19 Mart 2015 Perşembe

ÖLÜM-KALIM MESELESİ-1-2

Aziz Kardeşler,
Muhakkak ki, bütün dünyadaki müslümanların asıl ölüm-kalım meselesi; Hilâfet'in ikâme edilmesi yoluyla ve küfür nizamlarını Dâr-ül İslâm'a ve oradaki toplumları da İslâmî topluma dönüştürmesi ve İslâm'ı âleme davet ve cihad yoluyla risalet olarak taşıması için Allah'ın Kitabı ve Resulü'nün Sünneti üzerine kendisine biat edilecek bütün müslümanlar için bir Halifenin nasb edilmesi yoluyla Allah'ın indirdiği ile hüküm etmeye tekrar dönmekten ibarettir.

Müslümanların ölüm-kalım meselesi belli olunca, İslâm davetçilerinin, parti, kitle ve cemaat halinde gerçekleştirmeye çalışacakları hedef de belirlenmiş oluyor. Dolayısıyla bu hedefi gerçekleştirmeleri için, takip etmeleri vacib olan yol (metod) da belirlenmiş olur, (sf.3-4)

Yine açığa çıkıyor ki; Hilâfet Devleti ortadan kaldırıldıktan ve İslâm, hayata devlete ve topluma tatbikattan uzaklaştırıldıktan sonra müslümanlarm ölüm-kalım meselesi; İslâmî tekrar hayata devlete ve toplumda tatbik mevkiine getirmekten ibarettir. Bu da ancak Hilâfet i getirmekle, müslümanlara müslümanların dinleyip itaat etmek üzerine biat edecekleri bir Halifeyi ikâme ve nasb yoluyla mümkün
olacaktır. Halife de müslümanlar arasında Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın Sünnetiyle amel etmeye, küfür hükümleri ve rejimlerini yıkıp yerine İslâm sistemini ve ahkâmını koymaya, İslâm beldelerini Dâr-ül İslâm'a, orada yaşayan toplumu da İslâmî bir topluma çevirmeye, bütün İslâm beldelerini HİLAFET DEVLETİ içerisinde birleştirmeye, davet ve cihad yolu ile İslâm risaletini bütün dünyaya taşımaya söz vermesi ve ona göre müslümanlardan biat alması lazımdır. İşte İslâmî bu yolla tekrar hayat, devlet ve toplumda tatbik mevkiine getirmek müslümanların ölüm-kalım meselesi1dir...

Bunun bütün müslümanların ölüm-kalım meselesi oluşu; müslümanlara bütün İslâmın hükümleriyle amel etmelerini ve onları hayat, devlet ve toplumda tatbik mevkiine koymalarını farz kılan şerî hükümlere dayanmaktadır. Cenabı Allah buyurdu ki :

"Resul size ne getirdi ise onu alın, sizi neden nehyetmiş ise ondan kaçının."
(Haşr: 7)

Bu ayette geçen (u) umum ifade eden sözcüklerdendir. Hz.Peygamber'in getirdiği her şeyi almanın vacib olduğunu ifade eder. Ayrıca yasakladığı şeylerin hepsinden kaçınmanın da vacib olduğunu ifade eder. Allahu Teâlâ buyurdu ki :

"Onların arasında Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların hevalarına uyma. Onların, Allah'ın sana indirdiği hususların bir kısmından seni alıkoymalarından sakın." (Medde: 49)

Bu; Allah'ın, hem Peygambere hem de bütün müslümanlara Allah'ın bütün indirdiğiyle hükmetmelerini farz kıldığını ifade eden bir emirdir. Çünkü bu ayette geçen (u.) lafzı da umum ifade eden sigalardandır. Allah'ın indirdiği bütün hükümlere şamildir. Yine; .

"Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler, kâfirlerin ta kendileridirler. "(Maide . 44)

RECEB 1414 - 1993 ARALIK I 30 I

ÖLÜM-KALIM MESELESİ-2

Müslümanların bugünkü vakıası, her müslümanın hissettiği gibi hiç bir beyan ve izaha muhtaç değildir. Memleketlerinde küfür nizamları ile hüküm edilmekle, bu yerler kesinlikle ve tartışmasız dar-ül küfürdür. 
Şöyle ki: İslâm memleketleri bugünkü durumda kırktan fazla devlete, emirliğe, şeyhliğe ve sultanlığa ayrılmış olduğundan kâfirlere karşı duracak bir vaziyette değiller. Binaenaleyh müslüman memleketlerinden her birinin davası, varlığını Dar-ül İslâm’a çevirerek, diğer İslâm memleketleriyle birleşmeye çalışmaktır. Bu dava, hayatî bir davadır. Hatta bütün hayatî davaları içine alan ana davadır. Bu mesele ile ilgili icraatlar ölüm-kalım icraatı olarak telakki edilmelidir. Yalnız bu hayatî dava, yani İslâm memleketlerini Dar-ül İslâm’a çevirmek ve diğer İslâm memleketleriyle birleştirmek meselesi, tahakkuku için çalışılan bir hedeftir. Bunun tahakkuku için takip edilecek yol, Hilâfet’i tekrar kurmaktır. Bugün müslümanların üzerine borç olan en mühim mesele, İslâm memleketlerini Dâr-ül İslâm’a çevirebilmek için Hilâfet’i hükmetme nizamı olarak iş başına getirmektir. Sonra bu memleketleri İslâm diyarına çevirerek diğer İslâm memleketleriyle birleştirmektir. Yalnız bugün müslümanların karşılaştıkları vakıalar iyi anlaşılmalıdır. İbni Ömer’in Nebî (SAV)’den
rivayet ettiği; “Kim başında cemaatı birleştiren bir imam yok iken ölürse o, cahiliyye devrinde ölmüş sayılır.”


hadisine binaen hayatî bir hüküm taşımayan farz-ı kifâye üzerine bir halife seçimi değil, aksine Hilâfet’i yeniden kurmak olmalıdır. Yani Hilâfet nizamını bir hükmetmek nizamı olarak getirmektir. Bu halife seçimini icab ettirmekle beraber halife nasbından ayrı bir meseledir. Hilâfet’i ikâme etmek katî olarak hayatî bir davadır. Bu, memleketlerimizi Dâr-ül küfürden Dâr-ül İslâm’a çevirerek küfür nizamlarını yıkmak suretiyle açık küfrü ortadan kaldırmak demektir. İşte bu hayatî bir meseledir. Çünkü Rasulullah (SAV) şöyle demiştir: “Ancak açık küfür görürseniz” ve aynı hadiste “Ey Allah’ın Resulü, onlara karşı gelmeyelim mi?” denilince, dedi ki: “Sizlere namazı ikâme ettikleri müddetçe hayır. ” Bundan dolayı müslümanları, hayatî davalarının tahakkukuna götüren yol yine hayatî bir davadır. Çünkü Sünnet’ten alınan şerî delil, bunun hayatî dava olduğuna delâlet ediyor. Bundan dolayı bu mevzu ile ilgili davranışların ölüm-kalım davranışları olması zaruridir. Yalnız küfrün hükümlerinin kâbus gibi çökmesinden ve müslümanların idarelerini, kâfirlerin, münafıkların ve mürtetlerin ele almalarından itibaren onlar, daimî olarak küfür sultasından ve onun sahiplerinin ve yardımcılarının tahakkümünden kurtulmaya gayret sarf ediyorlar. Yalnız onlar mücadele ettikleri bu meselenin hayatî bir dava olduğunu, uğrunda ölüm-kalım mücadelesi lazım geldiğini idrak edemediler. Müslüman topluluğundan bu idrakin kalkması, ümmet olmaları itibariyle hayatî
davalarla mütenasip mücadelede, normal telakki edilecek; fakirler, yıkım ve ölüm dışında işkencelere, zindanlara ve eziyetlere katlanmak için gereken istidadı bile kaldırdı. Bunun için bu teşebbüsler, katı muvaffakiyet-sizliklere uğradılar. Uğrunda mücadele edilen davaya, doğru bir adım dahi atamadılar.

Müslümanlar bu davranışlarının hayatî bir dava olduğunda, uzun uzadıya tefekkür ve teemmüle muhtaç değildirler. Bu dava, gözleri görenlere ilk andan beri vazıh olduğu gibi şimdi de vazıhtır. Kâfirler, aklen ve adeten, İslâm’ın siyasî hayata -iktidara-dönmesine asla müsaade etmezler. Ve bu davayı tahakkuk ettirmek isteyenlere karşı koymak için ellerinde zerre kadar imkân varsa bunu kullanmaktan asla geri durmazlar. Bu mevzuda mürted ve münafıklar da kâfirlerden geri kalmazlar. Onlar, Allah’ın haramlarını hadleriyle korumak ve O’nun hükümlerini yürürlüğe koymak için idareyi ellerinden almak isteyen mü’minlere karşı, ellerinden gelen kuvveti kullanmaktan geri kalmayacaklardır.

Buna binaen meseleyi, uğrunda ölünmesi icab eden bir mesele olarak görmedikçe müslümanlar bu davanın tahakkuku için ne kadar gayret sarf etseler de semere vermeyeceği muhakkaktır. Müslümanlar, mücadelenin tabiatını kavrayamadıkları ve bu husustaki Allah’ın hükmünün hakikatini idrak edemedikleri için hayatî meseleler seviyesine çıkmayan basit davalar seviyesinde kaldılar. Ve bu uğurdaki gayretleri ölüm-kalım seviyesinde olmadığından kendilerini kurtarmak için boşuna çalışıp durdular. Hakikatte ise
küfür nizamını kaldırıp yerine İslâmî nizamı yerleştirmek gibi varlığı hayatî olan davalar bu seviyeye ulaşsın veya ulaşmasın onun hayatiyetini nazarı itibara alarak ölüm-kalım mücadelesi yapmadıkça, kuvvetleri ne kadar olursa olsun ve ne kadar gayret sarf ederlerse sarf etsinler, hiç bir kimse bu gayeyi tahakkuk ettiremeyecektir. Bunun için müslümanlar fert ve toplum olarak küfürle aralarındaki mücadelede mutlaka ölüm-kalım seviyesinde mücadele etmelerinin gerekli olduğunu açık bir şekilde bilmelidirler. Zira onların ana meseleleri, bu çeşit icraatı gerektiriyor. Şeriat, Kitap ve Sünnet’te böyle emretmektedir.

Rasul (SAV), davalanmızı sınırlandırmamızı ve hayatî davalar uğrunda ölüme kadar mücadele etmemizi öğretti. Sallallahu Aleyhi Vesellem, Allah’tan kendisine İslâm elçiliği gelmesine müteakip, davayı fikrî mücadele ile tebliğ etmeye başlayınca davasını, İslâm’ın izharıyla sınırlandırdı ve bunun için ölüm-kalım mücadelesi verdi. Aleyhisselâm’dan rivayet edildiğine göre amcası Ebu Talib, Kureyş’in isteğini kendisine anlattığı sırada ona, yani Muhammed’e (SAV)’e şöyle dedi: “Sen kendine ve bana bak. Ve bana kalkamayacağım bir yük yükleme. ” Rasul buna cevaben; “Ey amcam, onlar bu davadan vazgeçmem için sağıma güneşi, soluma da ayı koysalar, yine vallahi vazgeçmem. Allah ya bu dini muzaffer kılacak yahutta ben bu uğurda öleceğim.”

Yine devleti kurup kılıçla cihad etmeye başlayınca, davasının, İslâm’ı üstün çıkarmak
olduğunu açıkça beyan etti. Bu gayeyi tahakkuk ettirmek için ölüm-kalım mücadelesi yaptı. Aleyhisselâm’dan rivayet edildiğine göre; Hudeybiye vakıasının cereyan ettiği Umra’ya giderken Mekke’ye iki konaklı bir mesafede olan Afsan denilen yere varınca, Ben-i Ka‘ab’tan bir adamla karşılaştı. Ondan Kureyş hakkında malumat istedi. O adam cevaben; “Kureyş, senin hareketini duydu. Kaplan derileri giyerek Zi Tâvâ denilen yerde karargâh kurdular. Seni, Mekke’ye sokmamak için Allah’a and içiyorlar. Halid h. Velid’i ise, süvarilerinin başında Kura El-Gamim denilen yere gönderdiler.” dedi. Rasul (SAV), “Yazık Kureyş’e... Harp onları mahvetti. Ne olur benimle diğer Arapları başbaşa bıraksalar. Eğer Araplar bana galip gelirse istedikleri olur. Eğer ben galip gelirsem rahatça İslâm ’a girerler ve girmezlerse kuvvetli oldukları müddetçe savaşırlar. Kureyş, ne zannediyor?.. Allah’a and olsun ki, Allah İslâmiyeti muzaffer kılıncaya veya şu baş bu vücuttan ayrılıncaya kadar gönderildiğim uğrunda cihad edeceğim.” dedi. Ve bundan sonra yoluna devam ederek Hudeybiye’ye kadar vardı.

(BU GÜNKÜ MÜSLÜMANLARA NE OLUYORDA PASİF DURUMDALAR ? Dikkat edilirse kendilerinde bulunan virüslerin bu kişileri pasifleştirdiği görülür.)

Bu her iki halde de İslâm’a davet vazifesini, fikrî mücadele ve kılıç ile cihad yaparak; Rasul, davasının İslâmiyeti zafere ulaştırmak olduğunu ve bu davanın hayatî bir dava olduğunu sınırlandırdı. Her iki halde de ölüm-kalım seviyesinde mücadele etti. Birinci halde “Allah, İslâmiyeti muzaffer edinceye ve bu uğurda ölünceye kadar bu davayı bırakmam”dedi. İkincisinde ise; “Allah, İslâmiyeti muzaffer kılıncaya veya bu
baş bu vücuttan ayrılıncaya kadar mücadeleyi bırakmayacağım” dedi. Eğer Rasul, bu davayı hayatî bir dava telakkî etmezse ve davranışlarını ölüm-kalım seviyesinde yapmazsa idi, gerek fikrî mücadele safhasında gerekse kılıçla mücadele safhasında, İslâm muzaffer olmazdı. Müslümanların bugün içinde bulunduktan vakıada aynıdır. Küfür nizamları onların üzerine tahakküm etmiş durumdadır. Yine üzerlerinde kâfirlerin ve münafıkların baskısı hakimdir. Eğer bu davalarının hayatiyetini düşünmezler ve bu uğurda ölüm-kalım mücadelesi yapmazlarsa, çalışmalarından hiç bir semere de elde edemezler. Ve bir adım dahi ilerleyemezler.

Bundan dolayı İslâm memleketlerine tahakküm eden bu küfür içinde her müslümana, memleketlerini Dâr-ül İslâm’a çevirmek ve diğer İslâm memleketleriyle birleştirmek maksadıyla Hilâfet’i kurmak için çalışmaya, İslâm’ı muzaffer kılmak için bütün dünyaya İslâm davasını taşımaya ve sadık bir iman, aydın ve hakiki bir anlayışla Rasul (SAV) in, “Onlar, bu davamdan vazgeçmem için sağıma güneşi, soluma da ayı koysalar, vallahi yine vazgeçmem. Allah ya bu dini muzaffer kılacak, yahutta ben bu uğurda öleceğim.” ve Aleyhisselâm’ın; “Allah’a hamd olsun ki; Allah, İslâmiyeti muzaffer kılıncaya veya bu baş bu vücuttan ayrılıncaya kadar gönderildiğim uğrunda cihad edeceğim” sözlerini hatırlamaya ve tekrarlamaya davet ediyoruz. □



2 yorum:

  1. ÖLÜM-KALIM MESELESİ
    Aziz Kardeşler,
    Muhakkak ki, bütün dünyadaki müslümanların asıl ölüm-kalım meselesi; Hilâfet'in ikâme edilmesi yoluyla ve küfür nizamlarını Dâr-ül İslâm'a ve oradaki toplumları da İslâmî topluma dönüştürmesi ve İslâm'ı âleme davet ve cihad yoluyla risalet olarak taşıması için Allah'ın Kitabı ve Resulü'nün Sünneti üzerine kendisine biat edilecek bütün müslümanlar için bir Halifenin nasb edilmesi yoluyla Allah'ın indirdiği ile hüküm etmeye tekrar dönmekten ibarettir.

    Müslümanların ölüm-kalım meselesi belli olunca, İslâm davetçilerinin, parti, kitle ve cemaat halinde gerçekleştirmeye çalışacakları hedef de belirlenmiş oluyor. Dolayısıyla bu hedefi gerçekleştirmeleri için, takip etmeleri vacib olan yol (metod) da belirlenmiş olur, (sf.3-4)

    Yine açığa çıkıyor ki; Hilâfet Devleti ortadan kaldırıldıktan ve İslâm, hayata devlete ve topluma tatbikattan uzaklaştırıldıktan sonra müslümanlarm ölüm-kalım meselesi; İslâmî tekrar hayata devlete ve toplumda tatbik mevkiine getirmekten ibarettir. Bu da ancak Hilâfet i getirmekle, müslümanlara müslümanların dinleyip itaat etmek üzerine biat edecekleri bir Halifeyi ikâme ve nasb yoluyla mümkün
    olacaktır. Halife de müslümanlar arasında Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın Sünnetiyle amel etmeye, küfür hükümleri ve rejimlerini yıkıp yerine İslâm sistemini ve ahkâmını koymaya, İslâm beldelerini Dâr-ül İslâm'a, orada yaşayan toplumu da İslâmî bir topluma çevirmeye, bütün İslâm beldelerini HİLAFET DEVLETİ içerisinde birleştirmeye, davet ve cihad yolu ile İslâm risaletini bütün dünyaya taşımaya söz vermesi ve ona göre müslümanlardan biat alması lazımdır. İşte İslâmî bu yolla tekrar hayat, devlet ve toplumda tatbik mevkiine getirmek müslümanların ölüm-kalım meselesi1dir...

    Bunun bütün müslümanların ölüm-kalım meselesi oluşu; müslümanlara bütün İslâmın hükümleriyle amel etmelerini ve onları hayat, devlet ve toplumda tatbik mevkiine koymalarını farz kılan şerî hükümlere dayanmaktadır. Cenabı Allah buyurdu ki :

    "Resul size ne getirdi ise onu alın, sizi neden nehyetmiş ise ondan kaçının."
    (Haşr: 7)

    Bu ayette geçen (u) umum ifade eden sözcüklerdendir. Hz.Peygamber'in getirdiği her şeyi almanın vacib olduğunu ifade eder. Ayrıca yasakladığı şeylerin hepsinden kaçınmanın da vacib olduğunu ifade eder. Allahu Teâlâ buyurdu ki :

    "Onların arasında Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların hevalarına uyma. Onların, Allah'ın sana indirdiği hususların bir kısmından seni alıkoymalarından sakın." (Medde: 49)

    Bu; Allah'ın, hem Peygambere hem de bütün müslümanlara Allah'ın bütün indirdiğiyle hükmetmelerini farz kıldığını ifade eden bir emirdir. Çünkü bu ayette geçen (u.) lafzı da umum ifade eden sigalardandır. Allah'ın indirdiği bütün hükümlere şamildir. Yine; .

    "Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler, kâfirlerin ta kendileridirler. "(Maide . 44)

    YanıtlaSil
  2. Buna binaen meseleyi, uğrunda ölünmesi icab eden bir mesele olarak görmedikçe müslümanlar bu davanın tahakkuku için ne kadar gayret sarf etseler de semere vermeyeceği muhakkaktır. Müslümanlar, mücadelenin tabiatını kavrayamadıkları ve bu husustaki Allah’ın hükmünün hakikatini idrak edemedikleri için hayatî meseleler seviyesine çıkmayan basit davalar seviyesinde kaldılar. Ve bu uğurdaki gayretleri ölüm-kalım seviyesinde olmadığından kendilerini kurtarmak için boşuna çalışıp durdular. Hakikatte ise
    küfür nizamını kaldırıp yerine İslâmî nizamı yerleştirmek gibi varlığı hayatî olan davalar bu seviyeye ulaşsın veya ulaşmasın onun hayatiyetini nazarı itibara alarak ölüm-kalım mücadelesi yapmadıkça, kuvvetleri ne kadar olursa olsun ve ne kadar gayret sarf ederlerse sarf etsinler, hiç bir kimse bu gayeyi tahakkuk ettiremeyecektir. Bunun için müslümanlar fert ve toplum olarak küfürle aralarındaki mücadelede mutlaka ölüm-kalım seviyesinde mücadele etmelerinin gerekli olduğunu açık bir şekilde bilmelidirler. Zira onların ana meseleleri, bu çeşit icraatı gerektiriyor. Şeriat, Kitap ve Sünnet’te böyle emretmektedir.

    YanıtlaSil