19 Mart 2015 Perşembe

TAKIYYE (İMANI GİZLEME) HUSUSUNDAKİ BİR İDDİA ÜZERİNE

Günümüzde müslümanların kapıldığı en tehlikeli hastalıklardan biri de, şüphesiz ki delillere dayalı olarak bir İslâmî akide, amel ve metod oluşturmaktaki yanlış tavırlarıdır. Bir çok cemaatlar ve onların müntesipleri, delil ile yola çıkmaları gerektiği halde, önce şahsî kanaatları ile yola çıkmakta ve kendilerine sahih deliller sunulduğu zaman ise de; cehalet, menfaat, kibir v.s. sebeblerden dolayı bu delilleri red etmektedirler. Bununla da kalmayıp bazı ayet ve hadisleri; hareketlerini İslâmî olarak göstermek için sonradan te'vil etmektedirler. Sonuç olarak da, müslümanlar Kitab ve Sünnet'te birleşecekleri yerde, şahısların hevalarına dayalı olarak belirtilen görüşler etrafında kümelenmektedirler.

Delil konusunda şu üç meseleye dikkat çekmek gerekiyor :

1 -Bahsedilen konuda bir delil var mıdır?

2 -Delilin sıhhati nedir?

3 -Delilin konuya uygunluğu var mıdır?

Delil konusunda bu kısa girişten sonra asıl yazımızın maksadını belirtelim: "Son zamanlarda müslümanlara

karşı demokratik mücadele metodunu savunan şahıslar; kendilerine böyle bir metodun şerî olmadığı söylendiği zaman, benimsediği metodu şerî olarak göstermek için şu ayeti öne sürüyorlar:"
"Firavun ailesinden imanını gizlemekte olan bir adam dedi ki; Siz, benim Rabbim Allah'tır diyen bir adamı öldürüyor musunuz? Oysa o, size Rabbinizden apaçık belgelerle gelmiş bulunmaktadır." (Mü'min : 28)

Bu kişilerin iddialarını yukarıda delil ile ilgili öne sürdüğümüz kriterler açısından inceleyelim :

- Ayette bahis geçen kişi, Firavun zamanında yaşamış, dolayısıyla Musa (a.s)'ın gönderildiği şeriatla muhatap, onunla amel eden bir kişidir. Oysa ki Muhammed (S.A.V)'ın şeriatı, kendisinden önce gönderilen şeriatları nes-h etmiştir. Allahu Teâlâ buyuruyor ki :

"Sizden (peygamberlerden) her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık."
(Maide : 48)

Yani her peygamberin ana esasları aynı olmak üzere, fakat teferruatta farklı olup, insanları çağırdığı şeriat ve yöntemleri vardı. Meselâ; Süleyman (a.s); Sebe Suresinde belirtildiği gibi, emrindeki cinlere heykeller yaptırıyordu. Oysa ki bu, Muhammed (S.A.V)'in şeriatında kesinlikle yasaklanmış bir husustur. Yahudilere, hayvanların iç yağı haram kılınmıştı. Oysa ki bu, Muhammed (S.A.V)'in şeriatında helâl kılınmıştır. Bundan dolayı deriz ki; Muhammed (S.A.V)'den önceki şeriatlara ancak onun şeriatı ile uyuştuğu şeylerde uyarız. Ayrılığa düştükleri
şeylerde sadece Muhammed (S.A.V)'in şeriatına uyarız. Onun şeriatında ise; ancak can tehlikesi durumunda imanını gizleme vardır.

- Eğer yukarıda delil gösterilen ayet, Muhammed (S.A.V)'in şeriatı ile ters düşen bir tarafı olmadığı söyleniyorsa (ki aslında yoktur, sadece bu hususta bu ayetle istidlal edilmesi yanlıştır), şu noktalara dikkat çekmek istiyoruz : a -) Ayette bahsi geçen kişinin imanını gizlediğinden bahsediliyor. Sadece bir iman gizleme olayı vardır, şirke ve onun kurumlarma bulaştığından ve taviz verdiğinden söz edilmiyor. Oysa ki, kendilerine bu ayeti delil edinen kişiler, demokratik ve laik devlete yaptıkları tavizleri meşru göstermek için bu ayeti kullanıyorlar.

b- ) Ayette geçen kişi, imanını gizlemekte haklı olabilir. Çünkü o yeryüzünde azgın bir zorba olup, ilahlık taslayan, Allah'ın elçisini bile hapisle tehdit eden ve bu elçinin davetine icab edenleri, sihirbazların örneğinde olduğu gibi fecî bir şekilde idam ile tehdit eden Firavun'un yakın çevresinde yaşıyordu. Böyle can tehlikesinin bulunduğu bir zamanda, bırakın imanı gizlemeye, küfür sözü bile söylemeye ruhsat verilmişti. Bunu Ammar b. Yasir hakkında gelen rivayette açıkça görebiliriz. Nitekim şu ayet onun hakkında nazil olmuştur :


"Mü'minler, mü'minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin. Kim bunuyaparsa, artık onun Allah nezdinde hiç bir değeri yoktur. Ancak kâfirlerden gelebilecek bir tehlikeden sakınmanız (ta-kıyye yapmanız) başkadır. Allah, kendisine karşı gelmekten sizi uyarıp sakındırıyor. Dönüş yalnızca Allah'adır." . (Ali tmran : 28)

İbn Cerir Et-Taberi, bu ayet hakkın da diyor ki : "Yani sizin onların gücü ve hakimiyeti altında olmanız halinde, can güvenliğinizden de korkuyorsanız, o zaman dillerinizle onlara karşı velâyeti -içten olmamak kaydıyla- söyleyebilirsiniz. " (Taberi Tefsiri, 3/228)

Ayrıca Allahu Teâlâ, takıyye hakkın da şöyle buyuruyor:

"Kalbi iman ile dopdolu olduğu halde inkâra zorlanan başka."(Nahl. 106)

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Takıyye; ancak can tehlikesi söz konusu olduğu zaman ruhsat verilmiştir. Buna rağmen "imanlarını gizlenir İhtiyacı hissedenler" doğrudan böyle tehlikeye maruz değildirler. Hiç bir kimse onları demokratik örgütlere girip, demokrasi esasları dahilinde çalışmaya zorlamıyor. Bunu kendi seçimleri İle yapıyorlar. Islam'da takıyye; ancak bir ruhsattır, bir metod değildir.

- İmanını gizleyen adam zamanında, peygamber olan kişi Musa (a.s) idi. O da, davanın lideri olarak Firavun'u açık ve tavizsiz bir şekilde uyarmıştı. Dolayısıyla "İman gizleme" bir metod olsaydı, bunu davanın lideri Musa (a.s) uygulardı.

-Ayrıca Mü'min Suresindeki bu adam dan bahseden diğer ayetleri okunursa onun Musa'yı savunmak için imanını açıkladığını ve kavmini uyardığını görüyoruz.

Son söz olarak diyoruz ki; Allah ve Resulü'nün bizi çağırdıklarına icab edelim. O çağrıyı maslahatlarımız yüzünden te'vil etmeyelim.

"Ey iman edenler! Allah ve Resulü sizi, size hayat verene davet edince onlara icabet ediniz." (Enfal : 24)






1 yorum:

  1. Takıyye; ancak can tehlikesi söz konusu olduğu zaman ruhsat verilmiştir. Buna rağmen "imanlarını gizlenir İhtiyacı hissedenler" doğrudan böyle tehlikeye maruz değildirler. Hiç bir kimse onları demokratik örgütlere girip, demokrasi esasları dahilinde çalışmaya zorlamıyor. Bunu kendi seçimleri İle yapıyorlar. Islam'da takıyye; ancak bir ruhsattır, bir metod değildir.

    YanıtlaSil