OKU,ÖĞREN;İSTİKAMETİNİ BELİRLE...: CİHAD
İslâm’da Cihad’ın tabiatını, sebep ve hedeflerini anlayabilmek için daha önce bizzat bu dinin tabiatını bilmek zarureti vardır...Bağlantı
SAHİH BİR İSLÂMÎ KİTLE İLE ÇALIŞMANIN FARZİYETİ Hilâfetin yıkılmasından itibaren Müslümanların vakıası/durumu gittikçe kötüleşti. Müslümanların bir uzvu acı çektiğinde diğer uzuvları ona koruma kollama ile ortak olan bir tek vücut gibi birbirine kenetlenmiş bir ümmet halindeyken kanları/canları birbirine denkti, hepsi de kendi dışındakilere karşı dururlardı. Daha sonra parçalandılar. Kafirler onlardan bazılarına saldırdıklarında diğerleri seyirci oldular, sanki o mesele onları alâkadar etmiyormuş gibi. Müslümanlar güçlü bir tek devlet iken dünya o devletin karşısında bin bir hesap yapıyordu. Daha sonra onlar zayıf, peyk ve ajan/uşak devletçikler ve siyasi varlıklar içinde yaşamaya başladılar. Azgın tamâhkârlar gözlerini onlara dikmekteler, sömürgeci kafirler servetlerini çalmaktalar. Muhakkak ki; Müslümanların halinin fasid/bozuk oluşunun ve zayıf oluşlarının sebebi; bir hayat nizamı olarak İslâm’ı terk etmiş olmaları daha sonra da aralarındaki ilişkilerde beşeri nizamların hakim oluşuna sükut etmeleridir. Müslümanların halini, bu fasid/bozuk vakıasını değiştirmek ise mucizelerden bir mucize değildir, fakat Müslümanların yapabilecek durumda oldukları mümkünâttandır. Nitekim Allahu Teâla bu amaç için metot ve hükümler koymuştur. Rasulullah (sav) ve ashabı da o metot ve hükümler doğrultusunda seyretmişler, yürümüşler ta ki; İslâm Devleti’ni kurarak cahiliyye toplumunu bir İslâmi topluma dönüştüresiye kadar. O İslâm Devleti de, dünyanın büyük bir kısmını dar-ul küfürden/küfür ülkesinden dar-ul İslâm’a/İslâm ülkesine dönüştürmüştür. Nitekim, fasid münker vakıayı değiştirmenin Müslümanlara farz olduğuna delâlet eden bir çok şer'î nass gelmiştir. Allah'u Teâla şöyle buyurmuştur: "Mü’min erkek ve mü’min kadınlar birbirlerinin velisidirler. Marufu emrederler, münkerden nehyederler.” (Tevbe: 71) Rasulullah (sav) de şöyle buyurdular: “Sizden kim bir münker görürse onu eliyle değiştirsin, gücü yetmezse diliyle değiştirsin, ona da gücü yetmezse kalbiyle değiştirsin (buğz etsin). Bu ise imanın en zayıfıdır.” (Müslim, İman, 70) “İleride bir takım emirler/yöneticiler olacak. Tanıyacaksınız/farkında olacaksınız ve inkar edeceksiniz/yereceksiniz. Kim farkında olursa suçsuzdur, kim inkar ederse kurtulmuştur. Fakat kim razı olur ve tabîi olursa …” (Müslim, İman, 3445) “Ey insanlar, Allah Azze ve Celle şöyle buyuruyor: Bana dua ettiğinizde duanızı kabul etmediğim, Benden bir şey istediğinizde onu size vermediğim, benden yardım ve zafer istediğinizde size yardım etmediğim gün gelmeden önce marufu emredin, münkeri nehyedin.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned Ensar, 24094) Bu nasslar, Müslümanlardan gördükleri herhangi bir münkeri değiştirmelerini kesin bir taleple talep etmektedirler. Bu değiştirmeyi güçlerine göre ya el ile yani eylem ile ya dil ile yani söylem ile ya kalp ile yani hoşnutsuzluk ile yapmalılar. Ancak ortada münkerlerin en büyüğünden birisi vardır ki o da, İslâm dışı yönetimlerin hakimiyetinin neticesi olan Müslümanların hayatlarının fesad/bozuk oluşudur. Nitekim Allah'u Teâla Müslümanlardan onun değiştirilmesi için çalışmalarını talep edip bu çalışmayı farz-ı kifaye kılmıştır. Şöyle demiştir: “Muhakkak ki Allah, bir toplum bünyesinde olanı değiştirmedikçe o toplumun halini değiştirmez.” (Ra’d: 11) Bu, sabitliğine ve önemine delâletini haber verme sigâsıyla gelen bir taleptir. Nitekim bu, Allah'u Teâla’nın yaratmış olduğu varlık yasalarından bir yasa olmuştur. Bu yasa, insanların cemaat olarak değiştirmek için çalışmalarını gerekli kılmaktadır. Ta ki; Allah'u Teâla onlarda olanı (yani hallerini) değiştirsin. Buna, ayetin çoğul sigâsıyla gelen lafızları delalet etmektedir. "Kavim/toplum", “onlar değiştiresiye”, "bünyeleri" kelimelerinde olduğu gibi. Rasulullah (sav) de şöyle buyurdu: “İçlerinde Allah’a isyanların işlendiği bir toplum bu durumu değiştirmeye güçleri yettiği halde değiştirmezlerse, Allah’ın hepsini toptan cezalandırması yakındır.” (Ebu Davud, Melahim, 17 (3775); Tirmizi, Tefsir, Fiten, 8; İbni Mace, Fiten, 20) Bu, toplumdan içinde yaşadığı fasid vakıayı değiştirmelerinin kesin talebidir. Eğer bunu yapmazlarsa Allah onların hepsini de cezalandırır. İsterse onların hepsi de Allah’a isyanı işlemesinler fark etmez, herkes aynı cezaya müstahak olur. Çünkü onlar, değiştirmeye güçleri yettiği halde farz-ı kifayeyi yapmaya katılmadılar. Zira münkeri değiştirmek/ortadan kaldırmak Müslümanların üzerine farzdır. Ortada bir münker vardır ki onu fert tek başına değiştiremez, birbirinden kopuk fertler de değiştiremezler. Hilâfet Devleti’nin olmayışından dolayı bugün içinde yaşadığımız fasid vakıa gibi. Allah bu münkerin değiştirilmesi için topluma bir metot koymuştur. Bunu da Müslümanlara aralarından, Hilâfet Devleti’ni tekrar kurmak için çalışan bir kitle oluşturmalarını farz kılarak yapmıştır. Şöyle demiştir: “İçinizden hayra (İslâm’a) davet eden, marufu emreden ve münkerden nehyeden bir kitle/parti olsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Al-i İmran: 104) Bu ayette kesin emir, Müslümanlardan İslâm’a davet eden, marufu emredip münkerden nehyeden bir cemaatın oluşturulmasına yönelmiştir. İslâm’a davet; akidesi ile nizamı ile hayat vakıasında İslâm’ı hakim kılmak için çalışmayı gerekli kılar. Bu ise, onu tatbik eden ve bütün insanlara taşıyan bir devlet olmadıkça olmaz. Böylece talep edilen cemaatın yükümlülüğü Hilâfet Devleti olan bu devleti kurmak için çalışmak olmaktadır… Nitekim Müslümanlardan cemaat olarak marufu emretmelerini, münkeri nehyetmelerini kesin bir taleple talep eden, bunu yapmadıkları zaman Allahu Teâla’nın onları dünya ve ahirette cezalandıracağını haber veren Nebevi hadisler de gelmiştir. Rasul (sav) şöyle demiştir: “Nefsim elinde olan Zat’a yemin olsun ki ya marufu emreder ve münkerden nehyedersiniz ya da Allah’ın, katından size bir (genel) ceza göndermesi yakındır. O zaman O’na dua edip yalvarırsınız da O duanızı kabul etmez." (Tirmizi, Fiten, 9 (2095), Ahmed b. Hanbel, Müsned Ensar, 22212) “Muhakkak ki insanlar münkeri gördüklerinde onu inkar etmezlerse Allah’ın onları genel bir şekilde cezalandırması yakındır.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned Aşeretü’l Mübeşşirin Bi’l Cenneh, 1) “Allah’a yemin olsun ki, ya marufu emreder münkerden nehyedersiniz, zalimin elini tutarsınız (zulûmden alıkorsunuz) ve onu zorla da olsa hakka boyun büktürür ve hak üzere kalmasını sağlarsınız ya da Allah kalplerinizi birbirine benzetir sonra da İsrail oğullarını lanetlediği gibi lanetlenirsiniz.” (Ebu Davud, Melahim, 3774) Şu halde dünyada ve ahirette Allah’ın azabından kurtulmak istiyorlarsa, Müslümanların üzerlerine düşen vazife; İslâm’ı tekrar hayata devlet ve nizam olarak hakim kılmak maksadıyla İslâm’ın değiştirme metoduna uyarak içinde yaşadıkları münker vakıayı değiştirmek için çalışmaya hemen başlamalarıdır. Allah'u Teâla’nın farz kıldığı ve Rasulünün açıkladığı bu metot; mescitler inşaat etmek, Kur’an-ı Kerim ezberletmek, hac, umre ve sadakayı artırmak ile olmaz. Her ne kadar bütün bunlar devlet ve fertlerden şer’an talep edilmiş olsalar da bunlar metot değildirler. Allahu Teâla’nın farz kıldığı ve Rasulünün (sav) açıkladığı metod; Müslümanlar arasından, Hilâfet Devleti’ni kurarak, İslâmî hayatı tekrar başlatmak için çalışan bir cemaat örgütlemektir. Bu cemaatın faaliyeti ise; fikrî çatışma, siyasî mücadele ile olur. Fikrî çatışmadan kasıt; İslâm dışı bütün inanç, fikir ve mefhumlara karşı çıkmaktır, toplumda mevcut İslâm dışı esaslar üzerine kurulu bütün ilişkilere karşı çıkmak, sonra da İslâmî bir toplum olması için topluma hakim olması gereken İslâm’ın fikirlerini, mefhumlarını ve hükümlerini açıklamaktır. Siyasî mücadeleden kasıt ise; hayatın bütün yönlerinde İslâm’ı tatbik etmeyen yöneticilere karşı çıkmaktır. İslâm ümmetine karşı tertip ettikleri hilelerini, entrikalarını ve planlarını açığa vurmak, iltifat ve dalkavukluk yapmadan cesaretle onları muhasebe etmektir. Ta ki ümmet İslâm üzere uyansın, bilinçlensin ve Hilâfet Devleti’ni kurarak İslâm’ı hayata tekrar hakim kılmak için çalışan cemaatı bağrına basar hale gelsin. Allahu Teâla, Rasulü (sav)’e şöyle hitap ediyor: "Oku!" (Alak: 1) "Ey örtüsüne bürünen! Kalk ve uyar!" (Müddessir: 1-2) “Sana emrolunanı açıkça söyle ve müşriklerden yüz çevir." (Hicr: 94) Bu ayetlerde Rasul (sav)’e olan hitap her zamanda bulunan Müslümanlara da hitaptır. Şu halde onlara düşen, devleti tesis edesiye kadar Rasul (sav)’in yaptığı işleri onların da yapmalarıdır. Ta ki kendi ellerinden gasbedilen otoriteleri tekrar kendilerine dönsün, sonra da Allah’ın Kitabı ve Resulünün Sünneti üzerine bir Halifeye biat etsinler. Allah'u Teâla’nın; “İçinizden, hayra (İslâm’a) davet eden, marufu emreden ve münkerden nehyeden bir grup bulunsun." (Al-i İmran: 104) ayetindeki kesin talebine icap edip İslâmi fikir üzerine örgütlenmiş olan ve Allah’ın farz kıldığı, Resulünün açıkladığı metot içindeki merhaleleri geçen, Müslümanlar içinde uyanık, bilinçli bir grup olmasına rağmen -ki o grup Hizb-ut Tahrir’dir- uğruna çalıştığı hedef henüz gerçekleşmemiştir. O hedef ise, Hilâfet Devleti’nin tekrar kurulmasıdır. Bu durum, yukarıda nasslarda geçen, Müslümanlardan kesin talebin gereğini halen geçerli kılmaktadır. Şu halde Müslümanların hemen bu kesin talebe icabet etmek için koşmaları gerekir. Şer'î şartlara haiz bir kitle ile örgütlenip onunla beraber içinde yaşadıkları fasid vakıayı değiştirmek için çalışmaları gerekir. Aksi halde, dünya ve ahirette Allah’ın cezasına müstehak günahkârlar olurlar. Bu metot, kendisine tabi olunması farz olunmasına ilaveten; onun dışındaki metotlara tabî olarak seyredenler, açıkça başarısız olmuşlardır. Bu ise ümmeti; bütün hareketlere şüpheyle bakmasına, onların eliyle değiştirmenin imkansız olduğunu düşünmesine, hatta onların içinde samimi olanların eliyle dahi imkansız olduğunu düşünmesine sevk etmiştir. Ümmet, bütün bunları samimi hareketin ümmetten ayrılmaz bir parça olduğunu, Hilâfet Devleti’ni kurarak fasid vakıayı değiştirmek için beraber çalışmak uğruna kendisini bağrına basıp liderliğini kendisine verdiği samimi ideolojik bir kitle ile ancak köklü değişimin ya da kalkınmanın mümkün olacağını idrak etmeksizin yapmaktadır. O halde biz Allah’a karşı takvalı olalım. İçinde yaşadığımız vakıayı, Hilâfet’in tekrar kurulması için daveti yüklenenlerden uyanık, bilinçli samimi olanlarla beraber örgütlenerek değiştirmek için ciddi bir şekilde hemen çalışmaya başlayalım. Ta ki dünyanın izzetine, şerefine ve ahiretin sevabına nail olalım ve Allah'u Teâla’nın Rasulünün (sav) şu hadisinde kastettiği kişilerden olalım: "Muhakkak ki Din garip olarak başlamıştır ve tekrar garip olarak gelecektir. Müjdeler olsun o gariplere ki onlar, benden sonra Sünnetimden insanların ifsad ettikleri/bozdukları hususları düzeltirler.” (Tirmizi, İman, 2554) 1924 yılında “Atatürk” diye isimlendirilen, İngiliz yetiştirmesi Yahudi Mustafa Kemal, Müslümanların 13 asır kendisi ile yönetildiği yönetim nizamı vasfıyla Hilâfet’in ilgasını ilan etti. Onun yerine beşerî küfür sistemini ilan etti. Bununla birlikte Müslümanların risaletini taşımaktan geri kaldıkları, davalarından yüz çevirdikleri bir dönem başladı. Böylece Müslümanlar kafirler için bir yağma alanı olup tam anlamı ile paramparça oldular. Ülkeleri parçalandı. Mal varlıkları gasp edildi. Kendi amaçlarına hizmet etmeleri ve Müslümanlar üzerinde bekçileri olmaları için Müslümanların başlarında kafirlerin tayin ettiği idareciler/emirler çoğaldı. Böylece onlar ümmete zillet ve aşağılanmanın çeşitlerini tattırdılar. Ümmeti açık küfürle yönettiler. Sorunlarını ümmetin düşmanlarının ellerine teslim ettiler. Bu durum sizin şunları görmenize kadar ulaştı: Düşmanlarınız sizi hâkir görüp, siz dininizden uzaklaşasıya kadar size meydan okuyor ve ülkenizde saldırılara maruz kalıyorsunuz. Hilâfetin yıkılışı, bu Yahudi'nin ilga edilişini ilan ettiği gün olmamıştır. Bilakis onun yıkılış süreci Müslümanların dinlerini anlamakta gafil olup ona, ondan olmayan küfür fikirleri ve hükümlerinden bazı şeyler katmaya başladıkları, Kur’an lûgatı olması vasfıyla Arapça’dan yüz çevirmeye başladıkları günden itibaren başlamıştır. Böylece dilleri yabancılaştı. Anlayışları bozuldu. Doğru anlayışa muhalif olanı yada hevâ heves eğilimlerini cezbedeni uygulamaya başladılar. Böylece ümmete, esası üzerine Hilâfet Devleti’nin kurulduğu ideolojiyi anlamakta zaafiyet ve tatbikinde çatlaklıklar isabet etti. Doğal bir netice olarak da kalkınmanın rükûnları sarsıldı. Hilâfet parçalanıp her bir parçasının başı, kafirlerin çıkarlarının emin bekçisi, ümmeti çeşitli belalara dûçar eden hainler oldu. Ey Müslümanlar! Siz de biliyorsunuz ki; ümmet, ideolojisinin anlayışı ve tatbikinde ihsâna ulaşmadıkça kalkınmaz. Ümmet, yasamayı hevâ hevese terk etmiş halde iken ideolojisi ile ilgili anlayışını düzeltmesi mümkün olur mu? Ya da o, ideolojisinin kapsamına küfür fikirlerinden demokrasi ve ondan fışkıran hürriyetler gibi fikirleri katma gayreti ve hevesi içindeyken ümmetin ideolojisi ile ilgili anlayışının düzelmesi mümkün olur mu? Ya da ideolojisini anlamanın şartlarından olan şer'î ilimleri ve Arapça’yı ikmal etmeden ideoloji anlayışının düzelmesi mümkün mü? Kendisi ile İslâmî hayatın tekrar başlayıp; İslâm davetinin aleme cihad ve hûccet ile taşınacağı Hilâfet Devleti olmadan İslâm’ı tatbik etmek mümkün olur mu? Sizi, İslâmî, hâlis tertemiz bir anlayışa davet ediyoruz. Kafirin yıktığı Hilâfet Devleti’ni yeniden kurmaya davet ediyoruz. O halde Allah’ın şu sözüyle size emrettiği Allah’ın sultasına-otoritesine davet edene uyun! “Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet/yönet. Haktan sana geleni bırakıp da onların heva-heveslerine/arzularına uyma.” (Maide: 48) “Kim Allah’ın indirdikleri ile hükmetmezse/yönetmezse, işte onlar kafirlerdir.” (Maide: 44) Haydin dünya ve Ahiret izzetine koşun! Kendinizi kafirin saldırısından, yüzlerinize ve sırtlarınıza inmekte olan kırbaçlarından kurtarın! Bakışlarınızı gelmekte olan izzetli günlere çevirin! Zira Allah size nusretini vaad etti. Şöyle buyurdu: "Mü’minlere yardım etmek de bize bir hak olmuştur.” (Rum: 47) “Allah, kendisine yardım edene (dinine sımsıkı sarılıp gereğini yapanlara) kesinlikle yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir.” (Hac: 40) Huzeyfe (ra)’dan rivayetle Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Nübüvvet aranızda Allah’ın kalmasını istediği kadar kalacaktır. Sonra Allah onu kaldırmayı dileyince kalkacaktır. Sonra Nübüvvet metodu üzerinde Hilâfet olacaktır. Allah’ın dilediği kadar kalacak ve sonra Allah kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra eziyet çektirici bir otorite olacaktır. Allah’ın dilediği kadar kalıp Allah kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra despot bir yönetim olacaktır. Allah’ın dilediği kadar kalıp Allah kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Daha sonra da Nübüvvet metodu üzere Hilâfet olacaktır.” Sonra sustu." (Ahmed b. Hanbel, Müsned Kufiyyîn, 17680) O halde, Rabbinizin size vaad ettiği ve Rasulünün sizi kendisiyle müjdelediği şey için çalışın! Zira dünya ve Ahiretin hayrı ondadır. "Ey iman edenler! Allah ve Rasulü sizi size hayat verene davet edince onlara icabet edin/uyun. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz kesinlikle O’nun huzurunda toplanacaksınız.” (Enfal: 24) **************************** http://www.hilafet.com/inceleme/sohbet/14.htm ********************************** DOĞRU, SAHİH BİR İSLÂMÎ KİTLEDE BULUNMASI GEREKEN ÖZELLİKLER Doğru bir İslâmî kitlede bulunması gereken özelliklere geçmeden önce, asrımızdaki kalkınma hareketlerinin, İslâmî cemaatlerin neden yanıldıklarını belli başlı birkaç noktada özetlemekte fayda vardır. Bunlar; a-) Sınırlandırılmamış genel bir düşünceye dayanıyorlardı. Hatta bu düşünceler berraklık ve safiyetten uzak, kapalı düşüncelerdi. İnsanlara neleri anlatacaklarını, nelere çağıracaklarını açık ve net bir şekilde bilmiyorlardı. b-) Düşüncelerini uygulama metodundan yoksun idiler. Sahip oldukları düşünceleri uygulayabilmek için, sahip oldukları akidelerinden kaynaklanan metodu uygulamaktan ziyade; içerisinde yaşadıkları toplumun, hayat şartlarının ortaya koyduğu çözümleri, metotları uyguladılar. c-) Hareket sahih bir irade ve uyanıklığın yerleşmediği kişilere dayanıyordu. Bu kişilerde ise, sahih bir fikirden kaynaklanan fikirler değil, sadece istek ve heyecan hakimdi. Diğer bir ifade ile başlangıçta hareketin başlatıcısı konumundaki insanlar, insanlara neyi, nasıl götüreceklerini bilmiyorlar; daha doğrusu İslâm'ı tam anlamıyla bilmediklerinden dolayı heyecanla, duygularıyla hareket ediyorlardı. Çevrelerinde gördükleri birçok olay onları etkiliyor ve ardından da başkalarının yapmakta oldukları işleri bunlar da yapmaya kalkışıyorlardı. d-) Bu hareketlerin yükünü üzerine alan şahıslar arasında doğru bir bağ bulunmamaktaydı. Onları bir araya getiren şey sadece sözde işler ve çeşitli isimler altında oluşan teşkilatlanmalardı. Bu kısa girişten sonra sahih bir kitlede bulunması gereken özellikleri sıralayabiliriz: 1-) Başlangıçta ideolojiyi tam anlamıyla kavramış, duyguları fazla gelişmiş bir kişinin varlığı. Sahih bir kitleleşmenin olabilmesi için başlangıçta bu kitleyi oluşturup inandığı fikirleri topluma götürecek ve bu fikirlerle toplumu değiştirecek olan bir kişide, ideolojinin çok açık ve net çizgileri ile ortaya konulmuş olması gerekir. Genelde bütün kitleleşmeler başlangıçta bir kişinin ortaya attığı fikirlerle başlar. Diğer bir ifade ile duyguları ileri düzeyde gelişmiş, çevresinde gelişmekte olan olayları çok süratli bir şekilde kavrayan, toplumun içerisinde bulunduğu çöküntüyü hisseden, değişikliğin yapılması gerektiğine karar veren bir kimse sahip olduğu düşünceleri çevresindekilere açıklar. Böylece kitlenin ilk hücresini oluşturmaya çalışır. Kitleleşme hareketini başlatan kişide ideolojinin, yani inandığı akidenin ve insanların problemlerini çözmeye yönelik olarak bu akideden çıkan çözümlerin tam bir açıklıkla bulunması gerekir. Eğer liderde bu özellikler bulunmazsa başlatılan kitleleşmenin başarısızlığa mahkum olması kaçınılmazdır. Bu konuda Rasulullah (sav)'in hayatına baktığımız zaman Allah'ın Resulünün şahsında bu özelliklerin tamamının var olduğunu görürüz. Rasulullah (sav) Mekke'de peygamberlikle görevlendirilmesinin ardından Allah-u Teala'nın "Kalk ve uyar" (Müddessir 2) emrine uyarak hemen insanları uyarmaya başladı. İçerisinde yaşadığı toplumu değiştirmek ve onları sahih bir toplum haline getirmek, diğer bir ifade ile kula kulluktan yalnızca Allah'a kul olma haline getirmek için görevlendirilen Muhammed (sav) insanlara neleri, nasıl anlatacağını, ne zaman ve nerede neleri yapması gerektiğini Allahu Teala'dan gelen vahiy ile çok net bir şekilde biliyor ve kitleleşmesini de buna göre tanzim ediyordu. Allah'tan gelen vahye istinaden başlangıçta insanları İslâm'a gizlice davet ediyor, Ebu Bekir, Zeyd b. Harise, Ali b. Ebu Talip, Osman b. Affan, Zübeyir b. Avvam ve Talha b. Ubeydullah gibi insanların İslâm'ı kabullenmeleri ile ilk çekirdek kadroyu oluşturuyor ve bu kadro ile Allah-u Teala'nın; "Emrolunduğun şeyi onların kafalarını çatlatırcasına anlat." (Hicr 94) ayeti ininceye kadar gizli olarak kitleleşmesini sürdürüyordu. Bu ayet indikten sonra kırk kişiye ulaşmış olan kitlesini iki saf halinde Erkam b. Ebil Erkam'ın evinden tekbir sesleriyle çıkartarak Kâbe'ye kadar götürüyordu. Bu aşamadan sonra ise yukarıdaki ayet gereğince toplumda varolan her türlü bozuk fikirle mücadeleye girişiyordu. Müşriklere liderleri hakkında inen ayetleri okuduğu gibi, kendilerinin ve tapmakta oldukları ilahlarının cehennemin odunları olduğunu bildiren ayetleri, ekonomik yaşantıları ile ilgili olarak inen ayetleri ve sosyal hayatları ile ilgili olan ayetleri de okuyordu. Müşriklerin liderlerinin Müslümanlara ve Allah'ın Rasulü (sav)'e karşı ne tür komplolar hazırladıklarını bildiren ayetleri de okuyarak onların tuzaklarından habersiz olmadıklarını ve hazırladıkları tuzaklara düşmeyeceklerini onlara anlatıyordu. Kendisine yapılan başkanlık, para ve kadın tekliflerini elinin tersi ile bir kenara iterek onlara asla yumuşaklık göstermiyordu. Peygamberliğin dokuzuncu yılından sonra kendisini hac için Mekke'ye gelen kabilelere arz ediyor, kendisine iman etmeleri ve devlet başkanlığını kabul etmeleri şartıyla kendisine yardım etmelerini onlardan istiyordu. Yine bu çerçevede Taif'e gidiyor ve aynı teklifi Taiflilere de yapıyordu. Taiflilerin kendisini çok çirkin bir şekilde karşılamaları ve dönüşte taşlattırmalarının ardından ellerini açarak en içten gelen duygularla Rabbine şöyle dua ediyordu: "Ey Allah'ım kuvvetimin zayıflığını, takatımın azlığını ve insanlara karşı çaresizliğimi sana şikayet ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Zayıf düşmüşlerin Rabbı sensin. Sensin benim Rabbım. Beni kime bırakıyorsun? Bana kötü muamele yapan hidayetten uzak kimselere mi? Yoksa işimi eline verdiğin bir düşmana mı? Eğer bana karşı senden bir gazap yoksa ben bunların hiçbirine aldırmam. Senin af ve merhametin bunları bana göstermeyecek kadar geniştir. Allah'ım! Senin gazabına uğramaktan, ilahi rızana uzak kalmaktan, o karanlıkları aydınlığa kavuşturan, dünya ve ahiret işlerini yoluna koyan senin ilahi nuruna sığınırım. Allah'ım sen hoşnut oluncaya kadar affını dilerim. Allah'ım her kuvvet ve her kudret ancak seninle kaimdir." Bu görüşmelerin birinde Medine'den gelen Evs ve Hazrec kabilesinden altı kişiye de aynı teklifi yapıyor ve onlar İslâm'la şeref sahibi oluyorlardı. Ertesi sene gerçekleşen birinci Akabe biatı ve daha sonraki yıl gerçekleşen ikinci Akabe biatının sonucunda İslâm devletinin ilk temeli atılmış oluyor, hicret dönemi başlıyordu. Hicret emrine istinaden sahabeler tek tek veya guruplar halinde Medine'ye hicret ederlerken bir an önce hicret etmek isteyen Ebu Bekir'in; "Hicret ne zaman ya Rasulallah" sorusuna Allah'ın Rasulü; "Acele etme belki Allah sana bir arkadaş bulur." diyerek vahye göre hareket ediyordu. Kendisine de hicret izni geldikten sonra Ebu Bekir ile birlikte on iki günlük bir yolculuktan sonra Medine'ye varıyor ve hemen devlet başkanlığı vazifesini ifa ediyordu. Daha Medine'ye geldiği ilk günden itibaren Medine'de bir İslâm devletinin kurulduğunu çevredeki diğer kabilelere kabullendirmek ve İslâm devletine karşı harekete geçmelerini önlemek üzere Hamza b. Abdülmuttalib, Muhammed b. Ubeyde b. El Haris, Sa’d b. Ebi Vakkas gibi çeşitli şahısların komutasında seriyeler gönderiyor, bir taraftan da Medine'de bir arada yaşamakta olan üç farklı din mensuplarının yaşantılarını düzenlemek üzere birtakım hususları dikte ettiriyor ve öncelikle Medine'de İslâm toplumunu oluşturmaya gayret ediyordu. Medine'deki bu İslâm toplumu içerisinde ortaya çıkan birtakım problemlerin çözümü için vahyin gelmesini bekliyor ve gelen vahye göre onların problemlerini çözüyordu. Hudeybiye anlaşması esnasında sahabelerin tümünün itirazlarına ve anlaşma şartlarından duydukları hoşnutsuzluğa rağmen onlara; "Ben Allah'ın kulu ve Rasulüyüm, kesinlikle onun emrine muhalefet etmem." diyerek vahyin dışında hiçbir iş yapmadığını vurguluyordu. Örnekleri daha da artırmak mümkündür. Ancak bütün bu örneklerden ortaya çıkan çok net birkaç husus vardır: 1-Rasulullah (sav) yaptığı bütün işleri vahyin ışığı altında yapıyordu. 2-Nerede, ne zaman ve ne yapması gerektiğini biliyordu. Mekke'de başlatmış olduğu bir çalışmadan Medine'de devleti kurmasına ve vefatına kadar geçen süre içerisinde Allah'ın Rasulünün hayatında kapalı, meçhul vb. hiçbir nokta yoktur. Öyleyse günümüzdeki sahih bir kitlenin de bu özellikleri bünyesinde taşıması gereklidir. Ancak bunun için öncelikle kitlenin başındaki liderin bu özelliklere sahip olması gerekir. Lider nerede, ne zaman, hangi hareketi yapması gerektiğini her şeyden önce vahyin ışığında bilmelidir ki, hem kendisi hem de kitle doğru bir yol üzere yürüyebilsin. Elbette ki bu husus liderin öncelikle İslâm'ı çok mükemmel bir şekilde bilmesi ile gerçekleşebilecek bir husustur. Bugün bizlere vahy gelmeyeceğine diğer bir ifade ile hangi lider olursa olsun ona vahy gelmeyeceğine göre liderin, Allah'ın Rasulünün vahy ile bize bıraktıklarını yani Allah'ın Kitabını ve Rasulünün Sünnetini mutlaka çok iyi bilmesi gerekir. 2-) Sahih bir uyanıklığa sahip olmak. Sahih bir uyanıklığa sahip bir kitle bu uyanıklığı sayesinde ana başlıklar altında aşağıdaki avantajları elde eder: a-) Sahih bir uyanıklık kitleyi ve kitlenin elemanlarını gerçek hedefe götürür. b-) Kitleyi ve kitlenin elemanlarını doğru görüşe götürür. c-) Mevcut devletin, İslâm düşmanlarının saptırmalarından korur. d-) Doğru çalışmaya sevk eder. e-) İslâm'a ve Müslümanlara düşman olanların hazırlamış oldukları tuzaklara düşmekten korur. Sahih bir uyanıklığa sahip olmak kitlenin faaliyeti esnasında kitle içinden ve dışından, kasıtlı veya kasıtsız olarak kitleyi hedefinden saptıracak türden ortaya atılan fikirleri ve önerileri doğru bir değerlendirmeye tabi tutarak kitlenin asıl hedefinden sapmasına engel olur. Aynı zamanda samimi olanları veya olmayanları daha iyi değerlendirme imkanı elde eder. Örneğin Rasulullah (sav) içerisinde bulunduğu Mekke toplumuna davasını anlatırken Mekke'nin önde gelenleri Rasulullah (sav)'e amcasını göndererek; "Yeğenine söyle bizim ilahlarımıza hakaret etmesin de ona ne isterse verelim. Ona Mekke'nin en güzel kızlarını verelim, başımıza lider olmak isterse onu başımıza lider yapalım. Zenginlik isterse onu zengin yapalım." gibi tekliflerle Allah'ın Rasulünü davasından vazgeçirmeye çalışıyorlardı. Yine Rasulullah (sav)'e gelerek; "Bir ay sen bizim ilahlarımıza bir ay da biz senin ilahına ibadet edelim veya bir yıl sen bizim ilahlarımıza ibadet et bir yıl da biz senin ilahına ibadet edelim." diyorlardı. İşte Mekkeli müşriklerin Rasulullah (sav)'e yapmış oldukları bu önerilerinin tamamının altında Allah'ın Rasulünü gerçek amacından saptırma amacı yatıyordu. Ancak her defasında Allah'ın Rasulü (sav) onların getirdikleri teklifleri geri çeviriyor, bir keresinde müşriklerin tekliflerine reddiye olarak Kafirun suresi iniyor, bir başka teklif üzerine de Rasulullah (sav) amcasına şöyle diyordu: "Ey amcacığım! Allah'a yemin olsun ki, bu davayı terk etmem şartıyla onlar sağ elime güneşi, sol elime de ayı verseler ben yine bu davadan vazgeçmem. Allah bu dini zafere erdirinceye ya da ben bu uğurda helak oluncaya, öldürülünceye kadar bu işe devam edeceğim." Bu konuda Rasulullah (sav)'in hayatından daha birçok örnek vermek mümkündür. Ancak burada önemli olan husus elbette ki günümüzdeki İslâmî hareketlerin durumudur. Örneğin; Pakistan'da Mevdudi'nin başında bulunduğu Cemaati İslâmîyye'nin faaliyetleri özellikle belli dönemlerinde Pakistan yönetimini şiddetli bir şekilde sarsıyordu. Pakistan yönetimi birkaç defa Mevdudi'yi tutuklamasına rağmen Cemaati İslâmîyye'nin sistem üzerindeki baskısını hafifletemediler. Bunun üzerine hareketi gerçek hedefinden saptırmaya yönelik birtakım teklifleri çeşitli vesilelerle Mevdudi'nin önüne koydular. Belli bir süre sonunda asıl hedefi sistemi değiştirme olan Mevdudi cemaatının faaliyet alanı, yerini zamanla diğer noktalara (okullar açma, yoksul öğrencilere burslar verme, hastaneler vb. hayır kurumları ile uğraşma gibi) terk etti. Daha sonraki yıllarda Cemaati İslâmîyye'den bazı kişilerin meclise girmeleri ve özelliklede Mevdudi'nin vefatından sonra hareket Pakistan'daki etkinliğini neredeyse tamamen kaybetti. Nitekim şu anda içerisinde bulunduğumuz yıllarda Pakistan'daki Mevdudi cemaatı hakkında hiçbir haber veya ses duymamaktayız. İslâm düşmanları hazırladıkları çeşitli planları özellikle hareket içerisindeki samimi veya gayri samimi kişiler vasıtasıyla uygulamaya koymalarının sonucunda hareket zamanla gerçek faaliyet alanının dışında farklı alanlarda yoğunlaşarak tamamen hedefinden saptı ve kendi kendini yiyip bitirdi. Özellikle şu anda içerisinde yaşadığımız ortamdaki İslâmî hareketlere, cemaatlere, guruplara baktığımız zaman onların faaliyet alanlarını, olması gereken gerçek iş değil de ikinci, üçüncü derecedeki işler hatta ve hatta yer almaması gereken işlerin meşgul ettiğini görmekteyiz. 12 Eylül 1980'de yapılan askeri darbe sonrasında dernekler kanunu ve bu kanun çerçevesinde birçok faaliyetler yasaklanınca Türkiye'deki birçok Müslüman'ın vakıflar halinde teşkilatlanmaya başladıklarını ve faaliyet alanlarını da vakfın kuruluş sözleşmesinde belirtilen alanlarda yoğunlaştırdıklarını ve bu vakıfların gün geçtikçe de mantar biter gibi çoğaldığını görmekteyiz. Şu anda aktif durumdaki vakıfların çalışmalarına baktığımız zaman neredeyse onların hiçbirinin faaliyet alanının İslâm ümmetini şu anda içerisinde bulunduğu çöküntüden, zilletten kurtaracak köklü bir çözüme yönelik olmadığını açıkça görmekteyiz. Şu anda kimi Müslümanlar okullar, yurtlar hatta önümüzdeki günlerde devletin de teşvikiyle üniversiteler açmak gibi özellikle para ağırlıklı alanlarla uğraşmakta, kimileri Müslümanları fikren zehirlemeye yönelik olarak 'hoşgörü', 'sivil toplum', 'yürek devleti' gibi kavramlar ve bu kavramlara bağlı saptırıcı düşünceler üzerinde yoğunlaştırmaktadırlar. Gerçekten de Müslümanların gündemini teşkil eden olaylara dikkatli bir şekilde bakıldığı zaman bunların hemen hemen tamamının kafirler tarafından veya onların uşağı durumundaki kişiler tarafından ele alınıp ortaya atılmış konular olduğu görülmektedir. Sahih bir kitlede bulunması gereken sahih bir uyanıklığı sağlamak için ise aşağıdaki hususlara dikkat etmek ve kitlede bu özelliklerin bulunmasına / bulundurulmasına çalışmak gereklidir. Bu özellikler şunlardır: a-) Olayları derin bir şekilde düşünmek ve tahlil etmek. Olaylara aydın bir düşünce ile bakmak. Etraflıca bunların öncesi ve sonrası ile olan alakasını, nedenini araştırmak. Ortaya atılan fikirlerin içerisinde bulunduğumuz vakıaya uygun olup olmadığını düşünmek. b-) İleri sürülen fikirlerin İslâm'a uygunluğunu araştırmak. Bunların şer'î delilini araştırmak yani her ne türlü konu olursa olsun her meseleye İslâmî bakış açısıyla, İslâmî düşünme metodu ile yaklaşmak, eğer ileri sürülen veya ele alınması gereken konu doğrudan doğruya şer'î hükümleri ilgilendiren bir mesele ise konu hakkında herhangi bir yargıya, hükme varmadan, aklî değerlendirmelere gitmeden önce şer'î hükmü araştırmak, delilini öğrenmek ve ona göre hareket etmek. 3-) İster devlet kurulmadan önce olsun, ister kurulduktan sonra olsun hayatta karşılaşacağı her konu ile ilgili olarak elinde İslâmî çözümlerin bulunması gerekir. Bu hususlar akidesi ile ilgili olabileceği gibi devlet kurulmadan önce takip edeceği metotla alakalı veya devlet kurulduktan sonraki dönemlerde mutlaka ama mutlaka İslâm'a göre çözüme kavuşturması gereken, bir gün dahi olsa Allah'ın indirdiklerinin dışındakilerle hükmetmesine yer bırakmayacak şekilde ekonomi ile ilgili, iç ve dış siyasetle ilgili, eğitim ve sağlıkla ilgili, sanayi ve tarım politikaları ile ilgili, devletin gelir kaynaklarının neler olacağı ve elde edilen bu gelirin nasıl ve nerelerde harcanacağı ile ilgili vb. konular hakkında kitlenin elinde açık ve net çözümler bulunmalıdır. Allah bizlere Hilâfet devletini nasip ettikten sonra elbette ki İslâm düşmanları kafir devletler ve onların işbirlikçileri İslâm'a ve Müslümanlara karşı ellerinden gelen her türlü güçlüğü çıkarmaya, İslâm'ı hayattan söküp atmaya bütün güçleri ile çalışacaklardır. Bu esnada ise Müslümanların yani Hilâfet devletinin o zaman karşılaşacağı problemleri çözebilmek için çoğu kere başını kaşıyacak vakti bile olmayacaktır. Dolayısıyla bu çözümlerin açık ve net bir şekilde şimdiden araştırılıp bulunması ve hazırlık yapılması gerekir. Örneğin işsizlik meselesinin nasıl çözüleceği, eğitim ve sağlık sorununun nasıl halledileceği ile ilgili olarak genel hatları ile olsa bile elde çözümlerin bulunması lazımdır. İslâmî bir kitlenin hedefi ümmeti fikren kalkındırmaktır. Çünkü doğru bir kalkınma ancak fikren gerçekleşir. Dolayısıyla karşılaşılan her konuda İslâmî fikir göstermek hem kitleyi hem de ümmeti kalkındırır. Böylece kitle İslâmî bakış açısıyla hedefini doğru bir şekilde tespit ettikten sonra kendisini bu hedefe ulaşmaktan alıkoyacak milliyetçilik, vatancılık, mezhepçilik, tasavvuf, felsefe, mantık, menfaatçilik, liberalizm, sosyalizm, laiklik vb. düşüncelerin hepsinden soyutlanarak tamamıyla şer'î hükümlerden kaynaklanan şer'î çözümlere bağlanmış olur. Bunun için ise ümmeti kalkındırmayı ve İslâm'ı yeniden hayata hakim kılmayı hedeflemiş olan kitle; hareket halinde kullanacağı fikirlerini, takip edeceği metodunu, hedefini açık ve net bir şekilde tespit etmeli ve ümmeti bu hususlara çağırmalıdır. Hareket halinde takip edeceği metotta karanlık hiçbir nokta bulunmamalıdır. Başlangıçta halletmesi gereken bir meseleyi hiçbir zaman zamana terk etmemelidir. Düşüncelerinde kapalılık bulunmamalı, fikirleri güneşin aydınlığı kadar açık ve net olmalıdır. İnsanlar o kitlenin kendilerini neye ve niçin davet ettiğini açık ve net bir şekilde bilmelidir. Hedefini gerçekleştirdikten sonra yapacağı uygulamalar hakkında da ümmette net fikirler bulunmalıdır. Şu anda ümmeti çağırdığı fikirlerle hedefini gerçekleştirdikten sonra yapacağı uygulamalar arasında en ufak bir farklılık dahi bulunmamalıdır. Örneğin; devlet kurulduktan sonra Müslüman olsun olmasın bütün kadınların genel hayatta tesettürlü gezmelerini emredeceğini; zina edenin, içki içenin, namaz kılmayanın, zekatını vermeyenin kısacası Allah'ın emir ve yasaklarına karşı gelenin yine şer'î ölçüler çerçevesinde cezalandırılacağının şimdiden ümmete açık ve net bir şekilde açıklanması gerekir. Yoksa insanların karşısına çıkıp biz hiç kimseyi zorlamayacağız, dinde zorlama yoktur, herkes dilediği gibi yaşamakta serbesttir, başını örtmek istemeyen, tesettürlü gezmek istemeyen kadınlar zorlanmaz gibi İslâm'a uygun olmayan safsatalarla ümmet asla kandırılmamalıdır. Zira Allah'ın Rasulü (sav) Mekke'de iken müşriklere neyi söylüyor idiyse, vefat edinceye kadar geçen süre içerisinde devlet haline geldikten sonra Medine'de de onlara aynı şeyleri söylüyordu. Mekke'de iken onların taptıkları hakkında inen; "Siz ve Allah'tan başka taptıklarınız, şüphesiz ki cehennem odunusunuz, oraya gireceksiniz." (Enbiya 98) ayetini, Kafirun suresini, müşrikler, Yahudiler ve Hıristiyanlar hakkında inen diğer ayetleri hiçbir değişiklik yapmadan aynen okuyordu. Rasulullah (sav)'in hayatına baktığımız zaman onun düşüncelerinde kapalı kalan bir noktayı asla bulamayız. Onun ortaya koyduğu düşünceler ve hükümler davasını insanlara anlatmaya başladığı zamandan vefatına kadar geçen süre içerisinde daima açık ve netti. Hayatta iken hiçbir şekilde başkalarına şirin görünmek amacıyla yağcılık yapmadı, yalan söylemedi, dini ile ilgili olarak insanların arkasından neleri söylüyor idi ise onların yüzlerine karşı da aynı şeyleri söylüyordu. Hiçbir zaman için kafirlere karşı hoşgörülü davranmadı. Müşriklere ve onların liderlerine karşı nasıl davranması gerektiğini Allahu Teala'nın kalem suresinde belirttiği şekilde aynen müşriklere okuyordu: "Öyle ise sen yalanlayanlara uyma. Onlar isterler ki, sen yumuşak davranasın da kendileri de yumuşaklık göstersinler. Sen, yemin edip duran, izzeti nefsi bulunmayana uyma. Daima ayıplayıp, laf getirip götürene, durmadan hayra engel olana, haddi aşana, çok günahkara, kaba, haşin ve bunlardan başka kulağı kesik (veled-i zina) olana." (Kalem 8-13) Ayetlerde de belirtildiği üzere kafirler daima Müslümanların yumuşak, hoşgörülü, kendileri ile diyalog halinde bulunmalarını; atalarına, putlarına, akidelerine, sistemlerine, liderlerine, yöneticilerine hakaret edilmemesini, karşı gelinmemesini, onların istekleri doğrultusunda hareket edilmesini isterler. Ayıplarının, ihanetlerinin, ümmete ve halklarına karşı işledikleri cinayetlerin yüzlerine vurulmasından asla hoşlanmazlar. Dolayısıyla da, Müslümanların veya İslâmî hareketlerin sözlerinde açık sözlü, hedeflerinin net olması onları kızdırır. Oysa Rasulullah (sav)'in hareketlerine ve Allah'ın kitabına baktığımız zaman fikirlerimizin kılıç kadar keskin, güneşin aydınlığı kadar berrak ve parlak olması gerektiğini görürüz. Eğer İslâmî hareketler, başlarındaki yöneticilerin ve İslâm düşmanlarının istedikleri gibi onları incitmezler, kızdırmazlar, saltanatlarını sarsacak söz ve davranışlarda bulunmazlarsa onların da müsamahalı davrandıkları görülmekte hatta ve hatta bu türden hareketlerin çalışmaları için imkanlar hazırladıkları, çalışmalarını engellemedikleri, çeşitli yollarla onlara destek verdikleri, onlar hakkında basın-yayın organlarında övgü dolu sözler sarf ettikleri dahi görülür. Örneğin; Cezayir'de FİS çok partili sistemi kabul ettiğini ve parlamentoya girmeyi kabul ettiğini söyleyince ABD ve Fransa FİS'i siyasi bir parti olarak kabul ettiklerini açıkladılar. Türkiye de çeşitli vesilelerle ve defalarca hem RP'liler hem de onların dışındaki diğer partililer, gazeteciler, akademisyenler RP'nin sistem partisi olduğunu sistemden ayrı düşünülemeyeceğini; her ne surette olursa olsun RP'ni dışlamanın yanlış olduğunu, tehlikeli sonuçlar doğuracağını, demokratik bir parti olarak RP'nin kabul edilmesi gerektiğini açıkladılar. 4-) Sahih irade. Sahih iradeden kastedilen bu davanın ölüm kalım meselesi haline getirilmesi, bu davanın bu dünyadaki bütün işlerden öne alınmasıdır. Ya zafer yada bu dava uğrunda şehadet düşüncesi vazgeçilmez bir unsur olmalıdır. Zira bu dava öyle kolay kolay halledilebilecek bir iş değildir. Çünkü bu dinin hakim kılınmasının önünde dava adamı birçok sıkıntılarla, ailesinden, çevresinden, devletten gelen baskılarla karşılaşacaktır. Bu baskılara göğüs germesi, taşıdığı davanın hak dava olduğuna inanması, takip ettiği yolun doğru bir yol olduğuna inanması gerekir. Davetçinin davasını taşıma esnasında birtakım sıkıntılarla karşılaşacağını Allahu Teala şöyle bildirmektedir: "Andolsun ki, mallarınız ve canlarınız konusunda deneneceksiniz. Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allah'a şirk koşanlardan birçok incitici şeyler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız işte bu azme değer işlerdendir." (Ali İmran 186) Çünkü bu davanın zafere ulaşması kısa sürede olmayabilir. Yıllarca zaman alabilir. Zamanın uzayıp gitmesi asla dava adamının azmini, kararlılığını kırmamalı, bilakis onun doğru yolda olduğuna dair inancını pekiştirmelidir. Sahih bir iradeye, azme, kararlılığa sahip olmazsa karşılaşabileceği birtakım güçlükler veya zaferin gecikmesi nedeniyle ümitsizliğe düşebilir ve bu ümitsizlik onu davayı terk etmeye, dolayısıyla da günah işlemeye yol açabilir. Gerçekten de şu anda günümüzdeki İslâmî hareketlerin ve bu hareketler içerisinde faaliyet gösteren Müslümanların durumuna baktığımız zaman genellikle onların büyük bir kısmının özellikle hayatlarının gençlik çağlarında birtakım hareketler içerisinde aktif rol aldıklarını fakat taşıdıkları fikirlerin doğruluğundan emin olmadıklarından veya doğru bir metot takip etmediklerinden veya açık ve net bir hedefe davette bulunmadıklarından, zamanla ümitsizliğe düştüklerine Allah'ın üzerine farz kılmış olduğu davayı taşımaktan uzaklaşıp dünyaya dalıp gittiklerine çoğu kere şahit olunmaktadır. Hatta kendilerine hak bir davayı götüren kimselere de; "Bir zamanlar biz de senin gibiydik. Zamanla sen de bu işlerden vazgeçersin." gibi İslâm'la bağdaşmayan sözler sarf ettikleri görülür. Bu nedenle hem davetçi hem de davetçinin içerisinde bulunduğu kitle hak yol üzere olduğu sürece, her ne surette olursa olsun asla davasını terk etmemelidir. Karşılaşabileceği güçlükler karşısında daima kendinden önce hak davayı taşıyan peygamberleri, onların çektikleri sıkıntıları ve yinede davalarını terk etmediklerini düşünmelidir. Örneğin; Nuh (as) 950 sene yaşamış olmasına rağmen hiçbir zaman davasını terk etmemiştir. Derin bir şekilde düşünüldüğü zaman insan ömrü için 950 senenin hiç de küçümsenecek bir zaman olmadığı bilakis insan hayatı için çok uzun bir süre olduğu unutulmamalıdır. Aynı konu ile bağlantılı olarak kitlenin elemanlarında dava ciddiyeti bulunmalıdır. Kendilerine verilen görevleri eksiksiz bir şekilde yerine getirme konusunda azami derecede hassasiyet göstermelidirler. Davalarını daima dünyevi işlerinin önüne almalıdırlar. Dava onların zihinlerinin ve rüyalarının süsü olmalıdır. Davası için gerektiğinde işini gücünü terk edebilmeyi göze alabilmelidir. Davasını dünyalık işleri için bir basamak değil, dünyalık işlerini davası için bir basamak olarak kullanmalıdırlar. Dava adamı bu davanın yalnızca kendi eliyle zafere ulaşacakmışçasına kendini davasına vermelidir. Ben çalışmasam dahi benden başka çalışanlar, bu davayı yüklenenler vardır gibi; kişide tembelliği, davadan uzaklaşmayı doğuracak düşüncelerden tamamen uzak durmalıdır. Davasını kendinden, kendini de davasından ayrı görmemelidir. 5-) Elemanlar arasında bağ, ideolojik bağ / akidevi bir bağ olmalıdır. Kitlenin bütün elemanlarını birbirine bağlayan bağ akrabalık, arkadaşlık, hemşehrilik, aynı dili konuşuyor olma, menfaatçilik, mezhepçilik veya bunların dışında akidevi, ideolojik bağdan başka hiçbir bağ olmamalıdır. Kitlenin elemanları birbirlerine ancak Müslümanlar oldukları, aynı fikre inanan, aynı davayı taşıyan kimseler olduklarından dolayı bağlanmalıdırlar. Vatancılık, milliyetçilik, akrabalık, menfaatçilik, bunlarda görülmemelidir. Dava asla bunların üstüne bina edilmemelidir. Zira bu dava ne belli bir kabileye veya ırka, ne belli bir bölgede yaşayan insanlara, ne de belli bir dili konuşan insanlara inmiş bir dava değildir. Bu dava insan ve Müslüman olmasından dolayı bütün Müslümanlara farz olan bir davadır. Tıpkı namaz, oruç, hac, zekat ve diğer şer'î hükümler gibi, bu da bir şer'î hükümdür. Dolayısıyla dünyanın hangi bölgesinde bulunursa bulunsun, hangi dili konuşursa konuşsun, derisinin rengi ne olursa olsun aynı fikri, aynı metodu, aynı inancı taşıdığı ve aynı kitle ile birlikte çalışmayı kabul ettiği sürece akidesinden ve akidesinden kaynaklanan şer'î hükümlerin dışında hiçbir şey o kimseyi etkilememelidir. Allahu Teala'nın; "Ancak müminler kardeştir." (Hucurat 10) ayetinin ortaya koyduğu hüküm esas olmalıdır. Yine Rasulullah (sav)'in ve sahabenin hayatına baktığımız zaman onlar arasında İslâm akidesinden başka bağlayıcı hiçbir bağın bulunmadığını görürüz. Nitekim sahabeden Bilal b. Rebah (Bilal-i Habeşi) Habeşistanlı, Selman-ı Farisi İranlı, Süheyb Er Rumi de Bizanslı olmasına rağmen onların diğer sahabelerden hiçbir farkı yoktu. Hatta Rasulullah (sav) çeşitli vesilelerle; “Selman bendendir” şeklindeki ifadeleri ile onları diğer sahabelerden ayırmadığını açıkça ortaya koyuyordu. Dolayısıyla dünyanın hangi bölgesinde bulunurlarsa bulunsunlar sahih bir kitlenin elemanları her zaman aynı özellikleri bünyesinde taşımalı ve birbirlerine şer'î hükümler açısından bakmalıdırlar. Bir duvarın tuğlaları gibi birbirlerine kenetlenmelidirler. 6-) Davayı yüklenme esnasında gücün ve kuvvetin yalnızca Allahu Teala'da olduğuna inanmak. Gücün sayıca çoklukta olduğuna veya parasal zenginlikte olduğuna güvenmeden yalnızca Allah'u Teala'ya dayanmak. Yalnız başına olsa bile Allah'ın kendisi ile beraber olduğuna, en sıkıntılı anlarda kendisine ancak Allah'u Teala'nın yardım edeceğine kesin olarak iman etmek. Zira İslâm'ın hayata hakim kılınması emri Allah'tan gelmiştir. İnsanlar, gücün sayıca çoklukta veya parasal güçte olduğuna kanaat getirdikleri zaman yani bizler sayı bakımından çok ve parasal zenginlik bakımından kuvvetli olduğumuz zaman ancak düşmanlarımıza karşı üstünlük sağlayabiliriz inancına sahip olurlarsa, Allah'u Teala'nın gücünü ve kudretini bir kenara itmiş sayılırlar. İşte o zaman Allah'ın yardımı onlardan uzak olur da onlar kendi hallerine kalırlar. Zafere ulaşmaları da kesinlikle söz konusu olmaz. Bu hususu teyit eden birçok ayet ve hadisi şerif mevcuttur. Bunlardan bazıları ise şunlardır: "Ey iman edenler eğer siz Allah'a (dinine) yardım ederseniz Allah'ta size yardım eder ve ayaklarınızı sabitleştirir. " (Muhammed 7) Allah'u Teala sayıca az olmalarına ve zor durumda bulunmalarına rağmen Bedir savaşında Müslümanlara nasıl yardım ettiğini Ali İmran suresi 123-126 ayetlerde şöylece bildiriyor: "Andolsun ki siz düşkün bir durumda iken Bedir'de Allah size katî bir zafer vermişti. Allah'tan korkun ki şükretmiş olasınız. Hani sen Müminlere; İndirilmiş üç bin melekle rabbınızın size yardım etmesi yetmez mi? diyordun. Evet, sabreder, sakınırsanız ve onlar da hemen üzerinize gelirlerse, Rabbınız size nişanlı beş bin melekle yardım edecektir. Bu yardımı Allah, size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Yoksa zafer, ancak aziz ve hakim olan Allah'tandır." Dolayısıyla davayı taşımada zaferin ancak Allah'ın yardımı ile gerçekleşeceğine kesin bir şekilde kanaat getirmek ve ihlasla amel etmek gerekir. Sayıca çokluk zaferin kazanılması için sebep değildir. Kitlenin çalışıp bu davayı taşıyacak yeni kimseler kazanmaları ancak bir şer'î hükmün yerine getirilmesi içindir. Samimiyet ve ihlas olmadığı müddetçe, yapılan çalışmalar sırf Allah'ın rızasını kazanmaya yönelik olmadıkça, gerçek güç ve kudretin yalnızca Allah'ın elinde olduğuna kesin bir şekilde kanaat getirilmedikçe, sayı ve para bakımından ne kadar büyük miktarlara sahip olunursa olunsun zafer elde edilemez. İslâm tarihinde bunun birçok örneği vardır. Sayıca çokluğun zaferi kazanmak için yeterli bir sebep olmadığının en büyük göstergelerinden birisi Rasulullah (sav) zamanındaki Huneyn gazvesidir. Huneyn'de Müslümanlar sayıca çoklukları ile övünüyorlar ve Huneyn'e yönelmiş olan İslâm ordusunun asla mağlup olmayacağını konuşuyorlardı. Sayıca çoklukları onların çok fazlası ile hoşlarına gitmişti. Ancak İslâm ordusu henüz Huneyn vadisine girer girmez tepelerine yağmur gibi yağmakta olan oklar karşısında çil yavrusu gibi dağılmaya başlamıştı. Böylece sayıca çokluklarının zafer kazanmaları için yeterli olmadığını Allahu Teala hemen orada onlara gösteriyor ve bu hususu ayeti kerimede şöylece açıklıyordu: "Andolsun ki Allah, size birçok yerde ve
1 Fotoğraf1 Fotoğraf
İsrail’i Tel’ine, Mazlumlar İçin Kunuta Davet Hacıbayram camii
İsrail’i Tel’ine, Mazlumlar İçin Kunuta Davet Hacıbayram camii ************************************** Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Her var olanın bir ustası vardır.Kaidesinden yola çıkarsak. Bu kainatta kendi kendine oluşmuş bir şey olmadığına göre o zaman bu kainatıda bir yaratıcı yaratmış dolayısı ile benide.(insanlığı) O zaman bu yaratıcının beni yönlendirmesi ,Kullanma klavuzu vermesi lazım Normal hayatın akışında yaratıcı ile insanlar arasında ki aracıya peygamber denmiş. o zaman en son peygamberlik iddiasında bulunan kişinin getirmiş olduğu kontrata anlaşma şartlarına bakacağız. (Sonuncusu geçerlidir kaidesinden) (Kader) Sonuncusu Muhammed olduğuna göre onun getirdiği kontratda insanlığa bir rest çekiş meydan okuma var. Yoksa, 'Onu Muhammed uydurdu' mu diyorlar? Onlara de ki; 'Eğer doğru söylüyorsanız, Kur'an'a benzer bir sure ortaya getiriniz, bu konuda Allah dışında kimleri yardıma çağırabilecekseniz, çağırınız. Yunus*38 Aradan bin dört yüz yıl geçmiş hala bir ses yok . Peki şimdi yapsınlar şimdi teknik bir çağdayız her şey eloktronik çoğu şeyi harflerin ve rakamların karışımından yapıyor proğram yapıcıları. o zaman kuran ayetlerinide getirsinler.? Allah kainatı elementlerden yarattığı gibi kuranıda harflerin karışımından yaratmıştır. Diyebilir birileri evet bizimde demokrasimiz var. o zaman demokrasiye ve Muhammedin getirdiği şartlara bakılır.Bu insan fıtratına uygunmu diye. örneğin; Mal can ve namuz konusunda kim ne diyor diye. (Şartlar. Eşyadaki özelliklere uygun düşmesi lazım) Dolayısı ile.. Muhammedin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun.(ölüm cezası veriyor) Demokrasinin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun değil.(Taraf.Aklın üstününden.Hevadan,zenginden) (Halbuki insandaki fıtrat kendisinin olanı kendi isteği dışında bir başkasıyla paylaşmak istemez) olduğu anlaşıldığından fıtrata uygun olan alınır. Dolayısı ile Muhammedin getirmiş olduğu şartlar Yaratıcının gönderdiği şartlar olarak kabül görür. Yaratıcıya ve son peygamberine inanmak vakaya mutabık olur ve Muhammedin getirmiş olduğu şartların bir tanesinin gereği kişi Müslüman olur ve yaratıcının vaadi gereği cenneti kazanmış olur. Kişi bu vaadi elinde tutabilmek için Muhammedin getirmiş olduğu yaratıcının tarifini onaylaması lazım. Yaratıcının kırmızı çizgisi şirktir.(Allah'ın tarifi) (Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'ın da Rabbi olan Allah onların uydurdukları noksan sıfatlardan yücedir, münezzehtir.zuhruf*82 O tarifde budur.) Bu olayı bilen şeytan Medya veya diğer yollarla kafir kişinin Allah tarifini onaylattırarak kişiyi Müslümanım diye diye cehennemin bir başka kapısından içeri atıyor. ***************************************************************** "Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım." "Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın." (Allah) buyurdu: "Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. And olsun ki,onlardan sana kim uyarsa, (bilin ki) sizin hepinizden (derleyip) cehennemi dolduracağım." (A'RAF/16-18) Şeytan Müslüman kılıfına bürünüp prof etiketiyle Atv ve flastv gibi kanallarda Nihat hatipoğlu,Cübbeli Ahmet gibi kişiler vasıtasıyla şu Allah tarifini sunuyor eğer sen onların söylemiş olduğu Akideyi benimser ve onaylarsan Kafir oluyor ve ebedi cehenneme gidiyorsun.Her ne kadarda diğer islamın şartlarını yerine getirsende. Ey insanlar, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın şeytan, sizi Allah'ın affına güvendirerek ayartmasın.Fatır.5 MÜSLÜMANLARIN VE KAFİRLERİN ALLAH TARİFİ,TANIMI..SEN BU TARİFİN NERESİNDESİN? ***************************************************** HAYATIN GAYESİ OLAN HEDEFİNİ BELİRLEMEK İÇİN TAKİP EDECEĞİN YOL KAFİRLERİN AKİDESİ--(Sınırlıdır) BAŞLAMA***3 BURADAN DEVAM... ************************* **ÖNEMLİ**CENNETİN ANAHTARI... «Muhakkak ki Allahü Taalâ kendisine şirk koşulmasını affetmez. Ve istediği kimse için bundan başka hepsini affeder» kavli şerifini tefsir ettiğimiz zaman Yahudilerin Allah’ı bırakıp ta kendi hahamlarını ve din büyüklerini Rab ittihaz edindiklerini, bunun Üzerine şirke daldıklarını söylediğimizi unutmayalım. Yuhudilerin din adamlarına doğrudan doğruya ibadet etmiş değillerdi. Fakat onların kendiliklerinden ortaya attıkları şekilde halâlı haram ve haramı da halâl kabul ederek hüküm vazetme ve hakimiyyet esasını evvelemirde onlara vererek şirke düşmüşlerdi... Allahü Taala her şeyi affeder de şirki affetmez... Hatta büyük günahları bile affeder... «İsterse zina etsin, isterse hırsızlık yapsın, isterse içki içsin... Hepsini affeder...» Bütün mesele Rab olarak yalnız ve yalnız Allahü Taalâyı tanımakdır. **********Dikkat önemli...********** Binaenaleyh, hâkimiyyeti sadece Allahü Taalâya vermek gerekir. Ülûhiyyet makamının en önemli husisiyyeti budur. İşte bu çerçeve dahilinde müslüman müslüman olarak, mümin mümin olarak kalabilir. İşte bundan sonra İnsan büyük te olsa günahlarının affını ümid edebilir... Bunun dışında kalan şirke gelince bunu Allahü Taalâ ebediyyen affetmez.Zira Islamın şartı ve imanın haddi budur... Çünkü Cenabı Allah «Şayet Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsanız» diyor... http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb "VAHDETİ VÜCUT FELSEFESİ": "NEW AGEVideoİsrail’i Tel’ine, Mazlumlar İçin Kunuta Davet Hacıbayram camii
Felsefe sanki bilimin bittiği yerden başlarmış gibi algılanır çoğu zaman.Yada bilimin erişemediği alanlara felsefe ile ulaşılmaya çalışıldığı...
Felsefede basite indirgeme formulü, kuralı.... Aslında felsefe nin yerini tartışmak gerek başta.Felsefe tanımı itibariye bilimden farklılaşır.Felsefe bu durumda bilimin bir dalı sayılamaz.O yüzden de Bilim Ve Felsefe kıyaslaması yapılabilir durumdadır.İkisi arasındaki en temel fark bilim deneye dayalıdır Felsefe sadece akla ve mantığa.Bilim Neden-Sonuç ilişkisini bulmaya çalışırken genellemeler yapmaya çalışır.Öyleki özellikle pozitif bilimlerde herşeyi basite indirgeme çabası vardır.Örneğin herşeyi açıklayan bir formül yada herşeyin yapı taşı olan bir parçacıkdır aranan.Felsefede de bu arayış gözlenir aslında.Her soruya verilebilecek tek bir basit yanıt.Ama o yanıt bulunduğunda felsefe kendi kendini yok edeceğinden o yanıt hiçbir zaman bulunamayacaktır.Bu durum felsefenin kendini yok etmek istememesinden değil,ama eşyanın tabiatındandır.BağlantıBilim Ve Felsefe...
ECEL bu kadar yakın ama kimse görmez
ECEL bu kadar yakın ama kimse görmezVideoECEL bu kadar yakın ama kimse görmez
ARAŞTIRARAK İSLAMI SEÇENLER.
Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbVideoARAŞTIRARAK İSLAMI SEÇENLER.
HAKİKAT ARAYIŞ SÜRECİ VE İSLAM COĞRAFYASINDA DURUŞ SORUNLARI
öncelikle yaşanılan dönemde Hakk’a şahidlik edebilmek, yaratılış gayemizin gereğini yerine getirebilmek için gereken kimliğe ulaşma çabasıdır. Haliyle bu süreç insanın düşüncesinin zamanla netleşmesi ve Yaradan’ın kendisinden beklediği kulluk bilincine ulaşma mücadelesidir. Unutulmayalım ki bu süreç hayatı ciddiye alan akıl ve irade sahibi her insan için olmazsa olmaz bir yolculuktur. Bu yola çıkan her kuluna Rabbimiz görünür ve görünmez her türlü desteği de sunmaktadır. Kendisiyle doğru yolu bulacağımız bir kitap gönderip o kitabın da nasıl hayata geçirildiğini Peygamberi vasıtasıyla örneklendiren Rabbimiz Kerim olan Kitab’ında da bildirdiği gibi “Doğru yolu göstermek Allah’a” aittir diyerek ve bu işi hiç kimsenin tekeline bırakmamıştır. Bu süreçte kula düşen ise, bu yönde bir arayış içinde olmaktır. Hiç şüphesiz doğru yerde aradığı sürece, arayan aradığını mutlaka bulacaktır… Bu nedenle Allah biz kullarına akletmeyi, düşünmeyi emredip aynı zamanda ön yargılardan ve tabulardan uzak durmamızı, insani zaaflarımızın farkında olmamızı, toplumun kınamasından değil, Allah’ın sorgusundan çekinmemizi yani güncel ifade ile “mahalle baskısının” hesabını değil, “hesap gününün” hesabını yapmamızı istemektedir. Kısaca hakikat arayış süreci dediğimiz kavram kuranın ifadesiyle “…sözü dinleyip en güzele uyma…” gayretlerimizin toplamıdır diyebiliriz.BağlantıBu günkü tabloya baktığımızda, küresel sitemin İslam coğrafyasındaki temel kaygısı ve hesabı kontrolü kendi elinde tutmaktır. Bu gerçek göz ardı edildiğinde gündeme gelen proje ve temel politikalar…
Hilafet hayal değil hayattır
Şu halde Müslümanların, bütün güçlerini bu yönde harcamaları üzerlerine yükümlülüktür. ************* Müslümanların hem Allah'ın indindeki mesuliyetlerinden kurtulmaları, hem de dünyadaki şu zilletten kurtularak izzete kavuşmaları ve böylelikle dünya ve ahirette kurtulanlardan, ebedi saadete kavuşanlardan olmaları için, İslâm nizamını yeniden hayata hakim kılacak ve Allah'ın hükümleriyle hükmedecek olan hilâfet devletinin kurulması için ihlasla çalışmaları, mücadele etmeleri, Allah (cc)'ın şu ayetine dikkatlerini vermeleri olmazsa olmaz şartlardandır: "De ki, babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesata uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler, size Allah'tan Rasulünden ve Allah yolunda cihat etmekten daha sevgili ise Allah'ın emrinin (dünyada belaların ve ahirette azabın) gelmesini bekleyin. Allah fasık kavmi (Allah'tan ve Rasulünün ve onun yolunda cihat etmekten başka şeyler tercih eden yoldan çıkmış, sapmış kavmi) hidayete erdirmez." (Tevbe 24) http://www.hilafet.com/inceleme/sohbet/11.htm#1BağlantıHilafet, insanlığın analık makamıdır. Bu makamı kaybettiğimiz günden bu yana insanlığımızı kaybediyoruz.  Hilafet, fıtri bir nizamdır. Çünkü...
İsrail’le Normalleşme ve Devlet Gerçeği, Yakup DÖĞER, Küre Medya, Bu küreye dair ne varsa...
Şurası unutulmamalıdır, özellikle de Müslümanlar buraya dikkat etmelidir; eğer ideallerimizde vahyin referansında toplumu dönüştürmek ve bütün insanlığı vahyin aydınlık geleceğinde ebedi esenlik yurduna ulaştırmak için mücadele etmek varsa, bu kesinlikle Nebevi bir yöntemle olmalıdır. Dünyevi, bugüncü ve vahiyden kopuk yollar tercih edilmemelidir. Rahmetli Seyyit Kutub’un dediği gibi, bu din Rabbanidir ve hakimiyetine giden yolda Rabbani usulle olmalıdır. ************** Şurası unutulmamalıdır ki, gece gündüz sadece sövüp küfretmek bize bir şey kazandırmayacaktır.Bağlantı
المرابطون في المسجد الأقصى يؤدون صلاة الاستغاثة ويتضرعون بالدعاء الى الله ..
Şu halde Müslümanların, bütün güçlerini bu yönde harcamaları üzerlerine yükümlülüktür. ************* Müslümanların hem Allah'ın indindeki mesuliyetlerinden kurtulmaları, hem de dünyadaki şu zilletten kurtularak izzete kavuşmaları ve böylelikle dünya ve ahirette kurtulanlardan, ebedi saadete kavuşanlardan olmaları için, İslâm nizamını yeniden hayata hakim kılacak ve Allah'ın hükümleriyle hükmedecek olan hilâfet devletinin kurulması için ihlasla çalışmaları, mücadele etmeleri, Allah (cc)'ın şu ayetine dikkatlerini vermeleri olmazsa olmaz şartlardandır: "De ki, babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesata uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler, size Allah'tan Rasulünden ve Allah yolunda cihat etmekten daha sevgili ise Allah'ın emrinin (dünyada belaların ve ahirette azabın) gelmesini bekleyin. Allah fasık kavmi (Allah'tan ve Rasulünün ve onun yolunda cihat etmekten başka şeyler tercih eden yoldan çıkmış, sapmış kavmi) hidayete erdirmez." (Tevbe 24) http://www.hilafet.com/inceleme/sohbet/11.htm#1Videoالمرابطون في المسجد الأقصى يؤدون صلاة الاستغاثة ويتضرعون بالدعاء الى الله ..
Nederland De Heilige Koran - Vesiletunnecat.com
Türkce anlamıyorsanız , Hollandaca Allah ile insanlığın arasındaki kontrat Anlaşma. Okuyun ki Hem bu dünyada hem ebedi hayatınızda yaşama kaliteniz düzgün olsun.BağlantıHollandaca Kur'an Meali
“DİN DİLİ” ÜZERİNE
Dinin korku merkezli dilini anlayabilmek için birazcık gerilere gitmek gerekmektedir. Bu toplum son iki asırdır korkularla yaşamaktadır. Bu korkular, özne bir ümmeti nesne bir ümmet yapmıştır. Hala birbirimizle uğraşmaktan, birbirimizi suçlamaktan vaz geçemedik. Bu durum bizi mağlup medeniyet olmaya götürmüştür. Din dilinin korku merkezli olması, çok ciddi sorunları beraberinde getirmektedir. Her şeyden önce, din birleştiricilik vasfını kaybetmektedir. Siyasetin ürettiği bir takım olumsuzluklar, korku egemen din dili sayesinde toplumda kalıcı hale gelmeye başlamaktadır (yanlış kader anlayışı gibi). Daha açık bir ifadeyle korku kültürü, hem dinin etkinliğini azaltmakta, hem de din istismarını kolaylaştırmaktadır. Bütün dini yapılarda okumaktan insanlar hala korkmakta ve yapılarda bunu onaylayıp körüklemektedir.BağlantıDil müşterek bir iletişim vasıtasıdır. Bu da insanın dünyayı anlaması,  eşyayı algılaması ve ifade etmesi demektir. İnsan dil vasıtası ile anladığını anlatır ve dil yoluyla kimlik kazanır. Yine ins…
AKP ve ERDOĞAN'IN İSRAİL İKİYÜZLÜLÜĞÜ
Sevgili kardeşlerim başımızdaki öncü görünen kişilerin kim olduğuna hangi tarafta olduğuna bir bakın isterseniz.! Sonra Fravun gibi pişmanlık sergileyipte geçersiz konuma düşmeyin. https://vimeo.com/153695185VideoÖyle bir paylaşın ki ağızlarına İsrail veya One Minute'i alamasınlar! İşte madde madde AKP'nin İsrail ikiyüzlülüğü!
Kitaplar
Anlama biterse eylem başlamalı çünkü. Bir kişi “anladım” dediğinde artık harekete geçmesi gerekir. Aşağıdaki Akideyi anlatıyorum herkes anladığını söylüyor ama harekete geçen yok.! Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbBağlantı1. Hizb-ut Tahrir Nedir? (Mutemet Baskı) OKU 2. Hizb-ut Tahrir'in Değiştirme Metodu (MENHAC) (Mutemet Baskı) OKU 3. Hilâfet Nedir? OKU 4. İslâm...
KUR’AN’A YAPILAN ZULÜM
“Oku” diye başlayan vahiy süreci, “oku” dedikten sonra bir de “anla” demeye gerek duymamıştır. Çünkü Kur’ân, “okunduğunda zâten anlaşılabilecek de olan” bir kitaptır. Bu yüzden de Kur’ân’ın hiç-bir yerinde: “Bu Kur’ân’ı okuyun ve anlayın” denmez. “Okuyun ve ibret/öğüt alın”, “okuyun ve düşünün” denir. Hattâ Müzzemmil 20’de: “Kur’ân’dan kolay geleni “okuyun” diye iki kere tekrar yapılır: Gerçekten “Rabbin, senin gecenin üçte ikisinden biraz eksiğinde, yarısında ve üçte birinde (namaz için) kalktığını bilir; seninle birlikte olanlardan bir topluluğun da (böyle yaptığını bilir). Geceyi ve gündüzü Allah takdir eder. Sizin bunu sayamayacağınızı bildi, böylece tevbenizi (O’na dönüşünüzü) kabûl etti. Şu hâlde Kur’ân’dan kolay geleni okuyun. Allah sizden hastalar olduğunu, başkalarının Allah’ın fazlından aramak için yer-yüzünde gezip-dolaşacaklarını ve diğerlerinin Allah yolunda çarpışacaklarını bilmiştir. Öyleyse ondan (Kur’ân’dan) kolay geleni okuyun. Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin ve Allah’a güzel bir borç verin. Hayır olarak kendi nefisleriniz için önceden takdim ettiğiniz şeyleri daha hayırlı ve daha büyük bir ecir (karşılık) olarak Allah katında bulursunuz. Allah’tan mağfiret dileyin. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir” (Müzzemmil 20). İlginçtir ki ilkinde “okuyun” dedikten sonra ikincide de yine “okuyun” der (fe ikraû) ve “anlayın” tarzı bir ifâde kullanmaz. Okumak demek anlamak demektir zîrâ. Anlamayı içinde barındırır. Anlama okumanın içinde mündemiçtir yâni. Bu nedenle ayrıca bir “anlama çalışması” yapmak abestir. Kur’ân’da “anla” (fehim) diye bir emir yada öneri yoktur. Aklını kullan/ibret al/düşün vs. der Kur’ân.BağlantıPeygamberimiz ve ashab, bu tarz bir İslâm’i mücâdele/mücâhede ile 23 yıl sonunda Arabistan yarım-adasında İslâm’i bir barış/selâmet yurdu kurdu. Bu durum bâzı aksamalara rağmen Hz. Ali’nin vefâtına…
TERCİH
Her tercih bir sorumluluk ve bir külfet getirir. Yaptığımız her tercihin katlanmak zorunda olduğumuz bir sonucu olacağını daha tercihi yapmadan biliriz. Zaten bu bilgimiz bizi tercihimizden sorumlu yapar. Her insan doğru ile yanlışı ayırt edebilecek donanıma sahip olarak yaratılmıştır. Bu sebeple tercihini yaparken yanlışı mı yoksa doğruyu mu seçtiğini gayet iyi bilir. Yanlışı tercih etmemizin sebebi onun yanlış olduğunu bilmememiz değil doğruyu tercih etmenin o anki menfaatimize uymamasıdır. Yanlış tercih yaptığımızı çok iyi bildiğimiz için de kendimizi rahatlatacak yığınla bahanemiz çoktan hazırdır. Allah’ın emirlerinin mutlak gerçek olduğunu, doğru ve doğal olduğunu her insan gayet iyi bilir. Tercihini Allah’ın emrinin aksi yönünde kullananlar bunu bilerek yaparlar. Bu bilgiye rağmen yanlışı seçtikleri için gerçeğin üstünü örtmüş olurlar. İçlerini rahatlatmak için uydurdukları bahane ve kurgular gerçeğin yerini almıştır. Böyle kişileri Allah, gerçeğin üzerini örterek tercihini bile bile yanlıştan yana kullanan kişi anlamında “kafir” olarak adlandırır. Rabbimiz kafirlerden bahsettiği ayetin devamında “onlar” diyerek şu tanımı yapmaktadır: “Onlar, dünya hayatı (en yakın hayatı) Âhiretten (sonrakinden) daha çok seven, Allah yolundan engelleyen, o yolda anlaşılmayacak bir biçimde eğrilik oluşturmaya çalışan kimselerdir. Onlar derin bir sapkınlık içindedirler.” (İbrahim 14/3)BağlantıMüminler konjonktür ne olursa olsun Allah’ın emrini tercih eden ve yalnız Allah’a güvenip dayananlardır. Erdem Uygan/ Hilal Tv “Yükselen Sözler” Program Yapımcısı Hayat tercihlerden iba…
ATASOY MÜFTÜOĞLU’NU OKUMAK VE ANLAMAK
DOĞRU... Bu sistem bu insanları mankurtlaştırmış . örnek.Bir Müslümana sor.cennete gidecekmisin diye. Allah'u alem der.(Genel tanım)(Kafirlerin taktiği) Halbuki kesin ve net konuşması lazım. Yok Neden ? Çünkü mankurtlaştırılmış.. CENNETİNİ GARANTİ ALTINA AL KARDEŞİM.... https://www.facebook.com/huseyin.sasmaz.566/posts/144798805928263 Diğer konulardada aynı ana konu ise şöyle. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbBağlantıMüftüoğlu’nun düşüncesine katılırsınız katılmazsınız, kabul edersiniz, red edersiniz, bu sizlerin bileceği bir iştir. Yalnız, onu mahkûm etmek, ötekileştirmek, yalnızlaştırmak, itibarsılaştırmak, s…
BENİ AFFEDER MİSİN?
Yıllar boyunca süren değil sürünen evliliklere bakıldığında, affedilmeyen hataların, unutulmayan sözlerin, davranışların, konuşulmamış, yok sayılmış yanlış anlaşılmaların dibe çökmüş tortular gibi ilk fırsatta ilişkileri bulandırdığı görülür. Hayatımızın geri kalan kısmını karşımızdaki kişiye zehir ederek geçirmenin onu değil en çok kendimizi cezalandırmak olduğunu unutmadan, affedebileceklerimize şans, affedemeyeceklerimize yol vermeyi becerebilmek dileğiyle,Bağlantı“Allah yeniden başlayanların yardımcısıdır” ve belki de bir insanı affetmekle başlar her şey… Dünya Bülteni/ Tuba Karacan // “Unutamıyorum dedi kadın. Ömrüm boyunca da unutamayacağım sanırım” . İyi…
Arif Botan:ZALİMİN MAZLUMİYETİ
Halbuki meselelere ebedi bir düşünce tarzıyla baktığımız zaman mutlak anlamda zalimin, muhatabından ziyade kendini mazlum ettiğini; muhatabının mazlumiyetinin sınırlı, kendisinin ise sınırsız olduğunu anlıyoruz. Yani sınırsız bir gelecek tasavvuru, mazlumun mazlumiyetinin fani, zalimin mazlumiyetinin ise baki olduğunu bize gösteriyor.BağlantıMüminlerin hayata bakış açıları ölümle sonlanan bir bakış açısı değil bilakis ölümle tekrar başlayan bir bakış açısıdır. Mümin duygu, düşünce ve amellerinde mutlaka ölüm ve sonrasını hesaba katar
OKU,ÖĞREN;İSTİKAMETİNİ BELİRLE...: «Bu Kitab îman edecek bir kavm için Rabbınız tarafından...
İşte bunun için Resulullah (S.A.V.) getirmiş olduğu bu Kur’an’da bulunan hakikatları ve onların bilmeyerek istedikleri maddî harikalar konusundaki gerçekleri açıklamakla emrolunuyor. İşte gafil bulundukları hidayet kaynağı gözlerinin önünde: «Bu Kitab îman edecek bir kavm için Rabbınız tarafından basiretleri açacak deliller, hidayet ve rahmettir»... Gerçekten de bu Kur’an, basiretleri açacak işaretlerle doludur. Coşan bir rahmet kaynağıdır. Fakat bu; inananlar ve bu engin hayırdan faydalananlar içindir. Daha önce beşeriyetin çocukluk devrelerinde, mahallî risaletlerde, âlem şumül olmayan peygamberliklerde... Zaman ve mekânın hududunu aşmayan, sadece görenlerin dışında başkalarının muhatap olmadığı, kendilerinden sonra gelen nesillere hitap etmeyen... Müşahede eden kavimlerin ötesinde başkalarına ulaşmayacak peygamberlerin gösterdiği maddî harikalar cinsinden harikalar istiyordu o devrin Arapları... Gerçekten de maddî harika cinsinden hiç bir şeyin eşine benzemediği bu fevkalâde üstün icaz ve belagat örneği Kur’an nereden bakılırsa bakılsın insanların — hangi zaman ve mekân içerisinde bulunursa bulunsunlar — istedikleri mucizeler ne geçmişte, ne de zamanın sonuna kadar gelecekte bu üstün mucizenin sınırına ulaşamazlar. İfade yönünden bu böyle. Öyle sanıyorum ki cahiliyet devri Araplarına kıyasla onun en açık yanı — çünkü onlar diğer milletlere nisbetle edebî üslûp bakımından son derece gelişmiş ve kendi pazarlarında bununla övünmeleri ile ün kazanmışlardır— işte bu tarafıdır. Bu edebî mucize yönü olmuştur. Ve bugün de halâ o hiçbir beşerin baş ölçüşemiyeceği bir mucize olarak durmaktadır. Allah’ü Teâlâ o gün bununla meydan okumuştur Araplara. Ve bu meydan okuma halen de sürüp gitmektedir. İnsanlar arasında ifade gücüne sahip kimseler, üslûp bakımından beşer takatinin nereye kadar ulaşacağını anlayanlar, bu Kur’an’ın en büyük mucize, mucizelerin mucizesi olduğunu görür ve farkederler... İster bu dine inansınlar, ister inanmasınlar bu üstün üslûp kudretini kavrarlar... Binaenaleyh bu tarafıyla meydan okuma karşısında müminlerin ve mülhidlcrin müsavi olduğu temel bir prensip olarak ayakta durmaktadır. Nasıl ki cahiliyet devrinin Kureyş uluları bu Kur’an'da daha önce hiç bir yerde farkına varmadıkları şeyleri görüp buluyor idiyseler, bugün de ve yarın da sevmeyen; düşman olan, îmansız her cahiliyet yolcusu bu ilk cahiliyet erbabının sevmediği ve karşı geldiği halde duymuş olduğu duyguların aynısını duyar. Ve bütün bunların gerisinde o Kitap eşsiz bir mucize esrarını halâ korumaktadır. İnsan fıtratı ne zaman o gerçekten ayrılmak isterse, gönüllere perdeler çekilse, fıtratın üzerine ağır kum yığınları yığılsa onun fıtrat üzerindeki hâkimiyeti yine devam eder, onlar bu Kur’an’ı dinlerken, bu hâkimiyetin altında iken zaman zaman gönülleri canlanır, ruhlarında silkinme emareleri görülür Söz söyleyen insanlar pek çoktur. Bazı kimseler birçok ..sistemlerin, ekollerin ve fikir akımlarının temel prensiplerini ihtiva eden sözler söylerler. Ama bu Kur’an söylediği şeylerin insan fıtratında ve gönlünde yaptığı tesirleri bakımından bütün sözlerden ayrı ve eşsizdir. En üstün ve kahredici güç bu Kur’an-ı Kerîm'indir her zaman. Nitekim Kureyş uluları da kendilerinin peşinde gidenlere o Kur’an’ı dinlemeyin, bir kenara atın onu, belki sizi mağlup eder diyerek nefislerindeki bir gerçeği gizli de olsa açığa vuruyorlardı. Çünkü onlar biliyorlardı ki bu Kur’an’ın ruhlara değmesi ve temas etmesi ile karşı koyması mümkün olmayan tesirler icra ettiği bir vakıaydı. Bugünün cahiliyet liderleri de hala yazdıkları yazılarla, kitaplarla gönülleri bu Kur’an’dan çevirmeye çalışıyorlar. Ama bütün bunlara rağmen Kur’an yine üstünlüğünü sürdürüyor. Bir âyet veya birkaç âyetin beşer kelâmı arasında yer alışı birdenbire onu diğer sözlerden ayırıyor, tesiri bakımından eşsiz bir kudrete sahip olduğu hemen beliriyor. İşitenlerin içinde deruni bir his istilâsını temin ediyor. Ve söyleyenlerin üzerinde dikkatle yorularak söyledikleri diğer beşer sözlerinden tamamen ayrılıyor. Bundan sonra geriye bu Kur’an’ın maddesi ve mevzuu kalıyor. Kur’an’ın Gölgesinde bu Kur’an’ın maddesi ve mevzuu ile alakalı söylenecek söz üç beş sayfanın ötesine geçemez. ‘Halbuki söylenilmesi gereken bitmez tükenmez sözler vardır. Ne var ki bu sayfalara sığmaz o.Bağlantı
OKU,ÖĞREN;İSTİKAMETİNİ BELİRLE...: Şüphesiz ki şeytanın dokunuşu kör eder kişiyi. Allah’ı...
Bundan sonra Kur’an-ı Kerîm’in akışı dâva adamının ruhunda rıza ve kabul duygusunu geliştirmek, kızgınlık anında şeytanın hareketlerini ters yüz ederek onu kapı dışarı atmak için Allah’ı zikretmenin gerektiğini ifade ederek bir başka metod kullanıyor : «Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, şeytan tarafından bir vesveseye uğrayınca, Allah’ı anarlar ve hemen gerçeği görürler...» Gerçekten de bu kısacık âyeti kerîme insanları hayretten hayrete düşüren duyguları açıklamakta, son derece derin gerçekleri dile getirmektedir. Kur’an-ı Kerîm’in ifade gücü bütün bu üstünlükleri fevkalâde güzel ve muciz ifadeleri içerisinde toplamaktadır... Ayeti celîlenin : «Ve hemen gerçeği görürler» ifadesi ile son bulmuş olması da âyetin muhtevasına son derece büyük manalar eklemektedir. Onu karşılayacak lâfızlar bulmak güçtür. Şeytanın dokunmasının insanı körleştirdiğini, duygularını yok ettiğini ve gözünü kapadığını belirtiyor... Fakat Allah korkusunu, O’nun murakabesini, haşyetini, gazabını ve ikabını hissetmek ise... Gönülleri Allah’a bağlayan, gafletten uyararak hidayet yolunu sağlayan o engin bağ... İşte muttakilere bunlar hatırlatılıyor... Şayet Allah’tan korkanlar bunu hatırlarlarsa görüş ufukları açılır, gözlerinin önüne çekilmiş olan perdeler kalkar. «Ve hemen gerçeği görürler»... Şüphesiz ki şeytanın dokunuşu kör eder kişiyi. Allah’ı anmaksa birden gözleri açar. Şeytanın dokunuşu karanlığın ifadelidir, Allah’a yönelmek ise aydınlıktır... Şeytanın temasını ancak takvâ duygusu silip aydınlatabilir. Şu halde Allah’dan korkanlar için şeytanın hâkimiyeti nasıl söz konusu olabilir?... KUR AN VE CAHİLİYYET Allah’dan korkanların durumu bu olunca : «Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, şeytan tarafından bir vesveseye uğrayınca, Allah’ı anarlar ve hemen gerçeği görürler»... Bu emir Allah’ın cahillerden sakınılmasını belirten emriyle bu cahillerin ötesinde onları cehalete, alıştıkları budalalığa ve beyinsizliğe sevkeden sebeblerin bulunduğunu açıklayan emri anısında bir mutarize cümlesi olarak gelmişti. Neticede âyeti kerîme t ek nıı seyrine dönüyor ve cahillerden söz etmeye başlıyor : 202 — Oysa, kardeşleri olan kâfirleri azgınlığa sürüklerler ve bundan hiç geri durmazlar... 203 — Onlara bir âyet getirmediğin zaman : «Sen bir tane yapsaydın ya» derler. De ki: «Ben ancak Rabbim tarafından bana vahyolunana uyarım. Bu Kitab, îman edecek bir kavm için Rabbiniz tarafından basiretleri açacak deliller, hidayet ve rahmettir» Onları azgınlığa sürükleyen kardeşlerine gelince bunlar cinlerden şeytanlardır. Bu arada insanlardan şeytanlar da olabilirler. Bunlar onların dalâletlerini artırıyor hiç peşlerini bırakmadan, meyus olmadan ve durmadan onları sapıklığa götürüyorlardı.işte bunun için de ahmaklaşıyor, cahilleşiyor. Ve gittikleri yolda devam ediyorlardı. Müşriklerden bir kısmı Resulullah (S.A.V.) dan harika talep etmekten geri durmuyorlardı. İşte burada âyeti kerîmenin sevri onların risalet gerçeği ve Resullerin tabiatı konusundaki cehaletlerine delâlet eden bazı sözlerini hikâye ediyor : «Onlara bir âyet getirmediğin zaman : “Sen bir tane yapsaydın ya” derler»... Yani, sen Rabbına İsrar etseydin de, bir Ayet indirseydi va derler... Veya sen de bir peygamber değil misin? Kendin bir Ayet yapsaydın ya derler... Gerçekten de onlar Resullerin tabiatını ve vazifesini anlamıyorlardı. Bunu anlamadıkları gibi bir peygamberin Rabbi ile olan edep tavrını da bilmiyorlardı. Peygamber Rabbinin verdiği şeyleri alır ve Rabbının huzurunda kendisi bir şey açıklamaz, birşey istemez. Ayrıca kendiliğinden birşey de getirmez. Sadece Allah emreder, O da açıklar : «De ki : “Ben ancak bana vahyolunana uyarım”»... Ben kendiliğimden birşey icat etmem, birşey ortaya çıkarmam Rabbımın bana vahyettiğinden başka hiçbir şey gelmez elimden Ve ben sadece Rabbımın bana emrettiklerini getiririm. Cahiliyet devrinde Arapların gözüne ilişen peygamber deyince gaypdan haber veren sahte şekillerdi. Hem onlar ne risaletin mahiyeti ile ilgili, ne de peygamberlerin tabiatı ile alâkalı hiç bir bilgi ve görgüye sahip değillerdi.Bağlantı
BAKIŞ AÇISI..
BAKIŞ AÇISI.. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Her var olanın bir ustası vardır.Kaidesinden yola çıkarsak. Bu kainatta kendi kendine oluşmuş bir şey olmadığına göre o zaman bu kainatıda bir yaratıcı yaratmış dolayısı ile benide.(insanlığı) O zaman bu yaratıcının beni yönlendirmesi ,Kullanma klavuzu vermesi lazım Normal hayatın akışında yaratıcı ile insanlar arasında ki aracıya peygamber denmiş. o zaman en son peygamberlik iddiasında bulunan kişinin getirmiş olduğu kontrata anlaşma şartlarına bakacağız. (Sonuncusu geçerlidir kaidesinden) (Kader) Sonuncusu Muhammed olduğuna göre onun getirdiği kontratda insanlığa bir rest çekiş meydan okuma var. Yoksa, 'Onu Muhammed uydurdu' mu diyorlar? Onlara de ki; 'Eğer doğru söylüyorsanız, Kur'an'a benzer bir sure ortaya getiriniz, bu konuda Allah dışında kimleri yardıma çağırabilecekseniz, çağırınız. Yunus*38 Aradan bin dört yüz yıl geçmiş hala bir ses yok . Peki şimdi yapsınlar şimdi teknik bir çağdayız her şey eloktronik çoğu şeyi harflerin ve rakamların karışımından yapıyor proğram yapıcıları. o zaman kuran ayetlerinide getirsinler.? Allah kainatı elementlerden yarattığı gibi kuranıda harflerin karışımından yaratmıştır. Diyebilir birileri evet bizimde demokrasimiz var. o zaman demokrasiye ve Muhammedin getirdiği şartlara bakılır.Bu insan fıtratına uygunmu diye. örneğin; Mal can ve namuz konusunda kim ne diyor diye. (Şartlar. Eşyadaki özelliklere uygun düşmesi lazım) Dolayısı ile.. Muhammedin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun.(ölüm cezası veriyor) Demokrasinin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun değil.(Taraf.Aklın üstününden.Hevadan,zenginden) (Halbuki insandaki fıtrat kendisinin olanı kendi isteği dışında bir başkasıyla paylaşmak istemez) olduğu anlaşıldığından fıtrata uygun olan alınır. Dolayısı ile Muhammedin getirmiş olduğu şartlar Yaratıcının gönderdiği şartlar olarak kabül görür. Yaratıcıya ve son peygamberine inanmak vakaya mutabık olur ve Muhammedin getirmiş olduğu şartların bir tanesinin gereği kişi Müslüman olur ve yaratıcının vaadi gereği cenneti kazanmış olur. Kişi bu vaadi elinde tutabilmek için Muhammedin getirmiş olduğu yaratıcının tarifini onaylaması lazım. Yaratıcının kırmızı çizgisi şirktir.(Allah'ın tarifi) (Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'ın da Rabbi olan Allah onların uydurdukları noksan sıfatlardan yücedir, münezzehtir.zuhruf*82 O tarifde budur.) Bu olayı bilen şeytan Medya veya diğer yollarla kafir kişinin Allah tarifini onaylattırarak kişiyi Müslümanım diye diye cehennemin bir başka kapısından içeri atıyor. ***************************************************************** "Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım." "Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın." (Allah) buyurdu: "Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. And olsun ki,onlardan sana kim uyarsa, (bilin ki) sizin hepinizden (derleyip) cehennemi dolduracağım." (A'RAF/16-18) Şeytan Müslüman kılıfına bürünüp prof etiketiyle Atv ve flastv gibi kanallarda Nihat hatipoğlu,Cübbeli Ahmet gibi kişiler vasıtasıyla şu Allah tarifini sunuyor eğer sen onların söylemiş olduğu Akideyi benimser ve onaylarsan Kafir oluyor ve ebedi cehenneme gidiyorsun.Her ne kadarda diğer islamın şartlarını yerine getirsende. Ey insanlar, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın şeytan, sizi Allah'ın affına güvendirerek ayartmasın.Fatır.5 MÜSLÜMANLARIN VE KAFİRLERİN ALLAH TARİFİ,TANIMI..SEN BU TARİFİN NERESİNDESİN? http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbBağlantıBAKIŞ AÇISI.. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Her var olanın bir ustası vardır.Kaidesinden yola çıkarsak. Bu…
ŞİRK'İN DEVLET ELİYLE RESMİLEŞTİRİLMESİ.! - Dailymotion Video
ŞEYTAN SİZDEN UZMAN BU KONUDA. ONUN İÇİN, MÜSLÜMAN BELDELERDEKİ DEVLETLERİN BAŞINA MÜSLÜMAN KILIFINDA KİŞİLERİ KOYDU Kİ ARKADA KALAN ŞİRKİ FARKEDEMESİNLER. RAŞİDİ HİLAFET DEVLETİNİ İKAME ÇALIŞMASINA...Hizb Ut Tahrir´den ümmete cagri!! https://www.youtube.com/watch?v=2ehCceyP_38&list=PLr342JFErS76u5CDh7Yq5gADyDiArjk1M&feature=share&index=63 İslam Devleti Takiyyuddin en Nebhani 050 islam devleti nasil kurulur https://www.youtube.com/watch?v=kKGIGMtgKkM&feature=share&list=PLr342JFErS76u5CDh7Yq5gADyDiArjk1M&index=51 İslam Devleti Takiyyuddin en Nebhani 048 islam devletinin yeniden kurulmasi farzdir https://www.youtube.com/watch?v=0h8Sy3DzJuk&list=PLr342JFErS76u5CDh7Yq5gADyDiArjk1M&feature=share&index=49 CİHADIN İSLAMDAKİ YERİ,KONUMU https://www.youtube.com/watch?v=AkRAmUun9A0&list=PLr342JFErS76u5CDh7Yq5gADyDiArjk1M&feature=share&index=61BağlantıŞEYTAN SİZDEN UZMAN BU KONUDA. ONUN İÇİN, MÜSLÜMAN BELDELERDEKİ DEVLETLERİN BAŞINA MÜSLÜMAN KILIFINDA KİŞİLERİ KOYDU Kİ ARKADA KALAN ŞİRKİ FARKEDEMESİNLER. RAŞİDİ HİLAFET DEVLETİNİ İKAME ÇALIŞMASINA...Hizb Ut Tahrir´den ümmete cagri!! https://www.youtube.com/watch?v=2ehCceyP_38&list=PLr342JFErS76u5CDh7Yq5gADyDiArjk1M&feature=share&index=63 İslam Devleti Takiyyuddin en Nebhani 050 islam devleti nasil kurulur https://www.youtube.com/watch?v=kKGIGMtgKkM&feature=share&list=PLr342JFErS76u5CDh7Yq5gADyDiArjk1M&index=51 İslam Devleti Takiyyuddin en Nebhani 048 islam devletinin yeniden kurulmasi farzdir https://www.youtube.com/watch?v=0h8Sy3DzJuk&list=PLr342JFErS76u5CDh7Yq5gADyDiArjk1M&feature=share&index=49 CİHADIN İSLAMDAKİ YERİ,KONUMU https://www.youtube.com/watch?v=AkRAmUun9A0&list=PLr342JFErS76u5CDh7Yq5gADyDiArjk1M&feature=share&index=61
“SADECE KUR’AN” VE “KUR’AN İSLAM’I” SLOGANI ALTINDA YAPILAN KUR’AN TAHRİFÂTINA REDDİYE
“SADECE KUR’AN” ve “KUR’AN İSLAM’I” SLOGANI ALTINDA YAPILAN KUR’AN TAHRİFÂTINA REDDİYE http://islamiyontem.net/makale.php?id=196 http://islamiyontem.net/makale.php?id=199 RESULULLAH’I SEVMEK Mevlüd Yada Kutlu Doğum Haftası Faaliyetleri Adı Altında BİDAT VE HURAFELER İHDAS ETMEK DEĞİLDİR Resulullah’ın Vahiyle Şekillenen Yaşam Tarzı Olan SÜNNETİNİ İHYA EDİP HAYATIN TAMAMINA HAKİM KILMAKTIR http://islamiyontem.net/makale.php?id=144 KUR’AN-I KERİM’İN KADRİ KIYMETİNİ BİLMEK http://islamiyontem.net/makale.php?id=78Bağlantı
«Onlar hakkı gösterirler ve onunla hükmederler»... Yeryüzünde sayısı ne kadar olursa olsun aslâ mevcudiyeti tükenmeyen bu ümmetin sıfatı hakkı göstermektir. Bu ümmet hak dâvasının sahibidir. Hiçbir zaman hakka hak ile davet etmekten geri durmaz. Kendilerinin aleyhine de olsa hakkı saklamazlar Ve öğrendikleri hakikatlardan asla yüz çevirmezler. Bununla birlikte diğerlerine de hakkı gösterirler. Binaenaleyh onların çevrelerinde de bulunanlardan İlâhî ahdi reddetmiş, bu hakikatlardan sapıtmış olanların üzerinde bir kumanda görevleri vardır. Onların müspet hareketleri sadece hakkı bilmeye inhisar etmez. Bu görev bilmenin de ötesinde hakkı göstermeye, hakka davet etmeye ve hak adına kumanda etmeye kadar varır... «Ve onunla hükmederler»... Ve onunla hakkı ve hidayeti bilmenin de ilerisinde bu hakkın insanların hayatında gerçekleşmesini, insanların kendi aralarında yalnız bu hakla kaim olan adâleti tahakkuk ettirmek İçin hükmetmeyi hedef alırlar. Şu halde bu hak sadece öğrenilen ve etüd edilen bir bilgi kaynağı olmak için inmemiştir. Yalnız doğruyu bulmaya sebep olan mücerred bir vaaz vasıtası olarak da gelmemiştir Aksine bu hak yalnız ve yalnız insanların bütün işlerine hükmetmek İçin gelmiştir. Onların itikadı düşüncelerine hükmeder, onu tashih eder ve kendi prensiplerine uygun olarak yerleştirir. Kulların ibadet ve âmellerine hükmeder ve onu kul ile Rabbı arasında bir bağlantı vasıtası kılar. Cemiyetin pratik hayatına hükmeder, onun nizam ve sistemini kendi prensip ve metotlarına göre yerleştirir. Cemiyetin hükümlerini bu hüküm kaynağından alınmış prensiplere göre hâkim kılar. Toplumların âdet ve geleneklerine hükmeder. hareket ve ahlâklarını düzeltir ve hepsini de bu hak ölçüsünden alınan sağlam düşünce sistemlerine göre ikâme eder, insanların düşünce metotlarına, bilgi ve kültür vasıtalarına hükmeder ve onları kendi ölçüsüne göre kontrol altına alır.
«Onların kalpleri vardır ama anlamazlar, gözleri vardır ama görmezler, kulakları vardır ama işitmezler» buyuruluyor. Hidayet ve îman delilleri mevcudatta hazır halde bulunurken açık gönüllere ve aydın gözlere risalet müessesesi bu delilleri açıklarken onlar kalplerini açık tutup bu delilleri anlamak istememişler, Allah’ın kâinata serpiştirdiği âyetlerini görmek arzu etmemişlerdir. Allah’ın okunan âyetlerini dinlemek için kulaklarını açık tutmamışlardır. Şu halde onlar kendilerine verilen bu cihazları çalıştırmamışlar ve gereği gibi kullanmamışlardır... Öyleyse hiçbir şeyi düşünmeden gaflet içinde yaşamışlardır : «İşte bunlar hayvanlar gibidir. Hatta daha da sapıktırlar. Bunlar gaflete düşenlerin ta kendileridir»... Çevrelerinde bulunan kâinat ve hayat sahnesindeki Allah’ın âyetlerini görmeyenler. Kendi başlarından ve diğerlerinin üzerinden geçen hadiselerde Allah’ın kudretini görmemezlikten gelerek gaflete dalanlar... İşte onlar hayvanlar gibidirler... Hatta daha da sapıktırlar... Çünkü hayvanlar kendilerine verilen fıtrata tabidirler. Cinler ve insanlara gelince bunlar duygu sahibi, kalp, göz ve gerçekleri alan kulaklarla donatılmışlardır. Kalplerini, kulaklarını ve gözlerini bu gerçekleri kavramak için açık bulundurmazlarsa, hayatları gaflet içinde geçerek kalpleri asıl mana ve gayesini anlamazsa, gözleri gördüğü sahneleri ve delâlet ettiği gerçekleri kavramazsa, kulakları gelen duyguları ve ilhamları almazsa... Şüphesiz onlar fıtratın pençesine terkedilmiş olan hayvanlardan çok daha sapık olacaklardır. Sonra da cehennemin yakacağı haline geleceklerdir. Allah’ın meşiyetine uygun olarak cereyan ettirdiği kaderi böylece gerçekleşecektir. Onları yarattığı zaman bu fıtratta yaratmış ve kanunlarına göre karşılığında bu cezayı koymuştur. Şu halde onlar Allah’ın kadim ilminde olduğu gibi oldukları zamandan beri cehennemin yakacağı olarak meydana gelmişlerdir... Kâinattaki tevhid anlaşmasını bir sahne halinde sunduktan, bu anlaşmadan sapanları Allah’ın verdiği âyetleri terkedip kaçanları bir misalle açıkladıktan sonra gelen hükmü İlâhî Islâm dâvasına şirk gibi bir bâtılla karşı çıkan müşriklerin temsil ettiği Allah’ın isimleri hususunda ilhada dalan sapkınların ihmalini belirten bir hüküm geliyor. Onlar Allah’ın isimlerini tahrif ederek kendi putlarına o isimleri takıyorlardı: 180 — En güzel isimler Allah'ındır. O’na o isimlerle duâ edin. İsimlerinin kudsiyetine dil uzatanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasını göreceklerdir. Burada geçen ilhad kelimesi tahrif veya inhiraf manasına gelir. Yarım adada bulunan müşriklerde Allah’ın güzel isimlerini tahrif ederek kendi sahte tanrılarına vermişlerdir. Allah ismi celâlini tahrif ederek (Lât) demişlerdi. Aziz ismini değiştirerek (uzza) demişlerdi. Halbuki âyeti Kerîme burada esmaî hüsnânın yalnız başına Allah için olduğunu kesinlikle belirtiyor. Ve yalnız müminlerin bu adlarla Allah’ı anmalarını, bu isimlerde tahrife yeltenmemelerini tahrifçileri de bu sapıklıktan vazgeçmeye çağırmalarını emrediyor. Onların bulundukları ilhattan kendilerine hiç bir şeyin sirayet etmemesi gerektiğini belirtiyor. Onların durumu Allah’a havale edilmiştir. Onlar kendilerini bekleyen cezaya uğrayacaklardır. Aman Allah’ım, ne korkunçtur onları bekleyen azap Allah’ın mübarek isimlerine dil uzatanların durumunu ihmal etmeyi belirten bu emir sadece o tarihî durumla alâkalı ve Allah'ın mukaddes isimlerini lâfzi tahriflerle sahte tanrılara takılmasına mahsus değildir. Bu emir bütün şekilleri ile her türlü ilhatı içerisine alır. Genellikle üluhiyet gerçeğini tasavvur hususunda tahrifata başvuran veya sapık düşüncelere dalan mülhidlere de inhisar eder. Allah’ın oğlu olduğunu iddia edenleri, Allah’ın meşiyetinin / kâinattaki tabiat kanunları ile mukayyet olduğunu söyleyenleri de beşer işine benzer şekilde Allah’a iş keyfiyeti atfedenleri de İçine alır Halbuki Allah her şeyden münezzehtir. O’nun benzeri hiç bir şey yoktur.
Şüphesiz ki Allah’ü Teâlâ’nın meşiyeti sübhaniyesi İnsanın varlığında hükmünü icra eder. Ve bu hüküm şöyle tecelli eder İnsan bünyesini karışık bir kabiliyette yaratır. Hem hidayete, hem de dalâlete müstait bir fıtratta halkeder. Bunun yanı sıra insan fıtratına tek bir rububiyet makamını anlayacak ve ona yönelecek olarak kabiliyetini de verir. Ayrıca dalâlet ve hidayeti ayırıcı aklı da İhsan eder. Buna ilâve olarak akıl ve diğer cihazlar atalete uğrayıp hidayet yerine dalâleti seçtiği takdirde uyarıcı mucizeler getiren Resulleri gönderir. Şu kadar var ki bütün bunlardan sonra insanın yaratılışında bulunan hidayet ve dalâlete müsait fıtrat olduğu gibi kalır, Allah'ın meşiyetine uygun şekilde cereyan ederek takdiri ilâhiyeyi yerine getirir. Bunun yanı sıra bu takdiri İlâhî; hidayet uğrunda çalışanları hidayet yolunda yürütmeyi, dalâlet yolunda çalışanları da dalâlet yoluna sevketmeyi gerektirmektedir. Allah’ın kendisine verdiği aklı ve kâinat sayfalarına serpiştirdiği âyetleri kavrayarak, görme ve duyma cihazlarını, gönderilen Resulleri, hidayet işaretlerini veren de risalet müesseselerini gereği gibi değerlendiremeyip de sapıklığa düşenleri de o yolda yürütmeyi icap ettirmektedir. Her halû kârda tahakkuk eden Allah’ın meşiyetidir. O’nun dışında hiçbir şey tahakkuk zemini bulmaz. Ve olacak her şey başka birisinin gücüyle değil Allah’ın takdiriyle vuku bulur. Bu mesele böyle olmamıştır. Ancak Allah dilediği için öyle olmuştur. Herhangi bir şey vuku bulacağı zaman kendiliğinden vuku bulmaz yalnız Allah’ın takdiri böyle vuku bulmasını istediği için vuku bulur. Binaenaleyh bu mevcudatta kendi emrine uygun olarak hadiselerin cereyan ettiği başka bir meşiyet yoktur. Aynen bunun gibi kâinatta hadiseleri meydana getiren Allah’ın takdirinden başka bir güç de bulunmamaktadır. İşte insan bizzat bu büyük gerçeğin çerçevesi içerisinde hareket eder ve istediği gibi hidayet ve dalâlet yolunda yapacağmı yapar... Kur’an âyetlerinin topunu birden mukayeseli ve birbiriyle münasebettar olarak incelediğimiz zaman ortaya çıkan İslâm düşüncesi bundan ibarettir. Evet teker teker alınıp da fırkaların ve mezheplerin görüşüne göre parça parça değerlendirilip bir hükme varmadan evvel. Bir kısım hükümlerin diğer bir kısım hükümlerin karşısına münakaşa ve delil getirme şeklinde konmadığı zaman ortaya çıkacak düşünce sistemi bu şekilde olacaktır...26 BİRLEŞİK KABİLİYETLER «Allah kime hidayet ederse o doğru yolu bulmuştur. Kimi de saptırırsa onlar en büyük zarara uğrayanların ta kendileridir»...
Haddi zatında akide meselesi Allah indinde çok önemli bir meseledir. Ayrıca bu kâinat hesabına da meselenin önemi gayet büyüktür. Bu konudaki İlâhî takdire gelince onun da insanlık tarihinde ve insanlığın hem yeryüzü yaşayışında, hem de öbür dünya ile ilgili hayatında ehemmiyeti son derecedir. Şüphesiz ki akidenin \ Allah’ın vahdaniyeti ve kulların tek başına Allah’a kulluğu konusundaki hükümleri ve buna dayanan metodu, nizamı bütünüyle beşer hayatının akışını değiştirecek bir güçtedir. Bu nizam insanlık hayatını cahiliyetin cereyan ettiği tarzdan apayrı bir tarzda inşa eder. Çünkü cahiliyetlerde hâkim olan zihniyet Allah’dan başkalarının kullara tanrılığı esasına dayanır. Cahiliyet sisteminde Hâkim olan hayat nizamı bütünüyle akidenin ana kaynağı durumunda olan Allah’ın nizamından başka nizamlara istinad eder... Hem Allah nezdinde, hem kâinat hesabına, hem de insanlığın hayatı ve tarihî ile ilgili son derece önemli bir meseleye elbette sımsıkı sarılmak gerekir. Bu derece önemli bir konunun insan ruhunda katiyet kazanması, açıklık bulması ve kendisine has bir ciddiyetinin olması gerekir. Böyle bir meselenin rehavet içerisinde müsamaha ile ele alınmaması icap eder. Çünkü bu konu kendi zatı \ itibariyle son derece önemli olduğu gibi koyduğu ağır mükellefiyctler pahalı bedeller bakımından da rehavetin tabiatı ve müsamahakârlıkla imtizacı güçtür. Yahut bu gibi önemli bir konuyu öyle cıvık ve gayri ciddi duygularla kim kavrayabilir? Tabiatı haliyle bu söylediğimiz sözden maksat şiddet göstermek, inatçılık etmek, meseleyi grift bir şekle bürüyerek taassup içerisinde sıkmak değildir. Aslında bu nevi hareketler Allah’ın dininin tabiatına aykırıdır. Bizim söylemek istediğimiz konunun önemi, ciddiyeti, kesinliği ve sarahati ile ilgilidir. Bunlar ise ayrı vasıfları, ayrı duyguları icap ettirir ki şiddetle, taassupla, griftlikle ve inatçılıkla hiç ilgisi yoktur. Özel olarak İsrailoğullarının tabiatı Mısır ’daki uzun müddet süren kölelikten ve zillet hayatından sonra bozulduğundan ötürü bu nevi tevcihata ihtiyaç hissediyordu. Bunun için biz İsrailoğulları ile alâkalı bütün emirlerin bu nevi şiddet ve tenkit tonu içerisinde gelmesini, bu sapık, azgın, dönek, ciddiyetten, açıklıktan ve aydınlıktan uzak tabiatın terbiye edilmesi ile ilgili buluyoruz. İsrailoğulları gibi uzun müddet zillet ve kölelik hayatı geçirmiş, diktatörlerin, zalim putların baskı ve korku rejimi altında boyun eğmiş, bunun neticesinde içe dönüklük ve hilekârlık arazlarına tutulmuş milletlerin tabiatını da aynı İsrailoğullarının tabiatına benzetiyoruz. Bunlar da zorluklarla yüz yüze gelmemek İçin en kolay yolu tutarlar ve denerler. Nitekim günümüzde de birçok beşer topluluklarında aynı arazları fiilen müşahede ediyoruz, Akide isteminden sırf mükellefiyetlerine göğüs gerememek yüzünden ka•arak kitleden ayrı yaşayan bir avuç kimselerin peşinden gidenler de aynı haleti ruhiyenin esiridirler. Çünkü kozmopolit bir bölükle bu yola devam etmek onlara hiçbir mükellefiyet yüklemez.
İSLÂM MİLLETİ’Nİ ADIM ADIM TÜKETEN, TÜKETMEYE DEVAM EDEN MARAZ: TAKLİD…
Mukallid yani özünü/nefsini gürbüzleştiremeyen kişi, talimatlarla, yönlendirmelerle ve başkalarının hatalarını doğru zannederek yapabilme, yaşayabilme riskiyle hep yüz yüzedir. İlahi Hitapsa inananlarını işte tastamam bu halden, mukallitlikten sakındırmaktadır. Şöyle ki: “Ve “Ey Rabbimiz!” diyecekler, “Biz liderlerimize ve ileri gelenlere uyduk, bizi doğru yoldan uzaklaştıranlar onlardır!” ( Ahzab Suresi, 67.ayet) “Allah:-Sizden önce geçen cin ve insan toplumları içinde ateşe girin! der. Her toplum da girdikçe kardeşini lanetler. Sonunda hepsi orada bir araya gelince, sonra gelenler, öncekiler için:-Rabbimiz, işte bizi bunlar saptırdılar. Onlara ateşten azabı kat kat ver! derler. Allah: Herkese kat kat azap vardır, fakat, bilmiyorsunuz, der.” (A’raf Suresi, 38.ayet)BağlantıMukallid yani özünü/nefsini gürbüzleştiremeyen kişi, talimatlarla, yönlendirmelerle ve başkalarının hatalarını doğru zannederek yapabilme, yaşayabilme riskiyle hep yüz yüzedir. Ersin Ertuğrul SATAN…
YORUMUN KAYNAĞI NE OLMALI?
Zâten bir-süre sonra kabûl ettiklerinin militanı hâline geliyorlar. Zîrâ modernizm onları bu şekilde kuşatma altına almış durumda. Böylelikle “sistem” güçlenerek yolunda emin adımlarla ilerlemeye devâm ediyor. Öyle bir duruma geliniyor ki, artık kimse farklı bir yorumda bulunamadığı gibi, farklı bir yorum yapmayı düşünemez oluyor ve böyle bir yola girmeyi radikâllik olarak görmeye başlıyor. Böylece şeytanın hoşuna gidecek yorumlar ayyuka çıkıyor. Şeytan Dünyâ’da görece bir hâkimiyet kuruyor.BağlantıMüslümanlar, modernizmin etkisi ve baskısı karşısında dünyevî yorumlamalarından sonra mânevî yorumlarını bile modernizme uydurmanın yoluna girmişler. Modernizme uygun olmayan yorumlama çeşitleri is…
MashaAllah, this is cute
MaşaAllahVideoMashaAllah, this is cute
Allah’a îman insan fıtratının diriliğinin ifadesidir. Fitri alıcı cihazların sağlamlığına delâlet eder. İnsan idrâkinin doğru çalıştığını gösterir. Beşer bünyesinin canlı olduğunu belirtir. Ve varlıklar âlemindeki gerçekler karşısında insanın duygu sahasının genişliğini ifade eder. Ve işte bütün bunlar pratik hayattaki kurtuluşu sağlayan unsurlardır. Allah’a îman, ileriye doğru fırlatıcı ve itici bir kuvvet kaynağıdır. Beşer bünyesinin bütün ihtiyaçlarını kaplar. Beşer bünyesini tek bir istikâmete yöneltir ve onu harekete sevkeder. Bu hareketin kuvvet kaynağı Allah’a îman duygusudur. İnsan yeryüzünü imar etmek için Allah’ın insana verdiği hilafet vazifesini yerine getirerek * ilâhî iradeyi tuhukkuk ettirmeye çalışır. Yeryüzündeki fesat ve fitne unsurlarını bertaraf edip hayatın gelişmesine ve ilerlemesine yardımcı olur. Ve işte bütün bunlar da pratik hayattaki başarının önemli unsurları arasında yer alır. Allah’a îman kullara kulluktan ve şehvetin kölesi olmaktan Kurtuluşu sağlar. Ve şüphesiz ki Allah’a kul olarak kullara kul olmaktan kurtulmuş olan insan yeryüzünden hilafet vazifesini en sağlam ve en doğru şekilde ifa eder. Birbirlerine kul olan insanlardan, şehvetin esiri kullardan çok daha faydalı olur. Allah korkusu fertlere dikkatli bir uyanıklık verir. Ve İnsanı patlamalardan, heyecandan, haddi aşmaktan ve gururdan korur. Hem hareket enerjisinden, hemde hayat enerjisinden muhafaza eder. Ve beşere, enerjisini; sıkılganlık içerisinde çekinerek haddi aşmayacak, şiddete kapılmayacak, faydalı çalışma yollarını tecavüz etmeyecek şekilde kullanmasını sağlar.
Bizim La İlahe İllallah ımızda Ne Problem Var
MÜSLÜMANLARIN VE KAFİRLERİN ALLAH TARİFİ,TANIMI..SEN BU TARİFİN NERESİNDESİN? Kişi müslümanım diyorsa HZ.Muhammedin getirmiş olduğu Allah tanımını,tarifini alması lazımdır.Yoksa her ne kadar Müslüman olduğunu iddia ediyorsada Müslümanlıkta kalmayabilir.. HZ.Muhammedin getirdiği tarif şudur. Kul hüvallâhü ehad. Allâhüssamed. Lem yelid ve lem yûled. Ve lem yekün lehû küfüven ehad. 1-De ki; O Allah bir tektir. 2-Allah eksiksiz, sameddir (Bütün varlıklar O'na muhtaç, fakat O, hiç bir şeye muhtaç değildir 3-Doğurmadı ve doğurulmadı 4-O 'na bir denk de olmadı. --------------------- "Elhamdü lillâhi rabbil’alemin. Errahmânir’rahim. Mâliki yevmiddin. İyyâke na’budü ve iyyâke neste’în, İhdinessırâtel müstâkim. Sırâtellezîne en’amte aleyhim ğayrilmağdûbi aleyhim ve leddâllîn." Anlamı : "Hamd, âlemlerin Rabbi, merhametli olan, merhamet eden ve Din Günü’nün sahibi olan Allah’a mahsustur. (Allahım!) Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, nimete erdirdiğin kimselerin, gazaba uğramayanların, sapmayanların yoluna eriştir. " ----------------------------------- Müslümanların kafasını karıştırdıkları konulardan Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'ın da Rabbi olan Allah onların uydurdukları noksan sıfatlardan yücedir, münezzehtir. Zuhruf-82(SINIRSIZDIR) "Şubhesiz sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden, işleri evirip-çeviren ALLAH'tır. Onun izni olmadıktan sonra, hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte Rabbiniz olan ALLAH budur, öyleyse O'na kulluk edin. Yine de öğüt alıp düşünmeyecek misiniz?" (Yunus 3) Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde “Biz Âdeme ruhumuzdan üfledik” (Hicr, 15:29) Burada arş ve istiva sözünü acmaya gerek yok bak Allah ne diyor Sana bu Kitab'ı indiren O'dur. Bu Kitab'ın bir kısım ayetleri kesin anlamlı (muhkem)dir, bunlar onun özünü oluştururlar. Diğer kısmı da birden çok anlamlı (müteşabih)dir. Kalplerinde eğrilik olanlar fitne çıkarmak ve keyfi yorumlar yapmak amacı ile bu kitabın birden çok anlamlı ayetlerinin ardına düşerler. Oysa onların yorumunu sadece Allah bilir. Köklü bilgiye sahip olanlar ise «Bu Kitab 'a inandık, O bütünü ile Allah katından gelmiştir» derler. Bunu ancak aklı başında olanlar düşünebilirler. Aliimran-7 **************************************** Bu tarifin dışıda kalan kişi LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDİN RESULALLAH Demiş olmuyor. sadece LA İLAHE İLLALLAH DEMİŞ OLUYOR.Bu sözü kafirlerde söylüyor. Not.Ahirette Amelde cahillik Mazeret olarak gecer ama itikatta cahillik mazeret olarak gecmez.) KAFİRLERİN ALLAH TANIMIDA ŞÖYLE KAİNAT BİR BÜTÜNDÜR VE ONDAKİ BÜTÜN HERŞEY ALLAH'DAN BİR PARCADIR.FAZLA BİLGİLİ OLANLAR ALLAH BANA HULUL ETTİ DİYEREK KİŞİLERİ KENDİ OTARİTELERİNDE YÖNETMEK İSTERLER. O ZAMAN BENDE ALLAH'DAN BİR PARÇAYIM DERLER . PEKİ SANA SORUYORUM EY MÜSLÜMAN OLDUĞUNU SÖYLEYİPTE KAFİRLERİN AKİDESİNİ SAVUNANLAR. SEN NASIL MÜSLÜMAN OLABİLİYORSUN.? OLMAZ ÖYLE ŞEY . YA MUHAMMEDİN GETİRMİŞ OLDUĞU AKİDEYİ SAVUNACAKSIN YADA KAFİR OLACAKSIN. AYETLEREDE BAKMASINI DA BİLMİYORSUN. SENDEKİ SINIRLI AKILINAN SINIRSIZ OLAN ALLAH'I ÖLÇMEYE KALKIŞIYOR ABESLE İŞTİGAL ETTİĞİNİN VARKINDA DEĞİLSİN. Bazı alimlerden örnekler vereyim Bediüzzaman Said Nursi ve Dinler Arası Diyalog ----------------------------------------------------- Mevlana Müslüman Değil Mecusi'dir...(Geçekler Çok Sarsıcı) http://youtu.be/YcGTM31JgtE -------------------------------------------------------------------------------------- SİZİN ALİM DEDİĞİNİZ KİŞİ KİMİ ÖVÜYOR BAK BAK ONA GÖRE İBRET AL EY MÜSLÜMAN OLDUĞUNU İDDİA EDEN ÇOĞUNLUK.. **************************************************** İSLAM BELDELERİNDE VE TÜM DÜNYA LİDER VE MAKAM SAHİPLERİNE İŞLENMİŞ VİRÜS TÜRÜ.Kabalanın İfşası -- Ders 8 -- Ondan Başkası Yok 2. Bölüm İSLAM BELDELERİNDE VE TÜM DÜNYA LİDER VE MAKAM SAHİPLERİNE İŞLENMİŞ VİRÜS TÜRÜ.Kabalanın İfşası -- Ders 8 -- Ondan Başkası Yok 2. Bölüm İNSANLIĞA İŞLENMİŞ FİKİR MİKROBU.! http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2014/10/muslumanlarin-ve-kafirlerin-allah.htmlVideoBizim "La İlahe İllallah"ımızda Ne Problem Var ? MÜSLÜMANIM KAVRAMININ İÇİNE SAKLANAN MÜŞRİKLİK VE MÜNAFIKLIK ACABA BENDE VARMI.? http://namenstraat8bredahol...
Algılama ve idrak gücü zayıf,virüslü olanlara ... - Dailymotion Video
'MÜMİNİN FERASETİNDEN KORKUN,ÇÜNKÜ ALLAH'IN NURUYLA BAKAR' FERASET; Tutarlı ve basiretli hareket etme, istikamet ve hakta isabet etme ve bir şeyin mahiyetini görebilme özelliğine feraset denmektedir. Bir mü’min önceden bir işin mahiyetini ve içyüzünü görebilecek seviyeye gelmişse ona ferasetli denir. Ferasetin kalpte bulunan iman nuru ile alakası vardır. İnsanın feraset sahibi olabilmesi için kalbini art niyet ve peşin hükümlerden arındırması şarttır. Bununla beraber feraset delil, tecrübe, akıl ve fıtrata uygun geleceği okuyabilme özelliğidir. Bu özelliğe sahip olan bir “Mü’min bir delikten iki defa ısırılmaz.” (Buhari, Edeb,83;Müslim,Zühd,63) “Mü’min akıllı,zeki ve uyanıktır.” (Suyutî, Câmiu’s-Sağir, 2:571) Peygamberimiz (asv) da “Mü’minin ferasetinden korkun o Allah’ın nuru ile görür”(Tirmizi, Tefsir, 6) Feraset mü’minin gelecek konusunda yanılmaması ve geleceği okuması anlamına da gelmektedir. Geleceği kesin olarak elbette Allah bilir; ama akıllı bir insan geçmişin tecrübeleri ve kişilerle olaylar konusundaki bilgileri ile geleceği de görebilir. Bu ise akıl,ilim ve kalbin müşterek faaliyetinin sonucudur. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Ey İman endeler! Allah’tan korkarak hareket eder de takva dairesinde bulunursanız Allah size hakkı batıldan ve doğruyu eğriden ayıracak bir kabiliyet, bir nur verir” (Enfal/29) buyurur.“Feraset sahipleri için elbette bunlarda ibretler ve deliller vardır” (Hicr/75) Feraset imandaki derinlik ve yakîn bilgisidir. Mutasavvıflar “İnsan haramlara gözünü, haram gıdaya ağzını ve midesini kapatır, şehevâni duygulardan uzaklaşır, içini iman ve marifetle dışını sünnet-i seniyyeye uymakla terbiye ederse feraseten asla yanılmaz” demişlerdir.[El-Hüznü Refika]Bağlantı'MÜMİNİN FERASETİNDEN KORKUN,ÇÜNKÜ ALLAH'IN NURUYLA BAKAR' FERASET; Tutarlı ve basiretli hareket etme, istikamet ve hakta isabet etme ve bir şeyin mahiyetini görebilme özelliğine feraset denmektedir. Bir mü’min önceden bir işin mahiyetini ve içyüzünü görebilecek seviyeye gelmişse ona ferasetli denir. Ferasetin kalpte bulunan iman nuru ile alakası vardır. İnsanın feraset sahibi olabilmesi için kalbini art niyet ve peşin hükümlerden arındırması şarttır. Bununla beraber feraset delil, tecrübe, akıl ve fıtrata uygun geleceği okuyabilme özelliğidir. Bu özelliğe sahip olan bir “Mü’min bir delikten iki defa ısırılmaz.” (Buhari, Edeb,83;Müslim,Zühd,63) “Mü’min akıllı,zeki ve uyanıktır.” (Suyutî, Câmiu’s-Sağir, 2:571) Peygamberimiz (asv) da “Mü’minin ferasetinden korkun o Allah’ın nuru ile görür”(Tirmizi, Tefsir, 6) Feraset mü’minin gelecek konusunda yanılmaması ve geleceği okuması anlamına da gelmektedir. Geleceği kesin olarak elbette Allah bilir; ama akıllı bir insan geçmişin tecrübeleri ve kişilerle olaylar konusundaki bilgileri ile geleceği de görebilir. Bu ise akıl,ilim ve kalbin müşterek faaliyetinin sonucudur. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Ey İman endeler! Allah’tan korkarak hareket eder de takva dairesinde bulunursanız Allah size hakkı batıldan ve doğruyu eğriden ayıracak bir kabiliyet, bir nur verir” (Enfal/29) buyurur.“Feraset sahipleri için elbette bunlarda ibretler ve deliller vardır” (Hicr/75) Feraset imandaki derinlik ve yakîn bilgisidir. Mutasavvıflar “İnsan haramlara gözünü, haram gıdaya ağzını ve midesini kapatır, şehevâni duygulardan uzaklaşır, içini iman ve marifetle dışını sünnet-i seniyyeye uymakla terbiye ederse feraseten asla yanılmaz” demişlerdir.[El-Hüznü Refika]
RAŞİDİ HİLAFET VE CİHAD ***DEVLET (OTARİTE) OLMADAN CİHAD OLMAZ.
RAŞİDİ HİLAFET DEVLETİ VE CİHAD... RAŞİDİ HİLAFET İSLAM DEVLETİNE GİDEN YOL PAKETİ...! SİLAHLA DEĞİL TARİHİ KİTAPLARLA DEVLETLERİ FETH EDEN ORYANTALİSLER,MÜS...VideoRAŞİDİ HİLAFET DEVLETİ VE CİHAD... RAŞİDİ HİLAFET İSLAM DEVLETİNE GİDEN YOL PAKETİ...! SİLAHLA DEĞİL TARİHİ KİTAPLARLA DEVLETLERİ FETH EDEN ORYANTALİSLER,MÜS...
Kitap - İslam Devleti - Takiyyuddin En - Nebhani - 37 - İslami Fetihler İslâmı Yaymak İçindi
Listen to Kitap - İslam Devleti - Takiyyuddin En - Nebhani - 37 - İslami Fetihler İslâmı Yaymak İçindi by HT Radyo #np on #SoundCloudŞarkıListen to Kitap - İslam Devleti - Takiyyuddin En - Nebhani - 37 - İslami Fetihler İslâmı Yaymak İçindi by HT Radyo #np on #SoundCloud
OKU,ÖĞREN;İSTİKAMETİNİ BELİRLE...: İşte onların misali... Aslında hidayet delilleri ve îman...
Korkunç mu korkunç... Çirkin mi çirkin... Uğursuz mu uğursuz... İşte biz şu anda bu tuhaf yaratıkla beraberiz. O toprağa sarılmış, çamurlara batmış... Sonra bir de bakıyoruz ki şekil değiştirmiş, köpek suretine geçmiş. Kovduğunuz zaman soluyor, kovmadığınız zaman da soluyor. Bütün bu hareketli sahneler birbirini izliyor ve ard arda geliyor. İnsan hayali; bu sahneleri müşahhas halde, hayretler içerisinde, zaman zaman heyecana kapılarak tesirinde kalarak izliyor. Bir de bakıyoruz ki son sahneye gelmişiz.. Evet ardı arası kesilmeyen soluma sahnesine... Ve bu ilhamlarla dolu korkunç yorum geliyor kulağımıza. Bütün sahneyi içine alan bir yorum : «İşte âyetlerimizi yalan sayan kimselerin durumu böyledir. Sen onlara bu kıssayı anlat, belki üzerinde düşünürler»... «Âyetlerimizi yalanlayarak sırf kendilerine zulm etmekte olanlar güruhunun hali ne kötüdür!»... İşte onların misali... Aslında hidayet delilleri ve îman duyguları onların hem fıtratında yer etmiş, hem bünyelerine karışmış, hem de çevrelerini saran bütün kâinatla iç içe girmişti... Sonra onlar işte görüyorsunuz ya bütün bu âyetlerden tamamen sıyrılıyorlar. Bunu müteakip bir de bakıyorsunuz ki şekilleri değişmiş, kendi bünyelerini kirletmişler, insanlara mahsus yerden düşmüşler, düşmüşler ta hayvanların arasına girmişler... Çamur ve bataklıklarda gezinen köpeklerin yerine... Halbuki onların îmandan kanatları vardı, o kanatlarla yücelerin yücesine kadar uçuyorlardı, hem ilk fıtratları en güzel bir şekilde yaratılmıştı. Ne var ki onlar şu anda bu en güzel şekli bırakıyor, yücelerin yücesinden esfeli safiline yuvarlanıyorlar: «Âyetlerimizi yalanlayarak sırf kendilerine zulm etmekte olanlar gürûhunun hali ne kötüdür!»... Bu misalden daha kötü bir örnek düşünülebilir mi? Hidayet yolunu bırakıp haktan uzaklaşmaktan daha çirkin bir şey var mıdır? Heva ve hevese uyarak yeryüzünün çamurlarına bulaşmaktan daha kötü ne olabilir?... Kendi kendisine bu hareketi reva gören insandan, nefsine zulmeden daha zalim birisi düşünülür mü?... Kim sıyrılıp da çıkar kendisini koruyan kılıktan, muhafaza eden zırhtan?... Çıkar da şeytanın oyuncağı haline gelir? Ve böylece ebediyyen hayret ve kararsızlık içerisinde köpeklerin soluyuşu gibi soluyan, yeryüzünün çamurlarına bulaşmış hayvanlar Aleminin içine düşer... Ve hangi söz bu durumu tavsif konusunda, tasfir hususunda bu derece eşsiz ve hayretleri mucip bir ifade kudretine sahip olabilir? Şu Kur’an’ın eşsiz, hayretengîz üslûbundan başka... Hem... Bu sadece okunan ve bildirilen bir haberdim mİ iburob tir? Yoksa haber şeklinde belirtilen ve çok kerre vuku bulan blı misal midir? Bu yönüyle bir darbı mesel olarak anlatılan bir bu ber midir sadece?Bağlantı
Aslında . bu âyeti kerîme Allah’ın âyetleri kendilerine açıklandıktan sonra onu öğrenip de gösterdiği istikamette yürümeyen ve bunları yalanlayan kimselerin halini temsil etmektedir. Bu hüküm beşer hayatında ne kadar tekerrür etmektedir. Ne de çoktur o kimseler ki Allah’ın dinî ile ilgili bilgiler verilir de kendilerine, sonra O’nun gösterdiği doğru yolda yürümezler. Bu bilgileri Allah’ın kelâmının yerlerini tahrif etmek konusunda bir vasıta olarak kullanırlar. Onunla hevaî nefislerine uyarlar. Hem kendi heveslerine, hem de kanaatlarına göre dünya hayatının nimetlerini ellerinde bulunduran zâlimlerin heva ve heveslerine vasıta kılarlar... Nice din bilgini tanıyoruz ki Allah'ın dininin gerçeklerini öğrenir de sonra ondan sapıtır. Ve Allah’ın dininde olmayan şeyleri söyler. Bu bilgileri maksatlı tahriflere vasıta olarak kullanır. Yeryüzünün fani hükümdarlarının keyfine göre fetvalar verir. Böylece Allah’ın hâkimiyetine tecavüz edip O’nun yeryüzündeki mukaddesatını çiğneyenlere sadık bir kul gibi yardımcı olur. Bunlardan öylelerini gördük ki, din âlimidirler, şu gerçekleri itiraf ederler : Teşri hakkı Allah’ın haklarından birisidir. Onu kim kendisi için iddia ederse Allah’ın üluhiyetinide iddia etmiş olur. Üluhiyetini iddia eden ise küfretmiş olur. Ayrıca o kişiye bu hakkı veren veya kabul ederek peşinde gidenler de tıpkı onun gibi küfretmiş sayılırlar... İşte bu bilginler... Dinin zarurî olarak öğrettiği bu gerçekleri bilmelerine rağmen... Kendi şahısları için hüküm koyma yetkisini tanıyan ve böylece tanrılaşma iddiasında bulunan putlara, zalim dikdatörlere yardımcı olurlar. Kendilerinin birbirleri ile küfürlerine hüküm verdikleri şahısları desteklerler... Ve onlara «müslüman» adını verirler. Onların yapmak istedikleri şeyin İslâm olduğunu ve başka türlü bir İslâmiyetin bulunamıyacağını söylerler... Bunlardan öylelerini gördük ki bir yıl boyu faizin haram olduğunu yazıp dururken bir başka sene bütünüyle faizin helâl olduğunu yazmaya başlamışlardır... Yine bunlardan öylelerine rastladık ki insanlar arasında fuhşun yayılmasını, ahlâksızlığın şüyû bulmasmı takdis edip de bu çirkeflerin üzerine din örtüsü seren, dinî unvanları ve alâmetleri çeken kimseler bulunmuştur. Bunlar : «Onlara, şeytanın peşine taktığı ve kendisine verdiğimiz âyetlerden sıyrılarak azgınlardan olan kişinin hadisesini anlat.» âyeti kerîmesinde beyan edildiği gibi, âyetlerden sıyrılıp şeytanın peşine takılan zalimlerdir. Bunlar Allah’ü Teâlâ’nın haber verdiği: «Dileseydik onu Ayeterimizle üstün kılardık. Fakat o dünyaya meyletti ve hevesine uydu. Durumu üstüne varsan da, kendi haline bıraksanda dilini sarkıtıp soluyan köpeğinki gibidir» fermanının doğruluğunu ispat etmekten başka birşey değildir’ Şayet Allah dileseydi ona verdiği ilmi ve âyetleri ile kendisini yüceltirdi. Ne var ki hak subhanehu bunu murad etmiyor. Çünkü bu âyetleri öğrenen kişi dünyaya meyledip hevesine uyan ve Allah'ın âyetlerine tabi olmayan kimsedir.
«Her doğan İslâm fıtratı üzerine doğar; — Bir başka rivâyette de her doğan bu din fıtratı üzerine doğar denilmektedir— Sonra anne ve babası onu ya Yahudi kılar, ya Hıristiyan, ya da Mecusi... Tıpkı bir hayvan yavrusunun doğuşu gibi... Siz onda bir sakatlık görür müsünüz?... Müslim’in sahihinde de İyaz’dan Resulullah (S.A.S.) buyurdu: «Allah’ü Teâlâ buyurur ki: Ben kullarımı hanif dininde olarak yarattım. Sonra şeytanlar geldiler onları dinlerinden döndürdüler. Benim onlara helâl kıldığım şeyleri onlar haram kıldılar»... İbni Cerir diyor ki: Bana Yunus bin Abdulâla, ona İbni Vehb, ona Sırri bin Yahya, ona da Hasen bin Ebil Hasen Saad oğulları kabilesinden Esvel’in şunları söylediğini anlattı : «Ben Resulullah (S.A.) ile dört gazvede birlikte savaştım. Müslüman topluluk savaşarak diledikleri kimseleri öldürdükten sonra çocuklara da uzandılar. Bu durum Resulullaha iletilince Resulullah buna kızdı, sonra buyurdu. Ne oluyor bir takım kimselere ki çocuklara da el atıyorlar?... Adamın birisi dedi ki: Ey Allah’ın Rcsulu, onlar müşriklerin çocukları değiller mi? Resulullah (S.A.) buyurdu: Sizin en hayırlılarınız da müşriklerin çocukları değiller mi? Dikkat edin doğan her çocuk ancak Islâm fıtratı üzerine doğar. Dile gelinceye kadar da aynı fıtrat üzerinde bulunur. Sonra ana ve babası onu ya Yahudileştirir, ya da Hıristiy anlaştırır»... Hasen diyor ki : Allah'u Teâlâ Kitab-ı Mübîn’inde buyuruyor : «Rabbın insanoğlunun sulbünden soyunu çıkarttı....... Biz Allah’ü Teâlâ’nın : «Rabbin insanoğlunun sulbünden soyunu çıkarmış, onlara : Ben sizin Rabbiniz değil miyim demiş ve buna kendilerini şahid tutmuştu» âyeti kerimesinin olduğu gibi kabul edilmesini, hal yoluyla yapılmamış olmasını da zihinden uzak bulmuyoruz. Nitekim Allah’ın bildirdiği şeyler bizim düşüncemiz de de fiilen vuku bulabilir. Hem Allah bir şeyi dilerse onun vuku bulması için hiçbir engel yoktur. Şu kadar var ki İ b n i K e s i r’in tercih ettiği ve Hasen el Basri’nin de aynı şeyi zikrederek âyetle delil getirdiği tevil yolunu uzak bir ihtimal olarak değerlendirmiyoruz. Şüphesiz ki Allah hangisinin daha doğru olduğunu en iyi bilendir. Her iki şekilde de hülâsaten bize beliren husus Allah'ın beşer fıtratından kendisinin birliğini kabullenmek hususunda bir ahd almış olduğudur. Şüphesizki tevhid gerçeği insanın fıtratında gizlidir. Varlıklar dünyasına çıkan her yavru bu gerçekle birlikte çıkar... Ancak dış âmillerin tesiriyle fıtratı bozulunca ondan ayrılır. Beşer kabiliyetini hidayet veya dalâlet konusunda istismar eden bir âmilin tesiriyle... Bu her iki kabiliyeti şartların ve zeminin icabı varlıklar dünyasına çıkarır. Esasen insanın benliğinde bu duygular gizlidir... Haddi zatında tevhid gerçeği yalnız başına İnsanın fıtratında gizli değildir. İnsanla birlikte çevresini saran varlıklar dünyasının yapısında da bu gerçek yer alır. Zaten beşer fıtratı çevresini saran varlıkların fıtratından sadece bir parçadır. Onanla ilgili olup ayrı değildir. Kâinata hükmeden kanunlar bizzat insan fıtratına da hükmeder. Bu arada insanoğlu bu fıtrî kabiliyetin ibretengîz tesirlerini ve akislerini kâinat kitabında görür ve bu gerçeği itiraf eder. Gerçektende varlıklar dünyasına hükmeden tevhid kanunu gerek kâinatın şeklinde ve yapı itibariyle uygunluğunda, gerekse kainatın parçaları arasındaki muvafakatta, hareketin intizamında, kanunların sürekliliğinde ve devamlı olarak bu kanunların kainata hükmedişinde tesirleri apaçık görülür.
Sol Haber yazarından, Hz. Muhammed ve peygamberlik hakkında alaycı bir yazı!
Bu gibi kişiler şahsiyeti düşük kişiler olduğundan vakaları değerlendiremiyor ve otamatikman şeytanın taraftarları oluyorlar. İnsanların çoğununda ilmi olmadığından bu gibi şahsiyetsiz kişilerin tarafında yer alıyorlar. Halbuki kişinin şu açıdan olaylara bakması gerekir. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2015/10/allaha-inanmayan-yok.html?spref=fbBağlantıHaber.Sol sitesinin yazarı Mehmet Bozkurt yayınladığı yeni yazısında Peygamberlik kavramını alaycı şekilde yorumlayarak sosyal medyada tepkilere neden oldu.
Ancak bu sahne nasıl olmuştur? Allah’ü Teâlâ Âdemoğullarının belinden zürriyetlerini nasıl almış ve kendisine nasıl şahid kılmıştı? Onlara «ben sizin Rabbiniz değil miyim» diye nasıl hitap etmişti? Onlar ne şekilde «evet Rabbımızsın, buna şehadet ettik» demişlerdi? Bütün bunlara verilecek cevap şudur! Allah’ü Teâlâ’nın fiilinin keyfiyeti de kendi zatı gibi bir gaypdır. İnsanoğlu nasıl Allah’ın zatını idrak edemezse onun fiillerinin keyfiyetini de hiç bir zaman için idrak edemez. Zira bir şeyin keyfiyetini tasavvur etmek mahiyetini tasavvur etmenin bir bölümüdür. Hak Teâlâ’nın kendi kavlinde anlattığı tarzda kendisine nisbet edilen her türlü işler şüphesiz ki onun fiilleri meyanındadır. Meselâ: «Sonra semaya yöneldi ve o bir duman halindeydi...» «Sonra arşa yöneldi»... «Allah dilediğini siler, dilediğini de sabit kılar»... «Gökler O’nun sağında dürülü haldeydi»... «Rabbın geldiğinde melekler saf safdı»... «Üçünün bir fısıldaşması olmaz ki ancak o dördüncüleridir»... gibi daha sahih nasların anlattığı birçok fiillerin vukuunun nasıl olduğunu; onun keyfiyetini idrak etmeye çalışmadan kabullenmekten başka bir çıkar yol yoktur. Zira daha öncede' dediğimiz gibi bir şeyin keyfiyetini düşünmek mahiyetini düşünmenin bir bölümüdür. Halbuki Allah’ın eşi ve benzeri hiç bir şey yoktur. Bunun için de O’nun zatını ve fiillerinin keyfiyetini idrak etmenin çaresi yoktur. Zira O’nun fiilerini başka herhangi bir şeyin fiiline benzetmek mümkün değildir, çünkü O’nun benzeri birisi yoktur. Hak Teâlâ’nın fiillerinin keyfiyetini düşünmeye çalışmak ve bunu hakkın yarattıklarının fiillerinin keyfiyetine benzetmek sapıtıcı bir çırpınışdan başka bir mana ifade etmez. Çünkü O’nun zatının mahiyeti; mahlûkatın mahiyetinden tamamen ayrıdır. Dolayısıyla O’nun fiillerinin keyfiyeti de zaruri olarak mahlûkatının fiillerinin keyfiyetinden ayrı olacaktır. Bunun içindir ki gerek felsefecilerden, gerekse kelâmcılardan Allah’ın fiillerinin keyfiyetini tavsif etmeye çalışanlar sapıtmışlar, cehalete düşmüşler ve şiddetli hatalara dalmışlardı...24
Subhanallah, Hüseyin ALAN, Küre Medya, Bu küreye dair ne varsa...
İman edenlerin Hz. Muhammed’in yaptıklarına dönerek, o modeli esas alarak kendi çağlarına uyarlaması lazım şarttır. Bundan doğal bir amaç olamaz. Zira ona yön veren, sürecini ve şartlarını tayin eden vahiy, onun kadar bizleri de sorumlu tutmaktadır. Şu halde nas elimizde, örneklik önümüzdedir.Bağlantı
GÖRELİLİĞE SAVRULMAK
Hayatı, tarihi ve siyaseti bize dayatılan standartlar zemininde algılıyoruz. Bu nedenledir ki, bize yani Müslümanlara ait olmayan bir dünya görüşünün, hayat tarzının bir parçası haline gelerek, anormal bir durumu normalleştiriyoruz. Böylece, başka bir dünyanın, yabancı bir dünyanın, yabancı bir projenin hizmetine girmiş oluyoruz. İslam dünyası toplumlarının maruz bırakıldıkları ideolojik kıyım sebebiyle, hayati soruları/sorunları gündeme getirememek gibi kronik bir engelleri var. Bu engel sebebiyle, İslam dünyası toplumları ve kültürleri, İslami referansları ve meşruiyeti marjinal hale getiren, kişisel bir tercihe dönüştüren, bu referans ve meşruiyet kaynağını istikrarsızlaştıran, değersizleştiren, seküler referans ve meşruiyet sistemini mutlaklaştıran, dokunulmaz kılan iradeyi, otoriteyi, sorgulayamıyor, reddedemiyor. Bunun içindir ki, Müslümanlar olarak, İslami temellere, mutlaklara, kesinliklere yabancılaşıyor, göreliliğe savruluyoruz.BağlantıHayatı, tarihi ve siyaseti bize dayatılan standartlar zemininde algılıyoruz. Bu nedenledir ki, bize yani Müslümanlara ait olmayan bir dünya görüşünün, hayat tarzının bir parçası haline gelerek, ano…
Aslında bunlar bilerek ve açıkça işlemişlerdir bu suçu. Bir gayret sarfetmeksizin böyle bir suça tevessül etmişlerdir. Tarih ispat ediyor ki bu ümmî peygambere ve onun getirdiği dine karşı en çirkin tutum ve davranışta bulunanlar İsrailoğullarıdır... Önce ya-hudiler sonra da haçlılar. Onların hem bu dine, hem de bu peygambere ve bu peygamberin dininde olanlara karşı giriştikleri savaşlar tarihin tanıdığı en çirkin, iğrenç, katı ve aşağılık bir savaştı. Ne var ki onlar bu savaşta İsrar etmişler ve direnmişlerdi. Halen de aynı savaşı sürdürmekte, İsrarla devam ettirmektedirler. Bütün hazırlıkları bunun içindir. Yalnız Kur’an-ı Kerîm’in anlattığı ehli kitabın İslama ve müslümanlara karşı giriştikleri savaşı — bunun bir kısmı Bakara, Ali İmran, Nisa ve Mâide Sûrelerinde geçmişti— dikkatle izleyenler onların bu dine karşı alçakça bir inad içerisinde ardı arkası kesilmez, uzun devreli bir savaşa girişmiş olduklarını görürler. O günden sonra İslâmın Medine ’deki devletinin açıkça ilân edilişinden günümüze kadar geçen tarih şeridine de göz atanlar onların bu dine karşı durmak için ne derece inatçı bir İsrar ile direndiklerini ve bu dinî mübini mahvetmek için ne kadar büyük bir istekle çırpındıklarını görürler. İçinde bulunduğumuz asırda haçlılar ve siyonistler geçmiş asırlarda kullandıkları oyunların, harplerin ve hilelerin kat kat üstünde oyunlar kullandılar, savaş taktikleri uyguladılar. Şu devrede bile onlar halâ bu dinî temelden yok etmek için plânlar hazırlamaktadırlar. Bu dine karşı en son ve kesin harbin taktiklerini düşünmektedirler. Geçmiş asırda denedikleri taktik ve üsluplara yeni birtakım oyunlar daha ekleyerek bu savaşlarını sürdürmektedirler. Bunu hem de öyle bir zamanda yapmaktadırlar ki kendilerinin İslâma mensup olduğunu kalkıp iddia eden ahmak ve aptal bir grubun materyalizme ve Allahsızlık cereyanına karşı durabilmek için diğer dinlerle müslümanların yardımlaşması gerektiğini söyleyip durdukları bir zamanda. Her yerde İslama mensup olanları acımadan kesen, Endülüs’teki engizisyon mahkemelerinden haçlı savaşlarındaki zehirli tuzaklara kadar herşeyleri ile dolu dizgin islama savaş açmış olan din mensuplarıyla birleşmenin gerekligini geveledikleri sırada... Bu savaşlarını onlar gerek Asya ve Afrikadaki müstemlekelerinde bizzat kullandıkları propaganda vasıtaları ile, gerekse (hür ve bağımsız!) memleketlerde yükselttikleri sistemler yoluyla sürdürmektedirler. «Bilimsel» ve «devrimci» oldukları için «gaybı» »reddeden lâyik dünya görüşleri ve inanç sistemlerini İslâmın yerine oturtmak için... Hürriyet ve gelişme İçerisinde birbirlerine sokulan hayvanlar gibi bir ahlâk anlayışı İnşa etmek için ahlâkî gelişmeleri İslâmın yerine oturtmak üzere, İslam fıkhını geliştirmek ve tekâmül ettirmek için devrimci müsteşrikler kongresi toplayarak bu savaşlarını sürdürmektedirler.Bunun yanı sırada faizi, cinsler arası karışık hayatı ve İslâmca haram sayılan diğer hususları yaygınlaştırarak bu savaşlarına devam etmektedirler. Aslında bütün bunlar ehlî kitabın bu dine karşı giriştikleri savaşların en vahşiyane ve korkunç birer şeklidirler. Nitekim bu dinî çok eski zamanlarda Allah’ın gönderdiği kendi peygamberleri onlara müjdelemişti. Ne var ki onlar bu müjdeyi bıı şekilde iğrenç, çirkin ve inatçı tarzda aldılar ve karşıladılar.
Ondan önce geçen risaletlerin hepsi de mahallî, belirli bir kavme ait ve belirli bir zaman sınırı ile sınırlı idi. İki peygamber arasındaki devreye hastı yalnız. Ve beşeriyet bu risaletlerin ışığı altında mahdud adımlarla ilerliyerek bir sonra gelen risalete ehil olacak duruma getiriliyordu. Ve dolayısıyla da her risalet beşeriyetin bu tedrici gelişmesine uygun tarzda tadilâtlarla ve prensip değişiklikleri ile gelişiyordu. Nihayet en son risalet müessesesi geldi. Geldi ama bütün esasları ve prensipleri ile mükemmel olarak geldi. Her daldan yenilenen ihtiyaçlara kâbili tatbik olarak... Ve bütün insanlar için geldi. Zira bundan sonra nerede olursa olsun ayrı ayrı kavimlere ve nesillere bir risalet müessesesi gelecek değildi... İnsanların üzerinde birleştikleri insan fıtratına uygun olarak geldi. Ve işte bunun içindir ki Allah’ın kudret elinden çıktığı gibi duran peygamberin tertemiz fıtratına Allah'ın prensiplerinden başka hiçbir şey girmemişti. Ve böylece taşımıştı o ümmî peygamber Allah'ın risaletini... İnsanların düşüncelerinden, yeryüzünün prensiplerinden hiçbir şaibe, bozukluk karışmamıştı bu fıtrata. Maksat fıtratın risaletini bütün insanların fıtratına hitap edecek tarzda taşımaktı: De ki: «Ey insanlar doğrusu ben göklerin ve yerin hükümranı Allah’ın hepiniz için gönderdiği peygamberiyim»... Rasulullah’ın kendi risaletini bütün insanlığa tevcih etmekle emrolunduğu bu âyet M e k k e ’de nazil olmuş bir sûrenin, içerisinde M e k k î bir âyettir. Ve bu âyet, açıkça ehli kitapta Hz. Muhammed (S.A.V.)’in Mekke devrinde yaşarken kendi risaletini Mekke ’lilerin dışına taşırmak istemediğini belirttikleri iddialarına, yalanlarına karşı koymaktadır. Onlara göre peygamber Mekke döneminde kendi peygamberliğini önce Kureyş’lilere yaymak istediğini, bundan sonra bu davetini arapların sınırını aşarak ehli kitaba kadar uzattığını, sonra da Arap yarımadasını geçerek bütün dünyaya açıklamak sevdasına kapıldığını ileri sürüyorlar. Ve güya peygamber bunu yaparken şartların icabı olarak, elde ettiği başarının hülyasına kapılarak, başarıya aldanarak yapmıştır... Aslında bu iddia onların daha önce bu dine ve bu din ehline karşı giriştikleri savaşın ve halâ da İsrar ettikleri korkunç harbin devamından ibaret olan iftiradan başka birşey değildir. Asıl tehlikeli olan ehli kitabın bu dine ve bu dinin sahipleri ne oyunlar hazırlamasını ve müsteşriklerin bu gibi yalanları sırf bu dine hücum etmek için hazırlamaları değildir. En önemli tehlike kendi kendilerinin müslüman olduklarını sanan bir takım budala ahmakların bu yalancıların İslâmın nebisi ve dinî üzerindeki iftiralarına kapılmaları ve bu dinin düşmanlarını üstat edinmeleridir. Bu din konusunda onların yazdıkları her şeyi hemen benimseyerek bu dinin tarihini ve gerçeklerini kaleme alırken şahid göztermeleridir. Bununla birlikte bu ahmak budalalar kendilerinin «kültürlü!» olduklarını sanmaktadırlar...
RAŞİDİ HİLAFET İSTİYORUM: AKLIN AÇIKLAMASI..
İslâm’daki fikrî liderlik ise olumlu yapıcı bir liderliktir.Çünkü Allah'ın varlığına imanda aklı esas tutar. Bunun için dikkatleri kainat, insan ve hayatta var olana yönelterek bu varlığı yaratan Allah'ın varlığına şüpheden uzak sağlam bir imana götüren kesin delillere yöneltir. İnsana, kainat hayat…Bağlantıİslâm’daki fikrî liderlik ise olumlu yapıcı bir liderliktir.Çünkü Allah'ın varlığına imanda aklı esas tutar. Bunun için dikkatleri kainat, insan ve hayatta var olana yönelterek bu varlığı yaratan Allah'ın varlığına şüpheden uzak sağlam bir imana götüren kesin delillere yöneltir. İnsana, kainat hayat…
İnsanların algılama formulü bozuk olduğundan bir bu mevzuyu değil bir çok mevzuyu yanlış algılayıp yanlış teşhis koymakta olduklarından başarı elde edememektedirler. Halbuki eşyadaki özelliklerden yola çıkıp,İnsandaki hallerden baksalar bu olaya çözüm elde edilir. İşte bu iran denen devlet,İmparotorluğu yıkıldığı günden beri islama düşman. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Her var olanın bir ustası vardır.Kaidesinden yola çıkarsak. Bu kainatta kendi kendine oluşmuş bir şey olmadığına göre o zaman bu kainatıda bir yaratıcı yaratmış dolayısı ile benide.(insanlığı) O zaman bu yaratıcının beni yönlendirmesi ,Kullanma klavuzu vermesi lazım Normal hayatın akışında yaratıcı ile insanlar arasında ki aracıya peygamber denmiş. o zaman en son peygamberlik iddiasında bulunan kişinin getirmiş olduğu kontrata anlaşma şartlarına bakacağız. (Sonuncusu geçerlidir kaidesinden) (Kader) Sonuncusu Muhammed olduğuna göre onun getirdiği kontratda insanlığa bir rest çekiş meydan okuma var. Yoksa, 'Onu Muhammed uydurdu' mu diyorlar? Onlara de ki; 'Eğer doğru söylüyorsanız, Kur'an'a benzer bir sure ortaya getiriniz, bu konuda Allah dışında kimleri yardıma çağırabilecekseniz, çağırınız. Yunus*38 Aradan bin dört yüz yıl geçmiş hala bir ses yok . Peki şimdi yapsınlar şimdi teknik bir çağdayız her şey eloktronik çoğu şeyi harflerin ve rakamların karışımından yapıyor proğram yapıcıları. o zaman kuran ayetlerinide getirsinler.? Allah kainatı elementlerden yarattığı gibi kuranıda harflerin karışımından yaratmıştır. Diyebilir birileri evet bizimde demokrasimiz var. o zaman demokrasiye ve Muhammedin getirdiği şartlara bakılır.Bu insan fıtratına uygunmu diye. örneğin; Mal can ve namuz konusunda kim ne diyor diye. (Şartlar. Eşyadaki özelliklere uygun düşmesi lazım) Dolayısı ile.. Muhammedin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun.(ölüm cezası veriyor) Demokrasinin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun değil.(Taraf.Aklın üstününden.Hevadan,zenginden) (Halbuki insandaki fıtrat kendisinin olanı kendi isteği dışında bir başkasıyla paylaşmak istemez) olduğu anlaşıldığından fıtrata uygun olan alınır. Dolayısı ile Muhammedin getirmiş olduğu şartlar Yaratıcının gönderdiği şartlar olarak kabül görür. Yaratıcıya ve son peygamberine inanmak vakaya mutabık olur ve Muhammedin getirmiş olduğu şartların bir tanesinin gereği kişi Müslüman olur ve yaratıcının vaadi gereği cenneti kazanmış olur. Kişi bu vaadi elinde tutabilmek için Muhammedin getirmiş olduğu yaratıcının tarifini onaylaması lazım. Yaratıcının kırmızı çizgisi şirktir.(Allah'ın tarifi) (Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'ın da Rabbi olan Allah onların uydurdukları noksan sıfatlardan yücedir, münezzehtir.zuhruf*82 O tarifde budur.) Bu olayı bilen şeytan Medya veya diğer yollarla kafir kişinin Allah tarifini onaylattırarak kişiyi Müslümanım diye diye cehennemin bir başka kapısından içeri atıyor. ***************************************************************** "Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım." "Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın." (Allah) buyurdu: "Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. And olsun ki,onlardan sana kim uyarsa, (bilin ki) sizin hepinizden (derleyip) cehennemi dolduracağım." (A'RAF/16-18) Şeytan Müslüman kılıfına bürünüp prof etiketiyle Atv ve flastv gibi kanallarda Nihat hatipoğlu,Cübbeli Ahmet gibi kişiler vasıtasıyla şu Allah tarifini sunuyor eğer sen onların söylemiş olduğu Akideyi benimser ve onaylarsan Kafir oluyor ve ebedi cehenneme gidiyorsun.Her ne kadarda diğer islamın şartlarını yerine getirsende. Ey insanlar, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın şeytan, sizi Allah'ın affına güvendirerek ayartmasın.Fatır.5 MÜSLÜMANLARIN VE KAFİRLERİN ALLAH TARİFİ,TANIMI..SEN BU TARİFİN NERESİNDESİN? http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb
1 Fotoğraf1 Fotoğraf
İnsanın halleri/Psikoloji/milliyet blog
İnsan ruhunun da, madde gibi, farklı halleri vardır ve yaşamımızı bu haller içinde geçişler yaparak devam ettiririz.. Bildiğiniz gibi maddenin üç hali vardır; katı, sıvı ve gaz (buhar) halleri. Aslında buna plazma halini (dünya dışı evrendeki, iyonlaşmış / yüksek enerjili gaz) de eklersek maddenin dört hali olduğunu söyleyebiliriz. Tüm maddeler istisnasız bu fizik prensibine dahildir ve gerekli ortam şartları oluştuğunda bu haller arasında bir geçiş ve dönüşüm yaşarlar. İnsan da bedensel...Bağlantıİnsan ruhunun da, madde gibi, farklı halleri vardır ve yaşamımızı bu haller içinde geçişler yaparak devam ettiririz.. Bildiğiniz gibi maddenin üç hali vardır; katı, sıvı ve gaz (buhar) halleri. Aslında buna plazma halini (dünya dışı evrendeki, iyonlaşmış / yüksek enerjili gaz) de eklersek maddenin dört hali olduğunu söyleyebiliriz. Tüm maddeler istisnasız bu fizik prensibine dahildir ve gerekli ortam şartları oluştuğunda bu haller arasında bir geçiş ve dönüşüm yaşarlar. İnsan da bedensel...
268) Gençler! Siz Bu Ümmetin Çocuğusunuz - Diyarbakır / Dicle Üniversitesi - Nureddin YILDIZ
Sosyal Doku Vakfı & Derneği -Web sitelerimiz: l http://www.sosyaldoku.com/ l http://www.sosyaldoku.tv l http://www.fetvameclisi.com l http://www.ailehayati.c...VideoSosyal Doku Vakfı & Derneği -Web sitelerimiz: l http://www.sosyaldoku.com/ l http://www.sosyaldoku.tv l http://www.fetvameclisi.com l http://www.ailehayati.c...
Zalimler, diktatörler ve putlarla kendisi arasınduki savaşın mahiyetini iyice bilenler... Bu savaşın haddi zatında esas itibariyle bir akide savaşı olduğunu kavrayanlar... Hiç kimseye yalvarmazlar, hiç kimseye boyun eğmezler... Akidesinden vazgeçmesinden başka birşey istemeyen düşmanından özür dilemezler, bağışlanmalarını istemezler... Zira bu şuura eren insanlar kendisine karşı açılan savaşın, yapılan kovuşturmanın bir akide savaşı, bir akide çatışması olduğunu idrak ederler: «Sen, Rabbimizin âyetleri gelince onlara îman ettiğimiz için bizden intikam almak istiyorsun»... Savaş esnasında kime ve nereye yöneleceklerini bilenler düşmanlarından rahat ve selâmet istemezler... Sadece yüce Rablarından fitnelere karşı sabır ve müslüman olarak can vermek temennisinde bulunurlar: «Rabbımız bize sabır ver ve canımızı müslüman olarak al dediler»... Zulüm, diktatorya, putçuluk îmanın karşısında, güvenin karşısında ve şuurun karşısında aciz kalır. Boyunlara hâkim olduğu gibi kalplere de hâkim olduğunu sanan zulüm her zaman acizdir ve inanan gönüller karşısında acze düşer... Bedenlere tasarruf edebildiği gibi ruhlara da tasarruf edebileceğini sananlar acizliklerini görürler... Bir de bakarlar ki ruhların ve gönüllerin kendilerine isyan ittiğini, Allah’ın emrinden başka emirlere uymadığını farkederler. Gönül Allah’a ulaşmayı isterse zulüm ne yapabilir?... Kalpler Allah’a bağlanınca putlar ne hükmeder ona?... Gönüller zâlimlere de hâkim olan Allah’a bağlanınca ne gelir zâlimlerin elinden?... Gerçekten de bu durum beşeriyetin tarihinde eşine az rastlanan kesin ve kati durumlardan birisidir. Daha önceleri... Sihirbazlar iken sonra inanmış bulunanlarla Fir’avn’ın ve erkânının arasında geçen bu hadise beşeriyet tarihinde kesinlik ifade eden ender vakalardandır... Akidenin hayata hâkim olduğunu, azmin acılara üstün geldiğini ve «insanın» «şeytanı» mağlûp ettiğini gösteren kesin hadiselerden biridir bu. Gerçek hürriyetin doğuşunu ilân eden beşeriyet tarihindeki en kesin olaylardan birisidir bu... Hürriyet zâlimlerin zulmüne, putların azaplarına karşı akidenin üstün gelmesinden başka nedir ki... Bedenlere ve boyunlara hâkim olup da ruhlara ve gönüllere çöreklenemiyen maddî güçleri küçümsemekten başka birşey değildir hürr'iyet... Maddî kuvvetlerin gönülleri boyun eğdirmekten aciz, kaldığı demlerde... İşte o sıralarda gönüllerde gerçek hürriyet meşaleleri yanar, doğar... İşte bu hadise beşeriyet tarihinde maddenin iflasını ilân eden kesin bir hadisedir. Bir müddet önce Fir’avn’dan ücret isteyen, başardıkları anda alacakları karşılığı soran ona yakın makam ve mertebe arzu eden şu azınlık işte şu anda Fir’avn’a üstün gelmeye çalışan, onun savurduğu tehdit ve azapları küçümseyen, önem vermeyen, asılma ve sindirilme tehditlerini hesaba katarak sabırla kabul eden kitlenin aynısıdır... Maddî âlemde onların hayatında değişen birşey yoktur. Çevrelerinde de birşey değişmemiştir. Sadece tek başına kalmış olan yıldızı büyük devreye sokan gizli bir temas vuku bulmuştur. Başıboş bir zerreyi sabit bir mihverde birleştiren bir akım meydana gelmiştir. Fani olan ferdî ezel ve ebed kuvvetleriyle birleştiren kontakt meydana gelmiştir... İbreyi oynatan, kalbe kutret. temaslarını aktaran, vicdanlara hidayet seslerini işittiren, gözlere nûr parıltılarını götüren temas vuku bulmuştur... Hiç bir maddî durumun değişmesini beklemeden bizzat maddî durumu kendisi değiştiren ve «insanı» realiteler dünyasından çıkarıp hayalin ulaşamayaeağı ufuklara yükselten karşılama vuku bulmuştur Tehdit geçer... Azap biter... Ama îman kervanı yine yolunda yürür... Sağa sola sapmaz, tereddüde dalmaz, şüpheye düşmez •• işte mesele bu noktaya gelince âyeti kerîmenin .seyri, Iklııel nalı lıcıılp perdesini de indiriveriyor. Ve daha fazla birşey «Öylemi,v»ı • »den sahnenin parlaklığı ve önemi zirveye ulaşmış en .mı ımklav « varmıştır. İşte bu esnada sunuş metodundaki sanat güzelliği lu > ııııı sunuluşundaki psikolojik hedefle birleşiyor... Kur’un'ııı İnalınım vicdanlara edebî güzellik diliyle hitap edişindeki metodu belli lyı»ı hem de Kur’an’dan başka bir yerde ulaşılması mümkün olmayan bir uygunluk içerisinde...17 I> II K U Ş Fakat biz bu «Gölgeler ’de» bir nebze durup bu göz ab » ı ünlün manzara karşısında dikilmek istiyoruz. MÜSLÜMANLARIN GÜNDEMİ NE OLMALI? NET TAVIR SERGİLEMEK, BAŞARININ ŞARTLARINDANDIR. BAŞARI ELDE ETMEK İSTİYORSAN ŞARTLARINI YERİNE GETİRMEN LAZIM.
Onların çoğunda ahde vefa görmedik. Onların çoğunu fâsık, mütecaviz bulduk. İşte bunlar Allah tarafından bildirilen haberler. Rasulullah da daha önce bunu biliyor değildi. Sadece Allah’ın vahyi ve talimatıdır bunlar: «Peygamberleri, onlara en açık burhanları getirip göstermişlerdi»... Ne var ki bu açık deliller onlara fayda sağlamadı. Ve o delilleri gördükten sonra da daha önce olduğu gibi yalanlamalarına devam ettiler. Bu deliller gelmeden önce yalanlayıp inanmadıkları gibi geldikten sonra da inanmadılar. Zaten açık deliller yalanlayıcıları îmana sevketmez. Çünkü onların îman etmelerini engelleyen husus samimi niyet değildir. Yani îman niyetleri eksik de onun için inanmıyor değiller. Asıl onlarda bulunmayan husus; gerçekler karşısında açık bir gönül, yüce bir his ve hidayete yöneliştir. Onlarda eksik olan nokta hakikatları karşılayıp onunla faaliyet icra etmek ve gerçekleri kabullenmek için gerekli olan diri bir fıtrattır. Onlar gönüllerini hidayet dalgalarına çevirmediklerine, îman işaretlerini almadıklarına göre, Allah kalplerini mühürlemiş ve kapamıştır. Ve bundan sonra da bu hakikatları alıp benimseyecek ve kabullenecek değildirler: «Zaten Allah kâfirlerin kalplerini böylece mühürler»... Ayrıca o geçmiş milletlerin tecrübeleri umumiyetle yaygın olan bir insan tabiatını da açığa çıkarmaktadır: «Onların çoğunda ahde vefa görmedik. Onların çoğunu fasık ve mütecaviz bulduk,»... Burada işaret edilen ahid olabilir ki bu sûrenin sonunda zikri geçen ve Allah tarafından insanoğlunun fıtratından alınmış olan ahiddir: «Rabbın insanoğlunun sulbünden soyunu çıkarmış, onlara: “iten sizin Rabbiniz değil miyim?” demiş ve buna kendilerini şahid tutmuştu. Onlar da “evet şahidiz” demişlerdi.»... Olabilir ki bu ahidlerinden önce geçen ve peygamberlere inanmış olan geçmişlerine verilen îman ahdidir. Sonra onların peşinden gelenler doğru yoldan şaşmışlar ve her cahiliyet sisteminde olduğu gibi İlâhî gerçeklerden uzaklaşmışlardır. Nitekim birbiri peşi sıru gelen nesiller yuvaş yavaş sapıklığa düşerler ve bir müddet sonra îman ahdinden çıkarak cahiliyet bataklığına dalarlar. Burada bahis mevzuu edilen ahid ne şekilde olursa olsun bu açıklamada ortaya çıkan gerçek; o memleketlerde yaşayanların çoğunun ahdine sadakat göstermeleri, verdikleri sözde sebat etmemeleridir. Onlar her an değişip duran arzu ve heveslere kapılmakta, İlâhî ahdin icap ettirdiği mükellefiyetlere dayanmayan, doğru yolda yürümeyen bir tabiata sahip bulunmaktadırlar: «Onların çoğunu fasık, mütecaviz bulduk»... Onların çoğu Allah’ın dininden çıkmış ve eski ahdi çiğnemişlerdi... İşte arzu ve heveslere tabi olmanın, Allah’a verilen alıdi bozmanın ve durmadan değişmenin neticesi budur. Kim Allah’a verdiği ahde sımsıkı sarılmazsa, Allah’ın gösterdiği istikamette doğruca yürümezse, Allah’ın hidayetini kendisi için rnürşid edinmezse elbette ayrı ayrı yollara sapacak, sapıklığa dalacak, fasıkların arasına girecektir... Ve işte böyle olmuştur o memleketlerin ahalileri de. En sonunda aynı âkibete düşmüşlerdir...
Şu halde onların da kendilerinden önce geçenler gibi işledikleri günahlar yüzünden azaba düçar olmalarını engelliyecek hangi güven noktaları vardır. Kalplerinin damgalanıp bir daha hidayete ermemelerini hidayet işaretlerine kulak açmamalarını ve bunun neticesi olarak dünya ve âhirette dalâlete düşmenin cezasından kendilerini emin kılacak neye sahiptirler? Dikkat etsinler, kendilerinden önce geçenlerin acı akibetleri, kendilerinin de onlara vâris olmaları ve Allah’ın değişmeyen kanunları... Bütün bunlar kendileri için bir korkutucu elçi durumunda olmalıydı. Ve sakınıp korunmalıydılar. Yalancı güven havasını, umursamazlığı ve gülünç gafleti bir kenara atmalıdırlar. Ve kendilerinden önce geçenlerin başına gelenlerden ibret almalıydılar. Umulur ki aynı akibete düçar olmazlar. Ne olur bu gerçeklere kulak vermiş olsalar... Kur’an-ı Kerîm’de yer alan bu korkutucu ifadelerle Allah’ü Teâlâ insanların devamlı bir korku ve sarsıntı içerisinde yaşamalarını, her an gece veya gündüz gelmesi muhtemel felâketlerden, ve belâlardan tiril tiril titremelerini irade buyurmuş değildir. Bilinmeyen hususlardan doğan, sürekli korku, gelecekle ilgili, devamlı sarsıntı ve her an beklenen tehlike çanları... Çok kere insan enerşisini dağıtır ve yok eder. Bunun neticesi ümitsizliğe varır. Çalışma durur, üretim azalır, hayat gelişmez, yeryüzünün imarı mümkün olmaz... İşte bunun için Allah’ü Teâlâ o korkuyu istemiyor da bunun yerine Allah korkusunu, nefis murakabasını, uyanıklığı, hassasiyeti, insanların tecrübelerinden ibret almayı, beşeriyet tarihini harekete getiren ana unsurları görmeyi ve devamlı Allah ile alâkayı sürdürmeyi, hayatın rehavetine, rızıkların bolluğuna güvenerek gurura kapılmamayı irade buyuruyor. Ve Allah insanlara derin ve ince bir hassasiyete sahip oldukları, Allah’a samimi bir kulluk ile yöneldikleri, Allah’dan korktukları ve hayatı kirleten her türlü şeyden sakındıkları takdirde huzur vaad ediyor, emniyet vaad ediyor, dünya ve âhirette kurtuluşu müjdeliyor. Çoğu kere insanı aldatan maddî nimetlerin yanı sıra emniyete çağırıyor onları... Allah’ın ulu kuvvetine bağlanmaya davet ediyor. Kendi maddî güçlerine değil, yıkılması muhtemel direklere değil, Allah’a dayanmaya davet ediyor... Dünya nimetlerine değil Allulı’ın nezdindeki ebedî nimetlere çağırıyor... Gerçekten de Allah’a samimiyetle inanmış ve Allah’dan korkmuş müminlerden Allah’ın tedbirinden emin olan kitleler gelmiş geçmiştir. Ve onlar Allah’dan başka hiçbir güce dayanmamışlardır. Kalpleri îman nimeti ile mamur, zikrullah ile mutmain, şeytana ve hevaî nefse karşı güçlü, Allah’ın hidayeti ile yeryüzünü islah eden, korkulmaya lâyık olan celâl sahibi Allah dururken, insanlardan korkmayan bir nesil gelmiş geçmiştir... İşte bizim de bertaraf edilmesi mümkün olmayan İlâhî azapdan ve idraki imkânsız olan Allah’ın tedbirinden sürekli olarak korkmayı bu şekilde anlamamız gerekir. Böyle anlayınca bu korkunun bizi kararsızlık yerine uyanıklığa, dehşete kapılma yerine hassasiyete, hayatı muattal kılma yerine azgınlıktan ve umursamazlıktan korunmaya sevkettiğini kavrayabiliriz.
Sapıtanlar, sapıklığın zirvesine varırlar da doğru yol göstereni sapıttı sanırlar. İnsan mizacında fıtrî denge bozulduğu zaman bencilliğin böylesine iğrenç olanları görülür. Kıstaslar değişir. Ölçüler hükümsüz kalır. Öyle ya, madem ki eğilip bükülmeyen İlâhî kıstas ortada yoktur, o halde indî kıstaslar hükümrân olacaktır. Allah’ü Teâlâ’nın gösterdiği yoldan gidenler hakkında günümüzdeki cahiliyet mensuplarının ne düşündüğüne bir göz atacak olursak görürüz ki; Onları sapıklıkla itham etmekte ve kendi saflarında bulunanları yani cahiliyetin iğrenç bataklığına gömülenleri doğru yolda kabul etmektedirler. Bunlar, kendini teşhir etmeyen genç kızlarımıza ve çıplaklığa itibar etmeyen yiğitlerimize hor gözle bakarlar. Onların vekâr, iffet ve nezaketlerine irtica, gericilik ve köylülük damgasını vurmak gibi bedbahtlıklara düşerler. Evet cahiliyet mensupları, organize ve propaganda imkânlarının tamamını seferber ederek o güzelim vekâr, iffet ve nezaketi cahiliyet batağının kirli çamurlarına bulamaya çalışırlar. Futbol, film, sinema, televizyon ve saire tutkusu olmayan; dans ve eğlence salonlarına itibar etmeyen gençlerimizi de; Soğuk, içine kapalı, kültürsüz, hayatı anlamaz gibi sözlerle bayağılaştırmaya çalışır, bu yoldan hayatlarını heba etmelerini sağlamak için uğraşırlar. Cahiliyet, aynı cahiliyettir. Ancak şekil ve şartlar yönünden değişmiş olabilir.
OKU,ÖĞREN;İSTİKAMETİNİ BELİRLE...: Allah’ın sözünü değiştirdiklerini burda da zikretmektedir. Ve...
«Dileseydik, onu âyetlerimizle üstün kılardık; fakat o, dünyaya meyletti ve hevesine uydu. Durumu, üstüne varsan da, kendi haline bıraksan da, dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte âyetlerimizi yalan sayan kimselerin durumu böyledir. Sen onlara bu kıssayı anlat, belki üzerinde düşünürler»... «Ayetlerimizi yalanlayarak sırf kendilerine zulm etmekle olanlar güruhunun hali ne kötüdür!»... Daha sonra hidayetle fikrin mahiyeti beyan ediliyor Ve bu açıklamadan küfrün insan fıtratında mevcut olan alıcı verici cihazları atalete uğrattığı, Allah’ın hidayetini almaması için engel olduğu ve netice itibariyle insanı mutlak hüsrana mahkûm ettiği belirtiliyorBağlantı
DOSTUNU DÜŞMANINI BELİRLEKİ HEDEFE VARASIN...! İNSAN CİNSİNİN ...
DOSTUNU DÜŞMANINI BELİRLEKİ HEDEFE VARASIN...! İNSAN CİNSİNİN EN BÜYÜK DÜŞMANI ŞEYTANDIR.VideoDOSTUNU DÜŞMANINI BELİRLEKİ HEDEFE VARASIN...! İNSAN CİNSİNİN EN BÜYÜK DÜŞMANI ŞEYTANDIR.
Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Her var olanın bir ustası vardır.Kaidesinden yola çıkarsak. Bu kainatta kendi kendine oluşmuş bir şey olmadığına göre o zaman bu kainatıda bir yaratıcı yaratmış dolayısı ile benide.(insanlığı) O zaman bu yaratıcının beni yönlendirmesi ,Kullanma klavuzu vermesi lazım Normal hayatın akışında yaratıcı ile insanlar arasında ki aracıya peygamber denmiş. o zaman en son peygamberlik iddiasında bulunan kişinin getirmiş olduğu kontrata anlaşma şartlarına bakacağız. (Sonuncusu geçerlidir kaidesinden) (Kader) Sonuncusu Muhammed olduğuna göre onun getirdiği kontratda insanlığa bir rest çekiş meydan okuma var. Yoksa, 'Onu Muhammed uydurdu' mu diyorlar? Onlara de ki; 'Eğer doğru söylüyorsanız, Kur'an'a benzer bir sure ortaya getiriniz, bu konuda Allah dışında kimleri yardıma çağırabilecekseniz, çağırınız. Yunus*38 Aradan bin dört yüz yıl geçmiş hala bir ses yok . Peki şimdi yapsınlar şimdi teknik bir çağdayız her şey eloktronik çoğu şeyi harflerin ve rakamların karışımından yapıyor proğram yapıcıları. o zaman kuran ayetlerinide getirsinler.? Allah kainatı elementlerden yarattığı gibi kuranıda harflerin karışımından yaratmıştır. Diyebilir birileri evet bizimde demokrasimiz var. o zaman demokrasiye ve Muhammedin getirdiği şartlara bakılır.Bu insan fıtratına uygunmu diye. örneğin; Mal can ve namuz konusunda kim ne diyor diye. (Şartlar. Eşyadaki özelliklere uygun düşmesi lazım) Dolayısı ile.. Muhammedin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun.(ölüm cezası veriyor) Demokrasinin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun değil.(Taraf.Aklın üstününden.Hevadan,zenginden) (Halbuki insandaki fıtrat kendisinin olanı kendi isteği dışında bir başkasıyla paylaşmak istemez) olduğu anlaşıldığından fıtrata uygun olan alınır. Dolayısı ile Muhammedin getirmiş olduğu şartlar Yaratıcının gönderdiği şartlar olarak kabül görür. Yaratıcıya ve son peygamberine inanmak vakaya mutabık olur ve Muhammedin getirmiş olduğu şartların bir tanesinin gereği kişi Müslüman olur ve yaratıcının vaadi gereği cenneti kazanmış olur. Kişi bu vaadi elinde tutabilmek için Muhammedin getirmiş olduğu yaratıcının tarifini onaylaması lazım. Yaratıcının kırmızı çizgisi şirktir.(Allah'ın tarifi) (Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'ın da Rabbi olan Allah onların uydurdukları noksan sıfatlardan yücedir, münezzehtir.zuhruf*82 O tarifde budur.) Bu olayı bilen şeytan Medya veya diğer yollarla kafir kişinin Allah tarifini onaylattırarak kişiyi Müslümanım diye diye cehennemin bir başka kapısından içeri atıyor. ***************************************************************** "Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım." "Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın." (Allah) buyurdu: "Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. And olsun ki,onlardan sana kim uyarsa, (bilin ki) sizin hepinizden (derleyip) cehennemi dolduracağım." (A'RAF/16-18) Şeytan Müslüman kılıfına bürünüp prof etiketiyle Atv ve flastv gibi kanallarda Nihat hatipoğlu,Cübbeli Ahmet gibi kişiler vasıtasıyla şu Allah tarifini sunuyor eğer sen onların söylemiş olduğu Akideyi benimser ve onaylarsan Kafir oluyor ve ebedi cehenneme gidiyorsun.Her ne kadarda diğer islamın şartlarını yerine getirsende. Ey insanlar, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın şeytan, sizi Allah'ın affına güvendirerek ayartmasın.Fatır.5 MÜSLÜMANLARIN VE KAFİRLERİN ALLAH TARİFİ,TANIMI..SEN BU TARİFİN NERESİNDESİN? http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb
HEY HAT - HEY HAT - HEY HAT İşte laik demokratik küfür sisteminin LAİKLİK akidesi gereği Allahtan uzak kurandan uzak islamdan uzak bir şekilde evrim teorisiyle yetiştirmiş olduğu yeni genç nesil İşte bu zalim devlet vermiş olduğu laiklik temelli eğitim müfredatıyla körpecik zihinlere aşıladığı yaratıcıyı inkar eden evrim teorisi fikrini ders olarak okutmasıyla bu yeni nesil yaratıcısını tanımaz hale geldi islamdan uzaklaştı hatta İslam ve islamın değerleriyle alay edecek kadar haddini aştı ve böylece cehenneme doğru koşarak yol almaya başladı İşte bu durum biz müslümanların HİLAFETİ talep etme nedenlerimizden bir tanesidir LAİKLİK akidesi gereği demokrasinin tatbik edilmesi sonucunda insanlar akın akın cehenneme koşarken bizim amacımız o insanları cehennem çukurundan kurtarmak ve onları altlarından ırmaklar akan cennetlere sokmaktır Bizim amacımız onları kullara kulluktan Allaha kul olmaya çalışmaktır Bizim amacımız onları karanlıklardan aydınlığa ulaştırmaktır Bizim amacımız onları hayvani bir seviyeden insani bir seviyeye çıkarmaktır Bizim amacımız insanları beşeri küfür sistemlerinin zilletinden kurtarıp islamın izzetiyle tanıştırmaktır Rabbim hidayet nasip etsin inşaAllah
Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. BAŞLAMA***2 Asıl nedir:1. Kök, esas, temel, kaide Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Her var olanın bir ustası vardır.Kaidesinden yola çıkarsak. Bu kainatta kendi kendine oluşmuş bir şey olmadığına göre o zaman bu kainatıda bir yaratıcı yaratmış dolayısı ile benide.(insanlığı) O zaman bu yaratıcının beni yönlendirmesi ,Kullanma klavuzu vermesi lazım Normal hayatın akışında yaratıcı ile insanlar arasında ki aracıya peygamber denmiş. o zaman en son peygamberlik iddiasında bulunan kişinin getirmiş olduğu kontrata anlaşma şartlarına bakacağız. (Sonuncusu geçerlidir kaidesinden) (Kader) Sonuncusu Muhammed olduğuna göre onun getirdiği kontratda insanlığa bir rest çekiş meydan okuma var. Yoksa, 'Onu Muhammed uydurdu' mu diyorlar? Onlara de ki; 'Eğer doğru söylüyorsanız, Kur'an'a benzer bir sure ortaya getiriniz, bu konuda Allah dışında kimleri yardıma çağırabilecekseniz, çağırınız. Yunus*38 Aradan bin dört yüz yıl geçmiş hala bir ses yok . Peki şimdi yapsınlar şimdi teknik bir çağdayız her şey eloktronik çoğu şeyi harflerin ve rakamların karışımından yapıyor proğram yapıcıları. o zaman kuran ayetlerinide getirsinler.? Allah kainatı elementlerden yarattığı gibi kuranıda harflerin karışımından yaratmıştır. Diyebilir birileri evet bizimde demokrasimiz var. o zaman demokrasiye ve Muhammedin getirdiği şartlara bakılır.Bu insan fıtratına uygunmu diye. örneğin; Mal can ve namuz konusunda kim ne diyor diye. (Şartlar. Eşyadaki özelliklere uygun düşmesi lazım) Dolayısı ile.. Muhammedin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun.(ölüm cezası veriyor) Demokrasinin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun değil.(Taraf.Aklın üstününden.Hevadan,zenginden) (Halbuki insandaki fıtrat kendisinin olanı kendi isteği dışında bir başkasıyla paylaşmak istemez) olduğu anlaşıldığından fıtrata uygun olan alınır. Dolayısı ile Muhammedin getirmiş olduğu şartlar Yaratıcının gönderdiği şartlar olarak kabül görür. Yaratıcıya ve son peygamberine inanmak vakaya mutabık olur ve Muhammedin getirmiş olduğu şartların bir tanesinin gereği kişi Müslüman olur ve yaratıcının vaadi gereği cenneti kazanmış olur. Kişi bu vaadi elinde tutabilmek için Muhammedin getirmiş olduğu yaratıcının tarifini onaylaması lazım. Yaratıcının kırmızı çizgisi şirktir.(Allah'ın tarifi) (Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'ın da Rabbi olan Allah onların uydurdukları noksan sıfatlardan yücedir, münezzehtir.zuhruf*82 O tarifde budur.) Bu olayı bilen şeytan Medya veya diğer yollarla kafir kişinin Allah tarifini onaylattırarak kişiyi Müslümanım diye diye cehennemin bir başka kapısından içeri atıyor. ***************************************************************** "Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım." "Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın." (Allah) buyurdu: "Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. And olsun ki,onlardan sana kim uyarsa, (bilin ki) sizin hepinizden (derleyip) cehennemi dolduracağım." (A'RAF/16-18) Şeytan Müslüman kılıfına bürünüp prof etiketiyle Atv ve flastv gibi kanallarda Nihat hatipoğlu,Cübbeli Ahmet gibi kişiler vasıtasıyla şu Allah tarifini sunuyor eğer sen onların söylemiş olduğu Akideyi benimser ve onaylarsan Kafir oluyor ve ebedi cehenneme gidiyorsun.Her ne kadarda diğer islamın şartlarını yerine getirsende. Ey insanlar, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın şeytan, sizi Allah'ın affına güvendirerek ayartmasın.Fatır.5 MÜSLÜMANLARIN VE KAFİRLERİN ALLAH TARİFİ,TANIMI..SEN BU TARİFİN NERESİNDESİN? ***************************************************** HAYATIN GAYESİ OLAN HEDEFİNİ BELİRLEMEK İÇİN TAKİP EDECEĞİN YOL KAFİRLERİN AKİDESİ--(Sınırlıdır) BAŞLAMA***3 BURADAN DEVAM... http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbVideoHEY HAT - HEY HAT - HEY HAT İşte laik demokratik küfür sisteminin LAİKLİK akidesi gereği Allahtan uzak kurandan uzak islamdan uzak bir şekilde evrim teorisiyle yetiştirmiş olduğu yeni genç nesil İşte bu zalim devlet vermiş olduğu laiklik temelli eğitim müfredatıyla körpecik zihinlere aşıladığı yaratıcıyı inkar eden evrim teorisi fikrini ders olarak okutmasıyla bu yeni nesil yaratıcısını tanımaz hale geldi islamdan uzaklaştı hatta İslam ve islamın değerleriyle alay edecek kadar haddini aştı ve böylece cehenneme doğru koşarak yol almaya başladı İşte bu durum biz müslümanların HİLAFETİ talep etme nedenlerimizden bir tanesidir LAİKLİK akidesi gereği demokrasinin tatbik edilmesi sonucunda insanlar akın akın cehenneme koşarken bizim amacımız o insanları cehennem çukurundan kurtarmak ve onları altlarından ırmaklar akan cennetlere sokmaktır Bizim amacımız onları kullara kulluktan Allaha kul olmaya çalışmaktır Bizim amacımız onları karanlıklardan aydınlığa ulaştırmaktır Bizim amacımız onları hayvani bir seviyeden insani bir seviyeye çıkarmaktır Bizim amacımız insanları beşeri küfür sistemlerinin zilletinden kurtarıp islamın izzetiyle tanıştırmaktır Rabbim hidayet nasip etsin inşaAllah
Elhamdulillah , Müslümanım diyenlerin hali.
Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Her var olanın bir ustası vardır.Kaidesinden yola çıkarsak. Bu kainatta kendi kendine oluşmuş bir şey olmadığına göre o zaman bu kainatıda bir yaratıcı yaratmış dolayısı ile benide.(insanlığı) O zaman bu yaratıcının beni yönlendirmesi ,Kullanma klavuzu vermesi lazım Normal hayatın akışında yaratıcı ile insanlar arasında ki aracıya peygamber denmiş. o zaman en son peygamberlik iddiasında bulunan kişinin getirmiş olduğu kontrata anlaşma şartlarına bakacağız. (Sonuncusu geçerlidir kaidesinden) (Kader) Sonuncusu Muhammed olduğuna göre onun getirdiği kontratda insanlığa bir rest çekiş meydan okuma var. Yoksa, 'Onu Muhammed uydurdu' mu diyorlar? Onlara de ki; 'Eğer doğru söylüyorsanız, Kur'an'a benzer bir sure ortaya getiriniz, bu konuda Allah dışında kimleri yardıma çağırabilecekseniz, çağırınız. Yunus*38 Aradan bin dört yüz yıl geçmiş hala bir ses yok . Peki şimdi yapsınlar şimdi teknik bir çağdayız her şey eloktronik çoğu şeyi harflerin ve rakamların karışımından yapıyor proğram yapıcıları. o zaman kuran ayetlerinide getirsinler.? Allah kainatı elementlerden yarattığı gibi kuranıda harflerin karışımından yaratmıştır. Diyebilir birileri evet bizimde demokrasimiz var. o zaman demokrasiye ve Muhammedin getirdiği şartlara bakılır.Bu insan fıtratına uygunmu diye. örneğin; Mal can ve namuz konusunda kim ne diyor diye. (Şartlar. Eşyadaki özelliklere uygun düşmesi lazım) Dolayısı ile.. Muhammedin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun.(ölüm cezası veriyor) Demokrasinin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun değil.(Taraf.Aklın üstününden.Hevadan,zenginden) (Halbuki insandaki fıtrat kendisinin olanı kendi isteği dışında bir başkasıyla paylaşmak istemez) olduğu anlaşıldığından fıtrata uygun olan alınır. Dolayısı ile Muhammedin getirmiş olduğu şartlar Yaratıcının gönderdiği şartlar olarak kabül görür. Yaratıcıya ve son peygamberine inanmak vakaya mutabık olur ve Muhammedin getirmiş olduğu şartların bir tanesinin gereği kişi Müslüman olur ve yaratıcının vaadi gereği cenneti kazanmış olur. Kişi bu vaadi elinde tutabilmek için Muhammedin getirmiş olduğu yaratıcının tarifini onaylaması lazım. Yaratıcının kırmızı çizgisi şirktir.(Allah'ın tarifi) (Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'ın da Rabbi olan Allah onların uydurdukları noksan sıfatlardan yücedir, münezzehtir.zuhruf*82 O tarifde budur.) Bu olayı bilen şeytan Medya veya diğer yollarla kafir kişinin Allah tarifini onaylattırarak kişiyi Müslümanım diye diye cehennemin bir başka kapısından içeri atıyor. ***************************************************************** "Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım." "Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın." (Allah) buyurdu: "Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. And olsun ki,onlardan sana kim uyarsa, (bilin ki) sizin hepinizden (derleyip) cehennemi dolduracağım." (A'RAF/16-18) Şeytan Müslüman kılıfına bürünüp prof etiketiyle Atv ve flastv gibi kanallarda Nihat hatipoğlu,Cübbeli Ahmet gibi kişiler vasıtasıyla şu Allah tarifini sunuyor eğer sen onların söylemiş olduğu Akideyi benimser ve onaylarsan Kafir oluyor ve ebedi cehenneme gidiyorsun.Her ne kadarda diğer islamın şartlarını yerine getirsende. Ey insanlar, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın şeytan, sizi Allah'ın affına güvendirerek ayartmasın.Fatır.5 MÜSLÜMANLARIN VE KAFİRLERİN ALLAH TARİFİ,TANIMI..SEN BU TARİFİN NERESİNDESİN? http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbVideoElhamdulillah , Müslümanım diyenlerin hali.
BİR İNSANIN BU DÜNYAYA GELİŞ GAYESİ İÇİN TAKİP EDECEĞİ İSTİKAMET
«Akıl ve fikir sahibi hiçbir kimse düşünür veya inanır mı ki akıl ve hikmetten mahrum kuru kuruya mücerret bir madde tesadüf yoluyla kendi kendisini meydana getirebilmiş olsun. Veya bu nizamı ve kâinat kanunlarını tesadüfen ortaya çıkarıp da kendisini onu adapte etsin. Şüphesiz ki buna verilecek cevap elbette menfi olacaktır. Halbuki madde enerjiye dönüşürken veya enerji madde haline inkilâp ederken meydana gelen ameliyelerin bütünü belirli kanunlara uygun şekilde tamamlanır. Netice olarak meydana gelen madde bile ana unsurunu teşkil eden maddenin boyun eğdiği kanunların aynısına boyun eğer. Kimya ilmi bir takım maddelerin yok olma metodunu bize gösteriyor. Şu kadar var ki bazı maddeler çabucak yokluğa doğru giderken bir kısmı da yavaş yavaş yol alır. Şu halde madde ebedî değildir. Ebedî olmayınca demek oluyor ki ezelî de değildir. Çünkü maddenin bir başlangıcı vadır. Kimyevî deliller ve diğer pratik ilimler bize gösteriyor ki maddenin başlangıcı yavaş yavaş ve homolog bir sıra ile olmamıştır. Füceten ve birden meydana gelmiştir. Hatta ilim bize bu maddelerin ne zaman ve ne şekilde meydana geldiğini belirtmektedir. Şu halde şu görmüş olduğumuz maddî âlem bizzarure yaratılmış olmalıdır Ve yaratıldığı zamandan beri de belirli kâinat kanunlarına boyun eğmektedir. Ve bu kâinatta tesadüfün hiç mi hiç yeri yoktur.* 1 Bu maddî âlem kendi kendisini yaratmaktan aciz olduğuna göre kendisinin boyun eğmek zorunda olduğu kanunları kendisi vazedemeyeceğine göre yaratılış işleminin maddî olmayan bir varlığın kudreti ile tamamlanmış olması gerekir. Ve kâinattaki engin nizam bu yaratıcının mutlaka akıl ve hikmet sıfatıyla muttasıf bulunmasını icab ettirir. Şu kadar var ki akıl maddî âlemde çalışma gücüne sahip değildir. Tıpda, eczacılıkta ve psikolojide olduğu gibi iradesiz akıl hiçbir fonksiyon icra etmez. İrade sıfatına malik olan bir varlığın ise bizzat mevcut olması gerekir. Buna göre meydana çıkan kesin ve mantıkî sonuç —ki bu sonuca aklî düşüncemimiz bizi zorlamaktadır. — Sadece bu kâinatın bir yaratanı olması zarureti ile bitmiyor. Bu yaratıcının herşeye gücü yeten Alîm ve H a k î m bir zat olmasmı da icap ettiriyor. Ki ancak bu sayede kâinatı düzene sokup idare edebilme gücüne sahip olsun. Ayrıca bu yaratıcının devamlı var olması gerekir. Nitekim heryede tecelli eden işaretleri de bunu göstermektedir. Durum böyle olunca Allahın varlığını kabul etmekten başka sığınılacak bir nokta volttur. Bu yaratıcı kâinatı yaratan ve ona yön veren Zat-ı Bari'diır. Lord K e i 1 we n d devrinden beri büyük merhaleler katetmiş olan ilim bizi kesin şekilde O’nun söylediğini tekrar elmeye zorluyor: «Ne kadar derin düşünürsek düşünelim vardığımız ilmi neticeler bizi ilerde mutlak şekilde Allah'a inanmak mecburiyetinde bırakacaktr.»... http://seyyitkutubtefsiri.blogspot.nl/2016/05/ne-kadar-derin-dusunursek-dusunelim.htmlVideoAKİDE, İDEOLOJİ VE KİTLELEŞME BAĞLAMINDA İSLÂM BİR İNSANIN BU DÜNYAYA GELİŞ GAYESİ İÇİN TAKİP EDECEĞİ İSTİKAMET***BAŞLAMA**1..DEVLET KURULUNCAYA KADAR İnsan oğlunun varoluşu ile ortaya çıkan toplumsal yaşama arzusu, beraberinde birtakım nizamsal fikirlerin topluma hakim kılınma mecburiyetini de doğurmuştur. Nitekim bu durum Allah'ın, insanın 'yönetme ve yönetilme' vakıasına mebni kıldığı bir durumdur. Çünkü insan, yaratılış itibariyle aciz, eksik ve muhtaç olmasından ötürü yaşamını sürdürürken mutlak surette başka insanlara da ihtiyaç duymaktadır. Bundan dolayıdır ki, insanların bireysel olarak ihtiyaçlarını kendi başlarına giderememe durumu, toplum halinde yaşama durumunu doğurmuştur. Binaenaleyh, insanların toplum halinde yaşamaları bir mecburiyettir. İnsanların birliktelik kurarak oluşturdukları toplumsal ilişki beraberinde, insanların birbirleriyle olan alakâlarının düzenlenmesi için gerekli olan nizamı belirleme ve o nizamı toplum üzerine tatbik etme ihtiyacını da ortaya çıkarmıştır. Nizam ise; insanların yaşamsal faaliyetlerinin tanzimini, onların aralarındaki duygusal birliktelikleri, fikirsel bütünlükleri ve aynı paydada biraraya gelme eylemlerini gerçekleştiren en temel dinamiktir. Nizam; toplumların değer yargılarını, yasalarını, örf-adet, gelenek ve göreneklerini oluşturur. Aynı şekilde nizam, toplumun bireylerinin insana, hayata ve kâinata aynı perspektifle bakmalarını sağlar. Nizamın toplum üzerinde bu bağlayıcı etkenleri ortaya çıkarması, onun fikrî bir kaideden neşet etmiş olduğunu göstermektedir. Bu fikri kaide ise akidedir. Akide; insan nezdinde, bütün fikirlerin kendisinden çıktığı temel fikrî kaidedir. Nitekim insanlar, benimsedikleri akidelere göre biraraya gelirler. Çünkü, insanlar her ne kadar beraber yaşama arzusuna sahipseler de, bir o kadar da vakıalara yaklaşımlarını, sorunlarının çözümünü, varoluş gayelerini ve hayatta ki temel hedeflerini onlara belirleyen akidelere olan inanç birlikteliklerine göre birarada bulunurlar. Bundan ötürüdür ki, yeryüzünde insanların oluşturdukları birçok sayıda farklı toplumlar ortaya çıkmıştır. İnsanları ve onların ortak fikirlerinden, ortak duygularından ve ayrıca bunları tanzim edici ve sürekliliklerini sağlayıcı ortak nizamlarından oluşan toplumları kalkındıran, onların hayat hakkında ki mefhumlarını ve o mefhumlardan oluşan kendilerine özgü yaşam tarzlarını (hadaratlarını) belirleyen akideler ise, ya beşerin (insanın) dehasından çıkmakta ve yahut da Alemlerin Rabbi olan Allah Subhanehu ve Teâlâ'dan ilahi vahiyle Nebisi vasıtasıyla bütün insanlığa göndermiş bulunmaktadır. İşte yeryüzünde ki toplumsal yaşam tarzları da zaten bu iki tür akideye göre şekillenmiştir. Beşerin dehasından çıkan akideler ve o akidelere dayalı oluşturulan yaşam tarzları tarihsel süreçleri içerisinde analiz edildiğinde, onların kendilerinden önceki yaşam tarzlarının taklit edilerek değişime ve dönüşüme uğratılmış bir halde ortaya çıkartıldıkları görülecektir. Başka bir ifadeyle; insanın zekâsından çıkan hadaratlar, ya önceki hadaratların bambaşka bir versiyonu ya da önceki hadarata zıt bir düşünceyle ona muhalif olarak hayat sahnesine çıkartılan hadaratlardır. Örneğin; babil ve asur hadaratı, sümer hadaratına; roma hadaratı, yunan hadaratına; yunan hadaratı da, eski mısır hadaratına dayanmaktadır. Nitekim yakın tarihte ki hadaratsal kalkınmalara verilecek en bariz örnekler ise; kralın ve zengin burjuva tabakasının kilise ile ittifakı neticesinde toplum üzerinde tatbik ettikleri teokratik bir yönetim sistemine karşı çıkan mütefekkirlerden bir kısmının dini hayattan soyutlama fikri ile ortaya çıkardıkları laiklik akidesinden ve dini tamamen yok sayan mütefekkirlerin ortaya çıkardıkları materyalist akidesinden neşet eden hadaratlardır. Bunlar da bariz bir şekilde gösteriyor ki, beşerin ortaya çıkardığı bütün hadaratlar taklide dayalı olan hatalı ve kısıtlı bir yapı arz ederler. Yaşam tarzlarına (hadaratlar) ve kalkınmalara klavuzluk eden akideler; eğer insan aklından çıkıyorsa, bu akidevi fikirlerin hem kemiyet (nicelik) ve hem de keyfiyet (nitelik) açısından sınırlı olan insan aklının hata yapma kaçınılmazlığından ötürü taklide dayalı olarak birbirlerinden etkilenmeleri de kaçınılmaz olacaktır. İkinci tür akide olan İslâm akidesi incelendiği zaman ise, yapı itibariyle kendisinden önce hayat sahnesinde yer alan hiçbir akide ile bir ilişki içerisinde olmadan ortaya çıktığı görülecektir. İslâm akidesi akıllara durgunluk verecek şekilde, gayb aleminden varlık sahnesine çıkışı neticesinde, fertlerin alâkalarını tanzim eden akidevi fikirler ile kendisinden çıkan ölçüler, kavramlar ve mefhumlar sayesinde bütün dünyayı kendisine hayran bırakacak bir tarzda olağanüstü bir hadarat ortaya çıkarmıştır. Nitekim hayatın her alanını kuşatan hukukî tanzimleri ile yaşama dair kendine özgü bakış açısına sahip olan bu hadarat, ne birbiri ardına miras bırakılan fikrî akımların doğması, ne de geçmişin bıraktığı geleneksel fikrî akımlarının ve teorilerinin mahsulüdür; bilakis, Kur'an'il Kerim'in indirilmesi ile doğmuştur. O halde İslâm Hadaratı; hayat hakkında İslami mefhumların tümüdür. Nitekim o hadaratın kendisinden çıktığı akide ise, Lailahe İllAllah Muhammedur Rasulullah akidesidir. Allah Subhanehu ve Teâlâ, Kur'an'il Kerim'de İslâm Akidesini şöyle tasvir etmiştir: أَلَمْ تَرَ كَيْفَ ضَرَبَ اللّهُ مَثَلاً كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرةٍ طَيِّبَةٍ أَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِي السَّمَاء تُؤْتِي أُكُلَهَا كُلَّ حِينٍ بِإِذْنِ رَبِّهَا وَيَضْرِبُ اللّهُ الأَمْثَالَ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ "Görmedin mi Allah nasıl da temsil yaptı? Hoş bir kelimeyi (tevhidi) hoş bir ağaca benzetti ki, kökü yerde sabit, dalları gökyüzündedir. O ağaç Rabbinin izni ile her dem yemişini verir. Allah insanlara iyi kavramaları ve anlamaları için böyle misaller verir." (İbrahim, 24-25) Akideler (gerek beşeri ve gerekse ilahi); mutlak surette bir metod ile birleşmeleri neticesinde, ancak hayat sahnesine çıkma imkanına sahip olurlar. Bu ise, akideyi -fikrî- bir metod ile bütünleştiren ideoloji ile mümkündür. İdeolojinin istilahi/kavramsal anlamı, kendisinden nizamların çıktığı aklî akidedir. Bu Akide ise İnsan, Hayat ve Kâinat hakkında, Dünya hayatının öncesi ile sonrası hakkında ve Dünya hayatının öncesi ile sonrasının birbiri ile olan alâkası hakkında insanın zihninde mevcut olan temel sorulara (büyük düğüme) ilişkin akla kanaat getirici, fıtrata uygun ve kalbe güven verici cevaplar vermek zorundadır. İdeolojinin sözlük anlamı ise, "fikir bilimi"dir. Sadece bu sözlük anlamı üzerinde tefekkür etsek bile, İslam'ın bir ideoloji olduğunun anlaşılması bizim için yeterli olacaktır. İslâm, selef alimlerinin ve müçtehid imamların deyimiyle "fikir ve metodtan ibarettir". Ayrıca İslâm; herhangi bir vakıa hakkında ki belli fikirlerden ve o fikirleri belli bir kalıba sokan, onları derleyip toparlayarak standardize eden ve insanlar için bir çözüm olarak öne sürmek için belirlenen bir metodtan ibarettir. Yine İslâm; ferdin ve halkların sorunlarını muayyen çözümlerle halleden, hayat, toplum ve devlet sahalarına ilişkin problemleri kendine özgü hükümlerle çözüme kavuşturan, kendisinden çıkan fikirler, düşünceler ve mefhumlarla insan, hayat ve kâinata karşı sahih bakış açısını ortaya koyan temel bir fikre -akideye- ve o temel fikrin tatbikatını gerçekleştiren bir metoda -sünnete- sahiptir. İşte görüldüğü üzere İslâm, aslında insanın dünya hayatında ki yaşam şeklini gösteren bir fikir bilimidir ve muayyen bir metoda sahiptir. Örneğin; toplumun ifsadına sebebiyet veren münkerlerden bir münker olan zina hakkında İslâm Akidesi'ni bizlere bir nur ve hidayet olarak gönderen Allah Azze ve Celle, Kur'an'il Kerim'de şöyle bir hüküm beyan etmiştir: وَلاَ تَقْرَبُواْ الزِّنَى إِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَسَاء سَبِيلاً "Zinaya yaklaşmayın. Şüphesiz ki zina kötü bir şeydir ve kötü yoldur." (İsra, 32). Bu Âyet-i Kerime aynı zamanda, İslâm Şeriatı'nın zina hakkında ortaya koyduğu değişmez bir fikirdir. Yine aynı şekilde, zina eden kimseye uygulanacak cezayı da Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur: الزَّانِيَةُ وَالزَّانِي فَاجْلِدُوا كُلَّ وَاحِدٍ مِّنْهُمَا مِئَةَ جَلْدَةٍ وَلَا تَأْخُذْكُم بِهِمَا رَأْفَةٌ فِي دِينِ اللَّهِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَلْيَشْهَدْ عَذَابَهُمَا طَائِفَةٌ مِّنَ الْمُؤْمِنِينَ "Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun. Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın dini(nin koymuş olduğu hükmü uygulama) konusunda onlara acıyacağınız tutmasın. Mü’min’lerden bir topluluk da onların cezalandırılmasına şahit olsun." (Nur:2). Bu Âyet- Kerime ise, İslâm Şeriatı'nın zina edenler hakkında uygulanacak olan değişmez metodudur. Nitekim hiçbir Şer'i hüküm yoktur ki, herhangi bir sorunun hal çaresini ele alsın, ona uygulanacak Şer'i hükmü ona bağlı olarak tam tamına uygun şekilde beyan etsinde bu hükmün infaz ve icra keyfiyetini, hayatın gerçeklerine mutabık olarak ortaya koymuş olmasın. Kaldı ki İslâmî fikirler tenfiz metodundan yoksun olsalardı, “Eflatun'un Hayali Cumhuriyeti” gibi kitapların sayfaları arasında kalan tarihî fikirler gibi bir fikir olarak kalacaktı. Binaenaleyh; İslâm, belli bir fikirden -akideden- ve o fikrin cinsinden olan metodtan -sünetten- biraraya gelen bir ideolojidir. Beşeri ideolojiler ise, tıpkı maddenin vakıasını ve maddenin asli unsurlarının insanın gündelik işlerini kolaylaştırıcı yönünü inceleyen beşeri bilimler gibi deneme-yanılma yöntemiyle tecrübe edilerek değişime ve dönüşüme uğra(til)maları sözkonusudur. Aslında burada yapılan hata, insanın maddeye kıyas edilmesidir. Oysa ki insan, bazen farklı şartlar altında farklı olaylara aynı reaksiyonu gösterebiliyor iken, bazen de aynı şartlar altında cereyan eden aynı olaylara farklı bir reaksiyon gösterebilir. Bu da, onun çelişkili, ihtilaflı ve değişken bir yapıda olduğunu gösterir. Dolayısıyla insanın mutlu, huzurlu ve müreffeh bir hayat yaşaması için ancak onu yaratan Allah Subhanehu ve Teâlâ'dan gelen ideolojiye göre kendisini ve nizamını şekillendirmesi gerekir. Çünkü İslâm ideolojisi, yerin karanlıklarında ki bir tek yaş ve kuru müstesna olmamak üzere her şeyi bilen Allah Subhanehu ve Teâlâ'dan gelmiştir. Nitekim burada yaptığımız değerlendirmede; beşeri bilimlerin, beşeri hadaratlar ve ideolojilerle karıştırılmaması gerektiği anlaşılmalıdır. İslâm’ın bu noktada ortaya koyduğu tek ayrım; beşeri bilimlerin alınmasının mübahlılığı -hatta gerekliliği-, beşeri hadaratların ve ideolojilerin alınmasının ise haramlılığıdır. Her akide bir ideoloji değildir. Hristiyanlık akidesi gibi dünya hayatının alakaları hakkında çözümler içermeyen temel fikirler, hiçbir şekilde ideoloji kapsamına girmezler. Aynı şekilde; faşist/totaliter Nazizm, Kemalizm vb. gibi rejimler de, dar ve kısıtlı oldukları için bir ideoloji değillerdir. Nitekim fikrî bir kaidenin/Akidenin ideoloji olabilmesi için, “Dünya hayatının öncesi ile Dünya hayatının sonrasının birbiri ile olan alâkası hakkında bütüncül bir fikir” beyan etmesi gerekir. Yakın tarihte tatbik edilen sosyalizm ve halen daha tatbik edilmekte olan kapitalizm ise, beşerin kemiyet ve keyfiyet açısından sınırlı olan aklından çıkan birer ideolojidir. Merkantilist(1) dönemle başlayan, sanayi devrimi ve sonrası ile sürat kazanan kapitalizm ideolojisi, fabrikaların ve şirketlerin küçük bir azınlık burjuvanın eline geçmesine ve coğunluğu teşkil eden işçi, memur ve emekçi kesimin sermayedarların sömürüsüne maruz kalmasına sebebiyet vermiştir. Bu gelişen durumlar, bazı mütefekkirler tarafından yerel sermayenin eşit şekilde paylaşımını öngören sosyalizm ideolojisinin teorilerinin ortaya çıktığı zeminini hazırladığı görülmektedir. Sosyalizm ideolojisi, maddeyi her şeyin asli kılar. Bunun başka bir yorumu ise Komünist fikirdir. Yani her şey, maddenin evrim geçirmesiyle meydana gelmiştir. Hayatın ölçüsü ise; maddedir, maddede ki nizamdır. Başta toprak olmak üzere, üretim vasıtaları ve toplumun sahip olduğu herşey toplumun müşterek malıdır. İnsanın tabiatı da tektir ve o da maddedir. Nizam ve düzen, üretim vasıtalarından alınır ki, onlar da maddenin tekâmülünden elde edilirler. Amellerin ölçüsü ise evrimdir; tez, antitez ve sentez şeklinde çatışmayı ifade eder. Kapitalizm ideolojisi de, dini hayattan ayırma (laiklik) akidesine dayanır. Mutluluğun ve huzurun kaynağının, mutlak surette dünyadan zevk ve haz almakta olduğunu öngörür. Toplumun fertlerden meydana geldiğini ve dolayısıyla ferdin işleri düzenlendiğinde toplumun işlerinin de kendiliğinden düzenleneceğini sanır. Nizamı vakıadan alır. Onun amellerinin ölçüsü ise menfaat, fayda ve zarardır. İslâm ideolojisi ise; ilk etapta Allah Azze ve Celle'nin tek yaratıcı olduğunu, insanoğlu için vazettiği nizamını ve kendisiyle beraber o nizamı getiren Nebi'nin Nübüvvetini aklî bir şekilde ispatlar. Allah Subhanehu ve Teâlâ'nın gönderdiği nizama uyup uymama konusunda Ahiret hayatında bir hesabın olduğunu, yine aslı aklî ispata dayanan delillerle ortaya koyar. O nizamın kaynağı olarak da, Kur'an'ı Kerim'den ve Rasulu'nun (Sallallahu Aleyhi Vesellem) Sünnetinden istinbat edilen hükümler olarak belirtir. Ayrıca, amellerin ölçüsü de helal ve haramdır. Toplumun üzerine dayandığı esası ise; Akide, taşınılan fikirler, duygular ve nizamlar olarak belirtir. Kapitalist ve sosyalist ideolojiler, insan fıtratına aykırı düşerek Ahiret'e ait işlerle ilgilenmemişlerdir. Evrende ki olaylar karşısında acizlik hissine kapılmayacak bir insanın olmamasından ötürü, evreni yöneten Allah Azze ve Celle'ye insanın muhtaç olduğu noktasında mevcut ihtiyaca cevap veremeyen bu ideolojiler, üzerinde kuruldukları esas açısından hataya düşmüşler ve insan aklını ikna edememişlerdir. Bu sebeple, bu ideolojilerin hayata tatbik edilmesi ile meydana gelen kalkınmalar doğru olmayan, hatalı ve çarpık kalkınmalardır. Aydın bir bakış açısıyla hayatı gözden geçiren, günümüz dünyasının sorunlarını idrak eden bir kimse, yegâne kalkınmanın ruhî esasa dayalı olan İslâm ideolojisinin yeniden hayata tatbik edilmesi ile gerçekleştirileceğini fark eder. Çünkü İslâm; insanın kendisiyle, eşyayla ve diğer insanlarla alâkalı olan işlerini yoluna koyarak dünya hayatına ilişkin sorunlarını çözerken, insanın yaratıcısıyla olan alâkalarını da düzenleyerek ahiret hayatına ilişkin işlerini yoluna koyar. Doğru ideolojinin İslâm olduğunu açıkladıktan sonra, İslâm İdeolojisinin esasî unsurlarına değinmekte de fayda görüyoruz. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'e vahiy ile gelen İslâm İdeolojisi'nin hayat sahnesine çıkışı, yükselişi ve hayata hakim oluşu da yine Allah Subhanehu ve Teâlâ'dan gelen vahiy eksenli metod ile gerçekleştiğini görüyoruz. Allah Azze ve Celle'nin; يَا أَيُّهَا الْمُدَّثِّر قُمْ فَأَنذِرُ "Ey örtüye bürünen! Kalk ve uyar.” (el-Müdessir: 1-2) Ayet'i Kerimesi ile başlayan ve mevcut statükonun/rejimin değiştirilmesi amacını güden ideolojik hareket, Mekke şehir devletinin yöneticileri tarafından tepkiyle karşılanmıştı. İfsad olmuş mekke toplumunu ıslah etmek amacıyla Emri Bi'l M'aruf Nehyi Ani'l Münker vazifesini Nübüvvet kimliğiyle yerine getiren Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem, toplumun bozuk hayat telakkilerine, yanlış fikirlerine ve davranış biçimlerine, fasid örf-adet, gelenek ve göreneklerine çatıyordu. Bu çalışmayı da, kendi ideolojisini hayata hakim kılmak için ortaya koyduğu Nebevi Metodun temel unsurlarından olan "Fikri Carpışma" ile gerçekleştiriyordu. Bunu yaparken, hiç bir kınayıcının kınamasından korkmadan ve rejimin baskıcı politikalarına aldırış etmeden hareket ediyordu. O Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bunu kendisine inen Ayetleri (el-Enbiya: 67, 98 ve er-Rum: 39 gibi) onların üzerine giderek okuyup, açık bir dille onların kural ve kaidelerinin, ilke ve kriterlerinin, nizamlarının ve topyekün hayat görüşlerinin yanlış olduğunu haykırıyordu. Aynı zamanda, yöneticilerin halkın maslahatalarını gütme noktasında gösterdikleri zaafiyetleri, onların ortaya koydukları ekonomik sistemde mevcut olan yanlışlıklardan nemalanarak halkın malını gaspettiklerini, ve Allah'ın indirdikleriyle hükmetmemeleri neticesinde ortaya çıkan haksızlık ve hukuksuzlukları da aleni bir şekilde halka anlatıyor ve o yöneticilerin gerçek yüzlerini inen Ayetlerle ifşa ediyordu. Örneğin; İslâmî İdeolojik Davetin önünde engel teşkil eden, fikri propaganda ve medyatik çatışmayı üstlenmiş olan amcası Ebu Leheb ve Velid B. Muğira gibi Mekke Şehir Devletinin yöneticileri ve önderleri hakkında ve bütün zaman dilimlerinde İslâm İdeolojsine karşı çıkacak şahıslar hakkında inen Ayetleri (Tebbet:1-3, el-Müdessir: 16-26 gibi) okuyordu. Bunu da, Nebevî Metodun temel unsurlarından bir diğeri olan "Siyasî Mücadele" ile gerçekleştiriyordu. Ayrıca O Sallallahu Aleyhi Vesellem ve Sahabe Kitlesi, gerek dahili ve gerekse de harici siyasetle uğraşmaktaydılar. İç siyasetle uğraştıkları, Hz. Ömer'in "Biz üçyüz kişiye ulaşırsak sizi Mekke'den çıkartırız" sözünden anlaşılmaktadır. Nitekim bu söz; siyasi bir söz olmakla beraber, aynı zamanda da siyaseti (otoriteyi) Kurayş'in elinden söküp almayı ifade eden bir sözdür. Ayrıca onlar henüz bir devlete sahip olmadıkları halde devletlerarası siyasetle de uğraşmışlardı Nitekim; Ebubekir (r.a.)'inde içinde bulunduğu bir sahabe grubunun yanına gelerek, Sasani İmparatorluğu'nun Bizans Impratorluğunu yendiğini, bizanslıların kitap (incil) sahibi olmalarının kendilerine bir fayda getirmediğini ve dolaysıyla da müslümanların sahip oldukları kitabın kendilerine bir fayda veremeyeceğini ileri süren müşrik heyetine cevaben Rum Suresi 1 ila 4. Ayetler inmişti. Müslümanlar bir İslâm Devleti'ni kurduktan sonra da devletlerarası siyasetle uğraşmışlardı. Nitekim Hendek Gazvesinde kazılan hendek içerisinde, parçalanmayan bir kayaya rastlanılmasının akabinde Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kazma ile bu kayaya vurması neticesinde meydana çıkan kıvılcımların, Müslüman’ların daha sonra fethedecekleri bölgelerin yönüne doğru sıçraması ve bunu Peygamber Aleyhi Salatu Vesselam'ın bildirmesi, Müslüman’ların en zor zamanlarında bile devletlerarası siyasetle uğraştıklarını gösterir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Sahabe kitlesi ile birlikte ortaya koyduğu bu Nebevî metodu inceleyen görür ki, bu ideolojik harekat tarzı iki ana sütun üzerinde gerçekleşiyordu: Fikri çarpışma ve Siyasi mücadele... Müşriklerin, Rasul'un amcası Ebu Talip aracılığı ile sundukları teklife karşılık olarak Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in cevaben; "Andolsun ki, güneşi sağ elime ayı sol elime verselerde ben bu davamdan vazgeçmem.Ya bu din hayata hakim olur ya da ben bu uğurda helak olurum." buyurmuştu. O Kutlu Nebi'nin verdiği bu cevap üzerinde biraz tefekkür eden bir kimse, bu tevhid akidesinin ideolojik olduğunu görür. Çünkü, ideolojiler ancak hayata hakim kılınmak için vardır... Nitekim, o günkü Mekke şehir devletinde yaşayan Hanif dinine mensup olanlarda da bir tevhid inancı vardı. Fakat onlar -bugünkü müslümanlar gibi-, hiçbir şekilde statükonun köklü bir değişim ile değiştirilmesi amacını gütmüyorlardı. Rasulullah Aleyhi Salatu Vesselam, bu ideolojik çalışmasını kitleleştirdiği ve aralarına ideolojik bir bağ yerleştirdiği sahabeleri (Rıdvanullahi Aleyhim) ile birlikte yapıyordu. Nitekim İslâm İdeolojisi'nin temel yapı taşı kitleleşmedir. Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor: وَلْتَكُن مِّنكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ "İçinizde hayra (İslâm’a) davet eden, marufu emreden ve münkeri nehyeden bir hizb (kitle) bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir." (Al'i İmran: 104). İdeolojik olarak İslâm'ın tatbik edilmesinin gerekliliğine binaen kurulması gereken kitlede ise; sınırlandırılmış vazıh bir fikir, fikrin cinsinden olan ve fikrin tatbikatını gerçekleştiren bir metod, sahih uyanıklığa sahip olan ve vakıayı düşüncenin konusu ederek, çözüm için Kur'an ve Sünnete ve onların işaret ettiği sahih nasslara başvuran duyguları gelişmiş bir emir ve kitleye bağlı olan şahıslar arasında ki ideolojik bağ... Görüldüğü üzere İslâm; bir ideoloji olmakla birlikte, aynı zamanda da kendi ideolojisinin bir kitle eliyle fikrî ve siyasî mücadele verilmek suretiyle hayata hakim kılınmasını öngörür. Mesele İslâm olduğu zaman, ideolojik boyutta onun tatbikatı için gerekli olan argümanlar; Vazıh Fikir, Sahih Metod ve İnsan'dır. Nitekim, Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor: فَقَاتِلْ فِي سَبِيلِ اللّهِ لاَ تُكَلَّفُ إِلاَّ نَفْسَكَ وَحَرِّضِ الْمُؤْمِنِينَ عَسَى اللّهُ أَن يَكُفَّ بَأْسَ الَّذِينَ كَفَرُواْ وَاللّهُ أَشَدُّ بَأْسًا وَأَشَدُّ تَنكِيلاً "Artık Allah yolunda savaş! Sen ancak kendinden başkasıyla mükellef değilsin." (en-Nisa: 84). İmam Kurtubi, bu Ayet hakkında Ahkam-ül Kur'an adlı tefsir kitabında şöyle demektedir: "Bunun manası şudur: Düşmanın size galip gelmesine ve mustazaf Mü’min’ler üzerine muzaffer olmasına izin vermeyin! Velev ki tek başınıza olsanız bile... Zira Allah zaferi vaad etti." Nitekim, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'de şöyle buyurmuştu: "Her biriniz İslâm'ın suğralarından (mevzilerinden) bir suğra üzerindesiniz. Sakın suğranızı (mevzinizi) terk etmeyin, yoksa düşman sizin tarafınızdan gelebilir." Demek oluyor ki; İslâm İdeolojisinin sahibi olan Allah Subhnehu ve Teâlâ'nın varlığına, O'nun Nebisi'nin Nübüvvetine ve o Nebi'nin getirdiği kitap olan Kur'an'a tahkiki bir şekilde iman eden bir şahıs tek başına kalsa bile, ilahi vahyin bir ürünü olan İslâm İdeolojisi dışında mevcut olan, yeryüzü kaynaklı beşeri ideolojilere karşı bir ölüm-kalım mücadelesi vermeli, insanlığın zulme maruz kalmaması için, hakkın batıla üstün gelmesi için ve Allah Subhanehu'nun Uluhiyyeti'nin hayata hakim kılınması için İdeolojik Nebevî hareket metoduna göre hareket etmesi ve o metodun olmazsa olmazı olan ideolojik kitleleşmeyi gerçekleştirmesi gerekir. Zaten var olan temel argümanlardan vazıh fikir ve sahih metod, insanın sahih aklî düşünme metodunun hareketi neticesinde elde edilir... İslâmî İdeolojik Hizbin teşkilinden sonra, ideolojinin metoduna göre hareket edilmelidir. Nitekim o metod ise; ideolojiyi tatbik etmek, korumak ve yaymaktır. İslâmî İdeolojinin tatbik metodu Hilâfet Devleti'dir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ideolojik hareket metodu incelendiğinde görülecektir ki; O, bir devlet kurmak hedefini amaçlamış ve çalışmasını bununla sınırlandırmıştı. Nitekim, Yesrib'te (Medine) ki, Evs ve Hazreç kabilelerinin önderleri kendisine biat edince de, bu hedefini gerçekleştirmişti. Nitekim O'nun Siretini analiz eden bir kimse, Taleb-un Nusra bölümünü görecektir. Örneğin; İbni Hişam'ın Sireti'nde, 15 kabile ve aşiret reisleriyle görüşüp devlet kurmak için onlardan nusret talep ettiği malumdur. Hatta o kabilelerden olan Amir Bin Sasa Oğulları'nın 'Ya Muhammed! sen öldükten sonra emir bizim olurmu?" taleplerine karşın "Emir Allah'ındır, onu dilediğine verir." şeklindeki cevabı, İslâm İdeolojisinin hiçbir şekilde anlaşmalara ve karşılıklı menfî ilişkilere göre tatbik edilemeyeceğini gösteren en bariz örneklerdendir. İdeolojinin metodundan olan "Korumak" vasfı ise, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in İslâm Devleti'ni kurmasının 6. yılında gerçekleştirdiği ve aynı zamanda da siyasî bir manevra niteliğinde olan Hudeybiye Antlaşması'nın gerçekleşmesi için yola çıkıldığında varılan Afsan denilen yerde söylediği şu sözde gizlidir; "...Allah'a and olsun ki, Allah İslâmiyeti muzaffer kılıncaya veya şu baş bu vücuttan ayrılıncaya kadar gönderildiğim uğrunda cihad edeceğim." Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, İslâm İdeolojisini tatbik etmek amacıyla Mekke'de başlattığı çalışmasını bir İslâm Devleti'ni kurmakla sınırlandırdığını yani ideolojisini hayata "Tatbik" etmek için ta ilk başta bir devlet kurmak niyetinde olduğunu belirtmişti. Bunu da Amcası Ebu Talib'e verdiği cevaptan anlıyoruz. Zira O Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştu: "Ya Allah, onu (İslâm'ı) hakim kılıncaya ya da ben bu uğurda ölünceye kadar bu davayı bırakmam." Allah Celle Celaluhu ve Rasulü Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem, İslâm ideolojisinin metodunun bir diğer özelliği olan "Yaymak" özelliğinin “Davet ve Cihad” mevzularından ibaret olduğunu beyan etmişlerdir. Allah ve Rasulü, “Davet” mevzusuyla ilgili bizlere şöyle buyurmaktadırlar: وَمَنْ أَحْسَنُ قَوْلًا مِّمَّن دَعَا إِلَى اللَّهِ وَعَمِلَ صَالِحًا وَقَالَ إِنَّنِي مِنَ الْمُسْلِمِينَ “Salih amelde bulunarak Allah’a davet eden ve ben müslümanım diyenden kim daha güzel sözlü olabilir?” (Fussilet, 33), فَلِذَلِكَ فَادْعُ وَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ وَقُلْ آمَنتُ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ مِن كِتَابٍ وَأُمِرْتُ لِأَعْدِلَ بَيْنَكُمُ اللَّهُ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْ لَنَا أَعْمَالُنَا وَلَكُمْ أَعْمَالُكُمْ لَا حُجَّةَ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ اللَّهُ يَجْمَعُ بَيْنَنَا وَإِلَيْهِ الْمَصِيرُ “İşte bunun için (Allah'a) davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol.” (Şura, 15), Nitekim bu hususta da Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, Veda Haccında şöyle buyurmuştur: “Dikkat edin! Size tebliğ ettim mi? Allah’ım şahit ol.” Ve yine; Allah Subhanehu ve Teâlâ, “Cihad” mevzusuyla ilgili de bizlere şöyle buyurmaktadır: انْفِرُواْ خِفَافًا وَثِقَالاً وَجَاهِدُواْ بِأَمْوَالِكُمْ وَأَنفُسِكُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ “Ey müminler! Sizler gerek hafif, gerek ağırlıklı olarak hep birlikte seferber olunuz,Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad ediniz.Eğer anlıyorsanız, sizin için hayırlı olan budur.” (Tevbe, 41) وَقَاتِلُوهُمْ حَتَّى لاَ تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدِّينُ كُلُّهُ لِلّه فَإِنِ انتَهَوْاْ فَإِنَّ اللّهَ بِمَا يَعْمَلُونَ بَصِيرٌ “Yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar ve din (şeriat/otorite) tamamen Allah’ın oluncaya kadar kâfirlerle savaşın.” (Enfâl, 39) Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ise, Cihad mevzusunda şöyle buyurmuştur: "Cihad; Allah beni gönderdiği günden, Ümmetimin sonuncusu deccal ile savaşasıya kadar geçerlidir." Ve yine şöyle buyurmuştur: “Bana, “la ilâhe illallah” deyinceye kadar, insanlarla savaşmam emredildi. Eğer insanlar “la ilâhe illallah” derlerse, benden kanlarını (canlarını) ve mallarını korumuş olurlar.” Bunlar gibi daha birçok mevcut Âyet ve Hadislerden de anlaşılacağı üzere İslâm İdeolojisinin yayılması ise ancak, Davet ve Cihad yolu ile mümkündür. İşte tüm bu açıklamalardan sonra ortaya çıkan sonuç ise; İslâm İdeolojisinin Metodu, ölüm-kalım seviyesinde bir mücadele ile yerine getirilmelidir. İslâm İdeolojisi bir bütün halinde tatbik edilmelidir. Çünkü, Allah Azze ve Celle şöyle buyuruyor: …الْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِى وَرَضِيتُ لَكُمُ اْلاِسْلاَمَ دِينًا… ''Bugün dininizi kemale erdirdim, sizin üzerinizde ki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı beğenip seçtim." (el-Maide, 3). Bu Ayet-i Kerime ile; insanlar için hayatlarının her anında kendisine bağlı kalacakları fikirlerin, kavramların, düşüncelerin ve mefhumların kendisinden çıktığı, hayat, toplum ve devlet sahalarına ilişkin problemlerin çözümünün de yine kendisinden çıkan ölçülere ve hükümlere göre düzenlenmesinin gerektiği İslâm Akidesi tamamlanmıştır. Bütün bu ilke ve kriterler, hiç bir şekilde tedrici (aşamalı) bir şekilde uygulanamaz ya da parça parça tatbik edilemez. Nitekim Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyuruyor: ثُمَّ أَنتُمْ هَؤُلاء تَقْتُلُونَ أَنفُسَكُمْ وَتُخْرِجُونَ فَرِيقاً مِّنكُم مِّن دِيَارِهِمْ تَظَاهَرُونَ عَلَيْهِم بِالإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَإِن يَأتُوكُمْ أُسَارَى تُفَادُوهُمْ وَهُوَ مُحَرَّمٌ عَلَيْكُمْ إِخْرَاجُهُمْ أَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍ فَمَا جَزَاء مَن يَفْعَلُ ذَلِكَ مِنكُمْ إِلاَّ خِزْيٌ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يُرَدُّونَ إِلَى أَشَدِّ الْعَذَابِ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ "Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkar mı ediyorsunuz? Böyle yapanların cezası dünyada rezil olmak, ahirette ise büyük bir azapla cezalandırılmaktır." (el-Bakara: 85). Kitaba inanmak ise bir iddiadır. İslâm Fıkıhında şöyle bir Şer'i kaide mevcuttur: "İddia edene delil getirmek, yalan söyleyene de yemin etmek düşer." Yani Kur'an'ın tamamına inanmak ileri sürülüyorsa, o halde Kur'an'ın tamamını hayata hakim kılacak -hükümlerini uygulayacak- bir İslâmî Hilafet Devleti'nin teşkil edilmesi için gerekli bir çalışma ortaya konulmalı ya da bu iş için ortaya konulmuş ideolojik hizbi bir çalışmaya iştirak edilmelidir. Adeta şu Şer'i kaide de bunu göstermekte: "Bir farzın yerine getirilmesi için gerekli işler de farzdır." Yani Namaz kılmak için Abdest almanın farz olması gibi, Kur'an ve Sünnet'in tamamının tatbik edilmesi için İslâmî Hilafet Devleti'nin kurulması da farzdır... لِمِثْلِ هَذَا فَلْيَعْمَلْ الْعَامِلُونَ "Çalışanlar, böylesi bir kurtuluş için çalışsınlar." (Saffat: 61) Buraya kadar; İslâm'ın akidevi boyutuyla birlikte bir ideoloji olduğunu, ancak bir İslâmî Hilafet Devleti ile ideolojisinin tatbikatının mümkün olduğunu ve bunların uğrunda ferdin ideolojik hizbi bir çalışma ile hareket etmesinin ölüm-kalım seviyesinde olması gerektiğini özetlemeye çalıştık. Allah Subhanehu ve Teâlâ bizleri, İslâm İdeolojisi ile yönetilmemiz noktasında Rayet-ül Ükab'ı dalgalandıran İslâmî Hilafet Devleti'nde yaşamakla nasiplendirsin (Amin)... دَعْوَاهُمْ فِيهَا سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ وَتَحِيَّتُهُمْ فِيهَا سَلاَمٌ وَآخِرُ دَعْوَاهُمْ أَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ "Onların dualarının sonu da Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamddir." (Yunus, 10) Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd, Efendimiz Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem'e, Âline, Ashabına ve kıyamete kadar O'nun metodu üzerinde olanlara Salât ve Selam olsun. Notlar: 1- Merkantilizm: 16 ve 17. Asırlarda yaygınlaşan ve bir devletin zenginliğini sahip olduğu kıymetli madenlerle ölçen iktisadî görüş (Büyük Türkçe Sözlük). [Hacı KAYA] Lees vertaalde zeer belangrijk https://www.facebook.com/notes/huseyin-sasmaz/akide-ideoloji-ve-kitlele%C5%9Fme-ba%C4%9Flaminda-isl%C3%A2m/10151855457647945 --------------------------------------------------------- İSLAM NİZAMI İMAN YOLU https://www.facebook.com/photo.php?fbid=669988879688593&set=a.669988689688612.1073741861.100000324607185&type=3&theater SAYFA 14 E KADAR -------------------------------------------------------------------- İSLÂM AKİDESİ Akideler ancak, kesinlik ifade eden delilden alınır. Akidenin delilinin kesin olması lazımdır. Çünkü Allahu Teâla zannî olana itikat edenleri zemmederek şöyle buyurmuştur : "Onlar zandan başkasına tabi olmazlar. Halbuki, zan haktan bir şey ifade etmez." [5] Bu hitapla akide hakkında konuşurken zanna tabî olanları teşhir edip azarlamıştır. Allahu Teâlâ zanna bir delalet (sapıklık) olarak itibar etmiştir. Nitekim Allahu Teâlâ; "Eğer sen yeryüzündekilerin çoğunluğu na itaat edersen seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başkasına uymazlar." [6] buyurmuştur. Allah zanna hiç bir zaman ilim (kesin delil) olarak itibar etmemiştir. Nitekim Allahu Teâlâ şöyle buyurdu : "Onunla (inandıklarıyla) ilgili kendilerinde ilim (kesin delil) yoktur. Ancak, zanna uyarlar. Halbuki zan, haktan bir şeyi ifade etmez." [7] [5] Necm : 28 [6] En'am : 117 [7] Nisa : 157 http://islamdevleti.info/sohbet/Islam_Akidesinin_Ozelligi.htm ------------------------------------------------------ SAHİH BİR İSLÂMÎ KİTLE İLE ÇALIŞMANIN FARZİYETİ http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2014/08/sahih-bir-islami-kitle-ile-calismanin_33.html?spref=fb DOĞRU, SAHİH BİR İSLÂM'İ KİTLEDE BULUNMASI GEREKEN ÖZELLİKLER http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2014/08/dogru-sahih-bir-islami-kitlede.html?spref=fb HİLAFET BÜYÜK BİR FARZDIR. İSLAM DEVLETİNİN ÖNCELİĞİ https://www.facebook.com/video.php?v=806833666004113&set=vb.100000324607185&type=3&theater ***************************************************************************** İnsanoğlunun hayata bakış açısı. *************************************************************************** ************************************************************************* islam nizamı mp3- kaza ve kader- 17-21 ******************************************************************************** islam nizamı mp3- kaza ve kader- 21-25 **************************************************************************** İSLAM NİZAMI- FİKRİ LİDERLİK- 26-32 İSLAM NİZAMI- FİKRİ LİDERLİK 32-40 İSLAM NİZAMI- FİKRİ LİDERLİK- 40-45 ******************************************************************************** Kuranı anlamam diyenlere.. ******************************************************************************* ACABA BEN ALLAH'IN DİNİNDEN BAŞKA BİR DİN ÜZEREMİYİM..!!!! ?.... Ehl-i kitap Muhammed’i evlatlarını tanıdıkları gibi tanırlar. fecebook Ehl-i kitap Muhammed’i evlatlarını tanıdıkları gibi tanırlar. you tube Allah’a inanmayan yok. (Ataistim diyenler yalancıdırlar) Allah’ın biz insanlara göndermiş olduğu son peygamber Hz.Muhammede inanmadığını söyleyenlere hitaben.... Not;En "son" olan geçerlidir.(Kaide) ******************************************************************************* Allah bütün canlıları elementlerden Hz.Muhammedede göndermiş olduğu kitabı kelimelerin karışımından yapmıştır. O kitabta diyorki, sizlerde araplar olarak aynı dili konuşuyorsunuz.Haydi o zaman sizde bir benzerini getirin diye meydan okuyor. Ama yok,Diyelim ki o zamanın insanları cahil idiler peki bu zamanın adamlarına ne oluyorda bir benzerini getiremiyorlar. Halbuki bu gün ilim öyle ilerlemişki (2015) Kelime ve Harflerin karışımından bir çok program yapılıyor.internet,akıllı telofon,ucaktaki veya başka yerlerdeki şips ler gibi. Peki neden bir kitap yazıpta bu Allah’dan geldi demiyorlarda Allah’ın son peygamberinin getirmiş olduğu Kuranı saptırmaya gidiyorlar.? Ve o, yanından ayrılınca yeryüzünde fesat çıkarmaya, harsı ve nesli kökünden kurutmaya çalışır. Allah fesadı sevmez ********************************************************* Şu küçük yaşta hedefini belirleyip oraya ulaşmak için gerekli şartları yerine getiriyor ve hedefine ulaşıyor. Kişi büyüdükçe asıl hedefi olan ebedi hayata ulaşmak için engeller çoğalıyor. işte bu engelleri aşmak için yaratıcımız bize kontrat göndermiş onu okur tatbik edersek hedefimize varırız. ************ Asıl nedir:1. Kök, esas, temel, kaide Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. ************************************************** BİR İNSANIN BU DÜNYAYA GELİŞ GAYESİ İÇİN TAKİP EDECEĞİ İSTİKAMET ******************************************************************************************************* BİR İNSANIN BU DÜNYAYA GELİŞ GAYESİ İÇİN TAKİP EDECEĞİ İSTİKAMET ************************************************************************************************* BİR İNSANIN BU DÜNYAYA GELİŞ GAYESİ İÇİN TAKİP EDECEĞİ İSTİKAMET. Beşeri ideolojiler ise, tıpkı maddenin vakıasını ve maddenin asli unsurlarının insanın gündelik işlerini kolaylaştırıcı yönünü inceleyen beşeri bilimler gibi deneme-yanılma yöntemiyle tecrübe edilerek değişime ve dönüşüme uğra(til)maları sözkonusudur. Aslında burada yapılan hata, insanın maddeye kıyas edilmesidir. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2013/12/akide-ideoloji-ve-kitlelesme-baglaminda.html?spref=fb Bu yazıları ve videoları tercüme ettirin ve dinleyin. Sonra ahiretteki mahkemede ben duymadım deme. Bak ben size anlatıyorum anlatmadılar filan deme..! https://www.youtube.com/watch?v=Ji14QI0aj18 http://youtu.be/iCyCXRJrFFA http://youtu.be/gQUV4OyvQjI http://youtu.be/W5P0oZytD6A Gönderen Hüseyin Şaşmaz zaman: 14:27 Bunu E-postayla Gönder BlogThis! Twitter'da Paylaş Facebook'ta Paylaş Pinterest'te Paylaş 6 yorum: huseyin sasmaz30 Ağustos 2015 06:34 İSLAM DEVLETİNİN İKAMESİ ÇALIŞMALARI https://www.facebook.com/huseyin.sasmaz.75/videos/795900153764131/?pnref=story YanıtlaSil huseyin sasmaz21 Eylül 2015 09:45 T.C.DEKİ HAYAT BELGESELİ.! HALKINI ŞAMAR OĞLANA ÇEVİREN SİSTEM. MANKURTLAŞMIŞ İNSANLIK..! ***********ÖNEMLİ************ÇOK***************** BUNLARIN HEPSİDE KAFİRLER KATOGORİSİNDE AMA MÜSLÜMANIM DEYİP MÜSLÜMANLARI KANDIRIYORLAR..... İKİSİNİNE AYRI BRANŞLARI VAR BİRİ İSLAM AKİDESİNİ KARIŞTIRIR. BEYAZİDİ BESTAMİNİN HAYATININ AÇIKLAMASI https://www.youtube.com/watch?v=cF7O4M18Wrw&index=1&list=PLr342JFErS74wTAKOa6WqzcN2SMX7Hgu4 (N.HATİPOĞLU) DİĞERİ SÜNNETİ VE DİĞER BAZI MESELELERİ İNKARA GÖTÜRÜR.M.OKUYAN.) Mehmet Okuyan'a redddiye 1 Musab Köylüoğlu https://www.youtube.com/watch?v=GzHYX3K78dE&index=42&list=PLr342JFErS74wTAKOa6WqzcN2SMX7Hgu4 Sofi İle Muvahhid Arasında “Ete-Kemiğe Büründü” Tartışması -Hangisi Haklı?- https://www.youtube.com/watch?v=OzHkhoNnwVQ&list=PLr342JFErS74wTAKOa6WqzcN2SMX7Hgu4&index=2 KAFİRİN TÜRKCE FREKSİYONU https://www.youtube.com/watch?v=bHfUKnK9zBk&list=PLr342JFErS74wTAKOa6WqzcN2SMX7Hgu4&index=4 SÜNNET İNKAR EDEN MUSTAFAl https://www.youtube.com/watch?v=FF5KBWKmWA0&list=PLr342JFErS74wTAKOa6WqzcN2SMX7Hgu4&index=30 KURAN SABIKLIĞI..!! https://www.facebook.com/huseyin.sasmaz.75/videos/vb.100000324607185/614348788585936/?type=3&theater Bunlar gibi bir çok Müslüman Alim kılıfında kişileri zehirliyorlar. onun için kitabına yöel ki doğruya gidebilesin. -*********************** İSLÂM AKİDESİ (İLİMLER PAKETİ) Akideler ancak, kesinlik ifade eden delilden alınır. Akidenin delilinin kesin olması lazımdır. Çünkü Allahu Teâla zannî olana itikat edenleri zemmederek şöyle buyurmuştur : "Onlar zandan başkasına tabi olmazlar. Halbuki, zan haktan bir şey ifade etmez." [5] Bu hitapla akide hakkında konuşurken zanna tabî olanları teşhir edip azarlamıştır. Allahu Teâlâ zanna bir delalet (sapıklık) olarak itibar etmiştir. Nitekim Allahu Teâlâ; "Eğer sen yeryüzündekilerin çoğunluğu......... na itaat edersen seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başkasına uymazlar." [6] buyurmuştur. Allah zanna hiç bir zaman ilim (kesin delil) olarak itibar etmemiştir. Nitekim Allahu Teâlâ şöyle buyurdu : "Onunla (inandıklarıyla) ilgili kendilerinde ilim (kesin delil) yoktur. Ancak, zanna uyarlar. Halbuki zan, haktan bir şeyi ifade etmez." [7] [5] Necm : 28 [6] En'am : 116 [7] Nisa : 157 MÜSLÜMANLARIN GENELİNDE İSLÂMÎ ÖLÇÜNÜN HAKİM OLMAYIŞI.İSLÂM DEVLETİ HİLAFET'E GİDERKEN MESELELERİMİZ ; http://namenstr8.blogspot.nl/2015/04/muslumanlarin-genelinde-islami-olcunun.html?spref=fb BİR İNSANIN BU DÜNYAYA GELİŞ GAYESİ İÇİN TAKİP EDECEĞİ İSTİKAMET..DEVLET KURULUNCAYA KADAR http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2013/12/akide-ideoloji-ve-kitlelesme-baglaminda.html?spref=fb MÜSLÜMANLARIN İYİLEŞMESİNİN REÇETELERİ.. Bir toplum tutumunu değiştirmedikçe Allah onun konumunu değiştirmez. Rad-11 http://huseyinsasm.blogspot.nl/2014/12/kitaplar.html KURANI ANLAMAM DİYENLERE.... http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2015/07/kuran-anlamam-diyenlere.html?spref=fb KAFİRLERİN KALKANI TEKFİR ! http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2015/06/baknz-iste-bunlar-musluman-kafir.html?spref=fb MÜSLÜMANLARIN VE KAFİRLERİN ALLAH TARİFİ,TANIMI..SEN BU TARİFİN NERESİNDESİN? https://www.facebook.com/huseyin.sasmaz.75/videos/817520584935421/?pnref=story MÜSLUMANLAR VARLIKLARINI KORUMA UĞRUNA DA OLSA İSLÂMÎ KİŞİLİK VE TAVIRDAN VAZGEÇMEMELİDİRLER http://namenstr8.blogspot.nl/2015/05/muslumanlar-varliklarini-koruma-ugruna.html?spref=fb YanıtlaSil huseyin sasmaz9 Ekim 2015 09:46 Kitaba inanmak ise bir iddiadır. İslam Fıkhında şöyle bir şer'i kaide mevcuttur: "iddia edene delil getirmek, yalan söyleyene de yemin etmek düşer." Yani Kur'an'ın tamamına inanmak ileri sürülüyorsa, o halde Kur'an'ın tamamını hayata hakim kılacak -hükümlerini uygulayacak- bir İslamî Hilafet Devleti'nin teşkil edilmesi için gerekli bir çalışma ortaya konulmalı ya da bu iş için ortaya konulmuş ideolojik hizbi bir çalışmaya iştirak edilmelidir. Adeta şu şer'i kaide de bunu göstermekte: "Bir farzın yerine getirilmesi için gerekli işler de farzdır." Yani Namaz kılmak için Abdest almanın farz olması gibi, Kur'an ve Sünnet'in tamamının tatbik edilmesi için İslamî Hilafet Devleti'nin kurulması da farzdır... لِمِثْلِ هَذَا فَلْيَعْمَلْ الْعَامِلُونَ "Çalışanlar, böylesi bir kurtuluş için çalışınlar." (Saffat: 61) YanıtlaSil huseyin sasmaz10 Ekim 2015 04:46 Allah’a inanmayan yok. (Ataistim diyenler yalancıdırlar) Allah’ın biz insanlara göndermiş olduğu son peygamber Hz.Muhammede inanmadığını söyleyenlere hitaben.... ******************************************************************************* Allah bütün canlıları elementlerden Hz.Muhammedede göndermiş olduğu kitabı kelimelerin karışımından yapmıştır. O kitabta diyorki, sizlerde araplar olarak aynı dili konuşuyorsunuz.Haydi o zaman sizde bir benzerini getirin diye meydan okuyor. Ama yok,Diyelim ki o zamanın insanları cahil idiler peki bu zamanın adamlarına ne oluyorda bir benzerini getiremiyorlar. Halbuki bu gün ilim öyle ilerlemişki (2015) Kelime ve Harflerin karışımından bir çok program yapılıyor.internet,akıllı telofon,ucaktaki veya başka yerlerdeki şips ler gibi. Peki neden bir kitap yazıpta bu Allah’dan geldi demiyorlarda Allah’ın son peygamberinin getirmiş olduğu Kuranı saptırmaya gidiyorlar.? Ve o, yanından ayrılınca yeryüzünde fesat çıkarmaya, harsı ve nesli kökünden kurutmaya çalışır. Allah fesadı sevmez YanıtlaSil huseyin sasmaz4 Aralık 2015 07:50 insanın aslı https://www.facebook.com/video.php?v=849107675197782&pnref=story https://www.facebook.com/huseyin.sasmaz.75/media_set?set=a.516710685016414.112009.100000324607185&type=3 YanıtlaSil huseyin sasmaz15 Ocak 2016 12:58 Asıl nedir:1. Kök, esas, temel, kaide Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Bu kainatta kendi kendine oluşmuş bir şey olmadığına göre o zaman bu kainatıda bir yaratıcı yaratmış dolayısı ile benide. O zaman bu yaratıcının beni yönlendirmesi lazım. Normal hayatın akışında yaratıcı ile insanlar arasında ki aracıya peygamber denmiş. o zaman en son peygamberlik iddiasında bulunan kişinin getirmiş olduğu kontrata anlaşma şartlarına bakacağız.(Sonuncusu gecerlidir kaidesinden) Sonuncusu Muhammed olduğuna göre onun getirdiği kontratda insanlığa bir rest çekiş meydan okuma var. Yoksa, 'Onu Muhammed uydurdu' mu diyorlar? Onlara de ki; 'Eğer doğru söylüyorsanız, Kur'an'a benzer bir sure ortaya getiriniz, bu konuda Allah dışında kimleri yardıma çağırabilecekseniz, çağırınız. Yunus*38 Aradan bin dört yüz geçmiş hala bir ses yok peki şimdi yapsınlar şimdi teknik bir çağdayız her şey eloktronik çoğu şeyi harflerin ve rakamların karışımından yapıyor proğram yapıcıları. o zaman kuran ayetlerinide getirsinler.? Allah kainatı elementlerden yarattığı gibi kuranıda harflerin karışımından yaratmıştır. Diyebilir birileri evet bizimde demokrasimiz var. o zaman demokrasiye ve Muhammedin getirdiği şartlara bakılır.Bu insan fıtratına uygunmu diye. örneğin Mal can ve namuz konusunda kim ne diyor diye. (Şartlar. Eşyadaki özelliklere uygun düşmesi lazım) Muhammedin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun. Demokrasinin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun değil.olduğu anlaşıldığından fıtrata uygun olan alınır.Dolayısı ile Muhammedin getirmiş olduğu şartlar Yaratıcının gönderdiği şartlar olarak kabül görür. Yaratıcıya ve son peygamberine inanmak vakaya mutabık olur ve Muhammedin getirmiş olduğu şartların bir tanesinin gereği kişi Müslüman olur ve yaratıcının vaadi gereği cenneti kazanmış olur. Kişi bu vaadi elinde tutabilmek için Muhammedin getirmiş olduğu yaratıcının tarifini onaylayıp orada kalmazı lazım. Yaratıcının kırmızı çizgisi şirktir.(Allah'ın tarifi) (Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'ın da Rabbi olan Allah onların uydurdukları noksan sıfatlardan yücedir, münezzehtir.zuhruf*82 O tarifde budur.) Bu olayı bilen şeytan Medya veya diğer yollarla kişinin onayını alarak kişiyi Müslümanım diye diye cehennemin bir başka kapısından içeri atıyor. Devamı var... YanıtlaSil Sonraki Kayıt Önceki Kayıt Ana Sayfa Kaydol: Kayıt Yorumları (Atom) YAZILARIN TAMAMI BURADA Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Her var olanın bir ustası vardır.K Fotoğrafım Hüseyin Şaşmaz Bir anne ve baba çoçuğunu yetiştirirlerken kendinde mevcut olan mefhumlarla,fikirlerle yetiştirdigi gibi bende T.C devletinin liseye kadar yetiştirdigi ve sonra avrupaya gidip orada bir on sene kadar hayat ünüversitesini bitirip daha sonra geçmişlerden ibret alarak kendimi sorgulayip nerden geldim,niye yaşiyorum,nereye gidecegim gibi sorularla ve daha sonra beni bir yaradanın olduğunu ve elçisi araciligi ile bize doğru yolun ne olup olmadiğini öğreten bir kılavuz liderliğinde bu hayatimi ikame ettirmemi öğrenip bu yolda yaşamami ikame ettirdiğimi,ikame ettirmeğe çalıştığımı söyleyebilirim.Tabii bu arada şunuda belirteyim itikat etmiş olduğun meselelerde delaleti kati subuti kati olmazi lazim ki hic bir güç seni ikna etmeye çalişmasin.Çünkü insan denen varlik hem etkileyen hem etkilenen varliktir.Sen etkileyen varlik olman lazim.senin yaradaninda bunu böyle istiyor.Simdi, bazen bana soruyorlar (Eski cahiliye doneminde uyusturucu kullaniyordum):sen bunlari nasil biraktin diye.Ki kisinin itikat etmis oldugu akide saglam olursa yapamayacagi hic bir sey yoktur.Yaraticimiz olan Allah soyle diyor.Bir toplum nefislerindekileri degistirmedikce ben o toplumun halini degistirmem.Peki bu nasil olur dersen.OKU... OKU ...OKU...Ve ameline donustur.Selam ve dualarinizlaBu dünyaya geliş gayemiz Allah'ın emirlerine riayet edip imtihanı başarı ile kazanmak olduğundan.Cenabı Allah diyorki,Bir toplum nefislerindekileri değiştirmedikçe ben onların halini değiştirici değilim.O zaman kişilerin nefsindekileri değiştirebilmesi için okumazı lazım.Yine Allah diyorki,Eğer sizler benim uluhiyetimi hakimiyetimi yer yüzüne hakim kılma çalışmalarını yapmazsanız sizin yerinize başka bir toplum getiririm.Bana zor değil.Bu ACIDAN BAKILDIĞINDA İlmi saklamak değil yaymak daha uygun olduğunu gördüğüm için yayınlıyorum.İnşallah Hayırlısı olur.selam ve dualarınızla... Profilimin tamamını görüntüle İSLAM DEVLETİNİN ÖNCELİĞİ Muhammed (S.A.) e inananlar, onunla birlikte hicret edip ilk olarak birlikte savaşanlar, önce Allah'ın şeriatı ile hükmeden bir müslüman devletin kurulması ve şeriatın buyruklarına uyan müslüman toplumun inşası için çalışmışlardı. Ancak bu hususları yerine getirdikten sonradır ki, itaat ve isyan ile ilgili ve teferruat sayılacak konulardaki emri bilmaruf ve nehyi anil münker vazifesini yerine getirmeye başladılar. Hiç bir zaman asıl enerjilerini böyle basit şeyler için harcamadılar. İslâm devleti kurulmadan ve müslüman toplumun yapısı inşa edilmeden önce, çabalarını ancak bütün esasların esası durumunda olan bu temelin inşasına harcadılar. İyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak prensibinin mefhumu da realitelerin icabına göre değerlendirilmelidir.Büyük kötülükler nehyedilmeden ve büyük iyilikler emredilmeden önce ikinci veya üçüncü derecedeki kötülüklere veya iyiliklere geçmek olmaz, ilk islâm cemiyetinin yapısı kurulurken bu husus üzerinde dikkatle durulmuştur. HİLAFET DEVLETİ VE CİHADIN ZAMANI Zira Müslümanlara gerek cihat gerekse kısas me d i n e 'de bir İslam devleti kurulduktan yâni hicretten sonra emrolunmuştur. Daha önce ise Medine halkı ona biat ettiği zaman şöyle buyurmuştur: "Minadaki kâfirlerin üzerine varıp onları öldürmek temayüllerini belirttikleri zaman: "Ben bu şekilde emrolunmadım" karşılığını vermiştir. Medine bir İslam yurdu haline gelince yüce Allah cihadı farz kılmıştır. Simple şablonu. Powered by Blogger. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2013/12/akide-ideoloji-ve-kitlelesme-baglaminda.html?spref=fb
OKU,ÖĞREN;İSTİKAMETİNİ BELİRLE...: Şeytanla aranızda esaslı bir savaş olduğunu hatırdan...
Yeryüzünde putlaşmak isteyenler vardır. Bunlar insanları kendi hâkimiyetleri altına almak isterler; değer ölçüleri ve kıstaslar kendi taraflarından hazırlanmıştır, kanunlar onlara aittir. Allah’ın koyduğu kanunları bir tarafa iterler. Dine dayalı değer ölçülerini ve kıstasları kabul etmek istemezler. Biliniz ki bunlar insanların şeytanlarıdır. İlhamı öteki şeytanlardan alırlar. Bunlarla savaş şeyhi ula savaş demketir. Şu halde uzun ve çetin savaşın ağırlığını şeytan ve yardımcılarına yöneltmek gerekiyor. Esasen heves ve şehvet duygularıyla şeytana uyup, bilerek veya bilmeyerek kendini ilâh yerine koyanlarla ve bunların meydana getirdiği şer kuvvetlerle uğraşmaya ve savaşmaya koyulan müslüman, ayrı ayrı düşmanlarla değil tek bir düşmanla ciddî ve çetin bir savaşa giriştiğini bilmelidir. Bu savaşı; sinsi programını yürüten eski ve inatçı düşmanına karşı verdiğini müslüman bilir. Bu sebeble cihad kıyamet gününe kadar her yönüyle bütün alanlarda devam edecektir. Bu kıssadan ve — ilerde öğrenileceği gibi — devamından anlaşılan son hakikat; ayıbının ortaya çıkması ve üryan kalması halinde haya etmesinin (utanç duymasının) insanın tabiatında var oluşudur. «Şeytan, ayıb yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı.» «Böylece onların yanılmalarını sağladı. Ağaçtan meyve tatdıklarında kendilerine ayıb yerleri göründü. Cennet yapraklarını üst üste koyub oralarını örtmeye başladılar.» «Ey Ademoğulları ayıb yerlerinizi örterek libasla, sizi süsleyecek elbiseler gönderdik. Takva örtüsü ise bunlardan daha hayırlıdır. Allah’ın bu Ayetleri öğüt almanız içindir.» «Ey Âdemoğullurı, şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak ana ve babanızı cennetten çıkardığı gibi sizi de şaşırtmasın.» Bu âyetler örtünme meselesinin önemini ve beşer yaratılışındaki engin tesirini göstermektedir. Elbise ve avret mahallerinin örtülmesi, hem insanın süsü, hem de bedeninin ayıb yerlerinin örtüsüdür. Fakat bedenin örtülmesi yetmez. İnsanın bir de ruhu vardır. Bunun da örtüsü takva (Allah korkusu)dur. Aklı selim, gerek ruhî gerekse bedenî ayıbların açığa çıkmasından tiksinir. Örtmek ve kapatmak için çok titizlik gösterir. Bedenleri çıblak, ruhları hayasız, takvâsız, Allah’sız, bırakmak Ve İnsanlığa düşman kılmak için çalışanlar; ağızlarını, kalemlerini, sinema ve diğer yayın vasıtalarını —çeşitli usul ve metodlarla — kullanarak habis emellerini perçinlemek ve böylece «insanı» fıtrî bukletlerinden mahrum bırakmak istiyorlar. Halbuki insanı «insanı insan yapan bu hasletleridir. Onlar, insanı düşmanına yani, şeytana teslim etmek istiyorlar. Esasen bu; siyonizmin korkunç bir'metodudur. Bu metod sayesinde değerlerinden uzak kalan insanlık parçalanacak, anarşi yaygın hale gelecek, zayıf düşen ve çözülen insanlık. Siyonizmin kucağına düşecek... Çıplaklık hayvani bir duygudur. Buna ancak insanlık mertebesinin en alçak basamağına düşmüş olan sözde insanlar temayül edebilirler. Aslında çıplaklığı güzellik olarak değerlendirmek, doğrudan doğruya tabiî zevk duygusunun körelmesinin ifadesidir. Afrikanın göbeğindeki ilkel insanlar da çıplak değiller mi? Bu bölgelere Islam girdiği an yaptığı ilk değişiklik medeniyetin ifadesi olarak çıplaklıkları örtmek oluyor. İlerici ve modern cahiliyet te ise insanlar islamın çekip çıkardığı bataklığa doğru yuvarlanıyorlar. İslâm insanın insanlık hassalarını açığa çıkarıp takviye etmek ve böylece insanlığı kurtarmayı hedef alan İslâmî anlamdaki «medeniyet» seviyesine çıkarmak istiyor insanları. Takvâ ve haya duygularından yoksun insanlığın meydana gelmesi İse — ki; bugün pek çok ağızlar, kalemler, neşir ve propağanda vasıtalarından faydalanarak böyle'bir sonuca varmak için çaba sarfediyorlar - ibtidailiğin hortlaması ve cehalete dönüş demektir. Yoksa şeytanî kuruluşların telkin etmeye çalıştıkları gibi, medeniyet ve ilericilik değildir,Bağlantı
Ama ne yazık kİ temel inanç mevzuunda ümmet kesin olarak ikiye bölünüyordu. Bundan sonra milliyet, akrabalık, hatta âile bağları koparak, yerini yalnız dini İnanç bağlarına terk ediyordu. Bir de bakıyorsunuz bir «kavm» birbirine düşman iki millet haline geliyor, aralarında akrabalık, ve başka alâkalardan eser kalmıyordu... İşte o zaman İlâhî hüküm tecelli ediyor, İnanan ümmetle inanmayan bedbahtların hakları veriliyor, inanmayanlar yerle bir edilirken, inananlar kurtuluşa eriyorlardı. Allah’ın âdeti seniyyesi hep böyle câri olmuştur. Önce inanç mevzuunda ikiye bölünmüş, inananlar yalnız Allah’a kulluk edeceklerini açıklamışlar, bâtıla karşı olduklarını isbat etmişler, îman ederek inanmayanlardan ayrı olduklarmı ilân etmişler ve ondan sonra İlâhî karar tecelli edip haklıyı haksızı ayırt etmiştir. İlâhî çağrı (Kur’an) tarihî dinlerin tarih içindeki setrini böyle anlatmaktadır. 2016..Bu gün nerede durkaktayız.? Bu takrirlerin ışığı altında «mukayeseli dinler» tarihi araştırmalarında takib edilen metodun Kur’an metodundan ne kadar farklı olduğu ortaya çıkıyor. Evet Kur’an’daki bu açıklama bize, peygamberlerin getirdikleri İlâhî dinlerde temel inançlar bakımından herhangi bir «değişme» ve «gelişme» olmadığını gösteriyor. Bazıları itikatların, tedrici olarak geliştiğinde söz ederler. İlâhî dinleri de bu gelişme meyânında mütalâa ederler. Halbuki Allah (C.C.) böyle buyurmuyor. Kur’an’da gördüğümüz gibi İlâhî dinler hep aynı hakikati ihtiva ederek gelmişlerdir. İfadenin aynı kelimelerle nakledilmiş olması bunu apaçık göstermektedir. «Ey milletim Allah’a kulluk edin O’ndan başka tanrınız yoktur.»... Bütün peygamberlerin kulluk edilmeye davet ettikleri ilâh, «Âlemlerin Rabbi» olan Allah’tır. Kıyamet gününde insanların muhasebesini yapacak ta O’dur. Hiç bir peygamber, insanları, herhangi bir kabilenin veya milletin ilâh kabul ettiği hürafelere davet etmiş değildir. Hiç bir peygamberin dininde totemcilik, yıldızpereslik, ruhlara tapma ve putperestlik gibi inançların asla yeri yoktur. Kendilerine «dinler tarihî bilgini» adını takan bir gurup insan, muhtelif cahiliyet devirlerini ve o devirlerin inançlarını ele alırlar, «işte o devirlerde yaşamış insanların dinî budur» derler. Asıl dinî inançları dikkate almazlar. Halbuki, peygamberler pey der pey gelmişler, halis tevhidi telkin etmişler, âlemlerin Rabbının yegâne ilâh olduğunu ve ühiret gününde hesap soracağını öğretmişlerdir. Ne var ki, daha önce de ifade ettiğimiz gibi, insan bünyesindeki çelişik unsurlara bir de her peygamberin vazifesini müteakip beşeriyete musallat olan cehalet eklenince itikad çizgisinden sapmalar olmuştur. Bu sapmalar çeşitli şekillerde tezahür etmiştir. İşte, kendi kendilerine «dinler alimi» adını takanların araştırdıkları, sonra da tedricen geliştiğini iddia edikleri dinler bu sapma devirlerinin yanlış inançlarını kapsar. Her şeye rağmen, bu konuda varid olan Ayeti celîle açık ve kesindir. Buna uymakla en doğru yol bulunmuş ve en sağlam bilgi edinilmiş olur. Bilhassa İslâm akidesinden bahsedip onu müdafaa eden yazarlar için başka mesnet yoktur. İnanmayanlara gelince, onlar zaten ne iseler odurlar. Allah, ne buyurmuşsa doğru buyur muştur. O, gerçekleri ortaya çıkaranların ve bu gerçeklere göre hüküm verenlerin en hayırlısıdır. Beşeriyet, bir evvelki peygamberin öğrettiği tevhid dininden uzaklaştıkça peygamberlerden bir yenisi gelmiştir. —Âdem Aleyhisselâm ile eşinin inandıkları gibi — ilk insanlar âlemlerin Rabbını tasdik etmişlerdir. Sonra, anlattığımız âmiller sebebiyle .sapıtmışlar ve N û h (A.S.) gelmiş, yeniden kâinatın sahibini tasdike çağırmış, îman edenler kurtulmuş, yalanlıyanlar tufanla bertaraf edilerek yeryüzü Hz. N û h ’a uyan insanlar ve onların yolundan giden soyları ile mamur olmuştur. Zamanla evvelkiler gibi bunlar da cahiliyetin pençesine düşmüşler, sonra Hu d (A.S.) gelmişdir, H u d ’un peygamberliğini tasdik etmiyenler ise kasırga ile helak olup gittiler. İşte İlâhî dinlerin mazisini anlatan âyetler böylece tekrar tekrar insanların bilgisine sunuluyor. Kavmine gönderilen herhangi bir peygamber «ey millet bu, Allah’a kulluk edin, O’ndan başka tanrınız yoktur» diyor ve nasihatine devam ederek «ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm» diye ilave ediyordu. Böylece peygamberler, sorumluluğun önemini anlatmaya çalışıyorlar, gerek dünya gerekse âhirette cahiliyetin lehlikeli Akibetini hatırlatıyorlar, kanlarının ve canlarının bir parcası olan kavimlerini hidayette görmeyi arzu ediyorlardı Fakat her defasında kavmin ileri gelenleri Hak’kın karşısına dikiliyor kainatın Rabbına teslim olmayı reddediyorlardı. Tek Allah'a inanmak ve O'na kulluk etmek!... Olmaz öyle şey, diyorlardı. İşte peygamberlerin görevi asıl burada başlıyor, İlâhî dinler bu inancı yıkmak İçin gönderiliyordu.— Mücadelenin bu safhasında peygamberler, batıla karşı hakkı haykırarak ilân ediyordu. Ama ne yazık kİ temel inanç mevzuunda ümmet kesin olarak ikiye bölünüyordu. Bundan sonra milliyet, akrabalık, hatta âile bağları koparak, yerini yalnız dini İnanç bağlarına terk ediyordu. Bir de bakıyorsunuz bir «kavm» birbirine düşman iki millet haline geliyor, aralarında akrabalık, ve başka alâkalardan eser kalmıyordu... İşte o zaman İlâhî hüküm tecelli ediyor, İnanan ümmetle inanmayan bedbahtların hakları veriliyor, inanmayanlar yerle bir edilirken, inananlar kurtuluşa eriyorlardı. Allah’ın âdeti seniyyesi hep böyle câri olmuştur. Önce inanç mevzuunda ikiye bölünmüş, inananlar yalnız Allah’a kulluk edeceklerini açıklamışlar, bâtıla karşı olduklarını isbat etmişler, îman ederek inanmayanlardan ayrı olduklarmı ilân etmişler ve ondan sonra İlâhî karar tecelli edip haklıyı haksızı ayırt etmiştir. İlâhî çağrı (Kur’an) tarihî dinlerin tarih içindeki setrini böyle anlatmaktadır.
İnsan unutabilirdi... unuttu... Zaafa düşebilirdi... düştü... şeytana mağlûp olabilirdi... ve oldu... yeni baştan kurtarılması gerekir. O, yeryüzüne inerken tevbe etmiş, hidayete ermiş bir ehlî tevhid idi. Şimdi ise onu, azıtmış, müfteri ve müşrik (Allah’a ortak koşan) olarak görmekteyiz. Fakat, çeşitli cereyanların onu kötü bir vasata itmiş olmasına rağmen kendisine yol gösterip Rabbına döndürecek bir görevli var. Rahmet sahibi Allah onu yalnız bırakmamış. İnsanoğlu yeryüzüne inerken Rabbine inanıyor, günahlarının affını diliyordu. Üzerine halifelik sorumluluğunu da yüklenmişti. Allah’tan gelene uyacak, şeytandan ve nefsinden gelecek vesveseleri reddedecekti. Şüphesiz bu konuda ilk tecrübesinden de faydalanacaktı. Biz bunların hepsini görmüştük. Zaman ilerledi; yeni şartların dalgaları arasında insan çalkalandı. Birbiriyle çelişen bu güç şartlar hem onu hem çevresini yıprattı. Vicdanı zedelenen insanoğlu, hayat seyrini değiştirdi. Bu bahiste karşılanması güç şartların insanlığı nasıl yeniden cabiliyete sürüklediğini göreceğiz. İnsan unutabilirdi... unuttu... Zaafa düşebilirdi... düştü... şeytana mağlûp olabilirdi... ve oldu... yeni baştan kurtarılması gerekir. O, yeryüzüne inerken tevbe etmiş, hidayete ermiş bir ehlî tevhid idi. Şimdi ise onu, azıtmış, müfteri ve müşrik (Allah’a ortak koşan) olarak görmekteyiz. Fakat, çeşitli cereyanların onu kötü bir vasata itmiş olmasına rağmen kendisine yol gösterip Rabbına döndürecek bir görevli var. Rahmet sahibi Allah onu yalnız bırakmamış. İşte bu sûrede biz, îman kafilesiyle karşılaşıyor ve bu kafilenin bayrağının Allah’ın seçkin kulları peygamberler tarafından dalgalandırıldığını görüyoruz. Nûh, Hûd, Salih, Lût, Ş u a y b , M û s â ve M u h a m m e d (aleyhimüssalatü ves-selâm). Bu mübarek zevat; insanları Allah’a yöneltib ikaz ederek beşer kafilesini, her zaman her yerde görülebilen sapıklıklarından kurtarmakla görevlidir. Beşerî, şeytanın sürüklediği uçurumdan kurtarıp hidayete ulaştırdıklarını görüyoruz. Ayrıca, hidayet ile dalalet, hak ile bâtıl ve yüce peygamberler ile insanların ve cinlerin şeytanları arasında geçen çetin savaş sahnelerini seyrediyoruz. Ancak; her hamlenin sonunda ikaz ve öğüde aldırış etmeyen yalancıların feci akibetleriyle, peygamberlere tabi olan mü’minlerin mutlu akibetleri de birer tablo halinde göze çarpmaktadır. Kur’andaki kıssalar her zaman böylesine tarihî çizgiyi takip etmez. Görülüyor ki bu sûrede, tarihî bir çizgi takip edilmiştir. İnsanoğlunun ilk doğuşundan başlanarak takip ettiği seyir arzedilmektedir. Bilindiği gibi şeytan, sonunda cehenneme teslim edebilmek iyin insanları tamamen tehlikeli bölgelere sürükler. Sûrede, yoldaki işaretleri dikkate almadan bu bölgelere sapan insanlığın kurtarılması yolunda îman kafilesinin sarfettiği gayretler de anlatılıyor Biz, âyetleri ayrı ayrı ele almadan önce bu âyetlerin tüm olarak meydana koyduğu sahneye bir göz atalım: Beşeriyet, yola koyulurken hidayete ermişti, mü’mindi, tevhid ehlindendi. Fakat gerek münasebet halinde olduğu dış unsurlar, gerek bizzat terkibindeki birbirine zıt unsurların tesiriyle sonradan zaman zaman dalâlete, şirke ve cahiliyete düştü. Bu sırada peygamberler geldi, yol gösterdiler ve önceki hakikati yeniden telkin ettileı Kimi helâk oldu, kimi de helâkten kurtulup yaşamaya devam etti. Yaşayanlar tevhid hakikatini yeniden kabul edenlerdir. Bunlar Allah’ın birliğini tanımışlar ve tek Allah’a bütün varlıklarıyla teslim olmuşlardır. İşte bunlar peygamberlerinin ağızlarından çıkan şu sese kulak vermiş kimseler idi: «Ey milletim, Allah’a kulluk edin, O’ndan başka tanrınız yoktur»... Allah’ın gönderdiği bütün dinler bu tek hakikat esasına dayanmış ve tarih boyunca bütün peygamberler, ayni hakikati telkin etmişlerdir. Gelen her peygamber şeytanın sapıttığı, gerçeği unutturarak dalâlete sürüklediği bütün kavimlere bu cümleyi tekrarlamışlardır. Bilindiği gibi cahiliyetlerin karakterlerine göre kavimleri çeşitli ilâhlara inandıran şeytan, beşeriyeti zaman zaman şirke düşürmüş ve düşürmektedir. İşte hak ile bâtıl arasındaki mücadele bu temele dayanır. Allahü Teâlâ bu esas üzerinden inkarcıları helak eder ve mü’minleri kurtuluşa erdirir. Kur’an’ın devamında peygamberlerin (A.S.) ayrı ayrı dillere mensup oldukları halde ortaklaşa kullandıkları bir tabir vardır. Kur’an bu tabiri anlatırken ayni kelimelerle bir cümlede ifade etmiştir. «Ey milletim, Allah’a kulluk edin, O'ndan başka tanrınız yoktur»... Bu, tarih boyunca ilahi dinlerdeki akait (temel inanışlar) birliğini isbatlamakta ve inançların telaffuz itibariyle de ayni olduğunu göstermektir. Zira gerçek itikadı tabir eden bu cümle, son derece manidar olup bütün peygamberlerin tekrarlamasiyle inanç birliğini elle tutulurcasına tasvir edebilmektedir. Kur’an kendine has uslubiyle itikat tarihini bu şekilde açıklamıştır. Not;Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Sünneti’nde: 1. İmam Müslim, Ebu Hazm’ın şöyle dediğini rivayet etti: Ebu Hurayra RadiyAllahu Anh ile beş sene beraberdim ve ondan Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle dediğini duydum: “RasulullahSallAllahu Aleyhi ve Sellem buyurdular ki: ‘Beni İsrail’i (İsrail oğullarını) peygamberler yönetiyorlardı. Bir peygamber vefat edince, onun yerine ikinci bir peygamber geçiyordu. Ancak, benden sonra peygamber yoktur. Fakat ardımdan Halifeler gelecek ve çok olacaklardır.’ Orada bulunanlar: ‘(Onlar hakkında) bize ne emredersiniz?’ diye sordular. ‘Önceki biatinize sadakat gösterin. Onlara haklarını verin. Onlar üzerindeki haklarınızı (eda etmedikleri taktirde, kendilerinden değil) Allah’tan isteyin. Zira Allahu Teâlâ, idareleri altındakilerin hukukunu onlardan soracaktır.’ buyurdu.” Böyle demiş,Fakat günümüzde bazı kavramların manasınıda tahrif ederek kişilerin algılamalarını bozmuş olan şeytana rastlamaktayız.(2016) onun için yeniden HZ.Muhammedin getirdiği akideyi güncellemek gerekiyor.
İslam’da Hükümlere Mantık Eklemek Ne Kadar Doğru?
Bu yanlış düşünme metodunu ümmet İslam devleti kurma metodunda da uyguluyor. İslam devleti kurma metodunda da yanlış ve hatalı düşüncelere rastlamaktayız. Hz. Peygamberimiz (sav) İslam devletini kurmak için İslam’ı çevresindeki insanlara anlatmış, belirli bir sayı Müslüman oluştuktan sonra, bir grup halinde İslam davasını taşımaya devam etmiş ve bu yolda Müslümanlarla sadece bir metod üzeri durmuş ve bir metod üzeri İslam devleti kurmayı başarmış. Bu on yıllık bir süreçte ne kadar zorluklar çekseler de Müslümanlar metodlarını bir başka metodla değiştirmemişler. Peki, bizler neden bugün değişik yöntemlerle, metodlarla ve mantığımıza göre hareket etmeyi ve böylece pozitif bir sonuca varmayı bekliyoruz. İncelediğimizde değişik yöntemlerle, metodlarla ve mantığına göre sözde İslam için çalışan adamların pozitif bir sonuca varmadığı gibi sadece menfaatleri için çalıştığını gördük. Hala bazı Müslümanlar bir devlet başkanının Müslümanlara iyilik yaptığını ve Müslümanlar için, İslam için çalıştığını inanmaktalar. Bu sorunun kaynağı Müslümanların, iyi veya kötüyü kendi düşüncelerine ve mantıklarına göre değerlendikleri için. Fakat Müslümanlar Peygamberimiz (sav) hayatına bakmış olsalar ve bunu bir kişinin Müslümanlara iyilik yaptığını zikir etmeden önce “acaba bu şahıs İslam’ın sunduğu çerçeve içerisinde hareket ediyor mu?“ diye sorgulasalar görecekler ki sözde İslam için ümmet için mücadelede bulunan başkanların aslında İslam’a ve ümmete karşı çalışmakta. O sözde İslam için çalışan hocalar, efendiler ve başkanlar Peygamberimiz (sav) gösterdiği yolda gitmemekteler. Allah zalimleri doğru yola iletmeyecektir… Allahu Teala şöyle buyurdu: "Allah kâfirleri ve zalimleri ne bağışlayacak, ne de doğru yola iletecektir. Onların iletilecekleri tek yol cehennem yoludur. Orada ebedi olarak kalacaklardır..." (Nisa Suresi, 168-169) Allah yolunda çaba sarf ederler ise Allah doğru yolu gösterecektir. Allahu Teala şöyle buyurdu: "Bizim uğrumuzda çaba sarf edenleri biz, elbette yollarımıza iletiriz." (Ankebut Suresi, 65)BağlantıHükümlere mantık eklemek ümmette düşünme metodu haline gelmiş, ancak hükümlerde mantığı kullanmak İslam’a aykırı ve insanların İslam’ı anlamasını engelliyor diyebiliriz. Hükümlerde mantığın hiç bir yeri olmadığına birçok örnek verebiliriz. Ama bu konuya geçmeden önce bir şeyi bilmemiz gerekiyor:
Bütün İslam Dünyası Müşriktir ! (Video)
Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Her var olanın bir ustası vardır.Kaidesinden yola çıkarsak. Bu kainatta kendi kendine oluşmuş bir şey olmadığına göre o zaman bu kainatıda bir yaratıcı yaratmış dolayısı ile benide.(insanlığı) O zaman bu yaratıcının beni yönlendirmesi ,Kullanma klavuzu vermesi lazım Normal hayatın akışında yaratıcı ile insanlar arasında ki aracıya peygamber denmiş. o zaman en son peygamberlik iddiasında bulunan kişinin getirmiş olduğu kontrata anlaşma şartlarına bakacağız. (Sonuncusu geçerlidir kaidesinden) (Kader) Sonuncusu Muhammed olduğuna göre onun getirdiği kontratda insanlığa bir rest çekiş meydan okuma var. Yoksa, 'Onu Muhammed uydurdu' mu diyorlar? Onlara de ki; 'Eğer doğru söylüyorsanız, Kur'an'a benzer bir sure ortaya getiriniz, bu konuda Allah dışında kimleri yardıma çağırabilecekseniz, çağırınız. Yunus*38 Aradan bin dört yüz yıl geçmiş hala bir ses yok . Peki şimdi yapsınlar şimdi teknik bir çağdayız her şey eloktronik çoğu şeyi harflerin ve rakamların karışımından yapıyor proğram yapıcıları. o zaman kuran ayetlerinide getirsinler.? Allah kainatı elementlerden yarattığı gibi kuranıda harflerin karışımından yaratmıştır. Diyebilir birileri evet bizimde demokrasimiz var. o zaman demokrasiye ve Muhammedin getirdiği şartlara bakılır.Bu insan fıtratına uygunmu diye. örneğin; Mal can ve namuz konusunda kim ne diyor diye. (Şartlar. Eşyadaki özelliklere uygun düşmesi lazım) Dolayısı ile.. Muhammedin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun.(ölüm cezası veriyor) Demokrasinin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun değil.(Taraf.Aklın üstününden.Hevadan,zenginden) (Halbuki insandaki fıtrat kendisinin olanı kendi isteği dışında bir başkasıyla paylaşmak istemez) olduğu anlaşıldığından fıtrata uygun olan alınır. Dolayısı ile Muhammedin getirmiş olduğu şartlar Yaratıcının gönderdiği şartlar olarak kabül görür. Yaratıcıya ve son peygamberine inanmak vakaya mutabık olur ve Muhammedin getirmiş olduğu şartların bir tanesinin gereği kişi Müslüman olur ve yaratıcının vaadi gereği cenneti kazanmış olur. Kişi bu vaadi elinde tutabilmek için Muhammedin getirmiş olduğu yaratıcının tarifini onaylaması lazım. Yaratıcının kırmızı çizgisi şirktir.(Allah'ın tarifi) (Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'ın da Rabbi olan Allah onların uydurdukları noksan sıfatlardan yücedir, münezzehtir.zuhruf*82 O tarifde budur.) Bu olayı bilen şeytan Medya veya diğer yollarla kafir kişinin Allah tarifini onaylattırarak kişiyi Müslümanım diye diye cehennemin bir başka kapısından içeri atıyor. ***************************************************************** "Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım." "Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın." (Allah) buyurdu: "Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. And olsun ki,onlardan sana kim uyarsa, (bilin ki) sizin hepinizden (derleyip) cehennemi dolduracağım." (A'RAF/16-18) Şeytan Müslüman kılıfına bürünüp prof etiketiyle Atv ve flastv gibi kanallarda Nihat hatipoğlu,Cübbeli Ahmet gibi kişiler vasıtasıyla şu Allah tarifini sunuyor eğer sen onların söylemiş olduğu Akideyi benimser ve onaylarsan Kafir oluyor ve ebedi cehenneme gidiyorsun.Her ne kadarda diğer islamın şartlarını yerine getirsende. Ey insanlar, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın şeytan, sizi Allah'ın affına güvendirerek ayartmasın.Fatır.5 MÜSLÜMANLARIN VE KAFİRLERİN ALLAH TARİFİ,TANIMI..SEN BU TARİFİN NERESİNDESİN? http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbVideoBütün İslam Dünyası Müşriktir ! (Video)
Çoktandır islami ilimler üzerine içtihat yapılmadığından Şeytan devreye girmiş eski içtihatlar üzerinden kişilerin algılamasını bozarak Fikirlerini empoze etmiştir.onun için İslam yanlış anlatılmaktadır.Doğrusunun başlangıcı burdadır. 35*Ey Adem oğulları,size aranızdan ayetlerimi okuyan peygamberler geldiğinde her kim bunlara karşı gelmekten sakınır ve gidişini düzeltirse işte onlara korku yoktur.onlar mahzunda olacak değillerdir. Not,Çoktandır islami ilimler üzerine içtihat yapılmadığından Şeytan devreye girmiş eski içtihatlar üzerinden kişilerin algılamasını bozarak Fikirlerini empoze etmiştir.onun için İslam yanlış anlatılmaktadır.Doğrusunun başlangıcı burdadır. 36*Ayetlerimizi yalanlayıp onlara inanmayı kibirlerine yediremeyenlere gelince,onlarda ateşin yaranıdırlar.orada ebedi kalacaklardır. 37 - Allah’a karşı yalan uydurup iftira eden ve O’nun âyetlerine yalan diyen kimseden daha zâlim kim olabilir? Kitab’daki payları kendilerine erişecek olanlar onlardır. Meleklerimiz canlarını almak üzere .geldiklerinde onlara: «Allah’dan başka taptıklarınız nerede» deyince, «bizi koyup kaçtılar» derler. Böylece, inkârcı olduklarına kendi aleyhlerine şahidlik ederler. 38* Allah: «Sizden önce geçmiş cin ve insan ümmetleriyle birlik siz de girin bu ateşin içine» diyecek. Her ümmet girdikçe kendi yoldaşına lâııet eder. Hepsi birbiri ardından cehennemde toplanınca, sonrakiler öncekiler için «Rabbimiz, bizi sapıtanlar işte bunlardır,onlara ateş azabını kat kat ver derler.Allah "herkes için kat kattır,ama bilmezsiniz"der.
huseyin-sasmaz-75 | Dailymotion
huseyin-sasmaz-75's home for videos and live streams on Dailymotion.Bağlantıhuseyin-sasmaz-75's home for videos and live streams on Dailymotion.
''Atalar dini'' - İslam ve Hayat
Hükümlere mantık eklemek ümmette düşünme metodu haline gelmiş, ancak hükümlerde mantığı kullanmak İslam’a aykırı ve insanların İslam’ı anlamasını engelliyor diyebiliriz. Hükümlerde mantığın hiç bir yeri olmadığına birçok örnek verebiliriz. Ama bu konuya geçmeden önce bir şeyi bilmemiz gerekiyor: Her madde sınırlı olduğu gibi insan aklının da sınırı vardır. Bu sınırdan ötürü çıkması mümkün değildir. Dinimizde bir şey haram ise, fayda veya zararını bilmesek de onun haram olduğunu kabul edip hükme mantık eklemememiz gerekiyor. Biz hükmün bir zararı olduğu için haram, ya da bir faydası olduğu için helal diyemeyiz. Gusül ve abdest mutlaka maddi kirlerin temizlenmesi içindir denilemez. Bu böyle olsaydı mantıklı düşündüğümüz zaman su olmayınca teyemmüm emredilmezdi. Çünkü teyemmüm dediğimiz zaman toprak temizlemekten ziyade elimizi maddi anlamda kirletir. Oysa Müslümanların gusül ve abdest alması emre uymak içindir. Namaz jimnastik ve vücuda iyi geliyor diye kılınmaz. İyi jimnastik olur diye 3 rekâtlık namazı 4 rekat kılamayız, namaz vücuda iyi geldiği için değil emre uymak için kılınır. Domuz eti, önemli organlarda ağır hastalıklara sebebiyet veriyorsa da domuzun bu sebepten dolayı haram denilemez, hiç zararı tespit edilmese de domuz eti yemek haramdır, Müslümanların domuz eti yememesi emre uymak içindir. Allah koyduğu hükümlere sebep eklemediyse biz kendi mantığımızla sebep eklememiz doğru değildir, Allah’ın koyduğu hükme karşı gelinmez. Allah bizlere serbest olduğumuz bir çerçeve vermiştir onun dışına çıkmamamız ve düşünmememiz gerekir. İslam, insanların Allah’ın varlığına iman edene kadar düşünmeye ve araştırmalarına teşvik eder. Aynısı durum Kur’an için de geçerlidir. Bu durumda İslami algılayana kadar düşünmek, araştırmak ve akla gelen her soruyu sormak mümkündür. Fakat şehadeti getirdikten sonra Allah’ın hükümlerine mantık eklemek ya da Allah’ın koyduğu hükümlerde mantık aramak İslam’dan değildir. Şehadet etmiş olan insan Allaha teslim olması gerekir. Bizler şehadet ettiysek Allah’a teslim olup Allah’ın bize vermiş olduğu çerçeve dışına çıkmamamız gerekir. Ki; Allah’ın varlığına inanan ve Kur'an-ı Kerimi hayat rehberi olarak kabul eden insan huzur bulacaktır ve Allah’ın hükümlerinde mantık araştırması yapmayacaktır. Bu yanlış düşünme metodunu ümmet İslam devleti kurma metodunda da uyguluyor. İslam devleti kurma metodunda da yanlış ve hatalı düşüncelere rastlamaktayız. Hz. Peygamberimiz (sav) İslam devletini kurmak için İslam’ı çevresindeki insanlara anlatmış, belirli bir sayı Müslüman oluştuktan sonra, bir grup halinde İslam davasını taşımaya devam etmiş ve bu yolda Müslümanlarla sadece bir metod üzeri durmuş ve bir metod üzeri İslam devleti kurmayı başarmış. Bu on yıllık bir süreçte ne kadar zorluklar çekseler de Müslümanlar metodlarını bir başka metodla değiştirmemişler. Peki, bizler neden bugün değişik yöntemlerle, metodlarla ve mantığımıza göre hareket etmeyi ve böylece pozitif bir sonuca varmayı bekliyoruz. İncelediğimizde değişik yöntemlerle, metodlarla ve mantığına göre sözde İslam için çalışan adamların pozitif bir sonuca varmadığı gibi sadece menfaatleri için çalıştığını gördük. Hala bazı Müslümanlar bir devlet başkanının Müslümanlara iyilik yaptığını ve Müslümanlar için, İslam için çalıştığını inanmaktalar. Bu sorunun kaynağı Müslümanların, iyi veya kötüyü kendi düşüncelerine ve mantıklarına göre değerlendikleri için. Fakat Müslümanlar Peygamberimiz (sav) hayatına bakmış olsalar ve bunu bir kişinin Müslümanlara iyilik yaptığını zikir etmeden önce “acaba bu şahıs İslam’ın sunduğu çerçeve içerisinde hareket ediyor mu?“ diye sorgulasalar görecekler ki sözde İslam için ümmet için mücadelede bulunan başkanların aslında İslam’a ve ümmete karşı çalışmakta. O sözde İslam için çalışan hocalar, efendiler ve başkanlar Peygamberimiz (sav) gösterdiği yolda gitmemekteler. Allah zalimleri doğru yola iletmeyecektir… Allahu Teala şöyle buyurdu: "Allah kâfirleri ve zalimleri ne bağışlayacak, ne de doğru yola iletecektir. Onların iletilecekleri tek yol cehennem yoludur. Orada ebedi olarak kalacaklardır..." (Nisa Suresi, 168-169) Allah yolunda çaba sarf ederler ise Allah doğru yolu gösterecektir. Allahu Teala şöyle buyurdu: "Bizim uğrumuzda çaba sarf edenleri biz, elbette yollarımıza iletiriz." (Ankebut Suresi, 65) Bu konuda bizler kimin peşinde olmamızı ve kimi desteklememiz gerektiğini bilebilmemiz için ilk önce kendimize şu soruları sormamız gerek olduğunu düşünüyorum: 1) İyi dediğimiz şahıslar, gruplar, partiler İslam’ın bize verdiği çerçeve içeresinde hareket ediyor mu? 2) Şahısların, grupların, partilerin yaptıkları iş ve attıkları adımlar, faaliyetleri kimin için avantajlı ve kim bundan faydalanıyor? 3) Şahısların, grupların, partilerin yaptıkları faaliyetlerinde uyguladıkları yöntemleri ve metodları değişti mı? Kardeşiniz Abdullah CanBağlantıAtalarını bahane ederek hevâlarına (nefs-i emmarelerine) uygun bir hayat yaşayanların mantığı ile günümüzdeki resmî ideolojinin dayandığı mantık arasında bir fark yoktur. Hesap gününe hazırlanan müminlerin, atalar dininin mensuplarına muhalefet etmeleri, alkıştan ve ıslık çalmaktan uzak durmaları za…
Raşidi HİLÂFET için çalışanlar NEREYE ULAŞTILAR
RAŞİDİ HİLAFET DEVLETİNİ İKAME ÇALIŞMASINA...Hizb Ut Tahrir´den ümmete cagri!! https://www.youtube.com/watch?v=2ehCceyP_38&list=PLr342JFErS76u5CDh7Yq5gADyDiArjk1M&feature=share&index=63 İslam Devleti Takiyyuddin en Nebhani 050 islam devleti nasil kurulur https://www.youtube.com/watch?v=kKGIGMtgKkM&feature=share&list=PLr342JFErS76u5CDh7Yq5gADyDiArjk1M&index=51 İslam Devleti Takiyyuddin en Nebhani 048 islam devletinin yeniden kurulmasi farzdir https://www.youtube.com/watch?v=0h8Sy3DzJuk&list=PLr342JFErS76u5CDh7Yq5gADyDiArjk1M&feature=share&index=49 CİHADIN İSLAMDAKİ YERİ,KONUMU https://www.youtube.com/watch?v=AkRAmUun9A0&list=PLr342JFErS76u5CDh7Yq5gADyDiArjk1M&feature=share&index=61 https://www.youtube.com/watch?v=lRGAxG5nkU0VideoRaşid-i Hilafet'in kurulması için çalışan Hizb-ut Tahrir'in hangi noktaya ulaştığını gösteren etkili bir video...
Vimeo: Watch, upload, and share HD and 4K videos with no ads
Join the web’s most supportive community of creators and get high-quality tools for hosting, sharing, and streaming videos in gorgeous HD and 4K with no ads.YerJoin the web’s most supportive community of creators and get high-quality tools for hosting, sharing, and streaming videos in gorgeous HD and 4K with no ads.
Hüseyin Şaşmaz
Tüm Müslümanları Yeniden Râşidî Hilâfet'i Kurmaya Dâvet Eder İslâm'dan biraz haberi olan herkes bilir ki Hilâfet, İslâm'ın en azîm farzıdır, hatta âlimler on...BağlantıTüm Müslümanları Yeniden Râşidî Hilâfet'i Kurmaya Dâvet Eder İslâm'dan biraz haberi olan herkes bilir ki Hilâfet, İslâm'ın en azîm farzıdır, hatta âlimler on...
İslam Devleti Takiyyuddin en Nebhani 050 islam devleti nasil kurulur
İslam Devleti Takiyyuddin en Nebhani 050 islam devleti nasil kurulurBağlantıislam devleti nasil kurulur
Hizb Ut Tahrir´den ümmete cagri!!
Hizb Ut Tahrir'den ümmete cagri !!BağlantıHizb Ut Tahrir´den ümmete cagri!!
ŞEYTANIN ÖNCELİKLİ PLANLARINDANDIR.
ŞEYTANIN ÖNCELİKLİ PLANLARINDANDIR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Her var olanın bir ustası vardır.Kaidesinden yola çıkarsak. Bu kainatta kendi kendine oluşmuş bir şey olmadığına göre o zaman bu kainatıda bir yaratıcı yaratmış dolayısı ile benide.(insanlığı) O zaman bu yaratıcının beni yönlendirmesi ,Kullanma klavuzu vermesi lazım Normal hayatın akışında yaratıcı ile insanlar arasında ki aracıya peygamber denmiş. o zaman en son peygamberlik iddiasında bulunan kişinin getirmiş olduğu kontrata anlaşma şartlarına bakacağız. (Sonuncusu geçerlidir kaidesinden) (Kader) Sonuncusu Muhammed olduğuna göre onun getirdiği kontratda insanlığa bir rest çekiş meydan okuma var. Yoksa, 'Onu Muhammed uydurdu' mu diyorlar? Onlara de ki; 'Eğer doğru söylüyorsanız, Kur'an'a benzer bir sure ortaya getiriniz, bu konuda Allah dışında kimleri yardıma çağırabilecekseniz, çağırınız. Yunus*38 Aradan bin dört yüz yıl geçmiş hala bir ses yok . Peki şimdi yapsınlar şimdi teknik bir çağdayız her şey eloktronik çoğu şeyi harflerin ve rakamların karışımından yapıyor proğram yapıcıları. o zaman kuran ayetlerinide getirsinler.? Allah kainatı elementlerden yarattığı gibi kuranıda harflerin karışımından yaratmıştır. Diyebilir birileri evet bizimde demokrasimiz var. o zaman demokrasiye ve Muhammedin getirdiği şartlara bakılır.Bu insan fıtratına uygunmu diye. örneğin; Mal can ve namuz konusunda kim ne diyor diye. (Şartlar. Eşyadaki özelliklere uygun düşmesi lazım) Dolayısı ile.. Muhammedin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun.(ölüm cezası veriyor) Demokrasinin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun değil.(Taraf.Aklın üstününden.Hevadan,zenginden) (Halbuki insandaki fıtrat kendisinin olanı kendi isteği dışında bir başkasıyla paylaşmak istemez) olduğu anlaşıldığından fıtrata uygun olan alınır. Dolayısı ile Muhammedin getirmiş olduğu şartlar Yaratıcının gönderdiği şartlar olarak kabül görür. Yaratıcıya ve son peygamberine inanmak vakaya mutabık olur ve Muhammedin getirmiş olduğu şartların bir tanesinin gereği kişi Müslüman olur ve yaratıcının vaadi gereği cenneti kazanmış olur. Kişi bu vaadi elinde tutabilmek için Muhammedin getirmiş olduğu yaratıcının tarifini onaylaması lazım. Yaratıcının kırmızı çizgisi şirktir.(Allah'ın tarifi) (Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'ın da Rabbi olan Allah onların uydurdukları noksan sıfatlardan yücedir, münezzehtir.zuhruf*82 O tarifde budur.) Bu olayı bilen şeytan Medya veya diğer yollarla kafir kişinin Allah tarifini onaylattırarak kişiyi Müslümanım diye diye cehennemin bir başka kapısından içeri atıyor. ***************************************************************** "Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım." "Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın." (Allah) buyurdu: "Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. And olsun ki,onlardan sana kim uyarsa, (bilin ki) sizin hepinizden (derleyip) cehennemi dolduracağım." (A'RAF/16-18) Şeytan Müslüman kılıfına bürünüp prof etiketiyle Atv ve flastv gibi kanallarda Nihat hatipoğlu,Cübbeli Ahmet gibi kişiler vasıtasıyla şu Allah tarifini sunuyor eğer sen onların söylemiş olduğu Akideyi benimser ve onaylarsan Kafir oluyor ve ebedi cehenneme gidiyorsun.Her ne kadarda diğer islamın şartlarını yerine getirsende. Ey insanlar, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın şeytan, sizi Allah'ın affına güvendirerek ayartmasın.Fatır.5 MÜSLÜMANLARIN VE KAFİRLERİN ALLAH TARİFİ,TANIMI..SEN BU TARİFİN NERESİNDESİN? http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbVideoŞEYTANIN ÖNCELİKLİ PLANLARINDANDIR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Her var olanın bir ustası vardır.Kaidesinden yola çıkarsak. Bu kainatta kendi kendine oluşmuş bir şey olmadığına göre o zaman bu kainatıda bir yaratıcı yaratmış dolayısı ile benide.(insanlığı) O zaman bu yaratıcının beni yönlendirmesi ,Kullanma klavuzu vermesi lazım Normal hayatın akışında yaratıcı ile insanlar arasında ki aracıya peygamber denmiş. o zaman en son peygamberlik iddiasında bulunan kişinin getirmiş olduğu kontrata anlaşma şartlarına bakacağız. (Sonuncusu geçerlidir kaidesinden) (Kader) Sonuncusu Muhammed olduğuna göre onun getirdiği kontratda insanlığa bir rest çekiş meydan okuma var. Yoksa, 'Onu Muhammed uydurdu' mu diyorlar? Onlara de ki; 'Eğer doğru söylüyorsanız, Kur'an'a benzer bir sure ortaya getiriniz, bu konuda Allah dışında kimleri yardıma çağırabilecekseniz, çağırınız. Yunus*38 Aradan bin dört yüz yıl geçmiş hala bir ses yok . Peki şimdi yapsınlar şimdi teknik bir çağdayız her şey eloktronik çoğu şeyi harflerin ve rakamların karışımından yapıyor proğram yapıcıları. o zaman kuran ayetlerinide getirsinler.? Allah kainatı elementlerden yarattığı gibi kuranıda harflerin karışımından yaratmıştır. Diyebilir birileri evet bizimde demokrasimiz var. o zaman demokrasiye ve Muhammedin getirdiği şartlara bakılır.Bu insan fıtratına uygunmu diye. örneğin; Mal can ve namuz konusunda kim ne diyor diye. (Şartlar. Eşyadaki özelliklere uygun düşmesi lazım) Dolayısı ile.. Muhammedin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun.(ölüm cezası veriyor) Demokrasinin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun değil.(Taraf.Aklın üstününden.Hevadan,zenginden) (Halbuki insandaki fıtrat kendisinin olanı kendi isteği dışında bir başkasıyla paylaşmak istemez) olduğu anlaşıldığından fıtrata uygun olan alınır. Dolayısı ile Muhammedin getirmiş olduğu şartlar Yaratıcının gönderdiği şartlar olarak kabül görür. Yaratıcıya ve son peygamberine inanmak vakaya mutabık olur ve Muhammedin getirmiş olduğu şartların bir tanesinin gereği kişi Müslüman olur ve yaratıcının vaadi gereği cenneti kazanmış olur. Kişi bu vaadi elinde tutabilmek için Muhammedin getirmiş olduğu yaratıcının tarifini onaylaması lazım. Yaratıcının kırmızı çizgisi şirktir.(Allah'ın tarifi) (Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'ın da Rabbi olan Allah onların uydurdukları noksan sıfatlardan yücedir, münezzehtir.zuhruf*82 O tarifde budur.) Bu olayı bilen şeytan Medya veya diğer yollarla kafir kişinin Allah tarifini onaylattırarak kişiyi Müslümanım diye diye cehennemin bir başka kapısından içeri atıyor. ***************************************************************** "Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım." "Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın." (Allah) buyurdu: "Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. And olsun ki,onlardan sana kim uyarsa, (bilin ki) sizin hepinizden (derleyip) cehennemi dolduracağım." (A'RAF/16-18) Şeytan Müslüman kılıfına bürünüp prof etiketiyle Atv ve flastv gibi kanallarda Nihat hatipoğlu,Cübbeli Ahmet gibi kişiler vasıtasıyla şu Allah tarifini sunuyor eğer sen onların söylemiş olduğu Akideyi benimser ve onaylarsan Kafir oluyor ve ebedi cehenneme gidiyorsun.Her ne kadarda diğer islamın şartlarını yerine getirsende. Ey insanlar, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın şeytan, sizi Allah'ın affına güvendirerek ayartmasın.Fatır.5 MÜSLÜMANLARIN VE KAFİRLERİN ALLAH TARİFİ,TANIMI..SEN BU TARİFİN NERESİNDESİN? http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb
ÖNEMLİ OLAYLAR: Hepiniz aynı Şeytanın avaneleri...Kiminiz bilinçli kiminiz bilinçsiz..
Hepiniz aynı Şeytanın avaneleri...Kiminiz bilinçli kiminiz bilinçsiz..Bağlantı
Hollanda Bakanı Geert Wilders TÜRK halkına sert mesajı
Benimde sana mesajım var Geert Wilders . Sen ve ötekileştirmekte olduğunuz İslam (Ataların dini) hepiniz Şeytanın avanelerisiniz. Onun için Seni ve Tüm insanlığı Allah'ın Dinine davet ediyorum. Ölçümüsde eşyadaki özellik olsun. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Her var olanın bir ustası vardır.Kaidesinden yola çıkarsak. Bu kainatta kendi kendine oluşmuş bir şey olmadığına göre o zaman bu kainatıda bir yaratıcı yaratmış dolayısı ile benide.(insanlığı) O zaman bu yaratıcının beni yönlendirmesi ,Kullanma klavuzu vermesi lazım Normal hayatın akışında yaratıcı ile insanlar arasında ki aracıya peygamber denmiş. o zaman en son peygamberlik iddiasında bulunan kişinin getirmiş olduğu kontrata anlaşma şartlarına bakacağız. (Sonuncusu geçerlidir kaidesinden) (Kader) Sonuncusu Muhammed olduğuna göre onun getirdiği kontratda insanlığa bir rest çekiş meydan okuma var. Yoksa, 'Onu Muhammed uydurdu' mu diyorlar? Onlara de ki; 'Eğer doğru söylüyorsanız, Kur'an'a benzer bir sure ortaya getiriniz, bu konuda Allah dışında kimleri yardıma çağırabilecekseniz, çağırınız. Yunus*38 Aradan bin dört yüz yıl geçmiş hala bir ses yok . Peki şimdi yapsınlar şimdi teknik bir çağdayız her şey eloktronik çoğu şeyi harflerin ve rakamların karışımından yapıyor proğram yapıcıları. o zaman kuran ayetlerinide getirsinler.? Allah kainatı elementlerden yarattığı gibi kuranıda harflerin karışımından yaratmıştır. Diyebilir birileri evet bizimde demokrasimiz var. o zaman demokrasiye ve Muhammedin getirdiği şartlara bakılır.Bu insan fıtratına uygunmu diye. örneğin; Mal can ve namuz konusunda kim ne diyor diye. (Şartlar. Eşyadaki özelliklere uygun düşmesi lazım) Dolayısı ile.. Muhammedin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun.(ölüm cezası veriyor) Demokrasinin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun değil.(Taraf.Aklın üstününden.Hevadan,zenginden) (Halbuki insandaki fıtrat kendisinin olanı kendi isteği dışında bir başkasıyla paylaşmak istemez) olduğu anlaşıldığından fıtrata uygun olan alınır. Dolayısı ile Muhammedin getirmiş olduğu şartlar Yaratıcının gönderdiği şartlar olarak kabül görür. Yaratıcıya ve son peygamberine inanmak vakaya mutabık olur ve Muhammedin getirmiş olduğu şartların bir tanesinin gereği kişi Müslüman olur ve yaratıcının vaadi gereği cenneti kazanmış olur. Kişi bu vaadi elinde tutabilmek için Muhammedin getirmiş olduğu yaratıcının tarifini onaylaması lazım. Yaratıcının kırmızı çizgisi şirktir.(Allah'ın tarifi) (Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'ın da Rabbi olan Allah onların uydurdukları noksan sıfatlardan yücedir, münezzehtir.zuhruf*82 O tarifde budur.) Bu olayı bilen şeytan Medya veya diğer yollarla kafir kişinin Allah tarifini onaylattırarak kişiyi Müslümanım diye diye cehennemin bir başka kapısından içeri atıyor. ***************************************************************** "Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım." "Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın." (Allah) buyurdu: "Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. And olsun ki,onlardan sana kim uyarsa, (bilin ki) sizin hepinizden (derleyip) cehennemi dolduracağım." (A'RAF/16-18) Şeytan Müslüman kılıfına bürünüp prof etiketiyle Atv ve flastv gibi kanallarda Nihat hatipoğlu,Cübbeli Ahmet gibi kişiler vasıtasıyla şu Allah tarifini sunuyor eğer sen onların söylemiş olduğu Akideyi benimser ve onaylarsan Kafir oluyor ve ebedi cehenneme gidiyorsun.Her ne kadarda diğer islamın şartlarını yerine getirsende. Ey insanlar, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın şeytan, sizi Allah'ın affına güvendirerek ayartmasın.Fatır.5 MÜSLÜMANLARIN VE KAFİRLERİN ALLAH TARİFİ,TANIMI..SEN BU TARİFİN NERESİNDESİN? http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbVideoHollanda Bakanı Geert Wilders TÜRK halkına sert mesajı
Allah var mi?Ateist'in Muslumanlar'a Cevaplari ve Sorulari
BU GÜN TÜRKİYE DE YAŞAYANLARIN EZİCİ ÇOĞUNLUĞU KAVRAM KARGAŞASI YAŞAMAKTADIR.YAŞATILMAKTADIR. ARAŞTIRAN BAKAN AZDIR. ONUN İÇİNDE BU MİLLET PERİŞANLIK ÇEKMEKTEDİR. Kim iyi bir iş yaparsa faydası kendisinedir ve kim kötülük yaparsa zararı kendisinedir. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.Casiye-15 Herhangi bir toplum tutumunu değiştirmedikçe Allah onun konumunu değiştirmez.rad-11 http://huseyinsas.blogspot.nl/2013/12/aklima-takilanlar.htmlVideohttps://www.facebook.com/ateizmdernegi https://www.ateizmdernegi.org Yorumlara dokunmayacagim ama kimseye de cevap vermeyecegim. Begenen arkadaslar lutfen ce...
Baskınımıza uğradıklarında, çağrışları, “Gerçekten biz zalimler idik” demekten ibaret kalmıştır. And olsun ki, kendilerine Peygamber gönderilenlere soracağız, Peygamberlere de soracağız. And olsun ki, onların yaptıklarını kendilerine bir bir sayacağız. Zira onlardan uzak değildik. Gerçek tartı kıyamet günündedir. Tartıları ağır gelenler; işte onlardır kurtulanlar. Tartıları hafif gelenler, âyetlerimize yaptıkları haksızlıklardan ötürü kendilerine çok yazık etmiş kimselerdir.» 1 İşte bu girişten sonra asıl hikâye başlıyor. Önce beşer cinsinin yeryüzünde yerleşmesi ile söze başlanıyor. Allah bu cinsin yeryüzünde yaşaması ve yerleşmesi için gerekli şartları ve imkânları kâinata bahşetmiştir. Ayrıca bu insan cinsine de kâinatla uyuşacak hususiyetleri vermiş, kâinata koyduğu kanunları anlama kabiliyetini bahşetmiş ve bu kanunları kullanarak onun enerjisinden faydalanma imkânlarını sunmuştur: Sizi yeryüzünde yerleştirdik ve size orada birçok geçim vasıtaları yarattık. Ne az şükredersiniz! 2 Aslında bu da ilk insanın doğuşunun hikâyesini sunmak için bir giriş mahiyetindedir. Beşeriyetin plânlı yolculuğuna çıkış noktasını tasvir gayesini gütmektedir. Âyeti kerîme bilhassa bu nokta Üzerinde yoğunlaşmakta ve insanın doğuş kıssasını sunarak bunu biı korkutma ve hatırlatma mevzuu yapmaktadır. Ayrıca içerisinde sunulan sahnelerde birçok öğütler ve derin tesirler ifade eden hususlar yer almaktadır: And olsun ki, sizi yarattık, sonra şekil verdik, sonra meleklere: «Ademe secde edin» dedik; hemen secde ettiler. Ancak İblis "secde edenlerden olmadı. Allah: «Sana emrettiğim hâlde, seni secdeden alıkoyan neydi?.» dedi. «Beni ateşten, onu çamurdan yarattın, ben ondan üstünüm» cevabını verdi. Ona: «İn oradan, orada büyüklenmek senin ne haddine, defol, sen alçaklardansın!» dedi. «İnsanların tekrar dirilecekleri güne kadar bana mühlet ver» dedi. Allah: «Sen mühlet verilenlerdensin» dedi. «Madem ki Sen beni azgınlığa mahkûm ettin, and oIsun ki. ben de onları sapdırmak için senin doğru yolunda pusu kurup oturacağım.» «Sonra önlerinden, arkalarından, sağ ve sollarından onlara sokulacağım; çoğunu Sana şükreder bulamayacaksın» dedi. Allah: «Ayıplanmış ve koğulmuş olarak defol oradan; and olsun ki, insanlardan sana kim uyarsa, hepinizi birlikte cehenneme dolduracağım» dedi. «Ey Âdem, sen ve eşin cennette yerleşin ve istediğiniz yerden yeyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın yoksa zalimlerden olursunuz». Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı: «Rabbinizin sizin bu ağaçtan menetmesi; melek olmanın veya burada temelli kalmanızı önlemek içindir.» «Doğrusu ben size öğüt verenlerdenim» diye onlara yemin etti. Böylece onların yanılmalarını sağladı. Ağaçtan meyve tattıklarında kendilerine ayıp yerleri göründü, cennet yapraklarını üst üste koyup oralarını örtmeye başladılar. Rableri onlara: «Ben sizi o ağaçtan menetmemiş miydim?. Şeytanın size apaçık bir düşman olduğunu söylememiş miydim?.» diye seslendi. «Rabbimiz, kendimize yazık ettik; bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen her halde zarara uğrayanlardan olacağız» dediler. Allah: «Birbirinize düşman olarak inin, siz yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz.» «Orada yaşayacak, orada ölecek ve oradan dirilip çıkarılacaksınız» dedi..
Sana bir kitap (Kur’an) indirildi. Onunla insanları uyarman ve müminlere öğüt vermen için kalbine bir sıkıntı gelmesin.» 1 Pratik bir durumu tasvir etmektedir ki bunu cahiliyet devri hayatını yaşayıp da İslâm’a dâvet eden kimselerden başkasının kavraması mümkün değildir. Bunu yapan kişi bilir ki korkunç ve ağır bir işi hedef almaktadır... Karşısında çok zor ve ağır şeyler bulunmaktadır... Bir akide ve düşünce sistemi kurmak, bir değer ve ölçü inşa etmek, insanların dünyasında yer alan duruma tamamen karşı yepyeni bir vaziyet inşa etmek hedefindedir. Ayrıca nefislerde cahiliyetin kalıntılarının yer ettiğini, kafalarda halâ cahiliyet düşüncesinin bulunduğunu, cahiliyetin hayat ölçüsünün sinirlere ve vaziyetlere baskı yaptığını görür. Ve hisseder ki kendsinin taşıdığı gerçek söz, cemiyette hâkim olana tamamen yabancıdır. Nefislere ağır gelmektedir. Gönüllere hoş gelmemektedir. İnsanların gördükleri, içinde yaşadıkları cahiliyet hayatının düşünen ve tasavvurlarına, değer ve ölçülerine, prensip ve kanunlarına, adet ve alışkanlıklarına, İçtimaî durum ve münasebetlerine tamamen aykırı mükemmel bir inkılâbı tahakkuk ettirmek için ağır mükellefiyetleri ifade eden sözler. Bunun için inkılâpçı müslüman, içinde bir sıkıntı hisseder. İnsanların bu ağır hakikati karşılamalarındaki yavaş davranışları ona sıkıntı verir. İşte Allah'ü Taala yüce peygamberini böyle bir sıkıntıyı atmaya davet, ediyor. Gönderdiği kitabı anlatarak korkutma ve hatırlatma yolunda azimle ilerlemesini, hak kelâmına karşı gelinen dehşet ve hayret dolu İfadeleri göz önünde bulundurmamasını, karşılaşılan mukavemet ve engelleri nazari itibara almamasını belirtiyor. Ayrıca bu akidenin insanların düşünce ve hayatında yapmayı hedef aldığı bu en mükemmel ve şümullü değişikliğe karşı mukavemet ve nefret, ağır davranmak ve yardımsamak durumu karşısında âyeti kerime hitap ettiği topluluğu kesin bir tehditle korkutuyor. Ve onlara yalancıların akibetini hatırlatıyor. Geçmiş milletlerin çekişmelerini arzediyor: «Biz nice memleketleri helak ettik; geceleyin veya gündüz uykularında iken baskınımıza uğramışlardır.
"...O GÜN İNSAN KAÇACAK YER NERESİDİR DİYE SORAR..." Kıyamet Süresi'nin Kalpleri ürpertecek görsel meali !
"...O GÜN İNSAN KAÇACAK YER NERESİDİR DİYE SORAR..." Kıyamet Süresi'nin Kalpleri ürpertecek görsel meali !Video"...O GÜN İNSAN KAÇACAK YER NERESİDİR DİYE SORAR..." Kıyamet Süresi'nin Kalpleri ürpertecek görsel meali !
«“Haydin, de, Allah şunu haram kıldı diye şahadet edecek şahitlerinizi getirin” Eğer gelir yalan yere şahitlik ederlerse, onlarla beraber olup sözlerini kabullenme, âyetlerimizi yalanlayanların ve Ahirete inanmayanların heveslerine uyma. Nasıl uyarsın ki, onlar Rablerine başkalarını denk tutuyorlar.»... Üzerinde bulunduğumuz âyeti kerîmede ilk olarak zikri geçen şirk ile neyin kasdedilmiş olduğunu iyice anlayabilmemiz için bir önceki âyeti kerîmeyi ve bu âyeti kerîmenin tefsirinde söylediğimiz hususları dikkatlice gözden geçirmemiz gerekir. Gerek odur ki buradaki şirk itikadî yönden olduğu kadar hüküm ve hâkimiyet yönündendir de. Âyeti kerîme aynı hususu ifade etmekte ve âyetler arasındaki münasebette tamamen ortada bulunmaktadır. ^ Biz bu hususu devamlı olarak hatırlatmak ihtiyacını hissediyoruz. Zira bir takım şeytanların bu dinin temel mefhumlarında \ yaptıkları sarsıntılar meyvesini vermiş ve hâkimiyet meselesi akidenin yanından koparılmaya çalışılmıştır. Böylece hisler dünyasında da hâkimiyet konusu ile itikadî esaslar arasında bir ayrılık meydana gelmiştir. Hatta İslâmî konularda son derece gayret sahibi kimseleri bile görüyoruz ki-ibadetle ilgili en küçük bir hususu tashih etmek için durmadan çalışıyorlar. Ahlâkî bir inhilâli kötülemek, bir takım emirlere karşı muhalefeti bertaraf etmek için durmadan konuşuyorlar da İslâm’da hâkimiyet esasından ve bu esasın İslâm akidesindeki yerinden söz bile etmiyorlar. İslâm akidesinin feri yönlerinden birisi olan alkollü şeylerle mücadele ettikleri halde en büyük kötülük olan İçtimaî hayatın tevhid akidesinden başka esaslara göre kaim olması üzerinde hiç konuşmuyor, hâkimiyetin Allah’tan başkasına verilmesine hiç de karşı gelmiyorlar. Allah’ü Taâlâ, hiçbir emri belirtmeden evvel kendisine şirk koşmamayı belirtmektedir. Hem de Kur’an’ın akışı içinde öyle bir yerde ki her türlü emirlerin başlangıcı durumunda olan şirk etmemek emrinin manasının hududlarının belirtildiği noktada. İşte ferd basiretle kendisini ancak bu kaide yoluyla Allah’a bağlıyabilir. Cemiyet her türlü münasebetlerinde ve beşerî hayatına hâkim olan temel ölçülerinde bu değişmez miyar ile Allah’a ulaşabilir. Bundan sonra artık şehvet ve arzuların esintisine yer kalmaz. Ve bu şehvet ve arzulara göre gidip gelen, değişip duran beşeri istilahlara ihtiyaç kalmaz.
«O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın»... Akide binasının üzerine oturduğu, temel mükellefiyetlerin ve farizaların üzerine kaim olduğu, esas hak ve vazifelerin istinad ettiği temel kaynak işte bu kaidedir... Emirler ve nehiylere girmeden, mükellefiyet ve farizalara dalmadan, nizam ve sistemine girişmeden, şeriat ve hükümlere başlamadan önce evvelemirde kaim olması gereken bu kaidedir... İnsanlar önce itikadî yaşayışlarında tek başına Allah’ın ülûhiyetini kabul edip bir başkasını O'na eş koşmadıkları gibi günlük hayatlarında da tek başına Allah'ın Rububiyetini kabul edip, O’na Rububiyet bakımından hiç kimseyi eş koşmamak mecburiyetindedirler... O’nun bu kâinatta taktir ve sebebler âleminde herşeye hâkim olduğunu, tasarruf yetkisinin sadece kendisine ait bulunduğunu, kıyamet gününde de hesap ve mükâfatta yegâne hüküm sahibinin tek başına Allah olduğunu kabullenip gerek hükümler dünyasında, gerekse prensipler âleminde kulların her türlü işine hâkim olanın sadece Allah olduğunu kabullenmek zorundadırlar... İşte bu; vicdanı şirkin pisliklerinden temizlemek, aklı hurafenin kalıntılarından arıtmak, cemiyeti cahiliyetin geleneklerinden kurtarmak, hayatı kulların kullara kulluğundan uzaklaştırmaktır... Her türlü şekli ile şirk İslâm’da ilk olarak yasaklanan şeydir. Çünkü bütün yasaklar ondan sonra gelir. İnsanların bütün güçleriyle üzerinde durmaları ve ağırlıklarını vermeleri gereken ilk kötülük, şirk kötülüğüdür. Allah’tan başka ilâh olmadığını, haktan başka Rab bulunmadığını, Allah’tan başka hüküm ve nizam koyucunun bulunmadığını kabul ettirinceye kadar üzerinde durulması gereken en büyük kötülük, şirk kötülüğüdür. Bütün genişliğine rağmen tevhid akidesi İslâm’ın ilk akidesidir. İşte bunun için bu ayeti celîledeki emirler bu temel kaide ile başlıyor: «O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın.»...
BAKIŞ AÇISI..
BAKIŞ AÇISI.. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Her var olanın bir ustası vardır.Kaidesinden yola çıkarsak. Bu kainatta kendi kendine oluşmuş bir şey olmadığına göre o zaman bu kainatıda bir yaratıcı yaratmış dolayısı ile benide.(insanlığı) O zaman bu yaratıcının beni yönlendirmesi ,Kullanma klavuzu vermesi lazım Normal hayatın akışında yaratıcı ile insanlar arasında ki aracıya peygamber denmiş. o zaman en son peygamberlik iddiasında bulunan kişinin getirmiş olduğu kontrata anlaşma şartlarına bakacağız. (Sonuncusu geçerlidir kaidesinden) (Kader) Sonuncusu Muhammed olduğuna göre onun getirdiği kontratda insanlığa bir rest çekiş meydan okuma var. Yoksa, 'Onu Muhammed uydurdu' mu diyorlar? Onlara de ki; 'Eğer doğru söylüyorsanız, Kur'an'a benzer bir sure ortaya getiriniz, bu konuda Allah dışında kimleri yardıma çağırabilecekseniz, çağırınız. Yunus*38 Aradan bin dört yüz yıl geçmiş hala bir ses yok . Peki şimdi yapsınlar şimdi teknik bir çağdayız her şey eloktronik çoğu şeyi harflerin ve rakamların karışımından yapıyor proğram yapıcıları. o zaman kuran ayetlerinide getirsinler.? Allah kainatı elementlerden yarattığı gibi kuranıda harflerin karışımından yaratmıştır. Diyebilir birileri evet bizimde demokrasimiz var. o zaman demokrasiye ve Muhammedin getirdiği şartlara bakılır.Bu insan fıtratına uygunmu diye. örneğin; Mal can ve namuz konusunda kim ne diyor diye. (Şartlar. Eşyadaki özelliklere uygun düşmesi lazım) Dolayısı ile.. Muhammedin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun.(ölüm cezası veriyor) Demokrasinin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun değil.(Taraf.Aklın üstününden.Hevadan,zenginden) (Halbuki insandaki fıtrat kendisinin olanı kendi isteği dışında bir başkasıyla paylaşmak istemez) olduğu anlaşıldığından fıtrata uygun olan alınır. Dolayısı ile Muhammedin getirmiş olduğu şartlar Yaratıcının gönderdiği şartlar olarak kabül görür. Yaratıcıya ve son peygamberine inanmak vakaya mutabık olur ve Muhammedin getirmiş olduğu şartların bir tanesinin gereği kişi Müslüman olur ve yaratıcının vaadi gereği cenneti kazanmış olur. Kişi bu vaadi elinde tutabilmek için Muhammedin getirmiş olduğu yaratıcının tarifini onaylaması lazım. Yaratıcının kırmızı çizgisi şirktir.(Allah'ın tarifi) (Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'ın da Rabbi olan Allah onların uydurdukları noksan sıfatlardan yücedir, münezzehtir.zuhruf*82 O tarifde budur.) Bu olayı bilen şeytan Medya veya diğer yollarla kafir kişinin Allah tarifini onaylattırarak kişiyi Müslümanım diye diye cehennemin bir başka kapısından içeri atıyor. ***************************************************************** "Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım." "Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın." (Allah) buyurdu: "Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. And olsun ki,onlardan sana kim uyarsa, (bilin ki) sizin hepinizden (derleyip) cehennemi dolduracağım." (A'RAF/16-18) Şeytan Müslüman kılıfına bürünüp prof etiketiyle Atv ve flastv gibi kanallarda Nihat hatipoğlu,Cübbeli Ahmet gibi kişiler vasıtasıyla şu Allah tarifini sunuyor eğer sen onların söylemiş olduğu Akideyi benimser ve onaylarsan Kafir oluyor ve ebedi cehenneme gidiyorsun.Her ne kadarda diğer islamın şartlarını yerine getirsende. Ey insanlar, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın şeytan, sizi Allah'ın affına güvendirerek ayartmasın.Fatır.5 MÜSLÜMANLARIN VE KAFİRLERİN ALLAH TARİFİ,TANIMI..SEN BU TARİFİN NERESİNDESİN? http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fbVideoBAKIŞ AÇISI.. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Her var olanın bir ustası vardır.Kaidesinden yola çıkarsak. Bu kainatta kendi kendine oluşmuş bir şey olmadığına göre o zaman bu kainatıda bir yaratıcı yaratmış dolayısı ile benide.(insanlığı) O zaman bu yaratıcının beni yönlendirmesi ,Kullanma klavuzu vermesi lazım Normal hayatın akışında yaratıcı ile insanlar arasında ki aracıya peygamber denmiş. o zaman en son peygamberlik iddiasında bulunan kişinin getirmiş olduğu kontrata anlaşma şartlarına bakacağız. (Sonuncusu geçerlidir kaidesinden) (Kader) Sonuncusu Muhammed olduğuna göre onun getirdiği kontratda insanlığa bir rest çekiş meydan okuma var. Yoksa, 'Onu Muhammed uydurdu' mu diyorlar? Onlara de ki; 'Eğer doğru söylüyorsanız, Kur'an'a benzer bir sure ortaya getiriniz, bu konuda Allah dışında kimleri yardıma çağırabilecekseniz, çağırınız. Yunus*38 Aradan bin dört yüz yıl geçmiş hala bir ses yok . Peki şimdi yapsınlar şimdi teknik bir çağdayız her şey eloktronik çoğu şeyi harflerin ve rakamların karışımından yapıyor proğram yapıcıları. o zaman kuran ayetlerinide getirsinler.? Allah kainatı elementlerden yarattığı gibi kuranıda harflerin karışımından yaratmıştır. Diyebilir birileri evet bizimde demokrasimiz var. o zaman demokrasiye ve Muhammedin getirdiği şartlara bakılır.Bu insan fıtratına uygunmu diye. örneğin; Mal can ve namuz konusunda kim ne diyor diye. (Şartlar. Eşyadaki özelliklere uygun düşmesi lazım) Dolayısı ile.. Muhammedin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun.(ölüm cezası veriyor) Demokrasinin getirdiği şartlar insan fıtratına uygun değil.(Taraf.Aklın üstününden.Hevadan,zenginden) (Halbuki insandaki fıtrat kendisinin olanı kendi isteği dışında bir başkasıyla paylaşmak istemez) olduğu anlaşıldığından fıtrata uygun olan alınır. Dolayısı ile Muhammedin getirmiş olduğu şartlar Yaratıcının gönderdiği şartlar olarak kabül görür. Yaratıcıya ve son peygamberine inanmak vakaya mutabık olur ve Muhammedin getirmiş olduğu şartların bir tanesinin gereği kişi Müslüman olur ve yaratıcının vaadi gereği cenneti kazanmış olur. Kişi bu vaadi elinde tutabilmek için Muhammedin getirmiş olduğu yaratıcının tarifini onaylaması lazım. Yaratıcının kırmızı çizgisi şirktir.(Allah'ın tarifi) (Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'ın da Rabbi olan Allah onların uydurdukları noksan sıfatlardan yücedir, münezzehtir.zuhruf*82 O tarifde budur.) Bu olayı bilen şeytan Medya veya diğer yollarla kafir kişinin Allah tarifini onaylattırarak kişiyi Müslümanım diye diye cehennemin bir başka kapısından içeri atıyor. ***************************************************************** "Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım." "Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın." (Allah) buyurdu: "Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. And olsun ki,onlardan sana kim uyarsa, (bilin ki) sizin hepinizden (derleyip) cehennemi dolduracağım." (A'RAF/16-18) Şeytan Müslüman kılıfına bürünüp prof etiketiyle Atv ve flastv gibi kanallarda Nihat hatipoğlu,Cübbeli Ahmet gibi kişiler vasıtasıyla şu Allah tarifini sunuyor eğer sen onların söylemiş olduğu Akideyi benimser ve onaylarsan Kafir oluyor ve ebedi cehenneme gidiyorsun.Her ne kadarda diğer islamın şartlarını yerine getirsende. Ey insanlar, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın şeytan, sizi Allah'ın affına güvendirerek ayartmasın.Fatır.5 MÜSLÜMANLARIN VE KAFİRLERİN ALLAH TARİFİ,TANIMI..SEN BU TARİFİN NERESİNDESİN? http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb
BİR İNSANIN BU DÜNYAYA GELİŞ GAYESİ İÇİN TAKİP EDECEĞİ İSTİKAMET. - Dailymotion Video
BİR İNSANIN BU DÜNYAYA GELİŞ GAYESİ İÇİN TAKİP EDECEĞİ İSTİKAMET. Beşeri ideolojiler ise, tıpkı maddenin vakıasını ve maddenin asli unsurlarının insanın gündelik işlerini kolaylaştırıcı yönünü inceleyen beşeri bilimler gibi deneme-yanılma yöntemiyle tecrübe edilerek değişime ve dönüşüme uğra(til)maları sözkonusudur. Aslında burada yapılan hata, insanın maddeye kıyas edilmesidir ********************************* İdeolojinin istilahi/kavramsal anlamı, kendisinden nizamların çıktığı aklî akidedir. Bu Akide ise İnsan, Hayat ve Kâinat hakkında, Dünya hayatının öncesi ile sonrası hakkında ve Dünya hayatının öncesi ile sonrasının birbiri ile olan alâkası hakkında insanın zihninde mevcut olan temel sorulara (büyük düğüme) ilişkin akla kanaat getirici, fıtrata uygun ve kalbe güven verici cevaplar vermek zorundadır. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2013/12/akide-ideoloji-ve-kitlelesme-baglaminda.html?spref=fb Bu yazıları ve videoları tercüme ettirin ve dinleyin. Sonra ahiretteki mahkemede ben duymadım deme. Bak ben size anlatıyorum anlatmadılar filan deme..! https://www.youtube.com/watch?v=Ji14QI0aj18 http://youtu.be/iCyCXRJrFFA http://youtu.be/gQUV4OyvQjI http://youtu.be/W5P0oZytD6A ************************************************************* «Akıl ve fikir sahibi hiçbir kimse düşünür veya inanır mı ki http://seyyitkutubtefsiri.blogspot.nl/2016/05/ne-kadar-derin-dusunursek-dusunelim.htmlBağlantıBİR İNSANIN BU DÜNYAYA GELİŞ GAYESİ İÇİN TAKİP EDECEĞİ İSTİKAMET. Beşeri ideolojiler ise, tıpkı maddenin vakıasını ve maddenin asli unsurlarının insanın gündelik işlerini kolaylaştırıcı yönünü inceleyen beşeri bilimler gibi deneme-yanılma yöntemiyle tecrübe edilerek değişime ve dönüşüme uğra(til)maları sözkonusudur. Aslında burada yapılan hata, insanın maddeye kıyas edilmesidir ********************************* İdeolojinin istilahi/kavramsal anlamı, kendisinden nizamların çıktığı aklî akidedir. Bu Akide ise İnsan, Hayat ve Kâinat hakkında, Dünya hayatının öncesi ile sonrası hakkında ve Dünya hayatının öncesi ile sonrasının birbiri ile olan alâkası hakkında insanın zihninde mevcut olan temel sorulara (büyük düğüme) ilişkin akla kanaat getirici, fıtrata uygun ve kalbe güven verici cevaplar vermek zorundadır. http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2013/12/akide-ideoloji-ve-kitlelesme-baglaminda.html?spref=fb Bu yazıları ve videoları tercüme ettirin ve dinleyin. Sonra ahiretteki mahkemede ben duymadım deme. Bak ben size anlatıyorum anlatmadılar filan deme..! https://www.youtube.com/watch?v=Ji14QI0aj18 http://youtu.be/iCyCXRJrFFA http://youtu.be/gQUV4OyvQjI http://youtu.be/W5P0oZytD6A ************************************************************* «Akıl ve fikir sahibi hiçbir kimse düşünür veya inanır mı ki http://seyyitkutubtefsiri.blogspot.nl/2016/05/ne-kadar-derin-dusunursek-dusunelim.html
Dâva adamı çalışmasını, düşüncesini ve kafasını hep dâvaya \ ters düşen dâvaya karşı gelen iman duygusundan ve hidayet nimetinden mahrum kimselere dikmemelidir. Mühim olan kafasını ve gönlünü, duygu ve düşüncesini inanan ve kabul edenlere vermektir. Dâva adamlarının kendi bünyelerini bu esaslara göre düzenleyip bildikleri dinin temel kaidelerine uymalıdırlar... Akide kaidesine. Ayrıca bu akide esasları dahilinde hayat ve kâinatla ilgili derin ve mükemmel bir düşünce tarzı meydana getirmek mecburiyetindedirler. Kendi huylarını ve hareketlerini ve küçük cemiyetlerinin temel yapısını bu akide esasına göre kurmak zorundadırlar. Şu kadar var ki bütün bunlar çalışmayı gerektirir. Enerji sarfetmeyi icap ettirir. Karşı safta duranlara gelince onların payına düşen davet ve tebliğden sonra ihmal edip yüz çevirmektir. Şu yet onların gönlünde de Hak filizleri gelişirse İlâhî kanunlar oruda da fonksiyon icra ederler. Hakkı batılın üzerine gönderir ve onu beyninden vururlar. Bir de bakarsınız ki batıl yok olmuş gitmiştir Muhakkak şekilde Hak kendi varlığını göstermek mecburiyetindedir. En mükemmel ve doğru şekli ile hak varlığını gösterdiği zaman batılın durumu gayet basittir. Ömrü de o derece kısadır Her ne kadar Resulullah müşriklerden yüz çevirmekle emrolunmakta ise de âyeti kerîme müminlerin müşriklerden yüz çevirmelerinin bir edep ve vakar dahilinde olmasını, müminlere uygun düşen bir efendilik içinde yürümesini belirtiyor. Müşriklerin ilahlarma küfretmemekle emrolunuyorlar. Olabilir ki bu küfür müşriklerin de Allah’a hâşâ küfretmelerine vesile olur. Çünkü onlar Allah’ın kudret ve azâmetini bilmiyorlar. Müminlerin onların kü çük ve zavallı ilâhlarına küfretmeleri onların da Celâl ve Azamet sahibi Allah’a küfretmelerine sebeb olabilir:
Her peygambere düşmanlık yapanlar, her peygamberin izinde gidenlere karşı dikilenler. Bunlar «şeytanlardır«... İnsanlardan ve cinlerden şeytanlar grubunun, hepsi de bir tek vazife İcra etmektedirler. Hepsi birlikte Allah dostlarına karşı gelip diretmek, aldatmak ve düşmanlık vazifesini yerine getirmekle beraber birbirlerini de aldatırlar... 2 — Bu şeytanlar yaptıkları şeylerin hiç birisini kendi elleriyle yapmıyorlar. Gerek peygamberlere gerekse peygambere tabi olanlara eziyet ederken kendiliklerinden özel bir kudrete sahip bulunmuyorlar. Hepsi de Allah’ın mübarek kabzai kudreti içerisindedirler. Allah iradesine mebni olarak bu şeytanlarla kendi dostlarını imtihan ediyor. Böylece dostlarını tecrübeden geçiriyor, kalblerini temizliyor ve sahip olarak gönderildikleri hak yolunda sabredip etmediklerini deniyor. Şayet sabrederek imtihanı başarırlarsa, Allah onlardan bu musibetleri kaldırıyor. Ve bu düşmanları yok ediyor. Bundan sonra o düşmanlar Allah dostlarına ellerini kaldıramıyorlar. Rezili rüsva olup zaafla geri dönüyorlar. Ve kendi günahlarını da, omuzlarında taşıyorlar: «Şayet Allah dileseydi onlar bunu yapamazlardı» .. 3 — Gerek insanlardan gerekse cinlerden şeytanların şeytanlık yapmalarına müsaade edilmesini icap ettiren husus İlâhî hikmettir. Allah onları kendi iradeleri ve istekleri muvacehesinde imtihan etmektedir. Bu şeytanlar muayyen bir zamanda Allah dostlarına eziyet etmek hususunda kendi başlarına bırakılmışlardır. Bu arada Hak Taâlâ kendi dostlarını da denemekte, sabredip etmediklerini, üzerlerine batıl hücum ederken ve baştan aşağı kuşatırkenn hak üzre sebat edip etmediklerini denemek için bunları yapmaktadır. Kendi nefislerini bir kenara iterek Allah yolunda gizli açık fedakârlıklara katlanacak ve kendilerini Allah yolunda feda edecek samimiyete sahip olup olmadıklarını denemek için yapmaktadır Yoksa Allah’ü Taâlâ bütün bunların hiç birisinin yapılmasına da kadirdir. 4 — Gerek insanlardan, gerekse cinlerden o şeytanlık edenler, onların hile ve eziyetlerinin hiç birisi kendi güçleri ile değildir. Ve hiçbir zaman Allah’ın müsaade ettiklerinin dışına çıkmazlar. Takdir edenin yüce Allah olduğunu ve herşeyin O’nun izni ile meydana geldiğini bilen mümin hiç şüphesiz ki kendi düşmanlarını ne kadar kuvvetli olursa olsun, ne kadar üstünlük taslarlarsa taslasınlar, küçümser. İşte Resulullah’a gelen yüce tevcihat bu hususa dikkat nazarlarını tevcih ediyor: «Sen onları iftiraları ile başbaşa bırak»... Bırak sen onları. Kendi iftiraları ile başbaşa kalsınlar. Arkalarından onları tutacak olan benim. Onları cezalandıracak da benim. Bu arada gerek şeytanların ve gerekse müminlerin imtihan edilmelerinin bir başka hikmeti daha vardır... Evet, bu düşmanlığın, bu duyguların, bu sözle aldatmaların ve gururlandırmaların gerisinde Allah’ü Taâlâ başka hikmetler takdir buyurmuşlur. «Bu şeytanlar, âhirete inanmayanların, kalplerinin bu İnançsızlığa yönelmesi, ondan hoşnud olması ve kendilerinin işledikleri suçları işlemeleri için o sözleri fısıldarlar»... Yani âhirete inanmayan kulların kalplerinin de bu parlak ve aldatıcı sözlere kulak asmaları için... Bunlar bütün dikkatlerini dünya üzerine teksif ediyorlar. Bu dünyada şeytanların her peygambere oyunlar hazırladığını ve her peygamberin tabilerine eziyetler ettiklerini ve birbirlerine bir takım söz ve hareketlerini aldatıcı parlaklıklarla süslediklerini görüyorlar. Böylece şeytanlara boyun eğiyorlar, onların batıl ve aldatıcı cazibelerine kanıyorlar ve hileli tuzaklarına düşüyorlar. Sonra da kazandıkları kadar günah kazanıyorlar. Şerre, bozgunculuğa ve günahkârlığa dalıyorlar. Sırf bu duyguların tesirinde kalarak ve bu inançsızlığa yönelmelerinden dolayı... Bu hususta da yine amir güç Allah’ın takdiridir. Onun da gerisinde tecrübe ve imtihan faslı yer alır. Burada herken İçin dilediği şekilde çalışma fırsatı hazırlanmaktadır. Ve herkes en adıl ölçüler içerisinde ceza ve mükâfatını elde edecektir. Hem hayatın salâh bulması, hakkın kesin şekilde temayüz etmesi, hayrın sabırla bilenmesi, şeytanların günahlarını kıyamet gününde tam olarak yüklenmeleri için irade buyurmuştur bunu takdiri İlâhi Her şeyin Allah’ın iradesine uygun olarak cereyan etmesi için Allah dostları ve Allah düşmanları... Bu İlâhi iradenin icabıdır ve dilediğini yapan şüphesiz ki Allah’tır. Bir taraftan cinlerden ve insanlardan şeytanlarla, peygamberler ve peygamberlere uyanların arasında cereyan eden çatışmaları. Öbür yandan da Allah'ın hakim ve geçerli iradesini canlandıran bu Kuran manzarası.Evet bu manzara karşısında biraz durup dikilmemiz gerekir.
ŞEYTAN, İNSAN VE MÜSLÜMAN KILIĞINA GİREBİLİR....2 - Dailymotion Video
Bir zamanlar gerek Allah’ın Kitab’ına ve âyetlerine inanan müslümanlar, gerekse haçlı ve siyonist kitap ehlinin, hükmüne baş vurduğu Allah Kitab’ından başka kitapların bulunmadığı bir yerde... İşte bütün bu hareketlerin gerisinde, bu nevi çirkin gaye ve hedeflerin arkasında kurulacak her türlü nizam ve idarelerin arka plânında siyonistler ve haçlıların teşkil ettiği ehil kitap topluluğu yer almaktadır. http://seyyitkutubtefsiri.blogspot.nl/2016/05/bir-zamanlar-gerek-allahn-kitabna-ve.html https://www.dailymotion.com/video/x3cdngb_seytan-insan-ve-musluman-kiligina-girebilir-2_videogamesBağlantıŞEYTAN, İNSAN VE MÜSLÜMAN KILIĞINA GİREBİLİR.... DEMOKRASİ KÜFÜR NİZAMIDIR ONU ALMAK, TATBİK ETMEK VE ONA DAVET ETMEK HARAMDIR "Ey iman edenler ! Allah'a itaat edin. Resule ve sizden olan emir (yönetim) sahiplerine de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah'a ve Resul'e götürün. Allah'a ve Ahiret'e iman ediyorsanız, bu hem hayırlı hem de netice bakımından daha iyidir. • Sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Zira tağutla (Allah'ın şeriatı dışındaki hükümlerle) muhakeme olmak istiyorlar. Halbuki onu inkâr etmeleriyle emr olunmuşlardı. şeytan ise onları büsbütün saptırmak istiyor. • Onlara; Allah'ın indirdiğine ve Resul'e (yani İslâm şeriatı'na) gelin, denildiği zaman münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün. • (Nisa : 59,60,61) http://islamdevleti.info/kitaplar/demokrasi/index.htm Mefhumlar; zihinde vakıası idrak edilebilen manalardır. http://huseyinsas.blogspot.nl/2015/11/mefhumlar-zihinde-vakas-idrak_12.html?spref=fb
Zalimlerin bir kısmını kazandıklarından ötürü, diğer bir kızmına böylece musallat ederiz»... Tıpkı cinlerle insanlar arasındaki bu dostlukta olduğu gibi.ve aynen bu dostluğun sürüklediği akibette görüldüğe gibi Aynı şekilde ve aynı kaideye dayanarak. Kazandıklarından ötürü zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmına musallat ederiz. Bir kısmını diğerine dost kılarız. Çünkü onlar aralarında tabiat ve hakikat itibariyle bir benzerlik vardır. Çünkü onların aralarında hedef ve gaye bakımından bir birlik mevcuttur. Çünkü onları bekleyen akibet aynı akibettir... Burada söz konusu edilen prensip; hedef ve ,münasebet bakımından o günkü durumun sınırlarından çok daha geniştir. Bu prensip umumiyeti itibariyle insanlardan ve cinlerden,, şeytanların arasında hâkim olan dostluğun mahiyetine temas etmektedir. Gerçekten de zalimler —yani ne şekilde olursa olsun Allah’a şirk koşanlar hakka ve hidayete karşı gelmek için her zaman birleşirler. Hak peygamberlere ve onlara inanmış kimselere düşmanlık konusunda birbirine yardımcı olurlar. Şekilleri ne kadar değişik olursa olsun, aynı tînete sahip olmaları bir yana, onlar aynı gayenin adamıdırlar. Birleşme menfaatleri insanların üzerindeki rubûbiyet hakkını gasbetme esasına dayanır. Ayrıca Allah’ın Hakimiyetini tanımaksızın nefsin emirlerine kul olma esasına istinat eder. Her ne kadar aralarında ihtilaflar ve menfaat çatışmaları görülürse de, Allah dostlarıyla ve Allah’ın dinine karşı bir savaş söz Konusu olduğu zaman birbirlerine destek olduklarını ve tek kitle halinde bu savaşa katıldıklarını her zaman müşahede etmekteyiz İşle aralarındaki dostluk bir gaye ve hedef birliğine ve tîynetlerinin aynı olmasına mebnidir. Ayrıca kazandıkları günahları ve kötülükleri dolayısıyla yukarda arzedilen sahnede gördüğümüz gibi ahiretteki akibetlerinin de aynı olması yüzündendir bu. Biz bu devrede ve birçok asırlardan beri insanların şeytan kısmını teşkil eden haçlıların, siyonistlerin, putperestlerin ve komünistlerin kendi aralarındaki askerî ihtilaflara rağmen kocaman bir Kille halinde birleştiklerini ve İslâm’a karşı müşterek bir harp açıklarını, yeryüzünün neresinde olursa olsun her türlü İslâmî diriliş hareketini daha doğarken bastırmaya çalıştıklarını müşahede etmekteyiz. Gerçekten de bu birleşmeler çok korkunçtur. İslâm’a harp açmak konusunda asırlardan beri bu birleşmenin sağlanması için çalışılmaktadır. Her türlü maddî ve kültürel kuvvetler bu hedefe döndürülmüştür. O iğrenç şeytanî metotları tahakkuk ettirmek için belirlilen hedeflere uygun olarak her yerde harket eden ve aynı topluluğun hiyle ve bozgunculuk vasıtalarıyla aynı oyuna devam edilmektedir. İşte bu birliklerin teşekkülünde Allah’ü Taâlâ’nın bu yüce sözü tecellî ediyor: «Kazandıklarından ötürü zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmına böylece musallat ederiz»... Aynı husus üzerinde Allah’ın yüce Peygamber’ine belirttiği şu tatminkâr İfadeler de mutabık geliyor: «Şayet Allah dileseydi onlar bunu yapamazlardı. Onları iftiraları ile başbaşa bırak»... Şu kadar var ki, bu tatminin bir esasa istinat etmesi için Resulullah’ın izini takip eden ve bu dine, müminlere karşı girişilen bu korkunç savaşta kendisini o günkü müminlerin yerinde kabul eden inanmış bir Kitlenin mevcut olması ve hareket halinde bulunması gerekmektedir
İSLAM DÜŞMANLARI: KADİM ŞİRK FELSEFESİ: TASAVVUF
Bu âyetlere göre İbn-i Arâbi’nin felsefesi beş para etmez bir zırvalık olarak damgalanır. Yine Celâleddin Rûmi’den (câhillikle “Mevlâna” denilen kişi) bir örnek verelim: Ahmet Eflâki’nin (Mevlana’nın öğrencisi ve Ariflerin Menkıbeleri kitabının yazarı H.G.) anlattığına göre Şems, Kimyâ Hâtun adlı bir câriye ile Celâleddin Rûmi tarafından nikâhlanır. Bir-gün Celâleddin Rûmi Şems’in ziyâretine gider, içeri girince Kimyâ Hatun’la sevişmekte olduğunu görür. Hemen dışarı çıkar. Biraz bekledikten sonra içeri girer. Yanında kimseyi göremez. Bunun üzerine Celâleddin Rûmi, Şems’e yanındakinin nereye gittiğini sorar. Şems şöyle cevap verir: “O senin gördüğün Cenâb-ı Allah idi. Cenâb-ı Allah’ın ne kadar sevgili bir kuluyum ki Kimyâ Hâtun sûretinde bana geldi” der. Şerefsizliğe pik yaptıran bu sözü büyük bir câhillikle, sapık bir hûşû ile söyleyenlere ve dinleyenlere yazıklar olsun!. Yine derler ki: Mürid, Mürşidini, karısının üstünde iken, ikisi de çırılçıplak olarak yakalasa, o mürid şöyle düşünmelidir: “Bu gördüğüm zâhirde belki böyledir ama bâtında gördüğüm gibi değildir. Bu nedenle mürşidime yanlış zanda bulunmamalıyım. Mürşidim sürekli bâtıni âlemlerde gezdiğinden ve kim-bilir hangi mânevi hâllerde olduğundan J, şu gördüğüm şey zâhiri ve aldatıcıdır ve hak değildir. Bu nedenle şeytanın zâhiri görünüş olarak beni ayartmasına kanmamalıyım ve gördüğümden etkilenmeyip hayra yormalıyım”. İşte insanları böyle aptallaştırıp sömürüyorlar. Len ahmak! “Şeyh-efendi” dediğin o şerefsiz, senin karıyı kafaya almış ve zînâ yapıyor ve birazdan da iş nihâyete erecek. Ne bâtınından-zâhirinden bahsediyorsun sen. Git de nâmusuna el uzatan o şerefsizi gebert!. İslâm adına kayda-değer tek bir eser bile vermemiş olan Celâleddin Rûmi, Kur’ân’da yine sâdece Kur’ân için söylenmiş ve Kur’ân’ı öven ve tanıtan ifâdeleri, şirk kitabı olan Mesnevi’nin ön-sözünde bakın nasıl da küstahça kullanıyor: “Bu kitap, Mesnevi kitabıdır. Mesnevi, hakîkate ulaşma ve yakin sırlarını açma husûsunda din asıllarının asıllarının asıllarıdır. Tanrı’nın en büyük fıkhı, ­Tanrı’nın en aydın yolu, Tanrı ‘nın en açık bürhânıdır. Mesnevi, içinde kandil bulunan kandilliğe benzer (Nûr 35). Sabahlardan daha aydın bir sûrette parlar. Kâlplere cennettir; pınarları var, dalları var, budakları var. O pınarlardan bir tânesine bu yol-oğulları Selsebil derler. Makam ve kerâmet sâhiplerince en hayırlı duraktır, en güzel dinlenme yeri. Hayırlı ve iyi kişiler orada yerler, içerler. Hür kişiler ferahlanır, çalıp çağırırlar. Mesnevi, Mısır’daki Nil’e benzer: Sabırlılara içilecek sudur, Firavun ‘un soyuna, sopuna ve kâfirlere hasret. Nitekim Tanrı da “Hak, onunla çoğunun yolunu azıtır, çoğunun da, yolunu doğrultur (İsrâ 9). Şüphe yok ki Mesnevi gönüllere şifâdır (İsrâ 82). Hüzünleri giderir, Kur’ân’ı apaçık bir hâle koyar (En’am 114). Rızıkların bolluğuna sebep olur, huyları güzelleştirir. Şanları yüce, özleri hayırlı kâtiplerin elleriyle yazılmıştır (Abese 13-16). Temiz kişilerden başkalarının dokunmasına müsaade etmezler (Vâkıa 79). Mesnevi, âlemlerin Rabbinden inmedir (Vâkıa 80; Bakara 79; Âl-i İmran 78; Mâide 13). Bâtıl ne önünden gelebilir, ne ardından (Fussilet 42). ­Tanrı, onu korur, gözetir (Hicr 9); Tanrı, en iyi koruyandır, merhâmetlilerin en merhâmetlisidir. Mesnevi’nin bunlardan başka lâkapları da var, o lâkapları veren de Tanrı’dır. Fakat biz, bu az lâkapları anarak sözü kısa kestik. Az çoğa, bir yudum su göle, bir avuç tâne büyük bir harmana delâlet eder”. Tasavvufta merâtip ya da “makam” denilen hayâli mertebelerde belli yere gelenler, -hâşâ- peygamberden bile üstün olabiliyorlar. Kâinâtı ellerinde tesbih gibi oynuyorlar. Kıpırdayan her yapraktan haberdarlar. Kendilerine peygamberlere bile gelmeyen vahiyler geliyor. Veli oluyorlar, gavs-kutup oluyorlar, peygamber oluyorlar, Hızır oluyorlar ve -hâşâ- Allah oluyorlar. Hattâ “Allah olamayana” acıyorlar. Kendilerini Allah îlan ediyorlar. Hattâ “bana Allah olduğumu Mevlâna öğretti” diyenler bile var. Bu nedenle tasavvufta Allah ve peygamber yoktur. Allah ve peygamber -sümme hâşâ- kendileridir zîrâ. Yine oturdukları yerden “tecelliler” alıyorlar, ilhamlar geliyor, vahiyler gönderiliyor. Bir tavırlar, bir tavırlar. Kibirleri gökleri delen bu zavallılar kendilerini bir şey zannediyor. Kıçlarındaki boku temizlemekten âcizler ama kendilerini ilah olarak görüyorlar. Hadlerini bilmez bir şekilde diyorlar ki: “Enel hak”, “Ben Hakkım”; “cübbemin içinde Allah’tan başka bir şey yok”; “şânım ne büyük” vs. vs. Artık şeytan ne fısıldarsa..Bağlantı
Sənə ölüm gələnədək Rəbbinə ibadət et. (Quran 15/99)
Sənə ölüm gələnədək Rəbbinə ibadət et. (Quran 15/99)VideoSənə ölüm gələnədək Rəbbinə ibadət et. (Quran 15/99)
OKU,ÖĞREN;İSTİKAMETİNİ BELİRLE...: Ne zaman bu akide M e k k e ’ li müslümanlar topluluğunun...
Bu dini müdafa etme durumunda olan bir takım gayretkeşler hem kendi zihinlerini, hem de halkın zihnini şu hükmün Allah’ın şeriatına mutabık olduğunu bu icraatın mutabık olmadığını, şu sözün Allah’la hükmüne uygun düştüğünü, öbürünün uygun düşmediğini anlatmakla meşgul oluyorlar. Şurada burada karşılaştıkları basit muhalefetler üzerinde son derece bir gayreti diniye kaplıyor kendilerini. Sanki dünyada İslâmiyet varmış ve bütünüyle hâkimmiş gibi. Ve sadece karşılaştıkları o muhalefetle ve yanlışlıklar İslâm’ın kıyamına kemâliyle mevcudiyetine engel oluyormuş, hâkimiyetini eksiltiyormuş gibi. İşte bu hamaset sahibi gayretkeşler haddi zatında farkına varmadan bu dine en büyük kötülüğü yapmaktadırlar. Hatta bu gülünç ve önemsiz dikkat ve himmetleriyle çok temiz kimseleri ezmektedirler. Bir bakıma halkın içinde yer etmiş olan ve henüz sönmemiş bulunan itikadî enerjiyi, akide potansiyelini bu gülünç ve basit mevzuları ehemmiyetli konularmış gibi göstererek harcamaya ve boş boşuna yok etmeye sebep olmaktadırlar. Böylece bilmeden de olsa bu cahiliyyet nizamına gizlice yardım etmektedirler ve açıkça bu dinin kaim olduğunu, her şeyin yerli yerince bulunduğunu, sadece söz konusu edilen bir takım aksiliklerin tashih edilmesinin gerektiğini ifade etmektedirler. Halbuki esas itibariyle Allah’ın dininin yeryüzünde mevcudiyeti bahis mevzuudur. Madem ki Allah’ın nizamı ve hâkimiyetini temsil eden mümin; varlıklar âleminden silinmiş, kuşların hâkimiyetine değil, Allah’ın hâkimiyetine dayalı nizam ortadan kaldırılmıştır. Şurası bir gerçektir ki bu dinin varlığı Allah’ın hâkimiyetinin varlığına bağlıdır. Bu ana kaide mevcud olmayınca yeryüzünde Allah’ın dininin varlığıda bahis mevzuu edilemez... Binaenaleyh günümüzün dünyasında bu dinin karşı karşıya bulunduğu en büyük problem Allah’ın ülûhiyetine tecavüz etmiş bulunan putlara ve tağutlara karşı dikilmek, Allah’ın hâkimiyetini gasbederek kendi kendisinde teşri yetkisinin varlığını savunan zalim diktatörlere karşı çıkmaktır. İşte o günde Kur’an-ı Kerîm’in bunca açıklamalar prensip ve tesirler yığını ile karşı koymaya çalıştığı, ülûhiyet ve ubudiyet dâvası ile münasebettar kubul ettiği ana problem işte bu problemdir. Ve bu hususu Kur’an; iman yahut küfrün ölçüsü, cahiliyyet veya İslâm’ın miyarı olarak kabul etmiştir.Bağlantı
OKU,ÖĞREN;İSTİKAMETİNİ BELİRLE...: Şu kadar var ki yanıp tutuşan güneşimiz, parlayıp duran...
Gerçekle hiç alakası olmayan bir vehim olmaktan öteye geçmez. Nitekim S i r james Jeans son olarak bu görüşe dönmüş ve kâinatın fiili bir varlığa muhtaç olmadığını ve sadece zihnimizdeki suretlerden ibaret olduğunu ileri sürmüştür. Bu görüşe uyarak diyebiliriz ki biz bir vehimler dünyasında yaşıyoruz. Meselâ bindiğimiz şu trenin dokunduğumuz şu vasıtalar hayalden başka birşey değildir. Ona binenler de hayellerdir. Bu trenler varlığı bulunmayan nehirlerin Üzerinden geçmekte, maddi olmayan köprülerden aşmaktadırlar. Bu tamamen hayalî bir görüştür, üzerinde tartışma veya münakaşaya dalmak lüzumsuzdur.» 1 «İkinci görüşe gelince ki buna göre içinde yaşadığımız âlem bütün maddesi ve enerji kaynakları ile birlikte olduğu şekilde yoktan meydana gelmiştir. Bu görüş de bir önceki görüşden basitlik bakımından geride kalmaz. Üzerinde fikir serdetmeye ve tartışmaya bile lüzum yoktur. Kâinatın ezeli olduğunu ve başlangıcının bulunmadığını ileri süren üçüncü görüş ise bu kâinatın yaratanının bulunması gerekliğini ileri süren görüşe yakındır. Bu kâinatı yaratan ezelî tek bir unsur vardır. Öyleyse biz bu ezelilik sıfatını ya tek başına ölü bir âleme nispet edeceğiz yahut da yaratan canlı bir ilâha bu iki ihtimalden birini diğerine tercih etmek fikrî zorluk bakımından durumun değişmesine sebep olmaz. Ancak termo dinamik kanunları bu kâinatı meydana getiren unsurların tedrici olarak ısısını kaybettiğini ve bir gün kesinlikle kâinattaki bütün çisimlerin sıfırın altında bir sıcaklık seviyesine düşeceğini ve o gün de bütün enerjinin yok olup hayatın değişeceğini ileri sürüyorlar. Bu durumun meydana gelmesi için hiçbir engel yoktur. Zira cisimlerin sıfırın altına düştüğü zaman, zamanla enerji stokları tamamen yok olur. 2 Şu kadar var ki yanıp tutuşan güneşimiz, parlayıp duran yıldızlarımız ve muhtelif hayat şekilleri ile dolup taşan dünyamız tamamen açık bir şekilde bu kâinatın esasının muayyen bir zamanda başlamış olmasını gerektirir. Şu halde kâinat \ sonradan meydana gelmiştir. Ve bu da demektir ki bu kâinatın başlangıcı olmayan ezelî ve ebedî, İlmî her şeyi kuşatmış, kudretinin hududu olmayan güçlü bir yaratana ihtiyacı vardır. Ve elbette bu kâinat O’nun kudret elinden çıkmış olmalıdır.»... Allah’ü Taâlâ her şeyin yaratanıdır. O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. İşte Kur’an’ın üzerine kaim olduğu ana kaide. Tek başına Allah’a ibadet etmeyi rububiyetin bütün mefhumları ile O'nun rububiyetine bağlanmayı gerektirdiği temel esas. ALLAH’IN ZATI «İşte rabbmız olan Allah. O’ndan başka ilâh yoktur. Şu halde O’na ibadet edin. O, herşeyin üstünde mutlak bir vekildir» O’nun hâkimiyeti sadece insanlara mahsus değildir.Herşey O’nun hâkimiyeti altındadır. Çünkü O’dur herşeyi yaratan. İşte müşriklerin cahiliyyet devrinde iken büsbütün inkâr etmedikleri temel kaideyi yerleştirmekten maksat bunu ifade etmektir.Evet onlar Allah'ın varlığını inkâr etmiyorlardı. Ama Allah'ın varlığını kabul etmenin gereğini de yerine getirmiyorlardı. Bu gerceği kabul etmenin icabı Allah’ın emirlerine boyun eğmek, O'na itaat etmek, tek başına O’nun hâkimiyetine teslim olarak O’nun dinine bağlanmaktır. * ** Sonra Allah’ü Taâlâ’nın sıfatlarını belirten ifadeler yer alıyor. Bu ifadeler mevzuu öyle çepeçevre sarıp kuşatıyor ki beşer lisanı bunu tavsif edecek kelimelere malik değildir. Bırakalım sözü Kur’an’a da tatlı bir şeffafiyet ve yumuşaklık içerisinde onun parıltılarını alalım. O aydınlatsın her tarafı. İnsanı dehşete ve hayrete düşüren İlâhî sıfatların üzerindeki örtüyü o kaldırsın ve manzarayı olduğu gibi gözler önüne sersin. Budur işter insana huzur veren, rahat bahşeden ve nuranî bir şeffafiyetle kaplıyan.Bağlantı
RAŞİDİ HİLAFET İSTİYORUM: Diyorlar ki; Bu ümmete vahdet lazım. Diyorum ki; Vahdet için evvela...
ALLAH'IN SON PEYGAMBERİNE İNANAN MÜSLÜMANDIR. SÜBHAN ALLAH MANASINI ONAYLAYAN CENNETİ GARANTİ ŞARTLARI UYGULA YÜKSELBağlantıDiyorlar ki; Bu ümmete vahdet lazım.Diyorum ki; Vahdet için evvela TEVHİD lazım.Şehid Seyyid KutupİSLÂM AKİDESİ(İLİMLER PAKETİ)Akideler ancak, kesinlik ifade eden delilden alınır. Akidenin delilinin kesin olması lazımdır. Çünkü Allahu Teâla zannî olana itikat edenleri zemmederek şöyle buyurmuştur :…
TARİF:
Tarifin tarifi: Vakayı, eşyaları ve olayları anlatım şeklidir.BağlantıTarifin ne olduğunu anlayabilmemiz için, öncelikle tarifin tarifini açıklamak gerekir. Çünkü  her ‘şeyin' tarifi olduğu gibi tarifinde tarifi vardır.   Tarifin tarifi:  Vakayı,...
ARŞİV: MÜ'MİNİN YAŞAMINDA, ALLAH İNANCININ YANSIMASI***RIZK
MÜSLÜMANLARIN DÜŞMELERİNİN SEBEBİNDEN BİRİDE RIZK VE ECELİ İYİ ANLAMAMALARINDAN DOLAYIDIR.Bağlantı
RAŞİDİ HİLAFET İSTİYORUM: MÜSLÜMANLARIN GÜNDEMİ NE OLMALI?
NET TAVIR SERGİLEMEK, BAŞARININ ŞARTLARINDANDIR. BAŞARI ELDE ETMEK İSTİYORSAN ŞARTLARINI YERİNE GETİRMEN LAZIM.Bağlantı
Sahibi hastalanınca bakın ne yapıyor..
Sahibi hastalanınca bakın ne yapıyor..VideoSahibi hastalanınca bakın ne yapıyor..
KADİM ŞİRK FELSEFESİ: TASAVVUF
Aslında tasavvufun net bir tanımı yoktur. Târih boyunca herkes farklı bir tanım yapmıştır. Tasavvufun net bir tanımının olmaması, onun net bir öğreti olmamasındandır; “ilâhi” olmamasındandır. İlâhi olan “çok net” olur zîrâ. Bâtıl olan ise net değildir ve karmakarışıktır. Zâten hayâtiyetini de bu karma-karışıklığından alır. Tasavvufun bağlıları bu karma-karışıklık içinde boş yere anlamlı bir şeyler bulmaya çalışırlar ve ömürlerini heder ederler. - See more at: http://www.iktibasdergisi.com/kadim-sirk-felsefesi-tasavvuf/#sthash.2951iP3D.WNoIxCMK.dpufBağlantıTasavvuf tanımına getirdiği yeni boyutla tasavvuf târihinde derin izler bırakan Mâruf el-Kerhî, tasavvufta târikat fikrini, mârifet ve velâyet kavramlarını ilk ortaya atan kişidir. Hârûn Görmüş Tas…
Erbakan, Tayyip Erdoğan'a siyonist diyor.
Bir zamanlar gerek Allah’ın Kitab’ına ve âyetlerine inanan müslümanlar, gerekse haçlı ve siyonist kitap ehlinin, hükmüne baş vurduğu Allah Kitab’ından başka kitapların bulunmadığı bir yerde... İşte bütün bu hareketlerin gerisinde, bu nevi çirkin gaye ve hedeflerin arkasında kurulacak her türlü nizam ve idarelerin arka plânında siyonistler ve haçlıların teşkil ettiği ehil kitap topluluğu yer almaktadır. http://seyyitkutubtefsiri.blogspot.nl/2016/05/bir-zamanlar-gerek-allahn-kitabna-ve.htmlVideoErbakan yıllar öncesinden Tayyip Erdoğan'ı anlatmış. Buyrun dinleyin...
Erdoğan HACLI SEFERLERI ISLAMI YOK ETMEK ICIN YAPILMADI
Bir zamanlar gerek Allah’ın Kitab’ına ve âyetlerine inanan müslümanlar, gerekse haçlı ve siyonist kitap ehlinin, hükmüne baş vurduğu Allah Kitab’ından başka kitapların bulunmadığı bir yerde... İşte bütün bu hareketlerin gerisinde, bu nevi çirkin gaye ve hedeflerin arkasında kurulacak her türlü nizam ve idarelerin arka plânında siyonistler ve haçlıların teşkil ettiği ehil kitap topluluğu yer almaktadır. http://seyyitkutubtefsiri.blogspot.nl/2016/05/bir-zamanlar-gerek-allahn-kitabna-ve.htmlVideo
Başbakandan Haçlı Seferleri'ne Övgüler..
Bir zamanlar gerek Allah’ın Kitab’ına ve âyetlerine inanan müslümanlar, gerekse haçlı ve siyonist kitap ehlinin, hükmüne baş vurduğu Allah Kitab’ından başka kitapların bulunmadığı bir yerde... İşte bütün bu hareketlerin gerisinde, bu nevi çirkin gaye ve hedeflerin arkasında kurulacak her türlü nizam ve idarelerin arka plânında siyonistler ve haçlıların teşkil ettiği ehil kitap topluluğu yer almaktadır. http://seyyitkutubtefsiri.blogspot.nl/2016/05/bir-zamanlar-gerek-allahn-kitabna-ve.htmlVideoHerkes unutur tarih unutmaz! www.tarihunutmaz.org 2011 Recep Tayyip Erdoğan: ''Haçlı Seferleri'ni artık farklı şekilde değerlendirmek durumundayız'' Brezilya...