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Daha sonra da Nübüvvet metodu üzere Hilâfet olacaktır.” Sonra sustu." (Ahmed b. Hanbel, Müsned Kufiyyîn, 17680) O halde, Rabbinizin size vaad ettiği ve Resulünün sizi kendisiyle müjdelediği şey için çalışın! Zira dünya ve Ahiretin hayrı ondadır. ياأيها الذين آمنوا استجيبوا لله وللرسول إذا دعاكم لما يحييكم واعلموا أن الله يحول بين المرء وقلبه وأنه إليه تحشرون "Ey iman edenler! Allah ve Resulü sizi size hayat verene davet edince onlara icabet edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz kesinlikle O’nun huzurunda toplanacaksınız.” (Enfal: 24) http://islamdevleti.info/sohbet/Sahih_Bir_Islami_kitle_ile_Calismanin_Farziyeti.htmVideoSosyal Doku Vakfı & Derneği -Web sitelerimiz: l http://www.sosyaldoku.com/ l http://www.sosyaldoku.tv l http://www.fetvameclisi.com l http://www.ailehayati.c...
OKU,ÖĞREN;İSTİKAMETİNİ BELİRLE...: Önce şirk geliyor, sonra zina, sonra da adam üldürmek.Esas...
İradenin zaafa kapıldığı fuhşun cazibesinden fertleri korumaktır. Bunun için kasda mebnî olmadan göze ilişen ilk bakışdan sonra ikinci bakış haram kılınmıştır. Ve bunun için kadın erkek karışıklığı zaruret hududlarımn ötesine geçirilmemiştir. Ve işte bu yüzden süsün dışarıya gösterilmesi, hatta yolda yürürken bile kokunun dışarıya sirayet etmesi haram kabul edilmiştir. Ve İslâm’ın tertemiz hayatında aldatıcı işaretler, dikkat çekici gülüşler ve hareketler tamamen yasaklanmıştır. Bu din; insanları önce fitne ile yüzyüze getirip sonra da mukavemet göstermeleri için ruhlarına baskı yapmayı ve böyle bir ağırlığı asla hoş karşılamaz. Bu din; hudud koymadan, cezaları belirtmeden önce kötülüklerden korunma usullerini belirtir. Bu din; vicdanları koruma, duygu ve hisleri himaye etme, azalan muhafazayı nazari itibara alır. Ve «şüphesiz. Ki Rabbin yarattığı şeyleri çok daha iyi bilir... Ve O Latif ’dir, Kadir'dir »BağlantıBAKIŞ AÇISI..VE PAKETİ..Önce şirk geliyor, http://seyyitkutubtefsiri.blogspot.nl/2016/05/once-sirk-geliyor-sonra-zina-sonra-da.htmlŞEYTANIN GİZLENDİĞİ KÖŞE BAŞI...!http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/05/seytanin-gizlendigi-kose-basi.html Demokrasi Şeytanın dini,İslam Allah'ın dini.http://huseyinsas.b…
EY GENÇLİK,SAHABEDEN ELLİ KAT FAZLA SEVAP KAZANMAYA VARMISIN.?
EY GENÇLİK,SAHABEDEN ELLİ KAT FAZLA SEVAP KAZANMAYA VARMISIN.?VideoEY GENÇLİK,SAHABEDEN ELLİ KAT FAZLA SEVAP KAZANMAYA VARMISIN.?
ÖNEMLİ OLAYLAR: Otarite olmadan nasıl disiplin sağlanamazsa İslam Devleti olmadanda islamın...
Otarite olmadan nasıl disiplin sağlanamazsa İslam Devleti olmadanda islamın hakimiyeti sağlanamaz. RAŞİDİ HİLAFET DEVLETİ VE CİHAD... RAŞİDİ HİLAFET İSLAM DEVLETİNE GİDEN YOL PAKETİ...! SİLAHLA DEĞİL TARİHİ KİTAPLARLA DEVLETLERİ FETH EDEN ORYANTALİSLER,MÜSTEŞRİKLER. İşte bu yöntemle kişilerin yönünü belirliyorlar.sonrada gelen nesillerden çıkan alim veya liderler virüslü olarak fikirlerini yayıyorlar. AŞAĞIDAKİ LİNKLER SENİ DOĞRU HEDEFE GÖTÜRÜR. https://www.dailymotion.com/video/x2yju8y#user_search=1 İslam Devleti Takiyyuddin en Nebhani 001 Hadis VE DEVAMI https://www.youtube.com/watch?v=m0r4CH7qbrc&list=PLr342JFErS76u5CDh7Yq5gADyDiArjk1M&index=4BağlantıOtarite olmadan nasıl disiplin sağlanamazsa İslam Devleti olmadanda islamın hakimiyeti sağlanamaz.RAŞİDİ HİLAFET DEVLETİ VE CİHAD...RAŞİDİ HİLAFET İSLAM DEVLETİNE GİDEN YOL PAKETİ...!SİLAHLA DEĞİL TARİHİ KİTAPLARLA DEVLETLERİ FETH EDEN ORYANTALİSLER,MÜSTEŞRİKLER.İşte bu yöntemle kişilerin yönünü bel…
ÖNEMLİ OLAYLAR: DEVLET ADI ALTINDA ÇÖREKLENMİŞ ŞEYTAN...!
DOSTUNU DÜŞMANINI BELİRLEKİ HEDEFE VARASIN...! İNSAN CİNSİNİN EN BÜYÜK DÜŞMANI ŞEYTANDIR. ŞEYTANIN ÖNCELİKLİ PLANLARINDANDIR. ŞİRK'İN DEVLET ELİYLE RESMİLEŞTİRİLMESİ.! DEVLET DEVLET HİLAFETBağlantı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder