23 Mart 2015 Pazartesi

RESULULLAH'IN METODU İLE ÇALIŞARAK İSLAM CEMİYETİ VE İSLAM DEVLETİ'Nİ (HİLAFET DEVLETİ) KURMAKTIR.

İslâmî Çözüm yani İslâmî hayata dönüş, mükemmel bir'İslâm Cemiyetini gerektirdiğine göre; bu özlenen cemiyeti (toplumu) gerçekleştirmenin ve onu hayal ile temenni dünyasından çıkarıp gerçekler ve hakikatlar âlemine aktarmanın yolu nedir?...
•İslâmî Çözümü gerçekleştirmek, yani İslâmî hayata dönmek için çalışmak, her müslümanın üzerine en önemli bir vacibdir.. Olsada olur olmasa da olur cinsinden ele alarak ikinci planda değerlendirilecek bir konu değildir bu... Bu olmazsa olmaz cinsinden ele alıp ilk planda değerlendirilmesi gereken bir konudur. Çünkü, İslâmî hayatı yaşamak; hayatın asıl gayesidir. Biz müslümanlar için hayatın asıl gayesinden uzak bir yaşantının hiç bir değeri ve anlamı olmamalıdır... Zira biz müslümanlar, inanıyoruz ki; bizler yeryüzüne başı boş varlıklar olarak; bildiği gibi ya da istediği gibi gönlünce yaşamak için gönderilmedik. İnancımız o ki ; biz bu dünyaya sadece Yaratıcımız ve Rabbimiz olan Allahu Tealâ’ya kulluk etmek gayesi ile, O’na kullukta imtihan olmak için gönderildik... Zira asıl hayat olan Ahiret hayatını bize hazırlayan bu imtihanın neticesi olacaktır...

"Ben; cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." (Ez-Zariyat : 56)

"İnsanlar, yalnız inandık demeleriyle bırakılıverecekleri mi, kendilerinin imtihana çekil meyeceklerini mi sandılar?..." (Ankebut : 2)

İşte; bizim şahsiyetimizi
ve hayatımızı şekillendiren bu inançtır... Bu inançtır kişiyi müslüman ve İslâm Dinine mensup kılan... Eğer bir insan bu inanca sahip değilse onun müslümanlık ve İslâmlık iddiası boşunadır. ..

Bineanaleyh, şahsiyetimizi koruyabilmek ve inancımızın öğrettiği hayatımızın gayesi doğrultusunda yaşıyabilmek için; İslâmî hayata dönmek için çalışmak her müslüman için asıl vacib. iştir... Eğer yeryüzünde İslâmî hayatın yaşanılacağı bir ortam yok ise, bu ortamı gerçekleştirmek için gerekli çalışmayı yapmak her müslüman üzerine Allahu Tealâ'nın yüklemiş olduğu en önemli bir vecibe, farz olur... Yani bunda asla hiç  bir kimse için muhayyerlik yoktur..

İslâmî hayat, hayatın gayesi olduğuna göre; hayatın tamamını kapsamı içine alır.. Yani hayatın her sahasında sadece Allah'a kulluğun hakim olduğu hayat demektir. 0 halde insanın bu hayatı sadece ferdî yaşantısında yaşaması mümkün değildir. Kişinin ferdî yaşantısında İslama göre yaşaması demek; sadece nefsi ile olan alâkasında İslama göre yaşaması demektir. Bu ise, o kişinin tamamen İslâmî yaşıyor olması anlamına gelmez... Çünkü özellikle insan hayatı sadece ferdî bir hayat değildir..

Fakat insan sosyal bir varlık ve hayatı da sosyal bir hayattır Yani diğer insanlarla birlikte, onlarla çeşitli alakalar içinde yaşanan bir hayattır. Hiç kimse diğer insanlardan kendisini soyutlayarak, ferdî olarak bütün hayatını yaşıyamaz. Zira bu, insanın fıtratına tersdir. Üstelik böylesi bir hayatı (ruhbani hayatı) yaşamaya teşebbüs etmek İslâmda yasaklanmıştır... Bineanaleyh insan hayatı; insanın nefsiyle alâkası, diğer insanlarla olan alâkası ve Yaratıcısıyla olan alâkasından ibarettir.

İnsanın nefsiyle olan alâkası; içgüdülerinden kaynaklanan duygu ve uzvî ihtiyaçlarının karşılanması, tatmin' edilmesi ile ilgili olarak yiyecek, içecek, giyecekler ve ahlâkî değerlere şamildir.

İnsanın diğer insanlarla olan alâkası; belirli duygu ve maslahatlardan kaynaklanan beşerî münasebetlerin belirli kanun ve nizamlara, fikir ve değer ölçülerine göre güdülmesidir.

İnsanın yaratıcısı ile olan münasebeti; akideler, bazı zaman ve şekillerde yapılan ibadetlere şamildir. Pakat İslâmî açıdan bu münasebetin sahası tüm hayatı içine almaktadır...

İşte İslâm; insan hayatını bu yönleri ile tamamen_tanzim etmek için gelmiştir. İslâmî hayat, hayatın bu yönleriyle tamamen İslâma göre yaşanması demektir. Yani, insanın nefsiyle alakalı konularda; yiyecek, içecek ve ahlâkî değerler konusunda İslâmın getirdiği hudutlar, ölçüler dahilinde kalmak gerekir..

Aynı şekilde insanın diğer insanlarla olan alâkasına şâmil olan konularda da İslâmın hakim olması, şekil vermesi gerekir..

İnsanın diğer insanlarla olan alâkasından cemiyet oluşur.

Şu halde cemiyet hayatı, insan hayatının en önemli bir bölümünü oluşturur. Madem ki insanın
diğer insanlarla olan alâkası, belli fikirler, duygular kanun ve nizamlara dayanarak vukuu bulmaktadır. Yani cemiyet belli bir akideden fışkıran fikir,duygu ve nizamların insanların alâkalarına hakim olması ile oluşmaktadır. .. Öyle ise; cemiyeti oluşturan , bu fikir, duygu ve nizamların İslâm akidesinden fışkırması gerekir ki o cemiyet Islâm cemiyeti olsun ve o cemiyet hayatı da İslâmî hayat olsun... 
Aksi halde o cemiyeti oluşturan unsurlardan sadece birisi olan fertlerin müslüman olması,ne cemiyeti İslâm nede yaşanan cemiyet hayatını İslâmî hayat yapar., . 

Dolayısıyla cemiyeti oluşturan unsurların tamamı İslâmlaşmalı ki İslâmî cemiyet oluşsun ve cemiyet hayatı İslâmî hayat olsun...

İnsanın yaratıcısı ile olan alâkası İslâmî açıdan; sadece akideler ve belli zamanlarda belli şekillerde yapılan (namaz, oruç, hac, zekât gibi) ibadetlerden ibaret değildir. İnsanın yaratıcısı ile olan alâkası.(islâmî açıdan) aslında hayatın tamamını kapsamına alır. Zira İslâm akidesine göre hayatın gayesi, sadece "Allah'a kulluk yapmaktır." Yani hayatın her sahasında Allah ile olan alâkasının idraki içinde olmak.. Bu idrak ise, kişinin hayatın her sahasında, her amelinde Allah'tan gelen emir ve nehiylere göre, şerî hükümlere göre hareket etmesi demektir...

Bütün bu açıklamalardan da anlaşılıyor ki; cemiyet hayatı, insan hayatının en önemli ve en geniş sahasını kapsamaktadır... Eğer cemiyet hayatı, İslâmî hayat değilse; insanın, hayıtının diğer sahalarında İslâma göre yaşaması oldukça zorlaşmaktadır. Çünkü insan hayatı parçalanmaz bir bütündür. Onun için insanların çoğu İslâmî olmıyan cemiyetler içinde, hayatlarının diğer sahalarında da İslâmdan uzaklaşmaktadırlar. Cemiyet hayatının geniş etki sahasına, akıntısına kendilerini kaptırmaktadırlar.. 

Nitekim Resulullah (S.A.V) Efendimiz bu meseleyi şu şekilde izah etmişlerdir :

"Bir zaman gelecek bu Din ilik ilik çözülecek, ilk çözülen ahkâm (yani Devlet yönetimi) en son da namaz olacaktır." (Ahmed b. Hanbel, C:5/151)

Cemiyet hayatında, yani insanların birbirleriyle olan alâkalarında esas alınan fikir,duygu, kanun ve nizamları hayata hakim kılan, pratiğe indiren devlettir.. Herhangi bir akideden çıkan fikir, duygu ve nizamları hayata indirecek bir devleti yoksa o akidenin cemiyeti de yok demektir. Şu halde İslâmî hayatı yaşamak için, İslâm Cemiyetinin kurulması kaçınılmaz olduğu gibi; İslâm Cemiyetinin kurulması için de İslâm Devleti'nin olması kaçınılmaz olmaktadır. ..

Madem ki; günümüzün vakıası, bütün problemlerin, meselelerin düğümlendiği nokta İslâmî hayatı yaşıyor olmayışımız, olamayışımızdır. Öyle ise, bu en önemli düğümü çözmek için gerekli olan Islâm Cemiyetini kurmak için gereği gibi çelışmak yapmamız gereken en önemli asıl işimiz olmalıdır... İslâm Cemiyeti için gerekli olan malzememiz (insan unsuru, İslâm fikir duygu ve nizamları) olmasına rağmen; bunları realiteye geçirecek ve cemiyeti kurup İslâmâ hayatı başlatacak devlet yok ise; o zaman yine İslâmın kendisine has olan İslâm Devletini (Hilâfet Devletini) kurmak için çalışmak;"bir vacibi yerine getirmek için gerekli şey de vacibtir." şerı kaidesince müslümanlar için en önemli asıl iş olur.

Anlaşılıyor ki, İslâmî Çözüm için yani İslâmî hayata dönmek için Islâm Cemiyeti, İslâm Cemiyetinin kurulması için İslâm Devleti gerekiyor... Öyle ise; İslâm Devletini kurmanın yolu, metodu nedir ki müslümanlar ancak onun üzerinde yürüyerek,
gereği gibi ihdasla çalışarak , hem Allah'ın indindeki mesuliyetten kurtulsunlar hem de Allahın takdir ettiği gün ve mekânda maksatlarına yani İslâm Devletiyle birlikte İslâmî hayata kavuşsunlar?...

Muhakkak ki; bu uğraşı yani İslâm Devletini kurmak için çalışmak da her müslüman için yaratılışının gayesi doğrultusunda olan bir uğraşıdır. Çünkü, müslüman ancak; İslâmî hayatı yaşamak için gerekli bir ortam yoksa o ortamı oluşturmak için bütün gücü ve ihlasla gerekli çalışmayı_yaparak; Allah'ın indindeki (İslâmî hayatı yaşamıyor oluşunun) vebalinden kurtulabilir. .. Bilindiği gibi Allah kullarına sadece "bana kululk edin" diye bir emirle yetinmemiştir. .. Kullarını bildikleri gibi ya da istedikleri gibi Rablerine kulluk etmek durumunda bırakmamıştır. Bilâkis, Allah (c.c) kendisine yapılması gereken kulluğun keyfiyetini de bildirmiş ve kullarından o keyfiyet içinde kendisine kulluk etmelerini değilse kulluklarına kabul etmiyeceğini de bildirmiştir. Kendisine yapılması gerektiği kulluğun keyfiyetini gösteren Resuller ve talimatlar (din) göndermiştir. ..

"Allah indinde Hak Din ancak İslâm'dır..." (Ali İmran:19)

"Kim İslâm'dan başka bir din ararsa ondan bu asla kabul olunmaz..." (Ali İmran : 85)

Madem ki; biz müslümanlar, her konuda, her amelimizde Allah'tan gelen emir ve nehiylerle yani şerî hükümlerle kayıtlıyız. Öyle ise bu konuda da yani Islâm Devleti kurulması için nasıl bir yol, metod takip edileceği konusunda da başıboş bırakılmamışız. . . Madem ki, Islâm Devletinin kurulması için çalışmak İslâmın bize yüklediği bir vecibe ise; (ki bunda; bunca şerî delillere dayanarak şüphe yoktur diyoruz) öyle ise diğer veciblerde olduğu gibi bu vecibenin de yerine getirilişinin keyfiyetini, metodunu Resulullah (S.A.V)’den almamız gerekir Başka bir alternatifimiz yoktur. Değilse yapılan bütün uğraşılar boşuna olur da Allah'ın huzuruna elimiz boş çıkarız. Yani cahilce ibadet edenler gibi oluruz. ..

Zira vakıa aynı vakıadır.. Allah'ın Dini'nin, İslâmın değil de cahiliyyenin, tağutî nizamların hakim olduğu bir ortam. İnsanların zihinlerinde, hayatlarında Hak ile batılın karıştırılmış olduğu ortam... Dün ile bugün..Kur'an'ın ilk muhatabı olan, Resulullah (S.A.V)'in hitap ettiği toplum.ile bugünkü insan yığınları... Bugün ferdî planda müslümanların (o da genellikle teorik müslümanların) olmasından başka; hayatın genel akışı içinde İslâmın etkinliğinin, izinin olmaması bakımından..Dün ile bugün, o toplum ile günümüzün toplumları__arasında bir fark yoktur.. Öyle ise; böylesi bir ortamda Allah'ın Resulü nasıl hareket etmiş, hangi yoldan metoddan giderek İslâm Devletini, Cemiyetini kurup İslâmî hayatı, hayatın her sahasında başlatmış ise; bize düşen de yine aynı yoldan, aynı metodla gitmektir. Başka değil;..

İslâmî Çözümü gerçekleştirmenin yolu tekdir. 0 da Resulullah (S.A.V)'in yoludur... Yani Allah'ın Resulü (S.A..V) İslâmî çözümü gerçekleştirmek, İslâmî hayatı başlatmak için Islâm Devletini ve Cemiyetini nasıl kurdu ise, biz müslümanların da tavizsiz bir şekilde, neticeyi sadece Allah'tan bekliyerek, ihlasla gitmemiz, çalışmamız farzdır... Bu konuda bir tek metod vardır. Metodlar yoktur... Müslümanların çoğu metod ile üslupları karıştırmaktadırlar... Metod, belli bir hareket noktasından belli bir gayeye, hedefe ulaştıran, giden en doğru yoldur ki bu tekdir... Nasıl ki, iki noktayı birleştiren ancak bir tek doğru çizgi olursa; İslâmın
öğretisine göre. herhangi bir konuda Allah'ı razı edecek bir tek yol vardır. 0 da Resulullah (S.A. V)'in gittiği ve öğrettiği yoldur. .. Onun dışındaki yollar , müslümanı, Allah'ın rızası olan gayesine ulaştırmaz. Dalalete bırakır... 

Nitekim Alla-hu Tealâ buyurmaktadır ki :

"İşte benim doğru yolum bu, ona uyun. (Başka) yollara uymayın ki, sizi O'nun yolundan ayırmasın! Korunmanız için (Allah) size böyle tavsiye etti."-(En'am : 153)

Üsluplar ise; belli bir metod ’dahilinde takınılacak tarz, kullanılacak meşru malzemelerdir.. . Gazete, radyo, t.v. gibi. Bunların çok ve çeşitli olabileceği gibi metodun da çok ve çeşitli olabileceğini sanmak yanlıştır; ..

Evet, İslâmî Çözümün gerçekleşmesi için gerekli olan İslâm Cemiyeti ve Islâm Devletinin kurulması için ancak tek bir metod vardır. 0 da vahiyle çizilmiş olan Resulullah'ın üzerinde yürüdüğü metoddur...

Bir mü'min Allah'a karşı her türlü yükümlülüklerini yerine getirirken; Allah'ın emrettiği ve Resulullah'ın öğrettiği ; kapalı olan hususlarda kesin anlayış ve kavrayış sahibi İslâm Fakihlerinin izahat ettikleri çerçevenin yani serî hükümlerin dışına çıkamıyacağı bilinen bir gerçektir.. . Yine öyle bir hakikat olmasına rağmen çoğu kişi ve çevrelerce pek dikkate alınmayan başka bir gerçek var ki, o da şudur ;

Bir insan, müslümanım dedikten sonra nasıl ki İslâm Nizamından başka bir hayat nizamı seçmekte hür değilse,.. Müslümanım dedikten sonra nasıl ki, İslâmî hayata tekrar dönmek için gerekli olan İslâmî Cemiyet ve Devletini kurmâ çabasından, İslâm Davasından başka bir Dava seçmekte hür değilse,,. Müslümanım dedikten sonra; Davasinin mücadelesini verirken, kendisine Resulullah (S.A.V)'den başka önder ve onun metodundan başka bir metod seçmekte de hür delildir. ..

Çünkü "akide", "dava" ile "metod" birbirinden ayrı değildir. .. Birinden sapmak diğerinden de sapmaya götürür..Biz müminler emri Allah'tan alır ve o emrin yerine getiriliş keyfiyetini. yol ve metodunu da Resulullah 'tan öğreniriz ve onunla kayıtlıyız... Nasıl ki, "namaz kılınız" emrini Allah'tan (Kur'andan) alıyor ve kılınış şeklini de yine Allah'ın emri üzere Resulullah'tan öğreniyorsak ve bunu hiç bir zaman ve mekânda değiştirmiyorsak... Bunun gibi İslâmın bize yüklemiş olduğu İslâm Davasını, mücadelesini, İslâmî hayata dönebilmek için gerekli olan İslâm Cemiyeti ve Devletini kurma vecibesinin yerine getiriliş şeklini, metodunu da yine Resulullah (S.A.V)'den almak zorundayız... 

Şu halde, Davamızın mücadelesini verirken, Islâm. Devleti kurmak için çalışırken takip edeceğimiz yolu, metodu zaman ve mekan şartları ya da bazı şahıs ve çevrelerin şahsî görüşleri, tevilleri tayin etmemelidir...

Resulullah ( S. A. V), cahiliye ve cahiliye Cemiyetine karşı İslâmca bir tavır takınmıştır.. Tağutlarla kesinlikle uzlaşmaya gitmemiştir... Davasının mücadelesini çeşitli kılıflar altında vermemiştir. Allah'tan gelen ayetleri, akidesini, dünya görüşünü bunun yanısıra cehaletin her yönü ile pisliğini, batılın içyüzünü açıkça anlatmış ve gözler önüne açıkça sermiştir. Kuşdili ya da çeşitli kılıflar altında. tağutların kanunlarının gölgesi altına sığınarak, küfür kanunlarının çerçevesi içinde anlatmamış ki; akide ve zihinlerde bulanıklık olmasın... Hak ile batıl açık seçik belirgin olsun. İnanan da bilerek inansın, inkâr eden de bilerek inkâr etsin... Fakat Resulullah'ın bu faaliyeti ferdî bir faaliyet de değildi... Getirdiği akideye, dine, davaya inanlarla birlikte bir kitle (teşkilat) anlayışı içinde faaliyet sürdürmüştür... Şüphesiz Resulullah (S.A.V) (risalet sahasında) kendi kafasından hiç bir şey yapmamıştır. Yani bu metod da vahyin kontrolü altında tesbit edilmiştir...

Öyle ise-, biz müslümanlara düşen ve yakışan bu yolda olmak bu yolda İslâmî hayata tekrar dönmek için gerekli olan İslâm Devletinin kurulması için, ihlasla çalışmaktır... (Resulullah'ın metodu ile çalışmanın keyfiyetini gelecek sayımızda açıklamaya çalışacağız, inşaallah. )

Biz tüm müslümanları, hem dünyadaki zillet ve perişanlıktan, cahiliyyenin boğucu karanlığından, tağutların zulmünden, zulmetinden kurtulmaları hem de Allah'ın indindeki mesuliyetlerinden kurtulmaları, cahilce ibadet edenlerden olmamaları için İslâmî hayata dönmek için gerekli olan Islâm Cemiyeti ve Islâm Devleüi'nin (Hilâfet Devleti 'nin) Resulullah (S.A.V)'in üzerinde yürüdüğü yol, metod dahilince ihlasla aşağıdaki ayetlere de dikkatlerini çekerek çalışmaya davet ediyoruz...

"De ki; İşte benin, yolum budur. Allah'a basiretle davet ederim. Ben ve bana uyanlar Allah'ı (ortaklıktan) tenzih ederim. Ben müşriklerden değilim." (Yusuf : 108)

"Ey iman edenler.' Allah ve Resulü sizi size hayat verene davet ederlerse icabet ediniz." (Enfal : 24)

%%%%%%%%%%%%%%%%%












4 yorum:

  1. Cemiyet hayatında, yani insanların birbirleriyle olan alâkalarında esas alınan fikir,duygu, kanun ve nizamları hayata hakim kılan, pratiğe indiren devlettir.. Herhangi bir akideden çıkan fikir, duygu ve nizamları hayata indirecek bir devleti yoksa o akidenin cemiyeti de yok demektir. Şu halde İslâmî hayatı yaşamak için, İslâm Cemiyetinin kurulması kaçınılmaz olduğu gibi; İslâm Cemiyetinin kurulması için de İslâm Devleti'nin olması kaçınılmaz olmaktadır. ..

    Madem ki; günümüzün vakıası, bütün problemlerin, meselelerin düğümlendiği nokta İslâmî hayatı yaşıyor olmayışımız, olamayışımızdır. Öyle ise, bu en önemli düğümü çözmek için gerekli olan Islâm Cemiyetini kurmak için gereği gibi çelışmak yapmamız gereken en önemli asıl işimiz olmalıdır... İslâm Cemiyeti için gerekli olan malzememiz (insan unsuru, İslâm fikir duygu ve nizamları) olmasına rağmen; bunları realiteye geçirecek ve cemiyeti kurup İslâmâ hayatı başlatacak devlet yok ise; o zaman yine İslâmın kendisine has olan İslâm Devletini (Hilâfet Devletini) kurmak için çalışmak;"bir vacibi yerine getirmek için gerekli şey de vacibtir." şerı kaidesince müslümanlar için en önemli asıl iş olur.

    Anlaşılıyor ki, İslâmî Çözüm için yani İslâmî hayata dönmek için Islâm Cemiyeti, İslâm Cemiyetinin kurulması için İslâm Devleti gerekiyor... Öyle ise; İslâm Devletini kurmanın yolu, metodu nedir ki müslümanlar ancak onun üzerinde yürüyerek,
    gereği gibi ihdasla çalışarak , hem Allah'ın indindeki mesuliyetten kurtulsunlar hem de Allahın takdir ettiği gün ve mekânda maksatlarına yani İslâm Devletiyle birlikte İslâmî hayata kavuşsunlar?...

    Muhakkak ki; bu uğraşı yani İslâm Devletini kurmak için çalışmak da her müslüman için yaratılışının gayesi doğrultusunda olan bir uğraşıdır. Çünkü, müslüman ancak; İslâmî hayatı yaşamak için gerekli bir ortam yoksa o ortamı oluşturmak için bütün gücü ve ihlasla gerekli çalışmayı_yaparak; Allah'ın indindeki (İslâmî hayatı yaşamıyor oluşunun) vebalinden kurtulabilir. .. Bilindiği gibi Allah kullarına sadece "bana kululk edin" diye bir emirle yetinmemiştir. .. Kullarını bildikleri gibi ya da istedikleri gibi Rablerine kulluk etmek durumunda bırakmamıştır. Bilâkis, Allah (c.c) kendisine yapılması gereken kulluğun keyfiyetini de bildirmiş ve kullarından o keyfiyet içinde kendisine kulluk etmelerini değilse kulluklarına kabul etmiyeceğini de bildirmiştir. Kendisine yapılması gerektiği kulluğun keyfiyetini gösteren Resuller ve talimatlar (din) göndermiştir. ..

    "Allah indinde Hak Din ancak İslâm'dır..." (Ali İmran:19)

    "Kim İslâm'dan başka bir din ararsa ondan bu asla kabul olunmaz..." (Ali İmran : 85)

    YanıtlaSil
  2. Çünkü "akide", "dava" ile "metod" birbirinden ayrı değildir. .. Birinden sapmak diğerinden de sapmaya götürür..Biz müminler emri Allah'tan alır ve o emrin yerine getiriliş keyfiyetini. yol ve metodunu da Resulullah 'tan öğreniriz ve onunla kayıtlıyız... Nasıl ki, "namaz kılınız" emrini Allah'tan (Kur'andan) alıyor ve kılınış şeklini de yine Allah'ın emri üzere Resulullah'tan öğreniyorsak ve bunu hiç bir zaman ve mekânda değiştirmiyorsak... Bunun gibi İslâmın bize yüklemiş olduğu İslâm Davasını, mücadelesini, İslâmî hayata dönebilmek için gerekli olan İslâm Cemiyeti ve Devletini kurma vecibesinin yerine getiriliş şeklini, metodunu da yine Resulullah (S.A.V)'den almak zorundayız...

    Şu halde, Davamızın mücadelesini verirken, Islâm. Devleti kurmak için çalışırken takip edeceğimiz yolu, metodu zaman ve mekan şartları ya da bazı şahıs ve çevrelerin şahsî görüşleri, tevilleri tayin etmemelidir...

    Resulullah ( S. A. V), cahiliye ve cahiliye Cemiyetine karşı İslâmca bir tavır takınmıştır.. Tağutlarla kesinlikle uzlaşmaya gitmemiştir... Davasının mücadelesini çeşitli kılıflar altında vermemiştir. Allah'tan gelen ayetleri, akidesini, dünya görüşünü bunun yanısıra cehaletin her yönü ile pisliğini, batılın içyüzünü açıkça anlatmış ve gözler önüne açıkça sermiştir. Kuşdili ya da çeşitli kılıflar altında. tağutların kanunlarının gölgesi altına sığınarak, küfür kanunlarının çerçevesi içinde anlatmamış ki; akide ve zihinlerde bulanıklık olmasın... Hak ile batıl açık seçik belirgin olsun. İnanan da bilerek inansın, inkâr eden de bilerek inkâr etsin... Fakat Resulullah'ın bu faaliyeti ferdî bir faaliyet de değildi... Getirdiği akideye, dine, davaya inanlarla birlikte bir kitle (teşkilat) anlayışı içinde faaliyet sürdürmüştür... Şüphesiz Resulullah (S.A.V) (risalet sahasında) kendi kafasından hiç bir şey yapmamıştır. Yani bu metod da vahyin kontrolü altında tesbit edilmiştir...

    YanıtlaSil

  3. TOPLUMU DEĞİŞTİRMEDE PEYGAMBER (SAV)’İN METODU

    Allah Rasulü (sav) cahili duyguların, düşünce ve sistemlerin yönettiği cahili bir topluma gönderilmişti. Onun misyonu o toplumu bambaşka, farklı bir topluma dönüştürmekti. Bu, bireylerin ya da var olan üyelerin başkaları ile değiştirilmesi şeklinde toplumu değiştirmek değildi kuşkusuz. Aksine, duygu, düşünce ve sistemlerin değiştirilmesi ile yani, küfür düşünceleri, duyguları ve sistemlerini kazıyıp; İslâmi duygu, düşünce ve sistemleri ikâme etmekle toplumun değişimini sağlamaktı.



    Peki bu bağlamda çizdiği model ne idi?

    Allah Rasulü (sav)’in siretini şöyle baştan sona tedkik ettiğimizde, analizini yaptığımızda bizlere -bu modelin- vahyin başlangıcı ile başlayıp şu üç ana sürece/döneme ayrıldığı açığa çıkmaktadır.

    a- Birinci Süreç: İslâm temelli bir kitleleşme ve İslâmi kültür ile kültürlendirme süreci.

    b- İkinci Süreç: Topluma açılma ve davetin duyurulması süreci.

    c- Üçüncü Süreç: İslâm Devleti ile birlikte İslâm'ın pratik anlamda yürürlüğe konulması süreci.

    http://islamdevleti.info/kitaplar/Saglikli_Kalkinma/16.htm

    YanıtlaSil
  4. PEYGAMBERİN METODU

    Resulullah (S.A.V.) bu dini getirdiği zaman Arap cemiyeti servet dağılımı ve adaleti yönünden bir cemiyetin düşeceği en alt noktada bulunuyordu... Çok az bir azınlık malı ve ticareti elinde bulunduruyordu. Faiz yiyor ve her geçen gün kazancı ve malı artıyordu. Ekseriyeti teşkil eden büyük bir çoğunluk ise açlık ve sefalet içinde yüzüyordu. Servet sahibi olanlar ayni zamanda şeref ve yer sahibi idiler de... Ellerinde mal bulunmayan çok büyük bir çoğunluk ise malla birlikte şeref ve yerini de kaybetmişti...

    / Hazreti Muhammed (S.A.V.) içtimai bir bayrak açarak eşrafa (yüksek tabakaya) karşı isyan eder, harb çıkarabilirdi... Ve gayesini durumun düzeltilmesi, zenginlerin elinde bulunan malların alınıp, fakirlere verilmesine kadar ilerletebilirdi.

    Şayet Resulullah (S.A.V.) bir gün olsun böyle bir davet ileri sürseydi, Arap cemiyeti hemen iki safa bölünürdü. O zaman büyük bir çoğunluk yeni yapılan davet ile birlik olur ve mal mülk sahiplerinin hâkimiyetine karşı çıkarlardı. (itYHlY) dâvasına karşı,
    bir takım olağanüstü bir kabiliyete sahip kişilerin dışında bir çok kimselerin ufkuna yücelemediği insanlar bir saf halinde duracaklarına, mal ve mülk sahiplerine karşı çıkarlardı.
    ' Denilebilir ki, Hazreti Peygamber o şekilde hareket ederek ekserîyeti kendi tarafına çekebilir, hâkimiyeti eline alarak azınlığı teşkil edenleri yenip, temizledikten sonra... Eline geçen kuvvet ve hâkimiyeti gönderilişindeki esas gayeyi teşkil eden tevhid akidesi* ni yerleştirmek için kullanabilirdi... insanları önce kendi kuvvetinin kulu yaptıktan sonra Allah'ın saltanatına kulluk ettirebilirdi... Fakat Allah yüce Resulunü asla, böyle bir yöne tevcih etmiyor. Çünkü O, hem bilen, hem de hükmedendir...

    Bütün bunları yaptırtmıyordu, çünkü çıkar yolun bu olmadığını çok iyi biliyordu... Ayrıca Hak Tealâ cemiyet içerisinde sosyal adaletin alem şumûl bir itikadi mefkureden doğması gerektiğini çok iyi biliyordu. Bu inanç sisteminde bütün meselelerin Allah’ın emirlerine göre ayarlanması gerektiğini, Allah’ü Tealâ’nın vereceği hükme göre gelir dağılımının âdilâne olması icab ettiğini, cemiyet içerisinde sosyal dayanışmanın hâkim olması, alanın da verenin de Allah’ın koyduğu bir nizamı infaz etmenin gönül huzuruna ermesi gerektiğini, Allah’a itaat hususunda hem dünyada, hem âhirette iyilik ve hayra nail olma isteğinin hâkim bulunması icabettiğini gayet iyi biliyordu... Ancak böyle olursa; gönüller hırsla yanıp kavrulmaz, kalbler kinle dolup taşmaz. Bütün işler kılıç ve kırbaç atında korku ve dehşet içinde normal seyrini takib etmez... Kalbler fesad bulmaz, ruhlar boğukluk hissetmez. Kısacası «Allah’tan başka ilâh yoktur* esasından başka esaslar üzerine kaim olan cemiyetlerdeki korkunç âkibetler müşahede edilmez...

    Resulullah (S.A.V.) m peygamber olarak gönderildiği sıralarda Arap Yarımadasındaki ahlâkî seviye en alt noktasında bulunuyordu. Bu arada cemiyetin bedevi kesiminde işlenmemiş faziletler de eksik sayılmazdı.

    Zulüm cemiyette en fazla yaygın olan bir haldi. Bunu şair Z ü b e y i r; hikmet dolu mısralarında şöyle ifade ediyordu:

    Kendi çevresinde silâhıyla kuvvet bulmayan kişi yıkılır.

    İnsanlara zulmetmeyen kimseler mutlaka zulme uğrar.

    Bir mütearefe haline gelen: «Zâlim de olsa, mazlum da olsa kardeşine yardım et» sözü bu durumu gayet güzel dile getirir.

    İçki ve kumar, cemiyette haddinden fazla revaç bulmuş bir
    alışkanlıktı.

    YanıtlaSil